Tumgik
#iptila
Text
"Seni en iyi toplayan insan seni en çok dağıtandır."
2 notes · View notes
umuttherzamanvar · 5 months
Text
#FETUHU'L GAYB
Fütuhu’l Gayb Gizliden Sesler Gavs’ül Azam Seyyid Abdülkadir Geylani İÇİNDEKİLER: Makale: VAZİFE Makale: HAYRI TAVSİYE Makale: İPTİLA Makale: MANEVİ ÖLÜM Makale: DÜNYA VE HALİ Makale: HALKI BIRAKMAK Makale: KALBİN HASTALIĞI Makale: ALLAH’A YAKINLIK Makale: KEŞİF VE MÜŞAHEDE 10. Makale: NEFİS VE HALLERİ Makale: ŞEHVETİN BEYANI Makale: DÜNYALIĞI SEVMEK 13. Makale: ALLAH’IN EMRİNE TESLİM…
View On WordPress
2 notes · View notes
yakazakalb · 1 year
Text
"İptila (imtihan denenme) edilmemiş bir hayatı yaşanmış saymam."
(Sokrates)
9 notes · View notes
akilfikirgezegeni · 1 year
Text
"Kendinize yabancılaşmanız başladığında dünyaya yabancılaşmanız sona erer" diyor Engin Geçtan #hayat kitabının sayfaları arasında. Ve devam eder; ANLAŞILABİLME umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark edemeden. Çünkü, beğenilmeyi merkez alan bir dünya, insanın kendi içinde giderek daha sıkı kilitlenmesine ve çıkışı bulunamayan bir yalnızlığa gömülmesine neden olabilir. Dolayısıyla, kendini var hissedebilmenin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı. Beğenilme öylesi bir iptila* ki bu ihtiyaç karşılanamadığında yaşanabilecek bozgundan kaçınmak için sergilenmekte olan performansın aralıksız sürdürülmesi zorunlu hale gelir. Bunun sonucu olarak, hayatını beğenilme üzerine kuran insanların derininde, çoğu zaman dışarıdan fark edilemeyecek kadar iyi maskelenmiş bir depresyon yaşanır.
Engin Geçtan/Hayat-Metis Yayınları
*heves, alışkanlık, düşkünlük
1 note · View note
benimpencerelerim · 1 year
Text
HELAL DEPREM
Nuray Büyükdağ
05 Mart 2023
Helal etmiyoruz! Soruyoruz, sormaya devam edeceğiz; şimdi çok daha renkli bir masada, "yeni şeyler söylemek lazım"
Yok, artık hiçbir kaybı normalleştirmeyeceğiz...
Sorumsuzluğu iptila haline getirenler istifa etmek yerine "helallik" istiyorlar.
Yok öyle her defasında "Ne yapalım oldu işte, kader planı, bu işin fıtratında var…" gibi söylem arsızlıklarıyla yaşattıklarınızı balçıkla sıvamak! Hesap vereceksiniz!
İnsanlar üç gün boyunca, kulaklarında enkaz altındaki sevdiklerinin yardım sesleri, tırnaklarıyla kazıya kazıya yakınlarını kurtarmaya çalışırken siz neredeydiniz?
Yaşam için kritik olan ilk üç gün, haykıra haykıra "Vinç istiyorum, hilti lazım, iş makineleri gönderin, AFAD nerede!" diye bağırmaktan sesi kısılanların yakınları, enkaz altında soğuktan donarak ölürken, siz sıcak saraylarınızda ne yaptınız?
Yurtiçinden ve yurtdışından bir çırpıda gelen, yemeden içmeden "can pazarına" yetişmeye çalışan madenciler, itfaiyeciler, arama kurtarma ekipleri, gönüllüler, inşaat işçileri… Havaalanlarında, şehir girişlerinde "hangi sayın(!) kişinin talimatıyla" neden bekletildiler, enkaz alanlarına niçin geç gönderildiler?
"Hem her şeyin yetkilisi hem hiçbir şeyin sorumlusu"nun emirleri beklenirken kaç kişi soğukta, yağmur altında aç susuz bekletildi, kaç can yitirildi?!
İtibarınızı kurtarmak, koltuklarınızı korumak için sosyal medyayı kısıtlayıp, enkaz altındakilerin dışarıdakilerle haberleşerek enkazdan kurtulma ihtimallerini engelleyerek çok sayıda insanın hayatına sebep olmak hangi "kader planı"nın içinde var?
