Tumgik
gazetefisilti · 2 years
Text
Florya Ata Plajı İstanbullulara VİP hizmet veriyor
Tumblr media
Yaz sıcaklarının kendini hissettirmeye başladığı bugünlerde İstanbul halkının güvenle deniz, kum ve güneş’in keyfini çıkaracağı Florya Ata Plajı açıldı. Atatürk Köşkünün hemen yanı başında bulunan plajı ziyaret edenler Atatürk posterleri ile zamanda yolculuk yapma imkanı da buluyorlar. Ata Plajı, Florya sahilinde güvenli, huzurlu ve keyifli konsepti ile İstanbulluları deniz, kum ve güneşle buluşturuyor. Ata Plajı misafirleri yemek ve kahvaltı hizmetlerini ise plajda kurulu restoran bölümünde ünlü Uludağ Et Lokantasından alabiliyorlar. Yapılan tadilatlar ve hazırlıkların ardından tamamlanarak kullanıma hazır hale getirilen Ata plajında vatandaşların rahat etmesi için gerekli tüm tedbirler alındı. Sağlık kabini, İlk yardım desteği, şemsiye, duş, tuvalet, giyinme kabinleri, VİP soyunma odaları, otopark, cafe ve restoran hizmetleri veriliyor. Muhabirlerimize açıklamalarda bulunan Ata Plajı müşterilerinden Gazeteci-Yazar Kamil Şengül, “Ata Plajı bizlere sanki zamanda yolculuk yaptırdı. Atatürk deniz köşkünün yanında bizim plajımız vardı. Basınköy gazeteciler ve havacılar plajı olarak bilinen yerde çocukluğumuz geçti. Evimizden çıkar bu alanlara gelirdik. Bir çoğumuz yüzmeyi bu sahilde öğrendik. Buralarda büyüklerimizden Atatürk’ü sohbetlerde dinlerdik. Türkiye’nin saygın gazetecileri, yazarları, ressamları, karikatüristleri, askerleri hep beraberdik bu sahillerde… Bizleri gerçekten Ata Plajı geçmişe götürdü. Şimdi İstanbul’da Atatürk köşkünün hemen yanında atamızın denize girdiği sahilde aynı keyifleri yaşıyoruz. Siz değerli basın mensupları aracılığıyla herkesi davet ediyorum. Çıkın ailenizle, eşinizle, dostunuzla ve çocuklarınızla Ata Plajına geliniz” diyerek plajın İstanbul’a hayırlı olmasını diledi. Aileleri rahatsız edecek, huzursuzluk çıkarabilecek kişiler ve grupların içeri girmesine izin verilmeyen Ata Plajı, Florya Atatürk Caddesi no:2 Atatürk Köşkü yanında bulunuyor. Giriş ücreti şezlong ve şemsiye dahil 100 TL olarak belirlenirken, öğrencilere ve gruplara özel indirim seçenekleri de bulunuyor. Ayrıca 10 yaş altı çocuklardan ücret alınmıyor. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 2 years
Text
Azerbaycan devlet üniversiteleri İstanbul’da öğrencilerle buluştu
İstanbul'da Azerbaycan üniversitelerinin tanıtıldığı eğitim fuarı düzenlendi. Azerbaycan devlet üniversiteleri, Kent Üniversitesi’nin Beyoğlu yerleşkesinde düzenlenen eğitim fuarına katıldılar. Eğitim fuarına akademisyenler ve öğrenciler yoğun ilgi gösterdi. Eğitim fuarını gezen öğrenciler, Bakü Devlet Üniversitesi, Azerbaycan Devlet Ekonomi Üniversitesi, Azerbaycan Devlet Petrol ve Sanayi Üniversitesi, Azerbaycan Teknik Üniversitesi ve Bakü Slavyan Üniversitesi hakkında bilgiler alırken, Azerbaycan’da lisans, yüksek lisans, doktora eğitimleri almak için gerekli şartlar hakkında üniversitelerin eğitim danışmanlarından bilgiler aldılar. Eğitim fuarının organizatörlerinden Nurlan Gurbanov, amaçlarının Azerbaycan Üniversitelerinin Türkiye’de etkin bir şekilde daha fazla tanıtılmasını sağlamak olduğunun altını çizerek, “Öğrencilerden ve akademik camiadan gösterilen ilgiden oldukça memnun olduk. Heyecanlı soruları ve merak edilenleri cevapladık. Özellikle petrol ve mühendislik bölümlerimiz hakkında ilgi oldukça yüksek oldu. Yüksek lisans ve doktora eğitimi almak isteyen öğrencilerin sayısı da beklentilerimizin üzerinde oldu” diyerek konuştu. Azerbaycan'ın köklü eğitim kurumlarından Bakü Devlet Üniversitesi’nin Temsilcisi Ramin Samadov ise İstanbul’da düzenlenen eğitim fuarına katılan öğrencilerin ilgisinden çok mutlu olduklarını söyledi. Samadov, “Türkiye’den Bakü Devlet Üniversitesine ilgi geçmiş zamanda olduğu gibi bugün de yüksek seviyededir. Öğrencilerimizi Azerbaycan’a davet ediyoruz” dedi. BAKÜ DEVLET ÜNİVERSİTESİ Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de bulunan bir devlet üniversitesidir. 1919'da kurulan üniversitenin, en ünlü mezunları Azerbaycan'ın eski cumhurbaşkanları Ebulfez Elçibey ve Ümumilli Lider Haydar Aliyev'dir. Nobel Fizik ödülü sahibi Lev Landau da bu üniversitenin mezunudur. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Parlamentosu 1 Ekim 1919 tarihinde Bakü Devlet Üniversitesi'nin kurulması kararını almıştır. Üniversite ilk yılında 2 fakülte ve -tarih-filoloji, tıp fakültesi- 1094 öğrenci ile eğitim-öğretime başlamıştır. Üniversite'nin ilk rektörü dönemin Kazan Üniversitesi profesörü, ünlü cerrah V.İ.Razumovski'dir. AZERBAYCAN DEVLET EKONOMİ ÜNİVERSİTESİ (ASUE) Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de konumlanmış bir devlet üniversitedir. Güney Kafkasya'daki en büyük eğitim kurumlarından biri olan ASUE, 1930 yılında kurulmuştur. ASUE, 16.000 öğrencinin eğitim gördüğü 14 fakülteye sahiptir. 57 farklı master bulunan üniversitede, 62 profesör ve 344 doçent dahil olmak üzere 1000'den fazla öğretim görevlisi çalışmaktadır. Öğretim görevlilerinin arasında, Azerbaycan Millî İlimler Akademisi ve New York İlimler Akademisi'nde aktif üye olanlar, devlet ödülü kazananlar ve bilim insanları bulunmaktadır. ASUE, Avrupa Üniversiteler Birliği, İslami Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonu, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Üniversite Kurulu ve Avrasya Üniversiteler Birliği'nin asil üyesidir. ASUE'de dünyanın 10 ülkesinden 650 lisans ve lisansüstü öğrencisi öğrenim görmektedir. 2007'de, ASUE'ye bağlı Kütüphane ve Bilgi Merkezi ile Öğrenci Kariyer Merkezi açılmıştır. Ayrıca en yüksek uluslararası standartları karşılayan 7 katlı bir eğitim binası a��ılmıştır. Aynı yıl, Avrupa Üniversiteler Birliği tarafından verilen “Avrupa standartlarında kalite ödülü”nü almıştır. AZERBAYCAN DEVLET PETROL VE SANAYİ ÜNİVERSİTESİ Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de bulunan teknik bilimler ve petrol sanayisi yönlü devlet üniversitesi. Bundan önceki ismi Azerbaycan Devlet Petrol Akademisi idi.14 Kasım 1920 tarihinde Azerbaycan SSC hükûmetinin kararı ile Bakü Politeknik Estitüsü ismi alında kurulmuştur. AZERBAYCAN TEKNİK ÜNİVERSİTESİ VE BAKÜ SLAVYAN ÜNİVERSİTESİ Azerbaycan'ın Bakü şehrinde kurulmuş olan devlet üniversitesidir. Bakü Slavyan Üniversitesinde eğitim Rusça ve Azerbaycan Türkçesi dili ile yapılmaktadır. 1946 yılında SSCB Halk Komiserleri Sovyeti'nin 2 Şubat tarihli 1313 sayılı kararnameyi ve Azerbaycan SSC Bakanlar Sovyeti'nin 15 Mayıs tarihli kararı doğrultusunda M.F.Ahundov adına Azerbaycan Devlet iki yıllık Öğretmenler Enstitüsü kurulmuştur. Enstitünün Başkanı doçent A.S.Loginov atanmıştır. 30 Temmuz 1948 yılında Azerbaycan orta okullarında Rus Dili ve Edebiyatı öğretmeni ixtisasına edinmişti uzmanların ilk kaynağı yapıldı. 1972 yılında Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri Haydar Aliyev in girişimi ve cumhuriyet hükümetinin 2 Kasım 1972 tarihli 362 sayılı kararı uyarınca M.F.Axundov adına Azerbaycan Eğitim Diller Enstitüsü'nün bazında aynı adlı Azerbaycan Eğitim Rus Dili ve Edebiyatı Enstitüsü restore edildi. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 2 years
Text
Yeni sınav sisteminin etkileri nasıl olacak
Tumblr media
Yeni Sınav Sisteminin Öğrenci Başarısı ve Eğitime Etkisi Nasıl Olacak? ÖSYM, 2022-YKS başvuru kılavuzu geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Adayların başvuruları, ÖSYM'nin internet adresinden 7 Mart'a kadar devam edecek. Yükseköğretim Kurulu tarafından yapılan açıklamada TYT sınav süresinin uzatıldığı belirtildi. Yeni kimlik kartı olan adaylar, ÖSYM aday işlemleri sistemine internet üzerinden kaydolabilecek. YKS başvuruları, ÖSYM mobil uygulamasından veya ÖSYM'nin internet adresinden 11 Şubat- 7 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Temel Yeterlilik Testinin 135 dakika olan sınav süresi, 30 dakika artırılarak 165 dakika olarak uygulanacak. Alan Yeterlilik Testi (AYT) süresi 180 dakika olacak. Yabancı Dil Testi (YDT) 120 dakika olacak. Yükseköğretim Kurulu'ndan yapılan açıklamaya göre SAY, SÖZ, EA ve DİL puan türlerinde sınav puanı hesaplanması için uygulanmakta olan TYT puan türünde 150 puan almış olma şartı ile yerleştirme puanlarının hesaplanmasında; TYT puan türü için 150, SAY, SÖZ, EA ve DİL puan türleri için 180 olan sınav puanı barajı uygulaması kaldırıldı. Yeni sınav sisteminin etkilerinin nasıl olacağı tartışılırken Eğitim Sosyoloğu SODİMER Başkanı Prof. Dr. Levent ERASLAN açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “TYT sınavında öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun sınav sorularını verilen süre içerisinde yetiştirmekte zorlandığı bilinmektedir. Yeni kılavuzda öğrencilere verilen 30 dakika ek süre öğrencilerin moral ve motivasyonlarını olumlu yönde etkilemiştir. Öğrencilerin daha çok sayıda soruya yanıt verebilmelerine olanak sağlayabilecek bu uygulamanın verimliliğinin artması ve öğrenci başarısında etkili olabilmesi için öğrencilerin yeni sınav süresine dönük olarak çalışması gerekmektedir. Sınav süreci için yeni bir zaman yönetimi planlaması yapmaları gerekmektedir. Bu doğrultuda öğrencilerin çok sayıda deneme yapmaları ve yeni sınav süresine göre sınavda zaman yönetimi planlaması yapmaları gerekmektedir. Bu noktada öğretmenlerin öğrencilere destek olması oldukça önemlidir.” “Yükseköğretim kurumlarına yerleştirme sınav puanlarında baraj puanı uygulamasının kaldırılmasındaki asıl düzenleme eleme modeli yerine kontenjan dahilinde sıralama modeline geçilmesidir. Puanı yüksek olan kişiler programın kontenjanı dahilinde sıralanacak en düşük puandan en yüksek puana, barajın bittiği noktadan itibaren programa kaydolabileceklerdir. Bu sayede ülkemizde çok sayıda öğrencinin üniversiteye erişimi sağlanmış olacaktır. Üniversite eğitimi almış öğrenci sayısında artış olması ülkenin gelişimi için oldukça önemlidir. Ancak bu noktada üniversitelerin sorumlulukları önemli derece artmıştır diyebiliriz. Bu uygulama yükseköğretim kalitesinin önemine vurgu yapılmasına ve burada verilen eğitimlerin kalitesinin mutlaka arttırılması gerekliliğini ortaya koymuştur. Başarısı yüksek olmayan öğrencilerin de yükseköğretime daha kolay bir geçiş yapabileceği düşünüldüğünde bu öğrencilerin gelecekte iş hayatına katılımı ve ülke kalkınmasına katkı sunabilmeleri için çok kaliteli bir üniversite eğitimi almaları gerekmektedir. Bununla beraber daha çok sayıda öğrencinin tercih yapabilecek olması da elbette rekabeti arttıracaktır, dolayısıyla öğrencilerin puanlarının ve yükseköğretimdeki kalitenin artacağı da öngörülebilir. Öğrencilerin baraj geçme kaygısının yerini daha yüksek başarı için çalışma azmi alması bu değişiklikten beklenen en olumlu sonuçtur. Son olarak bu uygulamanın ardından bir yeterlilik ifadesi olarak lise bitirme sınavı ya da üniversite programlarını tamamladıktan sonra da bir yeterlilik sınavı da mutlaka tartışılmalıdır. Bu sınavlar, yeni düzenleme üzerine getirilen eleştirileri bir nebze azaltabilir.” Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 2 years
