Tumgik
#Dağıttım iyice
sadecesusvedinlebeni · 4 months
Text
Bana acı diye söylemiyorum ben canım yanıyor dediğim cümlelerimi, alışmışım herşeyimi sana anlatmaya,
şimdilerde de düştüm yokluğunun boşluğuna..
Yazıyorum acı bana diye değil, alışkanlığım olmuşsun sen benim,
seviyorum çünkü mühürlemişim kalbimi seninle.
Ruhum yoruldu,bedenim zar zor duruyor ayakta, üzülüyorum deme bana, benim kadar üzülemezsin...
.
5 notes · View notes
senkilomuverdin · 3 years
Text
Psikoterapi rotasyonundayım.
Bir bok bilmeden bir sürü hastanın ortasına atılmanın getirdiği çaresizlik ile başladı. Şizofrenlerle ve diğer SMİ abilerle aram çok iyi olsa da kimsenin dert anlatmaya geldiği biri değilim normal hayatta, sen ben gibi hastalarla iletişim kurmaya çalışırken aynı becerememe hali oldu. Bunu sınayan, yüzüme vuran, öfkeli, küçümseyen insanlar var ya da ben yetersiz hissettiğimden bana öyle geliyor!
Ama tabi ki bu demek değil ki bazı günler çok şey öğrenmiyorum, çok şey öğreniyorum tabiki! örneğin bir sosyal anksiyete gleiyor diyor ki geçen gün bankta oturdum bir baktım tüm dünyadan sanki kopmıuşum, zamandan kopmuşum, gençler fallan onlar böyle hepsi beraber, zaman akıp gidiyor ben yapayalnız bir kenarda!
Oha dedim bu hep benim düşündüğüm şey, demek ki varmış böyle bir şey! ben ondan daha fazla iyileşmiş oldum kendisi odadan çıktığında!
  sonra bir derste hoca diyor ki böyle bakım veren tarafta olmak rollerin reverse edilmesi savunma mekanizmasıdır, sen birilerine yardım ederken kendine aslında ben artık o çaresiz değilim diyer taraftayım dersin! Gerçekten de ben ortaokuldayken bir rehber öğretmen vardı ben çok yalnız öyle takılırken pek bir rehebr öğretmenlik değil de beni beden derslerinde falan boş yakalar ilgi alanlarımı sorardı aa ben de bilimkurgu severim hiç asimov okudun mu falan derdi! Hep o kadın olmak istemişimdir sanki beni o kadın kurtarmış da ben birilerini kurtarabilirim gibi. Orda da sanki o kadın olmak için herkese o kadının bende yarattığı kadar ilgili olmalı ilgilenmeli gibi geliyor ama o kadar kendini hırpalamamak lazım tabiç
Sonracıma, sosyal anksiyete kız hastam. Bakıyorum çoğu alanda benden daha iyi durumda sosyal anksiyetesi, kendimden daha iyi durumda birinin terapisti olmak? Onun dosyasını karıştırırken bir sürü şey öğrenip kendimi geliştiriyorum! benden çok bilyor . Konuşurken kendisiyle, rahatsız edici bir konudan bahsederken utanıp ya yanlış anlamayın şöyle demek istedim aslında diye toparlamaya çalışırken iyice geriliyorum, ben gerilince o da geriliyor, kısır döngü iki sosyal anksiyete karşılıklı  o anksiyete tenis maçı gibi büyüyerek artıyor! Görüşme bittiğinde ikimiz de maraton koşmuş gibi yoruluyoruz o gerginlikten! O sırada yugoslavya göçmeni panik atak amcayı görüşme uzamış 2 saat bekletmişim! şöyle olmuş ben bir 45 dk bekletmişim üstüne de ondan sonra gelen hastayı yanlışlıkla önce almışım onun için de 1 saat bekleyince olmuş 2 saat! Koridorda bağırdı çağırdı bir şey de diyemedim.  65 yaşında hala iyileşmemiş panik atağı!
Panik atak amcayla biraz konuştukça kendisiyle çok iyi anlaştık. Çalıştık kendisiyle güzel güzel nefes egzersizi, dedim ki sonunda X bey bakın panik atak üzerine bu kadar konuştuk şimdi size haklı olduğumu kanıtlamak için çok hızlı ve derin nefes alıp verirsek panik atak semptomlarını ortaya çıkarabileceğimiz göstereceğim! ben de yaptım onunla beraber, 30 sn nefes al ver sonunda anamız sikildi! kalbimde sıkışma beynim bir garip dönüyor göğsümde bok gibi bir rahatsızlık hissi dedim allahım bu ne adamı da dağıttım allak bullak oldum! Bir kere de burun ameliyatı olursa burnundan nefes alamayacağı için yemek yerken boğulacağını düşünen hastayla burnumuzu kapatıp eti form yeme deneyi yapmıştık orda da boğazıma oturdu çok fena. Ama mutlu çıkmıştı çünkü çılgın terapiler! İyi geçen günler öteki felaketlerimi dayanılır hale getiriyor.
11 notes · View notes
bugunbirazleylayim · 3 years
Text
İyice mahallenin kedici teyzesine döndüm sanırım. Sokak beslemesi yaptığım bilinen bir gerçek. Zemin katta oturduğum için de pencere mermerlerin üzerinde hep mama minder falan var.
Tüm sokak, hayvanlar konusunda hassasiyetimin farkında fakat sırf bunlardan dolayı kapımın önüne yavru kedi koyup kaçanlar, yaralı hayvan bırakanlar, gelip yaralı hayvan ihbarı yapan insanlara alışmam mümkün değil :ı
Az önce kapımın önüne kum ve mama konulduğunu fark ettim. Gece ben eve girerken yoktu demek ki sabah bırakılmış hem de iki pakette açık 🤔 neyin kafası bu yaa?
Kedi de bıraktılar da kaçtı mı acaba? Hayır yardımcı olmak istediği için bıraktı desem neden açık paket bıraksın di mi?
Neyse mamayı sokağa dağıttım kumu apartman kapısının önüne usulca bıraktım üzerine ihtiyacı olan alsın yazdım.
Mükemmel bir doğum günü hediyesi oldu bana sabah sabah asdfshs yarisi kullanılmış kedi maması ve kumu.
10 notes · View notes
aldirma-hayyam · 4 years
Text
dün ev arkadaşlığı sitelerinin hepsine üye olup numaramı her yere dağıttım, bugün de rüyamda biri numaramı bar tuvaletine yazıyordu lfkldjkl delirdik hocam iyice
10 notes · View notes
thereisnoproblem · 4 years
Text
Her yeri bok götürüyor! Her yeri!!! Sıkı bir temizlik lazım. Her tarafı iyice temizleyip toplamalıyım. Kafamı, evi, ev ahalisini, dersleri, hayatımdaki envai çeşit tip insanı, spotifydaki listelerimi, galerideki fotoğrafları, dolabımı, çorap çekmecemi... İnstadaki kaydet bölümü hele... Darmadağındır orası şimdi. Bir bakmam lazım. Bir yığın kalemim vardı nerelere kayboldu acaba onlar? Attım mı, dağıttım mı? Kitaplığımın da bir düzenlemeye ihtiyacı var. Defterlerim... Ah gece sayfalı defterlerim... Sizleri de toplasam iyi olacak sanırım. Sırt çantam... 15816 tane çantam var, sadece seni kullanıyorum. Ama dur biraz, nereye koymuştum ben seni acaba? Seni de bulmam gerekiyor galiba.
...
5 notes · View notes
destinathings · 5 years
Text
Beni unutma…
Ben her zaman ki hayatıma devam ediyordum, canım sıkkındı masada kahkahalar artmış sohbet iyice koyulaşmıştı, usulca kalktım sigara içmek için uzaklaştım. Denizin kenarında öyle uzun uzun dalıyordum dalga her bir kıyıya çarpışında içimden bir şeyleri alıp götürüyor gözlerim ise her bir giden parçamı geri getirmek istercesine uğurluyordu. Bir sigara bir sigara daha ne kadar yaktığımı bilmiyordum ne kadar yandığımı bilmediğim gibi…
Sonra yine sessizliğimle masaya geri döndüm sohbete katılmıyor sadece izliyordum oradaydım hiç ait olmadığım fark etmediğim, fark edilmediğim bir zamanda aynı masayı paylaşıyorduk. Meğer ben fark etmemişim senin beni fark ettiğini, zamanın birinde seni unutmadım hep hatırladım dediğinde anladım..
