Tumgik
#aşırı koruyucu baba
zamankaybolmaz · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
Köpekler hamura benzer. Bizim buradaki görevimiz onları şekillendirmektir. Bir köpek dinamik, agresif, dövüşçü, korkak ya da sevecen olabilir. Çok çalışıp sabırlı ve ilgili olmamız gerekir. Her köpek gibi sizin köpeğiniz de ona nasıl davranacağını göstermemizi bekliyor. Bizim görevimiz de ona karakterini kazanmasında yardımcı olmak. Evcil bir hayvan veya bir arkadaş mı ? Yoldaş mı? Yoksa sahibine saygı duyup emrine uyan bir bekçi köpeği mi ?
Köpek Dişi / Kynodontas 
4 notes · View notes
hifaa · 4 years
Text
*Bugün üzerinde duracağımız konu:*
🍀 Ebeveyn, Kültür ve Çevre Etkisi
Çocuk dünyaya geldiği andan itibaren ilk model aldığı kişiler ebeveynleridir. Kişiliğin 0-6 yaş arasında kazanıldığı belirtilmektedir. Bu dönemlerde çocuk daha çok anne-baba ile etkileşim halinde olmaktadır. Onları eksiksiz görür ve davranışlarını örnek alır. Anne-baba-çocuk ilişkisinin temelini anne-babanın sahip olduğu tutumlar belirlemektedir. Bu doğrultuda anne-babanın yanlış tutumlarından dolayı sağlıksız bir ortamda büyüyen bir çocuğun ileride kendi ailesi ile de sağlıksız ilişkiler kurması kaçınılmaz olacaktır.
Demokratik Ebeveyn Tutumu
Demokratik ebeveyn tutumuna sahip ebeveynler çocuklarına saygı duyarlar, onların fikirlerini sorar ve önemser, farklı yönlerden gelişmesine katkı sağlarlar, bir problemi olduğunda aile içinde bunu konuşur ancak son kararı kendisine verdirirler, sevgi gösterirler, çocuklarına karşı hoşgörülü ve adaletli olurlar, yani kısaca; çocuğun kendini gerçekleştirmesine yardımcı olmaya çalışırlar. Demokratik ebeveyn tutumuna sahip bireyler tarafından yetiştirilen çocuklar sosyal, dengeli, özgüven sahibi, sorumluluklarının bilincinde ve saygılılardır. Özgür ve saygı duyulan bir ortamda yetiştikleri için atılgan ve yaratıcılardır.
Otoriter Ebeveyn Tutumu
Otoriter tutuma sahip ebeveynler çocuklarını sürekli gözlem altında tutarlar, çoğunlukla çocuğun eylemlerini hatalı olarak algılamasına sebep olacak davranışlar sergilerler ve onların fikirlerini almayı reddederler. Bu durumda çocuk sadece istenileni yerine getirir. Anne-babanın koyduğu kurallar her şeyin üstündedir, yaptıkları her şey doğrudur ve sorgulanmaya kapalıdır.
Bu tür ortamda hiçbir esneklik görülmeyen, hoşgörüsüz ilişkiler vardır ve çocuk problemlerini, sıkıntılarını aile ile paylaşamaz. Bu tarz davranışlara sahip ebeveynlerin çocukları ileriki yaşlarda bireysel olarak hareket etmekte, özgür seçimler yapmakta zorluk çekebilirler.
Haluk Yavuzer, ebeveynlerin biri ya da her ikisinin baskısı altında kalan çocuğun dürüst, nazik ve dikkatli davranmasına karşın; kolaylıkla başkalarının etkisi altında kalabilen, aşırı hassas ve çekingen bir kişilik yapısına sahip olabileceğini belirtmektedir.
“Hata mı yapacağım?”, “Annem babam duyarsa-görürse ne der?”, “Yanlış mı yapıyorum?” kaygısı çocukta büyük stres yaratır. Devamlı haklı olan anne babadır. Çocuk zorla ailenin istediği kalıba girecek, uzaktan kumandalı bir birey olacaktır ya da isyan edecektir.
Kayıtsız ve Pasif Ebeveyn Tutumu
Anne babanın davranışlarında hoşgörü ile boş verme birbirine karışmıştır. Kayıtsızlık çocuk için rahatsızlık verecek, güvensizlik yaratacak düzeydedir. Çocuk ile anne baba arasında yüzeysel bir ilişki vardır.
Bu ebeveynler rahat, sessiz, vurdumduymaz, pasif kişiler olabilecekleri gibi ilgi ve sevginin çocuğun şımarmasına, söz dinlememesine yol açmasından da çekiniyor olabilirler. Çoğu kez kendi anne babaları da onlara öyle davranmıştır.
“Büyüklerin yanında çocuk sevilmez, öpülmez” anlayışı ülkemizde oldukça yaygındır. Çok fazla çocuğa sahip olmak, anne baba olmaya ruhsal açıdan hazır olmamak, anne babanın kendi problemleri altında ezilmeleri, zamanı etkin kullanamamaları kayıtsız ve pasif anne baba tutumunda diğer etkenlerdir.
Dengesiz, Kararsız ve Tutarsız Ebeveyn Tutumu
Çocuğa kimi zaman hoşgörülü, kimi zaman katı bir tutum alınır. Anne babanın keyfi yerindeyken pek çok davranış tolere edilirken, yorgun veya sıkıntılı anlarında bambaşka tepki vermeleri sık sık tekrarlar. Aynı olaya farklı zamanlarda farklı tepkiler verilmesi nedeniyle çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemez, hangi davranışı nerede ve ne zaman yapacağını kestiremez.
Bu tutum çocuğa doğru ve yanlış davranışları öğretmek yerine “cezadan nasıl kurtulurum?” arayışına götürür. Zaman içinde ustalaşan çocuk, “her şeyi yap ama cezadan kurtul” ana fikrini özümser.
Mükemmeliyetçi Ebeveyn Tutumu
Her şeyin en iyisini gerçekleştirmesi beklenen çocuk, anne babanın gerçekleştiremediği yaşantıları yaparak, ebeveynlerinin egosunu tatmin edecektir.
Çocukluğunu yaşamasına, yanlış yapmasına asla izin verilmeyen çocuk her konuda birinci olmalı, her zaman örnek davranışlar sergilemelidir. Çocuğa kapasitesinin üzerinde yük yüklenir, büyük beklentilere girilir.
Anne babanın katı kural ve kalıpları vardır. Tersi durumda çocuk cezaya uğrar. Cezadan önce de “Senin için her şeyimizi feda ediyoruz, saçımı senin için süpürge ettim, ………… yapmazsan hakkımı helal etmem” tarzında duygusal sömürü ile çocuk baskı altına alınır.
Böyle yetişen çocuklar ağır nörotik yapı geliştirirler. Çok katı kişilik ve karakter özellikleri sergilerler. Hayat onlar için iyi-kötü, güzel-çirkin gibi iki kutuptan ibarettir. Esnek olamadıklarından doğal içgüdüleri ile ağır kurallar arasında sıkıştıklarından içsel dünyalarında büyük çatışma yaşarlar. Sevgi ve nefret karışımı duygular benliklerini sarmıştır. Yetişkin dönemde doyumsuz bir birey olacaklarıdır.
Aşırı Koruyucu Ebeveyn Tutumu
Abartılmış sevgi verilen ve aşırı koruyucu şekilde büyütülen çocuklar hayat gerçekleriyle yüz yüze kaldıklarında uyum sağlamakta zorlanacak, sosyal yaşamda ezileceklerdir. Aile ortamından ayrılmak istemeyecek, ayrıldıklarında acı çekeceklerdir.
Aşırı koruma altında yetişen çocuklar atılım ve başarma gücünden, kendini kabul ettirebilme yeteneğinden yoksun kalırlar. Beceriksiz, çekingen, sakar görünümlü olup, yeteneklerini ortaya dökemezler.
Çocuğa gösterilen aşırı hoşgörü ve düşkünlük onu bencil yapacak, kendini dünyanın merkezinde görecektir. Herkes onun isteklerini yerine getirmek, gönlünü hoş tutmak zorundadır. Dikkat çekmek, etrafındaki kişileri emir eri yapmak arzusundadır.
Aşırı koruyucu anne baba tarafından yetiştirilen çocuklar hiç büyümeyecek, yetişkin çocuk olarak kalacaklardır. Evlendiklerinde de aynı sevgi, hoşgörü ve himayeyi eşlerinden bekleyecek, hep alıcı pozisyonda olacaklardır.
Burada bahsedilen aile tutumları her koşulda aynı sonuçları ortaya çıkarmaz. Elbette, demokratik ebeveyn tutumu ile yetiştirilmiş bir çocuk çekingen olabilirken, otoriter ebeveyn tutumu ile yetiştirilmiş bir çocuk da atılgan ve özgüvenli olabilir. İnsanın davranışlarını etkileyen tek faktörün aile tutumu, ailenin yetiştirme tarzı olmadığını ıskalamayalım. Belirli bir yaşa geldikten sonra insan kendi hayatını düzenleyecek adımlar atmalı, kendi hayatının sorumluluğunu üstlenmeli ve kendisini geliştirmeli. Ebeveyn kurbanı olduğunu söyleyerek değişime kendisini kapatmamalıdır.
İnsan doğasının çevre tarafından yahut eğitimle yani dış faktörlerle yönlendirilebildiğine şu ayet işaret etmektedir:
_“Gerçek şu ki insan sabırsız ve hırslı yaratılmıştır. Başına bir bela gelince feryat eder. Bir nimete kavuşunca da cimriliği tutar. Ancak namaz kılanlar/Allah’a yönelenler böyle değildir.” (Meâric 70/19)_
Namaz kılmak, ihtiyaç sahiplerine malından infak etmek, ölümden sonrasına inanmak, ahdine vefa göstermek, emanete ihanet etmemek, doğru şahitlik yapmak gibi eylemlerin, insan için tanımlanan, sabırsızlık, hırs, cimrilik gibi özgürlüğü negatif yönde kullanma eğilimini bloke ettiği ifade edilmektedir. Demek ki kıldığımız namaz, sadece bir ibadet değil, aynı zamanda bir eğitim!
Psikoloji tarihinde bir çok deney yapılmıştır. İçlerinden bir tanesi çevrenin veya grubun insan üzerindeki etkisini anlamamıza yardımcı oluyor: Uyum deneyi.
Uyum deneyi, Polonya asıllı ABD’li sosyal psikolog Solomon Asch’in yaptığı ve verdiğimiz kararlarda çevrenin etkisi ve baskısını çok iyi açıklayan bir deney. “Asch deneyi” olarak da bilinmektedir.
Deneyde, bir grup üniversite öğrencisi ve önceden belirlenmiş aktör grup yer alıyor. Deneye katılacak olan üniversite öğrencilerine bir görüş testine girecekleri söyleniyor. Bir masa etrafında toplanan gruba öncelikle farklı boyutlarda 3 çizginin bulunduğu bir resim gösteriliyor. Daha sonra başka bir referans çizgi gösteriliyor ve referans çizgiyi ilk resimdeki 3 çizgi arasından bulmaları isteniyor. Bu sorular birkaç etap boyunca soruluyor. Başlarda doğru cevap veren aktör grup yanlış cevap vermeye başlıyor. Deneyden haberi olmayan katılımcı ise doğru cevabı gayet açık bir şekilde gördüğü ve bildiği halde gruba uymak adına yanlış cevabı veriyor.
Araştırma sonucuna göre deneye katılanların yüzde 76’sı yanlış cevabı veriyor. Hangi grubun içerisinde olduğumuzun yani yakın çevremizin fikirlerimize ve kararlarımıza etkisinin hangi boyutta olabileceğini bu deneyle görmüş olduk. Kur’an-ı Kerîm’de geçen “salih ve sadıklarla beraber olun” ayetinin önemini bir kere daha anlamış oluyoruz. Öyleyse insanı anlamak için insanın içerisinde bulunduğu çevreyi, grubu da gözlemlemek ve anlamak gerekiyor.
https://www.youtube.com/watch?v=exe9QKjIdnY
Uyum deneyi 👀
2 notes · View notes
cocukpsikiyatristi · 4 years
Text
Tumblr media
Sınav Kaygısı ve Sınav Kaygısı İçin Çözüm Önerileri
Her çocuk sınav kaygısı yaşamaya adaydır. Sınav kaygısının ortaya çıkmasına zemin oluşturan durumların çoğuna müdahale etme, sorun ortaya çıkmadan önleyici değişiklikler yapma şansımız vardır. Önceliğimiz çocukların sınav kaygısı yaşamaması için çocuklara, ailelere ve öğretmenlere yönelik koruyucu ruh sağlığı hizmetleri verilmelidir. Çocukların eğitim alacağı okula ya da bölüme yerleştirilmesinde tek belirleyici olarak sınav sonucunu dikkate alan sistemde değişiklik yapılmalıdır. Sınav kaygısı yaşanmaya başladığında ise mümkün olduğu kadar erken tanımak ve tedavi arayışına girilmelidir. Erken tanı ve tedavi arayışı için ise çocukların, ebeveynlerin ve öğretmenlerin sınav kaygısının belirtilerini, zararlarını ve tedavi edilebilir bir bozukluk olduğunu bilmesi gerekir.
Çocuklarda Sınav Kaygısı Olduğunu Nasıl Anlarız?
Öğrencilerin sınavlarda başarılı olup olamayacakları ve başarısız olmaları halinde karşılaşacağı güçlüklerle ilgili uygun düzeyde kaygı yaşaması gereklidir. Uygun düzeyde yaşanan kaygı öğrenci üzerinde dersi dinleme, ödevlerini yapma ve sınav öncesi yapması gereken çalışmalar için motive edici, harekete geçirici, dikkati sürdürücü ve dikkat arttırıcı etki sağlar. Öğrencinin yaşadığı kaygı düzeyi sınav öncesi çalışma miktarını ve verimini olumsuz etkiliyor, sınav esnasında sahip olduğu bilgi ve kapasitesini tam olarak kullanmasını engelliyor, akademik başarı düzeyini beklenenin altına düşürüyorsa sınav kaygısını düşünmek gerekir. Sınav sırasında unutkanlık, dikkat dağınıklığı, soruları okuma-anlama-yanıtlamada zorluk, bedensel belirtiler (çarpıntı, karın ağrısı, bulantı, kusma, ellerde titreme-soğuma, baş dönmesi, baş ağrısı vb.), kaygı, korku, başarısız olacağı duygusu, karamsarlık yaşanır. Sınav kaygısı yaşayan çocuklar sınavlardan kaçınma, sınavı yarım bırakma, ders çalışmayı erteleme ya da tamamen bırakma, okul devamsızlığı yapma davranışı sergileyebilirler. Sınav kaygısı özellikle öğrenciler arasında sıralamanın yapıldığı, kendisi ve çevresi tarafından sonucu daha çok önemsenen aylık değerlendirme sınavları, deneme sınavları ve liseye ve üniversiteye giriş sınavlarında daha çok yaşanır. Bazı çocuklar için sınıf içerisinde yapılan konu testleri ve yazılılar bile yoğun kaygı kaynağı olabilir. Sınav kaygısının süresi sadece sınav anı ile sınırlı değildir. Sınav kaygısı yaşayan bazı çocuklar sınav tarihi belli olduğu andan sınav sonucu açıklanıncaya kadar süren kaygı tarif ederler. Kaygı sadece çocuğun ders çalışmasını ve başarı düzeyini etkilemez. Aynı zamanda çocuğun gerginlik, mutsuzluk, huzursuzluk, isteksizlik, dikkat ve konsantrasyonda azalma, kendini yetersiz-değersiz görme, özgüvende azalma, bulantı-karın ağrısı-kusma-çarpıntı gibi bedensel belirtiler, uyku ve yeme düzeninde bozulma görülür.