Text
Yeni sınav sisteminin etkileri nasıl olacak
Tumblr media
Yeni Sınav Sisteminin Öğrenci Başarısı ve Eğitime Etkisi Nasıl Olacak? ÖSYM, 2022-YKS başvuru kılavuzu geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Adayların başvuruları, ÖSYM'nin internet adresinden 7 Mart'a kadar devam edecek. Yükseköğretim Kurulu tarafından yapılan açıklamada TYT sınav süresinin uzatıldığı belirtildi. Yeni kimlik kartı olan adaylar, ÖSYM aday işlemleri sistemine internet üzerinden kaydolabilecek. YKS başvuruları, ÖSYM mobil uygulamasından veya ÖSYM'nin internet adresinden 11 Şubat- 7 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Temel Yeterlilik Testinin 135 dakika olan sınav süresi, 30 dakika artırılarak 165 dakika olarak uygulanacak. Alan Yeterlilik Testi (AYT) süresi 180 dakika olacak. Yabancı Dil Testi (YDT) 120 dakika olacak. Yükseköğretim Kurulu'ndan yapılan açıklamaya göre SAY, SÖZ, EA ve DİL puan türlerinde sınav puanı hesaplanması için uygulanmakta olan TYT puan türünde 150 puan almış olma şartı ile yerleştirme puanlarının hesaplanmasında; TYT puan türü için 150, SAY, SÖZ, EA ve DİL puan türleri için 180 olan sınav puanı barajı uygulaması kaldırıldı. Yeni sınav sisteminin etkilerinin nasıl olacağı tartışılırken Eğitim Sosyoloğu SODİMER Başkanı Prof. Dr. Levent ERASLAN açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “TYT sınavında öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun sınav sorularını verilen süre içerisinde yetiştirmekte zorlandığı bilinmektedir. Yeni kılavuzda öğrencilere verilen 30 dakika ek süre öğrencilerin moral ve motivasyonlarını olumlu yönde etkilemiştir. Öğrencilerin daha çok sayıda soruya yanıt verebilmelerine olanak sağlayabilecek bu uygulamanın verimliliğinin artması ve öğrenci başarısında etkili olabilmesi için öğrencilerin yeni sınav süresine dönük olarak çalışması gerekmektedir. Sınav süreci için yeni bir zaman yönetimi planlaması yapmaları gerekmektedir. Bu doğrultuda öğrencilerin çok sayıda deneme yapmaları ve yeni sınav süresine göre sınavda zaman yönetimi planlaması yapmaları gerekmektedir. Bu noktada öğretmenlerin öğrencilere destek olması oldukça önemlidir.” “Yükseköğretim kurumlarına yerleştirme sınav puanlarında baraj puanı uygulamasının kaldırılmasındaki asıl düzenleme eleme modeli yerine kontenjan dahilinde sıralama modeline geçilmesidir. Puanı yüksek olan kişiler programın kontenjanı dahilinde sıralanacak en düşük puandan en yüksek puana, barajın bittiği noktadan itibaren programa kaydolabileceklerdir. Bu sayede ülkemizde çok sayıda öğrencinin üniversiteye erişimi sağlanmış olacaktır. Üniversite eğitimi almış öğrenci sayısında artış olması ülkenin gelişimi için oldukça önemlidir. Ancak bu noktada üniversitelerin sorumlulukları önemli derece artmıştır diyebiliriz. Bu uygulama yükseköğretim kalitesinin önemine vurgu yapılmasına ve burada verilen eğitimlerin kalitesinin mutlaka arttırılması gerekliliğini ortaya koymuştur. Başarısı yüksek olmayan öğrencilerin de yükseköğretime daha kolay bir geçiş yapabileceği düşünüldüğünde bu öğrencilerin gelecekte iş hayatına katılımı ve ülke kalkınmasına katkı sunabilmeleri için çok kaliteli bir üniversite eğitimi almaları gerekmektedir. Bununla beraber daha çok sayıda öğrencinin tercih yapabilecek olması da elbette rekabeti arttıracaktır, dolayısıyla öğrencilerin puanlarının ve yükseköğretimdeki kalitenin artacağı da öngörülebilir. Öğrencilerin baraj geçme kaygısının yerini daha yüksek başarı için çalışma azmi alması bu değişiklikten beklenen en olumlu sonuçtur. Son olarak bu uygulamanın ardından bir yeterlilik ifadesi olarak lise bitirme sınavı ya da üniversite programlarını tamamladıktan sonra da bir yeterlilik sınavı da mutlaka tartışılmalıdır. Bu sınavlar, yeni düzenleme üzerine getirilen eleştirileri bir nebze azaltabilir.” Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 2 years
Text
jeotermal en güvenilir kaynağımızdır
Tumblr media
Jeotermal Enerji Derneği (JED) Başkanı Ali Kındap, düzenlenen basın toplantısında enerji sektörünün geleceği ve jeotermal enerjinin rolüyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Enerjide güvenli bir gelecek ve Türkiye’nin de taraf olduğu Paris Anlaşması sonrasında iklim değişikliğiyle mücadele için jeotermalin önemini vurgulayan Ali Kındap, “Karbon nötr hedefine ulaşmak ve enerji arzında dışa bağımlılığı sonlandırmak için yenilenebilir enerji artık çok önemli. Yerli, milli ve yenilenebilir bir kaynağımız olan jeotermal enerjide kendine yeterli hatta ihracatçı bir ülke konumuna ulaşabiliriz” dedi. İSTANBUL – Yenilenebilir ve jeotermal enerji sektöründeki gelişmeleri aktarmak ve hedefleri paylaşmak üzere Jeotermal Enerji Derneği (JED) tarafından bir basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısının ev sahipliğini yapan JED Başkanı Ali Kındap, iklim değişikliği ve Paris Anlaşması’nın dünyada enerji dönüşümünü hızlandırdığını ifade etti. Yenilenebilir enerjiye duyulan ihtiyacın giderek arttığını ve bu ivmenin devam edeceğini söyleyen Ali Kındap, “Global arenadaki enerji arzı sorununu hepimiz görüyoruz. Petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki artış devam ediyor. Bununla birlikte iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında bütün ülkeler yenilenebilir enerjiye yatırımlarını artırarak sürdürüyorlar. Küresel ölçekte gelecek beş yıldaki yatırımların yüzde 95’inin yenilenebilir kaynaklar olması bekleniyor. Finans kuruluşlarının da neredeyse tamamı artık sadece yenilenebilir enerji projelerini destekliyor. İklim değişikliğine karşı Paris Anlaşması kapsamında beklenen ‘sıfır emisyon’ hedefine ulaşmak için enerjimizi yenilenebilir kaynaklardan sağlamamız şart. Özetle enerjide bağımsız bir ülke konumuna gelebilmek, enerji arz ve güvenliğinin sağlanması ve ülkemizin de taraf olduğu Paris Anlaşması hedeflerine ulaşabilmek için en büyük kozumuz yerli, milli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olan jeotermal” dedi. Kındap: “Jeotermal en verimli yenilenebilir enerji kaynağı” Türkiye’nin jeotermal enerjideki potansiyeline dikkat çeken Kındap, “15 MWe’lık kurulu güçten 1.676 MWe kurulu güce ulaştık. Kaynak keşfinden kurulu güce kadar önemli bir deneyim kazandık. Bununla birlikte, kullanıma hazır 2.000 MWe potansiyelin keşfini yaptık. Bu potansiyeli hayata geçirerek jeotermal enerji kurulu gücümüzü 5.000 Mwe’ye çok hızlı bir şekilde çıkartabiliriz. Bugüne kadar Maden Tetkik Arama (MTA) ve özel sektörün katkısıyla jeotermal enerji potansiyelimizi 60.000 MWt’e ye çıktı. Ülke olarak yatırımlarımızın devam etmesi halinde bunu daha yukarılara çıkarmak ve gerçek potansiyelimize ulaşmak işten bile değil” dedi. Jeotermal enerjinin bilinirliğini arttırmak ve kullanım alanlarını genişletmek için dernek olarak çalışmalarına devam ettiklerini söyleyen Kındap, “Jeotermal enerjide kendimizi kanıtladık. Hem kurulu güç hem de entegre kullanım anlamında kısa sürede önemli başarılara imza attık. Jeotermal enerji santralleri baz yük yani kesintisiz üretim santrali olarak çalıştıkları için mevsim şartlarından bağımsız, 7 gün 24 saat aynı verimlilikle çalışarak en verimli yenilenebilir enerji kaynağı konumunda bulunuyor. Bu nedenle keşfi yapılmış jeotermal kaynakların hayata geçirilmesi son derece kritik bir öneme sahip” şeklinde konuştu. Kındap: “Yatırım için eski YEKDEM’deki desteklere ihtiyacımız var” Jeotermal enerji yatırımlarında özel sektörün desteğiyle önemli başarılara imza attıklarını söyleyen Kındap, “Mevcut jeotermal enerji kurulu gücümüzle 10 milyar kilovatsaatin üzerinde baz yük katkısı sağlıyoruz. Keşfedilen ve hali hazırda çıkartılmayı bekleyen 2 bin MWe’lık potansiyelin hayata geçirilmesiyle yıllık 25 milyar kilovatsaat katkı sağlayabiliriz. Bu katkıyı sağlamak için bir önceki YEKDEM’deki gibi başarısı kanıtlanmış teşvik mekanizmalarına ihtiyacımız var. Bir yandan ülkemiz büyümeye devam ediyor diğer yandan komşumuz Avrupa sıfır karbon emisyon vergisini hayata geçirmeye hazırlanıyor. Bu nedenle ülke büyümesini destekleyen enerji sektörünün önünü açacak uygulamalara ihtiyacımız var. Yeni YEKDEM modeli ile maalesef   faaliyete geçecek yeni bir jeotermal enerji santrali bulunmuyor. Jeotermal enerjide yatırım iştahının yeniden oluşması için hem YEKDEM’in süresi beş yıldan 10 yılın üzerine çıkmalı hem de yeni teşvikler oluşturulmalı” ifadelerini kullandı. Kındap: “İleri teknoloji jeotermal uygulamalarıyla jeotermalde dünya lideri olabiliriz” Türkiye’de jeotermal enerji potansiyelinin oldukça yüksek olduğunu söyleyen Ali Kındap, “Şu anda jeotermal enerji kurulu gücünde dünyada dördüncü, Avrupa’da ise birinci sıradayız. Jeotermal seracılıkta dünyada ikinci sıradayız. Yerli yatırımcılarımızın jeotermal enerji ve entegre kullanımlarda edindiği deneyimle dünyada önemli bir konuma ulaştık. Endonezya, Kenya, Hırvatistan gibi ülkelerde saha kuran ve işleten, arama ve sondaj çalışmaları veya keşif çalışmaları yapan firmalarımız var. Biz biliyoruz ki jeotermal enerjide ileri teknoloji uygulamalarla potansiyelimizi çok daha ileriye taşıyabiliriz.” şeklinde konuştu. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