Defalarca aynı masayı paylaşmış, aynı arkadaşlarla oturup kalkmışız senin sen olduğunu bilmeden, hikayemiz çok geç başlamış ama erken bitmek zorunda kalmıştı.
Canımın sıkıldığı dağıldığım bir an elini uzattın geldin sessizliğime usulca sokuldun aynı denize aynı bakışı attık, neden dedin nasıl bu kadar sessiz sağır ve dilsizsin, anlatmak ister misin dedin, ben yanındayım dedin, Öyle ya herkes anlatmak istersen ben buradayım derdi  anlatmak için sizin gitmenizi beklerlerdi oysa sen sen geldin ve dedin ki ben buradayım ben yanındayım ben geldimama ben yok dedim anlatacak bir şey yok ki yine sigaramı yaktım dumanında savruldum, dağıttım gökyüzüne. sende döndün sende yaktın dumanını savurdun, biz birbirimize karışamadık belki ama içimizde söylemediğimiz her şey bir olmuş dumanlarımız birbirine dolaşmış, karışmış bir olup sonsuzluğa çıkmıştı..
Çok kötüydüm her gün biraz daha yok oluyordum, en sevdiğim insanlardan zararlar görüyordum sonra senin adın geçti senden öğreneceğim olaylar olmuştu, o gün fark ettim senin sen olduğunu. Aradım zamanın var mı konuşmak istediklerim var dedim hemen dedin hemen ya sen gel ya da ben geleyim hazırım dedin, konuşmaya, paylaşmaya, yok dedim ben gelirim henüz tam olarak nereye gittiğimi bilmeden..
Oturduk şaşkındım sohbetim yoktu, bir şey paylaşmamıştık bu zamana kadar, öyle ya dağınıkta gelmiştim biraz öyle apar topar ne ben yerli yerindeydim ne de ruhum, hoş sen bunları zaten çok iyi biliyormuşsun sonradan öğrendim..
Başladık sonunun ne olduğunu bilmediğim sohbete, ben sordum sen cevapladın, ben dinledim sen anlattın anlattın sonra bi an durdun inanıyor musun anlattıklarıma dedin evet dedim ..Sonra sustun ben cevaplarımı almıştım ama meğer senin sorusuz cevapların varmış söylemek istediklerin, bir kahve daha dedin, olur dedim. Kahvelerimiz geldi ve bu sefer sen başladın anlatmaya.
Benim sana söylemek istediklerim var  artık saklamayacağım dedin, noldu dedim sustun baktın kahvenden bir yudum aldın ve anlamadın mı hiç dedin şaşırdım neyi dedim,yutkundun ben seni hep izledim hep takip ettim şu masada benimle oturacağın beni dinleyeceğin günleri bekledim, ben ben senden çok hoşlanıyorum seviyorum seni dedin, kaçmak istedim sadece kaçmak istedim o an nasıl dedim ne zaman tanımıyoruz ki birbirimizi dedim.. sonra başladın anlatmaya…
Sen beni tanımıyorsun dedin ben seni tanıyorum dedin ve başladın sendeki  beni anlatmaya, dinledikçe nasıl dedim nasıl bu kadar bilebilirsin, sevdim dedin sadece sevdim seni, yürüyüşümü giyinişimi, mutluluğumu hüznümü kahkahamı her şeyi o kadar iyi biliyordun ki ben bile neyi ne zaman yaptığımı ne tepki verdiğimi bilmiyordum. Sen bana benim hislerimi nasıl yansıttığımı anlattın, kendimin farkına vardım, utandım sustum şaşırdım biraz gülümsedim, fark edilmek güzelmiş dedim içimden sonra tekrar utandım bakamadım, sen bilmiyor muydun dedin sonra..
Bende hayır dedim, en yakın arkadaşına söyledim tutamadım dedi, sana söyler beni fark edersin beni görürsün diye, hayır bana söylemedi dedim, anlattım ona çok sarhoştum sen vardın aklımda gözlerin gülüşlerin utanışların bi anda söyledim tutamadım dedi… Öyle bazen akılda durmaz dilde durmaz gönülde durmaz kelimeler durmaz çıkıverirdi. Bir süre sustuk ne düşünüyorsun dedi şaşırmıştı, şakınım dedim, senden bir beklentim yok ama artık bil dedi, yanımda olmaya devam et dedi…
Sonra eve gittim farklıydı garipti sanki, sonra bir baktım biz konuşmaya başladık mesajlaşmaya başladık bana beni düşündüğü zamanları anlatıyordu, beni bana anlatıyordu, beni benden daha iyi biliyordu.. sonra birden beni unutma çiçeğini bilir misin dedi, sen benim için beni unutma çiçeğisin dedi sonradan anladım beni unutma çiçeğinin unutamayışını….
Zaman geçti anlattığıyla hissettiğim olmuyordu aynı değildi, yazdığı tasvir ettiği ben  değildim, yanımda heyecanlanan adam değildi, ben yokken kendinde yarattığı kadınla ben aynı değildim, oturdum hissedemiyorum seni dedim yazdığınla okuduğumla gördüğümde hissettiğim aynı değil dedim, üzmemeliydim seni, sende ki  bu sevgi değildi dedim sustu yutkundu ve uzaklaştık…
Sonra tekrar bir araya geldik ben seni sensiz daha çok sevdim, uzaktan uzağa şimdi seninle napacağımı bilmiyorum koşuyorum ama aynı yerdeyim dedin,,, o gün anladım insanın söyledikleriyle hissettirdikleri bazen de hissettiği aynı olmazmış, sustum o gitti ve ardından sadece ağladım bir ağacın altına oturdum ağladım dolu dolu gözlerimden toprağa gözyaşlarım düşüyordu, beni gördün ve öylece uzaklaştın, nasıl dedim nasıl insan bu kadar sevdiğini söylediği kadının gözyaşlarını görmezden gelip gider, ben her zamanki gibi beni ağlatan hiç kimseyi affedemeyişimi ve ardından unutamayışımı hatırladım. sonra birden aklıma beni unutma çiçeği geldi, beni unutma çiçeğini bilir misin demiştin
Tanrı bütün çiçeklere isim verip dünyaya göndermişti sonra sen küçücük zarif, sapsarı gözbebeklerini andırır gibi boncuk boncuk, aralarda kalmıştın fark edilmemiştin, tıp ki benim gibi, bir anda seslendin peki ya ben beni unutma diye haykırdın, tanrı da sana o zaman senin adın beni unutma çiçeği olsun deyip dünyaya gönderdi, sonra sen soğuğa hiç dayanamayan sevdaya sevdalı aşka aşık olan çiçeğim soğukta yaşayamadın. Benim senin ruhunda, gözlerinin içinde  uzaklarda kalıp kendimi bulamayıp üşüdüğüm gibi. Ağladığımm o ağacın altında benden uzaklaşırken tek bir şey dökülür gözyaşlarımın dudaklarımın kenarından süzülürken usulca haykırdığı gibi, beni unutma olur mu beni unutma….
