Tumgik
claudekadin · 9 years
Video
youtube
0 notes
claudekadin · 10 years
Video
youtube
Emin İgus'tan Gam Elinden Benim Zülfü Siyahım
0 notes
claudekadin · 10 years
Video
youtube
Ne Güzel Uymuş. Pir Sultan'dan Levni'ye, 1986 Çiçeğe arı, arıya asel Abdala boru, boruya gazel Şaire türkü, türküye güzel Güzele gerdan, ne güzel uymuş Kediye sıçan, sıçana kovuk Meclise kelam, kelama doruk Hastaya çorba, çorbaya koruk Koruğa havan, ne güzel uymuş Kapıya kilit, kilide miftah Dervişe hırka, hırkaya külah Kahveye yaran, yarana meddah Meddaha yalan, ne güzel uymuş Yayana atlı, atlıya koşu, Dallıya kuşak, kuşağa poşu, Sohbete helva, helvaya turşu Turşuya soğan, ne güzel uymuş Yağlığa nakış, nakışa ipek Üstada hüner, hünere emek Levni'ye güzel, güzele döşek Döşeğe yorgan, ne güzel uymuş Levni
1 note · View note
claudekadin · 10 years
Video
youtube
0 notes
claudekadin · 10 years
Audio
Keşanlı klarnet virtiözü Selim Sesler Reyis çalıyor, Kanada dolaylarından billur sesli Brenna Mac Crimmon söylüyor: Penceresi Yola Karşı "Hiçbir zaman özünden kopmamış bir müzisyenim. Ben 9-10 yaşında tanıştım klarnetle. Babam kaba zurna çalardı ve babamın zurnadan klarnete geçişi askerdeyken oldu. Gözümü açtım ve evde klarnet gördüm. Askere kadar sürekli klarnet çalıştım. Keşan'da düğünler epey ağırdır. Çalmak için gittiğim düğünlerde sabahlara kadar durmaksızın çalmaktan dudağımın kanadığını bile bilirim. Baktım bu şekilde olmayacak İstanbul'a gittim ve musiki derneklerine girdim. Bundaki amaç notaları öğrenip, daha düzgün bir biçimde çalabilmekti. Sonrasında Beyoğlu'nda müzisyenler kahvesine gittim. Bir gün yine orada iken bir adam geldi ve yazlık bir yere gidebilecek klarnetçi aradığını söyledi. İçeridekiler beni işaret ettiler. Gelen adamda 'Çal bi taksim' deyince ben başladım çalmaya. O taksimi öyle bir çaldım ki adamı bırakın, kahve içerisindeki tüm müzisyenler alkışladı. 'Bravo köylü' dediler ve gerçekten de o taksim harika olmuştu. Solistlere eşlik etmek istemedim çünkü ben sürekli birileriyle beraber anılmak değil uluslararası bir müzisyen olmak istiyordum. 1998 yılı gibi Kanadalı Brenna Mac Crimmon bana albüm hazırladığını ve onunla beraber çalışıp çalışamayacağımı sordu. Buna gerçekten çok sevindim. 'Size eşlik etmeyeceğim de kime eşlik edeceğim' dedim ve teklifini kabul ettim. Bunun da ötesinde müzisyen adam teklifleri değerlendirmelidir. Ben aslen Balkan kökenliyim, Rumeliliyim. Büyüklerim zamanında oralardan geldiği için klarneti hep o tarafların duygusu ile çalıyorum. 