Cenazelerine tek parça ve tanınır halde ulaşacak kadar "şanslı(!)" olanların, yakınlarının naaşlarını kefen yerine poşetlerde taşıması, cenazelerin günlerce sokaklarda bekletilmesi o çok hassas olduğunuz "ülke kurumlarınızın vicdanına, ahlakına" sığıyor mu?  
Ads by
Kiosked
Soracağımız daha onlarca soru var elbette, "günü geldiğinde açacağınız deftere" yazacağımız.
Yardıma koşanları hedef gösteren, onlara "leş kargaları" diyerek hakaret edenler, onca insan soğukta çadır ve gıda beklerken Kızılay’ın elindekileri satmasını protesto edenleri ablukaya alıp coplarla saldırarak gözaltına alanlar ve aldıranlar… Sizi de Antakya, Elektrik mahallesinde enkaz altında ailesini kaybedenlerin ahına havale ediyoruz…
"Elektrik mahallesi, Antakya gerçekten kaderine terk edildi. Resmen ölüme terk edildi. İnşallah kendileri de yaşasınlar bunları. Yaşasınlar! Yaşasınlar! Yaşasınlar! Beter de olsunlar!"
Yok, artık hiçbir kaybı normalleştirmeyeceğiz. Yaşananların hesabını bir araya gelerek, en örgütlü halimizle sormaya devam edeceğiz. Devam edeceğiz ki bir daha bu acıları yaşamayalım. Bu kaybı hep hatırlayıp ama ağırlığı altında ezilmeden, tıpkı depremde olduğu gibi muazzam bir dayanışmayla bir araya geleceğiz. Elbirliğiyle, gayretle yepyeni bir ülke inşa edeceğiz. Şunun şurasında ne kaldı! Umudu çoğaltıp vicdanlı, ahlaklı, adil, mutlu bir yaşam kuracağız.
Taşlar yerine oturdu, yola devam… Rengârenk bir masada, "şimdi yeni şeyler söylemek lazım".
0 notes
izimbozada · 2 years
Photo
Tumblr media
✨ Hayalinizdeki romantizm burası olabilir mi? @labohemekabak 👨‍🌾 Sabah gözlerimiz ikindi gözlerimizden daha farklı bir dünya tarif ediyor bize. Ah bir de akşam gözlerimiz yok mu🌻🎶 La Boheme Kabak için akşam üstü yola çıktık, yaklaşık yarım saat süren bir yoldan Kabak’a vardık. Kabak’ın yamacında kalan La Boheme’in güzel ve sakin havasının içine dalıverdik. Burası bizim kalbimize ve ruhumuza çok iyi geldi🙏🏻 🌿Akşam güneşinin İptila isimli odamızı ayna gibi parlattığı dingin atmosferinden yazıyoruz size. Penceremizden Kabak Vadisinin yaşayan tabiatının bütün görkemi uzanıyor…Gaflet eseri unuttuğumuz şey de; Kabak’ın bu şaşırtıcı doğasının içine doğduğumuz ve halihazırda çok yaşlı olan bu dünyada ne kadar genç/toy olduğumuzu hatırlatıyor oluşu… 🍯Ertesi sabah reçellerin ve çeşit çeşit peynirlerin masaya getirildiği ve mümkün olanın en mükemmeli olan ekmeklerle, simitlerle, açmalarla kahvaltı sofrasını şölene dönüştürdükleri uzun ve bol zaman alan bir sofra ile günümüz başladı La Boheme’de. 🎒 Kahvaltıdan sonra otelden bir fersah ötede, pek hoş yoldan yürüyerek ulaştığımız Boncuk Koyu’nu çepeçevre çok yüksek aşılmaz dağlarla çevrili olduğu için çok sevdik. Gün batımına doğru gerisingeri La Boheme’e dönüp, otelin ahşap platformdan denize girebileceğimiz iskelesinde 🍹kokteyl keyfi yaptık. Burada tüm günümüz romans yaparak geçti. Ayrıyeten, La Boheme’in güzel bir yoga yapabileceğimiz platformunu ve masaj hizmeti keyfini de kaçırmadık. ✏️ Özel bir not: otelin önündeki ahşap iskelelerinde her gün sizi bekleyen tekneleri ile Akdeniz’in çivit mavisi sularına açılabiliyorsunuz. 🗝 La Boheme’in bazı odalarının hem içinde hem de kendilerine ait özel teraslarında jakuzi bulunuyor. Ve, otelin konumu da denize sıfır. Yaz-kış açık bir mekân burası. ✨ Konsept: 18 yaş üstü. 📝 Küçük Oteller takipçilerine özel %10 indirimleri bulunuyor. Odalar 26-50 metrekare arasında değişiyor. 📞 Telefon 0533 4132525 2 kişi gecelik oda kahvaltı fiyatları Mayıs’ta 2900 TL’den başlıyor. ✏️ Daha fazlası blogda www.kucukoteller.com.tr/la-boheme-kabak 🐶Evcil dostlarımız için maalesef uygun değiller. (Kabak Vadisi) https://www.instagram.com/p/Cd03kJGsL_T/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
conteurdhistoire · 4 years
Text
Ben bir kitapla okumaya başlamıyorum. Mesela benim gece ve gündüz dediğim kitaplarım vardır. Gündüzleyin ağır bilgi veya tez içeren kitaplar okurken gece yatmadan önce roman okumayı seviyorum.
