Tumgik
#ummetcisair
yagmurasair · 5 years
Text
ER KİŞİ KARŞISINDA KENDİNİ GÖRÜR
İnsan bakıyor göğe, ağır aksak giden bulutlar görüyor. Fakat aslında giden bulutlar değil, Dünya. Dünya dönüyor, dönüyor, dönüyor...
Er kişi karşısında kendini görür demezler mi? Karşındakini neyle sıfatlandırırsan osundur. O kadarsındır. Sıfatın asıl muhatabı sensindir.
İnsan bakıyor göğe, hareket eden bulutlar görüyor. Fakat aslında kendisidir hareket eden. Yolcu olan Dünyalıdır, göklü değil. Göklü sabittir. Olduğu yerde değişir belki. Ama Dünyalı öyle mi? Hem değişir hem hareket eder. Lâkin o nasıl bir hareket! İnsanın atomları döner, alyuvarları döner, çevresi döner, gezegeni hem kendi etrafında hem de Güneş'in etrafında döner, bu gezegenin uydusu da gezegenin etrafında döner. Ama insan sanar ki kendisi sabittir, giden bulutlardır...
Er kişi karşısında kendini görür. Karşısında hava kütlesi bir beyaz boş görüntü olsa bile! Dönüş O'nadır, insan unutur. Çünkü cennetten kovuldu kovulalı bunca dönen şeyin arasında bir de başı döner insanın. Uyur uyanır, hâlâ varmamıştır menzile; gurbet elde yaşamak zordur. Baş dönmesiyse imtihan!
18 notes · View notes
ftipifeminist · 8 years
Note
Mea's-selameh.
limadha dayimaan alkadhib
0 notes
leydivari · 9 years
Text
ummetcisair şöyle dedi: Yılanvari 😂😂😂😂 ay çok güldüm ya MaşaAllah zeki çocukmuşsunuz 😂 Güldürenleriniz daim olsun  :) Fırlama bir tipmişim ya :) 
3 notes · View notes
yagmurasair · 5 years
Text
HİKÂYET ETMEK DE ŞİKÂYET ETMEKTİR
Bunu ne demek olduğunu Yunus Emre dizisinde öğrendim. Hani bir sözü çok duyarsınız bilirsiniz de içselleştirmediğiniz için aslında hiç anlamamışsınızdır ya, hani bildiğinizi zanneder de aldanırsınız ya... Tam olarak öyle. Bu sözün ne demek olduğunu bir dizide öğrendim.
Namazda ağlamak namazı bozmaz diye okumuştum ilmihâlde. Peki ya hıçkırmak?
Ağlamak haram değil. Mekruh da değil. Dert ile yanmak haram değil. Ama derdi dışarı vurmak hikâyet etmek demek. Ağla ağla dur. Kirpik diplerin deniz suyu içsin dursun. Ama dalgalanmasın. Temizlen de gir mezara toprak senden incinmesin. Ama toprak çamur olmasın. Kimseye belli etme yaşını. Kuru sansınlar seni. Ne çağlayacaksan içinden çağla.
İçine atma derler, yanlış. Dert namına ne varsa içerideydi zaten. Dışarı atma. Hikâyet etmek de şikâyettir!
17 notes · View notes
yagmurasair · 5 years
Text
Dile Dair - 2 “TÜRKÇEYİ ANLAMAK”
“Türkçeyi anlamak” dedim diye “bir lisanı biliyor olmak” şeklinde bir anlamaktan bahsediyorum sanılmasın. Bir dostu anlamaktan bahsediyorum. Önceki yazımda “dil de canlıdır” demiştim ya, demek ki dilin dost olması da mümkündür.
Her konuda olduğu gibi Türkçeyi anlamak da zor bu çağda. Çünkü gönüllerin kasları oldukça zayıfladı, tebessüm yüzde kaldı. Çağ, insanlara emperyal olana itaat etmeyi öğretti. Dolayısıyla hakikat olana itaat meselesi insan şuurundaki önemini kaybetti. Hangisinin doğru olduğu hakkında değişen bir şey yok tabii...
Türkçenin şu an emperyal olanın tam olarak karşısında bulunduğunu hepimiz fark etmişizdir. Yani hâkim değil, mahkûm olduğunu; veren değil, alan olduğunu; değiştiren değil, değişen olduğunu; dirilmekte değil ölmekte olduğunu... Hepimiz az ya da çok biliyoruz.
