Tumgik
#göz yaşına ihtiyacım var
lara-quilla · 5 months
Text
Saatlerce ağlamaya ve kendimi parçalamaya ihtiyacım var.
5 notes · View notes
zeyneptgrl · 29 days
Text
Kırgınım sana ben’ ve ‘ben gökyüzünü tutamam. Hayalleri çalanlar var bu vazgeçişlerin suçlusu onlar’
• bahsetmek istediğim bir konu var. FİZİKSEL ACI! Söyliceklerim bu kadar.
• canım kendim. Daha ne kadar ders alıcaz?
•mesela şey diyebilir miyiz ? PES! Çok ihtiyacım var. Biraz kendimi terk etmek ve bu zihinden uzaklaşmamaya…
•sarhoşluğumu bile elimden almışlar gibi hissediyorum. Çok sıkıldım. Çooook sı-kıl-dım.
•ben hiç kolay delirmedim.
•beni boğan bu insanlar.
•son zamanlarda istediğim iki şey var. Saçma sapan bir partide saçma sapan dans etmek,bütün gün yorganın altında uyumak. Hepsinin sonu çok alkole bağlanıyor. Katlanamıyorum. Ayık bu dünyaya,zihnime… katlanamıyorum.
•ve herkesin dolabmda bir tane ceset var. Hepsini görmek! Çok yorucu.
•dolabını gördüğüm insanlar canım insanlar. Siz sadece hazırsınız. Sevmeye,sahiplenmeye o kadar hazırsınız ki! Bunun kaknem bir bencillik olduğunu farketmicek kadar da ‘bencil’siniz. Ben sadece dürüstlerle yürüyebilirim. Adı korkaklıksa eğer; korkağım kabul.
•’bana sen lazımsın’ diyenileceğim tek bir insana bile sahip değilim. Bunun nasıl derin bir boşvermişlik yarattığını anlayamazsınız. Kahkaha atıp yol alıyorsun. Biraz içip ağlayabilmek için böbreğimi verirdim. Ama anlayamazsınız.
•tarot kartlarımı elime almayalı haftalar oluyor. Kartların bir sesi var. Duymamak için hepsini sakladım. Çok konuşuyorlar. Ve ben çok yorgunum. Herkesi eğlendirmekten de çok yoruldum.
•falımızda hasret var. Ayrılık var.
• herşeyi bilmek çok yorucu. Biliyorsun. Ama aktaramıyorsun. Çünkü bilgi ‘hak edilir.’ Bu karmayla devam edemiyorum.
•beni boğan bu insanlar!
•hayat cidden güzel mi ?
•bilir musun? Mutlu değil gibisin sanki?
•canım yazmak bile istemiyor.
Yarım kalan herşeye. Ve akamayan her göz yaşına. Yorulan her kadına ve özünü kendine bırakan her kadına. Çünkü bu bir kış yağmuru değil. Ve çekilen her fiziksel acıya. Acısını göstermeyecek kadar güçlü olan her insana. Canımız yanarken attığımız her güzel,pahalı kahkahaya!. İçimdeki boşluk asla dolmuyor. Ve kafamdaki sesler ne içsem dinmiyor. Çok şeyi hak ettim. Ama yoruldum. Biraz sessiz! Beni olduğum gibi kabul gibi edicek biri var mı ?
•ben çok yoruldum.
•kahkahamı ödicek param kalmadı.
•bir de gülmek için bir sebep bulamıyorum artık.
•çok yorgunum.
Ps: yazım yanlışları için sorry. Tırnaklarım çok uzun ve kimse için kesemem. Sikerleeeeeeer
0 notes
nufusukac · 3 years
Text
Romantik Aşk Sözleri-Aşk Mesajları
Romantik aşk sözleri, aşk mesajları, etkileyici romantik sözler, dünyanın en romantik sözleri, sevgiliye romantik sözler, hiç bilinmeyen aşk sözleri gibi en güzel sözler için aliskanlik.com
Romantik aşk sözleri, kişilerin sevdiklerini ve sevgilerini anlatmak için kullandıkları güzel sözlerdir. Bu sözler çok farklı açılardan değerlendirilebilir. Bu sözler sevgiliye romantik sözler hem de kısa sözler olarak değerlendirilmesi mümkündür. Ayrıca huzur veren, etkileyici romantik sözler de olabilirler.
Dosta, arkadaşlara veya sevgiliye güzel sözler kısa da söylenebilir. Sevilen herkese karşı kullanılması gereken sözlerdir. Bunlar hiç bilinmeyen aşk sözleri olabilir. Etkileyici olduğu kadar da yürekleri ısıtan, insanın yüreğine hitap eden bu sözler duygusaldır. Seven kişinin içinden geçen, aklına düşen ve kalbinin hissettiklerini yansıtan sözlerdir.
Bu sözlerin büyük bir çoğunluğu romantik aşk sözleridir. Oldukça güzel sözler olan bu paylaşımlar sevdiğiniz herkes ile kolayca paylaşabileceğiniz sözlerdir. Bir insan başka bir insanı sevdiği zaman mutlaka ki sevgisini göstermelidir. Ayrıca sevgi hissedilmesi gereken bir duygudur. Seven insan sevgisini aşk mesajları ile de gösterebilir ve yahut hissettirir mutlaka. Tüm bunların haricinde iş stresinden, yoğunluktan, sıkıntıdan veya da başak nedenlerden ötürü insan bazen kendisini ve en çok da çevresinde bulunan sevdiği insanları ihmal edebilir, işte küçük bir hediyenin yanında bir karta yazıp verebileceğiniz bu sözler ile her şey çok daha kolay olacak hale gelir. işte karşınızda hiç bilinmeyen aşk sözleri sizlerle;
Romantik Aşk Sözleri
Aşk ne dağlarda ne de taşlarda; aşk sadece senin gülüşünde saklı güzelim.
Sen sadece benim kafamda durmadan çalan bir şarkısın, başka kimsenin dili bu şarkıya dönemez.
Belki tonlarca ilaç içsem bile geçmeyecek ağrılar senin sesin ile hemencecik yok oluyor, sen benim gördüğüm en kuvvetli ağrı kesiciden bile daha fazla ağrı kesicisin.
Çok üşüyor artık ellerim, diyorum bu havalar nasıl böyle soğudu? Oysa ne havanın ne de mevsimin bir suçu yok artık, yokluğun ben üşütüyor.
Seni sevdiğimi anlıyorum artık gittiğinden beri nefes almak nasıl da zor benim için.
Gel deme bana, gelemem ama unut da deme, seni unutmaya ömrüm yeter mi?
Aklına gelemeyecek kadar sevdim seni aklımdan hiç çıkmayacak kadar hem de
Sen benim yanımda olmasan da, aramıza kilometreler girmiş olsa da ve ne kadar uzağa gitsen bile hep en yakınımsın. Hep benim yanı başımdasın.
Eğer sen benim ellerimi böyle tutmaya devam eder isen bu küresel ısınmayı bile arttırır, tüm dünyanın dengesini bozarsın.
Sen en iyi şairlerin en güzel şiirlerinde bile kimsenin söyleyemeyeceği ve yazamayacağı kadar güzel bir kafiyesin.
Sakın ha zamansız dönüp de gelme bana elim kolum böyle bağlanmışken nasıl hak ettiğin gibi sarılabilirim ki ben sana?
Ben sen olmadığında hiçbir harfi senin adının geçmediği değersiz hiçbir cümleye kurban etmedim, bunu unutma sakın ha.
Ver ellerini artık bana, yürüyelim ve gidelim. Senin sol yanın benim son yolum olsun.
Ben bu dünyada ki bir çift göze aşık olmuşum da milyonlarca göze kör olmuşum gibi sanki.
Hayatımda sadece bir insan var ve ben o bir insanın varlığı ile geri kalan onlarca insanın yokluğunu hissetmiyorum.
Etkileyici Romantik Sözler
Sana şiir yazmak kimin ne haddine, sakın bunlara izin verme. Sen zaten en güzel şiirsin, şiire şiir yazmak da ne?
Sen gittin ya işte o gidişin benim solumda kaldı sonum da oldu ve soluğumu da kesti.
Senin bile hiç haberin yok, senin bir gülüşün benim ömrümde kaç tane bahara denk düşüyor?
Sen yine de tutma ellerimi, konuşma o güzel sesin ile doldurma yüreğimi ve çek bakışlarını da üzerimden. Sonuçta aşk bu sevgili, şeytan doldurur aman içimizi.
Acaba ben besmele çekmeden başladığım için mi seni sevmeye bir türlü doyamıyorum?
Sen yeter ki mutlu ol, sen yeter ki istediğini yapabil ve sen yeter ki çocuk çocuk davran; senin salıncağın her zaman hazır benim gönül bahçemde.
Ben bakıyorum öylece sana ve her sana baktığımda içime doluyor gelecek güzel bir günün, bir mutlu pazar günü kahvaltısının ve sevgi ile dolup taşan güzel bir akşamın gelecek hayali.