2 notes · View notes
gegirti · 6 years
Text
pff arkadaşlar lehim nasıl yapılır bilmiyorum. sabah sipariş ettiğim epoksi reçine geldi ve ben masamı hazırlamaya başladım ama lehim yapmayı beceremiyorum. pazara çıkmam lazım ve odamı iyice dağıttım. offf arkadaşlar offf
1 note · View note
pleksiglastabelada · 7 years
Text
Bir Kantar Memuru İçin İncil
“Bastonuma dayandım, bu meydanda gökyüzünün görünüşü hoşuma gitmiyordu, çatılar çatılar çatılar bölüp duruyordu, hemşerilerim de sevmeyecekti biliyordum, bastonumla gösterdim, şu şu şu yapıları yıkın dedim işçilere, yerlerine yenilerini koyacağım, bu Akçaburgaz eski bir şehir, ben uraybaşkanı olduktan sonra sıkıntımı hemşerilere dağıttım, şimdi arkamda geziyorlar, hepsi kıvıl kıvıl yerlerinde duramıyorlar, nereyi yıksam oh diyorlar, ben yıkın deyince hep bir ağızdan yıkın diye bağırıyorlar, bu şehri nasıl yapmışlar böyle üstüste, ne gökyüzü komuşlar ne günaydın, ne buldularsa getirmişler dağların ovaların dışında, hele o sabahların akşamların bungunluğu, o eski kışlalarda güz öğleleri, bazan işimi gücümü uraybaşkanlığı ödevlerimi bırakıp bir dağ aramaya çıkıyorum, buraya en önce 1286 yıl önce, iyice biliyorum şehrin geçmişini iyice inceledim çünkü, tam bu kadar yıl önce mayısta gür iyi yağmurlar vaktinde, Yekta'nın en eski dedesi genç Alişan ile Zübeyr'in oğlu Sadık daha güneylerden daha kuraklardan geldiler, yanlarında kadınları vardı, bir de atları vardı, bir de inekleri vardı, bir de kunlayacak koyunlarıyla koçları vardı, bir de örtünecekleri vardı, bir de aşkları vardı, bir daire kurdular, tütünleri tüttü, çatıları, ağaçları hızarlarla aşkla yonttular, aşkları böylece erince vardı, sonra büyüdü Akçaburgaz, başkaları geldi onları görüp, kötü adamlar gelmedi ama kötüyü iyi yapan şeyler yitti, her şeyleri üstüste kodular, su yolları yaptılar, çeşmeleri akıttılar, bakkal dükkânları açtılar, terzi dükkânları açtılar, nalbant dükkânları açtılar, tamirci dükkânları açtılar, mahkeme yaptılar, yasalar kodular, bir şeyin bu kadar şey içinde gitgide küçüldüğünü yittiğini sezinliyorlardı ama bulamıyorlardı, bulamıyorlardı da değil, umursamıyorlardı, onsuz olunur diyorlardı, yerine başka şeyler koyuyorlardı, ama öyle bir şey ki yittikçe önemi azaldıkça düzeni etkileyen, bilisizliği arttıran, evleri oturulmaz, sokakları dolaşılmaz hale koyan, kişiyi boş vakitlerden kaçıran bir şey, ben uraybaşkanı olunca buldum, şimdi yıkın diyorum, ilkin bu evleri, bu kötü, üstüste evleri yıkın, bu sokakları, bu eski harap kışlaları, bu dükkânları bu duvarları; bu gökyüzlerini kurtaralım, yıkıyorlar, hemşerilerim yıkın diye bağırıyor ardımdan, bazı idame kurulu üyeleriyle bazı ihtiyarlarla donmuşlar bana karşı, kadınlarla çocuklar benden yana hep, bastonuma dayanıyorum, gösteriyorum, yıkın, temizleyin, yıkıyorlar, bir çeşmeler kalsın, bir gölgeler, hele tamir evlerini, bize o eskimiş eşyaları zorlayan bütün tamir evlerini yıkın, hemşerilerim yıkın diye bağırıyorlar.”
Turgut Uyar
5 notes · View notes
kunalakusuyum · 5 years
Text
ilhan berk, aşklar.
“kent ayaktaydı. ayaktaydı ve göğün oradaydım. çevrilmişti sular. sokaklar, dağ yolları. otlar eğilmişti. eğilmiş ve yitikti. kuşsuzdu gök. gitti geldi atlılar alanlarda. düştü gölgesi silahların. yarı yüzlerini çıkardı çocuklar pencelerden. dirimin yarı yüzleriyle baktılar. boştu evler, kapı önleri, karınca yuvaları. bozgunun içinden bağırdım sana. tutulmuş sokaklardan. kulelerden. sesim döndü geldi. bulmadı seni. anladım başlamıştı yıkımımız. sürgüne ve köleliğe. uzak ağzından. çılgın etinden. gök basılacak, köprüler atılacaktı. bırakılacaktı boralar. sesler sürecekti. bizim ayrılığımız için. yalnızlığımız için bizim. kanın adına. böyle bağırdım sana bir ucundan göğün. geçip fırtınaları. soğuk silahları. baktım durdum boralar. kuleler, kuzgunlar geçti. döndü rüzgar gülleri. yeni insanlar, eğrik otlar kalktı. kent ayaktaydı. değişmiş gibi yeryüzü. o zamandı, gördüm, yüzün dolaştı dağ üstlerinde. yaktı sönük ateşleri. geldi. -seni görüyordum- seni ilk görüyordum. deli otlar gibiydin. gövdeni daha tanımıyordum. öğrenilecek bir ders gibi olan gövdeni. dünyamıza düşmüştün. bir suyu çevirmiş, bir yarı düzeltmiş gelmiştin. itmiştin bunluğu, ezinci. kulluğu sürmüştün. yalın, yabanıl bir aşk koymuştun. kalmıştın. bir taşlıktın yürünen, keçiyollarıydın bizim bu ıssız bizim bu yalnız dünyamızda. daha duvarlarını çıkmamıştın. koymamıştın sınırlarını. göğünü buruşturmamıştın. buraların taşlı, kusursuz girit evleri gibi beyazdın. sendin. seni ilk görüyordum. pruvamıza vuruyordu deniz. yüzün düşmüştü. geçmişti çaylaklar. yunuslar köpürtmüştü suları. bir yalazdı gövden. en eski cumhuriyetlerdi. açık kapıları. böyle sürdü durdu beyazlığın gecemde. çıktı isli sokaklara. kapalı evleri açtı. karıştı dünyanın kalabalığına. tanyerinin tuttu elinden. yeni bir aşk adınaydı gövden. -öğle- seni öpüyordum. yosun inceliğindeydi oraların. ne varsa ona vuruyordun. çıkıyordun ona. durup bir ağacın büyümesini seyrettik. geçti kırlangıçlar. bir at. geçti kaldıkları. azılı çılgın pervazlara vuruyordu öğle. dolaştı etinde. suskun ölü düştü. o zamandı: -bu öğleyi seviyordum! dedin. güldü öğle. ikimizin de duyacağı kadar. -orman- kefaluka'daydık. seni seviyordum. hızla geçtik tepeyi. yerlerini almıştı avcılar dağda. sepetini koymuştun. çitlembikler çiçek açmış mıydı? çitlembikler çiçek açmıştı. dalını düşürmüştü beyaz bir kayın. kayalık ko burnu gibiydi kayalık yüzün. seni seviyordum: eşiğinde fırtınaların, umarsız yıkımların. geçtik uğulduyan denizi. durdu atlılar kendiliklerinden. suda yıkadım ellerimi, kalktım. dağıttım topuzunu. ak kalayla göktaşı yandı söndü gecede. beni anlayasın diye. beni umudun yerine koyasın diye. demirledim sabahımızı. yürüdüm ötesine acıların. seni soydum. hep yeniden yapma adına seni. yeryüzünü. o zaman ormanı gördüm. -bitez- çelebiadası'na çevirmiştik arkamızı. akçakavakların orada,  orda. bir yaprağı avucunuzda buruşturdunuz. uzanıp yaprağı aldım. özsuyla ıslanmıştı avucunuz. özsuyu, sizi duydum. bir söğüt dalı kestim. adınızı kazıdım. bıçağı sildim. dün eğiliyordu. eğil bakalım güzel gün! koca yemişlere, zeytinlere, kuru otlara baktınız. koca yemişler, zeytinler, kuru otlar biçiminizi aldı. gök aynı şeyleri yaptı. aynı şeyi bir dağ. bir ılgın. aşağıdaki dağ aşağıda duruyordu. neden sonra bitez'e çevirdiniz yüzünüzü. bitez iyice yüzünüzü almıştı ki kalktık.”
0 notes
Text
MİMAR SİNAN ÜNİVERSİTESİ'NDEKİ YILLAR
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar Mimar Sinan Üniversitesi'ne girdiği dönemde üniversite, çeşitli illegal Marksist-komünist organizasyonların etkisi altındaydı. Hem akademisyenler hem fakülte görevlileri hem de öğrenciler arasında saldırgan ateist ve materyalist akımlar hakimdi. Hatta, öğretim üyelerinin bir kısmı, derslerinde konuyla bağlantısız olmasına rağmen hemen her fırsatta materyalist felsefe ve Darwinizm'in propagandasını yapıyorlardı.
Sayın Adnan Oktar, dini ve ahlaki değerlerin saygı görmediği ve neredeyse bütünüyle reddedildiği, materyalist görüşün kontrolündeki bu ortamda, çevresindeki insanlara Darwinizm'in geçersizliğini, Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmaya başladı. Üniversitenin bitişiğindeki Molla Camii'nde açıkça namaz kılan tek kişiydi.