Bazen tuhaf gelmiyor da değil hani, kitap okumaktan yorulunca dinleneyim diye başka bir kitaba sarılıyorum.
Buraya şu klasik sözümü yazıp iyi geceler diliyecem. "Okumak iptiladır, müptelalara selamlar" hihihihi... İyi geceler.
7 notes · View notes
hecedarussuffah · 4 years
Text
Tumblr media
BELANIN KONU BAŞLIKLARI.
Demek ki bela dediğimiz sınama; kelimenin tam manasıyla kişinin durumunu dışarı çıkaran bir hadisedir. Emar gibi...
Gidip emar çekiliyoruz ve vaziyetimiz ortaya çıkıyor. Ne durumdayız, akciğerler nasıl, karaciğerler nasıl, mide nasıl, beyin nasıl... Buna dair nasıl böyle bir yoklama yapılıyor ise, Cenab-ı Hakk'ın yoklama araçları da benzer yoklama araçları. Esas olan: Kişinin vaziyeti nedir?
Şu halde belalara uğrayacağımız, sınamalardan geçirileceğimiz hususu; önü alınamaz, engellenemez, durdurulamaz bir şey olduğuna göre, çünkü Cenab-ı Hak "Kesinlikle sizleri ibtilâ edeceğiz, yani belalara uğratacağız."¹ diyerek konu başlıklarını da sayıyor:
"Biraz KORKUYLA.
Ve AÇLIKLA
MALLARDAN eksilterek.
CANLARDAN yani sevdiklerimizden eksilterek.
Ve ÜRÜNLERDEN..."²
¹ Mülk, 2
² Bakara,155
2 notes · View notes
belkidebirharfimben · 3 years
Video
youtube
Selamün aleyküm arkadaşlar. 8. Söz okumalarımızda finale yaklaştık. Herhalde bir sonraki ders vedalaşmış olacağız. Cenab-ı Hak eksiğimizle/noksanımızla kabul buyursun. Rahmetiyle kusurlarımızı yamasın. Hayır şüphesiz Ondandır. Biz de Ondan dileriz.
0 notes
nazeningh · 2 years
Text
Bütün hüsnü düşünceleri yutan vesveseye iptila olmak, aydınlıkları yutan gecenin karanlığında..
6 notes · View notes
zeriri-lal · 2 years
Text
+Sen hiç ateşten bir kadehe dudak uzattınmı? Yanacağını bile bile.
- Zaten yanan,küle dönen bir insanı ateşten kadehle korkutamazsınız.
+ Söyleyin efendim! Varlığı acı olan insanlar her gece kavrulurken, cehennem kuyusu lezmden yükselirken çığlıkları, siz korkmazmısınız.
- Benim ruhum 17 yıl boyunca ezbere bildiği acıyı benimsemiş, ruhum o acıyı sarmış, onu yakan ateşi sevmiş.Siz bilmezsiniz, ben o ateşten kadehlerde ağzımı çok yaktımda,yine iptila olduğum o yılların her adımını elimde kavrulan közlerle çok izledim.
- Son üfleyenin o olması için mi?
5 notes · View notes
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
“Ölüm dünyanın gerçek yüzünü ortaya çıkarıyor ve akıl sahiplerinde mutluluk bırakmıyor.
Ah, ölüm ne güzel nasihattir.