Ben kaç yaşına gelirsem geleyim ve de sen kaç yaşına gelmiş olursan ol; sen benim hep ilk şiirim, ilk kavgam ve hep on yedi yaşım olarak kalacaksın.
Şimdi aynı şehir sınırları içerisinde ben varım, üstelik sen de varsın ama bu şehir de biz yokuz, ne acı ama kabullenmesi nasıl da mecburi.
Eğer olur da bir gün seni benim sevdiğim kadar sevdiğini söyleyen birileri olur ise, kim ne derse desin sana benim kadar hasret kalsın hepsi.
Öyle de güzel baktın ki bana, sanki gökyüzü hiçbir yere sığamamış da senin gözlerinde tekrardan hayat bulmuş gibi.
Senin hiçbir suçun yok artık hayat, ben de zaten elveda demek için bahane arıyordum.
Seni öyle çizmişim ki aklıma, beynime ve de göz kapaklarımın içerisine; hiç görmesem bile gözümü kapatmam yetiyor sana erişmek için.
Senin ile beraber geçen her bir dakika benim için gelecek güzel günlerin gerçekleşeceğine dair olan en büyük kanıtlardan birisisidir.
Sen hangi şiirin hangi mısrasından fırlayıp da geldin böyle yüreğimin ta orta yerine? Nasıl öyle bir devlet kurdun kalbime ve nasıl da güzel yakıştın oralara.
Hiç Bilinmeyen Aşk Sözleri
Artık ben senin gözlerinin kahvesinden içmek istiyorum, o zaman kaç tane kırk yıl hatır koyarsın ortaya?
İnsan koca okyanuslar içerisinde ölmez, orada mücadele verir de gelir bir insana aşık olur da ölüm acısını çeker.
Sen hep gel gülümse de yüreğinin güzelliği herkesin gülüşüne dahi yansısın.
Aşk tüm dünyada ki insanların içerisinde sadece ve sadece sana tanıdığım bir özelliktir.
Yalnızlık insana neler neler öğretir öyle ama sen yine de beni bırakıp gitme, ben cahil kalmak istiyorum.
Eğer başını göğsüme dayar da beni huzur ile buluşturursan benim tek bir düşmanım vardır; bizim aksimize geçip giden zaman.
Sevgimi sana anlatmak için hiçbir şeye ihtiyacım yok. Sadece bunu hissetmen bile yetmeli sevilen kişiye.
Mutlu olunan anlarda herkes herkesin yanında olur, asıl önemli olan ise mutsuz anlarda da sen benim yanımda olur musun?
Ben hiçbir zaman dilek tutmadım sadece dua ettim; senin ömrün benim ömrüme nasip olsun da bizim ömürlerimiz bir arada ilerlesin diye.
Sert rüzgarlar karanlık gecelerde kendini gösterir ve belli olurmuş aynı benim seni sevdiğim zaman kalbimin sesini de duyduğum zaman gibi.
Romantizme bile inanmazdım ama senden sonra hayat bana her şeyin mümkün olduğunu bir bir gösterdi.
Ellerin bir çiçek dalı gibi sanki, her zaman ellerimde.
Sonra birden sen geldin benim dünyama, gönlümün en kurak toprakları bile papatya bahçeleri gibi oldu.
Aşkın sonsuzluğunun sadece senin gözlerinden anlarım, bana gelip gelmeyeceğini sen bilirsin elbet ama ben yollarını gözler dururum.
Olmasan da severim, bu da benim en büyük yeteneğim belki de; sen gitsen de gelsen bile ben hep seni seveceğim.
Utanırım, asla söyleyemem sana olan sevgimi; sen de belki anlayamazsın sessizliğimden ama ben seni çok sevdim.
Sen benim bir parçam gibi, eksik olan yanım gibi her zaman aklımdasın ve sen benim en güzel parçamsın.
10 notes · View notes
doom-gloomm · 3 years
Text
kalp kırasım var böyle birilerine o kadar yükseliyim ki ağzına sıçıp salya sümük ağlatiyim istiyorum bu öfke ve stres başka hiçbi türlü geçmiycek gibi geliyo göz yaşına ihtiyacım var
3 notes · View notes
ahbusokaklar · 4 years
Text
bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını kendimi bulduğumda anladım.
herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış, kendi yolumu çizdiğimde anladım.
bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat; okuyarak dinleyerek değil, bildiklerini bana neden anlatmadığını anladım.
yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış, aşk peşinden neden yalın ayak koştuğunu anladım.
acı doruğa ulaştığında göz yaşı gelmezmiş gözlerden, neden hiç ağlamadığını anladım.
ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş, göz yaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım.
bir insanı herhangi biri kırabilir ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş, çok acıttığında anladım.
fakat hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla göz yaşına. göz yaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım.
yalan söylememek değil gerçeği gizlememekmiş marifet, yüreğini elime koyduğunda anladım.
"sana ihtiyacım var, gel." diyebilmekmiş güçlü olmak, sana git dediğimde anladım.
biri sana git dediğinde "kalmak istiyorum" diyebilmekmiş sevmek, git dediklerinde gittiğimde anladım.
sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan, büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım.
özür dilemek değil, "affet beni" diye haykırmak istemekmiş pişman olmak, gerçekten pişman olduğumda anladım.
ve gurur; kaybedenlerin, azizlerin maskesiymiş, sevgi dolu yüreklerde gurur olmazmış, yüreğimde sevgi bulduğunda anladım.
ölürcesine isteyen beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi, beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım.
sevgi emekmiş, emek ise vazgeçemeyecek kadar ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş.
1 note · View note
hayatbizi61kenara · 5 years
Text
bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını kendimi bulduğumda anladım. herkesin mutlu olmak için başka biryolu varmış, kendi yolumu çizdiğimde anladım. bitek yaşanarak öğrenilirmiş hayat .okuyarak, dinleyerek değil. bildiklerini bana neden anlatmadığını anladım. yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış, Aşk peşinden neden yalın ayak koştuğunu anladım. acı doruğa ulaştığında göz yaşı gelmezmiş gözlerden, neden hiç ağlamadığını anladım. ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş; göz yaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım. bir insanı herhangi biri kırabilir ama bitek en çok sevdiği acıtabilirmiş. Çok acıttığında anladım. Fakat hakeder mi sevilen ? Onun için dökülen her bir damla göz yaşına,  göz yaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım.  yalan söylememek değil gerçeği gizlememekmiş marifet, yüreğini elime koyduğunda anladım. sana ihtiyacım var gel, diyebilmekmiş güçlü olmak , sana git dediğimde anladım Biri sana git dediğinde kalmak istiyorum diyebilmekmiş sevmek, git dediklerinde gittiğimde anladım.  Sana sevgim şımarık bir çocukmuş her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan, büyüyüp  bana sımsıkı sarıldığında anladım.Özür dilemek değil, affet beni diye haykırmak istemekmiş pişman olmak,  gerçekten pişman olduğumda anladım. Ve gurur , kaybedenlerin , acizlerin maskesiymiş. sevgi dolu yüreklerde gurur olmazmış, yüreğimde sevgi bulduğunda anladım. Ölürcesine isteyen beklemez, sadece  umut edermiş bir gün affedilmey,i beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım. Sevgi emekmiş emek ise vazgeçemeyecek kadar ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş.
8 notes · View notes
egeninincisi-14 · 3 years
Text
Nerdesin oğlum gelsene artık bak zor günlerdeyim ben senin zor gününde yanında olmadım mı sığındığın kişi olmadım mı göz yaşına mendil olmadım mı yanağına dokunan öpücük olmadım mı sana sarılan kol olamadım mi oldum eee şimdi sen nerdesin bak benim sığınacagim birine, göz yaşıma mendil uzatan birine, yanağıma dokunan öpücüğe ve sarılan bir kola ihtiyacım var. Yani sana ihtiyacım var gel artık allahın belası gelll.
0 notes
morfinsizlik · 3 years
Text
Sen benim ne olursa olsun güvenceğim tek insandın. Bunları ağlayarak yazmak benim ne kadar zoruma gidiyor inan hiç bilemezsin . Sana sonsuza kadar bağlıydım ben . Ne olursa olsun ilk durağım sendin . Acımı seninle paylaşırdım ben . Mutluluğumu sana anlatırdım. Seninle yatar , seninle kalkardım . Herşeyimdin sen benim . Yakıştıramıyorum sana yakıştıramıyorum . Sen böyle bişey yapacak bir insan değilsin . Ne olduysa bi şey olmuş sen bunu yapmışsın . Kendim yaparım sen yapmazsın . Yapamazsın . Toz konduramıyorum sana toz. Bundan sonra bu yoldan dönmem ben . Kendim kalkacağım bu sefer . Bu sefer sensiz devam edeceğim . Sensiz uyuyup , sensiz sevinceğim . Sen olmayacaksın ve en önemlisi biz olmayacağız . Yapamıyorum sen olmayınca gülemiyorum , ağlayamıyorum , hayattan tat alamıyorum. Evet bunları ben söylüyorum ama yine ben gidiyorum . Ne kadar ihtiyacım var sana bir ben bir allah bilir . Şu an yanımda ol saatlerce ağlarım omzunda ama bir ömür kızgın kalacağım sana . Bir ömür seni , beni kandırmış birisi olarak hatırlayacağım . Bir ömür güvenimi kıran , dünyamı başıma yıkan bir insan olarak hatırlayacağım seni . Bunları yazmak benim için çok acı , dayanamıyorum . Sensiz nefes alamıyorum . Ne olduysa bana senden bu kadar nefret edip hala ilk günki gibi seviyorum . Ama sen ağlama . Ben kurban olurum senin o göz yaşına . Her zaman ilk günkü gibi seveceğim seni . Kendine iyi bak .
