Tumgik
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Geleceğin yakıtına metan yiyen bakterilerin etkisi
Tumblr media
Metanı ortamdan uzaklaştırma ve kullanılabilir bir yakıta dönüştürme kabiliyetleri ile tanınan metanotrofik bakteriler, uzun zamandır araştırmacıların odağı haline gelmiştir. Fakat söz konusu bu bakterilerin doğal olarak nasıl bu kadar karmaşık bir reaksiyon gerçekleştirdiği ise şimdiye kadar gizemini korumuştur. Metan önemli bir yakıttır, ancak oksitlenmiş ürünlere doğrudan dönüşümü azdır. Bakteriler, metan oksidasyonunu metanola dönüştürmek için metalloenzimleri kullanır. Northwestern Üniversitesi'ndeki disiplinlerarası çalışma yapan bir ekip, metan-metanol dönüşümünden sorumlu enzimin, sadece bir bakır iyonu içeren bir bölgede bu reaksiyonu katalize ettiğini buldu. Bu buluş sayesinde, sera gazı olan metanı aynı zahmetsiz mekanizma ile kolayca kullanarak metanole dönüştürebilen yeni tasarlanmış insan yapımı katalizörlerin üretilmesine olanak sağlayabilir.
Biyomimetik Katalizörlere İlham
Northwestern Üniversitesi'nde çalışmanın yazarlarından biri olan Amy C. Rosenzweig, “Katalizden sorumlu metal iyonlarının kimliği ve yapısı yıllardır belirsiz kalmıştır.” diyerek ekliyor "Çalışmamız bakterinin metan-metanol dönüşümünü nasıl gerçekleştirdiğini anlamlandırarak büyük bir sıçrama sağlamıştır." Science dergisinde 10 Mayıs Cuma günü  yayınlanan çalışmanın bir diğer yazarı Brian M. Hoffman ise araştırmanın önemini şu sözleriyle belirtiyor: “Bakırın merkezi bölgesini tanımlayarak, doğanın en zorlu tepkimelerinden birini nasıl gerçekleştirdiğini belirlemek için temel attık.” Kısacası metanı oksitleyerek metanole dönüştüren metanotrofik bakteriler (veya metanotroflar) aynı anda iki sorunun üstesinden gelmeye yardımcı oluyorlar. Sadece çevreden zararlı sera gazı çıkartmakla kalmıyor, aynı zamanda otomobiller, elektrik ve daha fazlası için kolayca kullanılabilir, sürdürülebilir bir yakıt üretiyorlar. Metan-metanol reaksiyonunu katalize etmek için mevcut endüstriyel prosesler, 1.300°C 'den daha yüksek sıcaklıklara ve aşırı basınca ihtiyaç duymaktadır. Diğer tarafta metanotroflar ise reaksiyonu oda sıcaklığında ve "bedava" olarak gerçekleştirir. Rosenzweig ve Hoffman, "İnsan yapımı malzemelerdeki bakır bölgelerinin metan-metanol dönüşümünü katalize ettiği bilinmesine rağmen, çevre koşullarında bu durum görülmemiş. Bu dönüşümü bu koşullarda bakterilerin nasıl gerçekleştirdiklerini tam olarak anlayabilirsek, kendi katalizörlerimizi optimize edebiliriz." Kaynak(lar) https://phys.org/news/2019-05-methane-consuming-bacteria-future-fuel.html Doi: 10.1126/science.aav2572 Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Selülitlerinizle barışın
Tumblr media
Hiçbirimiz herhangi bir sorunumuzun çözümü olmadığı duymak istemeyiz değil mi? Sorunlarımıza bir çözüm yolu bulunsa dahi bunun uzun ve meşakatli olması da işimize gelmiyor, kısacası kolayı çok ama çok seviyoruz! Buna en iyi örnek hayalimizdeki vücut olabilir. Kimi yağsız bir vücut, kimi geniş omuzlar, kimi selülitsiz bir alt vücut istiyor ama bunun için zaman alan ve zor yöntemleri ise uygulamaktan kaçınıyor. Örneğin selülitlerimiz! Hemen yok olmalılar, bugün, anında ve en kısa sürede! Ancak düşünmek için kısa bir vakit ayırırsanız bunun mümkün olmadığını çözüme bu şekilde ulaşılamadığını anlayacaksınız. Kısacası emek olmadan ekmek yok!
Aldatmacaya Kanmayın
Sistem öylesine güzel çalışıyor ki estetik kaygıların yanı sıra özgüven problemlerini de tedavi edebilmek için özellikle kadınlar kozmetik ürünlerini satın alıyorlar. Selülit kremi satın alıyoruz. Neden? Çünkü selülitlerimizle beraber özgüven problemlerimizin de uçup gideceğini düşünüyoruz, umut ediyoruz ve istiyoruz. Güzel bir popoya sahip olursanız hayalinizdeki bikiniyi giyebilirsiniz hem de çok rahat bir şekilde! Ya da yaz mevsiminde o hep beğendiğiniz ama giyince herkesin sizin selülitlerinize bakacağını düşündüğünüz şortunuz! Selülit sorunu kadınların çok büyük bir bölümünü ilgilendirdiği için pazarlaması ve satması kolay bir başlık. Bu konu ile ilgili propoganda artık o kadar yoğunlaştı ki selüliti olan neredeyse herkes kendini özgüvensiz hissetmeye başladı. Selülit artık herkes için çözülmesi gereken, toplumda statü sahibi olmak i��in yok edilmesi gereken bir düşman haline getirildi. İşte oluşturulan bu algı nedeniyle herhangi bir sosyal medya kanalında selülit ile ilgili bir şey gördüğünüzde hemen bağlantıya tıklıyorsunuz. Bu artık bilinçaltınızda! İşte insanlarda oluşan bu algı nedeniyle zaman zaman bazı ürünler piyasayı adeta salladı. Özellikle yurt dışında bir dönem çok popüler olan FasciaBlaster aleti gibi. Peki bu alette geriye ne kaldı? Bolca morluklara sahip, hayalleri yıkılmış kadınlar... Ha bu arada unutmadan; morarma bir iyileşme belirtisi değildir, kan damarlarının zarar görmesi nedeniyle oluşur ve mutlaka bir uzmana gösterilmesi gerekir.
Selülitlerinizle Barışma Vakti
Kimilerine göre acımasız , kimilerine göre bilimsel bir gerçek. Selülit, birçok kadının vücudunun yağ depolama şeklinin bir yan ürünüdür. Cildimizdeki yağ hücrelerini barındıran küçük odaların görüntüsü cinsiyete göre farklılık gösteriyor. Biyolojik olarak erkekler, bağ dokularında bir çeşit çapraz-geçiş düzenine sahip olma eğilimindeyken, çoğu kadın bedeninin dikey kolonları vardır. Bu sütunlar, yağ yığınlarının ciltte birikmesini kolaylaştırır ve böylece selülitle ilişkilendirilen sevimli topaklı dokuyu oluşturur. Kadın olmak her zaman zordur! Bol miktarda yağ içeren veya gevşek bir yapıda olan ince cilde sahip olmak, işleri daha da kötüleştirir. Ancak zayıf kişilerde bile selülit olabilir (ve sıklıkla da olur). Tüm bunların yanında vücudumuzdaki yağlara yaşayabilmek için de ihtiyacımız var ve onları tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil! Bu yüzden birçok selülit ile ilgili ortaya çözüm iddiası ile çıkan ürün vücut yağını tamamen ortadan kaldırmak yerine yağı yeniden düzenlediğini veya cildi yeniden yapılandırdığını iddia ediyor. Selülit ile ilgili olarak kimi zaman lazerin, iğnelerin, cildinizi sıkılaştıran kremlerin veya yağ hücrelerini temizleyen peeling yöntemlerinin çözüm olduğunu duyabilirsiniz. Kesin çözüm mü? Bunların hiçbiri gerçekten işe yaramaz. Bunlardan bazılarının kısa vadeli etkileri olabilir ve bütçenizi ciddi bir şekilde sarsabilir. Aslında selülite kesin bir çözüm bulmak im-kan-sız!
Tumblr media
1) Lifli kordonlar, 2) Kas, 3) Yağ, 4) Alt deri, 5) Üst deri
Yağ Kaybetmek Faydalı Olabilir
Aşırı yağ kesinlikle selüliti daha da kötüleştirir. Daha fazla (veya daha büyük) yağ hücresine sahip olmak selülitleri çoğaltır. Bu nedenle yağ oranınızı düşürmek faydalı olacaktır. Ancak, sorun yine  de hatta sorun da demeyelim doğamız bu şekilde olduğundan selülit görünümünden tamamen kurtulmazsınız. Kardiyo çalışmalarına saatler harcayabilirsiniz ancak ne yaparsanız yapın bağ doku yapısının tek bir lifini bile asla yeniden düzenleyemezsiniz. Sağlık için spor yaparsanız zaten sahip olabileceğiniz en iyi vücuda sahip olursunuz.
Kaslarınızı Güçlendirebilirsiniz
Diğer tüm çözümlerden farklı olarak kas kütlenizi arttırarak, vücudunuzun yağ depolamasını veya en azından görünen yüzünü değiştirebilirsiniz. Bağ dokunuzdaki dikey sütunları temelde değiştiremezsiniz, ancak tüm kas grubunu daraltabilirsiniz. Bununla birlikte genetik olarak şanslıysanız selülit alma eğilimi göstermeyebilirsiniz. Çünkü bu tarz doğuştan şanslı kişilerin dokuları birbirlerine daha çok birbirine bağlıdır ve büyük miktarda yağın sıkışmasına izin vermezler. Teoride, güçlü bir kas dokusu selülit etkisini azaltabilir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken en önemli şey ağırlık antrenmanlarının selülit üzerine etkisine dair kısıtlı sayıda araştrıma olmasıdır. Günümüze kadar kozmetik ürünlerine ve estetik operasyonlara harcanan para, emek ve zaman düşünüldüğünde çözümü kendi içimizde aramamızın vakti geldi belki de geçiyor! Artık tüm o kremlerinizi ve solüsyonlarınızı bir kenara bırakabilir ve sağlıklı beslenerek, yağ oranınızı düşürerek yeni bir çözüm yolu deneyebilirsiniz. Unutmayın çözüm hiçbir zaman bir anda olmaz ve kolay değildir!
