Tumgik
#üç damla kan
hisboslugu · 3 months
Text
ben hiç böylesini görmemiştim. vurdun, kanıma girdin. itirâzım var. sımsıcak bir merhaba diyecektim, başımı usulca dizine koyacaktım. dört gün, dört gece susacaktım. yağmur sönecekti, yanacaktı. sameland seferden dönecekti, duvardaki saat duracaktı, kalbim kendiliğinden duracaktı. ben hiç böylesini görmemiştim. vurdun, kanıma girdin. itirâzım var. emperyal oteli'nde bu sonbahar, bu camların nokta nokta hüznü, bu bizim berhava olmuşluğumuz, bir nokta, bir hat kalmışlığımız, bu rezil, bu çarsamba günü intihar etmiş kötümser yapraklar, öksürüklü, aksırıklı bu takvim. ben hiç böylesini görmemiştim. vurdun, kanıma girdin. itirâzım var. sesleri liman sislerinde boğulur, gemiler yorgun ve uykuludur. sabahtır, saat beş buçuktur. sen kollarımın arasındasın, onlar gibi değilsin, sen başkasın. bu senin gözlerin gibisi yoktur, adamın rüyasına rüyasına sokulur. aklının içinde siyah bir vapur kıvranır, insaf nedir bilmez. otelin penceresinde duracaktın, şehri karanlıkta görecektin, karanlıkta yağmuru görecektin, saçların ıslanacak ıslanacaktı, kış geceleri gibi uzun uzun, tek damla gözyaşı dökmeksizin maria dolores ağlayacaktı. istanbul'u yağmur tutacaktı. bütün bir gün iş arayacaktım, sana bir türkü getirecektim, kulaklarımız çınlayacaktı. emperyal oteli'nin resmini çektim, akşam saçaklarından damlıyordu. kapısında durmanı söylemiştim, yüzün zambaklara benziyordu, cumhuriyet bahçesi'nde insanlar geziyordu, tepebaşı'ndaki küçük yahudiler, asmalımescit'teki rum kemancı, böyle rüzgarsız kalmışlığımız, bu bizim çektiğimiz sancı el ele tutuşmuş geziyordu. gazeteler cinayeti yazıyordu, haliç'e bir avuç kan dökülmüştü. emperyal oteli'nde üç gece kaldık, fazlasına paramız yetmiyordu. gözlerin, gözlerimden gitmiyordu. dördüncü gece sokakta kaldık, karanlık bir türlü bitmiyordu, sirkeci garı'nda sabahladık. bilen, bilmeyen bizi ayıpladı. halbuki kimlere kimlere başvurmadık, hiçbiri yüzümüze bakmıyordu, hiç kimse elimizden tutmuyordu. ben hiç böylesini görmemiştim. vurdun, kanıma girdin. kabulümsün.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
24 notes · View notes
kizilelma035 · 9 months
Text
GECEYE....
youtube
SAKARYA TÜRKÜSÜ
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
(1949)
Necip Fazıl Kısakürek Şiirleri
53 notes · View notes
doriangray1789 · 7 months
Text
Hani o iki kişilik dünyalar bizimdi Hani sen iyiydin Halden anlardın Hani sen git demeyecektin bana Ve ben herşeye rağmen gelecektim İçimde bir umut Ellerimde olgun meyvalar Dünya nimetleri Gözlerimde yanıp yanıp sönen bir pırıltı Ama ne sen gel dedin Ne de ben gelebildim herşeye rağmen Aşkımız ayrılıklarla başladı Deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik Öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu Karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri Deniz fenerinin ışığında yıkanırdık Köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman Ne yana baksak denizdi, maviydi, ışıktı Sonra bir çaresizlikti zifir Akıntıya kapılmış gemiler gibiydik Bir org çalınır gibi yanıbaşımızda Öyle kendinden geçmiş öyle başıboş Öyle derin duygular içindeydik anlatılmaz Sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi Aldığını geri vermez dalgalara Görmediğimiz ülkeler gördük Gün doğusunda Tatmadığımız yemişlerden tattık günahkar olduk Alevden bir tasta eridi günler Bir cehennem ateşiydi aşk içimizde Hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk Tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez Paslı demir kapılar kapandı üstümüze Taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz Çaresizliğimizi bize aynalar söyledi inanmadık Kuşatıldık ansızın kederle, ayrılıkla Aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı Yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza Uyuduk, bir daha uyanamadık