0 notes
mimzedall · 5 years
Text
Beyin - Senin Hikayen [David Eagleman]
Tumblr media
Öncelikle şunu söylemeliyim, bilimsel bir kitap en fazla bu kadar güzel, kolay okunur, herkese hitap eden halde yazılabilir. Yediden yetmişe herkesin anlayabileceği şekilde, çok fazla terminoloji ile insanları yormadan –tabi ki bir miktar var- örnek ve hikâyelerle detaylara inilerek anlatılmış konular. Konular dediğime bakmayın, tek bir konu var o da: Beyin. Tabi ki hakkında binlerce kitap da yazılsa milyonlarca satır araştırma da yapılsa gizlerinin ancak çok küçük bir miktarına erişilebilecek bir hazine için küçük bir çalışma fakat okursanız size güzel bir kapı açacağından emin olabilirsiniz. David Eagleman 6 temel soru üzerinden sizi yolculuğa çıkarıyor. Birinci soru “Ben kimim?” Bu soruyu cevaplandırırken sizi de düşünmeye sevk ediyor. Örneğin, insan nasıl “kendisi” oluyor? Anılar diye depoladığımız şeyler gerçekten doğru mu? Bizi biz yapan beynimizdeki nöral ağların sürekli kendilerini yenilemesi, öğrenilen her yeni bilgiyle yeniden şekillenmesi iken bu işin ortasında kim duruyor? Birisi var mı? O ben miyim?
Tumblr media
Beyin - Senin hikayen İnsan beyni milyarlarca nörondan oluşuyor ve bu nöronlar arasında çok sıkı bağlar var. Tüm işlemler, tüm faaliyetler bu nöronların arasında olup bitiyor. İnsan ırkını farklı yapan şey gelişimi çok eksik bir beyinle doğmuş olması, diğer türler gibi doğar doğmaz kendi türüne adapte olmuyor, öğrenme aşamalarından geçiyor. Bu da beyni geliştiriyor. Beynin gelişimi ne zamana kadar sürüyor biliyor musunuz? 25 yaşına kadar. Ben kimim sorusu ise cevapsız. Bellek nedir, bilinç nedir? Bellek sürekli yanılan bir mekanizma. Peki beyin sürekli yanılıyorsa Gerçek Nedir? Bu soruya en güzel yanıt şu: “İşin özü şurada yatar: Beyninizin dışarıdaki dünyaya herhangi bir erişimi yoktur. Kafatasınızın içindeki karanlık, sessiz odasına hapsedilmiş olan bu organ dış dünyayı hiçbir zaman doğrudan deneyimlememiştir ve deneyimleyemeyecektir de.” Yani, beyin, duyu organları vasıtasıyla gerçek dünyadan ipuçları edinir ve bunları birleştirerek bize bir görüntü (ve diğer şeyleri) sunar. Gerçek farklı da olabilirdi. Beynin bize söylediklerine inanırız, inandıkça gerçek bu imiş gibi gelir bize. Şizofreni örneğin, beynin mesajlarına inanmama halidir. “Gerçeklik yalnızca sizin seyredebildiğiniz ve kapatamadığınız bir televizyon programı gibidir. Ancak ne büyük bir şans ki, izlemeyi umabileceğiniz en ilginç programdır bu: kurgudan geçmiş ve kişiselleştirilmiş halde yalnızca sizin için sunulan bir program.” Sonraki soru: Kontrol Kimde? Sürekli bilgi toplayan bir mekanizma olan beyin bunları nasıl işleyerek çıktıya dönüştürüyor. Ya da şöyle söyleyelim, aynı anda birden fazla işi yaparken beyin neden her biri hakkında ayrı ayrı düşünmüyor? Kontrol, ilk aşamada beyinde. Araç kullanmayı öğrenirken nöronlar deliler gibi çalışıyor, bir kere öğrendikten sonra işin çoğunu otomatik pilot diyebileceğimiz bir mekanizmaya devrediyor. Bunu bilinç-bilinç dışı olarak düşünebiliriz. Beyin, enerjiyi çok ekonomik olarak kullanan bir mekanizma. Her araç sürmede ya da her harekette baştan öğrenme eylemine girecek olsa buna enerjisi yetmez. Dolayısı ile her seferinde bilinç devreye girmiyor. Bazı şeyleri otomatik yapıyoruz. Yürümek gibi örneğin. Eagleman’e göre bilinç, çok büyük bir şirketin CEO’su. Sonraki soru: Nasıl Karar Veririm? Burada da mekanizma beyindeki binlerce çarpışmanın neticesi olarak ortaya çıkıyor. Beyin, her kararımızdan önce yoğun bir çatışma atmosferi yaşıyor. Geçmiş deneyimler, duygular devreye giriyor ve her seçim beynin bir imzası olarak ortaya çıkıyor. Kararlar da sabit değil. Beyin, sürekli yeni verilere maruz kaldığı için kararlar da zamanla değişebiliyor. Kişilik de zamanla farklılaşabiliyor. Karar mekanizması ile ilgili dikkatimi çeken bir diğer nokta da beynin her türlü olumlamayı aynı anda istiyor olması. Yani bir ödül varsa nöronlar “hemen şimdi” diye bas bas bağırıyorlar beynin içinde. Fakat böyle bir dünya mümkün değil. İşte alınan kararlar, kararların ertelenmesi, ne kadar ertelendiği gibi soruların cevapları da kişiliği oluşturan temel taşlardan. Beşinci soru: Size ihtiyacım var mı? Burada beyinin diğer beyinlerle etkileşme ihtiyacı ele alınıyor. İnsanların diğer insanlarla etkileşim kurmaları, empati yapmaları gibi özelliklerinin beyindeki yansımaları var bu bölümde. Son olarak altıncı soru Kime Dönüşeceğiz? Diyerek bir beyin fırtınasına tabi tutuyor okuyucuyu. Yapay aletlerin yavaş yavaş duyuların yerine kullanılmaya başladığından bahsediyor ve ölüme meydan okuyan bir insan tipi çiziyor yazar. Yapay göz, yapay kulak yapıldı. Peki yapay zeka ne durumda? İnsanlık nereye doğru ilerliyor? Her şeyi yapsa insanlar bilinci yapabilecekler mi? Kişilik diye bir şey var, bütün beynimi kopyalasalar bu ben olur muyum acaba? Bütün bu sorulara cevaplar arayıp durmuş David Eagleman sağ olsun 265 sayfalık kitap boyunca. Kitabın bir yerinde 1915 yılında Anadolu’da yüz binlerce Ermeni katledilmiş diye talihsiz bir cümle sarf etmiş yazar. Beni rahatsız eden bir cümle oldu. Asistanına e-posta yolladım, yazara iletmesi için, bakalım cevap gelecek mi. (Ekim 2019-gelmedi) Her halükarda harika zihin açıcı bir kitap. Sağ olsun Domingo Yayınları bu kitabı yayınlamış, sağ olsun Zeynep Arıkan Tozar da çevirmiş. Avrupa’da, Amerika’da bizim üzerinde bir saniye bile düşünmediğimiz konularda bilim insanları ne kadar çaba gösteriyor, hükümetler araştırma için ne kadar bütçeler ayırıyor. Darısı bizim başımıza inşallah. Read the full article
0 notes
gajder · 5 years
Text
Bahadır Efsanesi Beşinci Bölüm
Tumblr media
Bahadır Efsanesi Beşinci Bölüm Hikaye Oku; Akhisar’a vardılar. İsmail beyin karşısına çıktılar. İsmail bey dertli gözüküyordu “Bir buçuk yıl önce bana bazı bilgilerle geldin, bende o bilgilerle araştırmalar yaptırdım, sultana bildirdim. Sultan hazretleri bana bu işi çözmemi emretti, ama ne yaptımsa kimi bu işin peşine taktımsa olmadı. Çaresiz kaldım, senin kim olduğunu nerede olduğunu buldurdum. Bu işi sana vermek istiyorum.” Bahadır çenesini kaşıdı, İsmail beye “Beyim, güzel düşünmüşsün, açık konuşalım, ben bu işi çözerim ama karşılığında iş bitiminde çok büyük ödül parası isterim. Adam akıllı iş görecek birkaç adam isterim. Köylere kasabalara gittiğimde oradaki adamların lafımı dinlemesini sağlayacak bir bey emri yazılı olarak yanımda olsun isterim. Araştırma esnasında rahat rahat harcama yapacağım, en rahat hanlarda kalacağım bir harcırah da isterim.” İsmail bey düşündü, “İstediklerin makul, ödül parası ne kadar istiyorsun?” Bahadır “On bin altın.” bey dehşete düşmüştü “Oğlum on bin altını kim kaybetmiş ki ben