Tumgik
#diledair
yagmurasair · 5 years
Text
Dile Dair - 2 “TÜRKÇEYİ ANLAMAK”
“Türkçeyi anlamak” dedim diye “bir lisanı biliyor olmak” şeklinde bir anlamaktan bahsediyorum sanılmasın. Bir dostu anlamaktan bahsediyorum. Önceki yazımda “dil de canlıdır” demiştim ya, demek ki dilin dost olması da mümkündür.
Her konuda olduğu gibi Türkçeyi anlamak da zor bu çağda. Çünkü gönüllerin kasları oldukça zayıfladı, tebessüm yüzde kaldı. Çağ, insanlara emperyal olana itaat etmeyi öğretti. Dolayısıyla hakikat olana itaat meselesi insan şuurundaki önemini kaybetti. Hangisinin doğru olduğu hakkında değişen bir şey yok tabii...
Türkçenin şu an emperyal olanın tam olarak karşısında bulunduğunu hepimiz fark etmişizdir. Yani hâkim değil, mahkûm olduğunu; veren değil, alan olduğunu; değiştiren değil, değişen olduğunu; dirilmekte değil ölmekte olduğunu... Hepimiz az ya da çok biliyoruz.
Bir parantez açalım, bazılarımız diyecek ki “Türkçe 500 yıl önce de değiştiren değil, değişen konumundaydı”. Hayır, Türkçe 500 yıl önce değişmeyi kendisi kabul etmişti (çünkü yeni bir din kabul etmişti ve bu dinin ana dili Arapça, Türkçeyi bu dinle tanıştıran ise Farsçaydı) ve hem değişen hem de değiştiren konumundaydı. Nitekim Türkçeyi etkileyen Farsça, Arapça dillerinde az; Batı dillerinde nispeten biraz daha fazla; Osmanlı tebaası olan milletlerin dillerinde ise ciddi anlamda değişikliklere kaynak olduğunu söyleyebiliriz. Kimine kelime, kimine deyim, kimine edebî zenginlik, kimine ise gramer aktarımı yapmıştır.
Parantezi kapatalım, Türkçeyi bir anlamaya çalışalım bakalım. Bir örnek vererek başlayayım. “Online” kelimesini böylece yazıp İngilizcede olduğu gibi “onlayn” diye okuyarak günlük anlamda çokça kullanıyoruz. Yani TDK sözlüğüne henüz girmemiş olmasına rağmen bu kelimeyi sık sık kullanıyoruz. Üstelik yazıldığı gibi okumuyoruz. Ama... Bunun bizdeki karşılığı olan “çevrim içi”ni kullansak insanların demek istediğimizi anlamayacağını düşünüyor ve çevrim içi kullanımını terk ediyoruz. Durup düşünmek lâzım. Biz mi çevrim içini anlamıyoruz yoksa o mu bizi? Ya da şöyle anlatayım; çevrim içi mi haklı, biz mi?
Bize kalsa biz haklıyız. Çevrim içi bizi anlamıyor. Biz “Whatsapp’ı şu an kullanıyor olmak”tan bahsetmek istiyoruz. O, bir şeyin içinde olmaktan bahsediyor. Bir kere “çevrim” ne ola ki...
Peki, online ne demek? “On” bir şeyin üzerinde olunduğunu kasteden edat, “line” ise şerit, yol anlamlarına geliyor. Yani biz “online” deyince yolda olmaktan bahsediyoruz. Çevrim de elektrik devresi, akım yolu demek esasen. Çevrim içi deyince “akım yolunda” demiş oluyoruz. Yani TDK online kelimesine hem aslına hem de günlük kullanımına riayet ederek Türkçe bir karşılık bulmuş.
Böyle açıklayınca kim haklı gibi gözüküyor? Çevrim içi... Sırf dilimizde online kadar oturmadığı için terk ediyoruz bu seçeneği. Hâlbuki bir kelimenin dilimize oturmasının bizim elimizde olduğunu bir türlü kabul etmiyoruz. Ne kadar çok kullanılırsa bir kelime, o kadar çok mantıklı ve kullanışlı gelecektir kulağa. Farkında değiliz! Aslında Türkçe bizi anlıyor, biz onu anlamıyoruz.