Çocuklarda Sınav Kaygısının Sebepleri Nedir?
- Ailesel, genetik olarak kaygıya yatkınlık
- Ebeveynlerin uygun olmayan tutumları (aşırı koruyucu, aşırı baskıcı, aşırı eleştirel, aşırı müdahaleci, kıyaslayıcı yaklaşım)
- Eğitimcinin uygun olmayan tutumları (beklentisinin fazla olması, aşağılama, küçük düşürme, kıyaslama, not ile tehdit etme, sınav sonucuna göre öğrencileri sıralama-sınıflama)
- Ailede kendi kaygılarını çocuğa yansıtan bir bireyin olması
- Çocuğun kendi kapasitesinin üzerinde başarı beklentisinin olması
- Çocuğun sınav ve sonuçları ile ilgili olumsuz ya da uygun olmayan düşünce ve inanışlara sahip olması. (düşük not alırsam; cezalandırılırım, beğenilmem, sevilmem)
- Çocuk, aileden biri ya da öğretmenin mükemmeliyetçi, rekabetçi kişilik yapısında olması
- Geçmişte olumsuz sınav deneyimi ve deneyimle ilgili olumsuz düşünceler (kaygı yaşayınca başarısız oluyorum, matematik sınavlarında hep düşük alıyorum)
- Sınavda başarılı olunduğunda elde edilecek kazanımlara çocuğun ve çevresindekilerin aşırı önem verilmesi [sınavda başarılı olursa(m), iyi okul ya da iyi bölüm kazanır(ım), iyi ve kolay iş bulur(um), iyi kazancı(m) olur, mutlu ve rahat yaşar(ım)]
- Sınav başarısız olunması durumunda yaşanacakların felaketleştirilmesi (Sınavlarda başarısız olursam, iyi bir okula gidememem, iyi bir mesleğe sahip olmamam, iş bulamamam, para kazanamam, mutsuz olurum)
- Düzensiz, plansız, hatalı ders çalışma
Çocuklara Sınav Kaygısı Tanısı Nasıl Konur?
Bir çocuk ve genç sınav kaygısı şikâyeti ile çocuk psikiyatri polikliniğine geldiğinde aile ve çocukla ayrıntılı görüşme yapılır. Bu görüşme sırasında;
- Çocuğun kaygı yaşamasına sebep olan bedensel bir bozukluk var mı?
- Sınav kaygısına sebep olan ya da sınav kaygısına eşlik eden başka bir ruhsal bozukluk var mı?
- Sınav kaygısı ile ilişkili yaşanılan duygusal, bilişsel, bedensel, davranışsal belirtiler neler?
- Sınav kaygısı çocuğun yaşam kalitesi, akademik başarısı, sosyal ilişkileri ve ruhsal durumunu nasıl etkiliyor?
- Sınav kaygısı için çocuk, aile, öğretmenin görüşmeye kadar denediği işe yarayan ya da yaramayan yöntemler nedir?
- Sınav kaygısını ortaya çıkaran sebepler nedir? Sebepleri ortadan kaldırmak için neler yapılabilir?
- Aile ve çocuğun sınav kaygısı ve tedavisi konusunda bilgisi yeterli mi?
- Sorunun çözümünde evde ve okulda kimlerle işbirliği yapılabilir?
- Sorunun çözümünde hangi psikoterapi yöntemi tercih edilmeli?
- Sorunun çözümünde ilaç tedavisi gerekli mi? sorularının cevabı aranır.
Ruhsal değerlendirmenin daha sağlıklı olması için gerekirse diğer aile üyeleri ya da okul ile de iletişime geçilir. Sorunun şiddeti ve yaygınlığını anlamaya yönelik çocuk, aile ve okul tarafından doldurulması için sınav kaygısı ile ilgili form ya da ölçekler verilir. Bu form ve ölçekler terapi ve takip sürecinde tekrarlanarak, tedaviden sağlanan faydalanmayı değerlendirmek için de kullanılabilir. Bedensel bir tıbbi sorundan şüphelenilmesi durumunda uygun tıbbi tetkikin istenmesi ya da konu ile ilgili bir uzman hekime yönlendirme yapılır.
Çocuklarda Sınav Kaygısı Nasıl Tedavi Edilir?
Psikoterapi süresinde aileye ve çocuğa sınav kaygısı ve baş etme yolları hakkında eğitim verilir. Sınav kaygısı ile baş etmesine yardımcı olacak solunum ve gevşeme egzersizleri önerilir. Çocuğun kaygı düzeyini arttıran hatalı düşüncelerle (başaramayacağım, başarısız olursam arkadaşlarım dalga geçer, başaramazsam ailem-öğretmenim kızar, başarılı olmazsam sınavda kalırım gibi) ile ilgili görüşme yapılır. Çocuğun sınavla ilgili hatalı, olumsuz, gerçekçi olmayan düşüncelerini fark etmesi sağlanır. Kaygı düzeyini arttıran bu düşüncelerin, terapi sürecinde uygun, olumlu, gerçekçi düşüncelerle yer değiştirmesi sağlanır. Sınav kaygısı ile baş etmek için sergilenen hatalı davranışlar (ders çalışmayı bırakma, okula devam etmeme, sınavı erken bırakma) yerine çözüme yönelik uygun yaklaşımlar geliştirmesine yardımcı olunur. Kaygı esnasında yaşanan bedensel belirtilerin (terleme, kızarma, titreme, çarpıntı) çocuklar tarafından çoğu zaman yanlış yorumlanması nedeniyle kaygının daha da artmasına ve kısır döngüye girilmesine sebep olur. Çocuklara hem kaygı duygusu hem de bedensel belirtilerle baş etme becerisi kazandırılır. Çocuğun kapasitesinin altında başarı göstermesine yol açan, dolaylı olarak kaygı düzeyini arttıran, ders çalışma, sınav hazırlık ve sınav sürecindeki yöntem ve uygulama hataları gözden geçirilir. Çocuğa kendisine karşı yapılan ve kaygı düzeyini arttıran olumsuz yaklaşımlarla (eleştirel yaklaşım, kıyaslama, ayıplama, baskı vb.) nasıl baş edeceği ile ilgili danışmanlık verilir. Çocukta varsa “mükemmeliyetçilik, başkalarının düşüncelerine aşırı önem verme, seçici olarak olumsuza odaklanma, genelleme yapma, öz güven eksikliği” ile ilgili görüşmeler yapılır. Kaygı düzeyinin çok şiddetli olduğu, depresyon gibi ek ruhsal bozuklukların eşlik ettiği, kişinin fonksiyonlarında ciddi kayıpların olduğu durumlarda psikoterapiye ek olarak psikiyatrist takibinde ilaç tedavisi düşünülebilir. Lise ve üniversiteye geçiş sınavına kısa süre kala başvuru yapan, sınav kaygısı ile baş etmekte güçlük yaşayan, sınav sırasında ciddi performans kaybı yaşaması muhtemel çocuk ve gençlerde de ilaç ve psikoterapi birlikte önerilebilir.
Sınav Kaygısı Olan Çocuğa Aileler Nasıl Yaklaşmalı?
Ebeveynler öncelikle çocuğun yaşadığı kaygı duygusunu ve kaygıya bağlı yaşadığı zorlukları anlamaya çalışmalı, sorunun çözümü konusunda elinden gelen desteği vereceğini çocuğa ifade etmelidir. Çocuğun sınav kaygısı ne zaman ortaya çıkıyor? Kaygı esnasında ne düşünüyor, ne hissediyor, hangi bedensel belirtileri yaşıyor, kaygıya nasıl tepki veriyor, hangi durumlarda kaygısı azalıyor ya da artıyor? Kaygının ortaya çıkmasında aile üyelerinin ya da okulun etkisi var mı? Kaygısını azaltmak için ailede ya da okulda ne gibi düzenlemeler yapılabilir? Genellikle “kafana takma, düşünmemeye çalış, sakin ol, panik yapma, daha çok çalış, sorulara odaklan” gibi öneriler çocukta anlaşılmadığı hissine yol açar. Anlaşılmadığını hisseden ve destek göremeyen çocuklar konuyla ilgili paylaşım yapmayı keser. Çocuğun sınavda ve öncesinde yaşadığı kaygı ve güçlük yerine kaygının sonucu olan düşük nota odaklanmakta kaygıyı arttırır.
Ailenin yaklaşım tarzı çocukların kaygı düzeyini etkiler. Bundan dolayı aileler çocuğun beceri ve yeteneklerine göre gerçekçi beklentilerde bulunmalıdır. Çocuğun aldığı sonuçlar yerine sergilediği çaba ve çalışmalara odaklanmalı, takdir etmelidir. Çocuğu başka çocuklarla kıyaslamamalıdır. Çoğu aile başka çocuklarla kıyaslamıyorum dese de “En yüksek notu kim aldı? Ayşe kaç aldı? Sınıfta 100 alan var mı?” gibi sorular çocuklar tarafından kıyaslama olarak algılanır. Sınavın sonuçları ile ilgili olarak ‘özel ders aldırıyoruz, özel okula-dershaneye gönderiyoruz, başarmak zorunda’ yaklaşımından kaçının. Çocukların eğitimi için yaptığınız harcamaları sık sık dile getirmeniz çocuğun üzerinde baskı hissetmesine, kaygılanmasına sebep olabilir. Eğer çocuğunuzun üzerinde ‘ailem emek ve para harcıyor, yüksek not almalıyım’ gibi bir baskı fark ettiğinizde “senin eğitimin için zaman ve para harcamak bizim görevimiz” demek çocuğu rahatlatabilir. Çocukların sınava anne, baba ve öğretmeni için (başarılı olursam annem mutlu olur, başarısız olursam öğretmenim üzülür) girmesi de sınav kaygısını arttırır. Çocukla konuşarak kaygı düzeyini arttıran bu yük ve baskıyı kaldırmak gerekir. Çocuğunuza ihtiyaç duyması halinde imkânınız ölçüsünde her fırsatta yanında olacağınızı ve ek destek sağlayabileceğinizi belirtin. Örneğin matematik alanı ile ilgili yaşadığı zorluk sınav kaygısını arttırıyorsa sizinle birlikte çalışmayı ya da özel ders imkânı teklif edilebilir. Sınav kaygısı ile ilgili olarak sınıf öğretmeni ve okul rehberlik servisi ile işbirliği yapabilir. Aile, okul ve çocuğun çabalarına rağmen sorunun devam etmesi durumunda yetkin ruh sağlığı çalışanlarından yardım almalıdır.
Sınav Kaygısı Olan Çocuğa Öğretmenler Nasıl Yaklaşmalı?
Öğretmenlerin “öğrencilerimin kazandığı okullar iyi olmalı, işlediğimiz konu ile ilgili yanlışı olmamalı, sınıfın netleri yüksek ise etkili öğretmenimdir” gibi yanlış inançları çocukların sınav kaygısı yaşamasına yol açabilir. Öğretmenlerinin kendi kaygılarının farkında olması, çocuklara yansıtmaktan kaçınması gerekir. Öğrencilerin mevcut beceri ve yeteneklerine göre bireysel uygun bir beklenti oluşturmak gerekir. Öğrencilere sunulacak ilgi, değer ve sevgiyi akademik başarıya endekslememek gerekir. Öğrencileri sınıf içindeki arkadaşlarıyla, kendi sınıfını başka sınıflarla kıyaslamaktan kaçınmalıdır. Öğrenciler kendi arasında sınav ve sınav sonuçlarını fazla önemsiyorsa, sınavı ve sonucunu normalleştirmeye çalışmalıdır. Öğrencilerin duygu, düşünce ve davranışlarını mümkün olduğunca yakından takip etmelidir. Çocuklarda fark edilen sınav ve sınav sonucuyla ilgili olumsuz, hatalı düşünceler çocukla konuşulabilir. Öğrenci ya da ailede sınav kaygısını tetikleyecek herhangi bir duygu, düşünce, davranış fark edildiğinde kendisi müdahale etmeli ya da rehberlik servisinden yardım almalıdır.
Sınav kaygısı çocuk ve gençlerde sık görülen bir bozukluktur. Tedavi edilmediği zaman çocukların ruhsal, akademik, sosyal ilişki durumu olumsuz etkilenir. Çocuk, aile, okul ve ruh sağlığı uzmanlarının işbirliği ve uygun yaklaşımlarıyla sınav kaygısının tedavisi mümkündür.