bulayım, nasıl sana o kadar para vereyim?” Bahadır sırıttı, “Valla beyim, hiç kusura bakmayın, bunca yıllık tecrübenizle çözemediğiniz bir işe girişeceğim, kellemi koltuğa alıp amansız Mongol savaşçılarının karşısına çıkacağım, kim bilir kaç ay belki kaç yıl iz süreceğim ama karşılığında az bir paraya talim edeceğim, hiç beklemeyin. Sizde biliyorsunuz Kızıl Kağan bunca uğraşı boşa vermemiştir, bu iş büyük, çözemezseniz ne olacağını tahmin edeceğiniz kadar büyük.” Bahadır küstahça beye birde göz kırptı. Açıkça kellen on bin altın eder her halde imasında bulunuyordu. Bey çaresiz hissetti kendini, sultan bunca yıllık hizmetinden sonra kellesini almazdı belki ama makamını kaybederdi, malı mülkü müsadere edilirdi. Kendini çorak bir sürgün bölgesinde derbeder bir çiftçi olarak düşündü, titredi. “Evladım, on bin çok, beş bine ne dersin?” Bahadır pis pis sırıttı “Hayır, aynı zamanda öyle kuru lafı da kabul etmiyorum, beylik mühürlü senet isterim. Bu arada yanıma vereceğiniz adamların maaşı da sizden, harcıraha gelince şimdilik bin altın yeter.” İsmail bey ayağa kalktı “Bire nadan, sen bizi darphane sandın her halde!” Bahadır beyi hafifçe kafasını eğerek selamladı, arkasını dönüp kapıya yöneldi. O esnada İsmail beyin tahta yığılırcasına oturmasının sesi geldi. Adamın kafasında ter damlacıkları oluşmuştu. Muhtemelen tansiyonu düşmüştü, yüzü fena halde beyazlamıştı. Bahadır beye döndü “Eğer başka bir yolu olsaydı bana gelmezdin, bana geldin, elime bakıyorsun, o zaman sana sunduğum teklife razı olacaksın” dedi. Bey biraz kendine gelerek hafifçe kafasını salladı. Bu esnada o ana kadar kenarda beklemekte olan pala bıyıklı, kalın kaslı kollu, geniş omuzlu, uzun boylu bir savaşçı öne çıktı kılıcını çekti, bağırdı “Beyim bu bastıbacağın tehdidine boyun mu eğeceksin?” İsmail bey acı acı güldü. Bahadır bir seksen beş boyundaki  adı Tuğalp olan savaşçının kılıcına baktı, güçlü vurmaya alışık olmalıydı, çünkü kılıcında küçük bir çentik gibi gözüken ama demircilikten biraz anlayan birinin rahatlıkla kılıcı baştan başa kat eden bir çatlak olduğunu anlayacağı bir hasar vardı. Bu beyin son direncini kırmak ya da oradan defolup gitmek için iyi bir fırsattı. Kılıcı Bahadır’ın boynunda dikkati ise beyde olan Tuğalp’in suratına baktı Bahadır, Tuğalp hala ona dönmemişti, hızla kılıcını çıkardı ve bir şangırtı duyuldu, Tuğalp’in kılıcı ikiye biçilmişti. Beyin kabul odasındaki herkes şok içindeydi, Bahadır hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp yürümeye devam etmeye başladı. Bey “Tamam, hepsine tamam, altını getirin, adamları getirin katibi ve mührü getirin!” diye inlercesine bağırdı.” Tuğalp şaşkın şaşkın kılıcına bakmaktaydı. Tuğalp çevredeki herkesle beraber kılıcının biçilmesi gösterisinden etkilenmişti. Bunun sebebi ise insanların illüzyon gösterilerinden etkilenmesi ile aynıydı. Sebebini bilmediğiniz basit bir mesele sizi etkileyebilir. Bahadır keyifle beyin senedi hazırlatmasını mühürlemesini, hazineden altını getirtmesini önüne koymasını ve dört tane adamını çağırmasını izledi. İsmail bey sıraya dizilmiş dört adamını tanıtmaya başladı. İlki az önce Bahadır’a kılıç çekmiş olan bir seksen beş boyundaki kaslı muhafızdı. Otuzlarının ortasında gözüküyordu, sert hatlara sahip yüzünde etkileyici kap kara bir pala bıyığı vardı ve geniş omuzları kalın kolları ile ürkütücü bir manzara oluşturuyordu. Üstünde deri yelek zırh, altında kollarını açık bırakan bir gömlek vardı. Bileklerinden dirseğine kadarsa yine deriden kolçaklar (kol zırhı) vardı. Altında savaşçıların çok tercih ettiği geniş pantolon ayaklarında ise deri çizmeler vardı. Tüm gücüne rağmen hala kırılmış kılıcının şokunu yaşadığı belli oluyordu. İsmail bey “Bu arkadaşla tanıştın, gazi bir savaşçı olan Tuğalp. Kendisi çok düşman tepelemiş bir yiğittir. Öküz gibi güçlüdür, sultanımızın ordusundaki büyük hizmetlerinden dolayı sarayımda muhafız olarak görevlidir.” İsmail bey Bahadıra yaklaşıp eğilerek “Çok akıllı sayılmaz ama göründüğü kadar da aptal değildir, seni düşmanlarına rezil etmez korkma.” dedi. İkinci sıradaki kişi elli yaşlarının başında kır sakallı, beyaz sarıklı ve siyah cübbeli bir adamdı. İlmiye sınıfından (kadı, imam) olduğu belliydi. Cübbesinin altında bir kılıç olduğu dikkatli bir kişinin gözüne hemen çarpardı. Vakur duruşu karşısındaki insanda saygı uyandırıyordu. İsmail bey “Bu ise Arif hoca, kendisi çok bilge bir kadıdır. Gerçi şu anda sana yüz suyu dökmek zorunda kalmamın sebeplerinden biri de o çünkü bu işi çözsün diye görevlendirdiğim halde başarısız oldu.” Arif hocanın başı biraz eğildi. Bahadır gülümsedi. Üçüncü sıradaki kişi Otuzlarının başında gözüküyordu, bir yetmiş beş boyundaydı yakışıklı, esmer bir yüzü vardı, bıyığı inceydi. Miğferi sarıkla değil beyaz börk ile sarılıydı. Üstünde varlıklı bir savaşçı olduğunu gösteren ve dizlerine kadar inen pul zırh vardı. Zaten diz kısmından da pahalı ve kaliteli bir deri çizme başlıyordu. Belinde asılı kılıcın kabzasından Bahadır hemen kılıcın usta işi olduğunu anladı. İsmail bey “Bu arkadaş ise Yusuf, şimdiye kadar hiç yüzümü kara çıkarmamış bir subaşıydı. Ne zaman başarısız olduğunu tahmin edersin.” Yusuf’un burun delikleri genişledi, yüzü hafifçe buruştu, Bahadır gülümsedi. “Kendisi tam bir komutandır, üstelik kılıç, mızrak, topuz, balta özellikle de at üstünde muharebe hepsinde çok mahirdir.” Dördüncü sıradaki kişi bir atmış beş boyundaydı. Çekik gözlüydü, yüzü sert ve duygusuzdu ama yakışıklıydı. Sakalı, bıyığı yoktu. Beyaz börk giymişti. En fazla yirmi yaşındadır diye düşündü Bahadır. Sırtında kirişi (yayın ipi) takılmamış olduğundan ters duran bir yay vardı. Belinin sol tarafında bir sadak (ok kutusu) sağ tarafında bir kılıç sallanıyordu. İsmail bey “Bu İlhan, Tatar İlhan, iz sürmekte at binmekte üstüne yoktur. Genç yaşına bakma ne bizde ne Moğollarda ondan iyi at üstünde ok atan bulunmaz, zeki, çevik ve beceriklidir. Yalnız Moğollar Tatar hanlığını yıktığında ailesini gözlerinin önünde katlettiklerinden biraz fazlaca acımasızdır ama senin için mesele olacağını sanmam.” Bahadır “Moğolların kafasını kesme işini sorgudan sonra yaptığı sürece sıkıntı yok.” dedi. İlhan gülümsedi. Bahadır herkesin gözü önünde altın dolu küçük torbayı aldı ve altınları tek tek saymaya başladı, bin altın olduğundan emin oldu. Adamlara döndü, “Beyler, bu işi bitirmek için görevliyiz. Maaşınızı İsmail bey ödeyecek.” Yusuf İsmail beye döndü “Beyim, bu paragözün bu iş için en iyi adam olduğuna emin misiniz?” İsmail bey “Sizden önce tüm olayı çözen kişi bu velet, onun yaptığı işin üstüne ne kadar koyabildik sen de biliyorsun.” Bahadır, Bey’e döndü “Beyim son olarak size ilk geldiğimde verdiğim eşyalara