Bir parantez açalım, bazılarımız diyecek ki “Türkçe 500 yıl önce de değiştiren değil, değişen konumundaydı”. Hayır, Türkçe 500 yıl önce değişmeyi kendisi kabul etmişti (çünkü yeni bir din kabul etmişti ve bu dinin ana dili Arapça, Türkçeyi bu dinle tanıştıran ise Farsçaydı) ve hem değişen hem de değiştiren konumundaydı. Nitekim Türkçeyi etkileyen Farsça, Arapça dillerinde az; Batı dillerinde nispeten biraz daha fazla; Osmanlı tebaası olan milletlerin dillerinde ise ciddi anlamda değişikliklere kaynak olduğunu söyleyebiliriz. Kimine kelime, kimine deyim, kimine edebî zenginlik, kimine ise gramer aktarımı yapmıştır.
Parantezi kapatalım, Türkçeyi bir anlamaya çalışalım bakalım. Bir örnek vererek başlayayım. “Online” kelimesini böylece yazıp İngilizcede olduğu gibi “onlayn” diye okuyarak günlük anlamda çokça kullanıyoruz. Yani TDK sözlüğüne henüz girmemiş olmasına rağmen bu kelimeyi sık sık kullanıyoruz. Üstelik yazıldığı gibi okumuyoruz. Ama... Bunun bizdeki karşılığı olan “çevrim içi”ni kullansak insanların demek istediğimizi anlamayacağını düşünüyor ve çevrim içi kullanımını terk ediyoruz. Durup düşünmek lâzım. Biz mi çevrim içini anlamıyoruz yoksa o mu bizi? Ya da şöyle anlatayım; çevrim içi mi haklı, biz mi?
Bize kalsa biz haklıyız. Çevrim içi bizi anlamıyor. Biz “Whatsapp’ı şu an kullanıyor olmak”tan bahsetmek istiyoruz. O, bir şeyin içinde olmaktan bahsediyor. Bir kere “çevrim” ne ola ki...
Peki, online ne demek? “On” bir şeyin üzerinde olunduğunu kasteden edat, “line” ise şerit, yol anlamlarına geliyor. Yani biz “online” deyince yolda olmaktan bahsediyoruz. Çevrim de elektrik devresi, akım yolu demek esasen. Çevrim içi deyince “akım yolunda” demiş oluyoruz. Yani TDK online kelimesine hem aslına hem de günlük kullanımına riayet ederek Türkçe bir karşılık bulmuş.
Böyle açıklayınca kim haklı gibi gözüküyor? Çevrim içi... Sırf dilimizde online kadar oturmadığı için terk ediyoruz bu seçeneği. Hâlbuki bir kelimenin dilimize oturmasının bizim elimizde olduğunu bir türlü kabul etmiyoruz. Ne kadar çok kullanılırsa bir kelime, o kadar çok mantıklı ve kullanışlı gelecektir kulağa. Farkında değiliz! Aslında Türkçe bizi anlıyor, biz onu anlamıyoruz.
Bir dostumuzla kavga ederken “Beni anlamıyorsun!” diye bağırdığımız çok olur. İşte, Türkçeyi ısrarla kendisine uygun şekilde kullanmamak buna benziyor. Karşımızdakine derdimizi anlatmamız için bağırmamıza gerek yoktur. Bağırma ihtiyacı karşımızdakinden manevi anlamda uzaklaşmamızdan ileri gelir. Türkçenin bizi anlayıp anlamadığını görmek için de ona yaklaşmalı ve anlattığımıza karşılık ne dediğine kulak vermeliyiz. Onu anlamayı denersek onun da bizi anladığını fark edebiliriz. Kadim dostlar fısıldaşarak, hatta susarak anlaşabilirler. Türkçe kadim dosttur, onunla barışmalıyız.
Başka bir örnek daha vermek istiyorum: bilgisayar. Nasıl olmuş da oturmuş dilimize. 2005 yılından önceki bazı metinlere baktığımızda garip bir şekilde “kompitır” diye bir kelime görürüz. Türkiye ilk başlarda TDK’nın “bilgisayar” önerisini zihinlerinde oturtamamış olacak ki “computer”i okunuşuyla kullanmış. Fakat bu çok kısa sürmüş. Bilgisayar almış namını ve yürümüş. Nitekim kompitır pek az metinde bulabileceğimiz bir kelimedir. O zamanlar bilgisayar kelimesini oturtabilmiş olmamız teknoloji üretim dalgasının bugüne nazaran çok daha yavaş gelmesindendir bir nebze. Başka nedenler de etkili olmuştur muhakkak ama bu neden daha baskın diyebiliriz.