“Kaygı yarının faresinin, bugünün peynirini yemesidir.” Samuel Smiles
#sınavkaygısı #sınavkorkusu #çocuk #alikorkmaz #çocukpsikiyatri #istanbul #doktor #çocukpsikolojisi #lgs #yks #rehberlik #pedagog #psikolog #psikolojikdanışman #eğitim #sağlık
1 note · View note
pdrneokur · 5 years
Photo
Tumblr media
PDR NE OKUR? | Engin Geçtan - İnsan Olmak ° ° ✨Birkaç hafta önce bitirdiğim ve kesinlikle her bireye, ebeveyne, eşlere tavsiye edebileceğim bir kitap. Sindirerek kitabı okuduktan sonra üzerini çizdiğim yerleri tekrar okudum ve Gençtan’ın kalemine bir kez daha hayran oldum. En beğendiğim bölümler ‘Anne, Baba ve Çocuk’ ve ‘Ortakyaşam İlişkisi’ oldu. Yazarın kaleminden düşen her cümle benim için o kadar değerli ki bu kitabı ara ara alıntılarla anlatmaya karar verdim. Çünkü kesinlikle bir seferde tek posta sığdırabileceğim bir kitap değil.👌🏼 Kitaba göre: ✨Kendi yetersizlikleri nedeniyle reddedici ya da aşırı koruyucu tutumlar gösteren ana-babaların çocukları kendilerine ayrı bir varlık olarak değer verilmediğinden kişiliklerini bütünleştiremezler. Yetişkinliğe ulaştıklarında da çocukken doyurulmamış ihtiyaçlarını diğer insanlardan karşılayabilmek için umutsuzca çabalarlar. ✨Çocuğun kendine olan güveni, ana-babasına olan güveninden kaynaklanır ve gelişir. Çocuk, anne ve babasını güçlü olup olmadıkları konusunda sürekli dener. Onları zayıf bulduğu alanlarda çileden çıkaracak davranışlarda bulunur. Örneğin, bazı anneler yemek ya da temizlik konusunda ısrarlı bir biçimde çocuğun üzerine giderler. Çocuk bu konuda annesini çaresiz bırakabileceğini fark ettiğinde onun daha çok paniğe uğramasına neden olacak davranışlara yönelir ve genellikle yenik düşen anne olur. Çoğu anne bu konuda çocuğuyla baş edememekten yakınırken, otorite ve çocuk rollerinin yer değiştirdiğini ve bunun da kendi yetersizliğinden kaynaklandığını göremez. Gerçekte çocuk da kazandığı bu zaferden ötürü mutlu değildir. Anne ya da babasının güçsüzlüğüne tanık olmak, çocuğun onlara, dolayısıyla kendine olan güven duygusunu sarsılmasına neden olur. ✨Özellikle anne ve çocuk ilişkisinde ortaya çıkan bazı koruyucu davranışların gerisinde annenin duygusal yalnızlığı bulunur. Bu gibi anneler, evliliklerinde bulamadıkları doyumu çocuklarında ararlar. #book #bookstagram #booklover #booklovers #bookaholic #kitap #kitapyurdu #kitapklubu #kitaponerisi #kimneokudu #kitaplayasamak #kubsbooks #kitapaşkı #picoftheday #kitaplarimizdan #kitapalıntıları #okudumokuyun #okuduklarım #okumahalleri #pdr #psikoloji #insanolmak https://www.instagram.com/p/B5GKsgog-cE/?igshid=159f6qg5047ob
3 notes · View notes
batbuketworld-blog · 5 years
Text
Yeme Bozuklukları ve Cinsel Sorunlar
Bazı genç kadınların cinselliğe yönelik yaşadığı sorunların temelinde yeme bozuklukları yatabiliyor. Toplumdaki yaygın “ideal vücut ölçülerine kavuşma” isteği ve diyet yapan insan oranındaki artış, yeme bozukluklarının yaygınlaşmasını neden olmaktadır. Daha çok genç kızlarda görülmekle birlikte aktör, manken, hostes veya dansöz gibi dış görüntüsü ön planda olan mesleklerde sıkça görülen “yeme bozuklukları” arasında “anoreksiya nevroza veya açlık hastalığı”, “bulimia nevroza veya tanırcasına...
Kilo ve beden görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılamalar cinsel sorunlara yol açabiliyor
Yeme bozuklukları çoğu zaman kadınlara özgü bir hastalık olarak kabul edilir. Yeme bozukluklarında temel sorun az veya çok yeme değil, kilo ve beden görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılamalardır. Yeme bozukluğu yaşayanların en büyük sıkıntılarından biri cinselliğe yönelik tüm beden algılarını kapatmaları ve dolayısıyla cinselliklerini rahatça yaşayamamalarıdır. Yeme bozukluğu yaşayan kadınlar dokunma ve dokunmanın getirdiği uyarılmaya karşı bedenlerini kapatmakta ve her şeyden önce cinsel uyarılma sorunları yaşamaktadırlar. Cinsellikten korkma ve uzaklaşma, kendi cinselliği ve aşk ilişkisindeki rolü hakkında uygun beklentiler geliştirememe, cinselliğini yok etmeye çalışma ya da abartma yeme bozukluklarında sık görülmektedir. Cinsel soruna eşlik eden yeme bozukluklarının temelinde her ne kadar fiziksel, sosyal, kültürel faktörler rol oynasa da psikolojik etkenlerin fazlalığı göze çarpmaktadır. Anne-baba tutum ve davranışlarının yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında etkin role sahip olduğu söylenebilir. Yeme bozukluğu yaşayan kişilerin mukayese edilmenin yaygın olduğu, anne-baba ve kadın-erkek rollerinin karıştırıldığı, aile içi şiddetin yaşandığı, fiziksel ve duygusal kötüye kullanımın var olduğu çatışmalı aile ortamlarında büyüdükleri görülmektedir. Yeme bozuklukları çeken bireylerin anneleri hükmedici, duruma hep egemen olmak isteyen ve soğuk yapıdayken; babalarının ise daha sevecen gibi algılansalar da sorumsuz, etkisiz ya da edilgen kişilik özellikleri gösterdikleri tespit edilmiştir. Yeme bozukluğu yaşayanların patolojik aile işlevselliği üzerinde sağlayamadıkları kontrolü bir “kendini yeniden düzenleme”, “bedenle konuşma” veya “yeme ve kusma davranışlarıyla duygularını kontrol etme” gibi davranışlarına girerek sağlamaya çalıştıkları görülmektedir. Anne-çocuk ilişkisinde aşırı denetleyici anneden, onaylayıcı ve güven verici tepkiler alamayan çocuk, sağlıklı bir kendilik duygusu geliştirememekte, kendini ayrı, özerk bir varlık olarak algılamak yerine annenin uzantısı gibi algılamaktadır. Bu durum çocuk için bir yandan anneyle birleşme, onun içinde kaybolma ve “yenip yutulma”, diğer yandan da “terk edilme tehdidi” anlamına gelmektedir. Yeme bozukluğu yaşayanların içe aldıkları ve ayrı bir nesne gibi yaşattıkları anne imgesini, yeme, kusma veya diyet yapma yoluyla denetim altında tutmaya çalıştıkları, hem onun tarafından ele geçirilmeye hem de terk edilmeye karşı bu yolla başa çıkmaya çalıştıkları ileri sürülebilir. Kendini aç bırakma ya da aşırı yeme sonucunda bedenlerinin kadınlaşmasını engellemeye çalışmaları da anneleriyle olan bu karmaşık ve iki değerli özdeşimi azaltma girişimi olarak yorumlanabilir. Ruhsal çatışmalar ve düzensizlikler yaşayan bu kişiler, kendilerinden çok annelerine aitmiş gibi algıladıkları bedenlerini, hem içsel hem de dışsal yaşantıları üzerinde denetim kurmak için kullanmakta, daha doğrusu annelerine benzeyen bedenlerini ve cinselliklerini ret etmekte gibidirler. Ayrıca cinsellikte önemli olan dokunma eylemine karşı kendilerini kapatan bu kişilerin dokunmama veya dokunulmasına izin vermeme ve cinsel dokunuşlara kendini kapatmakla sanki içe alma ve terk edilme tehlikesine karşı önlem aldıkları görülmektedir. Sonuç olarak cinsellikten ve kadınlıktan soğuma, kendi bedeninden ve cinsel ilişkiden iğrenme, tiksinti duyma ya da kaçınmaya yol açan bu duyguların beden imgesiyle aşırı uğraşma ve yeme davranışı bozukluklarıyla sonuçlandığı görülmektedir. Ayrıca yeme bozukluğu olan kişilerde cinsel uyarılma bozuklukları, orgazm olamama, cinsel soğukluk, homoseksüellik, aseksüellik, depresyon, anksiyete, kişilik bozuklukları ya da uyuşturucu madde kullanımı daha sık görülmektedir.
Yeme bozuklukları genellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görülüyor
Yeme bozuklukları genellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görülür. Yeme bozuklukları daha çok ergenlik döneminde ortaya çıkan ve ergen gelişimini olumsuz etkileyen bir süreçtir. Kimlik edinilmeye çalışılan ergenlik dönemi, cinsel kimlik oluşumu ve cinselliğin tanındığı önemli bir dönemdir. Bu dönemde ergen değişen vücut şekline uyum sağlamaya çalışmakta, bir yandan da cinsel olgunlaşma sürecine girmektedir. Bu dönemde yaşanan yeme bozuklukları, ergenin psikososyal ve cinsel gelişimi sürecini geciktirmekle kalmayıp, erişkinliğinde yaşayacağı cinselliğe yönelik sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu noktada bir çocuğun kişilik özelliklerinin temelini oluşturan 0–7 yaş dönemi ve ana-baba etkisinin çok büyük olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü çocuğun dünyaya gelişi ile birlikte çocuklarına en iyiyi vermeye çalışan ana-babalar, sıklıkla farkında olmadan hatalar yapabilmektedirler. Bu doğrultuda davranan ana babaların yetiştirdiği çocuklar doğru olanı yapmaya çalışır ve mükemmel bir çocuk olmaya güdülenirler, ancak bağımsız bir yetişkin olmakta güçlük çekerler. Bu nedenle ergenlik döneminde ebeveynlerin çocuklara karşı aşırı koruyucu olmaktan, yüksek beklentiler geliştirmekten, aşırı düşkünlükten ve katı davranmaktan kaçınmaları ve onların bağımsızlaşmalarına izin vermeleri gerekiyor. Çünkü yeme bozukluklarının tedavisi zordur. Mümkün olduğunca çabuk profesyonel yardım alınmalıdır. En iyi tedavi yöntemi tıbbi, psikoterapi ve beslenme konsültasyonunu içeren kombine bir çalışma ile gerçekleşmektedir. Yeme bozukluğu olan kişiler tehlikede olmadıkları fantezisiyle yardıma gerek duymadıklarına inanırlar veya sorunun farkındadırlar ama tekrar kilo alma korkusu ile tedavi görmek istemezler. Tedavi süreci birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. Psikoterapide hastanın yeme, kusma veya yememe davranışlarıyla duygularını ifade etmesinin yerine duygularını uygun bir şekilde sözle ifade edebilmesi, yeme davranışı üzerine kurulu yanlış düşünce tarzının değiştirilmesi, vücuduna yönelik olumsuz algılamaların düzeltilmesi, özgüvenin oluşturulması, kişilerarası sorunların belirlenip çözümüne yönelen bir yaklaşımın oluşturulmasına çalışılır.
1 note · View note
cocukklinigi · 3 years
Photo
Tumblr media
Aşırı koruyucu anne baba tutumları ile yetiştirilen çocuklar, beceriksiz ve korkak olurlar. Kendilerine güvenleri yoktur.Hep başkalarının korumasına muhtaçtırlar.Bağımsız hareket etme , tek başına bir işe girişme cesaretini gösteremezler. Bilgi ve sevgi paylaştıkça çoğalır🌹 Sizler de görmesini istediğiniz arkadaşlarınızı yoruma etiketleyerek bilgilenmelerini sağlayabilirsiniz. ⚠️Beğen, paylaş ve kaydet… @cocukklinigi #aşırıkoruyucuebeveynlik #cocukklinigi #cocukuzmanlari #birannekadargüvenli #çocuklarınızeminellerde (Turkey) https://www.instagram.com/p/CW299ZeI0mt/?utm_medium=tumblr
0 notes
seslimeram · 3 years
Text
Hayat Çürüyor
Tumblr media
Başına buyruk, kafadan her şeyin bet ve feci için / onlar adına güncellenmesinin yolunu açan bir temsil ile memleket memleket olmaktan gizli örtük değil doğrudan yalın bir hal dahilinde tükenişine tanıklık ediyor. Doğrudan memleket olma titrinin çökertilmesi haline tanıklık ettiğimiz günlerden geçiyoruz. Her feryadın, fasarya kılındığı, ilan olunduğu işte bu sahnede o cürümler hayatı kuşatıyor. Her şekilde başına buyruk, baş efendinin atakları, hamlelerinin toplamında hayat anlamı çürümeye terk edilen bir mesel kılınıyor. Hürriyet, lafı bile edilmeyen bir mesele dönüştürülüyor.
Her şey hemen her şekilde mutlak denetim, gözetim ve tahakküm bileşenlerinde, bunların birlikteliğindeki o katran karası yeniyi var etmek adına sürgit yinele geliyor. Bildirime hacet kalmadan atılan her adım, kanun diye var edilen her dayatmada bir kere daha bu dehşet temsili, bir edebi metindeki o fabl bura, iş bu sahnenin kabusu oluyor. Öylesine değil doğrudan büyük biraderin yerli versiyonu hep aynı odağa çıkıyor. Hep aynı belagati savunanlara, sorgulara ve yaralara. Bugünün o ülkesinin hakikati böyle biçimleniyor. Paralize ediliyor bir menzil. Günbegün bir deney sahası kılınıyor bir menzil. Başına buyruk olagelen muktedirin pratikleri büsbütün cürümlere çıkıyor. Her gün, her yan biraz daha karanlığın kılınıyor.
Tanıklık ettirilen güncellikte koruyucu / kapsayıcı olarak zikredilen devletin pratiklerinin her nasıl doğrudan bir yıkıma çıktığı örtülüyor. Her olumlama ardından çıkagelenler ile bir ve birlikte bütün bir menzilin dönüşümü sağlama alınıyor. Şahsım beyin, şahsiyetine uygun şahsi görüşlerinin doğrultusunda, kiminin kafasına çay paketi, kiminin kafasına ol iri şaplak, kimisinin ensesinden tutmak, kimine hizaya çekmek kalanlara o dar nüfuslu ola gelen kesimin, en avantajlı hırsız / uğursuz takımlarına korunaklı haller gibi nicesiyle tüm bu varyasyonlar güncellenir. Devlet dediğinizin kendisinden gayrısına da bir fayda taşıma çabası içinde olmadığını kanıtlayan nice örneklem vardır. Bir dönemlerin bakanının diline pelesenk ettiği, o çalınan paralar, şu tapeler gerçekti ünlemesinden, dünün bakanının imdi muhalefet gömleğini giymeye çalışırken dahi yüzüne gözüne bulaştırdığı pek çok detaya, ana akım medyanın pejmürdelik halinden, gündelik yaşama müdahalelerin pekliğine daha pek çok etmenle birlikte bu çürüme, yıkım, yok etme kültü, kültür, istikamet bildirilendir.
Bir söylediği, bir söylediğini tutmayan devletlinin pratik kıldıkları yaşama karşıtlığın açık bir temsilidir. Bugün, şu raddede her günü bir öncesinden ağır karşılıyor, her gün biraz daha fazla yara çoğalıyorsa o muktedirin iş bilirliğinden değil, bu toprak parçasında iyice geriletilmiş olan demokrasi tahayyülünün toptan çürümeye terk edilmesinden kaynaklanır her şey ortadadır. Hacı Bişkin’in Gazete Duvar’da yayınlanmış ol haberinden aktaralım. “Şırnak'ın İdil ilçesinde dün zırhlı polis aracı 7 yaşındaki Mihraç Miroğlu'na çarptı. Turgut Özal Mahallesi'nde meydana gelen olayın ardından Miroğlu, İdil Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı ancak tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Miroğlu'nun cenazesi dün akşam saatlerinde defnedildi. Baba Salih Miroğlu oğlunu anlatırken, "Hayat doluydu" diyerek "Benim oğlum neden öldü?" diye sordu.