Şimdi bir kutup var sana çeker beni Bir kutup var senden öteye Ben onun için böyle ortalıklarda kaldım Dağ yollarında, caddelerde, sokaklarda Onun için bulup bulup yitirdim seni Hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana Hangi gözümü yumduysam seni gördüm Zamandın, zamandan öte bir şeydin Yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda Bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden Bu zincirleri sen vurdun ellerime Sen getirdin bunca karanlıkları Al şunu mum yak Korkuyorum Bir taş aldım attım denize Günahlarımdan kurtuldum Alfabenin yirmisekizinci harfindeyim Öteye gidemem, itme beni Benim de bir insan tarafım vardı Bakma böyle kötü olduğuma Benim de dileklerim vardı Benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan Yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi Her gün bir kadın ağlar benim yüzümden Büyük dertler için benim ellerim Anlamıyor musun Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar Ben sevilmediğimden böyle çirkinim Bütün kötü yerlerde ben korkarım biliyorum Bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş Fabrika bacalarında bir kara dumanım Zehirim akrep kuyruklarında Kötüyüm sevemediğin kadar Öyle fenayım Kapanmış bıçak yaralarında Bu pis çöp tenekelerinde unut beni Unut artık Bayat bir ekmek gibi, çürümüş bir elma gibi Sarı badanalı evlerde kazanlar kaynar Sarı badanalı evlerde günahlar işlenir her gece Sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır Sarı badanalı evleri sev biraz Bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş Bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan Bu sarılarda benim yüreğim bir ölür, bir dirilir Anladım bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan Tosca'dan bir arya hatırlıyorum şimdi Sus biraz Ensemde bir akrep yürüyor, bırak yürüsün Sabaha asacaklar beni dokunma Yedi canım vardı, ikisi gitsin Bunca ölümler az gelir bana Kalbimi yardım bir damla kan aktı Kutuplara kar yağıyordu üşüdüm Failatun vezniyle seni çağırıyorum Bana imbiklenmiş yeşilliğini getir Dur gitme beş kuruşum vardı kaybettim Dur gitme ısırgan otlarından kurtar beni Deniz analarının gözlerini çaldım sana bakmak için Güneşi üçe böldüm al biri senin olsun Yüzümde beş bıçak yarası var Bir de sen vur Barut kokusunu severim Bir portakalı dilim dilim soy, acıktım Tut ki ben yoğum artık yeryüzünde Tut ki bir marul yaprağıydım, öldüm Al şu serçe parmağım sende kalsın Ben kötüyüm, allahsızım, korkunç çirkinim Ben seksensekizinci tul dairesiyim Sağ gözümün üç kirpiğini kestim al Ben lanetlendim Chopin'in cenaze marşı çalınıyor Ölüler ayağa kalktı görüyor musun
16 notes · View notes
sermerii · 3 months
Text
Şâdi Şirazi Hazretleri’ne sormuşlar;
İnsan nedir?
Buyurmuş ki;
Yek katre-i hûnest, sâd hezârân endişe.
(Bir damla kan ve binbir endişe)
Bir büyüğe sormuşlar;
“İnsanlar neden ölmek istemezler?”
Cevabında buyurmuş ki;
“Dünyalarını mâmur, ahiretlerini harap ederler.
İnsan mâmur ettiği yerden, harap ettiği yere hiç gitmek ister mi?
Şu “üç” şeyi çok seversiniz, fakat sizin değildir:
1-Bedeninizi seversiniz, o toprağındır.
2-Ruhunuzu seversiniz, o Allah’ındır.
3-Malı seversiniz, o varislerindir.
Ve hep şu iki şeyin peşinde koşarsınız;
rahat ve huzur. O ise cennettedir.
Allahü Teala size dünyayı ahireti kazanasınız diye vermiştir. Ona gönül veresiniz diye değil…
13 notes · View notes
akinci · 1 year
Text
Tumblr media
"Üç Nokta"nın Aşkı"
Bir büyüğümden dinlemiştim vaktiyle, üç noktanın mânâsı için şöyle demişti: “Ân gelir üç noktanın anlattığını, bütün bir edebiyat şerh etmekte acze düşer.” Öyledir, bazen kelimeler kifayetsiz kalır duygular karşısında… Yazımızın konusu aşk olunca boşuna değil, yazıyla ilgili birçok başlık yazıp sildim ve az önce naklettiğim söz aklıma geldi. Evet, aşkı anlatacaksak eğer, bu yazının başlığı, üç nokta olmalıydı.