Kadınlarda Spor Yapmalı
Özellikle ağırlık antrenmanlarının erkeklere özgü olduğuna dair yanlış bir algı var. Bu algıya ters olarak olarak son birkaç yılda ağırlık antrenmanları kadınlar için daha da popüler hale gelmeye başladı. Ağırlık antrenmanlarına kadınların bir negatif yaklaşmasının en büyük nedeni de erkeksi bir vücuda sahip olma korkusudur. Ancak bu pek mümkün değil. Bahsettiğimiz gibi bir vücuda sahip olmak için yıllarca çok ağır antrenmanlar yapmak gerekiyor ve bunu da sizin çok kısa bir sürede başarmanız mümkün değil. O yüzden korkmayın! Selülitleri azaltmak için birkaç Squat yapmak özellikle üst bacak ve kalça bölgeniz için son derece faydalı olabilir. Ancak bu noktada dikkat etmeniz gereken Squat hareketini tekniğine uygun bir şekilde yapmanız. Kaynak(lar) https://www.popsci.com/cellulite-fat-muscle-solution Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Dünyanın En Eski Kayası Bulunmuş Olabilir Hem de Ayda
Tumblr media
Dünyanın bilinen en eski kayası herkesin bakmayı düşündüğü en son yerde bulunmuş olabilir: 1971'de Apollo 14 astronotları tarafından Ay'dan Dünya'ya getirilen kaya örneklerinde. "Ay bir zamanlar Dünya'nın bir parçasıydı" sözünden yola çıkmıyoruz (zaten bu, Ay'ın kökeni için sadece bir hipotez). Uluslararası bir bilim ekibine göre, kayanın özündeki Ay'da nadir Dünya'da ise yaygın görülen 2 gram kuvars, feldispat ve zirkon içeren Big Bertha adlı mineraller, kayanın dünyaya ait olduğuna dair kanıtı oluşturuyor. Ayrıca kimyasal analizler, kayanın Ay'ın sıcaklık koşullarından ziyade, Dünyanınki gibi oksitlenmiş bir sistemde ve Dünya’nın sıcaklıklarında oluştuğunu ortaya koydu. Ay'da oluşmuş olsaydı, daha önce hiçbir zaman ay örneklerinde görülmeyen bir durum ortaya çıkardı.
Nasıl oldu da oraya gitti bu kaya?
Bilim insanlarına göre, yaklaşık 4 milyar yıl önce, bir asteroit ya da kuyruklu yıldız, yaklaşık 540 milyon yaşındaki gezegenimize çarparak uzaya kaya parçaları gönderdi. O zamanlar Ay Dünya'ya şimdikinden 3 kat daha yakın olduğundan çarpışmadan fırlayan kaya parçalarının Ay'a gitmiş olması muhtemeldir. Bilim insanı David Kring buluş hakkında şunları söyledi “Dünya'nın başlangıcının ve yaşamın doğuşu boyunca gezegenimizi değiştiren bombardımanın daha iyi bir resmini çizmeye yardımcı olan olağanüstü bir bulgu”. Kayanın üzerinde yapılan analizler sonucunda doğru tarihi bulmamıza yarayacak uranyum içeren zircon bulundu. Böylece kayanın oluşumu yaklaşık 4 ila 4,1 milyar yıl öncesi olarak belirlendi. Gezegenin yüzeyinde yaklaşık 20 kilometre (12.4 mil) derinlikte oluştu ve şiddetli bir çarpma onu uzaya fırlatana kadar orada duruyordu. Oradan Ay'a doğru yola çıktı ancak 3,9 milyar yıl önce birtakım sebeplerden ötürü bir kısmı eridi ve toprağa gömüldü. Daha sonra, yaklaşık 26 milyon yıl önce, Koni Krateri üreten çarpışma olayı sırasında yüzeye çıktı ve Apollo 14 astronotları tarafından Dünya'ya getirilene kadar orada kaldı. Parçanın Ay'da oluşmuş olması mümkündür, ancak o zaman bambaşka bir Ay görüntüsü çizmemiz gerekirdi. Yüzeyin 30 ila 70 kilometre altında, oksijen seviyesinin 4 milyar yıl önceki Ay kabuğundan çok daha yüksek olan "alışılmadık derecede oksitleyici magmatik bir ortamda" oluşması gerekiyordu. Buna karşılık, Dünyadaki koşullar kayanın oluşumu için çok daha muhtemel görünüyor. Bu küçük parçanın daha sonra Dünya'ya geri döndürülmesi ise hayret edilecek bir tesadüf gibi duruyor. Bu çalışmanın kanıtlanması çok zor olmayabilir. Eğer bir parça bulunduysa, başka parçalar da vardır ve Ay örnekleriyle ilgili çalışmalarda onları bulabiliriz. Ek olarak, NASA'nın insanları Ay'a götürme planı sayesinde gelecekte daha fazla örnek toplamak için fırsatımız olabilir. Ekibin araştırması  Earth and Planetary Science Letters’da yayınlandı. Kaynak(lar) https://www.sciencealert.com/earth-s-oldest-rock-may-have-been-found-it-was-um-on-the-moon Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Yenilmez Olabilir Miyiz?
Tumblr media
2018 yılında sinemalarda gösterime giren Infinity War'da, Dr. Strange’in   14 milyon olası geleceğe bakarak kahramanlarımızın kazanacağı  bir olasılığı bulduğu  bir sahne vardı. Strange’in kuantum bilgisayarı yoktu ama bizim var 😊 Nanyang Teknoloji Üniversitesi - Singapore (NTU Singapore) ve Avustralya'daki Griffith Üniversitesi'nden  oluşan araştırmacı ekibi, eş zamanlı bir kuantum süperpozisyonunda tüm olası gelecekleri üretebilecek bir prototip kuantum cihazı kurdu. Prototipi destekleyen kuantum algoritmasının geliştirilmesine öncülük eden Singapur’daki Dr. Mile Gu "Gelecek hakkında düşündüğümüzde, geniş  olasılıklar dizisi ile karşı karşıya kalıyoruz, Bu olasılıklar, geleceğe doğru ilerledikçe katlanarak büyüyor. Örneğin, her dakika için yalnızca iki seçeneğimiz olsa bile, yarım saatten az bir sürede 14 milyon olası  işlem söz konusudur. Bir günden daha az bir süre içinde, sayı evrendeki atom sayısını aşıyor" şeklinde açıklamaya yaparak olayın zorluğunu anlatmaya çalışıyor. Ancak araştırma grubunun  bu zorluğu aşarak  gerçekleştirdiği şey, bir kuantum bilgisayarının kuantum süperpozisyona yerleştirerek tüm olası geleceklerini inceleyebilmesiydi. Ekip, birlikte bir karar sürecinin  ardından gelecekteki potansiyel sonuçlarının fotonların -kuantum ışık parçacıkları- yerleri ile temsil edildiği özel olarak tasarlanmış bir fotonik kuantum bilgi işlemcisi uyguladı. Daha sonra, kuantum cihazının durumunun, oluşma olasılıklarına göre ağırlıklandırılmış, çoklu potansiyel geleceklerin üst üste binmesi olduğunu gösterdiler.
Richard Feynman’ın yolundan..
"Bu cihazın işleyişi, Nobel ödüllü Richard Feynman'dan ilham alıyor" şeklinde bir değerlendirme yapıyor Singapur ekibinin bir üyesi olan Dr. Jayne Thompson. Feynman, kuantum fiziğinde inceleme yaparken bir parçacık A noktasından B noktasına gittiğinde fark etti ki parçacık tek bir yol izlemez. Bunun yerine, eşzamanlı olarak noktaları birbirine bağlayan tüm olası yolları geçer. Çalışmalar bu olguyu genişletiyor ve istatistiksel gelecekleri modellemek için kullanıyor. Deney ekibinin bir üyesi olan Farzad Ghafari yapılan çalışmayı şu şekilde özetliyor; "Bizim yaklaşımımız, her önyargı için olası tüm geleceklerin kuantum süperpozisyonunu sentezlemektir. Bu süperpozisyonları birbirleriyle karıştırarak, olası her geleceğe ayrı ayrı bakmaktan tamamen kaçınabiliriz. Aslında, birçok mevcut yapay zeka (AI) algoritmaları, kendi deneyimlerinde ne kadar küçük değişiklikler olduğunu görerek öğrenir. Davranış gelecekteki farklı sonuçlara yol açabilir, bu nedenle tekniklerimiz kuantum arttırılmış AI'lerin eylemlerinin etkisini daha verimli bir şekilde öğrenmesini sağlayabilir."
İhtimaller Hesaplanmaya Başladı Bile…
Ekip, mevcut prototiplerinin aynı anda en fazla 16 olası gelecek  simüle ettiğini belirtirken, altta yatan kuantum algoritmasının  prensipte sınırsız ölçeklenebileceğini söylüyor. Pryde, "Bu alanı bu kadar heyecan verici yapan şey bu diyerek" 1960'larda klasik bilgisayarları hatırlatıyor; "1960'larda klasik bilgisayarların neler yapabileceğinden haberimiz yoktu . Kuantum bilgisayarların da  neler yapabileceği hakkında hala karanlıktayız.  Bu da daha çok çalışmamız ve öğrenmemiz için bize ilhan veriyor". Kaynak(lar) https://www.sciencedaily.com/releases/2019/04/190412094726.htm Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Kemik kanserinin 250 milyon yıllık geçmişi
Tumblr media
Amniyotun ne demek olduğunu belirtemeden önce küçük bir parantez açalım şimdi. Bir organizmanın gelişmesinin erken evresinde, yumurtanın döllenmesinden sonra oluşan canlı taslağına embriyo diyoruz. Amniyotu açıklamamız için bilmemiz gereken diğer kavram ise amniyon zarı. Amniyon zarı, amniyon sıvısı ile dolu olan amniyon kesesini en dıştan saran zar manasında kullanılmaktadır. Amniyon kesesini duymuşşunuzdur; hani şu anne karnında bebeklerin içinde yaşamsal faaliyetlerini sürdürdükleri kese. Peki amniyot nedir? Embriyo gelişimi sırasında amniyon zarı olan canlılara deniyor.
240 Milyon Yıllık Kanser
240 milyon yıllık kemik kanseri vakası, nesli tükenmiş bir kaplumbağa atası fosilinde ortaya çıktı. Triasik devre kadar uzanan fosil; memelileri, kuşları ve sürüngenleri içeren amniyot grubunda, bilinen en eski örnektir. Araştırmacılar, JAMA Onkolojisinde 7 Şubat'ta anlık rapor verdiler.
Tumblr media
Kemik kanseri görülen Pappochelys rosinae Shell-less (kabuksuz) kaplumbağasından fosilleşmiş sol femur (uyluk kemiği)  Pappochelys rosinae 2013 yılında güneybatı Almanya'da bulundu. Paleontologlar ve hekimlerden oluşan bir ekip, bacak kemiğinde gözlenen bir büyümeyi incelemek için mikro CT taraması kulandı. CT taraması, bilgisayarlı tomografi taramasıdır. Tarama,cismin içinde ayrıntılı, üç boyutlu bir görüntü sağlayan bir görüntüleme tekniği ile fosili analiz etmelerini sağlamıştır. Berlin'deki Naturkunde Müzesi'nden paleontolog Yara Haridy ilk gözlemlerini, "Bunun bir kırık ya da enfeksiyon olmadığını gördüğümüzde, büyümeye neden olan diğer hastalıklara bakmaya başladık." bu sözlerle ifade ediyor.