ihtiyacım var, hani şu işi bilen birileri iz bulur dediğim.” İsmail bey hatırladı. “Hemen eşyaları getirin.” Eşyalar bir tahta saplı çakı, bir örgü yelek ve gümüş bir yüzükten ibaretti. Beşli gurup Bahadır önderliğinde Akhisar çarşısına geldiler. Çarşıda bazı esnaflar Bahadır’a selam verip “İflas ettiğini duyduk, geçmiş olsun” dediler. Bahadır “Olur böyle, biraz para buldum ticarete dönüyorum.” diye cevap verdi. Esnaf “Yine mi tavukçuluk yapacaksın?” diye sorduğunda “Yok, şimdi ufak iş düşünüyorum, köyleri dolaşıp çerçilik yapacağım.” Tüccarlar vah vah çekince “Anca bu işi yapacak kadar para buldum.” diyordu. İki at arabası alıp içini köylerde satabilecekler bakır mutfak eşyası, tarak, makas, ayna gibi küçük eşyalar boncuk, iplik ve sair küçük eşyalarla doldurdular. Bu esnada çarşıda Bahadır’ın karşısında bir tüccar çıktı, Bahadır onu kenara çekti, bir şeyler konuştular, Bahadır ona bir şeyler verdi ve arkadaşlarının yanına döndü. Yusuf içinden bu para göz ne haltlar karıştırıyor diye düşündü. Sonrasında Bahadır kendisi için küçük bir tüccara yakışır bir elbise aldı, adamlarına ise tüccarlara yardım eden işçilerin giyeceği cinsten ucuz kumaştan ve sade koyu renklerde elbiseler aldı. Adamlarına kılıçları hariç zırh ve ekipmanlarını arabalara gizlemeleri emrini de verdi. Yusuf’a saf kan atını evde bırakmasını yerine gurubun diğer üyelerinin bindiği cinsten çok pahalı olmayan bir atla gelmesini tembihledi. Bir hafta içinde hazırlıklar bitip yola koyuldular. Tuğalp Yusuf’a “Bu çocuk neden bizi böyle işçi gibi giydirdi.” diye sordu. Yusuf “Galiba köyleri gezeceğiz, bu esnada dikkat çekmemizi istemiyor sanırım.” dedi. Tuğalp “Neden peki?” diye sordu. Yusuf “Emin değilim, yakında öğreniriz.” demekle yetindi. Güneş altında bir köyden diğerine gidiyorlardı, mal alıyor mal satıyorlardı. İki hafta böylece geçti. Yine bir köyde ticaret yapıyorlardı ki Bahadır ansızın durdu, Yusuf her ne arıyorsa bulmuş olmalı diye düşündü. Altı yedi yaşlarında küçük bir çocuğun yanına gitti, yanına çöktü, inanılmaz sevecen ve dost canlısı bir ifade takındı çocuğa “Yeleğin pek bi güzelmiş, kim ördü?” diye sordu. Çocuk sevinçle “Haminnem” dedi. Yelek oldukça zahmetli ve sık bir örgüyle örülmüştü, Bahadır’ın yanına aldığı yelekle aynı örgüydü bu.  Bahadır “Haminnen nerde, para vereyim de bana da örsün” dedi. Çocuk “Örmez ki, o sadece bize örer.” dedi. Bahadır gülümsedi ve çocuğun başını okşadı, ardından eline kavak ağacından yapılma bir düdük verdi. “Hediyem olsun.” dedi. Çocuk sevinçle düdüğünü öttüre öttüre gitti, Bahadır köylülere köy meydanında eşya satma işine geri döndü, ama bir saat geçmemişti ki yaşlı bir kadın dayak yediği belli ağlayan bir çocuğun elini tutarak belirdi. Kadın Bahadır’a yaklaştı “Bizim Ali hiç böyle yapmazdı ama galiba bunu sizden çalmış.” diyerek düdüğü Bahadır’a uzattı, Ali “Ben çalmadım, o verdi, o verdi hediye o!” diye ağlıyordu. Bahadır aynı çok sevecen rolünü takınarak “Nineciğim ben o düdüğü hediye ettim, torununuza kızmayın.” dedi. Kadın mahcup oldu. Bahadır’a “Sağ ol evladım.” dedi “Yetimimi sevindirdin.” Bahadır’ın içinde bir şey buruldu, ama yüzüne yansımaması için büyük bir gayret gösterdi. “Demek yavrucak yetim.” diyebildi. “Kadın teşekkürler evladım” deyip arkasını döndü, o esnada Bahadır İlhan'a çevrede kimsenin fark etmediği bir el hareketi yaptı, İlhan başıyla anladığını gösterir şekilde salladı. İlhan yirmi dakika sonra geri geldi Bahadır’ın kulağına kadının evinin yerini fısıldadı. Gün batımına bir saat kalana kadar satışa devam ettiler. Ardından Bahadır ve arkadaşları sanki oradan tesadüfen geçiyormuş gibi kadının evinin önüne geldiler. Bahadır eve geldi, kapıyı çaldı, içerden yaşlı kadın çıktı, Bahadır “Siz” dedi. Yaşlı kadın, “Buyur evladım, ne istedin.” diyerek cevap verdi. Bahadır, “Allah’ın hikmeti nine, yine karşılaştık, sabah yola çıkacağız ama köy misafirhanesi beş kişi alacak kadar büyük değil, bizde şu evinizin yanındaki boş tarlada çadırlarımızı kuralım dedik, elbette izniniz olursa.” Boş tarla, bu sözleri duyunca yaşlı kadının yüzüne bir hüzün çöktü, aylardan temmuzdu, hasat yapılmıştı ve tarlaların hemen hepsi bu yüzden boştu ama yaşlı kadının tarlasının bir süredir ekilmediği üstündeki yabani otlardan belliydi. Yaşlı kadın “Peki olur.” dedi. Akşam olmuştu, ekip çadırlarını kurmuş küçük bir de ateş yakmışlardı, ateş başında ekmeklerini ısıtıp peynir ekmek yemekteydiler. Bu esnada yaşlı kadın elinde bir testi ile belirdi. “Evladım size ayran getirdim.” dedi. Bahadır teşekkür etti ayranı su içtikleri taslara koydular testiyi iade ettiler, Bahadır yaşlı kadınla beraber yürümeye başladı. Gurubun kendilerini duyamayacağı kadar uzaklaşınca kesesinden çıkardığı on altını kadının eline tutuşturdu. Kadın itiraz etmeye çalıştı, Bahadır “Nineciğim torununun yetim olduğunu söyledin, ben de öksüz büyüdüm. Bu acıyı bilirim. Bu baktığın yetim yavru için lütfen reddetme” Kadın şaşkın “Ama evladım bu çok fazla, seni zor duruma koymayalım.” Bahadır sevecen tavrıyla konuştu “Nine, bu parayı ticaret vesilesiyle bana Allah verdi, benim vesilemle de sana bu parayı yine Allah veriyor. Veren Allah yine verir, sen torununa bak.” Kadın hüzünlendi ama parayı aldı “Allah senden razı olsun. Evladım.” Dedi. Bahadır “Nineciğim merakımı bağışlarsan bu çocuğun anasına, babasına ne oldu?” zaten hüzünlü olan ve içindeki dertleri kimseye anlatamayan kadın bir anda içini dökmeye başladı. “Oğlum, bu çocuk benim torunum değil, torunumun oğlu, benim bir kızım vardı, eşkıyanın birine aşık oldu, kaçtılar, babası kahrından öldü, başka çocuğum da yoktu. Kızımın kaçmasından, kocamın vefatından sonra yıllar geçti, torunumun babası bir gün kapımda bir çocuk ile belirdi. On iki yaşında bir tıfıl, adı Tahir, bu senin torunun anası öldü, sen bak dedi ve çocuğu bıraktı. Ben dul halimle torunuma bakmaya çalıştım, ama Tahir iyi çocuktu ama Tahir’in kafası sadece haytalıktaydı. Kadın başıma bin bir güçlükle büyüttüm onu, biraz büyüyünce köyden kaybolup gitmeye başladı, hep elinde parayla hediyelerle gelirdi. Oğlum bu para nerden diye sorunca üzümünü ye bağını sorma derdi. Bizim köyden bir kız sevdi, evlendi, bir çocukları oldu. Ah Tahir ah, haytaydı ama hep bizi gözetirdi, daha iyi yaşayalım diye uğraşırdı. İki sene önce son kez gidiyorum, çok para kazanıp geleceğim dedi, bir daha haberi gelmedi. Ama öldüğünü biliyorum. Ölmese kesin gelirdi, ne yapar eder gelirdi.” kadın ağlamaya başladı. Bahadır beş dakika kadar yaşlı kadının sakinleşmesini bekledi. Sonra “Nine çok talihsizmişsin, ama bu Tahir iyi birine benziyor, bence kesin onu bozan kötü bir arkadaşı vardı, yoksa niye o yoldan gitsin.” yaşlı kadın tam olarak Bahadır’ın