Annesi Mediha Oktar'ın da anlattığı gibi, bu dönemde Sayın Adnan Oktar gecede sadece birkaç saat uyuyor, zamanını okuyarak, notlar alarak ve dosyalar tutarak geçiriyordu. İçinde Marksizm, Leninizm, Maoizm, komünizm ve materyalist felsefe konulu temel kitapların da yer aldığı yüzlerce eser okumuş ve hem klasik hem de nadiren okunan kitaplar üzerinde detaylı çalışmalar yapmıştır. Ayrıca, bu ideolojilerin sözde bilimsel temelini oluşturan evrim teorisi üzerine geniş çaplı araştırmalar yapmış, bu bilim dışı teorinin açmazlarını gözler önüne seren bilgi ve belgeler toplamıştır. Allah'ın inkar edilmesine dayalı olan bu batıl felsefe ve ideolojilerde yer alan çıkmazlar, çelişkiler ve aldatmacalar konusunda çok detaylı bilgi derleyen Oktar, bu bilgi birikimiyle insanları gerçeğe ve doğruya davet etmiştir. Üniversitedeki öğrenciler ve öğretim üyeleri de dahil olmak üzere herkese Allah'ın varlığını, birliğini ve Kuran ahlakını anlatmıştır. Okul kafeteryasında, koridorlarda ya da ders aralarındaki sohbetlerde, materyalizmin ve Darwinizm'in aldatmacalarını, bu ideolojilerin kaynak kitaplarından direkt alıntılar yaparak açıklamıştır. Sayın Oktar'ın bu kültürel çalışmaları büyük etki oluşturmuş, bazı öğretim görevlileri de dahil olmak üzere, çok sayıda kişinin ideolojik yapısında ve inançlarında olumlu değişiklik olmuştur.
Sayın Adnan Oktar, özellikle materyalizm ve ateizmin dayanak noktası olan evrim teorisinin çökertilmesi konusuna özel önem vermiştir. Zira, Sayın Oktar Darwinizm'in ilk ortaya çıktığı tarihten itibaren, ateist ve materyalist akımlar tarafından sahiplenildiğini görmüştür. Günümüzde de halen aynı çevreler tarafından ideolojik kaygılarla savunulduğunun ve ayakta tutulmaya çalışıldığının farkında olan Sayın Adnan Oktar, Darwinizm'in çökertilmesinin, söz konusu akımlar için büyük bir yenilgi anlamına geleceğini düşünmektedir.
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar'ın kendi anlatımıyla Mimar Sinan yılları
MaşaAllah. Tabi, hidayeti veren Allah. Ben lise yıllarına kadar namaz kılmıyordum. Lise sonda, son yıllarında, o zaman ki devirde, genel olarak işte anarşi, terör de vardı Türkiye'de. Düşündüm Allah'ın varlığı, birliği konusunu. Marksizmi inceledim, faşizmi inceledim. Benim bulunduğum ortam zaten tam olayların olduğu ortamlardı. Ankara Siyasal, Ankara Kurtuluş Lisesi, Hukuk Fakültesi, Hacettepe benim hep bulunduğum muhitlerdi. Hep silahlı çatışmalar olur, olaylar olur, bombalamalar olur. Yani gözümün önünde insanlar dövülürdü görürdüm. Kurşunlamalar olurdu. Allah beni korudu. Hepsini yakinen gördüm. Sokakta yürüyüşler olurdu. Her görüşten insanlar yürüyüşlere katılırlardı. Büyük olaylar olurdu. Allah beni böyle bir ortamda yetiştirdi. Öyle bir ortamda kendim düşünerek bu yola girdim. Elhamdülillah. İslam yoluna, Kuran'ın yoluna tam girdim. Hatta hiç unutmam, namaza başlayacağım vakit Ankara'ya gittim, Ulus'a. Pazar günüydü hatırladığım kadarıyla. Yerde kitaplar satılıyordu böyle, küçük kitaplar. Orada satılan Namaz Hocası diye bir kitap var, küçük ince birşey. Namazı öğrenecek kişi de bulamıyordum. Soracak birini de bulamamıştım. Oradan aldım kitabı, kendimce oradan ne anladımsa onu uygulamaya çalışıyordum. Okuyup öğrenip yapıyordum. Sonra Ömer Nasuhi Bilmen'in Tam İlmihali'ni aldım. Orada tam kapsamlıydı. Böyle gece gündüz sürekli okuyordum o zamanlar. İmam-ı Gazali'nin İhya'sını aldım. İmam-ı Rabbani'nin Mektubat'ını aldım. En sonunda Said-i Nursi'nin, Said-i Nursi Hazretlerinin, Üstad Bediüzzaman'ın Risale-i Nur Külliyatı'nı aldım. O bende çok ciddi, derin etki yaptı. Çok büyük faydasını gördüm, Elhamdülillah. O arada da bilgim bir hayli arttığı için anlatacak da insan arıyordum. Ne yapayım dedim? Güzel Sanatlar Akademisi, Fındıklı. Orayı gözüme kestirdim, orası çok iyiydi. Hem Marksistlerin çok yoğun olduğu bir yer, yani tamamen onların hakimiyetindeydi, hem de sanatın kalesi. Üstad Said-i Nursi Hazretleri de, sanat, marifet ve ittifakla karşı mücadele vereceğiz diyor, ateizme karşı. Ben tam yerine gidiyorum o zaman dedim. İmtahanlarına girdim. Allah'a şükür okulu üçüncülükle kazandım o zaman. Resim imtihanlarına girmiştim. Çok beğenmişlerdi yaptığım resimleri. Hocaların biri gidip, biri geliyordu. Kara kalem güzel resim yapıyorum. Çok etkilenmişlerdi. Üçüncü olarak kazandım. Okul benim için çok uygundu. Atölye çalışması vardı, devam mecburiyeti yani o kadar kontrollü değildi. Sabahtan akşama kadardı okul. Açıktı atölye de, yani inanılmaz kolay faaliyet yaptım Allah'a şükür. Darwinizm ile ilgili kitaplar dağıttım. Tebliğ yaptım, anlattım. Okul iyice doyduktan sonra, yani kanaatim geldikten sonra, ben dedim, şimdi Felsefe bölümüne geçeyim İstanbul Üniversitesi'nin. Üniversite imtihanlarına girdim. Orası da yine ilk tercihimdi, orayı da kazandım. Orada da faaliyetlerime başladım, devam ettim. Ama baktım ki, fert fert anlatmaktansa kitap olarak anlatmak daha etkili olacak, daha geniş kitlelere yönelecek. O zaman kitap yazmaya karar verdim. Sonra işte malum biliyorsunuz bu eserler ortaya çıktı. Ben eskiden bunları tek tek belgeyle anlatırdım. Mesela Darwinizm ile ilgili belgeleri toplamıştım, dosyam vardı benim, siyah bir dosyam vardı. Onu açardım, bir bir anlatırdım. Sonra düşündüm bunlar böyle dosya ile  taşıyacağıma kitap olsun bunlar, kolay herkese de dağıtayım dedim. Sonra böyle işte çok güzel, başarılı çalışmalar oldu Allah'a hamdolsun. Ama bunların tabii tamamını yapan Allah'tır. Hepsini yapan Allah'tır. Etrafıma insanları toplayan, insanları sevdiren de Allah'tır. Çünkü mucize, yani üniversite öğrencisi bir insan, genç, yakışıklı, zengin, son derece zeki, kolej bitirmiş, iyi bir aileye mensup. Böyle bir insanı artık dünya bekliyor, dünyanın bütün nimetleri bekliyor. Ama bu insanlar benim ismimi duyarak, arkadaşları birbirlerinden haber alarak yanıma geliyorlardı. Konuşmalarımdan da çok etkileniyorlardı Elhamdülillah, belki samimiyetimi Allah vesile etmiştir. Ben hala da şaşırıyorum, yani bu kadar insanın beni sevmesi, etrafımda toparlanması, bu kadar fedakarane, bu kadar sadık, bu kadar candan, bu kadar metanetle, ki üstümüze ne kadar gelindiğini herkes görüyor.