Bir dostumuzla kavga ederken “Beni anlamıyorsun!” diye bağırdığımız çok olur. İşte, Türkçeyi ısrarla kendisine uygun şekilde kullanmamak buna benziyor. Karşımızdakine derdimizi anlatmamız için bağırmamıza gerek yoktur. Bağırma ihtiyacı karşımızdakinden manevi anlamda uzaklaşmamızdan ileri gelir. Türkçenin bizi anlayıp anlamadığını görmek için de ona yaklaşmalı ve anlattığımıza karşılık ne dediğine kulak vermeliyiz. Onu anlamayı denersek onun da bizi anladığını fark edebiliriz. Kadim dostlar fısıldaşarak, hatta susarak anlaşabilirler. Türkçe kadim dosttur, onunla barışmalıyız.
Başka bir örnek daha vermek istiyorum: bilgisayar. Nasıl olmuş da oturmuş dilimize. 2005 yılından önceki bazı metinlere baktığımızda garip bir şekilde “kompitır” diye bir kelime görürüz. Türkiye ilk başlarda TDK’nın “bilgisayar” önerisini zihinlerinde oturtamamış olacak ki “computer”i okunuşuyla kullanmış. Fakat bu çok kısa sürmüş. Bilgisayar almış namını ve yürümüş. Nitekim kompitır pek az metinde bulabileceğimiz bir kelimedir. O zamanlar bilgisayar kelimesini oturtabilmiş olmamız teknoloji üretim dalgasının bugüne nazaran çok daha yavaş gelmesindendir bir nebze. Başka nedenler de etkili olmuştur muhakkak ama bu neden daha baskın diyebiliriz.
Bugün hızla uygulama, cihaz, cihaz modeli üretiliyor olması tüketicileri çaresiz bırakıyor ve nasıl gelmişse aynen öyle kullanılmasını mantıklı gösteriyor gözlerimize. Esasen gerçek bir emperyalist, tebaasının kültürüne yerleşmek suretiyle ürününü satışa sunar. Nasıl yani? Mesela Microsoft Office programlarının ayarlarında İngilizce kelime bulmak çok zordur. “Dosya, klasör, mağaza, yardım, varsayılan” gibi birçok terim Türkçeye bizzat Microsoft Office tarafından çevirttirilmiştir.
“Emperyalist bile bizi düşünmüş, biz kendimizi düşünmüyoruz.” dedirten bu durum, ardında başka niyetler barındırsa da gerçekten de bizim ne kadar tembel olduğumuzu gözler önüne seriyor. Tablet üreticileri ürünü “iPad” diye piyasaya sürdüğü için biz tabletle iPad’ın farklı şeyler olduğunu düşünürüz. Bilgisayar gibi kelimeler üretip bunları zihnimize oturtmanın oldukça zor olduğuna kendimizi ikna etmiş vaziyette yaşarız. Aldanıştır bunlar. 
Bu yazı, yazılacak pe çok konuya kapı açıyor. Türkçeyle barışalım dedik, ne zaman küsmüştük ki? Teknolojik üretimlerin daha hızlı bir dalgayla üzerimize geldiğini söyledik. Nasıl koruyacağız kendimizi? Bilen yazsın. Bilenin kalemi de bilene dost olsun dilerim... Bir de şunu bilelim, iyi belleyelim: Türkçe her şeye rağmen dosttur. Vefakâr bir dosttur. O, insanı hep anladı. İnsan onu -anadilini- anlamayı yeni bir lisan bilmek sandı.
11 notes · View notes
yagmurasair · 5 years
Text
DİLE DAİR -1
Bu başlıkla artık bildiklerimi, fikirlerimi yazmaya başlamak istiyorum. Buna ara sıra niyetlenirdim. Fakat kalemin önüne hep başka şeyler geçerdi.