istediklerini dökülmeye başladı. “Elbette vardı, komşu köyden Tufan, hep o girdi kuzumun kanına hep o.” Bahadır “Vay namussuz, inşallah belasını bulmuştur.” yaşlı kadın yırtınırcasına “Nerde, hala Taraklı yolunda eşkıyalık yapar, beladır, ne yakalayan çıktı ne öldüren Allah’ın belasını.” Bahadır konuşmayı fazla uzatmadı. Yaşlı kadının tüm ebeveynlerde bulunan kötülüğü çocuğuna yakıştıramama suçu başkasında bulma zaafından faydalanmış ve öğrenmek istediğini öğrenmişti. Bahadır ateşin oraya geldi, oturdu. Yusuf’a döndü. “Taraklı yolunda Tufan adında bir eşkıya varmış, canlı yakalamamız gerekiyor.” Yusuf Bahadır’a baktı “Ne yapacağız.” Bahadır, “Subaşı olan sensin her halde haydut nasıl yakalanır biliyorsundur?” Yusuf “Beyin talimatnamesi elimizde, bu civardan adam toplayıp eşkıya avına gidebiliriz.” dedi. Bahadır bir iç çekti bıkkın bir ifadeyle “Senin zeki olman gerekmiyor muydu? Peşinde olduğumuz kişileri uyandırmadan adamı yakalamalıyız.” Yusuf başını kaşırken Bahadır konuşmasına devam etti “Şimdiye kadar hiç kılıç dövüşünde bulunmadım, çatışma, savaş tecrübem yok, ona göre bu işlerin tamamı sizde.” ekip başlarını olumlu anlamda salladılar. Bahadır “çadıra uyumaya gidiyorum” dedi ve çadıra gitti. Bu esnada Tuğalp konuşmaya başladı “Biz iki haftadır köy köy geziyoruz ve adam bir anda kimi bulmamız gerektiğini söyledi, bu adam kim, neden bulmamız gerekiyor? Yetmezmiş gibi birde kılıcımı tek darbede ikiye biçtiği halde savaştan anlamam diyor ne iş?” Arif sakalını kaşıdı “Galiba bu kadın bir şeyler biliyordu. Bu adamın adını da ondan öğrendi.” Yusuf konuşmaya başladı “Kılıcına gelince daha önce de gördüm, bazen kılıçlar içten çatlar ama dışarıdan gözükmez, işi bilen biri o zayıf noktayı fark ederse rahatça bir kılıcı kırar Ama çocuk hiç savaştan dövüşten anlamam diyor.” Tuğalp şaşkındı, kafası karışmıştı ve ne diyeceğini bilemiyordu. Konuşmaya bu sefer İlhan girdi “Bir hafta hazırlık, iki hafta köylerde tüccar kılığında dolaşıp durma, pek bir şey anlamadım. Ama şunu söyleyeyim evvelki aramalara da katıldım, dağlarda kara elbiseli Mongol askeri arayıp durduk, ölüleri cesetleri inceleyip durduk, bir buçuk yıldır bu iş çözülmedi. Artık bu işi çözmeliyiz, yoksa İsmail beye yazık olacak.” Yusuf iç çekti “Ona yazık olacak da bize ne olacak, giderayak hepimizin ayağını kaydırabilir.” Arif sakalını kaşıdı “O zaman Yusuf sen şu haydudu nasıl kimseye çaktırmadan yakalayacağız planını yap, çünkü anlaşılan tek ipucu o adam.” Yusuf iç çekti, “Tamam, bir şeyler düşüneceğim.” dedi, hepsi çadırlarına çekildiler. Ertesi sabah ekip toplandı, bir araya geldiler biraz konuşup planı yaptılar. Ardından Yusuf köy merkezine gitti, orda bulduğu hemen herkese “Taraklı yoluna gideceğiz, yolda haydut var mı? Kaç kişiler, bizi yakalarlarsa her şeyi mi alırlar yoksa haraç alıp bırakırlar mı?” Gibi sorular sordu. Haydut gurubu otuz kişi kadardı, oldukça acımasızlardı ancak her geçenden haraç almıyorlardı, genelde tüccar görürlerse saldırıp öldürüyor tüm mallarını alıyorlardı. İki at arabası üstünde öğleye doğru Bahadır ve Arif yola çıktılar. Yaşlı adam öndeki arabayı, genç ise arkadaki arabayı kullanıyordu. Yolda beklenen oldu haydutlar ortaya çıktı. Haydutlar önce uzun mızraklarla iki arabalık konvoyun önüne atladı ve atları uzun mızraklarının ucunu göstererek durdurdu. Bu esnada aynı şekilde arkadan da uzun mızraklı haydutlar çıktı, toprak yolun bir tarafı ağaçlık alan diğer tarafı ise arabaların çıkamayacağı bir tepeydi, kaçacak yerleri yoktu. Arif ve Bahadır arabalardan ellerini kaldırarak indiler. Bu esnada diğer haydutlar ağaçlık alandan çıkarak arabaları yağmalamaya başladılar. Bu esnada eşkıyaların başı elleri havada bekleyen Bahadır’la Arif’in yanına geldi. Kıvrımlı hançerini çıkardı ve Bahadır’ın boynuna dayadı. Arif, “Direnmeyeceğiz, teslim oluyoruz” dedi. Haydutların reisi olduğu belli olan kişi sap sarı dişlerini göstere göstere sırıttı “Canlınız bir şeye yaramaz.” dedi. Hançerini saplamak için geriye çekti bu esnada Bahadır “Babam, babam size benim için yüz altın verir, lütfen canımı bağışlayın!” diye bağırıp ağlamaya başladı, Arif Bahadır’ın oyunculuk yeteneğine hayran kalmıştı. İçinden “Lan bu çocuğun beceremediği bir şey var mı.” diye geçirdi. Çünkü Bahadır’ın zerre kadar korkmadığını biliyordu. Haydut reisi “Söyle bakalım baban kimmiş, neredeymiş?” Bahadır “Taşhisar'dan Tüccar Rıfkı.” Bu sefer haydut reisi Arif’e yöneldi Arif “Ben çok varlıklı değilim beyim ama benim hanım benim için biriktirdiğim yirmi beş altını verir, Taşhisar'dan Cemile kadın, Çeşmeli medresesinin hemen yanında evimiz var.” Haydut hançerini indirdi Arife “Şanslısın, eğer Taşhisar’a adam yollamayacak olsaydım yirmi beş altın seni kurtarmazdı.” Rol yapma sırası Arif’teydi sanki rahatlamış gibi bir oh çekti. Ellerini bağladılar, kamplarına götürdüler. Haydutların sayısı otuz kadardı, Bahadır ve Arif elleri arkadan bağlanmış halde oturuyorlardı. Haydutlardan birisi fidyeyi almak üzere Taşhisar’a yollandı. Taşhisar’a giden haydut kamptan bir saat kadar uzaklaşmıştı ki karşısına üç kişi çıktı, haydut karşısındakilerin niyetinin iyi olmadığını anladı, atını dört nala üstlerine sürdü, uzun boylu olan üstüne gelmekte olan atın kafasına tüm gücüyle bir yumruk attı. At devrildi. Haydudun bacağı ölmüş atının altında kalmıştı. Acıyla bağırmaya başladı ama kamptan sesinin ulaşmayacağı kadar uzaktaydı. Yusuf hayduta yaklaştı kulağından tuttu, “Sana bir soru soracağım, eğer cevap verirsen kulağın yerinde kalacak eğer vermezsen, diğer kulağına geçeceğim, sonra dişlerine sonra… Neyse sen meseleyi anladın.” Haydut korku içinde gözlerini pört pört açmış halde kafasını salladı. Sana bir kişinin ismini soracağız Tufan.” Haydut istemsizce gülmeye başladı, hatta gülmesi manyakça bir hal aldı, beş altı dakika sonra sustu. “O sünepeyi ne yapacaksınız?” Yusuf şaşırmıştı, Tufan’ın haydutların reisi ya da yardımcısı falan olmasını bekliyordu, Yusuf “İşimiz var onla, neye benzer, nasıldır bir tarif et.” Haydut “Eğik ağızlı, yamuk kafalı hafif topal biridir, kampın angaryasını yapmasa çoktan kurtulmuştuk sünepeden.” Yusuf tamam anlamında kafasını salladı, İlhan hızlı bir hareketle kılıcını haydutun kalbine sapladı, adam kıpırdayamadan öldü. Bahadır elleri bağlı oturmaktaydı, fidyeci gidene kadar sessizce oturdu, fidyeci gittikten iki saat sonra Bahadır çevresine dikkat kesildi. Yanlarından bir haydut geçerken Arife dönüp “Hiçbir şeye değil de o şaraba acıyorum” dedi. Haydut hemen Bahad��r’a doğru yöneldi, yakasına yapıştı “Hangi şarap?” diye sordu. Bahadır “Arabadaki iki küp şarap.” dedi. Haydut gözlerini iri iri açtı, “Demek arabada şarap vardı nerde, nerde şarap!” Bahadır