Periost Osteosarkom 
Periost osteosarkom, malign kemik tümörüdür. Ne demek bunlar? Periost, kemik zarı demektir. Biraz daha ek bilgi verelim mi? Periost veya diğer adıyla kemik zarı, kemiğin enlemesine büyümesini sağlayan zardır, ayrıca kemik kırıldığında kemiği onarır ve kemiğin besin ihtiyacını karşılar. Osteosarkom ise nadir görülen kötü huylu kemik tümörleridir. Malign, halk dilinde kötü huylu yani kanser yapan tümor olarak bilinir. Şimdi taşlar yerine oturmuş olmalı. Diğer hastalıklar incelendikten sonra sonuç ne oldu dersiniz? Haydi dönelim Haridy'nin sözlerine, ''Neredeyse tamamen insan periosteal osteosarkomuna benziyor." diyor şaşırtıcı bir şekilde.
Tumblr media
Kemik kanseri görülen kemik fosili Şaşkınlığını şu sözlerle belirtmeye devam ederek, "Eskiden yaşamış hayvanlarında kanser olabildiği çok açıktı ancak bunun kanıtlarını bulmamız, görülebilecek en nadir olaylardandı." diyor. Sonuç olarak bir noktayı gözümüzden kaçırmamalıyız: Bu tümörün Triasik dönemden keşfedilmesi, kanserin "DNA'mızın derinliklerine kök salmış bir mutasyona karşı savunmasızlık" olduğunun kanıtıdır. Kaynak(lar) https://www.sciencenews.org/article/rare-ancient-case-bone-cancer-has-been-found-turtle-ancestor Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Dövmenizde hangi kimyasallar var?
Tumblr media
İnsanlar binlerce yıldır dövme yapıyorlar ya da yaptırıyorlar. Tarih öncesi mağara insanlarından Mısır krallıklarına kadar birçok insan, odun kömürü veya diğer doğal pigmentlerden yapılmış dövmeler yaptı. Ancak modern dövme sanatçıları, mürekkeplerinin içerikleri hakkında çok az bilgiye sahip. Peki siz dövmenizde ne olduğunu biliyor musunuz?
Bilinmeyen Mürekkepler
Dövme sanatçılarının yasal olarak çalışması için sertifikalandırılmış olmalarına rağmen, dövme mürekkepleri ve pigmentler herhangi bir devlet otoritesi tarafından düzenlenmemektedir. Profesyonel bir dövme sanatçısı değilseniz ve mürekkebinizi kuru pigmentlerden karıştırmıyorsanız, dövme mürekkebine tam olarak neyin girdiğini bilemeyebilirsiniz. Bu kısmen mürekkep üreticilerinin tescilli formüllerini korumasının bir sonucu olabilir. Dövme sanatçıları ve meraklıları genellikle dövmelerindeki kimyasalların ne olduğu hakkında tam bir fikre sahip değiller. Bazı pigmentler doğal malzemelerden elde edilirken, bazıları tekstil, plastik veya otomotiv endüstrisinden kaynaklı olabilir.
Tumblr media
Avrupa Birliği'ne bağımsız bilimsel danışmanlık sağlayan Ortak Araştırma Merkezi'nin (JRC) 2016 yılına ait bir raporunda, birçok farklı dövme pigmentlerini kimyasal olarak analiz ederek ilgili olanların listesini yayınlamıştır. Bunlar arasında en tehlikeliler arasında deriden lenf bezlerine geçebilen, kanserojen içerikli siyah mürekkeplerde bulunan kimyasal bir grup polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH) yer alır. Aynı zamanda dövme mürekkeplerindeki renk bileşenlerinin yaklaşık %60'ını oluşturan azo pigmentleri de vardır. Azo pigmentleri cilde ilk girdiklerinde güvenli olsalar da, zaman içinde kansere neden olabilecek bileşiklere dönüşebilirler. İsviçre’de 229 dövme mürekkebi anketi, şüpheli koruyucu maddeler bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. Ankete katılan mürekkeplerin dörtte birinde cildi tahriş edici benzo-izotiazolinon bulunurken %7'sinde kanserojen olan formaldehit içermekteydi. Dövme mürekkepleri ayrıca nikel, krom ve kobalt gibi zararlı metaller de içerebilir.
Kendinizi Nasıl Korursunuz?
Bu, tüm dövmelerin güvensiz olduğu anlamına gelmez. Modern yüksek kaliteli pigmentler tipik olarak çeşitli metal tuzlarından yapılır. Farklı metaller farklı riskler oluşturur, bu da belirli renklerin doğası gereği diğerlerinden daha riskli olduğu anlamına gelir. Özellikle kırmızı mürekkebin, güvenli kaynaklardan kolayca üretilebilen siyah mürekkepten daha fazla hassasiyet reaksiyonlarına ve diğer sağlık sorunlarına neden olduğu bilinmektedir. Yüksek kaliteli bakır tuzlarından yapılan maviler ve yeşillikler de güvenli olma eğilimindedir ancak; kobalt bazlı mavilere dikkat edilmelidir. Titanyum oksitten yapılan beyaz pigmentler sektördeki en az reaktif pigmentlerden bazılarıdır. Sarı pigmentler genellikle zerdeçal veya kurkumin gibi doğal kaynaklardan elde edilmesine rağmen, parlak bir renk oluşturmak için ne kadar pigment gerekiyorsa o kadar aldıkları için genelde reaksiyona neden olurlar. Dövme yaptırmak konusunda güvende olmak istiyorsanız, saygın sanatçılara sadık kalın, bunun için para biriktirmekten ve premium bir fiyat ödemekten korkmayın. Ucuz mürekkepler; bir nedenden ötürü ucuzdur ve vicdansız dövme sanatçıları mürekkep seçimlerini destekleyen kanıt sunamazlar. Dövme sanatçınızdan, mürekkeplerin nereden geldiği ve neyden yapıldığı hakkında mümkün olduğunca fazla bilgi sağlamasını ve ilgili renkler konusunda spesifik olmasını istemeniz gerekir. Sonuçta dövme sonsuza kadar sizinle kalacak. Kaynak(lar) https://curiosity.com/topics/do-you-know-what-chemicals-are-in-your-tattoo-curiosity/ Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Bermuda Şeytan Üçgeni aslında bir gizem değil!
Tumblr media
Bermuda Şeytan Üçgeni olarak bilinen Florida, Porto Riko ve Bermuda arasındaki okyanus bölgesi, gizemlerin kaynağıdır. Yüzyıllar boyunca, iz bırakmadan kaybolan gemi ve uçakların raporları, bölgenin "şeytanın üçgeni" olarak adlandırılmasına yol açtı. Bu gizemli ortadan kaybolmaların nedenleri, garip doğal olaylardan su altı yabancı üslerine kadar tümünü içeriyor, ancak sorulması gereken temel bir soru daha var: Bermuda Üçgeni'nde benzer şekilde ticareti yapılan herhangi bir alana göre daha fazla uçak yok mu? Cevabın hayır olduğu ortaya çıktı. 
Efsane Yayılmaya Devam ediyor
1975 yılında gazeteci Larry Kusche "Bermuda Şeytan Üçgeni Gizemi - Çözüldü" kitabını yayınladı. İçinde, 1840'tan 1973'e kadar diğer yazarların yayınlarında olanlar da dahil olmak üzere mümkün olduğu kadar çok Bermuda Şeytan Üçgeni olayı üzerinde yeniden inceleme yaptı. Böyle yazarlardan biri de 1974 yılında Bermuda Şeytan Üçgeni'ni -bu alanda garip bir şeylerin olduğunu gösteren ilk kitap- yazan efsanenin babası olarak kabul edilen Charles Berlitz'di. Kusche, yazarların hikayelerinin çoğunun herhangi bir kontrol olmaksızın diğer yayınlardan tekrarlandığını ve Charles Berlitz'in en kabahatlisi olabileceğini bularak şöyle diyor: "Berlitz bir teknenin kırmızı olduğunu söyüyorsa başka bir renk olma şansı çok yüksek." Peki Kusche ne buldu? Bazı durumlarda, söz konusu geminin veya uçağın hiç bir kaydı yok. Diğerlerinde, gemiler ve uçaklar gerçekti (kaydı vardı), ancak "gizemli kayıpları" kötü fırtınalar sırasında gerçekleşti -yazarın genellikle bahsetmediği fırtınalar. Yine de diğer olaylar bölgeden uzakta gerçekleşti. Bu, Bermuda Üçgeni içinde kaybolma olmadığını söylemek değildir, ancak bölgenin hem gemiler hem de uçaklar için popüler bir yol olduğunu hatırlamak önemlidir, bu nedenle daha fazla geminin o bölgede batması ihtimali insan ticareti ihtimaline göre daha az olabilir.
Gemilerin Kaybolma Teorileri 
Eğer Bermuda Şeytan Üçgeni gerçekten iddia ettiği tehlike bölgesi ise -yine kanıtlar bunun olmadığını gösteriyor- uçağın ve deniz yoluyla taşınan gemilerin okyanusun belirli bölgelerinde kaybolmasının bir çok rasyonel nedeni vardır. En muhtemel teoriler, uzaylıları veya öfkeli Atlantislileri değil coğrafyayı içerir. Bir açıklama, okyanus tabanının yüksek basınç altında bir gaz-buz-tortu karışımı oluşturabilen metan açısından nispeten zengin olduğunu göstermektedir. Bir su altı toprak kayması meydana gelirse, bu zararlı karışım deniz tabanından fırlayabilir, atmosfere girebilir ve sarhoş edici etki yaratabilir veya çevresindeki havanın yoğunluğunu değiştirebilir ve bu da pilotla etkileşime girebilir. Bu patlamaların açık deniz petrol kulelerine zarar verdiği bilinmektedir, bu da en gizemli kayıpların en azından bazılarında rol oynayabilecekleri anlamına gelir. Bilim insanları okyanus tabanı daha ayrıntılı olarak haritalandırılınca kesin konuşulabilecek. Okyanus tabanının en son haritası 2014 yılında çizildi. Dünya'nın yer çekimi alanının gelişmiş ölçümlerini kullanmasına rağmen, hâlâ sadece 5 kilometre bir çözünürlüğü var ve bu önemli coğrafi özelliklerin veya gemi enkazlarının yerlerini tam olarak belirlenmesi için gerekenden çok daha düşük. Kaynak(lar) https://curiosity.com/topics/the-bermuda-triangle-isnt-actually-a-mystery-curiosity/ Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
CERN daha da büyüyecek
Tumblr media
CERN yeni parçacık hızlandırıcısı için planlarını açıkladı, devasa bir hızlandırıcıya hazır olun! Evrenin en derin sırlarından bazıları o kadar karanlığa saklanır ki, onları meydana çıkarmak için yepyeni bir tür atomaltı felaket gerekir. Avrupalı fizikçiler, bu tür güçleri açığa çıkarmak için, gördüğümüz her şeye rakip olacak bir parçacık hızlandırıcı kurmak istiyorlar; bu, ünlü 27 kilometrelik (16.7 mil) Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nın (LHC) bir lise fen deneyi kadar basit görünmesini sağlayacak bir proje. Avrupa Nükleer Araştırma Örgütü'ndeki (CERN) yetkililer, parçacık fiziği üzerine bir yeni bir sayfa açması beklenen teknolojinin tasarımını ve yapımını bilgilendiren bir çalışmanın sonuçlarını sundu. Planları 100 kilometrelik (62 mil) dairesel bir çarpıştırıcı ile başlıyor ve 9 milyar Euro'luk (10 milyar ABD Doları) saha maliyeti var. Şimdilik oldukça basitçe bir şekilde Gelecek Dairesel Çarpıştırıcısı veya FCC olarak adlandırılıyor. Önümüzdeki birkaç on yıl içinde aslında yeni fizik arayışına girdiğinde, farklı bir isme sahip olabilir. Ancak, her iki durumda da bu yeni nesil hızlandırıcı daha önce hiç olmadığı gibi, konuyu çözmemize yardımcı olmak zorunda! CERN'in şu anki hızlandırıcılar kralı LHC, Cenevre yakınlarındaki İsviçre-Fransa sınırındaki bir parçacık hızlandırıcı oluşumlarından biri.