Edebiyat ve dil okumaları yapanlar şu cümleye rastlamışlardır: "Dil canlı bir unsurdur." İlk etapta buradaki can kelimesinin mecazen kullanıldığını düşünüyor insan. Hâlbuki dil kendi evreni içerisinde gerçekten canlıdır. Soyuttur ama canlıdır. Onun gıda almadığını düşünürüz. Hayır, alır. Onun bir kaderi/hayatı olmadığını zannederiz. Hayır, onun bir hayatı vardır. Onun türemediğini, yani bir nesli olmadığını zannederiz. Hayır, vardır.
Dünyada dil aileleri bulunur. Örneğin Ural-Altay Dil Ailesi Türkçenin mensup olduğu dil ailesidir. Türkçenin de kendi içinde lehçeleri, şiveleri, ağızları bulunur.
Dilin de tıpkı insan hayatında olduğu gibi gelişim dönemleri vardır. Örneğin Ural-Altay Dil Ailesi'ni araştıranlar en eski döneme "Karanlık Dönem" demişlerdir. Çünkü o zamanlardaki bilgilere erişim sağlanamamış ama Ural-Altay dillerinin derin bir geçmişi olduğu konusunda ortak bir görüş vardır.
Bir dil, gerek ailesinden gerek diğer ailelerdeki dillerden etkilenir. Bu, kelime alma yoluyla da olabilir dil bilgisinde benzeşme yoluyla da. Örneğin İbranice-Arapça-Farsça birbirine yakın dillerdir. Dolayısıyla harfleri, aksanları birbirine benzer. Dil yapılarında ortak yönler vardır.
Yahut belirli bir çağda egemen olan bir dil diğer dillere kelime aktarımı yapabilir. Bunlar kasıtlı olarak yapılabileceği gibi doğal bir süreçte de yaşanabilir.
Bu yazımın sonunda açıklamak istediğim, yazarlarımızın kitaplarında da izini gördüğümüz bir düşüncedir:
Dilin de bir dini vardır. Çünkü dil de din de bir topluluğa egemen olan karakteristik özelliklerdendir. Ve her topluluğun kendine ait dili, şivesi, ağzı vardır. Bir topluluk, dinini karakterine sindirmeye başladığında onu kendi içinde anlaşılabilir, günlük hayatta kullanılabilir, hatta içtihada müsait duruma getirmek ister.
Türkler topluca veya yavaş yavaş bir dini kabul etmiş ve bu yüzyıllarca aynı kalmışsa Türkçe bu yönde değişecektir. Din hangi dilden vahyedilmiş ve hangi dilde gelişmiş ise dinini değiştiren Türklerin dili de o dilin etkisi altına girer. Nitekim İslâm'ı Farısîlerden gören Türkler pek çok İslâm terimini Farsçadan almıştır. Ve pek çok kelime İslâm için kaynak dil olan Arapçadandır. Burda olumlu veya olumsuz bilinçli veya bilinçsiz etkilenme söz konusu olabilir. Aynı durum 19-20-21. yüzyıl Türkçesi için de geçerlidir.
Mevzubahis fikir odur ki Türkçede bulunması uygun kelimeler öncelikle duru, kök hâlindeki Türkçe kelimelerdir. Sonra doğru şekilde türemiş/türetilmiş Türkçe kelimelerdir. Sonra din, dil ailesi, coğrafya sebebiyle bulduğu kelimelerdir. Derken sıra egemen yurtlardan gelen kelimelere varır(Şu an için örnek İngilizce) Bu dil bilgisi için de böyledir diyebiliriz. Bu sıralama takribîdir elbette. İstisnaları bulunabilir. Ancak fikrin çekirdeği gerçektir.
Eğer bir dil başka bir dil tarafından yoğun bir şekilde edilgen durumda bırakılıyorsa burada dilin etkileşim için önem ve öncelik sıralamasına bakmak gerekir. Bu önem ve öncelik sıralamasına göre Türkçenin bir başka dille alışverişi asla standart bir ölçüye tabi olamaz. Arapça için düşünebilecek ölçü Fransızca için aynı olamaz.
Diyor ve bitiriyorum...
13 notes · View notes