Bugün hızla uygulama, cihaz, cihaz modeli üretiliyor olması tüketicileri çaresiz bırakıyor ve nasıl gelmişse aynen öyle kullanılmasını mantıklı gösteriyor gözlerimize. Esasen gerçek bir emperyalist, tebaasının kültürüne yerleşmek suretiyle ürününü satışa sunar. Nasıl yani? Mesela Microsoft Office programlarının ayarlarında İngilizce kelime bulmak çok zordur. “Dosya, klasör, mağaza, yardım, varsayılan” gibi birçok terim Türkçeye bizzat Microsoft Office tarafından çevirttirilmiştir.
“Emperyalist bile bizi düşünmüş, biz kendimizi düşünmüyoruz.” dedirten bu durum, ardında başka niyetler barındırsa da gerçekten de bizim ne kadar tembel olduğumuzu gözler önüne seriyor. Tablet üreticileri ürünü “iPad” diye piyasaya sürdüğü için biz tabletle iPad’ın farklı şeyler olduğunu düşünürüz. Bilgisayar gibi kelimeler üretip bunları zihnimize oturtmanın oldukça zor olduğuna kendimizi ikna etmiş vaziyette yaşarız. Aldanıştır bunlar. 
Bu yazı, yazılacak pe çok konuya kapı açıyor. Türkçeyle barışalım dedik, ne zaman küsmüştük ki? Teknolojik üretimlerin daha hızlı bir dalgayla üzerimize geldiğini söyledik. Nasıl koruyacağız kendimizi? Bilen yazsın. Bilenin kalemi de bilene dost olsun dilerim... Bir de şunu bilelim, iyi belleyelim: Türkçe her şeye rağmen dosttur. Vefakâr bir dosttur. O, insanı hep anladı. İnsan onu -anadilini- anlamayı yeni bir lisan bilmek sandı.
11 notes · View notes
yagmurasair · 5 years
Text
ÖFKEMİZ YANLIŞ KAMERAYA EL SALLIYOR
Bismillah.
Bugün 1 Nisan 2019. Türkiye bir yerel seçim sürecinin sonuçlarını aldı. Önemli büyükşehir belediyeleri çok uzun bir aradan sonra el değiştirdi. Türkiye genelinde ise aslında oranlarda ciddi bir değişiklik olmadı. Vakadan ibret alan aldı, hikmet alan aldı. Ayrıca bu süreçte ve öncesinde günlerce, gecelerce süren yangınvari tartışmalarda açıktan/gizliden, isim vererek/vermeyerek hakaret yağdırma, iftira, yorum tüccarlığı, bir yanlışı veya doğruyu bir gruba mal etme haddi fazlasıyla aştı.
Kaldı ki ben de bu yazıyı sosyal medyadan yazan kimliksiz biriyim. Ancak “hâlâ yanlış kameraya el sallayan” biri olmaktan imtina ederek bu satırlara niyetlendim. Ve açıkça söylemek istiyorum; bu yazıyı tanımadığım insanlar için değil, tartışmasız bir zeminde tanıdıklarım için yazıyorum. Yani kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.
Farz edelim!
Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) şu an dirildi ve Türkiye’de yaşıyor. “Burası Suudi Arabistan mı, yallah vatanınıza!” diyen bir adam ile karşılaştı. Bir düşünelim bakalım, Resulullah bu adama ne derdi, ne ederdi?
Peygamber Efendimiz yaşıyor ve onun da sıkı takip ettiği gazetelerde, sayfalarda boy boy haberler yayınlanıyor: “Muhalefet görüşlü kadın AKP seçim broşürü dağıtan çocuğu kovdu!”, “Falanca görüşteki peçeli kızların başörtüsü, karşı görüşlü bir şahıs tarafından çekildi!”, “Falanca bel. bşk. adayı şu kadar yolsuzlukla itham ediliyor!”, “İktidar parti günümüzde yaşanan ekonomik, hukuki, kültürel, siyasal, askeri alanlardaki şu şu sorunlardan sorumludur!”, “Cumhurbaşkanı akşam yemeğinde şu kadar çeşit yemek yiyor!”, “Patatesin şu kadarı ihraç ediliyor, ülkede sebze fiyatları 3 katına çıktı!”, “Falanca şehirde oy kağıtları yüzünden şu kadar adam öldü!”