Bir de kalpleri diri bulabilse...."
demiş Hasan el Basri (rahimehullah)
Bazen içinizde uyuyan bir şeye dokunur bir söz. Birden uyku sonlanır... Huzur yayan filizler fışkırır içinizde. Kalbin iptila perdesi aralandığında 'bütün her şey, sızlanmalarım, sabırsızlıklarım, isyanlarım, bunun için miydi' diyor insan.
Varlığı muhkem bir şekilde gerçek olan ölümün sanki yeni birşeymiş gibi gündemimizi doldurduğu şu günlerde olanlara hala ibret ve tefekkür gözüyle bakmamamızı Hasan Basri kısa ama manası çok derin sözlerle satırlara dökmüş. Kalplerimiz ölü gibi çünkü. .
En Sevgili'de (s.a.v) hadislerin de sürekli ölümü anmamızı hatırlatıyor. Lakin bu hatırlatma hayatı bize zehir etmek için asla değil
aksine hayata anlam katmak için.
Zira Ölüm gerçeğini sürekli öteleyenler en başta kendilerini sahteleştiriyorlar.
Yaşayışlarını naylonlaştırıyorlar.
Kelime manası "aşağı yer" olan dünyaya fazlaca dalıp ahiretlerini yakıyorlar. Yaşanan hastalıklar,
meydana gelen felaketler,
nice hayati tehlikeler; ölümle insan arasında ne ince bir perde olduğunu göstermeye kâfî değil midir?
Bütün bu ikazlara rağmen gaflet için de yaşamak ne acı!!
Kuran’da her súrede hemen hemen “dünya hayatı geçicidir “ der..
Hani dikkatsiz birine sürekli “ bak buna dikkat et" dersiniz ya. O kişi de her seferinde dikkat edeceği
şeyi gözünden kaçırır ve sen sürekli uyarırsın; işte Allah tam da bu şekilde bizi sürekli uyarıyor.
Lakin ne kadar 'amenna ve saddakna' diyoruz Rabbimizin ayetlerine...
La ilahe illallah ı samimice amellerimize yansıtabiliyor muyuz ?
Ruhumuz hâlâ vicdanını koruyacak kadar yükselmiş mi miracına.
Musab'ın (radıyallahu anhu) peşine takılan kızlara rağmen "istemem bu dünyayı" diyerek bir çuval parçasıyla evini terketmesi gibi kaçabilmiş miyiz dünyadan ...
Rasul Aleyhisselam'ın hadislerinin kapısına? Yada hiç kendi kalbimizin kitabını açıp baktık mı ?. Kendi dışındaki dünyayı bilmeyene cahil, kendi iç dünyasını bilmeyene gafil denir... Bu yüzden Rabbimizin gerek kitabında ki, gerekse kâinat ayetleriyle yaptığı uyarıları görmezden gelmeyelim.
Vaktiniz Hayr'la Dolu Dolu Geçsin...🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
17 notes · View notes
maviaden · 4 years
Text
Anlaşılabilme, umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde oluyorlar, kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark edemeden. Çünkü, beğenilmeyi merkez alan bir dünya, insanın kendi içinde giderek daha sıkı kilitlenmesine ve çıkışı bulunamayan bir yalnızlığa gömülmesine neden olabilir. Dolayısıyla, kendini var hissedebilmenin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı. Beğenilme öylesi bir iptila ki bu ihtiyaç karşılanamadığında yaşanabilecek bozgundan kaçınmak için sergilenmekte olan performansın aralıksız sürdürülmesi zorunlu hale gelir. Bunun sonucu olarak, hayatını beğenilme üzerine kuran insanların derininde, çoğu zaman dışarıdan fark edilemeyecek kadar iyi maskelenmiş bir depresyon yaşanır.
9 notes · View notes
aylakdinleyici · 5 years
Photo
Tumblr media
Anlamak istiyorum, bir ışık yakalamak… Oradan yürürüm ben. Ama bir ışık önce, biraz yol gösterin, biraz elimden tutun. Sonrasını yalnız yürüyeceğim, söz.