Delik
Tumblr media
Günümüzün en büyük konusu delik bence. Şimdi diyeceksiniz ne alaka? Bir şey delinirse orada ne olur: Sızar, akar ve boşalır. Biz de aynısını yaşıyoruz. Ülkenin ciğerleri delindi. Ormanlar yandı, onlarca yıl düzelmeyecek yaralar açıldı. İçinde hayvanlar, arılar, yılanlar, kaplumbağalar, kuşlar, böcekler öldü. Evler yandı, köyler yok oldu. Yaşanmışlıklar geleceğe umutlar kayboldu. Göz göre göre geldi bu yangınlar. Tedbir alınmalıydı, alınmadı. Dünyaya yardım ederken kendi ciğerlerimizi yaktık. Neden mi? “Yangın uçaklarımız, helikopterleriniz yok” diye. Aslında vardı ama bürokraside delinmişti. Sonuç o deliğe yanan ormanlarımız, kül olan canlar, köyler kurban oldu. Delik büyüktü. Sınırlarımız delindi. “Sınır namustur” yazar uç karakollarında. Ama her gün binlerce Suriyeli girdi ülkemize. Yıllardır buradalar. Her yere yayıldılar, baktık, besledik, okuttuk, çocuk doğurdular, vatandaş oldular, kamuya atandılar, bir sürü kötü olaya karıştılar, sahillerimizi işgal ettiler, çocukları sınavsız üniversitelere girdiler, bedava hastanelere gittiler, ilaç aldılar, yurtlarda ücretsiz kaldılar, toplu taşımayı bedelsiz kullandılar, iş yerleri açtılar. Gene delik ekonomiye vurdu. Bedelini biz ödedik. Kendi ülkemizde onlar kadar değerli olmadık. Günlerdir sınırdaki delik gene açılmış.  Akın akın Afganistanlılar geliyor. Milyonları buldu sayılar. Kim olduğu belli olmayan gencecik çocuklar gelir gelmez bayraklarını göndere çektiler. Bir gencecik kardeşimizi öldürdüler. Bakalım daha neler yapacaklar. Bizlere neler yaşatacaklar. Delik her geçen gün büyüyor ülke nüfusunun neredeyse yüzde yirmisi yabancılarla dolu. Türkçe konuşan görünce sevinir olduk. Bizim çocuklarımız, insanlarımız işsiz kaldı. Atanamadı, üniversiteye giremedi. Resmen işgal altındayız. Deliği onarmazsak sonu belli. Pandemi zaten dünyayı vurdu. Bizi perişan etti. Binlerce can öldü. Tam ‘düzeliyoruz’ derken gelen gelene. Her yer delik. Böyle nasıl bitecek, kontrol yok, kayıt yok, kendi kendimize aşılamayı bitirememişken her şey çöpe mi gidecek? Ne için kim için. Ekonomi delik, işsizlik delik, eğitim delik, bürokrasi delik… Delik dedik büyüdü çukur oldu. Seller oluyor, felaketler oluyor. Neden mi? Doğanın yapısını bozduk. Dere yataklarına evler yaptık, Hes’ler yaptık, suların akışlarını bozduk, nehirleri ‘ıslah edeceğiz’ diye beton duvarların arasına sıkıştırdık, heyelânlara yol verdik, doğayı koruyacağımıza betona boğduk, ormanlarımızı madenlere katlettik, siyanürle yüzyıllarımızı öldürdük, taş ocakları, kömür ocakları derken tarım, orman arazilerini yok ettik. Tarım arazilerinin organikliğini bozduk. Yabancı tohumlara, gübrelere, ilaçlara esir ettik. Üzerine çiftçiyi, hayvancılığı öldürdük. Saman ithal ettik, hayvan ithal ettik, seralarda ne olduğu nasıl yetiştirildiği belli olmayan meyve sebze ürettirdik. GDO’lu ürünler yedirdik halkımıza. Sonuç mu? Kanserden başlayan birçok hastalığa kurban ettik kendimizi. Neden, niçin? Sınırlar  delik. Tarım delik. Ormanlar delik. Sağlık delik. Eğitim delik  Ekonomi delik. Cep delik cepken delik....! Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
Göçmen sorunsalı ile karşı karşıyayız
Dünyamız birçok krallıklara ev sahipliği yapmıştır. Güvenlik ve ekonomik nedenlerle birçok yıkımlarda gerçekleşmiştir. Bu yıkımların önüne set olabilmek adına birçok disiplin ortaya çıkmıştır. Uluslararası Güvenlik ise devletlerin ve kuruluşların karşılıklı güvenlik sağlamak adına oluşturdukları önlemler bütünüdür. Bu önlemler diplomatik ve askeri müdahalelerden ibarettir. Avrupa’da son yıllarda artışa geçen göç karşıtı politikalar, uluslararası güvenlik ile eş değer olarak bilinen ulusal güvenlik sürecinin bir parçasıdır. Ulusal güvenliğe ek olarak göç karşıtlığına, iç güvenlik ve kültürel güvenlik endişeleri neden/sebep gösterilmektedir. Avrupa’nın göçmen karşıtlığı politikalarına karşın Türkiye, tarih boyunca geliştirdiği kültürel bağları baza alındığında, özellikle kadim coğrafyamızda yaşayan toplumlar tarafından göç konusunda en çok tercih edilen ülke konumundadır. Türkiye, hiçbir zaman göç karşıtlığını devlet politikası olarak benimsememiştir. Fakat son yıllarda bireysel göçler yerine kitlesel göçlerin hedefi olması Türkiye’de birtakım tartışmaların yaşanmasına sebep olmuştur. Suriye’de son yıllarda yaşanan savaş ve çatışmalar tüm zamanların en büyük göç dalgasına neden olmuştur. Dünyamızın tarihi incelendiğinde bir ülkeden bir başka ülkeye bu kadar çok insanın bu kadar kısa bir sürede göç ettiğini görememekteyiz. Dünya tarihinde örneği olmayan bu kitlesel göç hareketinden en çok etkilenen ülkenin Türkiye olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Güvenlik endişesi ile göç eden ve göç etmeye zorlanan Suriye’de yaşayan insanlar Türkiye’ye gelmişlerdir ve bu yer değiştirme neticesinde güvenlik endişesi ile ülkemize gelen insanlar, Türkiye’de doğup, büyüyen ve yaşayan insanların güvenlik endişesi yaşamalarına sebebiyet vermişlerdir. Suriye’nin savaş ve çatışma ortamına girmesinin ardından Türkiye’ye resmi olarak 4 milyona yakın sığınmacı geldiği gözükse de bu rakamın iki katı olduğu konuşulmaktadır. Bu kitlesel göç rakamlarına son zamanlarda Afganistan’dan gelen göçmenlerin eklenmesi de Türk halkının ulusal güvenlik endişelerini kat kat artırmaktadır. Nüfusu yaşlanan ve genç vatandaşı neredeyse yok noktasına gelen AB, vasıflı mültecileri alarak sistemlerinin sağlıklı çalışması için ülkelerine kabul ederken, vasıfsız ve eğitimsiz göçmenleri Türkiye’nin sahiplenmesinin tesis edilmesi de durumu daha vahim hale getirmektedir. Göçmenlerin ve yabancıların istilasından dolayı özellikle İstanbul’da daire fiyatları da inanılmaz derecede artmıştır. Şehirlerde yaşama ayak uyduramayan göçmenlerin hal ve hareketleri hayatı yaşanmaz bir hale getirdi. Bütün bu olumsuz gelişmelere karşın hala iyi niyet çerçevesinde ulusal güvenlik endişesi yaşamamıza neden olan mültecilere insanlık adına yardım etmeye devam ediyoruz. Ama dünya ülkeleri Türkiye’nin bu insanlık mücadelesinde yanında yer almamaktadır. Beşeri münasebetler konusunda eğitim verilmeyen mültecilerin yaşam alanlarımızda bulunmasından rahatsız olan sayısı her geçen gün artmaktadır. Suriye’de savaş tehdidi ve çatışma ortamı tamamen sona ermeden mültecilerin geri dönmesi mümkün değil ise bizim kurallarımıza, gelenek ve göreneklerimize saygı duyarak ülkemizde yaşamalarının gerekli olduğu eğitimlerle mültecilere anlatılmalıdır. Anlamayan ve ayak uyduramayan mültecilerin ya toplama kamplarına alınması veya ülkelerine geri gönderilmesi gereklidir. Dün; “Daha yaşanılabilir bir Türkiye” hayali kurarken, Bugün; mülteci sorununun ardından, “Ülkemiz daha kötü bir Türkiye olmasın, mevcudu koruyalım” hayalimizle karşı karşıyayız. Bir yandan ulusal güvenlik endişelerimizi dile getirirken, bir diğer yandan da misafirlerimiz olan mültecilerin sorunlarına eğilmek adına da çaba göstermemiz olaya insancıl olarak yaklaştığımızın bir kanıtıdır. Ülkemizde büyük göç dalgasının ardından yaşanan kargaşalar, göç ve mülteci sorununu halkımızın ve devletimizin ana gündemi haline getirmiştir. Peki ne oldu da günümüzde göç ana gündem oldu? Avrupa’da uygulanan göçmen ve mülteci karşıtlığına karşın devletimizin ve milletimizin insan merkezli yardımsever duruşu sergilemesine rağmen sorunun tek sahibi bırakılması en büyük sorundur. Bu sebeple de bu sorunsal karşısında ana gündemimiz göç olmuş ve milletimiz de göçmenler gibi toplumsal travma yaşamak zorunda bırakılmıştır. İç ve Dış Savaş yaşayan toplumlarda güvenliğin en şiddetli sarsıldığı ve onarılması en güç hak ihlallerinin gerçekleştiğinden bahsedebiliriz. Bu sorunları yaşayan göçmenlerin refahı için bir milleti feda etmek hataların en büyüğüdür. Bir yandan genetiğimiz bozulurken, diğer yandan da travmalar yaşamaya terk ediliyoruz. Can güvenliğinin, mal güvenliğinin, hürriyet, eğitim, fikir, inanç güvenliği ve güvenilirliğinin bozulduğu toplumlara yardım etmek gereklidir ama yardım eden toplumların bu tehditlerle baş başa bırakılması da ciddi bir sorunsal olarak ortaya çıkmaktadır. Son zamanlarda ortaya çıkan göç hareketlerinin en büyük bölümünün sebebi de budur. Coğrafyamızda yaşanan yer değiştirme hareketlerine Türkiye duyarsız kalmayarak, göçmenlere yardım elini uzatmıştır. Avrupa devletleri ise Türkiye’nin aksine göçmen karşıtlığı politikalarından vazgeçmiyorlar. Ve hatta Türkiye’yi göçmenlerin gideceği adres olarak göstererek, “Türkiye göçmenleri alsın, biz maddi destek verelim” şeklinde Türkiye’yi göçmenler konusunda taşeron ülke olarak işaret ediyorlar. Türkiye bir yandan göçmenlere yardım etmeye çalışırken, diğer bir yandan da kendi insanlarının süreçten en az şekilde etkilenmeleri için politikalar geliştirmektedir. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
Ekolojik Hayatıma Dair Mülahazalar...!