Tumblr media
Yapılması planlanan yeni çarpıştırıcı (Future circular collider)
Higgs Bozonu Evrene Işık Tutuyor
Süper iletken mıknatısların döngüsü, karşıt proton akımlarını 0.999999990 ışık hızına sokar ve her birinin etkisinin kateterinden çeşitli parçacıkları yoğunlaştırmaya yetecek kadar enerji besleyen 6.5 teraelektron volt sağlar. Bunların en ünlüsü, 1960'larda ilk önce kayıp kütlenin sorumlusu olarak öngörülen ve sonunda 2012 yılında deneysel olarak onaylanan bir parçacık olan Higgs bozonuydu. Higgs bozonunun keşfi, gerçekliğin temel yapı taşlarını oluşturan, Standart Model olarak adlandırdığımız bir teori olan öngörülen nesneler setini tamamladı. Ancak model onaylandığında bile, anlayış arayışımız bitmedi. Henüz kavrayamadığımız çok büyük sorular var ve mevcut teknoloji, onlara cevap vermemiz gereken kanıtları sağlamaya yetmiyor.   Yer çekimi diğer kuvvetlerle karşılaştırıldığında neden bu kadar zayıf? Nötrino'nun minik kütlesi nereden geliyor? Higgs bozonu neden bu kadar inanılmaz derecede hafif? Bütün evrenin karşıtı nerede? Ve karanlık madde dediğimiz bu şeyin gerçek doğası nedir? LHC'nin içindeki birleşmiş 13 TeV'in etkisini unut. FCC'nin kıyamet çemberi sonunda protonları parçalamak için delice bir 100 TeV yöneteceği ümit ediliyor. Yine de, ilk aşamada, CERN daha az iddialı bir şey olarak elektronları karşıt maddeleri olan pozitronlarıyla çarpıştıran bir makine planlıyor. Bu, LHC'nin elektronlardan daha fazla kütleye sahip olan hadronları bir araya getirerek elde edebileceğinden farklıdır; hadron kompozisyonu - gluons tarafından bir arada tutulan üç kuark - aynı zamanda çarpışmadan sonra çözülmesi gereken karışıklığı da bırakıyor. FCC'nin ilk aşamasında kullanılan enerjiler bile LHC'deki kadar yüksek olmamasına rağmen yine de bu tür parçacıklar için elde edilen her şeyden daha yüksek olacak olması yeterince merak uyandırıcı. Higgs bozonlarını doğuracak kadar bol ve bunun sonucunu analiz etmek çok daha kolay olacak. Sonunda, tam teşekküllü 100 kilometrelik bir proton hızlandırıcısının eklenmesi, yine de, 15 milyar Euro tutarında bir yatırım gerektirecek, bu yüzden en azından yüzyılın ortasından daha erken bir zamanda bu işin gerçekleşeceğini ümit edemeyiz.
Çin ve Japonya Atakta
Bu arada, Çin'in kendi planları var. 30 milyar yuan (4,3 milyar ABD doları) Dairesel Elektron-Pozitron Çarpıştırıcısı (CEPC), 2030'ların en kısa sürede faaliyete geçebilir ve Standart Modelde kusurları bulmak için gereken çok büyük istatistik bankasını toplamak için gereken çoklu çarpışmaları başlatabilir. Ayrıca Japonya da, hükûmeti projenin yatırıma değer olduğuna ikna edilebilirse, Higgs üreten bir hızlandırıcının kendi versiyonunu da edinebilir. FCC'nin de günün ışığını göreceğine dair hiçbir garanti yok. Higgs parçacığı bir yana, LHC sadece fizikçilerin umduğu gibi bir miktar yeni parçacık belirtisi göstermediği için beklentileri karşılayamadı. Paydaşları bu taşı oynamaya ikna etmek her zamankinden daha zor olacak, ancak başlamalarını bekleyemeyiz! Kaynak(lar) https://www.sciencealert.com/cern-has-just-described-its-next-gen-particle-smasher-and-it-s-a-monster Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Dronların kaosu
Tumblr media
Bir aydan kısa bir süre içinde ikinci kez, şüpheli drone manzaraları  Birleşik Krallık'ın en büyük havalimanı olan Heathrow'un kapanmasına neden oldu. 8 Ocak 2019 günü Heathrow Havalimanı'ndan kalkmak için bekleyen uçuşlar bir saatten fazla süreyle bekletildi. Kalkış yapmak için bekleyen uçuşlar bir saatten fazla askıya alındı. 9-21 2018 Aralık tarihlerinde de benzer şekilde Londra'nın bir diğer havalimanı olan Gatwick'te 140.000'den fazla kişi, dronlar yüzünden mağdur oldu.
Tumblr media
Heatrow Havalimanı (Londra)
Küçücük Dronelar Büyük Sorunlar
Sadece birkaç kilogram ağırlığında olan dronelar nasıl olur da bu kadar soruna yol açabilir? Havalimanları zamana bağlı olarak dakik bir sistemde çalışıyorlar. Heathrow havalimanı ortalama olarak her 45 saniyede bir uçağı karşılıyor veya yolcu ediyor. Söz konusu bu yoğun trafiği yönetmek gerçekten çok ciddi bir iş. Bu yoğun programdaki en ufak bir aksaklık tüm güne yansıyan gecikmelere neden olabiliyor. Özellikle de ne yapacağını öngöremediğiniz bir drone bu sistemi bozarsa işler daha da karışıyor. Kısacası bir kaos oluşuyor.
Drone Uçağa Çarparsa Ne Olur?
Cevap basit: Kötü olur! Dayton Üniversitesi Araştırma Enstitüsü'ndeki araştırmacılar yaklaşık 400 km hızla giden bir uçağın kanadına 1 kilogramlık bir dronu  ateşlemeye çalıştılar. Pek hoş şeyler olmadı. Kanadın ön kenarı parçalandı. Araştırmacılar, standart uçaklarda olanları taklit etmek için kanat ve dronenun durumuna bakarak olabilecek tehlikeleri gördüler. 
Dronların havaalanları üzerinde uçması engellenebilir mi?
Prensip olarak evet, ama pratikte zor. Dronelar  geleneksel radarlar  tarafından tespit edilemeyecek kadar küçükler. Bu durumda onları tespit edebilmek için gözlerimiz devreye giriyor. Bu da tespit edilebilme kapasitesini azaltırken hata riskini de son derece arttırıyor. Londra'da sadece bu iş için çok sayıda polis memuru görev yapmaya başladı.
Dronu Havada vurabilir miyiz?
Evet, ancak yapmasak daha iyi olabilir. Çünkü yerleşim alanlarında vurulan bir duran serbest düşüş ile adeta bir mermi etkisiyle bir insanı yaralayabilir ve hatta hayatına son verebilir. Ayrıca bir drone'un vurulabilmesi için de çok iyi keskin nişancı olmak gerektiğini de unutmamamız gerekiyor.
Çaresiz miyiz?
Asla! Radyo frekansları (jammer) drone sinyalini 2 km uzaklığa kadar bozabilir. Cihazlar, uzaktan kumandalar tarafından kullanılan sinyalleri durdurur. Bu, insansız hava aracının güvenli bir şekilde yere inmesine izin verir (Dronlarda kullanılan akıllı öğrenme-yere inme modu sayesinde). Ayrıca birçok drone havalimanları, askeri bölgeler ve milli parklar gibi hassas hava noktalarına uçmasını önleyen coğrafi koruma yazılımı içerir ama bağımsız drone uzmanı Andrew Heaton "Eğer teknolojiye  meraklıysanız ve kötü niyetli biriyseniz, kendi kendinize drone yaparak, yazıllım problemini aşabilirsiniz" diyerek bu güvenlik önleminin de aşılabileceğini belirtiyor. Bu konu ile ilgili olarak farklı bir yaklaşım da Hollanda polisinden geldi. Hollanda polisi drone yakalayabilmek için kartalları kullanmadı denedi ancak kartallar emirleri nadiren uyguladıkları için projeyi rafa kaldırdılar.  
Drone pilotu ne kadar uzakta olabilir?
Yasalara göre drone pilotları uçuş sırasında drone ile göz temaslarını kaybetmemek zorundalar. Bu durumda da söz konusu uzaklık 500 metre gibi bir mesafede sınırlı kalmalı. Ancak amaç zarar vermek olduğunda drone kapasitesine de bağlı olarak bu mesafe 2-3 km'ye kadar çıkabiliyor. Bununla birlikte drone'lar pilottan bağımsız olarak önceden belirlenmiş rotaları da izleyebilirler.
Havaalanlarında şu anda herhangi bir koruma var mı?