omuz silkti “Ben ne bileyim arabaya siz el koydunuz.” Haydut öfkeli bir biçimde reisin çadırına gitti, “Reis hani ne alırsak gizlemeyecektin hakkımızı alacaktık, şarap nerde?” Bir anda eşkıya reisi çadırdan fırladı “Ne şarabı, ne alıkoyması, sen kendini ne sanıyorsun!” Bu esnada eşkıyalar reislerinin çadırı etrafında toplandılar. Eşkıya reisinin kendi adamlarından çalması hiç bir eşkıyayı şaşırtmazdı. Yağma esnasında eğer diğer haydutlardan kimse görmüyorsa değerli bir şeyi cebe atmak eşkıyalık adeti gibi bir şeydi ama kendilerinden çalınan şeyin şarap olması tüm eşkıyaları kızdırmıştı, şarap demek keyifli bir gece demekti ve reislerinin onlardan bunu çalması kabul edebilecekleri bir şey değildi. Reisin has adamları reisin yanında yer alırken diğer eşkıyalar karşısına çıkmışlardı. Reis bağırdı “Durun, eğer gerçekten şarap olduğunu söylüyorsan getir göster.” Kampta kargaşa varken İlhan kolayca Bahadır’a yaklaştı, Bahadır’a “Tufan kafası yamuk, ağzı eğik hafif topal bir adammış, kampta köpek gibi davranılan biriymiş.” dedi. Bahadır “Şarabı nereye gizlediniz?” diye sordu, İlhan eliyle işaret etti ardından ağaçlık alanda kayboldu. Bahadır ve Arif soyuluyorken Tuğalp şarap küplerini kampa gizlemişti. Eşkıyalar tartışmadan sonra şarap aramaya başladılar, hatta içlerinden biri reisin çadırına bile girmeye kalktı. Reis boğazına eğik hançerini dayayarak eşkıyayı önledi. Sonra bağırdı, “Bu yalanı kim uydurdu!” Bahadır’la konuşmuş olan eşkıya hemen Bahadır'ın yanına gitti, ona “Dediğin yalansa öldün çocuk!” dedi. Arif “O şarap nerde bilmiyor, nereye koyduklarını ben gördüm.” dedi. Eşkıya “Niye en başından söylemiyorsun!” diye bağırdı Arif “Başımız belaya girer diye korktum beyzadem.” dedi. Elleri bağlı iki rehine önde Eşkıyalar arkada Arif’in gösterdiği yere geldiler. Arif bir bir ağacın altında küçük bir tümsekcik gösterdi, eşkıya reisin şaşkın bakışları arasında kumu kazıdı ve kolayca iki küp ortaya çıktı, içlerini açtıklarında şarap dolu olduğunu gördüler. Reis bağırmaya başladı “Hayır ben sizden şarap falan gizlemedim, oyun bu, bu adamların oyunu bu!” parmağını iki rehineye doğru sallıyordu, Bahadır soğuk bir ifadeyle “Yani diyorsun ki elleri bağlı, bir piri fani ve bir velet kalktı her biri birer kantar gelecek bu iki küpü kaldırdı ve buraya gömdü.” Reis daha da çıldırmıştı. Hayır diyorum ben sizden şarap falan gizlemedim. Bahadır eşkıyalara “Sen şimdi arabada bin altınlık torbayı da gizlememişsindir!” dedi. Eşkıyalar reislerine döndüler reis bağırmaya başladı “Valla altın falan çalmadım, yalan üçkağıt, siz çaldınız siz gizlediniz!” bu esnada kılıcını çekti. Bunun üzerine tüm eşkıyalar silahlarına davrandılar. Bahadır ve Arif yavaş adımlarla bölgeden uzaklaşmaya başladılar, kimse onlara dikkat etmiyordu, tüm eşkıyalar altın tartışmasına girmişti. Bir anda tartışma çatışmaya dönüştü, kılıç çınlamaları duyuldu, Bahadır güçsüzlüğü nedeniyle geride duran Tufan’ı fark etti, Arif’e “Orda, Tufan orda!” dedi. Tufan’ı başına bir şey gelmeden çatışma alanından çıkarmaları gerekiyordu. Yoksa tüm emekleri boşa gidecekti, Bahadır ve Arif iplerini çoktan çözmüştü, sadece iplerin hala bağlıymış gibi durmasını sağlıyorlardı. Arif atıldı, dikkati çatışmaya dönmüş olan kısa boylu yamuk kafalı adamı eline aldığı bir ağaç parçası ile birkaç darbede yere serdi. Ardından Bahadır’la birlikte kollarından tutarak çekmeye başladılar. Bu esnada üçlü dostlarına denk geldiler Tuğalp Tufan’ı omzuna yükledi ve hızla ordan uzaklaştılar. Kamptan uzaklaştıklarında Yusuf sordu “Daha Akhisar’dayken şarabı satın aldın. Şarap gerekeceğini nerden biliyordun?” Bahadır cevap verdi “Erkeği kötü yola düşüren üç şey vardır, kadın, şarap ve kumar, uğraşacağımız kişilerin eşkıya olacağını biliyordum, yani bu üç şeye zaafları olacaktı.” Tuğalp Bahadır’a sordu “Neden eşkıyaları öldürüp her şeyi geri almadık?” Altınlarda dahil olmak üzere gerçekten değerli olan eşyaların Taraklı yoluna çıkmadan saklamışlardı ama arkalarında eşkıyalara bıraktıkları eşyalar yine de epey ederdi. Bahadır “Aralarında çatışma bittiğinde birkaçı ölmüş biri kaybolmuş ve iki rehineleri kaçmış olacak. Ancak hiç kimse bir şeyden şüphelenmeyecek. Bu işlerin arkasında kim varsa uyandırmamalıyız. Eğer koca bir eşkıya çetesi yok edilseydi bir ihtimal bu işlerin arkasındaki her kimse uyandırabilirdik.” Ekip eşyalarını ve atlarını koydukları yere varmıştı. Bahadır Tuğalp’e “Şu ağacın altına bırak.” diyerek bir ağacı gösterdi, eşyalarının olduğu yere gitti, beline kılıcını taktı ve içinde yirmi farklı, ot, toz ve mineral olan ot kesesini eline aldı. Bahadır Tufan’a bir toz koklattı. Tufan gözlerini açtı, bir süre şaşkın şaşkın çevreye bakındı, Tufan kendisine gelince Bahadır “Bak Tufan bir kez soracağım, sende doğru cevap vereceksin...” Tufan başını olumlu anlamda salladı Bahadır “ Senin köyünden Tahir hakkında ne biliyorsun.” Tufan; “Pisliğin biridir, işe yaramazdır, beceriksizdir...” Bahadır konuşmasına izin vermedi, tam suratına bir tekme attı. “Tamam, çok iyidir, beceriklidir...” yine bir tekme Tufan’ın suratına indi. Bahadır cidden endişelenmişti, karşısında tam bir yavşak vardı, hem de öyle sıradan bir yavşak da değil gerçekten aptal bir yavşak. Bu adam Bahadır ne duymak istiyorsa onu söylemeye çalışacaktı, bu esnada da gerçekleri hiç çekinmeden saptıracak hatta yalanlar söyleyecek üstelik yalan söylediğini kendisi bile fark etmeyecekti. Bahadır bu karaktersiz heriften istediği bilgiyi nasıl alacağını düşündü. “Bana Tahir’le çocukluğundan başlatarak anlat.”  Uzun uzun anlatmaya başladı, anlattığı şeye dikkat eden biri onun Tahir’i kötülükler konusunda teşvik eden dalkavuk biri olduğunu anlayabilirdi. Fiziksel görünümü nedeniyle diğer köylü çocukları tarafından dışlandığından Tufan Tahir’e yanaşmıştı, Tahir’de Tufan’a hem ayak işlerini yaptırmış hem de onu bir süre yancı olarak tutmuştu. Tahir Tufan’ın ne kadar işe yaramaz olduğunu anlayınca ona yol vermişti. Tufan “Tahir en son şu yanındaki gibi gözleri olan (İlhan’ı işaret ediyordu) birileri ile görüşürken gördüm.” dedi. Bahadır “Nerde?” diye sordu. Tufan “Taşkını kalesinde.” dedi. Bahadır, Emin misin diye sordu, Tufan “Ahan da şu iki gözüm önüme aksın orda gördüm.” dedi. Yusuf araya girdi, “Taşkını Kalesi derken Yüksek Hisarın ötesindeki Taşkını’nından bahsediyorsun değil mi?” Tufan “Evet, Yüksek Hisarın ötesinde, Şivan’ın kontrolündeki taşkını.” Yusuf baya şaşırmıştı. Taşkını kalesinde Moğolların bulunması önemli bir meseleydi. Ama tek ipucu da buydu. Bahadır öğreneceğini öğrenmişti. Yusuf’a döndü, “soracak bir şey kaldı mı?” diye sordu. Yusuf “Hayır.” dedi. Bahadır bu yavşaktan daha fazla bilgi alamam diye düşündü kılıcını çekti ve Tufan’ın boynuna vurdu, Tufan kanlar içinde çırpınmaya başladı, Bahadır şaşırmıştı, onun durduğu esnada Yusuf kılıcını çekti yarım kalan işi bitirdi. Sonra Bahadır’a dönüp “Bilmiyorsan bilene söyle o yapsın!” dedi. Bahadır, “Öğreniyoruz, öğrenirken olur böyle hatalar.” Dedi. Tuğalp, “Amma soğukkanlı katilsin Bahadır, ben hayatımda hiç senin gibi ilk kez adam öldürürken böyle rahat olan görmedim.” Bahadır “ Eğer masum bir insanı öldürseydim kendimi asla affetmezdim. Kahrolurdum ama öldürdüğüm bir haydut. Eline fırsat geçse beni hiç tereddüt etmeden öldürecek, sağ kalırsa masum insanları öldürmeye devam edecek bir haydut. Mantığım onu öldürmemin hiçbir kötü yönünün olmadığını söylüyor, bu yüzden içim rahat.” Arif Bahadır ne derse desin ondan korkmak lazım diye içinden geçirdi. Haminne: Hanım nine kelimelerinden oluşan eski bir tabir. Genelde ninenin annesi için kullanılır. Mustafa Söylemem Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Read the full article