Peygamber Efendimizin hepimizin olduğu gibi bir Twitter hesabı olsa bunların hangileri hakkında öfkeli yahut birilerini öfkelendirecek tarzda bir gönderi paylaşırdı?
Peygamber Efendimiz HDP eş başkanıyla komşu olsa komşuluk hukukunun derdine düşerdi. Belediye başkan adayı olsa kendisi için sayılan fazla oylar için itiraz ederdi. Kızının çarşafı sokakta bir kadın tarafından çekilse kızına “Ya Fatıma, hakkını yalnızca ehil yoldan ara” derdi. Kızının hakkını savunanlardan bunu vasat bir sesle yapmalarını isterdi. Peygamber Efendimiz bunca olaydan birine özne olsa ve hiddetlense gidip abdest alır, ayakta ise otururdu. Konuşmakta ise susardı.
Peygamber Efendimiz... 2 gün önce bin kilometre ötesinde Müslüman erkeklere işkence edildiğini, kadınlarına tecavüz edildiğini biliyor olsa bu haberlerin hiçbirine bakmazdı. Gece uyumaz, gündüz yemez içmezdi. Peygamber Efendimiz bizim yerimizde olsa bu kadar öfkeyi bir bohçada dürüp işgalci israilin, işgalci çinin, emperyalist amerikanın, sömürgeci avrupanın kapısının önüne boşaltırdı.
Peygamber Efendimiz bugün olsa boş duran elini keserdi. Bağıracak takatini çalışmak ve zalime haykırmak için harcardı.
Bugün hangimiz, Türkiyeli bir vatandaşın veya seçimlerde kazanan herhangi bir yöneticinin Netanyahu’dan,  Şi Cinping’den, Trump’tan, Esed’den, Putin’den daha zalim olduğunu söyleyebilir?
Peki, neden içimizde “hâlâ alevlenmeyi başarabilmiş” bir öfke varken bunu esas zalimlere değil de birbirimize vuruyoruz? Sosyal hesaplarımızda göründüğümüz kadar kudretliysek neden sabah ezanı okunduğunda apartmanların ışıkları bir türlü açılamıyor?
Kıyametin yarın olacağını düşündüren dünyada yapacağımız tek şey sabah namazına kalkabilmek ve öfkemizi doğru kanalize ederek cihat etmek...  Sakin olalım, birbirimizi suçlamayalım, dereyi okyanus sanmadan ve gerçek okyanusta yüzmeyi öğrenmek için bir öfke duyalım. Biz işimize bakalım. Fetih okuyalım. Belediye seçimlerini bizim istediğimiz parti kazansın diye değil, topyekûn ve ferdî olarak dirilmek için.
14 notes · View notes
yagmurasair · 5 years
Text
“Hikâyesi”
Hicret etmeye karar vermiş bir kalbin Dirilmek namına aldığı nefesiyim ben Hicaz’ın değil ya da Yemen’in Hicran’ın oralardan memleketliyim ben Hemşerinizim! Siz, dağ delenler, gül derenler Tanışığız ezelden, Cennetliyim ben Ölümden kaçmam ama korkarım uykudan Sinsi yılanlardan zehirle illetliyim ben Bakmayın kaburgama, o hep kanlıdır Yarım kaldığımdan beri bereliyim ben Bir olurum bir biterim güz çehrede Köz olursa yaşarım alevliyim ben
Hiç olmuş, hicretlik olmuşum; görün Beni çeken sine benim, ene’liyim ben Kaçışım kimdendir diye sormayın, belli Ne Zulkarneyn görmüş ne beni İsrail’de var Bir zalime tutsağım kor nefsliyim ben!
5 notes · View notes
yagmurasair · 5 years
Text
DİLE DAİR -1
Bu başlıkla artık bildiklerimi, fikirlerimi yazmaya başlamak istiyorum. Buna ara sıra niyetlenirdim. Fakat kalemin önüne hep başka şeyler geçerdi.
Edebiyat ve dil okumaları yapanlar şu cümleye rastlamışlardır: "Dil canlı bir unsurdur." İlk etapta buradaki can kelimesinin mecazen kullanıldığını düşünüyor insan. Hâlbuki dil kendi evreni içerisinde gerçekten canlıdır. Soyuttur ama canlıdır. Onun gıda almadığını düşünürüz. Hayır, alır. Onun bir kaderi/hayatı olmadığını zannederiz. Hayır, onun bir hayatı vardır. Onun türemediğini, yani bir nesli olmadığını zannederiz. Hayır, vardır.
