Tumgik
bekirarslan · 9 years
Quote
Dünya Sistemi’nin çarkına el atmış birileri gerek zamanı ve gerekse mekânı Müslümanların terörist olarak algılanmasına müsait olacak biçimde ayarlamış ise, işte o zaman ve mekânda teröre karşı olduğunu beyan vasıtasıyla kendine yer açmaya çalışan her kim olursa olsun aleni olarak İslâm düşmanlığı yapıyor demektir. Ben teröre karşı mıyım? Hayır, değilim. Ben kendim teröristim.
İsmet Özel, İstiklal Marşı Derneği, 08.10.2011
4 notes · View notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Hesap makineleri çıkalı beri kafadan hesap yapmayı, cep telefonları icat olunalı beri de ezberde rakam tutmayı unutan insanoğlu, uzmanlığın bu kadar muteber olduğu bir zamanda, hayatı, dünyayı, ve insanı giderek daha da 'karmaşık' halde görmeye başlıyor ve kendini okumaktan giderek uzaklaşıyor. Uzmanlıkların despot bir üslupla karşımıza dikildiği ve doğuştan insana verilmiş yetenekleri körelttiği bir çağdayız kısacası. Uzmanların çoğu kez birbirini yanlışlayan fikirleri ortalıkta uçuşurken, fıtratın sesi de, vahyin sesi de duyulamıyor kulaklarımızda. Bunca gürültü arasında, kendi iç sesimizi dahi duyamaz haldeyiz.
Metin Karabaşoğlu, Oyuncak Tamirhanesi, s.10
5 notes · View notes
bekirarslan · 10 years
Quote
... Eğer aşk birbirine aşık olan iki insanın birbirlerine doğru olan çekim kuvvetinin adı olursa o zaman aşkın vazifesi vuslata kadar, yani o iki ayrı parçayı birbirine kavuşturuncaya kadar şiddeti yüksek seyredecektir. Ancak vuslat gerçekleşip ayrılık artık beraberliğe dönüştükten sonra aşk kendi içinde bir dönüşüme uğrayarak sufilerin diliyle bir marifete, bir bilgiye yerini teslim eder. Gündelik hayatta bazen "Evlilik aşkı öldürür" gibisinden sözler duyarız. Aslında evliliğin aşkı öldürmesi aşka karşı olduğu anlamına gelmez. Evlilikle beraber, yani kavuşmayla beraber aşk tarafları daha üst bir boyut olan bilgiye, birbirini tanımaya doğru götürdüğünden dolayı böyle söylenir. Biyolojik manada da ilginç gelişmeler yaşanır. Nasıl sarmaşık sardığı o ağacın bazı özelliklerini alıyorsa birbirini severek kırk sene aynı yastığa başkoyan kişilerin hem huylarında ve hem de fiziki özelliklerinde birbirlerine benzemeye başladıkları gözlemlenmiştir.
Mahmud Erol Kılıç, Evvel'e Yolculuk, s25-26
Not: Kitapta bahsi geçen deyim sanırım sehven "aşk evliliği öldürür" şeklinde geçmiş. Oysa benim bildiğim deyim "evlilik aşkı öldürür" şeklinde. Buna göre bu deyimin geçtiği yeri ve sonrasındaki cümleyi kendimce düzelttim.
2 notes · View notes
bekirarslan · 10 years
Quote
İnsanların, ruh ve irade bakımından parça parça bölünüp ayrılmaları, insanlığın bunca sefaletlerini yaratıyor. Hele bir milletin fertleri arasında zümreleşmeler her gün yeni felâketler doğurucudur. Varlıklar arasındaki ayrılıklar zahirîdir; varlık birdir. İnsanlar arasındaki başkalıklar, aynada görülen hayal gibi aldatıcıdır; insan birdir. Bir milletin fertleri, aynı vücudun organları olduklarını, aynı iradenin emrinde bulunduklarını unuttukları zaman millet yıkılır. Birlikten ayrılan, birliği bozan hasta bir ruhtur, hasta bir varlıktır. Sıhhatli yaşayışta kinler yok, düşman davalar yoktur. Kin ve garaz, varlığın kendi kendine inanmadığı yerde doğan bir âfettir. Mutlaka sahibini mahvedecektir. İnandığımız varlık, Bir, âlemşümul ve sonsuz Varlık, aşkın var kıldığı eşsiz eserdir. Biz ise O'nun en mükemmel parçasıyız. Artık felsefemizin formülünü ortaya koyabiliriz: Hareket ediyorum, düşünüyorum, Birliği seviyorum, o halde varım.