Ayaklarımızın üzerinde kendi başımıza durabildiğimiz andan itibaren tabiatla dolaysız tanışıklığım başlamıştı diyebilirim. Kimi zaman köyün bir büyüğünün yanında çoban yamaklığı yaparken dilimizde “Lale sümbül boynun eğmiş!” benzeri türkülerle yaklaştık dağa, taşa, havada uçan kuşa.. Bazen yaz aylarında bile kışı andıran hava şartlarının hüküm sürdüğü yayla gecelerinde üşümesinler diye tek odalı yayla evlerimizin bir köşesinde besleyip büyüttüğümüz kömüş (manda) balaklarına (malak) yemiş olsun diye körpe yapraklı dallarını kırarken aynı zamanda peliti meşeden ayırmayı da öğrenmiş olduk.. Kimileyin de kuru ağaç dallarından eyleyip örkle (ip ya da kumaş parçalarının saç gibi örülmesiyle yapılan kalınca ip ) bağlayarak  küçümen omuzlarımıza vurduğumuz odun kümeleri sağladı şiville (gürgen) kavağın arasındaki farkı anlamamızı.. Köyden yürüme mesafesi yarım saat, araçla beş dakikalık bir mesafede olan yaylanın toprak yolları geniş düzlüklerden sonra orman içine ulaştığında yolun üzerinde denilecek kadar neredeyse diğer ağaçlardan ayrı bir noktada bitmiş bir gürgen ağacı daha çocuk yaşlarımdan beri dikkatimi çekiyordu. Bir müddet sonra kendi kendime bu ağacı sahiplenmiş ve bu benim ağacım demiştim. Bu yazının görselinde yer verdiğim şivil (gürgen) ağacı altında çekilmiş eski fotoğraf İstanbul’dan her sene mutat olarak yaptığımız bir sıla ziyareti sırasında çekilmiş olup o günlerin derin hatırasını hala içimde yaşatmama sebep olmaktadır. Bir kalem gibi dümdüz ve sipsivri endamıyla da diğer ağaçlardan ayrılan bu gürgen ağacı hala aynı yerinde arz-ı endam etmekte çok şükür. Gölgesine sığındığımız asırlık çam ağaçlarının rüzgârla ünsiyeti yankılandı kulaklarımızda pastoral bir senfoni ritmi gibi ve biz büyümüş de küçülmüşler tüm çocukluğumuzu serazat bir mutluluk ülkesinde doyumsuzca yaşadık. Bu bitmesini hiç istemediğimiz tabiat musikisinin akışına kapılarak.. Çocukluğumun ağaçlarıydı onlar: Şivildi, pelitti… İçerisinde en ilkel teneke sobaların bile lüks eşyadan sayıldığı taştan tek gözlü yayla evlerinde ateşin yandığı ocağın üstünde üçayaklı sacayağı bulunurdu sadece. Her seferinde ateşi yeniden bulurmuşçasına sokranarak ( kendi kendine kızıp söylenme, talihten şikayetlenme, dert yanma ) evin duvara doğru orta yerindeki taş zemininin üstünde işbu üçayaklı sacayağının bulunduğu ocağı tutuşturmaya çalışan ninelerimizin işini kolaylaştıran çıraları acımasızca gövdelerinden dittiğimiz ( yontmak ) çamlarımız vardı. Çam ağaçlarının bir meyve gibi diplerine döküp serdikleri, ateşte çıra gibi tutuşan kozakları(kozalak) toplamak da adeta ayrı bir serenomisi olan işlerdendi. Plastik iplerden örülü un çuvallarına tek tek çam diplerinden topladığımız bu kozakları yaz-kış odun sobalarında ocaklarda baş yakacak olarak kullanırdık. Dersler iptal edilerek uzun ve şiddetli kış günlerinde okula yakacak olsun diye tüm öğrencilerle beraberköy dağlarından ellerimizde çuvallarla “kozak” topladığımız günler ise şehir çocuklarının yaptıkları okul gezi ya da pikniklerinden daha renkli ve eğlenceliydi. Çam ağaçları sadece diplerinden topladığımız kozaklarıyla, yonttuğumuz çıralarıyla değil, mevsimi geldiğinde gövdelerinin yanı başlarına serdikleri pürleri hafif kaldırarak altlarında bulduğumuz mantarlarla da ( ille de kirtlik) bir işe yaramış olmanın sevincine bizleri ortak ediyordu. Hakeza, köy yaylasının kıble istikametinde hemencecik yükselen bir bayır ve yamaçları boyunca engebeli arazide yer tutan devasa atalık çam ağaçları dallarına kurduğumuz salıncaklarıyla da hayatımızda ayrı bir yer tutuyordu. Bir küçük tatil kasabasında ya da bugünlerde büyükşehirlerde bilhassa AVM tarzı toplanma mekânlarında boy gösteren kamikazeler, gondollar, balerinlerin müşterilerine tattırdığı nefes kesici heyecan ve coşku gibi yaylaya doğru Çamiçi’nin tepelerinden aşağı uçurumlara müteveccih yıllanmış anıtsal değerdeki çam ağaçlarının dallarına kurduğumuz bu salıncaklar, çocuk muhayyilemizin verdiği zenginliğin de tesiriyle bizleri adeta engin maviliklere kanat açan kartallar, şahinler gibi göklere uçuruyordu. Dedim ya ayaklarımızın üzerinde durmayı tek başımıza başardığımız andan itibaren tabiat bize neredeyse kendi analarımız kadar sahiplik etti, kucak açtı. İlkbaharla birlikte yerde hüdayinabit yeşeren yemişlerinin peşinde koştuk, ellerimizde şivil ağaçlarından yapılmış küçük kazıklarla. Bir köstebek gibi yayla çayırlarında toprakları kazarken sütbeyaz çiğdemleri mideye indirdiğimizde orman bekçisine yakalanma korkusuyla heyecana gark olmuş bedenimiz biraz olsun sükûnet bulurdu. Kendi bağımızda, bahçemizde tattığımız halde yeterince bulamadığımız lezzetleri nedense komşularımızın tarlasında, bostanındaki ürünlerde daha fazla yakayiverirdik. Köyde çok da yaygın olmayan zirâi elmalar, erikler çocuk aklımızı çeler, sabi nefislerimiz galebe çalar da (Allah affetsin!) dalıverirdik köylü komşularımızın meyvelerinin, yemişlerinin arasına. Aslında köyün haşarıları küçükler olarak; bugün olmamış yarın,döner dolaşır birbirimizin bağına bostanına musallat olur,böylece de kimsenin kimseden bir alacağı kalmaz ödeşirdik. Başıbozuk sürüler gibi ortalıkta dolaşıp birbirimizin yemişine yiyeceğine tebelleş olan biz yaramazlar köyün mezarlığındaki hiçbir yemişe, yiyeceğe el sürmememiz gerektiği konusunda ise genel kabul görmüş bir inancın müttefikleriydik. Çocuk dünyamızda bu asla çiğnenmeyen yazısız bir kural gibiydi. Şivili, peliti, çamı ve kavağıyla çocukluğumun ağaçlarını birçok acı tatlı hatırasıyla geride bırakıp da şehirle tanıştığımda ise pek çok şey ile birlikte hayatımdaki ağaçlarım da değişiverdi. Şehrin kıyısında, dünün taşra dediği dışarının tüm semtlerinin artık İstanbul’dan sayılmasıyla zoraki de olsa kendisini kentten kabul ettirebilmiş Esenler sokaklarında idame ediyordu artık genç çocukluğumuzun ilk yılları. Ve mahallenin Anadolu’dan kopup gelmiş pek çok genci gibi biz de iklimin elverdiği ölçüdegecekondu bahçelerinde boy veren birçok meyve ağacı ile burada tanışıyorduk. Yabanın, kırın, yaylanın acıya varacak kadar sert yemişlerinden deniz tesirine girmiş havanın ılımanlığı ile tatlanmış incirlere, ayvalara, dutlara alışmak şehre alışmak kadar zor olmadı bizler için.. Tarihi cami avlularında, asrî mezarlıklarda selviyle hemhal olmuş kadim şehir,Anadolu’nun tüm renkleri ile bir şekilde yansıdığı ve yurdun her yerinden gelenlerin kendilerinden bir şey kattığı bu gecekondu semtlerindepek çok şeyle birlikte Anadolu’nun otantik ağacı kavakla da tanıştı. Köyünün az yağış alan kıraç arazisine doğal olarak uyum sağlamış selvi kavağını yurdum insanı sıladan bir hatıra,  memleketini anımsatacak bir nişane olsun için kıt kanaat biriktirip zar zor imar ettiği gecekondu bahçelerine dikiverdi. Osmanlı ele geçirdiği her şehre önce bir Camii yapar ve yanıbaşına da uzun ömrüyle müştehir çınar dikermiş fetih kalıcı olsun diye. İşte Anadolu köylüsü de başını sokabileceği kadar genişlikte derme çatma malzemeden yaptığı evin ufacık bahçesine geldiğim yeri unutmayayım diye olsa gerek selvi kavağını dikiverdi. Şehrin tüm sıkıntısını, eziyetini bizlere unutturmaya çalışan, bütün derme çatmalığına rağmen kentinbütün kışkırtıcılığının yanında bizlerle birlikte direnen gecekondularımız içimizdeki rant hırsına yenilmemizin neticesinde yavrusunu kurda teslim eden koyun misali içerisinde pek çok hatırayı barındıran bu vefakar evlerimizi müteahhitlik firmasının emrine girmiş dozerler, kepçeler çetesine teslim ederek daha konforlu bir hayat için yıktırıp yerlerine siteler, apartmanlar yaptırdığımızdan beri selvi kavakları da maksimum kar, en üst düzeyde rant hırsının kurbanı olarak şehirdeki hayatımızdan sökülüp atılmaya başladı. Bizler büyüyorduk ve kadim şehirle olan tanışıklığımız da gittikçe artmaya başlıyordu. Sosyo-ekonomik ya da eğitim sebebiyle kenarındaki varoşlarında oyalandığımız şehrin merkezine doğru hareketimiz hız kazandı. Böylece tanıdık ve bildik, Çınaraltı kafelere gölge veren tarihi anıt çınarları, şehrin kendisi gibi asırlık parklarına, bahçelerine rayiha katan, rengarenk bir hava veren ıhlamurları, manolyaları, erguvanları.. Bir devre adını veren laleler yalıların, tarihi konakların bahçelerinden en uçtaki varoş semtlerin dahi sokaklarına,  caddelerine ulaşalı beri ise hayli zaman oldu.             