Dünyada dil aileleri bulunur. Örneğin Ural-Altay Dil Ailesi Türkçenin mensup olduğu dil ailesidir. Türkçenin de kendi içinde lehçeleri, şiveleri, ağızları bulunur.
Dilin de tıpkı insan hayatında olduğu gibi gelişim dönemleri vardır. Örneğin Ural-Altay Dil Ailesi'ni araştıranlar en eski döneme "Karanlık Dönem" demişlerdir. Çünkü o zamanlardaki bilgilere erişim sağlanamamış ama Ural-Altay dillerinin derin bir geçmişi olduğu konusunda ortak bir görüş vardır.
Bir dil, gerek ailesinden gerek diğer ailelerdeki dillerden etkilenir. Bu, kelime alma yoluyla da olabilir dil bilgisinde benzeşme yoluyla da. Örneğin İbranice-Arapça-Farsça birbirine yakın dillerdir. Dolayısıyla harfleri, aksanları birbirine benzer. Dil yapılarında ortak yönler vardır.
Yahut belirli bir çağda egemen olan bir dil diğer dillere kelime aktarımı yapabilir. Bunlar kasıtlı olarak yapılabileceği gibi doğal bir süreçte de yaşanabilir.
Bu yazımın sonunda açıklamak istediğim, yazarlarımızın kitaplarında da izini gördüğümüz bir düşüncedir:
Dilin de bir dini vardır. Çünkü dil de din de bir topluluğa egemen olan karakteristik özelliklerdendir. Ve her topluluğun kendine ait dili, şivesi, ağzı vardır. Bir topluluk, dinini karakterine sindirmeye başladığında onu kendi içinde anlaşılabilir, günlük hayatta kullanılabilir, hatta içtihada müsait duruma getirmek ister.
Türkler topluca veya yavaş yavaş bir dini kabul etmiş ve bu yüzyıllarca aynı kalmışsa Türkçe bu yönde değişecektir. Din hangi dilden vahyedilmiş ve hangi dilde gelişmiş ise dinini değiştiren Türklerin dili de o dilin etkisi altına girer. Nitekim İslâm'ı Farısîlerden gören Türkler pek çok İslâm terimini Farsçadan almıştır. Ve pek çok kelime İslâm için kaynak dil olan Arapçadandır. Burda olumlu veya olumsuz bilinçli veya bilinçsiz etkilenme söz konusu olabilir. Aynı durum 19-20-21. yüzyıl Türkçesi için de geçerlidir.
Mevzubahis fikir odur ki Türkçede bulunması uygun kelimeler öncelikle duru, kök hâlindeki Türkçe kelimelerdir. Sonra doğru şekilde türemiş/türetilmiş Türkçe kelimelerdir. Sonra din, dil ailesi, coğrafya sebebiyle bulduğu kelimelerdir. Derken sıra egemen yurtlardan gelen kelimelere varır(Şu an için örnek İngilizce) Bu dil bilgisi için de böyledir diyebiliriz. Bu sıralama takribîdir elbette. İstisnaları bulunabilir. Ancak fikrin çekirdeği gerçektir.
Eğer bir dil başka bir dil tarafından yoğun bir şekilde edilgen durumda bırakılıyorsa burada dilin etkileşim için önem ve öncelik sıralamasına bakmak gerekir. Bu önem ve öncelik sıralamasına göre Türkçenin bir başka dille alışverişi asla standart bir ölçüye tabi olamaz. Arapça için düşünebilecek ölçü Fransızca için aynı olamaz.
Diyor ve bitiriyorum...
13 notes · View notes
yagmurasair · 5 years
Text
ANOG'da Safahat'ı okuduğumuz yıldı. Safahat'ı okumayı güz döneminde bitirmiştik.
Baharın ilk günleriydi. Bir gün sabah erken kalkmıştım, okula gidiyordum. Yokuştan aşağı inerken bir bakkala uğramıştım. Çıkıp soğuk ve yokuş caddeyi inmeye devam ederken birden durdum. Sabah gördüğüm rüyayı hatırladım. Âkif'i görmüştüm. Ümmetçi Şair'i, üstadımı, ümmetimin civanını, dağ adamı, dava adamı...