İddiaya göre Mihraç Miroğlu dün sokakta bisiklet sürerken bir zırhlı polis aracı çarptı. Miroğlu ailesi olayın nasıl meydana geldiğini bilmediklerini söylerken mahallelerde zırhlı araçların devriye gezdikleri esnada süratli olduklarını belirtti. Miroğlu'nun babası Salih Miroğlu ise olayın yaşandığı sırada evde olmadığını, oğluna zırhlı aracın çarptığını duyduğu an eve koştuğunu söyledi.
Baba Miroğlu, oğlunun ölümüne neden olanların yargılanmasını isteyerek şunları söyledi: "Mihraç evden adımını dışarı atmazdı. Kendisi çok uslu bir çocuktu. Annesine çok bağlıydı. İkinci sınıfa gitmesine rağmen kitap okuma hayranlığı vardı. Büyüyünce öğretmen olmak istediğini söylerdi. Peki benim oğlum neden öldü? Bunca çocuk neden bu şekilde öldü? Artık hiçbir çocuk ölmesin. Biz ne dersek diyelim sesimizi duymuyorlar. Artık hiçbir şey diyemiyoruz."
Bener Cordan İlkokulu 2'nci sınıf öğrencisi olan Miraç Miroğlu'nun ölümü özellikle 2015'te ilan edilen sokağa çıkma yasaklarından bu yana zırhlı araç çarpması sonucu ölen çocuklar yeniden gündeme geldi. Son 6 yılda zırhlı araçların mahallelerde devriye gezerken çarptığı, çocukların evde uyurken duvarlardan araçların içeriye girdiği hiçbir ölümde kolluk güçleri ceza almadı.
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi'nin hazırladığı rapora göre ise son 10 yıl içinde zırhlı araçların karıştığı 63 kazada, 16'sı çocuk, 6'sı kadın olmak üzere toplam 36 kişi öldü, 85 kişi yaralandı.
Son dönemde meydana gelen zırhlı araç çarpması sonucu ölüm olayları:
- 6 yaşındaki Efe Tekin, 6 Haziran 2018'de Toplumsal Müdahale Aracı (TOMA) çarpması sonucunda öldü. Tektekin'in 65 yaşındaki dedesi Mehmet Tektekin de torununun ölümünden 15 ay önce yine zırhlı aracın çarpması sonucu ölmüştü. Tektekin’i ezerek ölümüne neden olan polis İ.A. hakkında “taksirle ölüme neden olma” suçundan 2 ila 6 yıl arasında hapis istemiyle dava açıldı. Geçtiğimiz hafta ortaya çıkan bilirkişi raporunda ise Efe Tektekin “asli”, polis “tali” kusurlu bulundu.
- Şırnak’ın Silopi ilçesinde 2017 yılında 7 yaşındaki Muhammet ve 6 yaşındaki kardeşi Furkan Yıldırım odalarında uyurken evin duvarına çarpıp içeri giren panzerin altında kalarak öldüler. Cizre 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan polis memuru hakkında beraat kararı verildi. Dava sırasında zırhlı aracı kullanan polisin sertifikasız olduğu ortaya çıkmıştı.
- 2018 yılında Şırnak'ın Cizre ilçesinde 5 yaşındaki zırhlı aracın çarpması sonucu Onur Özalp, ağır yaralandı. Özalp kazadan 9 ay sonra vefat etti.”
Memleketin memleket olmasının önünün alınmasına bariz örneklerden birisidir bütün bu cinayetler silsilesinin son halkası Mihraç Miroğlu’nun katledilmesi. Cürümler ülkesindeki o yaşam hakkına kastın nasıl var edildiğini geçtiğimiz yazıda değinmiştik. Memleketin ol memleket olmaktan alıkoyan meselin acılı babanın sarf ettiği bizi duymuyorlar bahsinden her nasıl görünür kılındığı ortaya çıkarken ne dersek eksik kalacaktır. Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde yıllar yıldır süre gelen devletli tahakkümünün bir kırım boyutuna nasıl da dönüştüğü yeniden vurgulanmalıdır. Hacı Bişkin’in İHD raporlarına dayandırarak sunduğu verilerin ışığında bir yaşam sahnesinde hayatın un ufak edilmesinin cerahatidir mesele. Cürmü var edenlerin sırtlarının pış pış edilip, yollarının açık tutulması, adalete hesap vermeyecek olmalarının güvencesidir mesele. Bakur Kürdistan’ında abluka günleri boyunca var edilmiş olan kötülüğün binbir suretle yeniden ve yeniden imal edilmesine karşın Batı Türkiye cenahından tek bir itiraz nüvesinin, ortak yasın tutulmasının yolunun da yönünün de var edilememesinin meselesidir bir baba tarafından bildirilen, duyan hiç var mı ola? Bir çocuğun daha hayat hakkının elinden alındığı, yasının tutulmadığı, arasız ve fasılasız herkes eşittir türküsü çağrılırken oluşturulan o sessizlik, görmeme halinin karşısında kim nasıl hesap verecektir, her ne zaman?
Sendika.org’tan aktaralım: “İlk başta Valilik tarafından izin verilen Barış Mitingi'nin gerekçesiz olarak yasaklanmasının ardından Beyoğlu Tünel'de gerçekleştirilecek basın açıklaması ile ilgili de yasaklama kararı çıktı. Eylem saati öncesinde HDP il binasının önünü kapatan polis parti yöneticilerinin dışarıya çıkmasına izin vermedi. Tünel Meydanı'nı ablukaya alan polis aralarında kurum temsilcilerinin de bulunduğu çok sayıda eylemciyi gözaltına aldı.
İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla 17.00’da Beyoğlu Tünel Meydanı’nda düzenlenecek basın açıklaması öncesi polis Tünel ve çevresi ile HDP il binasını ablukaya aldı. Bakırköy’de düzenlenecek Barış Mitingi’nin İstanbul Valiliği tarafından izin verildikten sonra gerekçesiz olarak yasaklanması karşısında Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri, Tünel Meydanı’nda basın açıklaması yapacaklarını duyurmuştu.
Tünel Meydanı’nı ablukaya alan ve eylemin Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklandığını söyleyen polis buluşma saatinden önce flamalarla alana gelen eylemcileri gözaltına aldı. ESP Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü de gözaltına alınanlar arasında. Polis alandaki HDP Milletvekili Musa Piroğlu ile gazetecileri de ablukaya aldı.
Buluşma saati yaklaşırken kurum temsilcileri ve milletvekilleri İstanbul Halkevi’nden çıkarak barış sloganlarıyla Tünel Meydanı’na doğru yürümeye başladı.
Yürüyüşün önünü Narmanlı Han önünde kesen polis, Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yasak kararını okuduktan sonra yürüyüşün sonlandırılmasını istedi. Kurum temsilcileri bu yasak kararını tanımadıklarını söyleyince polis kalkanlarla sardığı eylemcileri ve gazetecileri darp etti ve polisin tutumuna tepki gösteren bazı kurum temsilcilerini gözaltına aldı.
Polis araçlarında gözaltındaki eylemcilere yoğun şiddet uygulanırken polis gazetecilerin görüntü almasını engelledi. Yaşananları görüntülemek isteyen Sendika.Org muhabiri darp edildi.
Çeşitli yerlerden yürüyerek gelenler gözaltına alındı. Polis saldırılarının ardından dağılan kitle, çevredekilerin alkışlarıyla İstiklal Caddesi’nde “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek” sloganlarıyla yürüdü.
Tünel Meydanı’nda gerçekleştirilecek basın açıklaması öncesinde HDP İstanbul İl Binası polis tarafından ablukaya alındı. Polis parti yöneticilerinin dışarıya çıkmasını engelledi.”
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde imzası bulunan bir devletin, hangi hak varsa onu hiçe saymaya devam ettiğini göstere gelen bir saldırganlık İstanbul’un iki farklı semtinde var edilir. Önce Bakırköy’deki miting lağvedilir. Ardından çıkagelen basın açıklaması hal ve istemine ket vurulur. Gün aşırı Bakur Kürdistan’ında yepyeni bir yara var edilirken tam da o devletli eliyle, bütün fecaatlerin ardında biz varız nidası bu saldırganlıkla birlikte tescillenir. Ülke, memleket, vatan imlerinin boşa düşürülmesi kesintisizdir artık. Hepten o abluka günlerindeki gibi bir cerahatle Kürd ve tüm diğer Türkiyeli halkların birlikteliği, o makus kadermiş gibi dayatılan kötülük karşısında halen hayatların biricikliğinden bahisler açmak imkansız kılınsın istenir. Bir ülkede sözün yitimi için her zaman olduğu gibi yine, yeni ve yeniden barışa saldırılır! Barışmaktan bunca kaçınılan, sözü yitirip silahların salt ve sadece sahneyi kapsamasını talep eden, kanla beslenmeyi hala matah bir şey addeden kaç ülke vardır!
Doğrudan memleket olma titrinin çökertilmesi haline tanıklık ettiğimiz günlerden geçiyoruz. Her feryada kulak tıkayan bir muktedirin güncesinde hayatın her ne hallere terk olunduğuna tanıklık ediyoruz. Cerahat biteviye kılınırken, yolun, yordamın yitimi eksiksiz kılınıyor. Barışın savaşla, huzurun kötülükle, hürriyetin mutlak teslimiyetle birlikte dönüştürüldüğü, takas olunduğu bir güncellik dahilinde yaşam istemi yerle bir olunuyor. Her gün aynı karanlıkla çıkıyor. Tekrarlanarak sabit edilmiş olanın ahlardan mülhem bir ülke olduğu gerçekliği artık saklanamıyor. Hayat çürümeye terk ediliyor, kesin bilgi!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Escape - Angie PAPADOPOULOU – Behance
0 notes
uyananlar · 3 years
Text
KOŞULLARIN BASKISI ALTINDA YENİ BİR DÜNYADA YAŞAM 📷 Baba-MUTLAK Martha'yı evlat edindi
Merhaba sevgili sevgili çocuklarım! Bir önceki mesajıma devam ederek , şimdi aşılanmış olan ikinci grup insanı ele alalım . Bunlar, koşulların baskısı altında böylesine riskli bir adım atanlardır. Normal şartlar altında bunu yapmaya asla cesaret edemezlerdi çünkü bu aşının yan etkilerini, şüpheli bileşimini ve yetersiz denemeleri zaten duymuşlardı. Ama dediğin gibi "hayat kurdu". Aslında onları "zorlayan" hayat değil, sürüngenlerin yeryüzüne kurdukları acımasız ve insanlık dışı sistemdi. İşten çıkarma tehdidi ve her türlü zorluğa karşı, ferman ve emir veren, insanları köşeye sıkıştıran, tıbbi deneylere zorlayanlar onların uşaklarıdır. Ve her zamanki gibi, en sevdikleri "silah" - FEAR'ı tüm formlarında kullanıyorlar. Sonuç olarak, gelir kaynaklarını ve her zamanki yerleşik yaşamlarını kaybetme korkusuna yenik düşen insanlar, Ruhlarının kabul etmeyeceği bir eyleme karar verir. Acı çekiyor ve direniyor, bazen aşırı önlemlere gidiyor, bu insanların Işık Kuvvetleri ve Koruyucu Meleklerinin yardımıyla, örneğin bu kişinin yeterli aşısı olmadığı veya sağdaki yere ulaşamadığı durumlar yaratıyor. zaman. Ancak, Ruhunun yüksek veçhelerinden gelen bu tür açık istemleri kavrayamazsa ve arzusunda ısrar ederse, böyle bir kişinin Ruhunun seçimini kabul etmekten başka seçeneği yoktur. Ve bu seçim yapıldığında ve kişi aşılandığında artık hiçbir şeyi değiştiremez ve ya kendini kurtarmak için yoğun düzlemi terk eder ya da bedeninde vücut bulduğu kişiyle birlikte kademeli yok oluşunu seçer. İki ruhun sahiplerine gelince, çoğu zaman insan ruhları, düşük titreşimli "komşularını" yalnız bırakarak ayrılır. Bunun bir sonucu olarak, çifte “kader darbesine” maruz kaldıkları için çok hızlı ve dramatik bir şekilde değişen “yarı cinsler” - yabancı bir gen elde ederken, aynı zamanda ikinci, daha yüksek- kaybederler. titreşim yarısı. Ve şimdi Dünya'da bu tür birçok vaka var. İkinci gruba ait insanların bilinçleri, atalet yoluyla, bir süre için hala geçmişe karşılık gelebilir, ancak aşılamadan sonra ne kadar zaman geçerse ve vücutlarına yeni bir yabancı genom ne kadar sağlam bir şekilde sabitlenirse, fiziksel olarak o kadar fazla bozulurlar. ve zihinsel olarak. Ve bu tür insanlara çok dikkatli ve dikkatli davranmalısınız. Zamanla hatalarının farkına vararak ve aşı sonrası kendilerine vaat edilen geçmiş yaşamın geri döndürülemeyeceğini anlayarak derin bir depresyona girebilirler, acıları içten ve derin olacaktır. Acılarını hafifletmeye çalışın sevgililer. Onları eleştirmeyin, aşılanan kişiyi bekleyen üzücü sonuçlardan bahsetmeyin, varlıklarını Işık ve Sevgi ile doldurmaya çalışın. Dünyadaki kalışlarının son aylarını karartmayın. Onlara karşı üstünlük duygusuna kapılmayın, onlara göre "ayrıcalıklı" konumunuzu göstermeyin. Hayatlarının bu trajik döneminde onların nazik yardımcıları, Koruyucu Melekleri olun. Barış içinde ve daha iyi bir geleceğe inançla ayrılsınlar. İnanın bana, bu Yükselişin tam eşiğinde olan Ruhunuz için çok önemlidir. Yüksek titreşimlerinizi ancak, kendi takdirine bağlı olarak elden çıkarmakta özgür olan, seçim özgürlüğüne sahip olan gezegeninizin herhangi bir sakinini anlayabildiğiniz ve karar verebildiğiniz zaman sürdürebileceksiniz. Bugün burada duracağız. Seni çok seven Mutlak Baba, seninle konuştu Kabul Marta 14.07.2021
0 notes
psikoterapy · 3 years
Text
Yanlış Ebeveyn Tutumları
#YanlışEbeveynTutumları Aşırı koruyucu ve kaygılı anne-baba tutumunda, anne baba çocuğun her davranışına müdahale eder, sürekli çocuğa yaşından daha küçükmüş gibi muamele edilir, aile aşırı koruyucu ve vericidir.