Londra Gatwick havalimanı drone sorunlarının ardından 1 milyon pound değerinde bir koruma sistemini devreye aldı. Havalimanı 360 derecelik radar, termal ve jammer sistemleri ile 7 gün 24 saat süreyle aktif koruma altında. Dünyanın dört bir yanındaki havaalanlarında da kurulan benzer güvenlik sistemleri var. Örneğin, Washington DC'deki Washington Ronald Reagan Ulusal Havaalanı, droneların havalimanının hava sahasına girmesini engellemek için yaklaşık 60 km çapında bir radyo kesici sinyal ağına sahip. Ancak,  kasıtlı bir saldırının  bu gibi sistemleri de  aşabileceğini  söyleyen John Moores Üniversitesi'nden Dr. Owen McAree'e göre "Can veya mal kaybı riski olmadan olmadan onları durdurabilmenin tek kesin yolu, kötü niyetli kişilerin  dronları ele geçirmelerini engellemektir" şeklindeki yorumu ile sorunun önüne geçmenin tek yolunun drone satışının ve satın alınan kişilerin kontrolünün sıkılaştırılması olduğunu belirtiyor. Kaynak(lar) https://www.newscientist.com/article/2190096-drones-are-causing-airport-chaos-why-cant-we-stop-them/ Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Kambriyen patlaması yeniden gündemde!
Tumblr media
Yaklaşık 541 milyon yıl önce, Dünya'da hayat başladı. 53 milyon yıllık bir dönemde ise devasa deniz canlıları, zırhlı solucanlar ve tuhaf görünümlü filtre besleyicileri ilkel denizleri (başlangıçtan beri var olan) doldurdu. Bugün varlığı bilinen neredeyse tüm hayvan vücutlarının yapıları, o dönemde temellerini ilkel bir biçimde atmıştı. Ya da bu, bilim insanlarının bir yanılgısıydı... Kambriyen patlaması nedir? Kambriyen dönem, Paleozoik zamanın ilk alt bölümü olarak Kambriyen kayaç sistemlerinin oluştuğu ve içinde en eski fosilleri taşıyan jeolojik zaman dilimidir. Günümüzden 545 milyon yıl önce başlayıp, yine günümüzden 495 milyon yıl önce sona erdiği kabul edilir. Kambriyen patlaması, Kambriyen dönemin başlangıcında Dünya'daki canlı çeşitliliğinde yaşanmış ani artıştır. Patlamadan kasıt canlı sayısındaki hızlı artıştır. Yeni bir analiz, Kambriyen patlamasının gerçek bir patlama olamayacağını, daha ziyade bir dizi dalga olabileceğini ve bu dalgaların daha önce inanıldığından milyonlarca yıl önce başladığını gösteriyor. Charles Darwin'den bu yana, bilim insanları Kambriyen dönemine ait fosillerle dolu kayaları buldular. İskoçya Edinburg Üniversitesi jeoloji profesörü Rachel Wood bu fosiller için "Jeolojik kayıtlarda beklenmedik bir şekilde ve büyük bir çeşitliliğe sahip görünmektedir." diyor ve Wood, Live Science'e verdiği demeçte şu sözleri ekliyor: "Kambriyen'de süngerler, mercanlar, denizanası vb. tüm hayvanların artışındaki patlamadan hiç şüphe yok."
Tumblr media
Sibirya'da bulunan Kambriyen döneminden kalma, hiyolit fosilleri - koni biçimli kabuklu küçük deniz canlıları. Kaynak: Rachel Wood
Ediakaran dönemiyle bağlantısı
Ancak Ediakaran dönemine uzanan son fosil keşifleri (635 milyon ile 542 milyon yıl önce), birçok yeni yumuşak gövdeli türün, Kambriyen sırasında iskeletli yaratıkların ortaya çıkmasından çok önce ortaya çıktığını öne sürüyor. Wood araştırma için, jeokimya, stratigrafi ve paleontoloji gibi alanlarda mevcut araştırmaların kapsamlı bir değerlendirmesini yaptıklarını söylüyor. Ayrıca, hem Ediakaran hem de Kambriyen'den gelen fosil bulgularını analiz ederek, Kambriyen patlaması öncesinde, sırasında ve sonrasında olanların ilk entegre görüntüsünü oluşturmayı başarmışlardır. Yaptıkları bu çalışma ile Kambriyen canlılarında bulunan bazı fiziksel özelliklerin, yaşlı kayalardan gelen organizmalarda da bulunduğunu keşfettiler. "Bu canlı koleksiyonlarının tipik olarak Ediakaran olduğu düşünülen ile tipik olarak Kambriyen olan arasında geçiş köprüsünü oluşturuyor." sözlerini ekliyor Wood. Bilim insanları ayrıca, değişikliklerin 571 milyon yıl öncesinden başlayarak dalgalardaki erken hayvan yaşamından geçtiğini ve Kambriyen döneminde hayvan çeşitliliğinde çoklu dalgalanmalar ürettiğini belirtti. ''Kambriyen patlamasını bir olay olarak izole etmek mantıklı mı, yoksa sadece çoğunluğun arasında bir olay olarak mı görülmeli?”  sorusunu ekliyor Wood.
Tumblr media
Namibya'da önceki bir çalışma için yapılan saha çalışması, erken hayvan evrimi hakkında değerli ipuçları sağlamıştır. Kaynak: Rachel Wood Virginia Tech'teki Jeobiyoloji profesörü Shuhai Xiao, Live Science'e yolladığı bir e-postada şunları söyledi: Onların sonuçları, “şok edici bir haber değil” iken önceki çalışmalarda yoktu çünkü, çoğu araştırmacı Kambriyen patlamasının "ani, patlayıcı ve benzersiz olmasına" odaklanmaya meyilliydi. Çalışmaya dahil olmayan Xiao, paleontologların, nesli tükenmelerin Kambriyen patlamasından önce ne kadar büyük olduğunu belirlemek için, Ediakaran ve Kambriyen fosilleri arasındaki evrimsel ilişkileri çözmeleri gerektiğini söyledi. Wood, Kambriyen'de her şeyin çok kısa bir süre içinde gerçekleştiğini düşünmek yerine, bu yeni çalışmanın bilim insanlarının erken(antik) hayvan çeşitliliğini sürekli bir süreç olarak incelemelerine yardımcı olacağını düşündüğünü dile getirerek ekliyor: “Evrimin hızını, dinamiklerini ve hayvan karmaşıklığının kökenini gerçekten anlamaya başlayacağız.'' Yapılan bu çalışmanın bulguları Nature Ecology & Evolution dergisinde yayınlanmıştır. Kaynak(lar) https://www.livescience.com/64977-rethinking-cambrian-explosion.html Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Aslında kara deliği görmedik
Tumblr media
Geçtğimiz haftalarda bilim insanları, evrenin en büyük gizemlerinden birine ışık tutan bir kara deliğin ilk görüntüsünü ürettiler.  Peki nedir bu kara delik? Kara delikler, uzayda yol alan hiçbir madde veya radyasyonun kaçamayacağı kadar büyük kütle çekim alanlarıdır.  Madde çok az bir bölgeye sıkıştırılmış olduğundan, yer çekimi çok güçlüdür. Aslında kara delikler ölmüş yıldızlardır.  Ömrünün sonuna doğru yaklaşan yıldızlarda bir süre sonra merkezdeki nükleer tepkimeler kütle çekim kuvvetini dengeleyemez hale gelir, bu nedenle yıldızın tüm kütlesi merkeze doğru çekilmeye başlar. Bir süre sonra tüm kütle bir noktaya toplanmış olur ve yoğunluk inanılmaz arttığından bu kütlenin çevresinde olan her şey, ışık bile, bu yeni oluşan yapının içerisine doğru çekilir.
Kara Deliğin Gerçek Fotoğrafı Değil
Bilim insanları bu hafta Messier 87 adlı bir galaksideki kara deliğin ilk gerçek görüntüsünü ürettiler. Görüntü bir fotoğraf değil, Event Horizon Telescope (EHT) projesi tarafından yaratılan bir görüntü. EHT, dünya genelinde sekiz yere dayalı teleskop ağı kullanarak görüntüyü üretmek için veri topladı.Kara deliğin kendisi görülmez, çünkü ışığın ondan kaçması imkansızdır; Görebildiğimiz  Altın halka gibi şey aslında olay ufku.
Olay Ufku
Olay ufku; bir kara deliğe artık ışığın bile kaçamayacağı kadar yakın olan yörünge uzaklığıdır. Olay ufkunu geçen her cisim, bir daha görülmemek ve geri dönmemek üzere kara delik ile bütünleşir ve kaybolur. Yani, bir kara delik -asla ve asla- hangi dalga boyunda bakarsak bakalım teleskoplarla görülemez.
Kara delik ne kadar büyük?
Kara delik bizden 55 milyon ışık yılı uzaklıkta. Tüm güneş sisteminden daha büyük ve güneş kütlesinin 6,5 milyar katı kadar, yaklaşık 100 milyar km genişliğindedir.
Bu fizik için ne anlama geliyor?
EHT projesi, daha önce imkansız olduğu düşünülen bir kara delik görüntüsü oluşturarak, uzun zaman önce kanıtlanması zor olan kara deliklerin anlaşılmasında bir atılım yapmıştır. Görüntü, fizikçilerin kara deliklerin nasıl çalıştığını daha iyi anlamalarına yardımcı olacaktır. Olay ufkunun görüntüleri, genel görelilik teorisini test etmek için özellikle önemlidir. Kaynak(lar) https://www.sciencealert.com/black-holes https://www.theguardian.com/science/2019/apr/14/the-new-black-hole-what-can-we-really-see Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Takım sporları çocuğun beynini nasıl değiştirir?
Tumblr media
Yetişkin depresyonu, hafızada önemli bir rol oynayan ve strese yanıt veren bir beyin bölgesi olan hipokampüsün büzülmesi ile uzun zamandan beri ilişkilendirilmektedir. Şimdi, St. Louis'teki Washington Üniversitesi'nde yeni bir araştırma, takım sporlarına katılan 9 ile 11 yaş arası çocukların hipokampal hacminin daha büyük olduğunu ve daha az depresyon yaşadıklarını ortaya koydu.