Fuarda stantlar arasında deva arayan ama sormaya çekinen, dahası nasıl soracağını dahi bilemeyen halim mi çekti onu bilmiyorum. Oraya gelmesinin ve o sohbetin gerçekleşmesinin bir sebebi vardı. Bilmiyorum, öğrenmek de istemiyorum. Tek bildiğim borçluyum ona. Ve her hatırladığımda minnettar oluyorum. Ellerimi tuttu, yol gösterdi. Beraber yürümeye talipti. Reddettim. Yalnız yürümeliyim bu kısmı. Belki, başka zaman başka bir yerde. O güzel gülüşün hatırına… 
Birkaç yıldır uykularımı ve bütün huzurumu kaçıran, bazen her bir hücremle ardına düştüğüm bazen de her bir hücremle ayrı ayrı kaçmış olduğum sorular getirdi beni bu kitaba, zaten o sayede tanışmıştım Engin Geçtan’la da.  Hangisi olduğunu hatırlayamadığım buhranlı ve zor dönemlerimden birinde.  Zeka, derinlik, kavrayış... Bunları bir arada bulmanın imkanı var mı gerçekten derken ‘buradayım işte’ dedi. 
Sanırım ‘hayat’ın bir matematiği var. Temel kuralları çözdüğünüzde işler daha iyiye gidiyor. Yani, umarım…
Altını çizdiğim o kadar çok satır, konuşmak istediğim öyle çok konu, zihnime ektiği öyle çok soru var ki. Hangisini yazayım, kimlere anlatayım?
Var olamamanın pırıltısı demişti mesela Marilyn Monroe ile olan karşılaşması için. İnsanın bir yerde yok olurken, öteki yerlerde ışıldayabilen bir varlık olması mesela.
Rağmen var olabilmek demişti; diğer insanlar bizi nereye çekiştirirlerse çekiştirsinler kendimiz kalabilmek. Peki ya kaosun kenarındalık, düzensizliğin düzeni, gölgeyle barışmak…?  
Suya kanar gibi okudum. Dilerim bu kadar susamaz kimse bir daha…
 Altı çizili satırlar:
Giderek artan sayıda insan, kişisel değerlerinin yaratıcısı olma konusunda artık tek başına bırakılmış durumda. Bunun bedeli, Zohar'ın deyimiyle “…kişisel ve kültürel köksüzleşme olarak ödenmekte…” Ortak değerlerin yerini, herkesin kendi normlarını ve değerlerini kendi bildiğince yaratma çabalarının alması birbirimizi anlamamızı ve birbirimize ulaşabilmemizi gitgide zorlaştırıyor. İnsanlar, birbirlerine kendi senaryoları doğrultusunda roller verip, karşılarındakilerden bu rolleri gerçekleştirmelerini bekler oldular. Sonuç, düş kırıklıkları, kızgınlıklar ve kendimizden kaynaklandığını bir türlü kavrayamadığımız yalnızlık. Sf. 10
İnsan sürdürdüğü kimliğe kendini çok kaptırır ve egosu yalnızca bu rolle özdeşleşirse, kişiliğin diğer bölümleri bir yana itilir. Böyle durumlarda kendine yabancılaşır ve aşırı gelişmiş personasıyla, kişiliğin az gelişmiş bölümleri arasındaki çatışmadan ötürü sürekli bir gerilim yaşar. Egonun persona ile özdeşleşmesine “şişme” denir ve insanın kendisini aşırı önemsemesi görüntüsü ile ortaya çıkar. Bununla yetinmeyip bu kimliği çevresine de yansıtarak onların da kendisi gibi olmasını talep edebilir, özellikle çalışma ya da aile ortamında otorite konumunda olduğu durumlarda. Sf. 53-54
Anlaşılabilme umudunu tüketen insanlar, dünyayla ilişkilerini beğenilme üzerine kurma eğiliminde olurlar. Kurtulması güç bir tuzağa düştüklerini fark edemeden. Çünkü, beğenilmeyi merkez alan bir dünya, insanın kendi içinde giderek daha sıkı kilitlenmesine ve çıkışı bulunamayan bir yalnızlığa gömülmesine neden olabilir. Dolayısıyla, kendini var hissedebilmenin tek yolu da beğenilmenin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir hayat tarzı. Beğenilme öylesi bir iptila ki bu ihtiyaç karşılanamadığında yaşanabilecek bozgundan kaçınmak için sergilenmekte olan performansın aralıksız sürdürülmesi zorunlu hale gelir. Bunun sonucu olarak, hayatını beğenilme üzerine kuran insanların derininde, çoğu zaman dışarıdan fark edilemeyecek kadar iyi maskelenmiş bir depresyon yaşanır. Sf. 59