“Aşk gibi bir muallim yoktur!..” (Hazret-i Mevlânâ)
Aşk, sadece karşı cinse duyulan sevginin sonucunda oluşan bir duygu değildir. Bir yönüyle ilâhî olan aşkta; almak değil, vermektir maksat... Sevgini vermektir evvelâ, kalbini vermektir, ömrünü, kısaca seni sen yapan her şeyini vermektir aşk... Sonrasında kendinden geçerek sevgilide “hiç” olmaktır. Hiçlik kibirden yoksundur; hiçliğin riyâdan yana sıkıntısı yoktur. Gururun esâmesi okunmaz hiçliğin yanında...
“ÜÇ NOKTA” İLE NE ANLATILIR
Hakiki aşk dediğimiz duygu, her an O’nunla olabilme duygusudur. Her an görmesek de O’nun bizi gördüğünün farkında olma duygusudur, yani “ihsan” duygusunun şuurunda olmaktır. Ve ona göre hareket etmektir. Büyükler ne güzel demiş, “El kârda, gönül Yâr’da” diye…
Cenâb-ı Mevlâ’nın rızâsı için gönlümüzde büyüttüğümüz ve âşık olunası yegâne varlık Hâlık-ı Zü’l-celâl Hazretlerine duyulan nihayetsiz sevginin adıdır, aşk… Aşk, O’na ilticâ etmek, O’nunla buluşmak, O’nunla olmak değil de nedir?!
Nitekim aşk, “kuru kuruya seviyorum!” demek değildir. “Nedir o hâlde?” diye sorulsa, O’na giden yolların hepsidir, belki de en güzel cevap şöyle olmalıdır:
Kelime-i şehâdettir aşk, ki şâhitlik etmektir Rabbin birliğine ve ilâhlığına; sonra Rasûl-i Kibriyâ Efendimizin O’nun kulu ve elçisi olduğuna…
Ahde vefâdır aşk; hiçlikten çekip çıkaran, sana ruh ve nefes bahşedene hayran olmaktır… Elest bezminde verdiğin söze sâdık kalmaktır.
Ezandır aşk; dinleyeni mest eyleyen, huzurda durmaya, huzurla dolmaya çağıran… Yâr ile beraber olmaya dâvet eden…
SEVGİLİYLE BULUŞMA HEYECANI
Namazdır aşk; Efendimizin gözünün nûru olan, “…Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19) buyuran Sevgili’ye ulaşmanın yoludur. Kıyâmda yüce kudret karşısında elif gibi dururken boynu bükük, secdede vav gibi durur insan, acziyeti itiraf sadedinde… Tahiyyatta diz çöker, mecâli kalmaz Sevgili’nin aşkından, selâmlaşır, duâlaşır, konuşur.
Oruçtur aşk; susuzluktan dudaklar çatlatırken gönle damla damla sevgi pınarı yerleştiren… Ramazandır aşk, yılda bir, ömürde kim bilir… Sahurdur, iftardır aşk… Hayatın her alanına aksi vurur güzelliğinin…
Zekâttır aşk; cümle ihtiyaçlardansa Rabbin rızâsı için başka ihtiyaç sahiplerini gözeten…
Hacdır aşk; gidilmesi en güzel yer olan… Kâbe’dir aşk, bakmaya doyulamayan… Arafat’tır aşk… İhramdır. Sevgili’yle buluşma heyecanını, sevincini doya doya yaşamaktır.
Kurbandır aşk; kurbiyyet kazandıran, nefsi temizleyen… Kan değildir amaç, et değildir; Sevgili’nin rızası, aşkı, muhabbetidir.
AŞK NEDİR?
Ve dahi zikirdir aşk, dilden kalbe yol alan…
Râbıtadır aşk, gönlünü sevdiğine bağlayan…
Murâkabedir aşk, huzurda huzur bulduran…
Tefekkürdür aşk, sevgiliye doyamamaktır… Büyüklüğünü tahayyül etmektir.
Tevekküldür aşk; Yâr’e gönül verdiğin gibi, tedbirini aldıktan sonra her şeyini O’na emanet etmendir.