Kırşehir Ahi TV, 15 Temmuz 2008
Tumblr media
Benim ailem laik, klasik bir ailedir. Orta halli. Ankara'da bir aile. Annem, babam, abim beraberdik, anneannem de vardı, dedem de vardı hatta birlikteydik, fakat laik aileydiler. Namaz kılan bir tek rahmetli dedem namaz kılardı. Babam bazen Cumalara giderdi. Annem namaz kılmazdı. Abim de kılmazdı. Ben lise yıllarımda, lise sonda zannediyorum namaza kendim araştırarak, inceleyerek Allah'ın varlığının açık olduğunu görerek kendim karar verdim. Ve kitaplar aldım. Çeşitli ilmihaller aldım. Ömer Nasuhi Bilmen'in ilmihalini almıştım o devirde. Said Nursi Hazretleri'nin kitaplarını aldım. Ona benzer birçok kitap aldım. Hatta Hüseyin Hilmi Işık'ın Tam İlmihali vardı, çok detaylı bilgiler bulunan bir kitap, onu almıştım. İmam Gazali'nin İhyâsını, İmam Rabbaninin Mektubat'ını, Ebu Leysi Semerkandi Hazretlerinin eserlerini almıştım. Ayrıca çeşitli eserler almıştım, yine hazır küçük kitaplar yani asrımızın alimlerinin yahut yazarlarının yazdığı kitapları almıştım.  Onları okuyarak gittikçe bilgimi geliştirdim. Sonra akademiye geldiğimde İstanbul'daki Fındıklı Güzel Sanatlar Akademisini kazanmıştım ben. Üçüncülükle kazandım orayı. Orayı kazandığımda çok da benim için güzel oldu. Yani istediğim bir şeydi zaten. Şu bakımdan okul tamamen marksistlerin kontrolündeydi. Markistlerin hakimiyeti vardı. Orada çok rahat tebliği yapabileceğimi düşündüm. Nitekim de yoğun olarak orada tebliğ faaliyetlerine başladım. Okulun koridorlarında ders aralarında hatta dersin içinde bile tebliğ faaliyetlerini yapıyordum. Bazen hocalar gelip o topluluğu dağıtıyorlardı. Atölye derslerinde özellikle hocalar müsaade etmiyorlardı. O şekilde faaliyetlerime devam ettim. Orada şu anda da ünlü olan hocalar vardı. Profesörler vardı. Onlara Evrim teorisiyle ilgili küçük kitapçıklar vardı. Evrim teorisinin geçersizliğini anlatan kitaplar. Onları dağıtıyordum. Onlardan eleştiri istiyordum. "Hocam siz bunu okuyup bana eleştirir misiniz" diyordum. Ama asıl amacım kitabı okumalarını sağlamaktı tabi. Yani eleştiriden ziyade, okuduğunda netice alacağımı biliyordum. Nitekim de öyle olmuştu. Okulda bir hayli etkili oldum. Bir arkadaş çevrem oluştu. Sonra İstanbul Üniversitesine geçtim.  Felsefe bölümüne orada da yine marksistlerin hakimiyeti vardı. Orada da o şekilde yine faaliyetlere başladım. Sonrada bu kitap çalışmalarım, bilinen bunlara başladım. Bu kitap çalışmalarına başladım halen de devam ediyor.
Al Baghdadi, 5 Ağustos 2008
Tumblr media
1979 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'nin iç mimari bölümünü dördüncü olarak kazanmıştım. Ama işin doğrusu okula giriş amacım sadece iç mimari okumak değildi, tebliğ yapmak için çok uygun bir yer olarak görmüştüm Güzel Sanatlar Akademisi'ni. Gerçekten orası Marksistlerin kontrolündeydi, çeşitli hiziplerin kontrolündeydi, birçok sol fraksiyonun kontrolündeydi. Hemen hemen namaz kılan hiç yoktu. Yani varsa da kendini gizliyordu. Hiç ortada öyle bir kimse yoktu. Bitişikte Molla Cami vardı, ben oraya namaza gidiyordum sadece, Cuma namazlarına ve normal gün içindeki öğlen ve ikindi namazlarını orada kılıyordum, bazen de akşam namazını kılıyordum. Tebliğ için son derece uygun olduğunu gördüm ortamın, hatta derste bizim bulunduğumuz binada topluca ders yapıyorduk, orada masalarda olan öğrenciler de yanıma geliyorlardı, kalabalık oluşuyordu benim bulunduğum yerde, zaman zaman da hocalar gelip uyarıyorlardı, bu faaliyeti durdurmam için, bu tip konuşmalar yapmamam için. Fakat buna rağmen ben yapıyordum. 2 yıl, 3 yıl oradaki tebliğ faaliyetlerimden sonra 3-4 tane arkadaşım oluştu orada, çevremde. İlk çekirdek öyle oluştu. Ondan sonra yavaş yavaş gelişmeye başladı.
Çay TV, 23 Temmuz 2008
79'da akademiye gelmiştim. Güzel Sanatlar Akademisine, Fındıklı Güzel Sanatlar Akademisine. Akademinin kütüphanesi vardı. İlk orada fosil resimlerini bulmuştum. Anti-darwinist çalışma yapıyordum, ama kitaplar Darwinist  kitaplardı. Fakat yine de fosil resimlerini koymuşlar. Baktım hiç değişmemiş fosiller. Sayfalara baktım. Gerçi az sayıda koymuşlar, ama değişmemiş. Hemen okul kütüphanesinin fotokopi makinası vardı. Orada fotokopileri çıkarttım. Kendime bir dosya yaptım böyle kalınca bir dosya yaptım. Hilmi Yavuz hocamız vardı. Felsefeci, o zamanlar Marksist ve sol görüşlere sahipti, yani dine karşı bir tavrı vardı. Dine inanmıyordu. Fakat ben ona evrimle ilgili, o küçük kitapçıktan vermiştim, tartışmıştık, konuşmuştuk, anlatmıştım. Allah'a çok şükür yıllar sonra çok büyük değişiklik oldu. Hilmi Yavuz hocamız da şu an Allah'a inanan, dini savunan bir insan. Darwinizme'de karşı. Ercüment Tarcan hocam vardı. Bilmiyorum yaşıyor mu, Allah uzun ömür versin eğer yaşıyorsa. O da o zaman materyalist, Darwinist görüşe sahipti. Söylemişti, "eğer tek bir tane hücre yapsınlar" dedi. Hiç aklımdan çıkmaz, "ben kendimi okulun penceresinden aşağı atarım" dedi. Okulum penceresi de gerçi 3 metre falan ama hocamın atmasını istemem tabi oradan. Fakat çok etkilendiğini açıkça görmüştüm maşaAllah. Ben o zamanlar işte her yerden resimler topluyordum. Mesela Bilim Teknik dergisinden de Yaratılışı savunan deliler bulmuştum. Birçok şeyler, hepsini dosyalamıştım. O sayede  güzel bir çalışma yapıyordum. Fakat Allah'ın bu kadar güçlü deliller vermesi son zamanlarda, bu tabi bir mucize, yani dünyayı bu kadar sarsması, mesela Rusya'da da çok büyük netice aldık. Allah'a şükür.
Mersin TV, 5 Eylül 2008 
MUHABİR: Üç yıl boyunca Mimar Sinan Üniversitesi'nde yalnız, tek başınıza, camide tek başınıza namaz kıldınız. Bu süre zarfında herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı? Sizi bu süre zarfında etkileyen olaylar oldu mu? Yani, insanın tek olması, tek başına bir mücadele vermesi, zannediyorum zordur, kolay olmamıştır. Biz bu konuda, sizden bilgi alalım hocam, teksiniz, mücadeleye çıktınız. ADNAN OKTAR: Tabi ilk anlatımımda mesela, birkaç kişi geliyordu sonra yine gidiyorlardı. 79,80, 81 hatta 82'ye kadar öyle oldu. Mesela, üç beş kişi geliyor, gidiyorlar, bir kişi kalıyor, iki kişi kalıyor, tabi bu kader, yani Allah'ın kaderi, ama ben gelişeceğimizi, güçleneceğimizi ve çok iyi olacağımızı tahmin ediyordum, biliyordum. Çok sabırlı olmam gerektiğine de inanıyordum. Benim çalışmalarımı yaparken, okul tamamen Marksistlerin kontrolündeydi yani bir çok sol terör örgütü ve sol fraksiyonlar orada hakimdiler. Ben okulun kantin kısmına gelip kalabalığın içinde tebliğ yapıyordum, anlatıyordum, açık bir tartışma oluyordu, yani alenen, etrafımıza toplanıyordu solcular. Fakat baktılar ki çok etkili olmaya başladım, Darwinizm'i anlatmada, materyalizmi eleştirmede, çok etkili olduğumu görünce, bu sefer çok riskli buldular. Bizim okulun atölyesindeki solcu öğrenciler, maket bıçağı oluyor, böyle maket yaparken, evet o tarz bıçaklarla onlarla geldiler ama, yani bir şey yontuyor gibi falan yapıyorlar ama yani biz tehlikeliyiz, her şey yapabiliriz mesajı vermek istediler herhalde. Burada dediler, senin bu tarz bir çalışma yapmanı istemiyoruz dediler. Ama dedim, benim dediklerim gerçek yani, eğer siz tartışamıyorsanız, liderlerinizi getirin dedim onlarla tartışalım dedim. Onu da pek kabul etmediler. Ama ben buna rağmen... MUHABİR: İlk yılları mı üniversitenin? ADNAN OKTAR: Evet ilk yılları, 79'dan 82'ye kadar. Gizli gizli yine yapıyordum yani, gizli gizli derken alenen yapıyordum. Molla Cami benim kitap depomdu. Camide bir yere gizliyordum. O minberin arka kısmında benim bir yerim vardı oraya gizliyordum kitapları. Çünkü toplu getirsem dikkat çekiyordu kitaplar. Mesela, on tane koyuyordum dosyanın içersine, benim bir siyah dosyam vardı plastik dosya. Onun aralarına yerleştiriyordum. Sakin sakin öğrencilere şunu oku, bana eleştir, eleştirisini getir diyordum, yani direk sana böyle bir kitap veriyorum seni bilgilendireyim demiyordum. Eleştirisini getir diyordum. Çok şahane tebliğ imkanım oluyordu.