Gül alıp gül satan, gülü gülle tartan gül medeniyetinin mensubu, muhibbi ceddimizin adlarına şarkılar besteleyip türküler yaktığı, yetinmeyip kızına kısrağına isim olarak verip hayata kattığı tüm çicekler şimdi artık romanlarda, hikâyelerde edebiyatçılarımızın kullandıkları bir yazın figürü olmaktan çıktı şükür.Mamafih o Osmanlı laleleri, o Sinan sümbülleri, o mitolojik nergisler, o sarısı beyazıyla papatyalar, leylaklar, ortancalar, o upuzak ülkeler diyarından gelip şehre çarçabuk alışmış apakça, morca nazenin çiçekli manolyalar cadde boylarımızı süslüyor,hâsılı bilumum çiçekler familyası şehrin her yerinde. Erguvan, hele ki erguvan, illa ki erguvan.. Hristiyanlığın kutsal ağacı,Bizans’ın adına bayramlar, şenlikler düzenlediği ve Osmanlı’nın da bu geleneği tevarüs edip idame ettirmek de hiçbir beis görmediği erguvan,boğaz boylarında artık İstanbul’un kadim semtlerinin tarihi mahallelerinde sıkışıp kalmış değil. Adım attığımız her yerde kızaran pembeleriyle farkına varan talihli gözlere renk saçıyor her nevbahar. Medeniyet tasavvurumuzu, şehre bakışımızı en derin bir şekilde etkileyen rahmetli Haluk Dursun Hoca bir dersinde sormuştu sınıfa erguvan ağacını ve birkaç arkadaşın dışında genelimiz bilememiştik ismini, İstanbul baharlarının bu vazgeçilmez ortağını.. Sonra da bizi hiç kınamadan “meraklısına!” diye bir tüyo vermişti rahmetli ve “ Ders gördüğümüz fakülte binasının bahçesinde de var, gidin ve bulun!” diyerek. Şahsen, renkli cemaliyle o gün müşerref olduğum erguvanın heleki ‘şah erguvan’ tesmiye olunan nev’iylesizler de müşerref olursanız tazimde kusur etmeyiniz ne olur. Ağaca tazim nasıl mı olur? Efendim güzelin hakkını vererek olur tazim. Gönül gözünüz, gönlünüz açılıncaya kadar ağacın tüm görselliğini hayret, dehşet ve dahi hürmet makamında seyreylemekle olur şah erguvana tazim,ağaca muhabbet,.. Unuttuk, bir de “Ekolojik Hayatım” muhteviyatı içerisine ekleyebileceğim mimozalar var varlığından yine rahmetli hocamız vesilesi ile haberdar olduğum.Sarı çiçekleri ve ulu boylu, geniş gövdeli bu ağaçlar baharın müjdeleyicisidirler ve kısa ömürlü çiçekleri baharın olmazsa olmazı yağmurları görür görmez soluverir. Bu sebepten olsa gerek erguvan gibi, manolya gibi, akasya gibi pek tanıyanı, bileni bulunmaz. Doğrusu hocamızın bize tanıttığı bir ağaç türü olmasına rağmen itiraf etmeliyim ki mimozaları hayatıma bahs-i diğer ağaçlar gibi dâhil edemedim. Şahsen nerede bir asırlık Çınar görürsem şöyle etraflıca bir dikkat kesiliyor, nerede bir erguvana rastlasam aziz hocamı rahmet, hürmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum. Daha önceki yazılarımda da bahsini açmıştım. Rahmetli Hoca bir medeniyet tarihçisi olarak bittabi Ortadoğu’yla çok ilgili ve bu kadim coğrafyanın etnolojik haritasından gastronomik tatlarına, ekolojik vaziyetinden tarihi, dini, kültürel çeşitliliği ve jeopolitik hareketliliğinederununa denilecek denli vukufiyet sahibiydi. Her zaman yaptığı gibi yinebir dersindeasıl mevzuya hemen geçmeyipsınıftaki dikkatimizi bahsini açmak istediği konuya çekmek için bizlere bir soru yönelterek; “ Bayrağında sedir ağacı olan ülke hangisidir? “, diyerek yekten soruvermişti. Bazı sabırsız aklıevvellerimiz Kanada cevabını verince de: “ Bizi tenvir ettiniz efendim, sağ olunuz!” deyip azıcık müstehzi bir kibar üslupla cevabımızın yanlış olduğunu söylemiş ayrıca Kanada bayrağındaki şeklin ağaç değil yaprak ve yaprağında sedir değil çınar ağacına ait olduğu bilgisini vermişti. Sonra da hem Beyrut’tan,Dürzilik ’ten, Falanjistler’den,Marunîler’den kısacası tarihi geçmişiyle Lübnan’dan bilgiler vermiş, hem de sedir ağacının özelliklerinden, gemi yapımında da kullanılan çok sağlam ahşaplı kıymetli bir ağaç olduğundan, Toroslar’da asırlık sedirlere rastlamanın mümkün olduğundan söz etmişti. Söz Toroslar’a gelmişken de rahmetli hocamız; Anadolu irfanı, kültürü, tarihi ve medeniyeti taşan tüm derslerinde olduğu gibi bu yörede kimi Türkmenlerce kutsal sayılan baka bir ağaç var hadi onu bari bilin diyerek bahs-i diğer bir ağaca dikkatlerimizi çekmek istemişti. Lübnan’ın bayrağını Kanada’nın bayrağıyla karıştıran bizler keşki bu suale olsun doğru cevap verebilseydik ama nerde? Her birimizin devlet kurup devlet yıkacak denli büyük ülkü(?)lermeşgul ediyorken zihinlerimizi böyle sedire, ardıça yer verecek kadar tarihçi namzedi genç dimağlarımızda nasıl yer olsundu değil mi ya? İşbu adını bilemediğimiz Anadolu Toros Türkmenlerince kutsallık izafe edilenardıçtan yola çıkarak mevzuyu yine asıl maksadına getiren rahmetli hocamız bahsi geçen ağacın Anadolu Türkmen Alevileri arasındaki kutsiyeti meselesine değinmişti. II Beyazıt döneminde Toroslar’da yaşayan Alevi Türkmenleri arasında yayılmış Şahkulu ayaklanmasının burada hayli destek gördüğünden bahisle Hacı Bektaş’tan ve ardıç ağacının Anadolu Türkmen Alevilerin nezdindeki mitolojik kıssalarından dem vurmuştu. Ardıç ağacı kutsal mısır değil midir bilmem lakinbugünlerde, bizim iki numara lise talebesi Ali Buğra’nın teklifi ile yeniden izlemeye başladığımız TRT dizilerinden “Yedi Güzel Adam” filminde Cahit Zarifoğlu’ndan Erdem Beyazıt’a, Akif İnan’dan Nuri Pakdil’e Maraş şairlerinin şiirleri eşliğinde gösterilen “Yalnız Ardıç” gitmeyi ve görmeyi en çok istediğim ağaçlardan birisi olarak hayallerimi süslüyor. Maraş’ın Merkez ilçesi Dulkadiroğlu’nun Yedikuyular mevkiinde yer alan “Yalnız Ardıç”ın gölgesine sığınıp merhum üstat Pakdil’den Zarifoğlu’na, Adil Erdem Beyazıt’tan Akif İnan’a şiirler, Rasim Özdenören’den hikayeler okumak keyfini yaşamak bize nasip olur inşallah en yakın zamanda.. Burada bahsetmek istediğim ve “Ekolojik Hayatım” kategorisi içerisine giren son ağaç ise, halen okul müdürlüğüyle iştigal edip ikamet ettiğim ilçe Başakşehir’le Arnavutköy ilçesi topraklarına yayılmış Şamlar ormanlarında yer alıyor.. Yıl 2010 Şubat. İlk müdürlüğüm İstanbul Başakşehir’e bağlı Kayabaşı Çamlık İlkokulu’nda başlıyor. Tek katlı, prefabrik, 8 derslikli inşa edilmiş okul Kayabaşı Köyü’nün Çamlık diye adlandırılan mevkisinde yer alan gecekondu tarzı yerleşimin yoğun olduğu kırsal bir bölgede. Mevki denilen bu bölge; Adıyaman/Gerger - Malatya/Pütürge ağırlıklı, çok temiz yürekli saf Anadolu insanlarına yataklık ediyor. 3 sene boyunca müdürlük yaptığım okulunbaşladığımda200 civarı olan öğrenci sayısı son senemdeçevredeki Kayaşehir TOKİ istimlak ve yapı faaliyetleri dolayısıyla100’e kadar düşmüştü. Öğrenci sayısının azlığına rağmen okulun bir takım fiziki imkânlardan yoksun oluşu dolayısıyla o günlerde hemen yanı başımızdaki Şamlar Ormanı’nın gerçek anlamada farkına varamamıştım. Bugünlerde çevremde adımın Şamlar ormanları uzmanına çıkmasına sebebiyet verecek kadar neredeyse günaşırı uğrayıp orman içlerinde huzuru kovaladığım demleri o zamanlar vakit yetersizliği dolayısıyla bulamamış olmam ne kadar hayıflanılacak bir durum benim için bilemezsiniz. Müdür yardımcım yok, memur zaten yok. İmkânlar kısıtlı, elektrik sürekli kesiliyor. İnternet bir var, bir yok. Hatta Kayabaşı Şamlar muhitinden bizim Çamlık mevkisine doğru İnternet taşıyan bakır kablolar zaman zaman da hırsızlarca sökülüp çalınıyor. Hâsılı sabah okulumda başladığım mesaimi öğleden sonra Başakşehir İlçe merkezindeki en yakın okullarda sürdürüp yazı/çizi işlerini buralarda hallederek ilçeye yetiştiriyorum. Diyeceğim o ki öğrenciler dağıldıktan sonraki seyrek mesaim de de, mesai dışındaki vakitlerimde de mahallenin bir Anadolu köyünü anımsatan tabiatından hiç yararlanamıyorum. Üç sene sonunda Başakşehir merkezdeki okula tayinim nasip oluyor. Bu sefer de “sendikacılık” yakamızı bırakmıyor ve biz yine dünyayı kurtarmaktan vakit bulup da bir türlü kendimize zaman ayıramıyoruz. Sonrasında olanlar oluveriyor ve dünyayı kurtarma faaliyetlerine ara verip kendimizi fark etmenin imkânını Allah bize bahşediyor. İşte dem bu demdir nerde orman, nerde deniz, hangi yerde dağ, hangi yönde şehir arayıp duruyoruz. Bu arayışlarımız bizi sıklıkla Şamlar Ormanlarının derinliklerine doğru yürüyüşlere çıkarıyor. Çoğu zaman refik-i hayatım bizim hanımefendiyle,kimi zaman bir müfettiş dostumla,bazı kerelerde kastı mahsusla sureta yapayalnız ama aslında içimdeki “Oğuz’la” sonsuz derecede keyifle muhabbet halinde olduğumdan asla “yalnızlık” hissetmeyerek bir başıma ormanın derinliklerindeki pek çok patikayı, topraktan taştan, yer yer asfalttan müteşekkil yangın yollarını arşınlamakla huzur bulduğum bu Şamlar Ormanı artık hayatımda ayrı bir yeri olan bir anıt ağaçla tanışmama da vesile oldu. Bu ağaç bir ihtiyar “ıhlamur ağacı” ve rahmetli Haluk hocamız sağ olsaydı çok kızardı bu tür sallama tahminlere ama yine de tahmini söyleyecek olursam ağacın yaşı 200’ün üzerinde diyebilirim. Hele ki pandemi günlerinde sığınağımız haline geldi Şamlar ormanları. Ormanda gerçekleştirdiğimiz doğa yürüyüşleri artık entelektüel kalibresi oldukça yüksek dostlarla yaptığımız ve yavaş yavaş da gelenekselleşen bir güzel birlikteliğe de şahitlik ediyor. İsimlerini burada saymayı uygun görmediğim siyasetten akademiye, ticaretten bürokrasiye, STK’lara pek çok önemli rolleri ihtiva eden bu keyifli yürüyüş grubumuza yaptığım Şamlar yürüyüşleri rehberliğimde zaman zaman yolumuzu bu anıt Ihlamur ağacına denk düşürüyorum.  