“Gördüğünüz anda sizi en çok etkileyen kişi kim oldu?” sorusuna tereddütsüz karşılık verdim: “Marilyn Monroe.” Kendisinin başrollerden birini oynadığı bir filmin galasında, bizler salona girmeden önce fuayede beklerken birden bir itiş kakış olmuş ve ben kendimi, kargaşaya neden olduğu anlaşılan ilaheyle kısa bir süre karşı karşıya bulmuştum. Çok güzel bir kadındı, ama bende asıl iz bırakan yaydığı ışık oldu. O ışığın kaynağını anlayabilmem için, yıllar içinde daha küçük ölçekte benzer imgelerle karşılaşmam gerekecekti: var olamamanın pırıltısı. İnsan bir yerde var olamadığında bir başka yerde abartılı bir biçimde belirebilen bir varlık. Sf. 63-64
Hayat bana çığrından çıkmışçasına gidişlerin eninde sonunda bir engele çarpmaya mahkûm olduğunu öğretti. Sf. 76
Cevapsız kalan bütün bu sorular beni rahatsız etmiyor, çünkü insanın ancak hazır olduğu cevaplara ulaşabildiğine inanıyorum. Sf. 86
Yaşadıklarımdan öğrendiğim şey, ben ve ötekiler diye bir ikilinin olmadığı ve insanın kendine bir hayat ısmarlayamayacağı oldu. Bana göre, hayat bir dizi rastlantı ve bizim o rastlantılarla birlikte nasıl var olduğumuz ya da olmadığımız. Önce günaydın, sonra biraz haz, biraz acı, biraz aşk, biraz hayal kırıklığı, biraz sıcaklık, biraz yalnızlık, biraz boyun eğme, biraz başkaldırı ve ardından iyi geceler. Düş gücü ve tutkuları engellenmişler için ise hayat, çocukken oynadığımız oyunların büyüyünce izin verilmeyen oyunsuzluğu. Bence hayat, burada saydıklarımla ve saymadıklarımla, tartışılması gerekmeyecek kadar sıradan ve yalın. Sf. 162
3 notes · View notes
afitapy · 5 years
Text
Tumblr media
LOUI JOVER- SIMPLE PLAN
Beynimin duvarını kemirip aşmaya çalışan iki fare biri siyah öteki beyaz. Siyah olan öfkeli beyaz ise korkak. Öfke de korku da kendilerine. Kemirmeleri benim zihnimde.
DÖKÜNTÜ 1
Beyaz fare:
Şu fare saçmalığını kes! Ben beyaz. Özür dilerim bu kadar kaba bir çıkış yapmak istememiştim. Gerçekten kusura bakma. Kalbini kırmadım değil mi? üzmedim seni? Dayanamıyorum işte bazen.. Sen de biliyorsun kontrol edemiyorum korkuyorum.. Korkum öyle somut şeylere değil. Kıytırık bir örümcek ya da lokiş bir yılana değil hayır. Korku duygusu da değerlidir, kullanılamayacak kadar. Evet korku güzeldir. İptila değil. Kontrol mekanizmasıdır. Kedini kontrol edersin, check & balance sistemidir. Bir işi yapmaktan vazgeçiren korkudur. Bırak şimdi yapmak istemediğim için yapmadım ayaklarını. Yapamadın çünkü korktun, ihtimaller geldi gözünün önüne yığınla, çekindin insanlardan, yapacağın işten hatta kendinden evet kendinden çekindin. Sonunda ne hale geleceğini gördün bir fare gibi kaçtın. Hayır hayır sen değil ben kaçtım ve bu zihne sıkışıp kaldım.
Kemir kemir.
Olabileceğim yaratık..
Kemir kemir kemir.
Siyah fare:
Sana kaç kere söyledim onun fare gibi kaçması beni de fare yapmıyor. İlla bir hayvana benzeteceksen beni aslan olsun. Daha asil! onun korkusunu bana yıkma. Sen evet evet sen. Sen de bırak artık okumayı kime diyorum! Hey klavye üzerinde hareket eden el! yazma yeter artık kimse bizi okumak zorunda değil. Zaten sen de okusunlar diye yazmıyorsun. Sen de delirmek üzeresin. Kendi acizliğini bir de şu farenin korkaklığını benim dilimden anlatıp durma!
Kemir kemir kemir.
Nefret et kendinden umurumda değil.
Kemir.