Tumblr media
Sivas Sipas TV, 2 Eylül 2008
Evet, 79-80 döneminde Fındıklı Güzel Sanatlar Akademisiydi o zamanki ismi, iç mimari bölümünü kazanmıştım, okulu üçüncülükle kazanmıştım, o zaman hocalarımızdan Hilmi Yavuz vardı, ünlü felsefeci şair ve öğretim üyesiydi. Bu derslerde hocamız o zamanlarda Darwinizm'i anlatırdı, materyalist felsefeyi anlatırdı, Marksizm'i anlatırdı, savunur tarzda anlatıyordu. Ben de onun derslerine katılıyordum, ben ona bir gün Darwinizm ile ilgili küçük bir kitap verdim, "Hocam" dedim, "siz bana bu kitabın eleştirisini yapar mısınız" dedim, "memnuniyetle" dedi. 2-3 hafta kadar hocamızı takip ettim okuyup okumadığını, sonunda odasına gittim "hocam okudunuz mu kitabı?" dedim, "okudum" dedi, "kanaatiniz ne?" dedim, baktım çok etkilenmiş, üslubundan anladım, yine bir gün kapıda, çıkış kapısında arkadaşlarla beraber yolunu keser gibi oldum konuşmak için "hocam" dedim "yeni bir kafatası bulunmuş" dedim, "bu insanın evrimi konusunda konuya son noktayı koyan bir delil" dedim "ne diyorsunuz?" dedim, onu inceledi elimde o zaman fotokopi olarak yanımda dosyada gezdiriyordum, "farz edelim Darwinizm yıkıldı" dedi, ama anladım ki hakikaten kanaati gelmiş, "peki ne olur"  dedi, "ne olur böyle bir şeyde" dedi ben dedim ki "herkes Allah inancına dönülür diyor" dedim, "yani aksini savunan hiç kimse yok" dedim, ondan sonra Hilmi Yavuz hocamla biraz hafif aramız açıldı, o şeyden sonra, beni gördüğü zaman yolunu değiştiriyordu, fakat şimdi maşaAllah hem Darwinizm'e  karşı, hem dini savunur bir üslubu var, hem mukaddesatçı bir görünümü var çok, çok, çok değişti maşaAllah, demek ki o zamanki bilgiler uzun vadede etkili olmuş inşaAllah.
Ordu Kanal 52, 29 Ağustos 2008
1 note · View note
kocaalihaber · 4 years
Text
Memeden Kesme Partisi
Yeni yıl tüm yurtta coşkuyla karşılanırken bizim evde bam başka bir gelişmenin coşkusu yaşanıyordu. Onur’a yirminci ayda memeyi bıraktırabilmiştim artık. Daha önce bu konuda başarısızlıkla sonuçlanan bir girişimim olmuştu, ancak bu sefer kararlıydım ve başardık.
Yirmi aydır akşam sekizde son bulan bir sosyal hayatım vardı ve ben Onur memeyi bıraktıktan sonra ilk defa bir arkadaşımla kadın kadına dışarı çıkmıştım. Sosyal medyada ‘sizin baby showerınız varsa bizim de meme bırakma partimiz var’ diye ironik bir paylaşım yapınca fark ettim ki çevremde aynı sancılı süreci yaşayan, başarıyla sonuçlandıramayan çok anne varmış. Bu yazıyı onlara kitabi bilgiler vermek üzere değil, kararlılıklarını sürdürmede cesaret kaynağı olsun ve bu sancılı süreçte yalnız olmadıklarını hissetsinler diye yazıyorum.
Anne sütünün, emzirmenin bebek sağlığı açısından ve anne-çocuk ilişkisi açısından önemiyle ilgili vurgular yapmayacağım uzun uzun. Yirmi ay emzirmiş olmamdan buna verdiğim önemi anlamışsınızdır zaten. Kafamda doğam müsaade ettiği müddetçe yirmi dört ay emzirmek vardı, kendimi buna hazırlamıştım. Tahmin edersiniz ki çocuk söz konusu olunca hiçbir şey önceden planladığımız gibi olmuyor.
Ek gıdaya geçiş yaptığımızdan beri Onur’la huzursuzluk yaşadığımız tek konu yemek fasıllarıydı. İnanın bunu anne tatminsizliğiyle söylemiyorum, sürekli nazla, azıcık ve seçili gıdalarla sürdürmeye çalıştık on dört aydır beslenmesini.Yazımı birinci çoğul şahıs kullanarak yazıyorum çünkü Onur’un bakımıyla ilgili tüm sorumluluğu annemle birlikte üstleniyoruz. Artık tıkanıyorduk, ona neyi nasıl sevdireceğimizi araştırıyor yeni reçeteler deniyorduk ancak Onur’a hiçbirini yediremiyorduk. Onunla kaliteli zaman geçirme kısmında hassas davranırken yemek seçmesi, o seçtiklerinden de iki kaşık alıp bırakması yüzünden zamanımın çoğu mutfakta yemek yaparken onu oyalamaya çalışarak geçmeye başlamıştı. O uyuduğunda bana kalacak zaman da denenmiş ancak başarısız olmuş en az iki yemeğin bulaşıklarını toparlamayla geçiyordu. Bu durum aramızda korumaya çalıştığım tüm enerjiyi mahvediyordu. Anne sütüne güvenerek yemeyi reddediyordu ancak gün içinde harcadığı enerjiye de sadece anne sütü karşılık veremiyordu. Yeterli beslenmeden meme emerek uykuya geçtiği için gece sık sık uyanıyordu. Gece bu sık uyanışlar her seferinde meme emdiği ve kalitesiz bir uykuya sebebiyet verdiği için beni bitkin düşürüyor, sinir sistemime iyi gelmiyordu. Onun sevimli bulduğum hallerine bile zaman zaman tahammülsüz olmaya başladığımı hissettim.
Bunun yanında hepimizin belli rutinlerde motive olmak için kendisine ayırması gereken bireysel sosyal yaşantıdan da iyice uzaklaşmak zorunda kalmıştım. Uykusundan uyandığından yalnızca emerek uykuya dalabildiği için onu kimseye bırakıp bir yere gidemiyordum. Yaklaşık iki ay önce ilk memeden ayırma denememi yaptım ancak bu denemeyi yaparken vicdanen hala çok ikna olmadığımın farkındaydım ve kararsızlığımı Onur’a da hissettirmiş olmalıyım ki o gece başarısız olduk, meme yine galip geldi. 