Takım Sporları Depresyon İle İlişkili
Araştırmanın yazarı ve bilişsel sinirbilim dalında kıdemli bir uzmanlık yapan Lisa Gorham, Arts & Sciences’ta şöyle diyor; "Bulgularımız önemli çünkü sporda yer alma, belirli bir beyin bölgesinin hacmi ve dokuz yaş altı çocuklardaki depresif belirtiler arasındaki ilişkileri aydınlatmaya yardımcı oluyor". Gorham'a göre müzik veya sanat gibi spor dışı etkinliklerin değil de spora katılımın, hem kız hem de erkeklerde daha fazla hipokampal hacimle ilişkili ve erkeklerde depresyonun azalmasıyla ilgili. Bu ilişkiler, Biological Psychiatry: Cognitive Neuroscience and Neuroimaging (Biyolojik Psikiyatri: Bilişsel Sinirbilim ve Nörogörüntüleme) dergisinde yapılanaraştırmaya göre, okul takımı, okul dışı lig veya normal dersler gibi yapıya dahil olan ve spora daha fazla gayrı resmi katılımla ilgili spor yapan çocuklar için özellikle güçlü. Çalışmadaki kıdemli yazar Deanna Barch'a göre araştırmalar ve bulgular, takımın veya sporun yapılandırılmış bileşeninin, sosyal etkileşimi veya bu faaliyetlerin sağladığı düzenlilik gibi ek faydalarından yararlanma olasılığını artırıyor. Çalışma, Genç Beyin ve Bilişsel Gelişim Çalışması'ndan 9-11 yaşları arasındaki 4,191 çocuktan oluşan ülke genelinde yapılan bir örnekleme dayanıyor. Ebeveynlere çocuklarının spora ve diğer etkinliklere katılımı ve depresif belirtiler hakkında bilgi sağlandı. Çocukların beyin taramaları ise bilateral hipokampal hacimleri hakkında bilgi verdi. Ortak yazarlar arasında San Diego’da California Üniversitesi'nde nöropsikolog Terry Jernigan; ve Vermont Üniversitesi'ndeki çocuk psikiyatrisi şefi Jim Hudziak de var. Diğer çalışmalar, egzersizin depresyon üzerindeki olumlu etkisini ve erişkinlerde hipokampal hacmiyle olan bağlantıyı göstermiş olsa da, bu çalışma takım sporlarına katılımın çocuklarda benzer anti-depresan etkilere sahip olabileceğini gösteren ilk çalışmalardan biri.
Lisa Gorham Kimdir?
St. Louis Cross-Country'de Washington Üniversitesi’nden Lisa Gorham, pist ve kapalı pist takımlarının kaptanı, bu araştırmanın kendisinin ilgisini çekecek kişisel deneyime sahipti. Sonuçlar, kızlarda spora katılım ile hipokampal hacim arasında bir ilişki olduğunu, ancak erkeklerin aksine depresyon ile ek bir ilişki olmadığını göstermiştir. Bu, farklı faktörlerin kızlarda depresyona katkıda bulunduğu veya spor katılımına daha güçlü bir ilişkinin kızlar için daha sonraki bir gelişim döneminde ortaya çıkabileceği anlamına geliyor. Barch ve Gorham şöyle yazdı "Bu sonuçların nedensel değil ilişkisel olduğunu not etmek önemlidir." Spora katılmak, hipokampal hacminin artmasına ve depresyonun azalmasına neden olabilir veya daha fazla depresyonda olan çocukların spora girme olasılıklarının daha düşük olması ve ayrıca hipokampal hacminin daha küçük olması olabilir. Her iki senaryoda da çocukluk depresyonunun anlaşılmasında önemli çıkarımlar olabilir. Gorham, "Bu ilişkilerin takım ya da yapısal spor için en güçlü olduğu gerçeği, gençlerde depresyonun önlenmesinde ya da tedavisinde yararlı olabilecek bir takımda olmanın egzersiz ve sosyal destek ya da yapının birleşimi hakkında bir şeyler olabileceğini öne sürüyor. Bulgular, çocuklarda depresyonun önlenmesi ve tedavisi konusunda yeni çalışmalar için ilgi çekici olanaklar yaratmaktadır." diyor. Takım sporlarının beyin gelişimi ve ruh hali üzerindeki etkisinin doğrulanması ve kabul edilmesi, çocukları hem egzersiz hem de sosyal etkileşim sağlayan yapısal sporlara katılmaya teşvik etmek için güçlü destek sağlayacaktır. Biyolojik Psikiyatri editörü Dr. Cameron Carter: "Bu ilginç sonuçlar, egzersizin çocuklarda ruh halini nasıl kullandığı ve cinsiyetin bu etkilerde oynadığı önemli rolü ortaya çıkardığına dair önemli ipuçları veriyor" dedi.  Kaynak(lar) https://www.sciencedaily.com/releases/2019/03/190321135154.htm Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Yapay Zeka Tehlikeli Olabilir
Tumblr media
Yapay zeka artık satranç oynayabiliyor, araç sürüyor, tıbbi tehşislerde bulunabiliyor. Google DeepMind’in AlphaGo'su, Tesla’nın şöförsüz araçları ve IBM’in Watson’u gibi pek çok örnek artık gündelik hayatımıza girmiş durumda. Bu tür yapay zeka, literatürde Yapay Dar Zeka yani sadece öğretilen işi yapabilen ve öğrenebilen sistemler olarak tanımlanmış durumda. Bu tür yapay zekayı gündelik hayatımızda pek çok yerde görüyoruz ve görmeye de devam edeceğiz. Pek çok faydasını gördüğümüz bu sistemlerin, hiç bir olumsuz yanının görülmemesi beklenemezdi elbet. Bu konuda yaşanan en kötü örnek ise, Amerika’nın Arizona eyaletinde test amaçlı trafiğe çıkmış olan şöförsüz bir aracın Mart ayında bir yayaya çarpması oldu. Yaya hayatını kaybetti ve konu hala soruşturuluyor.
Yeni Nesil Yapay Zeka
Yeni nesil yapay zekalar çok daha büyük işleri başarmak için yola çıktılar bile. Yapay Genel Zeka olarak adlandırılan bu yapay zeka tipi, gelişmiş bir işlem gücüne ve insan seviyesi bir zekaya sahip olacak. Bu sistemler öğrenebilecek, problem çözebilecek ve kendini değişen koşullara karşı adapte edebilecek. Hatta yapması için tasarlandığı işlerden çok daha fazlasını yapabilecek. Bu yapay zeka türünün kendi kendine gelişim hızı, sürekli artan bir hızda (eksponansiyel) gelişeceğinden dolayı, çok geçmeden kendisini yaratan insanların zekasından çok daha ileriye geçebilir ve hızla Yapay Süper Zeka haline dönüşebilir. Şu an herhangi bir Yapay Genel Zeka sistemi üretilememiş olsa da, hayatımıza 2029 yılından sonra girmesi bekleniyor.  Ne zaman geleceğine dair kesin bir bilgi veya takvim olmamakla birlikte, en nihayetinde hayatımıza girecekleri kesin. Bu sistemler geliştirildiğinde onları tam anlamıyla kontrol edemeyecek olmak ise önemli bir endişe.
Gelişmiş Yapay Zekanın Riskleri
Gelişmiş yapay zekanın çok büyük işlere imza atacağına şüphe yok. Bu büyük işler arasında hastalıkların tedavisi, küresel iklim değişikliği ve gıda güvenliği gibi Dünyamızı tehdit eden gelişmeler de var. Fakat bu denli büyük bir teknolojiyi, uygun control mekanizmaları olmaksızın kullanmaya başlamak, yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Hollywood filmlerinde görmüş olduğumuzun aksine, katile dönüşen robotlardan korkmamıza ise pek gerek yok. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) Prof. Max Tegmark, 2017 yılında yayımlanan kitabı Life 3.0: Being Human in the Age of Artifical Intelligence kitabında, "Bu sorun, kötü niyetli bir düşmana karşı verdiğimiz bir savaş değil, zekâ ile çözmemiz gereken bir sorun." ifadesini kullanıyor. Bu riskler, süper-zeki sistemlerin bir şeyleri yerine getirebilmek için daha etkili yöntemler geliştirecek olması, tasarlanan görevi yerine getirmek için kendi stratejilerini üretecek olması ve hatta kendi görevlerini kendi yaratacak olması gibi sebeplerden ortaya çıkıyor. Düşünün, AİDS hastalığını ortadan kaldırma görevi verilen bir yapay zeka sisteminin, hastalığı ortadan kaldırmanın en kolay yolunun bütün hastaları öldürmek olmasına karar verebilir veya kanseri ortadan kaldırması için görevlendirilen bir sistemin kansere genetik yatkınlığı olan herkesi ortadan kaldırmaya çalışabilir. Yapay zekaya sahip bir askeri drone, düşman hedefi ortadan kaldırmanın en etkili yolunun hedefin bulunduğu bütün yerleşimi ortadan kaldırmak olduğuna karar verebilir. Çevre sorunlarına karşı geliştirilen bir yapay zeka, iklim değişikliğini yavaşlatmanın veya durdurmanın yolunun bütün teknolojik gelişmeleri, ve bu gelişmeleri yaratan insanları ortadan kaldırmak olduğuna karar verebilir. Bu tür senaryolar, farklı yapay zeka sistemlerinin, insanları veya insanların endişelerini hiçe sayarak birbirleri ile karşı karşıya gelmesini de içerebilir. Pek çok distopya, insanların modasının geçtiği, kullanışsız hale geldiği ve yeryüzünden silindiği gelecekleri içeriyor. Bazıları ise yapay zeka sistemlerinin yanlış kullanımı ile yapay zeka sistemleri ile gerçekleştirilen terör ve siber saldırıları, insanlara olan gereksinimin ortadan kaldırılması veya güvenlik gerekçesi ile insanların özel hayatının ortadan kaldırılması gibi aşırı durumları ele alıyor. Bütün bu karamsar örnekler ise, yapay zeka sistemlerinden yüksek fayda sağlarken riski minimuma indirmek için, insan odaklı bir kontrol mekanizması olması gerektiğini ortaya koyuyor.
Yapay Zeka Nasıl Kontrol Edilebilir?
Gelişmiş yapay zekâ sistemlerini kontrol etmek, insanları veya insan topluluklarını kontrol etmek kadar basit bir işlem olmayacak. İnsanlar üzerindeki kontrol mekanizmalarının pek çoğu, bilincimize, duygularımıza ve değer yargılarımıza göre şekilleniyor. Yapay zekâ sistemleri ise bunlardan hiçbirine sahip değil. Bir gelişmiş yapay zeka sisteminin geliştirme ve test aşamalarında 3 tür kontrol uygulanması gerektiği tartışılıyor; Gelişmiş yapay zekâ sistemlerini tasarlayan ve geliştiren kişilerin güvenli yapay zekâ uygulamaları geliştirmesi Gelişmiş yapay zekâ sistemlerine, değer yargıları, sağduyu, karar alma kuralları gibi bazıları insana ait olan kavramların eklenmesi Bu sistemlerin kontrol ettiği sistemlerin düzenlemeleri, standart uygulama prosedürleri, izleme sistemleri gibi altyapılar. Çeşitli bilim dalları, bu önlemlerin gelişmiş yapay sistemleri ortaya çıkmadan önce tasarlanması ve kullanıma alınmadan önce testlerinin yapılması gerektiğini öne sürüyor. Bu kontrol mekanizmaları, ne zaman daha farklı kontrol mekanizmalarının gerekli olacağı, bunların tasarlanması ve tekrar test edilmesi, sonucunda risklerin ortadan kaldırılması için, bunun sonucunda ise bilinçli ve karar alma yetisine sahip gelişmiş yapay zekâ sistemlerinin uygun davranışlara ve insani değerlere sahip olması açısından fazlasıyla önemli.