İnfaktır aşk; şeytan fakirlikle korkuttukça, Sevgili’ye harcanan ömür gibi harcamaktır elinde ne varsa…
Besmeledir aşk… O’nun adıyla başlayıp O’nun adıyla bitirmektir, her ne yapılacaksa bu dünyada…
Ölümdür aşk… Şeb-i arûsa vesîledir… Aşkı yaşamanın, sevgiliye kavuşmanın, düğün gecesi mesâbesinde O’na döndürülmektir.
Hâsılı, Allah aşkı varsa kişinin içinde, hayatta ne varsa, aşktır onun için… Dağa, taşa, yağmura, kara, hayvanâta ve nebâtâta baktıkça aşktır her ne var ise onun için… Uyumak da aşktır, uyanmak da… Nefes almak da aşk iledir, nefes vermek de… Nefes aldıkça Allah der âşık… Nefes verdikçe Allah…
KİME AŞIK DENİR?
Öyle girift bir duygudur ki bu aşk, her yol sevgiliye çıkar… Mürşidini seversin O’na çıkar… Peygamber Efendimizi seversin O’na çıkar… Mürşidini severken -hâşâ- “Allah sevilmez!” veya “Allâh’ı seven, Peygamberi sevemez!” mantığı çıkmasın yazdıklarımızdan… Şöyle ki Ebû Saîd Harrâz -kuddise sirruh- bir kere rüyâsında gördüğü Peygamber Efendimiz’e:
“-Yâ Rasûlallah! Beni mâzur gör. Zira Allâh’ın muhabbeti, Sen’in muhabbetinle meşgul olmama imkân vermiyor!” demişti. Bunun üzerine Rasûlullah buyurdu ki:
“-Ey mübârek! Bilmez misin ki, Allah Teâlâ’yı seven, beni sevmiş olur. (Sevgilisini seven, sevgilisinin sevgilisini de sever).” (Kuşeyrî, s:445; Ayrıca bkz: Attar, s:493)
İlâhî aşkı en iyi şekilde terennüm eden, içten içe yanan Hazret-i Mevlânâ, ömrü boyunca hep bu şekilde yanan gerçek âşıkları aramıştır. Buyurur ki:
“Bana öyle bir âşık gerek ki, içindeki alevden kıyâmetler kopmalı, gönlünün harâretiyle ateşleri bile kül etmeli! Gökler, onun güneşleri solduran nûruna bakıp da «Mâşâallâh, Mâşâallâh!» demeli!..”
Ey Rabbimiz, Senin muhabbetin ile yanan, hayatı aşk olanlardan eyle bizi… Her işini, her ibadetini aşkla yapanlardan eyle… Aşkımızı da rızâna vesîle eyle… Bizi bize bırakma, bizi Sen’den ayırma, bizi muhabbetinden ayırma yâ İlâhî… Âmîn…
Kaynak: Merve Güleç, Şebnem Dergisi, 129. Sayı, Kasım 2015
48 notes · View notes
avalonunezgisi · 10 months
Text
artık eskisi gibi olmayan her şey için, bu andan sonra değişecek ve gelecek olan anlar için, gelecekte o değişimin içinde olan o andaki ben için hüzünleniyorum her dakika. hani insan üç beş damla kan, binbir endişe derler, ben basbaya hüzünden yaratılma, ya da burukluğum. dışımdan neyim bilmiyorum, gülüyorum, sarılıyorum, seviyorum: yeni şeylerin gelmesini, değişiklikler olmasını da. ama bunun sancısı beni zannederim çoğu insandan daha çok tutuyor. zulüm bu kendine, yaşarken yaşayamamak.
10 notes · View notes
guzel-adamlar · 1 year
Text
“Kâf-ı dil Ankâsıyım sırrın âşinâsıyım/ Endişeler hasıyım ad oldu insan bana.”
Niyâzi Mısrî
''İnsan, üç beş damla kan ve binbir endişe...''
Sadi-i Şirazî
19 notes · View notes
mesutbahtiyarolacak · 2 years
Text
Tumblr media
31-
Boğuluyordum ama kimseye söylemiyordum.
Kendime bile…
Gördüğüm herşeyin beni bir balçık gibi içine çekmesi, bedenimde dolaşan yabancı ellerin tırnak izleri, alnımdan düşen üç damla kan…
nefesim ciğerlerime inmiyor…
kelimeler titreyen ellerimde can çekişiyor.