Nurettin Topçu, Var Olmak, s.20
1 note · View note
bekirarslan · 10 years
Quote
Grup psikolojisiyle ilgili çalışmalar insanların çoğu durumda kendilerinden saydıkları kişilere karşı daha hoşgörülü olurken, kendilerine hasım saydıkları grupların üyelerine karşı acımasızlaştıklarını gösteriyor. Öteki saydığımızın günah ve kusurlarını zihnimizde büyütüyor, ancak kendi grubumuzun zaaf ve kusurlarını sıklıkla görmezden geliyoruz. Grup dinamiği özellikle tehdit algısıyla birlikte yoğunlaşıyor ve saflar sıklaşabiliyor. Ötekinin muhtemel zaferini kendi varlığımıza yönelik bir tehdit olarak algıladığımızda, grup-içi dayanışmamız en üst seviyeye ulaşıyor. Bu durumda “biz”im olumlu değerleri bünyemizde topladığımızı ve bizi tehdit eden “onlar”ın da insanlık adına olumsuz olabilecek bütün değerleri temsil ettiğini düşünmeye başlıyoruz. Öteki saydığımız kişi bizim saflığımızı ve biricikliğimizi tehdit eden bir hasım haline geliyor. O artık bir yabancı ve bir ötekidir ve bizim aziz bildiğimiz değer ve inançlar için bir tehlike teşkil etmektedir. Ötekine duyduğumuz öfke ve nefret benliğimizin idaresini ele alır ve onun galip gelme ihtimali, ruhumuzu korku ve kaygıyla doldurur.
Kemal Sayar, Serbestiyet, 16.04.2014
0 notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Artık şunu kesin bilgi olarak söyleyebilirim. İnsan yüzüne dokunamayan, onu iki boyutlu görüntüye indirgeyen sanal alem, ilişkilerimizin gerçekliğini pek az kuşatabiliyor. Varoluşumuzun kokusunu, sesimizin biricikliğini, nefesimizi, dünyaya ve birbirimize değebilme maharetimizi hadım eden ve bizi asli boyutumuzdan kopararak bir cam ekrana sığdıran bu iletişim biçiminde birbirimizi sevebilmemiz çok zor. Sevmemek ise çok kolay. İnsan olma arzumuzu sürdürme niyetindeysek birbirimizle yeniden yüz yüze gelip mahcup olmamız gerekiyor öncelikle.
Leyla İpekçi, YeniŞafak, 12.04.2014
3 notes · View notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Önce toplu konut ve site usulü şehirleşmeye geçerek mahalleyi bitirdik. Hepimiz o yüksek yüksek apartmanlara taşınarak 'çevre'mizi gözden çıkardık, komşularımızı tanımaz hale geldik. Ardından koca koca alışveriş merkezleri inşa ederek esnaf kültürünün de defterini dürdük. Geceleri televizyon izlemekle ya da internete takılmakla geçirir, birbirimizle konuşmaz olduk. Herkesin kendi odası, kendi televizyonu, kendi bilgisayarı var. Herkes her fırsat bulduğunda kendi dünyasına kilitliyor kendisini. Kitle iletişim araçları insanları her gün birbirine daha fazla yabancılaştıran, sağırlaştıran, körleştiren çatışmaları körükleyip duruyor. Caddelerde, sokaklarda, toplu taşım araçlarında, parklarda, orada, burada bulunurken ya cep telefonlarımızı, tablet bilgisayarlarımızı kurcalıyor ya da 'player'larımızdan gelen müziğe kaptırıyoruz varlığımızı. Bunu yapmayanlar da ya kendi kendilerine konuşuyorlar ya da görünmez kulaklıkları vasıtasıyla başkalarının cep telefonlarıyla. İnsanın insanla buluştuğu pek az yer kaldı. İnsanın insanı gördüğü, duyduğu, hissettiği, düşündüğü, anladığı, bilmeye ve bulmaya gayret ettiği pek az kesişim kümesi... Hayat nerede cereyan ediyor peki; kimsenin sormadığı, sormayı aklından bile geçirmediği asıl can yakıcı soru bu!