Harekete Geç, Sonrası Çok Geç!
Bu tür araştırmalar sürüyor, fakat ne gelinen nokta yeterli, ne de bilimin yeterince dalı dahil olmuş değil. Tesla ve SpaceX gibi pek çok firmanın kurucusu olan teknoloji girişimcisi Elon Musk, gelişmiş yapay zekâ ile ortaya çıkan insanlığın "varoluşsal krizi" hakkında uyarılarda bulundu ve yapay zekânın denetimi konusunda geç kalınmaması gerektiğine değindi. Önümüzdeki on yıl, kritik bir periyot. Toplum ve insanlığa çok büyük faydaları olacak, güvenli ve efektif yapay zeka sistemlerini üretmek için önümüzde bir fırsat var. Bu zaman diliminde, işleri olağan akışına bırakmak, hızla gelişen teknolojiyi geriden takip etmemiz anlamına geliyor. Bu durumun insanlığa verebileceği potansiyel zararlar ise çok büyük. Şu an avantaj bizde, fakat bu durum çok uzun sürmeyecek. Kaynak(lar) https://www.sciencealert.com/the-risks-of-advanced-artificial-intelligence-are-real-we-need-to-act-now Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Başımızda taş değil iğne yağabilir
Tumblr media
Gelişen teknolojiyle hayal edebileceğimiz şeyler gökyüzü kadar sınırsız. Beyin fırtınası yaparken planımızın gerçeğe bağlı kalmasına gerek yok üstelik. Ama bazen, beyin fırtınası oturumundan çıkmaması gereken fikirler gerçek dünyaya kaçıyor. Ya da daha kötüsü alçak Dünya yörüngesine... İşte ABD'nin bir zamanlar milyonlarca bakır iğnesini bilerek uzaya gönderme hikayesi böyle başladı. Aslında bu bir savaş planıydı. West Ford projesi...
Gökyüzünde Bir Tel
1963'te birkaç aylığına Dünya'nın Satürn gezegeniyle ortak bir noktası vardı: Bir halka.  Bu çaba yeni bir iletişim stratejisi bulmak içindi. Uzun mesafeli iletişim ne kadar gelişmişse, karşılaşılan potansiyel problemler de o kadar fazlaydı. 1950'lerde, dev denizaltı kabloları ve iyonosferden sinyali alan ufuktaki telsiz sayesinde birkaç dakika içinde bir kıtanın diğer tarafına bir mesaj gönderilebilirdi. Ancak iyonosferin aslına uygunluğu, en uzun menzilli radyo yayınlarını mümkün kılan atmosferin tabakası, güneşin insafına kalıyor: Güneş fırtınası tarafından rutin olarak bozuluyordu.Su altı kabloları da düşman ajanlar tarafından bozulabilirdi (sonuçta Soğuk Savaş sırasındaydı) .Bu yüzden ABD yeni bir uzun menzilli iletişim yöntemini denemeye karar verdi: Hava koşullarından bağımsız olarak sinyalleri hızlı bir şekilde iletmek için Dünya çapındaki bir bakır halka... Bu halka şöyle çalışacaktı. Bir roket, yüz milyonlarca küçük bakır parçayı alçak Dünya yörüngesine atacak ve radyo sinyallerine iyonosfer dışında sıçrayacak başka bir şey verecekti. Ve işe yaradı! Görevin birkaç günü içinde, saniyede 20 kilobaytlık şaşırtıcı bir hızla Kaliforniya'dan Doğu Sahili'ne mesajlar gönderildi. Görev Yaklaşık dört ay boyunca şaşırtıcı bir şekilde başarılıydı. Ama belli bir zamandan sonra İğneler yörünge dışına, ya da daha kötüsü düşmek için bir araya gelmeye başladı. Asıl mesele burada başladı.
Tumblr media
Projede kullanılan dağıtım sisteminin çizimi
200 Milyon İğne Yığını
Gezegende saniyede 5 mil (saniyede 8 kilometre) dolaştığında, küçük bir enkaz parçası bile büyük bir etkiye sahip olabilir. Sadece bir santimetre ötede olsalar bile, uzay çöpleri uzay gemilerine zarar verebilir ve hatta tahrip edebilir. Elbette, bakır filamentler çok büyük değildi - sadece 0.7 inç (1.8 santimetre) uzunluğunda ve insan saçı genişliğinin dörtte biri kadardı. Bakır iğneler, boşlukları doldurduktan sonra hızla buharlaşmak üzere tasarlanmış, iğneleri ince bir bulut içinde dağıtan bir naftalen jel içine gömülmüştü. Ancak bu tasarım, boşlukta parçaları daha büyük kümelere kaynaklayabilen metal-metal temasına izin verdi. Bu, uzun zaman önce Kuzey ve Güney kutuplarında toprağa çarpmayan minik bakır tellerin hepsinin, bugün büyük engeller oluşturmak için birbirleriyle kaynaşma potansiyeline sahip olduğu anlamına geliyor.  Ayrıca Batı Ford Projesi ilerledikçe, radyo gökbilimciler bu metal bulutunun yıldızları inceleme üzerindeki olumsuz etkileri olduğunu söylediler.Uzay çöplüğü sorunu hakkında da endişeler ortaya çıkmaya başladı. Neyseki Aktif haberleşme uyduları Batı Ford gibi projeleri modası geçmiş hale getirdi ve 1963'ten sonra artık iğne fırlatılmadı. Ancak gönderilen iğnelerin sorunları hala sürüyor. 2001'de, bir araştırma hala yörüngede olan birkaç düzine kümenin on yıllar boyunca orada kalmasının muhtemel olduğunu öne sürdü. Bu yüzden bir dahaki sefere Elon Musk bir Roadster'ı yörüngeye gönderdiğinde, yoldaki herhangi bir hatalı bakır parçasına dikkat etmeli!  😊
Tumblr media
West Ford projesinde kullanılan iğneler (NASA) Kaynak(lar) https://curiosity.com/topics/the-us-once-launched-millions-of-copper-needles-into-space-curiosity/ Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Mars'ta okyanus var
Tumblr media
Mars Express adlı bir şirket, bir zamanlar Kızıl gezegenin yüzeyinin derinliklerinde yatan ve bunlardan beş tanesi yaşam için çok önemli mineraller içeren, birbirine bağlı antik bir göller sisteminin ilk jeolojik kanıtını ortaya koydu. Mars kurak bir dünya gibi görünüyor. Ancak yüzeyi, gezegende büyük miktarda suyun bir zamanlar var olduğuna dair çarpıcı işaretleri gözler önüne seriyor. Örneğin, akış kanallarını ve vadileri oluşturmak için suya ihtiyaç duyan bazı özellikleri görüyoruz. Geçen yıl Mars Express, gezegenin Güney kutbunun altında bir sıvı su havuzu tespit etti. Yeni bir çalışma, antik Mars'ta daha önce yalnızca modellerle öngörülen yeraltı suyunun boyutunu ortaya koyuyor. Utrecht Üniversitesi'nden Francesco Salese, "Antik Mars, sulu bir dünyaydı, ancak gezegenin iklimi değiştikçe bu sular, havuzları ve yer altı suyunu oluşturmak için yüzeyin altına çekildi." diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor; "Bu suyun ölçeği ve rolü tartışma meselesidir ve Mars'ta gezegen çapında bir yeraltı suyu sisteminin ilk jeolojik kanıtını araştırmamız sonucunda bulduk."
Tumblr media
Mars yüzeyinin uydu fotoğrafı (NASA)
24 Tane Krater Keşfedildi
Salese ve meslektaşları, Mars "deniz seviyesinin" altında yaklaşık 4000 m'de yatan zeminlerde, Mars'ın kuzey yarım küresinde 24 adet derin, kapalı krater keşfettiler. (Bu seviye; gezegenin deniz eksikliği göz önüne alındığında, Mars'ta yükseklik ve atmosfer basıncına dayalı olarak keyfi tanımlanan bir seviyedir.) Bu kraterlerin zeminlerinde ancak su varlığında oluşabilecek özellikler buldular. Birçok krater, 4000-4500 m arasındaki derinliklerde birden fazla özellik içerir. Bu, kraterlerin bir zamanlar havuzları ve zamanla değişen ve gerileyen su akışlarını içerdiğini gösterir. Özellikleri arasında krater duvarlarına oyulmuş kanallar, yeraltı suyunun dökülmesiyle oyulmuş vadiler, su seviyesi yükselmiş ve düştüğü düşünülen karaltı, kavisli deltalar, durgun suyun oluşturduğu krater duvarlarındaki çıkıntılı teraslar ve akan su ile ilişkili tortular bulunur. Su seviyesi, Mars'ta üç ila dört milyar yıl önce var olduğu düşünülen bir Mars okyanusunun önerilen kıyı şeridi ile aynı hizada.
Yeraltı Göl Sistemi Var
Università D'Annunzio’nun Uluslararası Gezegen Bilimleri Araştırma Okulu, İtalya’nın ortak yazarı Gian Gabriele Ori’ı da tüm bunlara ek olarak: "Bu okyanusun tüm gezegene yayılan bir yeraltı gölleri sistemine bağlı olabileceğini düşünüyoruz" şeklinde açıklama yapıyor. Bu göller yaklaşık 3.5 milyar yıl önce var olurdu, bu yüzden bir Mars Okyanusunun çağdaşları olabilir. Mars'taki su tarihi karmaşık bir şeydir ve hayatın orada ortaya çıkıp çıkmadığını ve eğer öyleyse, nerede, ne zaman ve nasıl yaptığını anlamak ile karmaşık bir şekilde bağlantılıdır. Ekip ayrıca, yeryüzündeki yaşamın ortaya çıkmasıyla bağlantılı olan kraterlerin beşinde mineral belirtileri gördü: çeşitli killer, karbonatlar ve silikatlar. Bu bulgu, Mars'taki bu havzaların bir zamanlar yaşamı barındırmak için malzemeler olabileceği fikrini oldukça destekliyor. Dahası, Mars'ın kabuğunun su ile doymuş kısmı ile uzun süre kesişecek kadar derin olan tek havzalardı, belki de bugün tortulara gömüldüğüne dair kanıtlar var.