0 notes
haberoldu-blog · 6 years
Text
Fenerbahçe'de kara bulutlar dağılıyor
https://haberoldu.com/fenerbahcede-kara-bulutlar-dagiliyor
Fenerbahçe'de kara bulutlar dağılıyor
Anderlecht karşılaşmasının ardından puanını 7’ye çıkaran sarı-lacivertli ekip, 9 puanı bulunan Dinamo Zagreb’in ardından 2’nci sırada yer aldı.  Spor Toto Süper Lig’de Galatasaray ile oynanan derbide Koray Şener’in vefatı ile derin üzüntü yaşayan Fenerbahçe 2-0’dan 2-2’ye gelen maça rağmen sevinemedi ve dün gece Avrupa maçında duygusal bir maça çıktı. Galibiyet Koray Şener’e hediye edilirken Avrupa’da galip gelerek moral buldu. Ligde kötü gidişata çıkış arayan ve seri yakalamak için elinden geleni yapan sarı-lacivertliler Pazar günü oynayacakları Aytemiz Alanyaspor karşılaşmasını da kazanarak milli araya üzerindeki kara bulutları dağıtarak girmek istiyor.
VALBUENA IŞIK SAÇTI
Fenerbahçe’de Phillip Cocu’nun görevden alınmasının ardından takımın başına geçen Teknik Sorumlu Erwin Koeman ile atağa geçen Mathieu Valbuena, ışık saçtı. 
Ligdeki Galatasaray derbisi ile tekrar atağa geçen ve başarılı oyun sergileyen Valbuena, geride kalan haftalardaki kötü görüntüsünü unutturdu. Fenerbahçe’nin son 2 maçında 2 gol 2 asistle olumlu gelişmeler gösteren Valbuena, performansı ile göz doldurdu. 
ELJİF ELMAS: “DAHA İYİ OLACAĞIM”
Fenerbahçe’nin Mekedon genç yıldızı Eljif Elmas, ilerleyen zamanlarda daha iyi olacağını söyledi. 
Sarı-lacivertli takımda özgüveni ile genç yaşına rağmen sorumluluk alan Eljif Elmas, performansı ile herkesin beğenisini kazanıyor. Teknik heyetin tarafından da idmanlarda ve maçlardaki hırsı ile dikkatleri çeken Eljif Elmas, “Daha yaşım genç. Koşmaya, çalışmaya çok ihtiyacım var. İlerleyen zamanlarda daha iyi olacağım. Bulunduğum mevkii de çok koşmamı, çalışmamı gerektiriyor” dedi. 
BARIŞ ALICI: “ÇALIŞMAYA DEVAM”
Fenerbahçe’nin Altınordu’dan takıma dahil ettiği Barış Alıcı, çalışmalara devam ediyor. Bu sezon sarı-lacivertli ekip ile 2’si ilk 11 2’si de sonradan oyuna dahil olmak üzere 4 kere forma giyen Barış Alıcı, bekleyişini sürdürüyor. Ligin ilk haftasında oynanan Bursa maçı ile ikinci haftadaki Evkur Yeni Malatyaspon maçında ilk 11’de görev alan Barış Alıcı, üçüncü haftadaki Göztepe ve 7’nci haftadaki Çaykur Rizespor maçlarında ise sonradan forma bulabildi. Genç futbolcu geride kalan lig ve Avrupa maçlarında yedek kulübesinde şans verilmesini bekledi. Sarı-lacivertli formanın değerini bildiğini kaydeden genç futbolcu, sonuçta kararı hocanın verdiğini ifade ederek, “Yapacak bir şey yok. Çalışmaya devam edeceğim” dedi.
MEHMET TOPAL HAZIR
Fenerbahçe’de kasık fıtığı ameliyatı olan ve bir süre takımdan ayrı kalan Mehmet Topal, ligdeki Aytemiz Alanyaspor maçı ile forma hasretine son verecek. 
Ligde en son 8’inci haftada Medipol Başakşehir maçında forma bulan tecrübeli futbolcunun, UEFA Avrupa Ligi D Grubu 4’üncü maçında Anderlecht karşısında riske edilmezken, Jailson’un da cezalı olması nedeniyle  Alanyaspor karşısında ilk 11’de görev alacak. 
Öte yandan sarı-lacivertli ekipte Mehmet Ekici, Tolga Ciğerci ile Oğuz Kağan Güçtekin’in sakatlıkları devam ederken, Jailson’un yanı sıra Soldado da cezalı olduğu için Alanyaspor maçında görev alamayacaklar.
Kaynak: HABER7.COM
0 notes
uykumgeliyor · 7 years
Text
Babadan nefret ediyorum.19 haziran artık babam benim için bitiği tarih hayatıma çeki düzen vereceğim tarih gerçek dostlar bulucağım tarih.Yine sözümde duramıycam biliyorum babam bana bir adım atacak ben ona koşa koşa gitcem çünkü tutunacak bir dal arıyorum.Normal babalar kızı ağlıyor diye göz yaşına kıyamaz benim babam ise ağlıyorum diye bana kızıyor.ben bugüne kadar ona hiç birşey yapmadım tamam kabul ben yaramaz bir çocuğum peki ablam biz ona naptık ben bir kere bire karşıma babamı alıp benim şu dertim var diyemedim son bir kaç aydır para bile istememedim şuna ihtiyacım var diyememedim ama o bana bir adım atsa ben ona koşardım kıymazdım anneme karşı hep onu savundum en kötüsüde ne biliyormusun git gite babama benzemem ama ben onun gibi olmam babam Önceden çok severdim ama şimdi öyle değil artık ondan nefret ediyorum böyle diyorum ama yazarken bile içimde bir parça sevgi var ah be babama beni soktuğun şu hale bak çocukluğumu gençliğimi aldın elimden geri verebilecekmisin bana hayır mahvetin hayatımı oysa ben seni hep düşündüm kendimden önce seni düşündüm senin yüzünden annemden nefret etim ama sen bunları hiç hak etmedin sen neyi haketin ha hiçbirşeyi ne annem gibi eşi hak ediyorsun nede bizim gibi çocukları sen bencil aptalın tekisin ben bu hale soktuğun için teşekkürler bir çok şey öğredin mesela beni kimse sevmez düşünsene babama bile beni sevmemiş kim napsın beni ablam oysa öyle değil onun dostları var benden bile önce gelen bağlandı o hayata farklı şekilde annem onunda ablam gibi kızı var peki benim kimim var dost desen yok aile desen paramparça kendimden başka kimsen yok ulan hergün odadasından dışarı çıkmaya kimseyele görüşmeyen insanın hayatıda hayat be sadece senden tek birşey istiycem baba oturalım konuşalım anlatıyım sana yaşadıklarımı vurmak kızmak yok dinle sadece çok birşey istemiyorum ben ya ben senin için herkesi karşıma aldım annemi 3 ayaklı kedi sen bu hikayi bilmesin ama ana karakter sendin o günü hiç unutmam okulda ağlayark çıkmıştım senin sayende bilmediğim sokaklardan geçtim ağlayarak soğuk bir kış günüydü hafif karlı bir havaydı ben yine seni sevmek için neden buluyordum anneme atıyordum tüm suç onun diyordum oysa seninde be baba ben bir türlü kendime yediremedim tüm suç senindi çocukende utanırdım senden işinden filan dolayı değil yapatıklarından dolayı arkdaşlarıma anlatmam seni pek çünkü benim anlatacak bir babam yok...
0 notes