Gökhan Özcan, YeniŞafak, 16.01.2012
0 notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Üstad Neyzen Niyâzî Sayın bir sohbetinde , II.Dünya Savaşı sırasında Üsküdar'da yaşanan bir olayı anlatmıştı. Yokluğun hüküm sürdüğü o günlerde, gece vakti birileri Aziz Mahmud Hüdâî'nin türbesinin üzerindeki kurşunları söker ve götürür. Ertesi gün türbenin etrafı durumu görüp şaşkın bakışan ve konuşan insanlarla dolar. Kimse ne yapılacağını bilememektedir. Tam bu sırada birisi , kendisini tâkip eden iki üç kişiyle, destûr isteyerek kalabalığı yarar. Gelenlerin ellerinde kurşun plâkalar ve gerekli âlet edevât vardır. Hemen merdivenler kurulur. Tâmirat başlar. 'Bunlar kimdi biliyor musunuz?' dedi Üstad; 'Üsküdarlı herkesin tanıdığı Ermeni bir nalbur ve adamları'… Müslüman Üsküdarlılar bunu unutmazlar. 'Doğrusu' dedi Üstad; '6-7 Eylül sırasında biz de onlara kol kanat gerdik. İskeleyi ve kritik yerleri bekledik. Şüphe duyulanları Üsküdar'a sokmadık. Karşı tarafta insanlık dışı şeyler yaşanırken Üsküdar'da hiç kimsenin kılına hâlel gelmedi'.
Süleyman Seyfi Öğün, YeniŞafak, 10.04.2014
0 notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Medyanın sunduğu modeller, kültürel kural ve değerler, sosyal roller, kişisel özellikler ve diğer sosyal ve psikolojik farktörlerle birleşerek şiddet davranışına yol açabilir. Yani ekranda görülen şiddet, bireyce daha önceden benimsenmiş olan değerlerle kuvvetlenebilir. Bireyin çevresiyle ilişkisi istikrarlıysa, medyalarda gösterilen şiddet etkili olmaz. Ama sosyal ilişkilerde kopukluk veya istikrarsızlık varsa, bu bireyin saldırgan davranışı üzerinde etki yapabilir. Bu sebepten şiddete yer veren programların kaldırılması ile bireylerin şiddete yönelik davranışları bütünüyle ortadan kaldırılmaz.
Prof.Dr. Ümit Meriç Yazan, Türkiye Kanatlarımızın Altında, s.142
0 notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Enformatik çocuk, teknolojinin imkânları ile yetişkinleştirilmiş bir varlıktır. Başka bir deyişle, modern bir sömürge. Bir anlamda, ilkel toplumlarda prangalı çocuğun, modern toplumlarda tasmalı çocukla yer değiştirmesi. Enformatik çocuk, teknolojinin şaşırtıcı imkânlarını kullanan çağdaş bir köleden farksızdır.
Mustafa Ruhi Şirin, Gösteri Çağı Çocukları, s.57
1 note · View note
bekirarslan · 10 years
Quote
Arena oyunları taraftar oluşturma peşindedir. Rekabeti çoğaltarak renkleri, sembolleri, aidiyetleri pazarlamak için “taraftarın yaratılması” gerekliliktir. Futbol, fetişizmle zuhur eder ve kesinlikle bir “oyun” değildir. Futbolun oyun olmaması, oynayanların sadece 24 kişi olmasıyla da kanıtlanabilir. Futbol, ürettiği fetişizmle (yapay kimliklerle) toplumu yarmakta ve saldırgan söylemlerle birbirine düşürmektedir. Parçalanmışlık, mikro kimlikler, kent kabileleri, çeteler oluşturmaktadır. Futbol oyunu, toplumu “büyülüyerek” (hipnoz ederek) rıza geliştirmektedir. Sporun insan gelişimine etkisinden bahsedilerek modern arena oyunlarının meşruiyetini dile getiren teorilerin cevaplaması gereken soru şudur: Arenadakiler spor yapmakta ise, seyirciler ne ile meşgul olmaktadır? Arena oyunları, ‘dünya halklarını nasıl ortak bir ritüel/seremonide benzeştirebilir ve yönetebiliriz?’ sorusunun cevabı olarak sistematize edilmiştir. Diğer bir yaklaşımla “dünya halklarının tek merkezden denetlenmesi”nin aracıdır. Dinsel fanatizmin, mikro-millî heyecanın ve politik (hatta sınıfsal) çatışmaların tezahür ettiği mekânlar arenadır. Futbol, bir dindir.