50-60 sene evvel önümüzde davul zurna vardı. Bunlar uzun süren düğünlerin vazgeçilmezleriydi. Ancak insanlar bu iki enstrümandan çok ses çıktığı için rahatsız oluyorlardı. Zamanla daha kısık sesli cümbüş, bağlama, klarnet falan gelmeye başladı. Birçok enstrümanla uzun süreli çalınırdı düğünlerde ta ki orglar çıkana kadar. Çocukluğumda klarnetin diğer sazlara göre daha ön planda olduğunu görüp, bilerek ve isteyerek klarnete yöneldim. Klarnet sedalı bir sazdır, falso kabul etmez. Diğer sazlarda bocaladığın yeri es geçebilirsin ama klarnette hata yapamazsın. Ön planda olduğunuz için belli olur. Kulak da varmış ki duyduğumuzu çalabildik. Kendi kendimize söktük her şeyi. Klarnetçinin her zaman yeniliklere açık olması lazım. Ben hep bakarım neler değişiyor ve onları takip edip günceli yakalarım. Bizim kendi aramızda 'Jazzlama' diye adlandırdığımız doğaçlama olayı vardır. Tam anlamıyla gözlerinizi kapatırsınız ve anlık içinizden gelenleri yansıtırsınız. Yoksa bunun 'Jazz' ile bir alakası yok tabii ki. Uluslararası müzisyen olmamı sağlayan en önemli faktörlerden bir diğeri ise Beyoğlu'dur. Yurt dışına çıktığım zaman adeta kendime geliyorum. Orada ne çalarsanız çalın insanların sizi dinleme şekli çok farklı. Adeta kalp atışları duruyor izleyenlerin. Ses çıkarmadan dinleyip, parça bitiminde var güçleri ile alkışlıyorlar. İkinci parçaya girişte herkes yine bir anda sessizleşiyor. Bugün ben klarnetimi severek çalmasaydım belki bu kadar ilerleyemezdim. Enstrümanını sevmek daha iyi şeylerin çıkmasını da sağlıyor. Ben aynı eskisi gibi yaşıyorum. Değişen aslında sadece müzik oldu. Ben özümü halen korumaktayım." Selim Sesler Not: Parça, Selim Sesler'in 1998 çıkışlı 'Karşılama' albümünde ve Fatih Akın'ın yönettiği 2005 yapımı 'Crossing The Bridge' filminin soundtrack albümünde yer almaktadır.
6 notes · View notes
claudekadin · 10 years
Video
youtube
0 notes
claudekadin · 11 years
Video
Şimdi Ne Yapar (Fuat Saka) (muyap tarafından)
1 note · View note
claudekadin · 11 years
Video
youtube
gece sefası güzeldir tabii, gündüze değil sadece her şeye tutkundur, sevelim sevilelim azizim daha ehemmiyetli ne işimiz var? 6 dakikalık terapi, herkese nasip olmaz.
0 notes
claudekadin · 11 years
Video
youtube
7shakespeare müzikali Haluk Bilginer şarkısı (Umit Ozdemir tarafından)
2 notes · View notes
claudekadin · 11 years
Video
youtube
Hang Massive - Once Again - 2011 ( hang drum duo ) ( HD ) (HangMassive tarafından)
0 notes
claudekadin · 11 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
The Legend Of 1900, 1998
32 notes · View notes
claudekadin · 11 years
Link
'Ağlayacaksak Brother Wind March’la ağlayalım. böyle içten olalım dilimiz değil de içimiz bağırsın dışımızı.' dediydim günlerden birinde ama mevsim yaz değildi . 