Aşırı koruyucu ve kaygılı anne-baba tutumunda, anne baba çocuğun her davranışına müdahale eder, sürekli çocuğa yaşından daha küçükmüş gibi muamele edilir, aile aşırı koruyucu ve vericidir. Bu, çocuğun kendini tanımasını ve yapabileceklerini fark etmesini engelleyen bir anne-baba tutumudur. Çocuğun bireyselleşme çabalarını engelleyen bir tutumdur. Bu tutumla yetişen çocuklar, bağımlı kişilik…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
saglamsayfa · 4 years
Text
Neden Yüzümüz Kızarır?
Tumblr media
“Ya yanlış, eksik bir şey söylersem ve gene yüzüm kızarırsa” cümlesi kişinin eğitim, iş, sosyal, hayatında sıkıntılara neden olabilmekte ve bu kaygı kişinin var olan potansiyelini kullanamamasına sebep olabilmektedir. Yaşanan bu kaygının asıl oluşma sebebi, diğer insanların kişi hakkında ne düşündüğü değil, aslında kişinin kendi olumsuz duygu ve düşüncelerinin bütünüdür. Tehlike aslında uzaklarda değil, kişinin kendi içerisindeki duygudur. Stresli olduğumuzda, suçluluk hissettiğimizde, kaygılandığımızda, heyecanlandığımızda ya da utandığımızda vücutta salgılanan adrenalin hormonu vücut ısısının artmasına neden olur ve sempatik sinir sistemini uyararak derinin yüzeyine yakın kan damarlarını genişleterek kanı yüz bölgesine gönderir. Sosyal anksiyete bozukluğu olan kişilerde fiziksel olarak; yüz kızarması, terleme, kalp atımında hızlanma şeklinde kendini gösterirken, düşünce boyutunda; “Rezil oldum”, “Herkes benimle dalga geçecek”, “Yanlış bir şey söylersem küçük düşerim” gibi olumsuz düşünceler ile kendini gösterir, davranış olarak ise; toplum içinde kendini gösterecek etkinliklerden kaçınma şeklinde karşımıza çıkar. Öğretmen bir soru sorduğunda çocuk bildiği soruya “Ya yanlış cevap verirsem” kaygısı ile parmak kaldıramazken, “Ya arkadaş ortamında yanlış bir şey söylersem dışlanırım” kaygısı ile ergen sosyalleşemez, “Ya sunumu eksik yaparsam ve benim yetersiz olduğumu düşünürlerse”, “Ya beğenmezlerse anlattıklarımı”, “Ya yanlış bir şey söylersem ve rezil olursam herkese” kaygısı ile yetişkin iş hayatında sıkıntılar yaşayabilir ve kişi var olan potansiyelini olumlu bir şekilde kullanamaz. Bu durumun oluşmaması için yapmak istediği şeylerden kendini soyutlar, yapmak zorunda olduğu durumlarda ise kendini gergin ve her an hata yapacak, insanlar kendisini değerlendirecek, hakkında olumsuz düşünülecek ve yüzü kızaracak bunun sonucunda da insanlar içinde küçük düşeceği, yargılanacağı, rezil olacağı kaygısını yaşar. Kurulan bu hipotez gerçekleşmese bile kişi bu duruma kesin olacakmış inancı taşır. Yüz kızarması oluşumunda; örneğin okul yıllarında sözlüye kalkan bir çocuk, hata yapıp yanlış bir şey söylediğinde ve sınıf  içinde kendisiyle dalga geçildiğinde,  kişi yaşadığı olayı travmatik bir deneyim gibi algılayabilmekte ve aynı olayın tekrarlanmaması için kendini dış çevreden soyutlamakta ya da yetişkin hayatında dahi mecburen bir sunum yapmak zorunda olduğunda geçmiş deneyimler canlanıp yüz kızarması, kaygı oluşmaktadır. Bunun yanı sıra; çocukluk çağında ailenin tutumu da önemli yer tutmaktadır. Ebeveynlerin çekingen yapıda olması, cezalandırıcı ebeveyn tutumları, ebeveynin kendi ayrılma korkusundan dolayı kendileri olmazsa çocuğunun başına bir şey gelecek kaygısı ile çocuğa baskı yapması, aşırı koruyucu ya da reddedici aile tutumları, katı anne-baba modeli ya da mükemmeli arayan ebeveynler çocuğa “Hiç hata yapmamalısın”, “Hata yaparsan cezalandırılırsın” mesajını verdikçe, çocuk hata yapmaktan korkar ve hata yapmamak için “Acaba hata yapar mıyım?”, “Yanlış bir şey yaparsam ceza alır mıyım” kaygısı yaşar ve bu durum yetişkin hayatında “Yanlış bir şey söylersem, rezil olurum” kaygısına neden olabilir.  Altta mükemmeliyetçi duygular vardır ve “Her şey mükemmel olmalı” kaygısı kişiyi hata yapmaktan korkar hale getirir. Yapılan işte hata yapılması ya da eksik olması, işin mükemmel olmadığıyla eş değer olur ve bu kişiler için eksik ve hatalı yapılan bir iş karşı taraftan onay almaz, değer görmez olarak eşleştirilir. Yüz Kızarması İle Nasıl Başedebilirim? Yüz kızarmanıza neden olan bir olay yaşadığınızda, o anki  duygularınızın farkında olun ve bu duyguların kökenini bulup yüzleşin. Yüz kızarma durumunu algılayışınız, örneğin bir sunum esnasında “Yüzüm kızardı mı?” düşüncesi bu durumu ortaya çıkaran etkenlerden biridir. Olumsuz düşüncelerinizin farkına varın “Hata yaparsam rezil olurum”, “Yanlış bir şey söylersem küçük düşerim”, “Eksik bir şey söylemem beni diğerlerinin gözünde değersiz yapar”… gibi düşüncelerinizden uzaklaşmaya çalışın. Kaygı yaratacağını bildiğiniz ortama girmeden önce gevşeme egzersizleri yapın. Kendinizin güçlü ve zayıf yönlerinizi tanıyın. Sadece güçsüz olmadığınızı kabul edin. Hayatınızdaki başarılı alanlara odaklanın. İnsanların zihnini okumaktan vazgeçin. Okumaya çalıştığınız zihin karşınızdaki kişinin değil, sizin kendinizle ilgili düşüncelerinizi oluşturmaktadır. Bu durum, günlük hayatınızın işleyişinizi ve sosyal ilişkilerinizi, iş, eğitim  hayatınızı olumsuz anlamda etkiliyorsa psikolojik destek almaktan çekinmeyin. Read the full article
0 notes
musstuffsworld · 4 years
Text
Tumblr media
DOĞAL KANSER İLACI ÇÖREK OTU BAL KARIŞIMI ..
Çörek otunu bal ile karıştırarak tüketildiğinde kansere karşı müthiş bir kalkan görevi görüyor. Çok şifalı bir bitki olan çörek otu neye iyi gelir, bu bitkiden elde edilen çörek otu yağının faydaları nelerdir ve kansere karşı çörek otu bal karışımı nasıl hazırlanır? Çörek otu yağı ile ilgili tüm sorularınızı bu yazıda yanıtlamaya çalıştık.
Çörek otu ile çörek otu yağı son zamanlarda en fazla kullanılan baharat
ve bitkisel yağ haline gelmiştir. Sebebi ise kanserden alerjiye, tansiyondan kolesterole kadar bir çok hastalığı tedavi edici özelliğine sahip olmasıdır. Çörek otu yağının en tesirli olanı soğuk pres yöntemiyle elde edilmiş olanıdır. Satın alacağınız çörek otu yağının üzerinde mutlaka soğuk pres yazdığına dikkat etmelisiniz.
Çörek Otu Bal Karışımı Kanserle Savaşıyor, Kansere Karşı Koruyor..
100 gram çörek otu ile yarım kilo kadar balı uygun bir kabın içerisinde koyarak karıştırın. Üzerini tülbent ile örterek 3 gün bekletin. Çörek otu ve bal karışımı ile elde ettiğiniz bu macunu aç karnına günde 3 kere 1 tatlı kaşığı tüketin. Sizi her türlü kanser riskine karşı koruyacaktır.
Saç İçin Çörek Otu Yağı Dökülen saçlara veya saç beyazlaşmasına karşı çörek otu yağını kafa derisine masaj yaparak kullanabilirsiniz. Bu yöntem yeni saç çıkarmak için ve saçları gürleştirmek amacıyla uygulanabilir. Çörek Otu Yağını saç derinize iyice yedirerek 3-4 saat beklemeniz lazım. Çörek otu yağının en önemli özelliklerinden biri DHT yani Dihidrotestosteron adı verilen aktif testesteron hormonunu baskılamasıdır, bu sebeple çörek otu yağı saça harici olarak uygulanabildiği gibi ağız yoluyla da alınarak DHT hormonunun saç üzerindeki faydasından istifade edilebilir.Çörek otunun ve çörek otu yağının faydaları
* Kan şekerini düzenleyici etkisi vardır.
* Çörek otu hazmı kolaylaştırarak bağırsakların düzgün çalışmasını sağlar.
* Kanser hastalığına karşı koruyucu ve tedavi edici etkisi vardır. Özellikle bal ile karıştırılarak macun hazırlandığından kansere karşı süper bir ilaç görevi görüyor.
* Mantar, mikrop ve virüslere karşı yok edici etkisi vardır.
* Vücuda zindelik vererek yorgunluğu giderici etkisi vardır.
* Çörek otu idrar söktürücü özelliği sayesinde safraya iyi gelmektedir.
* Kolesterol ve tansiyon düzenleyici etkisi vardır.
* Cinsel performans artırıcı özelliği vardır.
* Çörek otu yağı hücreleri yenileyerek yaraların hızlı bir şekilde iyileşmesini sağlamaktadır.
* Gözde ki mikropları öldürücü bir etkisi vardır.
* Baş ağrısı, nezle ve grip gibi hastalıklarda buruna damlatma yöntemiyle kullanılır, tedavi edici özelliktedir.
* Kepeğe karşı yok edici, saç dökülmesine karşı önleyici etkisi vardır.
* Kulakta oluşan iltihaplanmada ve kulak üşütmesinde kullanılır.(Kulağa 3 damla damlatılması tavsiye edilir.)
* Ruh halini sağlamlaştırarak hormonları düzenleyici özelliği vardır.
* Vücutta oluşan zehirleri süzerek dışarı atılmasını sağlar.
* Sinüzit hastalığında tedavi edici özelliği vardır. Gün içinde 1-2 defa damlatılır ve 1 hafta boyunca uygulanması önerilir.
ÇÖREK OTU YAĞI NASIL KULLANILIR ?
* Sırt ağrısı ve romatizmal ağrılarda çörek otu yağının kullanımı: İlk olarak bir miktar çörek otu yağını ısıtalım. Isıtmış olduğumuz bu yağı problemli bölgemize masaj yaparak uygulayınız.
* İshal için çörek otu yağının kullanımı: 1 fincan yoğurdun içerisine 1 çay kaşığı çörek otu yağını karıştırın. Hastalık belirtileriniz geçene kadar bu karışımı gün içinde 1-2 defa tüketiniz.
* Öksürüğe karşı çörek otu yağının kullanımı: 1 fincan kahve içerisine 1 çay kaşığı örek otu yağını karıştıralım. Gün içinde 2 defa tüketilmesi önerilmektedir.
* Saç beyazlamasına karşı çörek otu yağının kullanımı: Çörek otu yağı ile saçlarınıza düzenli bir şekilde masaj yaparsanız saçlarınızın daha geç kırlaştığını fark edeceksiniz.
* Baş ağrısı için çörek otu yağı kullanımı:Baş ağrısı için kulak ve alın kısımlarına masaj yaparak uygulanması gerekmektedir. Ağrıyan bölge bir bandaj yardımıyla sarılır. Ayrıca kahvaltıdan önce 1 çay kaşığı çörek otu yağı içilmesi baş ağrısını tedavi edici özellik göstermektedir.
* Burun tıkanıklığı ve gripte çörek otu yağının kullanımı: Burun tıkanıklığı tedavisinde her bir burun deliğine 3-4 damla çörek otu yağı damlatılır. Burun tıkanıklığını giderici etkisinin yanı sıra soğuk algınlığına karşıda tedavi edici özelliği vardır.
* Saç dökülmesine karşı çörek otu yağı: Çörek otu yağı saç dökülmelerine karşı öncelikle 1 limonu kafa derinize tamamen sürün. Ardından sabunlayın ve durulayın. Saçlarınızı kuruladıktan sonra çörek otu yağını kafa derinize iyice masaj yaparak uygulayın.
* Cilt bakımı için çörek otu yağı: 1 çorba kaşığı çörek otu yağı ile 1 çorba kaşığı zeytinyağını karıştırın. Hazırlamış olduğunuz bu karışımı yüzünüze masaj yaparak iyice yedirin. Ortalama 1 saat cildinizde bu yağı bekletin. Ardından su ve sabun ile iyice durulayın.
* Kansere Karşı Çörek Otu ve Bal Karışımı:Yarım kilo bal ile 100 gram çörek otu karıştırılır. 3 Gün üzeri tülbentle örtülerek bekletilir. 3. günün sonunda macunumuz hazır oluyor ve günde 3 kere aç karnına 2 çay kaşığı (1 tatlı kaşığı) tüketilir. çörek otu mucizesini duyuralım.. Bu yazı çok önemli ve faydalıdır. Mutlaka not alın, aklınızda bulunsun ve dostlarınız da faydalansın diye paylaşalım..
KIZ EVLAT SAHIPLERINE MÜJDE MUTLAKA OKUYUN.
Okuyalım ve Paylaşalım Peygamber Efendimiz’in zamanında yaşayan iki kız çocuğu olan fakir bir kadın vardı. Kadın, bir gün çocuklarının elinden tutarak Hz. Aişe’nin yanına gitti.
Hz. Aişe bir şeyler vermek için bakındı. Sadece bir hurma bulabildi. Daha fazla bir şey veremeyişin hüznü ile hurmayı kadına verdi. Fakir kadın, kendisine uzatılan hurmayı alıp kızlarına paylaştırdı. Kadının bu annelik şefkati ve merhameti Hz. Aişe’nin gözünden kaçmadı. Olayı Peygamber Efendimiz’e anlattı.