O, “Yedi Güzel Adam”ın edebi yolculuğuna şahitlik eden günyüzüyle görebilmeyi çok arzu ettiğim “Yalnız Ardıç” ağacı gibi bu ihtiyar ıhlamur da istiyorum ki ( yürüyüşümüzün fikir babalarından kıymetli bir reisimizin pek yerinde olarak ifade ettiği şekliyle ) dostluğa doğru yaptığımız bu yürüyüşlere şahitlik etsin. NOT: İş bu yazı gazetede neşretmeyi düşünmediğim ve çok önceden yazdığım bir yazıydı. Yazılarımı takip edenler bilirler ki bu ayki yazım “Hayat Memat Meselesi” başlığı altında kaleme aldığım yazı manzumesinin üçüncüsü olarak “ Abim: Sevmek Korkulu Rüya” olacaktı. Lakin memleketin her köşesinde baş gösteren ve kahredici bir afet-i suzan halini alan “Orman Yangınları” dolayısıyla ağaca, börtüye, böceğe bir ufak sarf-ı nazar kılmak ve kendi kudretim nispetinde dikkatlerinizi bu mevzuya çekmek amacıyla bu yazıyı öne almayı ve adı geçen dizinin son yazısını bir daha ki aya tehir etmeyi müsaadelerinizle uygun gördüm. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
Küresel felaket ve çevre bilinci
Tumblr media
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de son zamanlarda yenilenebilir enerji konusunda ciddi çalışmalar yürütülmekte olup, devlet kurumlarının bu konuda desteklenmesi ve özel sektöre ise ciddi katkılarda bulunulması geleceğimiz adına önemli gelişmelerdendir. Coğrafi konumumuz ve su zenginliğimiz sebebiyle yenilenebilir enerji potansiyeli bakımından birçok Avrupa ülkesi ve Ortadoğu ülkelerine kıyasla Türkiye çok avantajlı bir durumdadır. Su kaynaklarımız ile hidroelektrik üretimi olarak dünyada potansiyeli yüksek olan Türkiye, bu avantajını da kullanmak üzere ciddi projeleri uygulamaya yıllar önce başlamıştır. Güneş, rüzgar ve jeotermal enerji bakımından da yapılan çalışmalar ve teşvikler devam etmektedir. Yeşil enerji potansiyelimizin farkında olarak özellikle yenilenebilir enerji kaynağı bulunan iller üzerinde enerjinin etkileri ve geleceğimizi nasıl şekillendirdiği ile alakalı farkındalıklar oluşturmak içinde enerji bakanlığı bir dizi projeleri son yıllarda hızlandırmış durumdadır. Son yıllarda yaşanan sel ve orman yangınlarının ardından özellikle küresel ısınma sıkça gündeme gelen ve en çok konuşulan konular arasında yer almıştır. Küresel felakete dönüşmeden yaşanan bu kaosu yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve enerji tasarrufu ile gidermek/önlem almak zorundayız. Devletimiz enerji kaynaklarının kullanılması ve verimlik sağlanması için kamusal destekler vermektedir. İş dünyasının ve tüm vatandaşların enerjiyi tasarruflu kullanmayı milli bir görev olarak görmesiyle bu destekler başarıya ulaşacaktır ve dolayısıyla geleceğimizde küresel felaketten en az zararla kurtulabiliriz. Aksi halde çevre bilinci ile hareket edemez, geri dönüşüm konusunda oluşturulmaya çalışılan farkındalığı göremez isek küresel felaket geleceğimizi ipotek altına alacaktır. Vatandaş olarak geri dönüşüm konusunda biraz özeleştiri yapmak zorundayız. “Sıfır Atık Projesi”nin ülkemize ve insanlığa ne kadar çok faydası olduğunun bilincinde hareket eden insanlarımızın sayısının, bu bilinçle hareket edenlerin sayısından az olması çok üzücü bir durumdur. Avrupa ülkelerinde enerji şirketlerinin çalışmalarını yakından takip ederim. Yapmış olduğum görüşmeler ve toplantılardan kalan zamanlarda da toplumun geri dönüşüm konusunda nasıl hareket ettiklerini hep imrenerek izlerim. Sürdürülebilir bir yaşamın, toprağın, suyun, iklimin, ormanın ve biyolojik çeşitliliğin korunmasına bağlı olduğu hareketiyle sürecin doğru yönetilmesinin hayati önem taşıdığını hepimiz son yangın ve sel felaketlerini yaşayarak gördük. Peki ders aldık mı? Hayır… Devam ediniz, içtiğiniz pet şişeleri yola atınız. Ormanlarda mangallar yakın ateşleri kontrolsüz geride bırakın. Kağıtları elinizde buruşturup, çöp kutusuna nişan alarak, ne denli iyi atıcı olduğunuzu ispatlamak ve alkış almak adına birbirinizle yarışınız. Siz çirkin hareketlerle birbirinizle yarışınız, biz ise geleceğimiz adına geri dönüşüme saygılı bireyler olarak farkındalık oluşturmaya devam edelim. Geri dönüşüm konusunda bir başarı yakalayacaksak, bunu ancak elele vererek bu seferberliğe katılırsak başarılı oluruz. Kısaca ya var oluruz ya da yok… Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
Toplumsal yangına dikkat
Tumblr media
Her şey üst üste geldi. Pandemi ise her şeyin tuzu-biberi oldu. Aklımız karıştı, dengemiz şaştı ve en kötüsü; sinirlerimiz bozuldu. Gerildik ve çok gerginiz. Buna bir de yaşanan olaylar ve özellikle Pandemi’nin getirdiği ekonomik sıkıntılar eklenince; çatacak yer arar hale geldik. Yaşadığımız feci yangınlar ve sel felaketleri zaten zıplamış olan sinirlerimizi laçkalaştırdı. Hele bir de, son dönemlerde siyasi gündemi işgal eden konular, bu konuların manipülatif tartışılması ve siyasete dair çözümsüzlük algı ve iddiası, var olan toplumsal stresi daha da artırmaya; patlamaya hazır hale getirmeye başladı. Son günlerde Afgan mültecilerle ilgili başlayan gündem “mülteci sorununu” adeta her şeyin sebebi/kaynağı ve çıkış noktası olan bir kıvılcım haline getirdi. Aman dikkat, lütfen dikkat… Bu konuda sağdan-soldan, farklı şehirlerden, bazı illerimizin kimi semtlerinden oldukça nahoş/tehlikeli ve büyük sıkıntılara yol açabilecek gelişmeler işitiyorum. Hanımlar/Beyler!.. Mültecilerle ilgili riskleri ve muhtemel sorunları, ben de yazdım ve ısrarla parmak bastım. Hatta önceki yazılarımda hatırlarsınız; vahametin büyüklüğünü yansıtmak için “Kavimler Göçü” benzetmesi bile yaptım. Evet, hemfikirim; sorun büyük. Ama sorunun çözümü kaos/karışıklık ve mültecilere saldırmak hiç değil. Bu davranış, başımızdaki sorunu daha büyütür/içinden çıkılmaz hale getirir. Konuyla ilgili herkesin bir iddiası ve tezi var. Olabilir. İktidarın mülteci politikasını, Suriye ve Afganistan diplomasisini sevmeyebilirsiniz. Haklı da olabilirsiniz. Lakin bu haklılık ülkemizde mültecilerle ilgili bir çatışma/kargaşa ve sorun çıkartmayı haklı kılmaz. Neden mi? Çünkü bu, devletimize/ülkemize ve hepimize zarar verir. Bu konu provokatif ve algı operasyonuna öyle uygun ve imkan veren bir durum ki; minik bir kıvılcım, maazallah öngörülemeyecek boyutlara ulaşabilir. Bakın... Orman yangınları yaşadık, daha bugün Kastamonu/Sinop ve Bartın’da sel felaketi oldu. Ayrım gözetmeksizin her şeyi aldı götürdü/yaktı, viran etti. Nelerimize mal oldu; hepimiz gördük. Ama eğer mülteciler üzerinden bir sorun yaşanmaya başlarsa; inanın, bu yangınlardan ve sellerden daha beter bir toplumsal yangın ve felakete yol açar. Küresel bazda çok çeşitli ve tarihsel gelişmeler oluyor. Dünya büyük bir ekonomik/sosyal ve güvenlikle ilgili “kaos” yaşıyor ve bir noktaya götürülüyor. Hal ve ahval böyleyken; soğukkanlı/sağduyulu ve aklı selim olamazsak, metanetimizi kaybedip; sinir/stres ve kızgınlıkla hareket edersek, şişmiş öfkemizi/birikmiş stresimizi ve iktidar/siyaset/yönetim odaklı gerginliğimizi mülteci konusuna kanalize edip; oradan çıkartmaya yönelirsek; hepimizi/herkesi etkileyecek bir felaket kapımızı çalar!.. Öncelikle halkımıza sesleniyorum. Sakin olalım, akıllı/akılcı davranalım, duygu/his ve sinirlerimizle hareket etmeyelim. Sürü psikolojisine kapılmayalım. Bir kul/insan ve ademoğlu olduğumuzu asla unutmayalım. İktidar ve muhalefete gelince; sorumluluk bilincini kaybetmeyelim, sizlerin bir birim siniri toplumda on birim sinire yol açıyor. Bakınız; son birkaç yıldır bu toplum çok gerildi, kasıldı, ama dişini sıktı/sabretti/dayandı. Sıkıntı çekti, ama hepsini de sineye çekti. Fakat yeter!.. Lütfen artık sorumluluk bilinciyle hareket edin ve toplumsal sinir uçlarına dokunmayı bırakın. Sanıyor musunuz ki; yapılan kısır siyasi kavgalar/1980 öncesini andıran atışmalar/halksız ve halkı unutan siyaset size fayda getirecek!.. Asla ve asla getirmez. Kimseye fayda getirmez. İktidara da getirmez, muhalefeti de makbul kılmaz. Halka rağmen halk için siyaset olmaz/olamaz; bunun somut örneklerini yakın siyasi tarihimizde defalarca gördük ve yaşadık. Ne oluyor biliyor musunuz? DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ... https://www.ogunhaber.com/yazarlar/cengiz-aygun/toplumsal-yangina-dikkat-101870m.html Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