Çaresiz yaşama mahkum bir ruh, cevapsız sorulara gebe hayaller, keşkeyle başlamaya utanan cümleler ve kocaman bir hiç…
Yalnız gecelerin o soğuk ürpertisi, sadece düşünmemek için uyuşturulan beyinler, güneşin doğuşunda hissedilen dehşetli bir korku, her sabah yenilenmesi gereken bir duvar.
Bedeni saran görünmez halatlar, gün geçtikçe derinleşen bir yara, üç ayaklı salıncakta sallanan bir boyun, hissiz gözlerle boş bir bakış…
Boğuluyorum, ama kimseye söyleyemiyorum.
Kendime bile…
30 notes · View notes
kelamhanee · 2 years
Photo
Tumblr media
İnsan unutkandır bunu unutma"diyor sözü yormayan adam. "El-insanu minen'nisyan"diyor tefsir. İnsan unutmaktandır. İnsan unutandır acizliğini. İnsan; Üç beş damla kan ,lakin en çok telaş bir miktarda endişe. Yine en çok telaşlanmaya zorlanan. "İsmini acz tuttuğunu bilen güzel adam olur" diyordu Zarifoğlu.. "Sen"dediler bize"acizsin" ismin bu . Belki de unutmayacağın tek şey bu. Bir de bunu unutma dediler , ezan okudular kulağımıza. Ezan. Günü geldiğinde okunduğu vakit selametimizi verecek olan. Duyduk ya ,hala hayattayız. İşittik ya hala vakit var. İtaat ettik ya ,hala bir kurtuluş ,bir kaçış ümidi var Lakin acı ki; bazımızın aklında tek ismi olmuş kalan. İnsan; Üç beş damla kan, lakin en çok hüsran. Yitmeye, yitirmeye zorlanan. Çıkmazlarda yorulup olmayacak hayallerde mola alan. İnsan; Üç beş damla kan,lakin en çok unutan. Yine en çok unutmaya zorlanan. Unutan iyileşir ,belki de bu yüzden. Zira insan; Üç beş damla kan Lakin en çok yara. Yine en çok yaralanan, yara alan. Vesselâm. 🥀🥀🥀 💜@kelamhanee #Alıntı (Turkey) https://www.instagram.com/p/Cf_1CqbMEId/?igshid=NGJjMDIxMWI=
22 notes · View notes
susamsokak · 2 years
Text
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
48 notes · View notes
aynodndr · 2 years
Text
ÖĞRETMENİM CANIM BENİM
Hayırlı olur inşallah, yeniden Bismillah dedik okullara...
Üç beş kelâm edelim o hâlde...
İnsan..
Sâdi Şirazî 'ye göre " bir damla kan ve binbir endişe...."
Endişeler kaygılar vesveseler sararmışken dört bir yanımızı...
Konuşalım azıcık , ferahlasın gönlümüz...
İnsanız ya ondan; acizliğimiz bir yanda...
Fakat bir yanda da gayrete değer konular:
Çocuklarımız...
Gözümüzden sakındığımız evlatlarımız...
Ne olacak yarınları?
Nasıl inşa ediyorlar benliklerini ?
Ne ile dolduruyorlar kişiliklerini?
Takkeyi önümüze alıp düşünme vakti...
Sanatla sporla maneviyatla ilim...
İlimle hilm...
Yok yani olsa ne iyi olur diyorum...
Hilm...
Sun ' i şekerli gdolu gıdaların verdiği gereksiz hiperaktivite ile yorgunlar ve yorgunuz beyhude...
Bilgisayar oyunları...
İzaha lüzum olmayan cinsten....
Videolar...
Video siteleri...
Fenomenlik denilen ucubelerin raksı...
Fenomene bak sakız çiğnerken sandalyeden düşüyor aynı anda , bu müthiş layk alır işte !....
Fenomenlik zor zenaat... Takla atıp eğlendirmek kitleyi çok mühim...
Rap müzik fonda...
Ritm and poem falan değil, şiir Hak getire...
İnsana dair tek söz yok içinde, hep histerik sayıklama, hep sadizm , mazoşizm...
Başka şey yok mu robotik kodlarda?
İki lafindan üçü küfür argo olan çocukları bir dinleyin ; okulda metroda otobüste...
Küpte ne varsa o sızar dışarı, mâlum...