Psk. Öykü Yıldırım Lüleci
Onur’la aramızdaki tatlı enerjiye meme iyice engel oluyordu artık. Bu sefer gerçekten kararlıydım ve ikna olmuştum. Kafamda tasarladığım gibi yirmi dört ay emziremeyecektim onu evet , ama dört ay eksik emzirmenin ona vereceği zarar ve hissettireceği eksiklikle, dört ay daha emerkenki aksayan beslenme ve uyku düzeninin bana ve dolayısıyla ona vereceği zararı bir kefeye koyduğumda tüm annelik duygularım bu işin artık son bulması gerektiğine ikna olmuştu. Elbette bu konuda da herkesin verecek aklı vardı. Kimisi salça sürmekten, kimisi kahve sürmekten, kimisi bant yapıştırmaktan bahsetti. Bırak emdiği kadar emsin diyenler, erkek çocuğunun daha çok emmeye ihtiyacı var sen sakın bırakma diyenler, ah ben üç yaşına kadar emzirdim emse daha emzirirdim diyenler bir tarafta ruh sağlığım bir tarafta sıkışmak üzereydim ki çetin bir kararlılıkla başlattım süreci. Sarı sabır taşı diye bir şey biraz aklımı çeldi, ne olur ne olmaz diye aldım onu da. Bu kararı vermeden önce ailemle de paylaştım hissettiklerimi ve düşündüklerimi, onlar da desteklemişlerdi. İş çıkışı annemden Onur’u almaya gittim ve Onur’un beni ilk görünce söylediği şey yine ‘anne’ değil ‘memeeee’ oldu. Bir şekilde dikkatini başka şeylere çekmeye çalıştım önce, daha ısrarcı oldu, ağlama kozunu kullanmaya yeltenince birkaç akşam önce beni destekleyen annem araya girip ‘ay akşam başlarsın Öykü yazık son bir kere daha versen…’ dese de yılmadım, parti şimdi başlıyordu. ‘Oğlum memeler çok acıyor artık hasta oldu (artık dişleri çıktığı için gerçekten de tahriş olmuştu,çocuğu kandırmış olmadım), süt de bitti artık memede’ diye anlatmaya başladım. Sonra aldım onu gezmeye götürdüm çok sevdiği arkadaşlarımızla buluştuk, güzel vakit geçirdik. Gezerken çok anmadı memeyi. Eve dönüş vakti gelmişti araba kullanırken sürekli kendimi telkin ediyordum. Başaracaksınız, gerilme, bu onun için de senin için de daha keyifli bir sürecin başlangıcı, evet biraz sancılı olabilir ama sakin kalırsan bebeğinin de daha kolay atlatmasına yardımcı olursun diye diye geçti yol. Eve gelince acıkmıştı ve tabii ki bir meme isyanı koptu. Şu sabır taşı da neymiş deneyeyim bakayım dedim ve ‘oğlum sana anlattım ya meme hasta oldu ve süt artık bitti, eğer acıktıysan sana çok sevdiğin armutlu muhallebiden yapabilirim ’ dedim. Onur önce memeye baktı, aslında memenin travmatik bir görüntüsü yoktu ancak her nedense o memede bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünmüş olacak ki tedirgin oldu ve emmek istemedi ancak ağlamayı sürdürdü. O arada ben sürekli aynı net cümlelerle memede süt bittiğini, artık ona çok seveceği çok güzel mamalar hazırlayacağımı, artık büyüdüğünü ve sütün ona yeterli olmadığını,bu mamaların onu daha güçlü, sağlıklı yapacağını anlattım. Diş fırçalama, kitap okuma ritüelleriyle geçtik yine uyku saatine. Elbette yatakta da ağlama krizleri oldu ancak ben sakinliğimi koruyacağıma söz vermiştim bir kere, ona güven vermeliydim. Aynı basit cümlelerle sürekli anlattım ona ve sarılıp saçını okşayarak, sırtını severek, hikayeler anlatarak uzun da sürse uykuya geçişini sağladım derken yine uyandı ve meme diye tutturdu bu sefer (psikologlar da arada kötü şeyler yapabilir) uzun süre sakinleşmeyince yataktan kalkıp salona geçip baby tv açtık, biraz sakinleşti sonra müzik açtık o ara ben onu kucağımda okşayarak sakinleşmesini destekledim derken müzikle uyuyakaldı kucağımda. Gece tekrar birkaç krizle uyandı ancak yine o basit cümlelerle artık memenin bittiğini anlattım ve ardından ona ertesi günün ilgisini çekecek aktivitelerini öyküleştirerek anlatmaya başladığımda biraz daha sakinleşmişti ve tekrar uykuya daldı. İlk gece süreci kararlılıkla başlatabilmek benim için önemliydi. Diğer günler de zaman zaman tutturmaları oldu ancak ben hep aynı cümlelerle açıklamamı yapıp daha sonra onun ilgisini çekecek hikayeler ya da oyunlarla memeye olan ilgisini dağıttım. Süreci başlattığımız ilk günden beri Onur’un beslenmesi çok keyifli bir hal aldı, gece uyanmaları bir ya da ikiye düştü onlarda da su verip uykuya geçiş yapması için saçını okşayıp, güven cümleleri fısıldayarak yanında oldum. 
Sonuç olarak kararımı başarıyla sonuçlandırmamın anahtar kelimeleri ‘kararlılık, istikrar, çocuğunu bilmek’ diyebilirim. Kimse sizin ve çocuğunuz için en iyisini sizden daha çok bilemez, bahsettiğim bizim memeyi bırakma sürecimiz ancak aynı tutumları tuvalet eğitimi, uyku eğitimi gibi durumlar için de sergileyebiliriz. Çocuğunuzun ve sizin neye, hangi sebeplerle ihtiyacınız olduğu konusunda önce siz ikna olmalısınız ki çocuğunuza da güven verecek duruşu sergileyebilesiniz. Onun için uzun süredir sürdürdüğü alışkanlığı bırakmak elbette ki çok kolay olmayacak ancak, sizin güven veren yaklaşımınızla onun bu duruma uyumu kolaylaşacaktır. Alışana kadarki ağlamalarını doğal karşılamalısınız, bu ağlamaları ona ‘kıymak’ gibi değerlendirirseniz hiçbir süreçte başarı elde edemezsiniz. Ağlamalarına güven veren yaklaşımlarla eşlik ederseniz ona zorluklarla baş etme konusunda bir pusula olabilirsiniz. Dilerim bu yazı nasıl yapacağını bilemeyen annelere bir güç yazısı olur. Hepinize güç ve kararlılık diliyorum. Sevgiler…
source https://saglik.kocaali.com/memeden-kesme-partisi-2/
0 notes
yaziatolyesi · 6 years
Text
MAKBULE
Selma, çok uğraştı ama beni toparlayamadı. Aksine ben, onu küçük parçalara ayırıp iyice bir dağıttım. “Kadın, mıknatıs gibiydi. ‘Sizi, birine benzettim.’ dedi. Ben de ‘Kadınlar hâlâ bu numarayı mı kullanıyor?’ dedim.” Aslında Selma da çok masum değildi. Açık açık, “Biz ne zaman doyasıya öpüştük ki?” diyemediği için hep o düğünde kaçırdığı alın öpme merasimini dillendiriyordu. Parantez Aşklar /…
View On WordPress
0 notes
kocaalihaber · 4 years
Text
Memeden Kesme Partisi
Yeni yıl tüm yurtta coşkuyla karşılanırken bizim evde bam başka bir gelişmenin coşkusu yaşanıyordu. Onur’a yirminci ayda memeyi bıraktırabilmiştim artık. Daha önce bu konuda başarısızlıkla sonuçlanan bir girişimim olmuştu, ancak bu sefer kararlıydım ve başardık.
Yirmi aydır akşam sekizde son bulan bir sosyal hayatım vardı ve ben Onur memeyi bıraktıktan sonra ilk defa bir arkadaşımla kadın kadına dışarı çıkmıştım. Sosyal medyada ‘sizin baby showerınız varsa bizim de meme bırakma partimiz var’ diye ironik bir paylaşım yapınca fark ettim ki çevremde aynı sancılı süreci yaşayan, başarıyla sonuçlandıramayan çok anne varmış. Bu yazıyı onlara kitabi bilgiler vermek üzere değil, kararlılıklarını sürdürmede cesaret kaynağı olsun ve bu sancılı süreçte yalnız olmadıklarını hissetsinler diye yazıyorum.
Anne sütünün, emzirmenin bebek sağlığı açısından ve anne-çocuk ilişkisi açısından önemiyle ilgili vurgular yapmayacağım uzun uzun. Yirmi ay emzirmiş olmamdan buna verdiğim önemi anlamışsınızdır zaten. Kafamda doğam müsaade ettiği müddetçe yirmi dört ay emzirmek vardı, kendimi buna hazırlamıştım. Tahmin edersiniz ki çocuk söz konusu olunca hiçbir şey önceden planladığımız gibi olmuyor.