Efendimiz, kendi nefsine çocuklarını tercih eden anne için şöyle buyurdu: “Kadın, erkek herhangi bir mümin, kız çocukları yüzünden bir suretle sıkıntı çekerlerse bunu hayır bilsinler. Çünkü kız çocukları, onları cehennem ateşinden koruyan birer perde olurlar.”(Buhari, Edeb, 18)
“Kim iki kız çocuğu ergenlik çağına vardıktan sonra yanında kaldıkları veya o kimse onların yanında kaldığı müddetçe, onlara iyi davranıp ihsanda bulunursa, kızları onun cennete girmesine vesile olurlar.” (İbn Mace, Edeb, 3) “Kim ki üç tane kız çocuğu olur da buna sabreder (yani çocuklarının kız olduğundan şikâyetçi olmaz) varlığından onları yedirir,AİLENİN GEÇİMİYLE ILGİLİ GüNDE 1 KERE OKUNMALI
“Annelerin yiyecek ve giyeceği, örfe göre babaya aittir.” Bakara sûresi (2), 233
Sigara içmek artık moda değil. Bu kötü alışkanlıktan 7 günde kurtulun!
Sigara içmek artık moda değil. Bu kötü alışkanlıktan 7 günde kurtulun!
Bu âyette boşanmış kadınların çocuklarını emzirme durumu ele alınmaktadır. Çocuk babaya ait kabul edildiği için, onun emzirilmesini sağlamak da babanın görevidir. Baba maddî imkânları ölçüsünde, çocuğunu emziren kadının yiyeceğini ve giyeceğini temin eder. Bunun miktarını belirlemek problem olursa, hakem kabul edilen bir üçüncü şahıs da bu miktarı tayin edebilir. Bununla beraber yapılacak bu ödeme, babayı sıkıntıya sokacak kadar fazla olmayacaktır.
“Varlıklı olan kimse, varlığına göre nafaka versin. Eli dar olan kimse de verebileceği kadar nafaka versin. Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden fazla bir şey yüklemez.” Talâk sûresi (65), 7
Bu âyet-i kerime nafaka konusunda bir prensip ortaya koymaktadır. Bir kimse kime nafaka veriyorsa, gelirine göre verecektir. Zenginse, fazla verecek; orta hâlli ise orta derecede verecek; fakirse az verecektir. İslâmiyet aşırı derecede saçıp savurmayı da hoşgörmez, aşırı derecede cimri davranmayı da. Bu sebeple nafakaya esas olan ölçü, kişinin maddî gücüdür.
“Siz hayıra ne harcarsanız, Allah onun yerine yenisini verir.” Sebe’ sûresi (34), 39
Allah rızası için aile fertlerine veya fakirlere harcama konusunda bu âyet bir ölçü getirmektedir. Cenâb-ı Hak sevap kazanmak düşüncesiyle veren kuluna yenisini verir. Vermeyenin malından da bereketi kaldırır.
Aşağıdaki hadiste göreceğimiz üzere, her Allah’ın günü iki melek yeryüzüne iner. Bunlardan biri:
– Allahım! Malını verene yenisini ver! diye niyâz eder. Diğeri de:
– Allahım! cimrilik edenin malını yok et! diye bedduâ eder.
HADİSLER
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah yolunda (cihâd edilmesi için) sarfettiğin para, köle âzâd etmek için harcadığın para, fakire sadaka verdiğin para ve bir de aile fertlerinin ihtiyaçları için harcadığın para var ya! İşte bunların içinde sana en çok sevap kazandıracak olanı, ailen için harcadığın paradır.” Müslim, Zekât 39
Aile fertlerimiz, Cenâb-ı Hakk’ın beraber yaşamamızı, birlikte mutlu olmamızı takdir ettiği insanlardır. Bunlar eşimiz, çocuklarımız, anne ve babamızdır.
Bizim en tabii gıdamız sevgi ve ilgidir. Birilerini sevmeden, birileri tarafından sevilmeden yaşamak olmayacak şeydir. Zira sevgisiz hayat, taşınması zor bir yük gibidir. Bizi bu âleme getiren Rabbimiz aile yuvası kurmamızı emretmiş, huzuru ancak bu suretle elde edeceğimizi söylemiş, gönlümüze dünyaya yetecek kadar sevgi koymuş ve aile fertlerimizi sevmemizi istemiştir. Bizi dünyaya getiren annemiz babamız, hayatımızı birleştirdiğimiz eşimiz ve bu beraberliğin meyvası olan yavrularımız bizim sevgi ve ilgi odaklarımızdır.
Hayatın güzelliği, birilerini mutlu etmekle, mutlu görmekle farkedilir. Mutlu olmasını en çok istememiz gerekenler yakınlarımızdır. Onları sevindirmek, yüzlerini güldürmek bizim görevimizdir. Bu sebeple Allah’ın bize verdiği imkânları öncelikle onların ihtiyaçları için harcamalıyız. Onları kimseye muhtaç etmemeliyiz. Maddi gücümüz elverdiği ölçüde, başkalarına imrenmelerine bile imkân bırakmamalıyız.
Görüldüğü gibi, Sevgili Efendimiz, sevap kazanmak için para harcanacak yerleri saymış, sonra da bunların içinde insana en fazla sevap getirecek harcamanın aile fertlerine sarfedilecek para olduğunu söylemiştir. Zira diğer harcamalar sevap kazanmak için yapılan birer nâfile ibadet olduğu hâlde, ailenin ihtiyaçlarını temin etmek farzdır; şarttır; yapılması gerekli bir görevdir. Farz ibadetin sevabı da hiçbir şeyle ölçülmeyecek kadar çoktur.
Şu da unutulmamalıdır:
Aile için farz olan harcama, mutlaka yapılması gereken harcamalardır. Gerekli olmayan hususlardaki harcama ise, hadisimizde sayılan diğer harcamalar gibi, insana nâfile ibadet sevabı kazandırır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah yolunda cihâd edilmesini sağlamak, köle âzâd etmek ve fakirlere yardım etmek insana sevap kazandırır.
2. Ailenin ihtiyaçları için harcanan paralar ise, insana bunlardan daha çok sevap kazandırır.
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! (Eski kocam) Ebû Seleme’nin çocuklarına para harcamak bana sevap kazandırır mı? Onları öyle muhtaç durumda bırakacak değilim ya! Onlar benim kendi çocuklarımdır, diye sordum.
Resûlullah şöyle buyurdu:
– “Evet, onlara yaptığın harcamanın sevabı senindir.” Buhârî, Nefekât 14; Müslim, Zekât 47
Ümmü Seleme annemiz, Resûl-i Ekrem Efendimiz ile evlenmeden önce Ebû Seleme radıyallahu anh ile evliydi. Ebû Seleme Peygamber Efendimiz’in hem halasının oğlu hem de sütkardeşiydi. Onların bu evliliğinden Ömer, Muhammed, Zeynep ve Dürre adlı çocuklar dünyaya gelmişti. Ebû Seleme ile karısı Ümmü Seleme, İslâmiyet’in ilk yıllarında müslüman olmuşlar ve müşriklerin şerrinden kurtulmak için birlikte Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Hicretin dördüncü yılında Ebû Seleme vefât edince Peygamber Efendimiz Ümmü Seleme ile evlendi.
Dinimize göre çocuklar büyüyene kadar onlara bakmak ve ihtiyaçlarını temin etmek babanın görevidir. Bu sebeple Ümmü Seleme annemiz Resûlullah Efendimiz’e demek istiyor ki:
– Eski kocamdan olma bu çocuklara bakmak aslında benim görevim değildir. Ne yapayım ki, bu yavrular benim öz çocuklarımdır. Onları başkasına muhtaç durumda bırakamam. Ona buna el açmalarına râzı olamam. Bu sebeple kendilerine yardım ediyor ve geçimlerini sağlıyorum. Acaba kendi yetimlerime yaptığım bu yardımdan dolayı sevap kazanabiliyor muyum?
Resûlullah Efendimiz, Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’ya bu fedâkârlığından dolayı sevap kazanacağını söyleyerek şöyle buyurmuştur:
– “Evet, onlara yaptığın harcamanın sevabı senindir.”
Güzel dinimiz, iyi niyetle yapılan her işi değerli bulmuş ve yapılan her iyiliğe on mislinden başlamak üzere sayısız sevap vermiştir. Aşağıdaki hadislerde bu durum açıkca görülecektir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Anne şefkati pek yüce, pek asil bir duygudur.
2. Anne mecbur olmasa bile, sırf merhametinden dolayı çocuklarına yardım etmekle sevap kazanır.
Ebû Mes`ûd el-Bedrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Bir adam Allah’ın rızasını umarak ailesinin geçimini sağlarsa, harcadıkları onun için birer sadaka olur.” Buhârî, Îmân 41, Megâzî 12, Nefekât 1; Müslim, Zekât 49. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 60
Bir aile yuvası kuran kimse, yuvadakilerin geçimini gönüllü olarak üstlenmiş sayılır. Eşini ve çocuklarını rahat ettirmek, onları kimseye muhtaç bırakmamak için didinir durur. Aile fertlerinin geçimini sağlamak aile reisi için bir görev olmakla beraber, bu görevi yapmak onun ayrıca sevap kazanmasına engel teşkil etmez. İnsan sadaka vererek, yani nâfile ibadet ederek sevap kazandığı gibi, aile fertlerinin geçimini sağlamak gibi farz bir görevi yaparak da sevap kazanır. İşte Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfte, kendi ailesini geçindirmenin insana sevap kazandırmayacağını zannedenlere bunun doğru olmadığını açıklamaktadır.
Demek oluyor ki, Allah Teâlâ kullarına beslediği sevgiden dolayı onlara her fırsatta mükâfât vermek ister. Yaptıkları her işe bir sevap yazmayı arzu eder. İnsan aile fertlerini mutlu etmek için nasıl çırpınırsa, Allah Teâlâ da çok sevdiği kullarının ebedî hayatta bahtiyar olmalarını diler. Bu sebeple onların iyi niyetle ve Allah’ı memnun etme düşüncesiyle yaptıkları her işe sevap yazar.
Hadîs-i şerîfin metninde aile fertleri ifadesinin karşılığı olarak “ehil” kelimesi geçmektedir. Ehil sözünün içine kendilerine nafaka verilmesi gereken kimseler girer.
Bir kimsenin dar mânada ehli ve ailesi, karısı ve çocuklarıdır. Muhtaç oldukları takdirde kendilerine bakmak zorunda olduğu kimseler ise fürû dediğimiz çocuklar ve torunlar, usûl dediğimiz ana, baba, büyük anneler ve dedeler ile bakacak kimseleri kalmamış olan kardeş, amca, hala, teyze ve dayı gibi akrabadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah rızasını kazanmayı düşünmeden yapılan işlerden sevap elde edilmez.
2. Allah rızasını düşünerek aile fertlerine yapılan bütün harcamalar ise insana sevap kazandırır.
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Geçimini sağlaması gerekenleri ihmâl etmek, insana günah olarak yeter.” Ebû Dâvûd, Zekât 45
Müslim’in Sahîh’inde yer alan bu mânadaki hadîse göre ise:
“Kölelerinin nafakasını vermemek, insana günah olarak yeter” buyurdu. Müslim, Zekât 40
Bir kimse Allah’a, insanlara ve diğer yaratılmışlara karşı bütün görevlerini titizlikle yapsa, yaşadığı sürece hiç günah işlemese, ama sadece ve sadece geçimini üstlendiği kişilere olan görevini ihmâl etse, işte bu ihmâli ona büyük günah olarak yeter. Böyle bir kimse, bakmakla yükümlü olduğu şahıslara harcayacağı parayı fakirlere dağıtsa bile, bu davranışı onun günahını azaltmaz.
Sahîh-i Müslim’deki rivayet biraz daha özellik arzetmektedir. Hadisin râvilerinden olan tâbiîn fakihlerinden Hayseme İbni Abdurrahman diyor ki, birgün ashâb-ı kirâmdan hocam Abdullah İbni Amr İbni Âs ile oturuyorduk. Yanına kâhyası geldi. Ona:
– Kölelerin yiyeceklerini verdin mi? diye sordu. Kâhya:
– Hayır, vermedim, diye cevap verince:
– Öyleyse hemen git ve yiyeceklerini ver. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kölelerinin nafakasını vermemek, insana günah olarak yeter” buyurmuştur, dedi.
İnsanın geçimini üstlendiği kimselerin nafakasını aksatmadan vermesi farzdır. Farzların sevabı, nâfile ibadetlerle ölçülemeyecek kadar fazladır. Böylesine büyük sevaplar kazandıran bir görevin ihmâli de o nisbette büyük bir günahtır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İnsanın bakmakla yükümlü olduğu kimselere karşı sorumluluğu vardır.
2. Onların zaruri ihtiyaçlarını temin etmemek günahtır.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Her Allah’ın günü iki melek iner. Bunlardan biri:
– Allah’ım! Malını verene yenisini ver! diye dua eder. Diğeri de:
– Allahım! Cimrilik edenin malını yok et! diye beddua eder.” Buhârî, Zekât 27; Müslim, Zekât 57
Veren ve alan Allah Teâlâ’dır. Sadece canı değil, malı da alıp veren O’dur. Yüce Mevlâ yapacağı ve yaratacağı her işi melekleri vasıtasıyla yapar. Malı ve malın bereketini alıp verirken de melekleri aracı kılar.
Ahmed b. Hanbel’in Müsned’indeki (V, 197) daha geniş rivayete göre, hergün güneş doğarken, güneşin iki yanında iki melek yer alır ve insanları Allah’ın rahmetini kazanmaya dâvet ederler. İhtiyaçlara yetecek az malın, insanı Allah’dan uzaklaştıran çok maldan daha hayırlı olduğunu ifâde ederler. Güneş batarken yine iki melek güneşin iki yanında durarak -hadîs-i şerîfte belirtildiği gibi- malını harcayana yenisini vermesi, harcamayıp cimrilik edenin de malını telef etmesi için Allah’a dua ederler. O meleklerin gür sesini, sadece insanlar ve cinler duymaz. Onların dışındaki bütün mahlûkat duyar.
Konumuzla ilgili bir âyet-i kerîmede, Allah Teâlâ Resûlullah Efendimiz’e şöyle buyurmaktadır:
“De ki, Rabbim kullarından dilediğine bol rızık verir; dilediğinden de kısar. Siz başkalarına yardım için ne harcarsanız, Allah onun yeri-ne yenisini verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır” [Sebe’ sûresi (34), 39].
Bu konudaki âyet ve hadislerden anlaşıldığına göre, cimrilik etmeden malını Allah rızası için harcayan ve harcadığı malın yerine Cenâb-ı Hakk’ın daha iyisini vereceğine inanan kimseye dünyada bir gönül huzuru, âhirette de ebedî saâdet verilecektir.
Burada 65. hadiste gördüğümüz alaca tenli, kel ve kör adamların kıssasını hatırlamalıyız. Allah Teâlâ bunları hem hastalıklarından kurtarmış, hem de kendilerine hesapsız mal mülk vermişti. Sonra da fakir bir insan kılığına giren bir melek bunlardan yardım istemiş, âmâ adam hiç tereddüd etmeden istediği malı ona verdiği hâlde, diğer ikisi çeşitli bahânelerle fakire yardım etmemişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ âmânın malına dokunmamış, diğerlerinin mallarını telef etmişti.