Lütfi Bergen, 07.04.2014
0 notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Çocukluğun çöküşünü, modern olan her şeyi cömertçe kabul ederek teşvik eden liberal gelenek, "saaati geriye döndürmeye" çalışan ne varsa düşmanlık gösterdi. Çocukluğun modern dünyada çöküşünü önlemek için iki kurum önerildi: Aile ve okul. Merkezi iletişim aracı konumunda olan televizyon ise ailenin çocukları yetiştirme yeteneklerine olan güvenlerini yitirmelerine neden oldu. Okullara gelince: Çöken otoriteleri nedeni ile, McLuhan'ın deyişiyle, dikkatten ziyaede gözaltı evleri oldular. Bu nedenle çocukluğu tarih boyunca en çok etkileyen iletişim aracı televizyon olmuştur. İki yüz yıllık bir olgunlaşma dönemi yaşayan modern çocukluk tasarımı, bütün büyüsünü televizyonda yitirerek, yetişkinlerin egemenliği altına girmiştir. Zaten modern çocukluk, sahih bir tasarım hiçbir zaman olamamıştı. Çünkü yapay bir kurguydu. Modern bilimden ziyade cinsiyet ayrımını ortadan kaldıran modernitenin sonucu icat edilmişti.
Mustafa Ruhi Şirin, Gösteri Çağı Çocukları, s.29-30
0 notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Siyaseti daha rasyonel bir edim olarak hayatımıza yerleştirmek, duygularımızı da onun tekelinden kurtarabilir. Halihazırda Tanpınar’ın ünlü sözünde söylendiği gibi, “Türkiye evlatlarına, kendisinden başka bir şey düşünme imkanı vermemektedir.” Böylece biz de artık hayatlarımızın bütününü kaplayan ve neredeyse var olma sebebimiz saydığımız siyasetten başımızı kaldırır, azıcık nefes alır, şiir ve roman okuyabiliriz.
Kemal Sayar, Al Jazeera Türk, 24.03.2014
Kemal Sayar, Serbestiyet, 26.03.2014
0 notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Herkesin bir diğerine şüpheyle baktığı, olan biteni büyük bir komplonun içine yerleştirdiği bir toplumsal düzende barışın filizlenmesi zordur. Günümüzde kayıtlı ve kayıt dışı politikanın şaka ve kahkaha üzerine değil açık veya örtük nefret üzerine inşa edildiğini görüyoruz. Nefret ve öfke değerli bir politik mal artık. Huzurun yeniden tesis edilebilmesi için insanların mahremiyetinin yeniden kutsal bölge ilan edilmesi gerekiyor. “Başkalarının hayatı”nı dinleyen “büyük kulak”, haysiyet cellatlığı marifetiyle politik bir aktör hüviyeti kazanamamalıdır. Ahlakın en temel ilkesini yeniden düşünmenin tam sırasıdır: “Sana yapılmasını istemediğin şeyi, sen de başkalarına yapma”. Terör bir izleyen olduğu için vardır, o yüzden görselliği ve uyandırdığı yankıyı hesap ederek eylem yapar. “Büyük kulak” da biz onu dinlediğimiz ve onayladığımız için var, içimizdeki tecessüs duygusuna, hasım saydıklarımızın zillet haberlerini duymaya açlığımıza seslendiği için var. “Büyük kulak” olmamak veya ortaya çıkan büyük kulakları terbiye etmek devletin işi, bize düşen sadece kendi küçük kulaklarımızın namusunu korumak. Biz bu namusu korursak, büyük kulak zaten hükmünü yitirecektir.
Kemal Sayar, Serbestiyet, 03.03.2014
0 notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Ekranlar kapandığında, cep telefonumuz sustuğunda mutlu olabilecek miyiz veya yalnızlığa tahammül edebilecek miyiz? Bugün pek çok insanın, hatta ailelerin bile bir köşeye çekilip cep telefonlarına gömüldüğünü görüyorsunuz. Yalnızlığa, tek başına olmaya büyük bir tahammülsüzlük var. Konuşmak bile kayıplara karıştı. Artık sms gönderiyoruz birbirimize. Ayrıca sanal dünyada olup bitenler bize o kadar yetiyor ki gerçeğini aramamaya başladık. Bir tuşa basmakla istemediğimiz bir insandan uzaklaşabiliyoruz. Ya da çok basit bir söz yazmakla onaylanma görebiliyoruz. Gerçek dünyada onaylanma çok daha zahmet ister. Biz daha zahmetsiz bir varoluşa kaçmak istiyoruz. Bize ödevler yüklemeyecek maneviyat yaşamak, daha light varoluşlara kaçmak, acıdan sızıdan kendimizi uzaklaştırmak istiyoruz.