Yaygın Medya Meclisi Etik değerleri masaya yatırdı
Tumblr media
Küresel Gazeteciler Konseyi (KGK) tüm seçilmiş kurullarıyla pandemi sonrasında ilk genişletilmiş toplantısını Alanya’da gerçekleştirdi. Toplantının sonuç bildirgesinde "Türkiye’nin her ilinde bulunan temsilcileri ve 45 ülkedeki dış temsilcileri ile KGK, ülkemizin kamu diplomasisi faaliyetlerine destek vermek amacıyla çalışmalarını arttırarak sürdürecektir" ifadelerine yer verildi. Yönetim, Denetim, Onur, Etik, Danışma Kurulları ile Yerel, Yaygın ve Dış Medya Meclis üyelerinin yanı sıra 19 ülke ve 66 vilayetten katılan KGK temsilcileri Alanya’da bir araya geldi. Küresel Gazeteciler Konseyi’nin tüm kurulları ve meclisleri; küresel dünyada ülkemizin üstlendiği önemli rollerin daha iyi yansıtılması için yapılması gereken stratejiler, ulusal ve yerli basının işlevsel ve evrensel değerler üretmek için alacakları pozisyonlar, medya sektöründe yaşanan etik sorunlar için çözümcül öneriler ve dijitale dönüşüm sürecinde rekabetten uzak kalmamak için sektörel tutum içinde yapılması gerekenler gibi önceden belirlenen konu başlıkları üzerinden, KGK temsilcilerinin görüş ve önerilerine başvurmak için gün boyu farklı salonlarda çeşitli çalıştaylar düzenlediler. Farklı bakış açılarını bir araya getiren bu çalıştaylardan çıkan sonuçlar, KGK Genel Başkanı’nın yönetiminde tüm üyelerin katılımı ile yapılan büyük bir genel toplantıda değerlendirildi. KGK’nın tüm temsilcileri tarafından fikri bir bütünlük sağlanarak kamuoyuyla paylaşılmasına karar verilen konular şöyledir: 1) Medyanın yaygın ve yerel medya düzeyinde kamu gündeminin oluşumuna büyük bir etkisi vardır. Bu etki doğru kullanıldığında adalete, refaha, çağdaşlığa ve huzura katkı sağlar. Her türlü ülke ve toplum meselelerinin aktarıcısı olan medya mensupları; bu katkıların üretimi için çalışmalıdır. KGK bu doğrultuda çalışmanın farkındalığında olan üyelerden oluşmaktadır. 2) Küresel iklim değişikliği, kuraklık ve çevre kirliliği konusunda farkındalıklı projeler geliştirerek önde gelen, öncü ve referans sivil toplum kuruluşlarından birisi olma amacı taşıyan KGK; huzurlu, refah ve bütün canlıların üzerinde hakça paylaşımla yaşayacağı bir dünya için her türlü iş birliğine hazırdır. 3) Özellikle çevre gibi günümüzün en önemli sorununa yeni yaklaşımlar getirmek için çalışacak olan KGK, bünyesinde oluşturacağı bir çalışma komisyonu ile kamuoyunda bilinç ve farkındalık oluşturma, yetkililere tavsiyelerde bulunma, çevre kirliliğiyle mücadele etme konusunda öncül rol üstlenecektir. Bu amaçla projeler hazırlanacak, Avrupa Birliği başta olmak üzere uluslararası kuruluşlarla ortak çalışma imkanları gözden geçirilecektir. 4) Türkiye’nin her ilinde bulunan temsilcileri ve 45 ülkedeki dış temsilcisi ile KGK, ülkemizin kamu diplomasisi faaliyetlerine destek vermek amacıyla bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Sayın Fahrettin Altun başta olmak üzere, ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşlarının yöneticileriyle istişare ve iş birliğini arttırarak sürdürecektir. 5) Faaliyet alanı medya olan ve bu konuda temsil yetkisine sahip olan KGK; sektörünün hem toplumsal hem bireysel birçok sebeple değişmeye, etik değerlerden uzaklaşmaya hatta yozlaşmaya maruz kaldığının farkındadır. Oysaki “Medya’da Etik”, her türlü iyileşmenin sırrıdır. Özellikle son dönemde sosyal medyada da afişe edilen, ülke gündemimizi fazlasıyla meşgul edip itibarını bozan konu ve olaylar, bu değerin korunması için herkesi tetiklemelidir. 6) Ülkenin geleceğini olumsuz etkileyebilecek çıkar sahibi bir takım güç odaklarının, medyayı ele geçirme sorunsalına, bazı yanlış uygulamalar zemin hazırlar gibi görünse de mesleki profilin olumsuz şekilde değişmesi aslında bu duruma gelinmesinin temel nedenidir de. Medya kuruluşları ve medya çalışanlarının ekonomik kaygılarının olduğu gerçeğinden hareketle, gazeteciliğin bir zenginleşme aracı olarak görülmemesi noktasında etik ve ahlaki değerlerin sağlam eğitsel ve hukuksal temellere sahip olması gerekir. İtibarı kadar sorumlulukları da yüksek olan bu sektörün inandırıcılığa zarar gelmemesi ve anlamına oturması için Konsey’in her bir temsilcisi zorunlu görevlidir ve bu amaç doğrultusunda çalışır. 7) Asli görevini yerine getirirken, her türlü çıkar gruplarına karşı sağlam duracak, bu şekilde gelecek inşasında mesleği birikimiyle görev alacak genç medya mensuplarının yetişmesinde KGK gönüllü bir kuruluştur. Konsey, temsilcilerinin deneyim ve referansları aracılığı ile sektörün olumlu gelişimine katkı sağlayacak yeni nesillerin oluşumunda her türlü yardımı yapacaklardır. Bu nedenle KGK bünyesinde sertifikalı “İletişim Akademisi” kurulması hedeflenecektir. Medya sektöründe çalışmaya başlayanlar başta olmak üzere, başarılı iletişim öğrencilerini de bu eğitim programına dahil edecek bir meslek içi eğitim programı başlatılması planlanacaktır. 8) Yeni iletişim teknolojilerinin gelişimi ve sosyal medya platformlarının ortaya çıkışıyla beraber son dönemlerde algı; bilgi ve ilginin önüne geçti. Kısacası algıyı yöneten dünyayı yönetiyor. Ülkemiz aleyhinde, haksız, yersiz ve dezenformasyon kampanyalarına karşı KGK tüm unsurlarıyla küresel çapta mücadelesini sürdürecektir. Ayrıca, özellikle sosyal medya üzerinden yapılan operasyonel faaliyetlere karşı, ‘temiz sosyal medya’ kampanyasının hayata geçirilmesi noktasında rol üstlenilecektir. 9) Basın İlan Kurumu yerel gazete sahipleri temsilcileri seçiminin, bundan sonraki süreçte daha katılımcı ve daha adil, temsiliyet ve hakkaniyet ölçüsünde yapılması temennimizdir. Pandeminin getirdiği ekonomik sorunlarla daha da zor günler yaşayan gazetelerden Basın İlan Kurumunun aldığı yüzde 15’lik ilan komisyonunun yüzde 7,5 seviyesine çekilmesi can çekişen yazılı medyaya bir destek olacaktır. Yerel gazetelerin zorunlu kadrosu, illerin nüfus ve gelir durumuna göre yeniden belirlenmelidir. 10) Yıllardan beri, yasal altyapısı olmadan yayın yapan internet yayıncılığının yaşadığı sorunların çözümü sürekli ertelenmektedir. Dijital medya mecrasına yönelik yasal düzenlemeler en kısa sürede hayata geçirilmelidir. Aksi halde bu alan (yasa dışı) korsan yayıncılığın ve dezenformasyonun cirit attığı bir mecra olarak tehdit oluşturmaya devam edecektir. 11) Sektörün, kanayan yarası haline gelen örgütlenme kaosuyla ilgili yaşanan sorunlara kalıcı çözüm üretilmesi, diğer meslek kuruluşlarında olduğu gibi oda veya benzeri bir düzenlemenin yapılması kaçınılmazdır. 13) Dünyadaki tüm ülkeler gibi, memleketimizin ekonomik yapısına ciddi zarar veren pandemi sürecinin yarattığı hasarın onarılması için tüm toplum kesimlerinin elini taşın altına kayması kaçınılmazdır. Ancak, Cumhurbaşkanlığı tarafından yayınlanan tasarruf genelgesinde pandemi koşullarını en ağır yaşayan sektörümüzden istenilen fedakârlık hakkaniyet ölçüsünde değildir. Tasarruf denince akla ilk medya sektörünün gelmesi, demokrasinin akciğeri ve nefes darlığı çeken basın sektörünün bitkisel hayata girmesine neden olur. Bu nedenle, abone, ilan ve reklamlara kısıtlama getiren genelgenin basınla ilgili bölümü yeniden gözden geçirilmelidir. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
Türkmen Bakan Aydın Maruf Selim’e ‘Cesaret Ödülü’ verildi
Tumblr media