Devirler değiştiği hâlde değişmeyen bir gerçek var. O da verene daha iyisinin verileceği gerçeği. Şu hadîs-i kudsî bu gerçeği ne güzel anlatmaktadır:
“Ey kulum! Sen benim için ver ki, ben de sana vereyim” (Buhârî, Nefekât 1; Müslim, Zekât 36, 37).
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah’ın verdiği mal, onun uygun gördüğü yerlere sarfedilmelidir.
2. Allah Teâlâ yoksul kullarını himâye edenleri sever ve onların malını bereketlendirir.
3. Fakirin hakkını vermeyenler, meleklerin bedduasını aldıkları için mallarının hayrını görmezler.
4. Cimriye melekler bile beddua ettiğine göre, malının telef edilmesi için onlara insanlar da beddua edebilir.
0 notes
2019bestdiyideas · 5 years
Text
Anneler Erkek Çocuklarına Daha Mı Çok Bağlıdır
Tumblr media
Yıllardır neredeyse tüm ailelerde aynı soru sorulur “Anneler neden erkek çocuklarına bu kadar düşkündür?” Eminiz ki sizlerin de mutlaka dikkatini çekmiştir bu. Çevrenizden kendi ailenize kadar güzel bir inceleme yaptığınızda bu sorunun cevabını rahatlıkla alabilirsiniz. Bu durumun çeşitli sebepleri olabilir. Başlıca sebeplerini sıralayacak olursak; eğer bir kız bir erkek kardeşseniz anneniz genel olarak erkek kardeşiniz ile daha yakından ilgileniyor gibi gözükmektedir. Ancak anneler tüm çocuklarına aynı sevgiyi gösterirler sadece zamanla bazı şeylerin değişebileceğini bildikleri için erkek çocuklarının üzerine daha çok düşerler.Gerçi yaklaşan anneler günü öncesinde anneniz için bu olayın aslında tüm çocuklarına karşı aynı olduğunu görebilirsiniz. Örnek olarak annenize alacağınız bir hediye ile anneler gününde çok sevindirebilirsiniz. Hatta kız kardeşiniz varsa beraber anneler günü hediyesi alırsanız emin olun ki kendiniz göreceksiniz ikinize de aynı derecede sarılacaktır.
Neden Erkek Çocuğu?
İlk olarak bir erkek çocuğu zamanla büyüdükten sonra kendi gücünü eline almaya başladığında, farkındalığı artıp ailesi dışında farklı ortamlara girdiğinde çok rahat bir şekilde kendini kaybedebilir. Evet yanlış duymanız. Erkekler genel olarak geç olgunlaştığı ve toplumumuzda kızlara göre çok daha rahat ettikleri için anneleri tarafından devamlı bir korunma durumu ile karşı karşıya kalacaklardır. Kız çocuklarının aşağı yukarı yapabileceklerini önceden kestirmek çok güç değildir. (Yazar burada erkekler gezsin dolaşsın, kızlar otursun evinde demek istemiyor. İkisi de kesinlikle eşit haklara sahip.)
Erkek çocukları kendilerini bulmaya başladıktan sonra ilk iş olarak aşık olacakları için bu dönemde kendilerini kaybetme olasılıkları çok yüksektir. Babasının annesine aşkından kendini kaybettiği dönemleri düşünen annesi oğlu için daha mantıklı bir yetiştirme tarzını benimseyebilir ancak nafile, mutlaka aşık olacaktır ve kendini kaybedecektir. Anne bunu bilmesine rağmen elinden geleni yapacaktır.
Bazı dönemlerde erkek çocuğa olan anne sevgisinin altında soy adının devamını sağlayacağı için alt metninde saygı olan bir koruma vardı ancak bu kardeşler arasındaki diyaloğu olumsuz etkilemişti. Bu dönemi çok kısa zaman öncesine kadar hepimiz gördük diye tahmin ediyorum. Neyse ki insanlar bunun bir hata olduğunu fark etti ve kardeşler arasında ayrım yapmayı yavaş yavaş bıraktılar.
Kız kardeş ve anneler anlaşamaz genel olarak çünkü kadın doğası kendi cinsinden biri ile çok nadir çok iyi anlaşabilir. Sırf bu yüzden bile annelerin erkek çocuklarına düşkünlüğü sebep olabilir. Bunun yanında kız çocuklarının ilerleyen yıllarda evlenip başka bir aileye karışacağı bilinci de annelerin erkek çocuklarına daha çok bağlı olmalarına sebep olabilir.
Kısacası kız çocukları büyüyene kadar annelerinin her zaman gözünün önündedir ancak erkek çocukları çok kısa süre içerisinde göz önünden ayrılabilecek yaşa ulaşabilir. Bu da annelerdeki merakı tetikler ve üzerinde yoğun bir ilgi gösterir. Diyeceğimiz şu ki anneler tüm çocukları için elinden gelen her şeyi yaparlar. Sadece erkek çocuklarını biraz daha fazla merak ederler ve bunun neticesinde de erkek çocukları ile daha çok ilgileniyormuş gibi gözükürler. Bizlerin dışarıdan görmüş olduğu “Anneler erkek çocuklarına daha bağlıdır” durumu da sırf bu meraktan kaynaklıdır.
Anneler Erkek Çocuklarına Neden Daha Düşkündür?
Neye göre kime göre diye sorulsa da sanki biraz böyle bir şey var gibi. Hatta çoğu kız da bunu onaylar ve hunharca “Ben zaten babamı daha çok seviyorum” diyerek anti tezi tez haline getirirler. Kaldı ki ben zaten babamı daha çok seviyorum diyen bu kız evlatların büyük bir kısmı erkek çocuk dünyaya getirmek isterler. Ve o kız, bir erkek doğurduğu zaman ona çok düşkün olur. Bu döngü böylece artarak devam eder.
Peki neden isterler? Erkek çocuğun kuyruğu mu var? Evlat evlat değil midir?
Erkek çocuk birçok toplum tarafından soyu devam ettirecek kişi olarak görüldüğü için ona daha çok özen gösterilmeye çalışılır. Kız çocuğa göre büyütülmesi daha fazla masraftır. Öyle oyuncak arabayla falan mutlu olmaz. 10 yaşından sonra babasıyla anlaşabilen çocuk zor görürsünüz. Anne-baba bu çocuk yüzünden birbirine girdiğinde babadan hep şu söz duyulur:
Sen yüz veriyorsun bu çocuğa hep!
“Annem gelsin söylemezsem”
Kız çocuk nasılsa belli bir yaşta kocaya gidecek gibi abuk mantıkla görüldüğü için bu düşkünlük ortaya çıkar. Ancak kızına düşkün bir baba olursa bu duruma müdahale eder ki, onu babalar ve kızları ile ilgili bir konu olursa bakarız.
Annesi tarafından daha özenle üstüne düşerek yetiştirmeye çalışılan bu erkek çocuk, çok süper bir birey olarak yetişir mi? Acı ama gerçek şu ki çoğunlukta hayır. Aşırı rahat, imkanı bol bir çocukluk geçirdiğinden, hiçbir şeyi kafasına takmaz, vurdum duymaz olma olasılığı yüksektir. Üniversite sınavına 5 kere falan girebilir. Bazen kendi hayatıyla ilgili bazı kritik kararları almakta zorlanır.
Bu çocuk büyüyüp evlenmeye karar verdiğinde bu tespit diyebileceğimiz konu ayyuka çıkar. Zaten birkaç sene öncesinden itibaren başlayan “Sen benim gibi bir kadın bul bakalım kendine”, “Sana benim gibi bir enayi lazım”, “Sen evlen de karın sana daha iyilerini yapsın” ana temalı cümlelerin aslında bir gerçeklik payı olduğu ortaya çıkar ve çocuğun gelin adayı olarak getirdiği kişi durduk yere anlamsız bir sinir harbi içinde kendisini bulur. En ufak bir pürüzde pire deve olur ve bu çocuğun hayatının en zor sınavı başlamıştır.
“Maşallah annem geliniyle çok iyi anlaştı””
Çoğu erkek çocuk bir kız arkadaşı, bir sevgilisi olduğunu annesine söylemekte zorlanır. Halbuki kız çocuğu tam tersine erkeğe göre bu konular da daha rahat davranır ve söylemekten çekinmez.
Yukarıda bu durumun bazı olumsuzluklara yol açtığını sıralasak da, bu durum asla değişmez ve annelerin erkek çocuklara olan düşkünlükleri daha da devam eder. Erkek çocuk, babayla fazla anlaşamadığı için anneler hep oğullarına kanat gerer, babadan saklanması gereken bir konu varsa sonuna kadar saklar her zaman koruyucu meleği olmaya devam eder.
  #td_uid_4_5d6cd7600947d .td-doubleSlider-2 .td-item1 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/erkek-cocuk-sahibi-olmak-bir-prense-sahip-olmaktir-ben-anneyim-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_4_5d6cd7600947d .td-doubleSlider-2 .td-item2 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/anne-erkek-bebek-kiyafetleri-2019-lookbook-5-yasam-diyari-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_4_5d6cd7600947d .td-doubleSlider-2 .td-item3 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/erkek-cocuk-annesiyseniziste-erkek-cocuk-annesi-olmanin-10-guzel-80x60.jpg) 0 0 no-repeat;
1 of 3
Tumblr media
Erkek Çocuk Sahibi Olmak Bir Prense Sahip Olmaktır
Tumblr media
Anne Erkek Bebek Kıyafetleri 2019
Tumblr media
Erkek çocuk annesi
Anneler Erkek Çocuklarına Daha Mı Çok Bağlıdır
0 notes
medialink44-blog · 5 years
Text
Çocuğunuza Diş Çürüğü Bulaşmasına İzin Vermeyin
Tumblr media
Her anne baba çocuğunun diş sağlığını korumaya özen gösterir. Küçük yaştan itibaren çocuğun diş temizliği alışkanlığı edinmesi için telkinlerde bulunur, aşırı şekerli besinler tükettiğinde dişlerine zarar gelmesinden endişelenir. Ancak diş çürüğüne yol açan bakteriler çocuğa başkasından da bulaşabiliyor. Masum gibi görünen mamanın sıcaklığını kontrol etme işlemi bile bulaşmaya sebep olabiliyor. Bu nedenle çocukların bakımını üstlenen kişilerin ağız ve diş sağlığı büyük önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’nden Dt. Aslı Tapan, çocukları diş çürüğü bulaşmalarına karşı korumanın yolları hakkında bilgi verdi.
Bebeğin dişlerini özel fırça veya gazlı bezle temizleyin Bebek doğduğunda ağız ortamı çürük yapıcı bakteriler içermese de ebeveynin kaşık, emzik, biberon gibi araçları kendi ağzıyla temasta bulundurduktan sonra çocuğu beslemesi bu çürük yapıcı mikroorganizmaların bebeğe aktarılmasına sebebiyet vermektedir. Bebeğe bakan anne baba dışındaki kişiler de aynı sebeple buna aracılık edebilir. Aile ve ebeveynler bu konuda dikkatli olmalıdır. İlk süt dişlerinden itibaren bebeklerin dişleri özel fırçalar veya gazlı bez parçaları ile temizlenmelidir. Biberonun üzerine tatlı sürümü, ballı emzikler veya tahin pekmeze batırılmış biberon gibi uygulamalar çocukların tatlı gıdalarla uykuya geçişine ve çocukta biberon çürüğü oluşmasına da sebebiyet vermektedir. Bu nedenle anne ve babaya bu konuda önemli görev düşmektedir. Çocuğun bakımını üstlenecek ebeveyn ya da bakıcı mutlaka diş sağlığı kontrollerini düzenli yaptırmalı ve tedavi gerektiren problemler aksatılmamalıdır.
Bebeğin beslenme ürünlerini diğer gereçlerden ayrı tutun Yere düşen emziklerin temizlenmemesi ve ya temizlemek maksadıyla ağza sokulup tekrar bebeğe verilmesi ya da koruyucu amaçla yapılan mama sıcaklık kontrolleri ne kadar masum gözükseler de çürük bakterilerini bebeğe nakletmenin yolları arasındadır. Ortak diş fırçası, diş macunu kullanımı da bunlar arasında yer almaktadır. Aynı çatal, bardağı kullanmak da bulaşma sebepleri arasındadır. Bebeğin beslenmesinde kullanılan gereçlerin diğer aile bireylerinin kullandığı gereçlerden ayrı tutulması büyük önem taşımaktadır.
Diş çürüklerini önlemek için süt, yoğurt, peynir! Kendinizi ve bebeğinizi diş çürüklerinden korumak için bu önerilere kulak verin:
Şekerli gıdalar tüketildikten sonra mutlaka su içilmeli ya da ağız bol su ile çalkalanmalıdır. Diş çürüklerini önlemek için süt, yoğurt, peynir gibi besinler tüketilmelidir. Gazlı içecekler diş minelerini aşındırabileceğinden tüketimi sınırlandırılmalıdır. Diş fırçası 2-3 ayda bir değiştirilmelidir. Ağrıyan dişe alkol, kolonya basılmamalı, en kısa sürede diş hekimine gidilmelidir. Doğru temizlik için ara yüz fırçası ya da diş ipi kullanılmalıdır. Daha etkin fırçalama için seçilen diş fırçası yumuşak olmalıdır. Hem ağız ve diş sağlığını korumak hem de ağız içi kanserleri önlemek için sigaradan uzak durulmalıdır. Biri yatmadan önce olacak şekilde dişler mutlaka günde en az 2 defa, 3 dakika boyunca fırçalanmalıdır. Bebeklerin dişleri belli aralıklarla özel fırçalar veya gazlı bez parçaları ile temizlenmelidir. Biberon ve emziklere tatlı gıdalar sürmekten kaçınılmalıdır. Çocuklara mümkün olan en erken yaşta diş fırçalama alışkanlığı edindirilmelidir. Bebek ve çocukların beslenme gereçlerinin hijyenine özen gösterilmelidir. Diş çürüklerinden korunmak için herhangi bir sorun yaşanmasa da 6 ayda bir diş kontrolü gerekmektedir. Rutin kontroller, diş çürüğü oluşmadan önlem alma konusunda etkilidir.