0 notes
claudekadin · 11 years
Video
youtube
yolda 6 30 vapuru (grafikenan tarafından)
0 notes
claudekadin · 11 years
Video
youtube
0 notes
claudekadin · 11 years
Text
KARANFİL KIZ (ALPER KAMU CEHENNEM ÇİÇEĞİ'NDEN)
o zamanlar dünya gerçekten de bir öküzün boynuzlarında durmaktaymış ve karanfil kız'ın bu aşırı gelişmiş iribaşa söyleyecek bir çift sözü varmış. ama dur bak, en iyisi baştan başlayayım. şimdi bu karanfil kız babasını fazla görememekten şikayetçiymiş. çünkü adamcağız haftanın her günü, hatta bazen hafta sonları bile geç saatlere kadar çalışır, eve yorgun argın dönermiş. bir akşam adam gelip de kızına, " haydi seninle sinemaya gidelim. baba kız, sadece ikimiz," deyince sevinçten havalara uçmuş karanfil kız. ne ki, işte adam eve geç vakit gelebiliyor ya, ancak gece matinesine gidebilmişler. sinema salonu da pek karanlıkmış, daha film başlamadan bir uyku basmış karanfil kız'ı. usulca babasının kucağına tırmanmış, kafasını da boynuna gömmüş. oh pek sıcak, pek rahatmış babasının kucağı da, bu şekilde filmi nasıl seyredecek? "mesele değil" demiş babası. "arka tarafta yüksekte bir ışık var, görüyor musun? işte o ışık, makinistin odasındaki projeksiyon makinesinden geliyor. perdeye vuran görüntü ilk önce o odanın camına yansır. ha biraz küçüktür ama istersen, keyfini bozmadan filmi oradan da takip edebilirsin." karanfil kız gözlerini dikkatle o ışığa dikmiş, bir süre sonra bir bakmış, aa hakikaten de o küçücük camda rengarenk, sihirli görüntüler uçuşuyor. ancak hala küçük bir sorun varmış. film yabancı bir dildeymiş. karanfil kız bütün çocuklar gibi kedilerin, köpeklerin, aslanların, kaplanların, fillerin, öküzlerin ve hatta çiçek ve ağaçların dilini konuşabiliyor ancak filmde konuşulan bu dili bilmiyormuş. " o da mesele değil" demiş o gün her zamankinden pratik zekalı görünen babası. "sen filmi izle, konuşulanları ben sana çeviririm." sonra kızına iyice sarılmış ve başlamış anlatmaya: "bütün çocuklar büyür; biri hariç..." olmayan ülke'de yaşayan ve büyümeyi reddeden bir haytayı konu alıyormuş film. bu çocuk bir gün kaybettiği gölgesinin peşinde koşarken yaşıtı bir kızla tanışmış, sonrasında da birlikte maceradan maceraya koşmaya başlamışlar. korsanlar, denizkızları, kızılderililer, bir peri ve kocaman bir timsah... on numara bir hikayeymiş yani. ama işte neticede karanfil kız dediğin el kadar çocuk; vakit geçtikçe göz kapakları ağırlaşmaya başlamış. bir noktada artık dayanamamış ve kendini, dağılan görüntülerin arasında beliren ve giderek büyüyen sarı ışığın kollarına bırakmış. karanfil kız huzur dolu uykusundan uyandığında başucunda annesini, kardeşini, dayısını, teyzesini, amcasını, halasını, anneannesini, babaannesini, haminnesini, süt annesini ve sivri zekalı kuzenini görmüş. babası hariç herkesi... "babam nerede?" diye sorduğunda, ona adamın ortadan kaybolduğunu söylemişler. olacak iş mi, koskoca adam buharlaşıp uçmuş mu yani? ne ki hiç kimsenin adamın akıbetinden haberi yok gibiymiş. çok üzülmüş, ağlamış küçük kız. babasının niye öyle birdenbire ortadan kaybolup gittiğini anlayamıyormuş. ama ümidini de kaybetmemiş. her an, bir yerlerden çıkacak, kendisini kucaklayıverecek diye bekliyormuş. kendince küçük oyunlar bile geliştirmiş bu konuda. mesela istop mu oynanıyor, topu vargücüyle havaya fırlatırken, "baba" diye bağırıyor, yere indiğinde bir mucize eseri