Ek gıdaya geçiş yaptığımızdan beri Onur’la huzursuzluk yaşadığımız tek konu yemek fasıllarıydı. İnanın bunu anne tatminsizliğiyle söylemiyorum, sürekli nazla, azıcık ve seçili gıdalarla sürdürmeye çalıştık on dört aydır beslenmesini.Yazımı birinci çoğul şahıs kullanarak yazıyorum çünkü Onur’un bakımıyla ilgili tüm sorumluluğu annemle birlikte üstleniyoruz. Artık tıkanıyorduk, ona neyi nasıl sevdireceğimizi araştırıyor yeni reçeteler deniyorduk ancak Onur’a hiçbirini yediremiyorduk. Onunla kaliteli zaman geçirme kısmında hassas davranırken yemek seçmesi, o seçtiklerinden de iki kaşık alıp bırakması yüzünden zamanımın çoğu mutfakta yemek yaparken onu oyalamaya çalışarak geçmeye başlamıştı. O uyuduğunda bana kalacak zaman da denenmiş ancak başarısız olmuş en az iki yemeğin bulaşıklarını toparlamayla geçiyordu. Bu durum aramızda korumaya çalıştığım tüm enerjiyi mahvediyordu. Anne sütüne güvenerek yemeyi reddediyordu ancak gün içinde harcadığı enerjiye de sadece anne sütü karşılık veremiyordu. Yeterli beslenmeden meme emerek uykuya geçtiği için gece sık sık uyanıyordu. Gece bu sık uyanışlar her seferinde meme emdiği ve kalitesiz bir uykuya sebebiyet verdiği için beni bitkin düşürüyor, sinir sistemime iyi gelmiyordu. Onun sevimli bulduğum hallerine bile zaman zaman tahammülsüz olmaya başladığımı hissettim.
Psk. Öykü Yıldırım Lüleci
Bunun yanında hepimizin belli rutinlerde motive olmak için kendisine ayırması gereken bireysel sosyal yaşantıdan da iyice uzaklaşmak zorunda kalmıştım. Uykusundan uyandığından yalnızca emerek uykuya dalabildiği için onu kimseye bırakıp bir yere gidemiyordum. Yaklaşık iki ay önce ilk memeden ayırma denememi yaptım ancak bu denemeyi yaparken vicdanen hala çok ikna olmadığımın farkındaydım ve kararsızlığımı Onur’a da hissettirmiş olmalıyım ki o gece başarısız olduk, meme yine galip geldi. 
Onur’la aramızdaki tatlı enerjiye meme iyice engel oluyordu artık. Bu sefer gerçekten kararlıydım ve ikna olmuştum. Kafamda tasarladığım gibi yirmi dört ay emziremeyecektim onu evet , ama dört ay eksik emzirmenin ona vereceği zarar ve hissettireceği eksiklikle, dört ay daha emerkenki aksayan beslenme ve uyku düzeninin bana ve dolayısıyla ona vereceği zararı bir kefeye koyduğumda tüm annelik duygularım bu işin artık son bulması gerektiğine ikna olmuştu. Elbette bu konuda da herkesin verecek aklı vardı. Kimisi salça sürmekten, kimisi kahve sürmekten, kimisi bant yapıştırmaktan bahsetti. Bırak emdiği kadar emsin diyenler, erkek çocuğunun daha çok emmeye ihtiyacı var sen sakın bırakma diyenler, ah ben üç yaşına kadar emzirdim emse daha emzirirdim diyenler bir tarafta ruh sağlığım bir tarafta sıkışmak üzereydim ki çetin bir kararlılıkla başlattım süreci. Sarı sabır taşı diye bir şey biraz aklımı çeldi, ne olur ne olmaz diye aldım onu da. Bu kararı vermeden önce ailemle de paylaştım hissettiklerimi ve düşündüklerimi, onlar da desteklemişlerdi. İş çıkışı annemden Onur’u almaya gittim ve Onur’un beni ilk görünce söylediği şey yine ‘anne’ değil ‘memeeee’ oldu. Bir şekilde dikkatini başka şeylere çekmeye çalıştım önce, daha ısrarcı oldu, ağlama kozunu kullanmaya yeltenince birkaç akşam önce beni destekleyen annem araya girip ‘ay akşam başlarsın Öykü yazık son bir kere daha versen…’ dese de yılmadım, parti şimdi başlıyordu. ‘Oğlum memeler çok acıyor artık hasta oldu (artık dişleri çıktığı için gerçekten de tahriş olmuştu,çocuğu kandırmış olmadım), süt de bitti artık memede’ diye anlatmaya başladım. Sonra aldım onu gezmeye götürdüm çok sevdiği arkadaşlarımızla buluştuk, güzel vakit geçirdik. Gezerken çok anmadı memeyi. Eve dönüş vakti gelmişti araba kullanırken sürekli kendimi telkin ediyordum. Başaracaksınız, gerilme, bu onun için de senin için de daha keyifli bir sürecin başlangıcı, evet biraz sancılı olabilir ama sakin kalırsan bebeğinin de daha kolay atlatmasına yardımcı olursun diye diye geçti yol. Eve gelince acıkmıştı ve tabii ki bir meme isyanı koptu. Şu sabır taşı da neymiş deneyeyim bakayım dedim ve ‘oğlum sana anlattım ya meme hasta oldu ve süt artık bitti, eğer acıktıysan sana çok sevdiğin armutlu muhallebiden yapabilirim ’ dedim. Onur önce memeye baktı, aslında memenin travmatik bir görüntüsü yoktu ancak her nedense o memede bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünmüş olacak ki tedirgin oldu ve emmek istemedi ancak ağlamayı sürdürdü. O arada ben sürekli aynı net cümlelerle memede süt bittiğini, artık ona çok seveceği çok güzel mamalar hazırlayacağımı, artık büyüdüğünü ve sütün ona yeterli olmadığını,bu mamaların onu daha güçlü, sağlıklı yapacağını anlattım. Diş fırçalama, kitap okuma ritüelleriyle geçtik yine uyku saatine. Elbette yatakta da ağlama krizleri oldu ancak ben sakinliğimi koruyacağıma söz vermiştim bir kere, ona güven vermeliydim. Aynı basit cümlelerle sürekli anlattım ona ve sarılıp saçını okşayarak, sırtını severek, hikayeler anlatarak uzun da sürse uykuya geçişini sağladım derken yine uyandı ve meme diye tutturdu bu sefer (psikologlar da arada kötü şeyler yapabilir) uzun süre sakinleşmeyince yataktan kalkıp salona geçip baby tv açtık, biraz sakinleşti sonra müzik açtık o ara ben onu kucağımda okşayarak sakinleşmesini destekledim derken müzikle uyuyakaldı kucağımda. Gece tekrar birkaç krizle uyandı ancak yine o basit cümlelerle artık memenin bittiğini anlattım ve ardından ona ertesi günün ilgisini çekecek aktivitelerini öyküleştirerek anlatmaya başladığımda biraz daha sakinleşmişti ve tekrar uykuya daldı. İlk gece süreci kararlılıkla başlatabilmek benim için önemliydi. Diğer günler de zaman zaman tutturmaları oldu ancak ben hep aynı cümlelerle açıklamamı yapıp daha sonra onun ilgisini çekecek hikayeler ya da oyunlarla memeye olan ilgisini dağıttım. Süreci başlattığımız ilk günden beri Onur’un beslenmesi çok keyifli bir hal aldı, gece uyanmaları bir ya da ikiye düştü onlarda da su verip uykuya geçiş yapması için saçını okşayıp, güven cümleleri fısıldayarak yanında oldum. 
Sonuç olarak kararımı başarıyla sonuçlandırmamın anahtar kelimeleri ‘kararlılık, istikrar, çocuğunu bilmek’ diyebilirim. Kimse sizin ve çocuğunuz için en iyisini sizden daha çok bilemez, bahsettiğim bizim memeyi bırakma sürecimiz ancak aynı tutumları tuvalet eğitimi, uyku eğitimi gibi durumlar için de sergileyebiliriz. Çocuğunuzun ve sizin neye, hangi sebeplerle ihtiyacınız olduğu konusunda önce siz ikna olmalısınız ki çocuğunuza da güven verecek duruşu sergileyebilesiniz. Onun için uzun süredir sürdürdüğü alışkanlığı bırakmak elbette ki çok kolay olmayacak ancak, sizin güven veren yaklaşımınızla onun bu duruma uyumu kolaylaşacaktır. Alışana kadarki ağlamalarını doğal karşılamalısınız, bu ağlamaları ona ‘kıymak’ gibi değerlendirirseniz hiçbir süreçte başarı elde edemezsiniz. Ağlamalarına güven veren yaklaşımlarla eşlik ederseniz ona zorluklarla baş etme konusunda bir pusula olabilirsiniz. Dilerim bu yazı nasıl yapacağını bilemeyen annelere bir güç yazısı olur. Hepinize güç ve kararlılık diliyorum. Sevgiler…
source https://saglik.kocaali.com/memeden-kesme-partisi/
0 notes