Kemal Sayar, YeniŞafak, 21.12.2013
0 notes
bekirarslan · 10 years
Quote
Fevkaladelik sıradanlığın içinde... Yaşadığımız modern zamanlar bulamacının içinde kaybettiğimiz yalın ve o yalınlık içinde mucizevi güzelliklerde. İmkanı olan herkesin bu videoyu bulup izlemesini isterim. İnsanın fıtratından uzaklaşmamış halinin yağmurdaki mucizeyi keşfetmesindeki 'hayret' halini. O iç kanatlanma halini... O kabına sığmaz, sığmayacak tarifsiz coşkuyu... Biz o 'hayret'i 'şaşakalmak' sığlığına terkedip bırakmış, yani fıtratından uzağa düşmüş nesillerden olduğumuzdan; Allah'ın (c.c.) bu her biri ayrı ayrı nefes kesici harikuladelikteki 'ayet'lerinin farkında bile olmayarak yaşayabilen bir körleşmeye duçar durumdayız. Kafamızı telefonlara, bilgisayarlara, televizyonlara ve diğer zamane ıvır zıvırına gömdük, debeleniyoruz. Ve bu sürüklenme hali bizi dışımızda her an varolan, cereyan eden, deveran eden o ilahi mucizeye tutunmaktan alıkoyuyor. Mevsimler geliyor geçiyor, ağaçlar yeşeriyor, açıyor, yaprak döküyor, başaklar doluyor, boşalıyor, kırlar, ovalar, bayırlar her dem sayılamaz güzelliklerle kulaklarımıza hakikati fısıldıyor. Dönüp bakmıyoruz göz ucuyla bile... Çağın gönüllü körleşmesinden bir nebze olsun bakışlarımızı, dikkatimizi, idrakimizi, insanlığımızı alamadığımız için... Bakmayı unutursak, görmeyi hiç bilemeyiz. En tehlikeli körleşmedir bu, gözü görme kabiliyetini kaybetmediği halde özü görmekten yüz çevirmiş insanın körleşmesi... O küçük insanda hepimiz için büyük bir insan gizli. Bebeğin yağmurla tanışmasında bu koskoca gezegene yetecek hikmet gizli... Gizli değil, hayır, açık, apaçık, bütün gözler için aşikar, her seviyede idrakin görebileceği bir harikuladelik... Minik ellerini açıp adeta Allah'ın rahmetinin tenine dokunuşunu bekleyen o küçük bedende bizim hissetmeyi çoktan unuttuğumuz bir varlık coşkusu var. Bu büyük buluşmada hepimizin kulağına hakikati bir kez daha fısıldayacak bir fevkaladelik var. Uyanmak, kendimize gelmek, istikametimizi, yönümüzü, yatağımızı bulmak için bir fırsat daha... Şüphe yok ki Allah her şeye kadir ve yağmur onun bir mucizesi...
Gökhan Özcan, YeniŞafak, 06.02.2014
youtu.be/q3G1IMlWe7g
0 notes
bekirarslan · 10 years
Quote
En kıymetlisi, işini yapıp kenara çekilmektir. Yaptıklarının reklâmcısı olmamaktır. Bunun için ortalıkta dolaşanlar, dost değil, ancak yeni ortaklar bulabilirler. Ortaklıklar, çoğunlukla, iyi bitmez. Biz, kader birliğinden yanayız. İnsan, yalnız olup olmadığını zor zamanlarında anlar. Öte yandan, inanıyor ve biliyoruz ki, zemheri de, evvelbahar da Allah'tandır. Şimdi kıştayız, şubat ve mart sıkıntılı geçecek, nisanda ise bahar gelecektir. Söylenenler sizi yanıltmasın. Bu hep böyle olmuştur. Yaprakları, dalları yahut gövdesi ne kadar hırpalanırsa hırpalansın, inanan insanın kökü sağlamdır. Durulmak için, evvela yorulmak gerekir. Belki de bu yüzden, 'tertemiz' kelimesini çok önemsiyorum. Çalışmış, ter dökmüş ve temiz kalmış. Onca olumsuzluğa rağmen.
İbrahim Tenekeci, YeniŞafak, 01.02.2014
0 notes