Sen daha kötüsünü yaşamalısın çünkü korktun. Kıytırık örümcekten ya da lokiş yılandan korksaydın daha iyiydi.
Hoş sen gelecekten de korkmadın, sen insandan korktun. Belki senden daha aciz...
Kemir.
En az senin kadar aciz bir insandan korkmak seni ne yapar biliyor musun?
Yo delirtmez, delilik seni korkusuz kılar, seni özgürleştirir.. Delirmek kurtuluştur. Korku iptiladır. Hapseder seni kendi düşüncelerine, başkalarının düşüncelerine, hatta sözlerine. Bir insana olan korku, senin ruhunun ve düşüncelerinin, onun iki dudağı arasından çıkacak olan sözlerle, senin aleyhinde imzaladığı bir sözleşmedir.
Kemir kemir kemir.
Öfke güzeldir. Öfke iyidir. Çünkü doğaldır. Korku tecrübelerle oluşur. Çayın sıcak olduğunu bilmeyen bir çocuk korkusuz, anne ise korkaktır. Çocuk çaya uzandığı anda korkar, çocuğun korkusu ise çaydanlığa dokunduğunda başlar acır. Acı çocuk için kötüdür, şoktur. Tekrar yaşamamak için bu korkuyu unutmaz.
Beyaz fare:
Yanılıyorsun! Korku sonradan kazanılmaz. Korku insanlık tarihinin başından beri vardı, var olacak. Küçük bir bebeğe bir ses kaynağından, yüksek bir ses aralığında ses gönderirsen çocuk korkacaktır. Büyüdüğünde bu sesten korkmaması muhtemeldir. Farklı bir örnek olarak küçük bir çocuğun karanlıktan korkmasını ele alabiliriz. Karanlık çocuğa bir şey yapmamıştır. Daha önce çocuğun başına karanlıkta bir şey gelmemiştir ama her çocuk karanlıktan korkar..
Kemir kemir
–hayır benim korkum bir insana değil-
Siyah fare:
Evet senin korkun binlerce insana köle! Bilinmezlik korkuyu doğurur. Bebek ilk defa duyduğu her sesten korkar aniden gelen yüksek ses herkesi korkutabilir. Yıl 2014 yer Varşova/Polonya, Gregor Golebiowich (gjegoj golebioviç) 65 yaşında Starae Miasto’da bir Metallica konserinin başlangıç şarkısında aniden duyduğu bateri sesinden korktuğu için konser alanında hayatını kaybetti.
Kemir, kemir, kemir
Karanlık başlı başına bir hikaye.. Karanlık insanların büyüdüklerinde korkmamayı öğrendiği, görememe durumudur..
8 notes · View notes
vuslatahasret01 · 5 years
Text
İsa (a.s) dediki: O afsunu, O ism-i Azam’ı köre okudum, gözleri açıldı; sağıra okudum, kulakları duydu Taş gibi dağa okudum, yarıldı göbeğine kadar hırkasını yırttı!
Ölüye okudum, dirildi. Hiçbir şey olmayan, vücudu bulunmayan şeye okudum, meydana geldi, bir şey oldu. Fakat ahmağın gönlüne yüz binlerce kere okudum, fayda vermedi;
Mermer bir kaya kesildi, ona tesir bile etmedi. Âdeta kuma döndü, ondan bir şey bitmesine imkân yok!”
Adam "Allah adının köre, sağıra, ölüye tesir edip de ahmağa tesir etmemesinin hikmeti ne?
Onlar da illet, bu da illet… Neden onlara tesir ediyor da buna tesir etmiyor?”
İsa dedi ki: “Ahmaklık, Allah kahrıdır. Hastalık, körlük, kahır değildir, bir iptiladır.
İptila, acınacak bir illettir, ona kul da acır, Allah da... Fakat ahmaklık, öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat verir, onunla konuşana da!
Ahmağa vurulan dağ, Allah mührüdür. Ona bir çare bulmanın imkânı yok!”
İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet, nice kanlar döktü.
Kıçının altına taş koymuş adamın harareti nasıl gider, o adam nasıl soğuk alırsa ahmak da sizden harareti, aşkı, iştiyakı çalar, size soğukluk verir!
İsa’nın kaçışı korkudan değildi. O zaten emindi, fakat size öğretmek için kaçmıştı.
Hz. Mevlana Celaleddin Rumi (K.s)
13 notes · View notes