0 notes
anvbe44-blog · 9 years
Text
Çocuk oynarken öğrenir
Günümüzde çocuklar artık ne yazık ki vaktinin çoğunu bilgisayar, televizyon ya da internet başında geçiriyor. Arkadaşlarıyla bir arada olmak yerine ekran başında olmayı tercih ediyor.  Şehirleşme, çocuklardan akademik beklentinin artması, bilgisayar-video oyunları, internet, ebeveynlerin endişeleri gibi etkenler çocukları gittikçe daha fazla ev içinde kalmaya itiyor. Oyun oynamanın çocuk için eğlenceli bir aktivite olmasının yanı sıra, çocuğun bilişsel ve motor gelişimini desteklediğini söyleyen Klinik Psikolog Zeren Kadıoğlu aileleri uyarıyor: “Bilgisayar karşısında yiyip, içtiği söylenen, odalarından çıkmak istemeyen, sosyal ilişkileri bozulan çocuklar artıyor.” Oyun oynamak bir deneyimdir. Çaba gerektirdiği kadar aynı zamanda içten gelen bir uğraştır. Bir çocuğun oyunu, sembolik olarak kendi dünyasını yansıtır. Oyun oynamanın çocuk için eğlenceli bir aktivite olmasının yanı sıra, çocuğun bilişsel ve motor gelişimini desteklemek ve duygusal çatışmalarının çözülmesini sağlamak gibi faydaları da vardır. Oyun çocukların sağlıklı gelişimleri için ayrılmaz bir unsurdur. Çocuklar oyun oynadıkça problem çözme becerileri gelişir, motor becerileri ve fiziksel gelişimleri olumlu etkilenir. Paylaşmayı, keşfetmeyi öğrenir Çocuklar oyun sayesinde yaratıcılıklarını geliştirebilirler ve okul öncesi gereken bilişsel gelişim düzeyine erişmelerine de oyuncaklar yardımcı olmaktadır. Böylece çocuklar paylaşmayı, keşfetmeyi, öğrenmeyi öğrenirler. Çocuğunuza bir oyuncak verdiğinizde dokunma ve görme aracılığıyla onun duyularına hitap eden bir nesne sunmuş olursunuz. Çocuklarınıza uygun oyuncaklar seçtiğinizde onun fiziksel, sosyal-duygusal ve zihinsel gelişimine de yardımcı olmuş olursunuz. Çocuklar eve kapanıyor Günümüzde çocukların oyun deneyimlerinin oldukça değişmeye başladığını görmekteyiz. Televizyon, internet ve özellikle de bilgisayar oyunları nedeniyle çocuklar pasif bir biçimde eğlenmekte ve hem çevrelerindeki diğer insanlarla (arkadaş, ebeveyn, vb…) hem de doğayla daha az temas etmektedirler. Şehirleşme, çocuklardan akademik beklentinin artması, bilgisayar-video oyunları, internet, ebeveynlerin endişeleri gibi etkenler gittikçe daha fazla çocukları ev içerisinde kalmaya iten etkenlerdir. Bazı ebeveynler için bilgisayarın çocuklar üzerindeki uyuşturucu etkisi çocuğu oyalayıcı ve böylece çocuğun anne-baba tarafından kontrol edilmesi zor birtakım davranışlarını engelleyici olarak görülüyor. Ayrıca çocuklar arasında internet kullanımının sınırlandırılması ebeveynler için kolay olmuyor. Durum böyle olunca çocuklar saatler boyunca bilgisayarın başından kalkmıyor, adeta ekran başında hayatlarını sürdürüyorlar. Bilgisayar karşısında yiyip, içtiği söylenen, odalarından çıkmak istemeyen, sosyal ilişkileri bozulan çocuklar her geçen gün daha fazla karşımıza çıkıyor. Doğada oynayan çocuklarda dikkat eksikliği azalıyor Ebeveynlerin aşırı koruyucu tutumları nedeniyle özellikle büyük şehirlerde yaşayan çoğu çocuk ev dışarısında –açık havada- oyundan faydalanamıyor. Yurtdışında 9000 okul öncesi çocuk üzerinde yapılan bir araştırmaya göre okul öncesi çocukların yarısı günlük oyun ihtiyaçları için ebeveynleri tarafından dışarı çıkartılmıyor. Özellikle bu yaş çocuklarında en azından ebeveynlerden birisinin çocuğa dışarıda oyun oynarken eşlik etmesi gerekiyor ancak çoğu ebeveyn bunu yapamıyor. American Journal of Public Health dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre doğada yapılan etkinliklerin iç alanlarda yapılanlara göre hiperaktivite ve dikkat eksikliği belirtilerini daha fazla azalttığı görülmüştür. Çünkü çocuklar açık havada daha fazla hareket ederek enerjilerini harcadıklarında sınıfta dikkat sorunu gösterme riskleri azalmakta, daha iyi konsantre olabilmektedirler. Oyun duygusal gelişimi etkiliyor Oyun çocuklarda duygusal gelişimi destekliyor. Doğumdan itibaren çocuklar etrafındakilerle ilişki kurmaya başlar. Yaşları büyüdükçe öncelikle yakın çevreleriyle kurmuş oldukları ilişkiler zincirinin genişleyerek çevrelerindeki diğer kişileri de kapsamaya başlaması beklenir. İlişkileri kurma ve ilerletme becerisi, doğru ile yanlışı ayırt edebilme gibi beceriler grup oyunları, oyuncak bebekler gibi oyuncaklarla gelişir. Oyunla birlikte çocuğun çevresi üzerindeki etkinliği ve farkındalığı artar. Ayrıca, çocuğun oyunlarına ebeveynleri de dahil olduğunda çocuk ve ebeveyn arasında güçlü bağlar oluşmasına yardımcı olur. Oyun oynarken ebeveynler ve çocuklar arasında oluşan etkileşim sayesinde çocuklar ebeveynlerinin onlara tüm dikkatlerini verdiğini hissederler, böylece aralarındaki ilişki güçlenir. Çocuklarıyla oyun oynayan ebeveynler çocuklarıyla nasıl daha iyi iletişim kurabileceklerini öğrenirler. Sözel becerisi çok gelişmemiş çocuklar düşüncelerini, duygularını, hatta yaşadıkları sıkıntıları bile oyun yoluyla ifade edebilirler; böylelikle ebeveynler çocuklarının bakış açısını daha iyi anlarlar. Çocuklar sosyal kuralları da oyun yoluyla öğrenmektedir. Bir arkadaşıyla ya da ebeveyniyle oyun oynayan çocuk sırayla oynamayı, oyunun kurallarına uymayı ve oyun arkadaşıyla iletişim içerisinde olmayı da öğrenmektedir. Aileler ne yapmalı? • Çocuklara hazır oyuncaklar yerine yaratıcılıklarını harekete geçirebilecek, bloklar, legolar, yapboz gibi oyunlar sunulmalıdır. Çamur, boya tebeşir ve oyun hamurları, değişik boyut ve renkteki küplerle, su, kum ve boyalar yaratıcı oyun etkinliği oluşturmaktadır. Resimli masal kitapları okuduğunuzda resimlere bakarak hayal güçlerine göre kendi hikayelerini yaratmasına fırsat verebilirsiniz. • Bazı çocuklar yeni aldıkları oyuncaklarını kendileri keşfetmek isteyebilirler; çözemeyeceğini düşündüğünüz durumlarda ya da çocuğunuz yardım istediğinde ona bilgi verin. Resim yapmak da bu yaş çocuklarının hayal güçlerinin zenginleşmesine yardımcı olmaktadır. • Çocuklar resim yaparken ebeveyn olarak ona sınırlamalar koymamanız, sürekli nasıl yapması gerektiğini söylememeniz yaratıcılıklarının gelişmesi için oldukça önemlidir. • Farklı renkler ve boyama şekilleri kullanmak da çocuğun yaratıcılığını destekler. • 3-4 yaş çocuğunun yaşına uygun olan bazı nesneleri vererek onları oyuncak yerine kullanması da beklenebilir. • Bir oyuncağın başka özelliklerini de keşfetmesi veya başka bir oyuncak yerine kullanıyor olması da hayal gücü açısından önemlidir.
0 notes
akrepblog · 4 years
Text
4. Ev Yengeç Burcu
4. Ev Yengeç Burcu - Duygusal ve fedakar anne ve baba rolleri - Hayal dünyası geniş - Geçmişte yaşadıkları ile ilgili - Zaman zaman aşırı duygusal ve karamsar - Ailesine sadık ve koruyucu - Annesi ile aşırı bağlantılı - Uysal ve şefkatli
4. Ev Yengeç Burcu
4. ev yengeç burcu nasıl etkiler? Yengeç burcu dördüncü evde aile hayatımızı ve aile içerisindeki rollerimizi nasıl etkiler? 4. ev yengeç burcu hangi konuları ele alır?
Doğum haritasında 4. ev Aile, toplum, anne ve baba rolleri ile bizim bu rollerden nasıl etkilendiğimizi konu alan evdir.
Genetik bilgilerimiz, geçmişten bize miras kalan değerler, gelenek ve görenekleri ne…
View On WordPress
0 notes
kocaalihaber · 4 years
Text
Altını Islatma Nedeni: Derin Uyku
Enürezis, 5 yaşına girmiş bir çocuğun herhangi bir organik bozukluğa veya hastalığa bağlı olmaksızın en az 3 ay süreyle haftada 2 kez gerçekleşen alt ıslatması durumudur. Bir çocuğun idrar yapma alışkanlığını kazanması, mesane kaslarının ve sinirlerinin yeterince olgunlaşması ile ilgilidir. Normal gelişim sürecinde olan bir çocuğun 3-4 yaşına kadar idrar tutabilmeyi öğrenmesini bekleriz.
Çocuk, gündüz idrar kontrolünü 2-3 yaşlarında, gece idrar kontrolünü ise 3-4 yaşlarında kazanır. Ancak ebeveynin çocuğu ile iletişimi, bağlanma ilişkisi, ebeveyn tutumları, tuvalet eğitiminin erken verilmesi çocuğun ruhsal gelişimine zarar verirken mesane kaslarının olgunlaşmasını da olumsuz etkiler ve çocuk 4 yaşını geçmiş olmasına rağmen altını ıslatmaya devam edebilir.
Örneğin ebeveyn; çocuğuna cezalar veriyorsa, ev içinde katı kurallar koyuyorsa, çocuğuna hiç vakit ayırmıyorsa, çocuğuna hoşgörü ve şefkat ile yaklaşmıyorsa, anne baba arasında sürekli çatışma durumu varsa ve tuvalet eğitimine geçmek için acele ederek çocuğu da bu konuda zorluyorsa, çocuğunun alt ıslatması olasıdır.
Bunların yanı sıra ailenin aşırı koruyucu tutumu, kalıtımsal yatkınlık, ailede can kaybı ve buna benzer travmatik durumlar gibi pek çok etken de çocukta enürezis gelişmesine yol açabilir.
Uzm. Kl. Psk. Müjde Yahşi
Örneğin; tek çocuklu bir ailede çocuğa gösterilen aşırı ilgi neticesinde çocukta becerilerin gelişmesi ve idrar kontrolü gibi önemli alışkanlıkların kazanılması gecikebilir. Öte yandan hiçbir ruhsal sebebe bağlı olmaksızın alt ıslatma nedeni ebeveynin de kendi çocukluğunda bu problemi yaşamış olmasıyla ilgili olabilir. Ya da ruhunda derin yaralar oluşturan ölüm, kaza, göç, savaş ya da bir deprem gibi doğal afet çocukta travma etkisi oluşturarak alt ıslatmasına neden olabilir.
Enürezis yani alt ıslatma 2 tip olarak görülür;
Mesanedeki sinir ve kas kontrolünün gelişmesindeki gecikmeden kaynaklanan ve doğumdan itibaren ara vermeden devam eden enürezis birincil tip olandır.
İkincil tip ise; tuvalet eğitimini tamamlayıp en az 6 ay ile 1 yıl süren ve idrar kontrol kazanımından sonra yeniden başlayan alt ıslatma durumudur.
Birincil tip enürezis, fiziksel ve ruhsal sebepler içermeyen genellikle derin uyku ve kalıtımsal yatkınlığın gözlendiği alt ıslatmadır. Yapılan araştırmalarda enüretik çocukların yani alt ıslatan çocukların %75nin anne ya da babasının da alt ıslatma problemi yaşadığı öğrenilmiştir.
İkincil tip enürezis ise yeni bir kardeşin doğumu, yeni bir eve taşınma, erken dönemde uzun süreli kreşe başlama, boşanma, travma ya da korkunun neden olduğu bazı ruhsal gerginlik durumlarında ortaya çıkan alt ıslatmadır.
Alt ıslatmada, çocuk eğer mutlu ve uyumlu bir çocuk ise ve aile içinde huzurlu bir ortamda büyüyorsa endişeye kapılmaya gerek yoktur. Çünkü alt ıslatma ile birlikte çocuk, davranışlarında ve ruhsal uyumunda bozukluk göstermiyorsa burada derin uyku ya da kalıtımsal yatkınlıktan söz edebiliriz. Zira ilaçla tedaviye direnç gösteren alt ıslatmalarda, çocuk başka uyumsuzluk belirtileri gösterebilir. Bunlar; kekemeliklerin, uyku bozukluklarının, tiklerin, dışkı kaçırmaların, yalan söyleme ve çalma gibi çeşitli davranış bozukluklarının birlikte görüldüğü durumlardır.
Hangi tip enüretik çocuk olursa olsun ailelerin çocuğuna göstereceği hoşgörülü ve empatik yaklaşımı, bu problemi çözebilecek en önemli adım olacaktır. Alt ıslatma problemini daha kısa sürede ve sağlıklı şekilde çözebilmek aslında çocuğa gösterilen tutumlarla ilgilidir. Aile çocuğa karşı ne kadar ılımlı, sevecen ve olağan şekilde yaklaşırsa, problem de o denli sağlıklı ve hızlı çözüme ulaşabilir. Şayet aile; problemi, çocuğunu azarlayıp aşağılayarak çözmeye çalışıyorsa bilinmesi gerekir ki; ailenin gösterdiği bu tutum ancak problemin şiddetini artırırken çocuğa da aşağılık ve suçluluk duygusu yükler.
“Yine mi altını ıslattın, kaç kere dedim sana tuvaletini tut diye, tuvaletini tutmayı bir öğrenemedin gitti, inadına mı yapıyorsun sen, bıktım her sabah çarşafını değiştirmekten, arkadaşların öğrendi bir sen öğrenemedin, bak kim altına kaçırıyor senin gibi” şeklinde söylenen her söz, çocuğun alt ıslatma şiddeti artırır ve çocuğun benlik saygısı oluşumuna kalıcı zararlar verir.
Eğer ki ebeveynin 5 yaşını geçmiş ve hala altını ıslatan çocuğu varsa, asla yapmaması gereken şey; çocuğunu rencide etmemesidir. Yapacağı şey çocuğa sevgisini hissettirmesi ve klinik psikologdan vakit kaybetmeden yardım alması gerektiğidir.
source https://saglik.kocaali.com/altini-islatma-nedeni-derin-uyku/
0 notes