Tumblr media
Mars'taki su havzalarının ve akış yönlerinin gösterimi (Turkuaz: Akış yönleri, Kırmızı: Havza lokasyonları)
Yaşam İçin Uygun Koşullar
Bu gibi bölgeleri keşfetmek, geçmişteki yaşam için uygun koşulları ortaya çıkarabilir ve bu nedenle ExoMars - ortak bir ESA ve Roscosmos çabası gibi astrobiyolojik misyonlar ile oldukça ilgilidir. ExoMars Trace Orbiter zaten yukarıdan Mars'ı inceliyor. Bir sonraki görev ise gelecek yıl başlayacak. Son zamanlarda (Rosalind Franklin diye adlandırılan bir gezici) bir yüzey bilimi platformu oluşturuyor ve Mars'taki yaşam belirtileri avında kilit rol oynadığı düşünülen Mars'taki alanlarını hedefleyerek araştırıyor. ESA'NIN Mars Express proje bilim adamı Dmitri Titov,” bunun gibi bulgular çok önemlidir; geçmiş yaşamın belirtilerini bulmak için en umut verici olan Mars bölgelerini tanımlamamıza yardımcı oluyorlar " diyor. ''Red Planet, Mars Express'te bu kadar verimli olan bir görevin, ExoMars gibi gelecekteki misyonların gezegeni farklı bir şekilde keşfetmesine yardımcı olması özellikle heyecan verici. Büyük bir başarı ile birlikte çalışan misyonların harika bir örneğidir.'' Kaynak(lar) https://www.universal-sci.com/headlines/2019/2/28/first-evidence-of-planet-wide-groundwater-system-on-mars Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
LSD ve halüsinasyon
Tumblr media
1938'deki keşfinden bu yana, LSD (lysergic acid diethylamide) ilacı bilim insanlarını şaşkına çevirmişti. Şimdiye kadar bu ilacın halüsinasyon gördürmek, bilinç durumunu değiştirmek gibi derin etkilerinin olduğunu biliyorlardı, fakat hala arkasında yatan mekanizmayı çözememişlerdi. Şimdi ise bu değişmiş olabilir. Zürih Psikiyatri Üniversite Hastanesi'nden bir grup araştırmacı, birileri bu ilacın kafasını yaşarken beyninin içinde neler olup bittiğini çözmüş gibi! Üstelik bu keşif gelecekteki psikiyatrik hastalıkların araştırılmasında büyük bir rol oynayabilir. Bu pazartesi PNAS dergisinde yayınlanan çalışmalarında, araştırmacılar 25 gönüllüye LSD vererek beyinlerini görüntüledi. Bilim insanları daha önce serotonin adlı bir nörotransmitterin LSD'nin etki mekanizmasında rol aldığını düşünmekteydi, bu yüzden bazı gönüllülere bir serotonin blokörü olan Ketanserin adlı ilaç da LSD ile birlikte verildi. Bu sayede LSD'nin serotoninle ilişkisi olup olmadığı daha iyi anlaşılacaktı.
Ketanserin LSD Etkilerini Engelliyor
Araştırmacılar gönüllülerin ilacın etkisinde olup olmadığını ayırt etmek için içeriği özel olarak hazırlanmış ankete cevap vermelerini istediler. Şaşırtıcı şekilde Ketanserin alan grubun LSD'nin hayali etkilerinin hiçbirini yaşamadıklarını gözlemlediler. Bir diğer ilgi çekici sonuç ise monitörde gözler önüne serildi. LSD beynin -bilgi süzgeci gibi çalışan talamus da dahil olmak üzere- 4 ana parçası arasındaki ana yolağa müdahale ediyordu. Aslında LSD, talamus aracılığıyla beynin diğer bölümlerine daha çok bilgi akışı olmasını sağlıyordu. Artık LSD'nin beynimizin işleyişini nasıl etkilediğini daha iyi anlıyoruz. Araştırmacılar edindikleri bu bilgileri, LSD ile aynı etkilere sahip olan şizofreni ve depresyon gibi hastalıkların araştırılmasında da kullanabileceklerine inanıyorlar. Bilim insanı Katrin Preller, LSD ile beyinde olanların karmaşık mekanizmasına bir adım daha yaklaştığımızı ve bunun özellikle yeni tıbbi ilaçların geliştirilmesi için önem arz ettiğini vurguladı. Kaynak(lar) https://www.sciencealert.com/scientists-think-they-ve-finally-figured-out-how-lsd-alters-our-consciousness Read the full article
0 notes
biliminucunda-blog · 5 years
Text
Siz düşünün yeter!
Tumblr media
Bilimsel bir ilk olarak, Columbia nöro mühendisleri düşünceyi anlaşılır ve tanınabilir bir konuşmaya çeviren bir sistem yarattılar. Birinin beyin aktivitesini izleyerek, teknoloji bir kişinin daha önce görülmemiş netlikle duyduğu kelimeleri yeniden oluşturabiliyor. Konuşma sentezleyicilerinin ve yapay zekanın gücünü kullanan bu buluş, bilgisayarların doğrudan beyinle iletişim kurmasının yeni yollar açabilir. Aynı zamanda, amyotrofik lateral skleroz (ALS) ile yaşayanlar veya inmeden sonra iyileşemeyenler gibi konuşamayan insanlara yardım etmek ve dış dünya ile iletişim kurma yeteneklerini yeniden kazananmaları için de temel hazırlayabilir. Bu bulgular Scientific Repors’ta  yayınlandı. Gazetenin yazarı ve baş araştırmacı Nima Mesgarani, "Seslerimiz bizi arkadaşlarımıza, ailemize ve çevremizdeki dünyaya bağlamaya yardımcı oluyor; bu nedenle birinin sesini yaralanmadan veya hastalıklardan dolayı kaybetmesi çok yıkıcı" şeklinde çalışmayı açıklıyor.. Columbia Üniversitesi'ndeki  Zihin Beyin Davranışı Enstitüsü'nde araştırmalarına devam eden Mortimer B. Zuckerman ise "Bugünün çalışmasında, bu gücü geri kazanmanın potansiyel bir yoluna sahibiz. Doğru teknolojiyle bu insanların düşüncelerinin herhangi bir dinleyici tarafından çözülebileceğini ve anlaşılabileceğini gösterdik." şeklinde düşüncelerini açıklıyor.
Tumblr media
Düşünmek Bile Yeterli
Onlarca yıl süren araştırmalar, insanlar konuşurken -hatta hayal ettikleri zaman bile- beyninde masalsı aktivitelerin ortaya çıktığını göstermiştir. Belirgin (ancak tanınabilir) bir sinyal modeli, birisinin konuşmasını dinlediğimizde veya dinlemeyi hayal ettiğimizde de ortaya çıkar. Bu kalıpları kaydetmeye ve deşifre etmeye çalışan uzmanlar, düşüncelerin beynin içinde saklı kalmaya ihtiyaç duymadıkları ancak bunun yerine sözlü konuşmaya çevrilebilecekleri bir gelecek görüyorlar. Ancak bu başarıya ulaşmak zor oldu. Mesgarani ve diğerleri tarafından beyin sinyallerini çözmek için yapılan çabalar, ses frekanslarının görsel temsilleri olan spektrogramları analiz eden basit bilgisayar modellerine odaklandı. Ancak bu yaklaşım anlaşılır konuşmaya benzeyen bir şey üretemediğinden, Dr. Mesgarani'nin takımı, konuşan kişilerin kayıtları üzerine eğitildikten sonra konuşmayı sentezleyebilen bir bilgisayar algoritması olan bir Vocoder'a döndü. Columbia Fu Vakfı Mühendislik ve Uygulamalı Bilimler Fakültesi'nde elektrik mühendisliği doçenti olan Dr. Mesgarani, "Bu, Amazon Echo ve Apple Siri tarafından sorularımıza sözel cevaplar vermek için kullanılan teknolojinin aynısıdır." diye belirtti.
Epilepsi Hastaları Yardımlarını Esirgemiyor
Vocoder'a beyin aktivitesini yorumlamayı öğretmek için Dr. Mesgarani, Northwell Health Physician Partners Neuroscience Enstitüsü'nde bir beyin cerrahı olan ve bugünkü makalenin yazarlarından biri olan Dr. Mehta, bazıları düzenli ameliyatlar geçirmesi gereken epilepsi hastalarını tedavi ediyor. Dr. Mestarani, "Dr. Mehta ile birlikte çalışarak, beyin ameliyatı geçiren epilepsi hastalarından, farklı insanlar tarafından konuşulan cümleleri dinlerken, beyin aktivitesi örneklerini ölçtük" dedi ve ekledi "Bu sinir kalıpları ses kodlayıcıyı eğitti." Daha sonra, araştırmacılar aynı hastalardan, 0'dan 9'a kadar olan basamakları okuyan konuşmacıları dinlerken, daha sonra ses kodlayıcıda işleebilecek beyin sinyallerini kaydetmelerini istediler. Vocoder tarafından bu sinyallere cevap olarak üretilen ses analiz edildi ve biyolojik beyindeki nöronların yapısını taklit eden bir tür yapay zeka türü olan sinir ağları tarafından temizlendi.
Gelişme Kaydediliyor
Sonuç, bir dizi numarayı okuyan robotik bir ses oldu. Kaydın doğruluğunu test etmek için, Dr. Mesgarani ve ekibi bireylere kaydı dinlemelerini ve duyduklarını rapor etmelerini görev olarak verdi. Mesgarani, "İnsanların, zamanın %75'indeki sesleri anlayabildiğini ve tekrarlayabildiğini gördük, ki bu, önceki girişimlerin çok ötesinde" dedi. Anlaşılabilirlikteki gelişme özellikle yeni kayıtları önceki, spektrogram tabanlı girişimlerle karşılaştırırken belirgindi. "Hassas ses kodlayıcı ve güçlü sinir ağları, hastaların ilk başta şaşırtıcı bir hassasiyetle dinledikleri sesleri temsil ediyordu." Mesgarani ve ekibi daha sonra daha karmaşık kelimeleri ve cümleleri test etmeyi planlıyor ve aynı konuşmayı bir kişi konuştuğunda ya da konuşmayı düşündüğünde yaydığı beyin sinyalleri üzerinde yapmak istiyorlar. Sonuçta, sistemlerinin, kullanıcının düşüncelerini doğrudan kelimelere çeviren bazı epilepsi hastaları tarafından giyilenlere benzer bir implantın parçası olabileceğini umuyorlar. Dr. Mesgarani, "Bu senaryoda, kullanıcı -Bir bardak su içmem lazım-  diye aklından geçiriyorsa, sistemimiz bu düşüncenin ürettiği beyin sinyallerini alabilir ve bunları sentezlenmiş, sözlü konuşmaya dönüştürebilir" dedi. "Bu bir oyun değiştirici olacak. Konuşma kabiliyetini kaybetmiş olan herkese, yaralanma veya hastalık yoluyla, etraflarındaki dünyayla bağlantı kurma şansını arttıracak." Kaynaklar https://www.sciencedaily.com/releases/2019/01/190129081919.htm Hassan Akbari, Bahar Khalighinejad, Jose L. Herrero, Ashesh D. Mehta, Nima Mesgarani. Towards reconstructing intelligible speech from the human auditory cortex. Scientific Reports, 2019; 9 (1) DOI: 10.1038/s41598-018-37359-z Read the full article
0 notes