topu babasının ellerinde göreceğini kuruyormuş. ya da saklambaç oynarken, herkesi tek tek bulup sobeledikten sonra bıkıp usanmadan en olmadık kıyıları, köşeleri aramaya devam ediyor, arkadaşları bu durumdan sıkılıp eve dönünce de, "ortaya çık babaaa, kurtsun!" diye bağırıyormuş. ama babasından ne bir ses geliyormuş, ne bir nefes. söylemiş miydim, bu karanfil kız'ın sivri zekalı bir kuzeni varmış? bu oğlan kızın durumuna çok üzülmekteymiş çünkü içten içe ona aşıkmış. bir gün dayanamayıp karanfil kız'a, "ben" demiş, "babana ne olduğunu biliyorum." gözleri büyümüş karanfil kız'ın. yapışmış yakasına kuzeninin, "söyle," demiş, "nerede babam?" "babanı öküz yuttu." diye cevap vermiş oğlan. karanfil kız şüpheyle bakmış ona. "hangi öküz?" "hangisi olacak? tabii ki boynuzlarında dünyayı taşıyan," demiş sivri zekalı kuzen. "ayrıca onu nasıl bulabileceğini de biliyorum." diye eklemiş sonra da. böylece kızı elinden tutup bir ormana götürmüş. kocaman ağaçlar ve yabani otlarla çevrili patikalarda yürümüş yürümüşler ve nihayet küçük bir derenin başına varmışlar. "otur şuraya," demiş oğlan. "öküz burada mı?" diye sormuş karanfil kız çimenlerin üstüne çökerek. oğlan yerden bir şey kopartıp yanına gelmiş, elindekini kıza uzatmış. "burada." "bu bir mantar," demiş karanfil kız. "öküz değil." "öküz mantarın içinde," diye cevaplamış oğlan. "bu hayatımda duyduğum en saçma şey," demiş kız küçümseyici bir tavırla. "ne yani," diye çıkışmış kuzen, " öküzün dünyayı taşıdığına inanıyorsun da bir mantarın içinde olduğuna mı inanmıyorsun? amma da aptalmışsın!" oğlanlar sevdikleri kızlara böyle söylerler ki gerçek duyguları anlaşılmasın. her neyse, onun bu sözleri karanfil kız'ı ne kadar etkilemiş bilinmez ama başka çaresi olmadığından mantarı dişlemiş ve başlamış beklemeye. ağaç dallarının rüzgarda sağa sola sallanışına, kuşların uçuşuna, derenin akışına bakmış uzun uzun. derken ağaçlardan birinin haddinden fazla düz olduğunu, bir kuşun havada tuhaf bir kavis çizdiğini ve derenin az öncekinin tersi yönünde aktığını fark etmiş. ayağa kalkıp suyun akış yönünde, derenin kenarında ilerlemeye başlamış. bir ara arkasını dönünce, kuzeninin gülümseyerek kendine el salladığını görmüş, o da aynı şekilde karşılık verip yoluna devam etmiş. dere bir noktada, küçük bir şelaleye dönüşüp tepe aşağı dökülmekteymiş. karanfil kız büyük bir dikkatle suyun büküldüğü noktaya yaklaşmış ve derin bir nefes alıp kafasını aşağı uzatmış.  öküzü işte o anda görmüş. koca boynuzlarının üzerine yerleştirdiği yerküreyle arasında sadece birkaç metrelik mesafe varmış. dilini çıkartmış, güç bela boynuzlarından sızan şelale suyunu içmeye çalışmaktaymış. " hey sen, bana bak çabuk!" diye bağırmış karanfil kız. sevimsiz bir homurtuyla karşılık vermiş ona öküz. " sen de kimsin? bu ne yaygara!" "demek dünyayı tutan öküz sensin" demiş kız. " teknik olarak o da beni tutuyor tabii," diye cevaplamış öküz. "çok enteresan," demiş küçük kız. "ama niyetim felsefe tartışmak değil. buraya `babama ne olduğunu öğrenmeye geldim." öküz kıçına konan sinekleri kovmak için kuyruğunu sallamakla yetinmiş. "duydun mu beni sen!" diye çıkışmış kız. "duydum da, " demiş öküz. "şu dünyayı birkaç dakikalığına tutarsan ben de şu şelalenin suyundan kana kana içebilirim." "nasıl olacak o iş?" diye sormuş karanfil kız. "koca dünyayı ben nasıl taşıyacağım?" öküz bu