Su damlası gibi çocukların ağızlarından dökülen sözcükler üzüyor beni çok...
Hem...
Bunları verdik malzeme olarak zihinlerine , bunları duyuyoruz , el mahkum...
Ayrıcana...
Aile toplumun en minnak yapı taşı...
Ana - baba iletişimi aynen yansıyor çocuklara...
Anne , babayı kötülüyorsa durmadan , çocuk babaya saygı duymuyor...
Otoritesini tanımaz oluyor ya hani...
Baba , anneyi aşağılıyorsa biteviye , çocuk anneyi sevip dinlemiyor işte...
Ve tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna hep , kimse kimsenin kahrına talip değil...
Lütuf hep lütuf olsa ne iyi diye Rabbenâ hep banacılar...
Oysa öğretmenin gölgesine bile basılmaz der Kore atasözü; yok kendim için bir şey istiyorsam namerdim yani...
Öğretmene sevgi saygı, elzem diyorum sonuçta....
Yoksa eğitim öğretim nasıl olacak ki ?
Nefsî disiplin...
İrade kontrolü...
Sosyal yaşama adaptasyon...
Diğergam olma empatinin nirvanası , bizden bizden ifadelerle...
Ve okumak...
Yazıyı değil yazanı okumak....
Zor...
Çok zor işler, ne yapalım?
Talip de olmayalım mı ?
Talebe....
Talip olan demekmiş eskilerde öğrencilere hitabımız böyle imiş zaten...
Ve kulağımızda gönlümüzde güne dair bir hadis - i şerif :
""Ya öğrenen ol , ya öğreten ol , ya da bunları sev , dördüncüsü olma , helâk olursun... "
Hem olaya zeytincilikten bir haşiye:
Sopayla vurursan zeytine; küser de ertesi yıl zeytin vermezmiş, işte ondan sesimiz sözümüz şefkatli olmalı...
Çünkü çok bağıranın sesi duyulmaz olurmuş git gide..
Hem de ayet ' te geçer hani :
"Yürüyüşünde tabiî ol. sesini alçalt. çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir!”
( Lokman Suresi - 19 . Ayet )
Nüket Belsan Taşören
10 notes · View notes
seytanin-karisi · 2 years
Text
Üç bira şişesi. Kör bir karanlık, ıssız bir cadde, serin bir hava, sen ve ben. Ve üç bira şişesi. Aldım kuru çatlamış elime birini. Duraksadım ilk, sonra içtim. İçtim, içtim, ve içtim. Hiç durmadan, nefes almadan öylece içtim. Bulanıklaşmıştı sanki birden her yer. Ve kustum. Kustum, kustum, kustum. Ağzımdan nefret dolu sözcükler kustum. Hiçbir zaman söyleyemediğim sözcükleri söyledim, öylece suratına tükürdüm. Bana çektirdiğin tüm acıları midemden çıkardım. Ve sessizlik. Sustum.
İki bira şişesi. Bulanık kör bir karanlık, ıssız bir cadde, soğuk bir hava, sen ve ben. Ve iki bira şişesi. Aldım ikinci şişeyi yara içinde olan elime, duraksamadım bu sefer. Ve içtim. İçtim, içtim, içtim. Tek bir damla dair kalmayana dek içtim. İkinci şişe bitti. Dünya dönmeye başlamıştı. Ve kustum. Kustum, kustum, kustum. Sessizlik kustum. En nefret dolu bakışımla süzmüştüm. Ve sustum. Gözlerimde ne görüyordun acaba?
Bir bira şişesi. Ürpertici kör bir karanlık, sessizliği kulaklarımı çınlatan ıssız bir cadde, buz gibi bir hava, sen ve ben. Son şişeyi diktim kafama. Durmadım, durduramadım kendimi. İçtim, içtim ve içtim. İzledi sadece. Kustum son bir defa. Gözlerim kararmıştı, hafif ılık bir ıslaklık aktı burnumdan ağızıma doğru. Kan. Gözlerim tamamen karanlığa bürünmüştü. Bilincim ise kendini sonsuza dek yitirmişti. Beyaz, tertemiz bit ışık çıkmıştı karşıma. Ve yürüdüm. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm.
Ölümüme.