Bir işyerindeymişiz. Üstad orayı ziyarete gelmiş. Ben de orada çalışıyormuşum. Üstadı görünce utanıyorum. Burada çalışmak ve ben... Çekine çekine oraya bir yere oturuyorum. Ona hizmet etmek istiyorum vesair işte. Benimle bir şeyler konuşuyor. O konuşma sırasında bana hitaben "kızım" diyor. Rüyaya dair başka bir ayrıntı hatırlamıyorum.
Yokuşun geri kalanını inanılmaz bir sevinç ve umutla inmiştim o gün. Büyük Ümmetçi Şair, küçük ümmetçi şaire "kızım" demiş! Kızım... Padişahın tebaasından bir adama bir daha söylesin diye her "Ümmetimden Selim'e söyle" deyişinde bir kese altın verişi gibi.
O rüyayı hatırladığım anı hiç unutmuyorum. Hava çok soğuktu. İnsan o havayı içine çekse üşüyor, çekmese duramıyordu. Ellerini cebinden çıkartmıyordu kimse. Ellerin çıkamadığı o ceplere bozuk para, çocuklar için şeker, zikretmek için tesbih koyan insanların yeni bir güne başladığı sabah... Ben üstadımı rüyamda görmüştüm!
Kimilerince ufak bir anı olsa da herkesin malumu olduğu gibi bu zamanda yazar, şair görmek kolay, rüya görmek zor. Hele hele artık yeryüzünde yaşamayan birini görmek, asıl o zor... Üstad gelmiş, "Kızım" demiş. Beni kendine evlat mesabesinde gören bir güzele karşı şimdi hâlâ evlat mesabesinde miyim, şaibeli. Bırakınız dava adamı olmayı, dua adamı bile olamadı bu evlat. Ama o hep babam mesabesindeydi. Ceddim mesabesindeydi. Bir gün olsun yeri değişmedi.
Kızın şimdi kim bilir ne hâldedir üstad, ne hâldedir...
13.02.2019, Çarş. 21.30
8 notes · View notes
yagmurasair · 6 years
Text
BOZDOĞAN KEMERİNDEN MÜJDELER
Bu ses, güneşin sesi
Uyanışın ayak sesleri
Sadece inananların duyabildiği.
Bu ses, gökten yükselip alçalarak
İnsanlara meleğin indirdiği
Bu ses, bir inkılabın sûra üflenişi
Bir ıslık, bir çığlık
Bir başlatıcı ses
Sadece inananların duyabildiği.
5 notes · View notes
yagmurasair · 6 years
Text
L.
Gençliğimin sesi
"L"
Yapraklar, çiçekler
Lerce "-ler"
Çoğalma...
Gençliğimin sesi
"Lâ!"
9 notes · View notes
yagmurasair · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
Ne-bud faslî be-rûzigâr-i zâreş Zi Azrâîl u darb-ı Zülfikâreş
16 notes · View notes
yagmurasair · 7 years
Text
"Kı-zın"
Savaştan çıkmış gözlerin iki hece:
Ba-ba.
Tüfeklerin ötüşü ve bombardımanında
Gülümsersin bana.
Yıkık ve dökük bir dünya bıraktın bana
Olabildiğince inşa etmeye çalışarak
Bana.
Öldü kıyılarımızda barış
Bana cesaret veren o bakış
Sadaka-i cariyendir sana.
Savaştan çıkmış bedenin dağ gibi
Uzanır toprağı gök bilip içine.
Savaşa girdi kalbim senin mirasçın gibi.
Bu göklerim ağ gibi
Gözlerim ağlar.
Senin bilmediğin bombalar
Senin bilmediğin ölümler
Ölüm indirmede gökler
Ölü püskürtmede yer.
Ama o gözlerin iki hece:
Ba-ba.
Kızım diyorsun bana
Gülümsüyorsun.
Âsım diyorsun.
Âsım...
Bana emanet
Merak etme
Ba-ba.
(Mâverdî)
16 notes · View notes
yagmurasair · 7 years
Text
2017'de öğrendiklerim
Önce genel eğitim, sonra derinlikli alan eğitimi, sonra yan alanlarda derinlikli eğitim almalıyız.
Ama almak öylesine önemli bir fiil ki...
4 notes · View notes
yagmurasair · 7 years
Text
2017′DE ÖĞRENDİKLERİM
Sahada olmayan adama “Sahada şunu nasıl yapalım?” diye sormayacaksın. Sahayı tanımayan adam ancak hayallerindeki saha için karar güdebilir.
8 notes · View notes