soruyu bekliyor gibiymiş zaten. " amuda kalkmayı biliyorsun, değil mi?" "çocuk oyuncağı," diyerek ellerinin üstünde havaya dikilmiş karanfil kız. " ama akıllım, 'teknik olarak' ben dünyayı değil dünya beni taşıyor şu anda. çünkü yer çekimi kanunu diye bir şey var..." "sen orasını merak etme," demiş öküz saklayamadığı bir heyecanla. "sana biraz alışsın hele. şimdi anlat bakalım hikayeni." böylece karanfil kız amuda kalkmış bir halde, babasıyla sinemaya gittiği gece olanları anlatmış öküze. hikayesini bitirdikten sonra, "ee," demiş. "şimdi söyle bakalım, ne oldu babama?" derin bir soluk almış öküz. "şu kıçıma konan sinekleri görüyor musun?" " ne alakası var şimdi ya!" demiş sinirle karanfil kız. "o sinekler beni çok kaşındırır," diye devam etmiş öküz. "bazen kuyruğumu sallamak yetmez, ellerim de yok ki şöyle hatır hatır kaşınayım, ister istemez olduğum yerde kıpraşırım. böyle durumlarda dünyada sarsıntılar meydana gelir..." "lütfen bir an önce ne söyleyeceksen söyler misin?" diye araya girmiş karanfil kız. "böyle durmak giderek zorlaşıyor. hem sen su içmeyecek miydin?" "dünyayı hemen bırakmak istemiyorum," demiş öküz "sana biraz alışsın hele." karanfil kız kaşlarını çatmış." "aklından şüphem var öküz, ama bitir bakalım hikayeni." "evet," demiş öküz. "dediğim gibi ben kıpırdayınca yeryüzünde bazı değişiklikler olur. toprak çatlar, kayalar devrilir ve bazen de insanların yaptığı binalar çöker." "deprem dediğimiz olay; biliyorum," diye araya girmiş karanfil kız sabırsızca. başıyla onaylamış öküz. "bu çöken binaların altında kalanlar için durum hiç de iyi olmaz. ölenler ölür, yaralananlar bazen günlerce yardım gelmesini beklerler. böyle durumlarda büyükler, çocukları korkudan dehşete düşmesin diye ellerinden gelen her şeyi yaparlar. göçük altında kalmış bir baba örneğin, kızından bulundukları karanlık salonun bir sinema olduğunu hayal etmesini ister. onlarca metre uzaklıktaki ufacık bir çatlaktan sızan ışığın aslında bir projeksiyon makinesinden geldiğini, şimdi dikkatle o ışığa bakıp, anlatacağı hikayeyi bir film gibi gözünün önünde canlandırmasını söyler. küçük kız arada düşleriyle karışan bu filmi izlerken dışarıdakiler yavaş yavaş da olsa onlara yaklaşmaktadır; böylece çatlaktan sızan o ışık giderek genişler ve parlaklaşır. nihayet biri uzanıp kızı, babasının kaskatı kollarından çekip alır. hafıza acı anıları siler, geriye hiç büyümeyen bir çocuğun hikayesi kalır."  karanfil kız ve öküz bir süre hiç konuşmadan durmuşlar. nihayet öküz, "hazır mısın?" diye sormuş. kız evet anlamında başını sallayınca çevik bir hareketle kendini şelalenin buz gibi sularının altına atmış. susuzluğunu giderdikten sonra yeniden kıza dönmüş. "pekala," demiş. "sanırım ikimiz de istediğimizi aldık. dilersen dünyayı tekrar boynuzlarımın üstüne bırakabilirsin." karanfil kız yanaklarından yaşlar süzülürken gülümsemiş. "sen gerçekten çok kurnaz bir hayvansın," demiş. "biliyorsun ki, artık bunu yapamam."  işte o günden beri öküz çayırlarda hoplar zıplar ve inekleri kovalarken dünya da küçük bir kızın omuzları üzerinde dönermiş.
18 notes · View notes
claudekadin · 11 years
Video
youtube
LIGHT IN BABYLON - Hinech Yafa - Istanbul (vocalworld tarafından)
0 notes
claudekadin · 11 years
Video
youtube
Paul McCartney's 'My Valentine' Featuring Natalie Portman and Johnny Depp (PAULMCCARTNEY tarafından)
0 notes