6 notes · View notes
pespaye · 2 years
Text
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal. Hamallık ki,sonunda,ne rütbe var,ne de mal, Yalnız acı bir lokma,zehirle pişmiş aştan; Ve ayrılık, anneden,vatandan,arkadaştan. Şimdi dövün Sakarya,dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? Nerede kardeşlerin,cömert Nil,yeşil Tuna; Giden şanlı akıncı,ne gün döner yurduna? Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı:Allah bir! Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler. Vicdan azabına eş,kayna kayna Sakarya, Öz yurdunda garipsin,öz vatanında parya! İnsan üç beş damla kan,ırmak üç beş damla su; Bir hayata çattık ki,hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan,gitti ölümsüz gerçek; Siz,hayat süren leşler,sizi kim diriltecek? Kafdağını assalar,belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin,kılını çekmez akıl! Sakarya; sâf çocuğu,mâsum Anadolu'nun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben,gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak,sana tabuttur havuz; Sen kıvrıl,ben gideyim,Son Peygamber Kılavuz! Yol onun,varlık onun, gerisi hep angarya; Yüzüstü çok süründün,ayağa kalk,Sakarya!..
3 notes · View notes
psycaheres · 5 months
Text
Elinde kahve bardağıyla kedileri gözetleyen o kızın eli nasıl ürkütülmeden tutulabilirdi ki? Alkol şişelerini sarmalayan parmaklar hangi kedinin başını okşayabilirdi? Cevap buydu, o şişede, o kedide; daha önemlisi o parmaklarda saklıydı.
Çünkü bazen kendi avuçlarınızdaki yaşam çizginizi, bir başkasının bedeninize dokunduğu yerlerde geçse de ruhunuzda silinmesi hiçbir sevapla mümkün olmayan izlerde olduğunu hissediyor, henüz iz bırakılmayan noktalarınızı ise parmak izlerinde arıyordunuz. O noktalarınız sizin için üç noktayken, hatta beş, öyle imkansızdı yaşamak işte; bir başkasının tamamladığı yazgınız için bir romanın son cümlesinin noktası olacağını biliyordunuz.
Bazen belanızı sizi alkol komasına sokabilecek şişelerde değil, bir dudakta kan kırmızısı bir damla mayhoş şarap tanesinde buluyordunuz. Huzurlu hissediyordunuz, insanlar buna çakır keyif derler oysa şişelerce şarap içseniz Köpek Öldüren denilen o içki, sizi bir it yapabilirdi.
Gece ilerledikçe su gibi akan o saatleri sanki acı bir votkaymış gibi midenize indiriyordunuz. İlerledikçe sankiler, sankilikten çıkıyor ve bir gerçeklik halini alıyor. Ölüm Perisi dedikleri o votkayla kafanızı bulmak isterken kaybediyordunuz.
Ve saatler ilerledikçe, birkaç ter damlası ateş kadar sıcak olsa da sizin dilinizde dahi bir buza dönüşüp bir hap oluyordu.
Ve şeytanlarınız için eğlence vakti başlıyordu, çünkü bir insan olarak günah işliyordunuz.
Alkol koması yerine kafein komasına girecek olsanız da aşkı bir türlü kanınızdan arındıramıyordunuz.
1 note · View note
sermerii · 3 months
Text
Şâdi Şirazi Hazretleri’ne sormuşlar;
İnsan nedir?
Buyurmuş ki;
Yek katre-i hûnest, sâd hezârân endişe.
(Bir damla kan ve binbir endişe)
Bir büyüğe sormuşlar;
“İnsanlar neden ölmek istemezler?”
Cevabında buyurmuş ki;
“Dünyalarını mâmur, ahiretlerini harap ederler.
İnsan mâmur ettiği yerden, harap ettiği yere hiç gitmek ister mi?
Şu “üç” şeyi çok seversiniz, fakat sizin değildir:
1-Bedeninizi seversiniz, o toprağındır.
2-Ruhunuzu seversiniz, o Allah’ındır.
3-Malı seversiniz, o varislerindir.
Ve hep şu iki şeyin peşinde koşarsınız;
rahat ve huzur. O ise cennettedir.
Allahü Teala size dünyayı ahireti kazanasınız diye vermiştir. Ona gönül veresiniz diye değil…
11 notes · View notes
mehirsvc · 10 months
Text
Bir damla,
İki damla,
Üç damla,
Ve karanlık...
Son kez düştü o gece kan yere, son kez ağladı o kadın.
Ve siz, yaşıyor sandınız.
-A.S
0 notes