Küresel Gazeteciler Konseyi (KGK) tarafından Alanya’da gerçekleştirilen “Küresel Medya Buluşması” Lonicera Otel balo salonundaki gala yemeği ve ödül töreni ile sona erdi. DİM TV'nin de canlı yayınladığı galada bu yıl ilk kez Küresel Başarı Ödülleri de verildi. YURT içi ve yurt dışından gelen 100'den fazla gazetecinin katıldığı  organizasyonun finalinde, Lonicera Otel'se yapılan ve KGK Dış Medya Meclis Başkan Vekili Benan Kepsutlu'nun sunduğu muhteşem geceye Irak KBY Oluşumlardan Sorumlu Bölge Bakanı ve Irak Türkmen Cephesi (ITC) Yürütme Kurulu Üyesi Aydın Maruf Selim, MHP Antalya Milletvekili Abdurrahman Başkan, MHP MYK Üyesi Hüseyin Yıldız, Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü Serdar Karagöz, Alanya Kaymakamı Dr. Fatih Ürkmezer, Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası (ALTSO) Başkanı Mehmet Şahin, Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi (ALKÜ) Rektörü Prof. Dr. Ekrem Kalan, Alanya Emniyet Müdürü Alper Avcı, Alanya Jandarma Komutanı Binbaşı Burak Mindivanlı ve Alanya üst protokolü ile AK Parti İlçe Başkanı Mustafa Toklu, MHP İlçe Başkanı Mustafa Türkdoğan ve İYİ Parti İlçe Başkanı Alper Arıkan da katıldı. Alanya Gazeteciler Cemiyeti (AGC) üyeleri ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin yanı sıra, Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Engelliler Koordinasyon Kurulu Başkanı Ömer Gürsoy ile Aytemiz Alanyaspor Başkanı Hasan Çavuşoğlu da hazır bulundu. İLK ÖDÜL TÜRKMEN BAKAN MARUF SELİM’E Küresel Başarı Ödülleri kapsamında verilen Cesaret Ödülü’nü MHP Milletvekilli Abdurrahman Başkan’ın elinden alan Irak KBY Bölge Bakanı Aydın Maruf Selim, törende yaptığı konuşmada, konseyin düzenlediği Alanya buluşmasında bulunmaktan dolayı mutlu olduğunu söyledi ve başta KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim olmak üzere emeği geçenlere teşekkür etti. "MAZLUMLARIN SESİ OLDUNUZ" Türkiye'nin çok önemli bir ülke olduğunu vurgulayan Selim, "Türkiye, Orta Doğu'da barışa destek vermiştir. Her zaman bu bölgede hiçbir ayrım yapmadan tüm dini gruplara büyük destek vermiştir. Siyasi, kültürel, ekonomik, insani her desteği sağladı. Biz her zaman Iraklı Türkmenler olarak Türkiye ile Irak arasında olan ilişkilere destek veriyoruz. İlişkilerin hep iyi olmasını istiyoruz" diye konuştu. Türkmenlerin önemli bir unsur olduğunu, ilişkileri daha fazla güçlendirmek için mücadele ettiklerini anlatan Selim, yaşanılan coğrafyada barışın, birlikte yaşamanın çok önemli olduğunu kaydetti. Medyanın önemine de değinen Türkmen Bakan Selim, "Anadolu Ajansı başta Türkmenler olmak üzere tüm mazlum insanların sesi olmuştur. Oradaki mazlumların sesini Türkiye başta olmak üzere tüm dünyaya aktarmıştır. O yüzden şükranlarımızı bildirmek istiyorum" dedi. "DÜNYAYA HİTAP EDEN BİR AJANSA DÖNÜŞTÜK" Küresel Başarı Ödülleri kapsamında verilen Medya Ödülü’nü Bakan Aydın Maruf Selim’in elinden alan Anadolu Ajansı (AA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Serdar Karagöz de konseye ödül için teşekkür etti. AA'nın Türkiye'nin milli mücadelesinin bir başlangıcı olarak, Mustafa Kemal Atatürk tarafından TBMM ve Cumhuriyetten de önce "Milli ve yerli bir medyamız olmalı, haberler doğru verilmeli, dezenformasyon yapılmamalı, milli mücadele yapılırken en önemli şey doğru bilgidir" diyerek 6 Nisan 1920'de kurulduğunu belirtti. AA'nın 101 yaşında olduğunu söyleyen Karagöz, "Dünyanın 29 ülkesinde büyük temsilciliklerimiz var. Hemen hemen her ülkede muhabirlerimiz, gazetecilerimiz var. Sadece Türkiye'nin haberlerini değil, dünyanın haberlerini yine dünya medyasına servis ediyoruz. En son ABD'de Miami'de bir bina çöktü. Bütün dünya medyası AA muhabirinin fotoğraf makinesinden çekmiş olduğu o fotoğrafları servis ettiler, o fotoğrafları kullandılar. Çünkü sadece Türkiye'ye hitap eden bir ajans yok artık, dünyaya hitap eden bir ajansa dönüştük. Bu bizim ülkemizin milli menfaatlerini ifade etmemizi engellemiyor, sadece Türkiye ile sınırlı değiliz. Önümüzdeki dönemde dünyada daha fazla ses getiren bir Anadolu Ajansı olacak" diye konuştu. ENGELSİZ ASLANLARA ÖDÜL Küresel Başarı Ödülleri kapsamında verilen Spor Ödülü ise Ampute Futbol Milli Takımı’na verildi. Bu dalda 15 yılını dolduran Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Engelliler Koordinasyon Kurulu Başkanı Ömer Gürsoy, ödülü AA Genel Müdürü Serdar Karagöz’ün elinden aldı. Gürsoy, daha sonra yaptığı konuşmada ödülü engelli sporcular adına aldığını belirterek, “KGK bu konuda öncü oldu. Engelli sporcularımızı motive edecek bir ödül oldu. Duyarlılık için KGK Genel Başkanı Dim ve yönetimine teşekkür ederim” dedi. VEFA ÖDÜLÜ Koronavirüs salgınından dolayı geçen mart ayında hayatını kaybeden KGK kurucularından, Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve KGK Genel Başkan Yardımcısı Veli Altınkaya anısına Küresel Başarı Ödülleri kapsamında verilen Vefa Ödülü (oğlu) Talha Altınkaya’ya KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim tarafından takdim edildi. İzletilen video ve yapılan duygusal konuşmalar sırasında salonda bir anda matem havası esti. ŞÜKRAN PLAKETLERİ Konseye ve organizasyona destekleri anısına Türk Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Ömer Kocaman'a, konseyin Arnavutluk temsilcisi Anisa Bahiti'ye, Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel'e, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Şahin'e ve Alanyalı turizmciler Uğur Sipahioğlu ve Hasan Uysal'a "şükran" plaketleri takdim edildi. "KONSEY TÜRKİYE'NİN GURURU OLDU" Törende bir konuşma yapan MHP Antalya Milletvekili Abdurrahman Başkan da, her gazetecinin toplumda kanaat önderi olduğunu belirterek, KGK’nin işlevinin sadece gazeteciler için değil ülkemizin milli çıkarları için de önemli olduğunu ifade etti. Alanya Kaymakamı Fatih Ürkmezer de konseyin Türkiye'de ve dünyada çok farklı meslek grupları ile basını buluşturduğunu söyledi. Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel ise yazılı ve görsel basının temsilcilerinin her zaman önemli olduğunu kaydetti. KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim de iki günlük yorucu bir maratondan çıktıklarını vurgulayarak, “Türkiye'nin gurur duyacağı bir meslek örgütü olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz. Bugün sadece KGK için değil Alanya için de önemli bir gündür. Bu kadar çok ve önemli yerli ve yabancı gazeteciyi ilk kez Alanya’da buluşturduk. Umarım Alanyamız için önemli bir tanıtım fırsatı olur. Ayrıca, konsey olarak kamu diplomasisine destek vermeye gayret ediyoruz. Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun desteğini her daim hissediyoruz. Bakanımıza sonsuz şükranlarımızı sunuyorum” dedi. Genel Başkan Dim, “Bu büyük organizasyonun Alanya’da olmasını sağlayan destekçilerimiz; Alanya Belediyesi, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası, Lonicera Hotels, Alaiye Hotels, Muz Dünyası ve Bizim Transfer’in kıymetli başkan ve yöneticilerine, KGK yönetim kurulumuz başta olmak üzere, KGK Ailesi’ne ve tüm emekçilerimize teşekkür ederim” diye konuştu. KGK 2021 Medya Buluşması ile ilgili açıklamalarda bulunan Küresel Gazeteciler Konseyi Yaygın Medya Meclisi Üyesi Gazeteci-Yazar Ferhat Yıldırım, “Alanya buluşmamız gerçek anlamıyla dolu dolu geçti. Çok önemli kararlar aldık. KGK Başkanı Mehmet Ali Dim’in küresel felakete karşı çevre bilinci oluşturmak adına devlet kurumlarımıza destek olmalıyız önerisine tüm meslektaşlarımız destek verdi. Karbondioksit artıyor, oksijen azalıyor, denizler ısınıyor, iklim artık şaşırdı, kuraklık büyük tehdit oluşturuyor. Bu sebeple küresel ısınma ile mücadelede bu önemli misyonu üstlenmekten büyük onur duyduk. Ayrıca ülkemize kamu diplomasisi alanında verdiğimiz destekleri en üst seviyeye çıkarmak adına da 45 ülkedeki temsilciliklerimizle ortak projeler geliştireceğiz. Medyanın etik kurallara uymasının gerekli olduğu vurgusu yapılırken, medya mensuplarının yaşadığı sorunlarda ele alınmıştır. Ve en önemli konulardan birisi de geleneksel medyadan yeni medyaya geçiş sürecinde gazetecilerin eğitim almalarının sağlanacağı iletişim akademisinin kurulması oldu” diyerek konuştu. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
KGK temsilcileri Alanya’nın turizm elçisi oldu
Tumblr media
Küresel Gazeteciler Konseyi'nin (KGK) Küresel Medya Buluşması Alanya'da başladı. Dev organizasyona 100'den fazla yerli ve 20 ülkeden yabancı KGK üyesi gazeteci katıldı. Anadolu Ajansı (AA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Serdar Karagöz’ün de katıldığı organizasyonun onur konuğu IKBY Oluşumlardan Sorumlu Bölge Bakanı ve ITC Yürütme Kurulu Üyesi Aydın Maruf oldu. 100'den fazla yaygın ve yerel medya mensubu ile 20'yeyakın ülkeden yabancı KGK üyesi gazetecinin bir araya geldiği dev buluşma, konukların Alanya'ya gelerek otellerine yerleşmeleriyle start aldı. Otellerine yerleşen konuklar teleferikle Alanya Kalesi’ne çıkarak kale turu yaptı. Ardından tekne turuna çıkan KGK üyeleri, Harbour Restoran'da Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel'in verdiği akşam yemeğinde ağırlandılar. BAKAN MARUF’UN ALANYA TEMASLARI Organizasyon öncesi IKBY Oluşumlardan Sorumlu Bölge Bakanı ve ITC Yürütme Kurulu Üyesi Aydın Maruf, KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim'le birlikte bir dizi ziyarette bulundu. Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Şahin ve Alanyaspor Başkanı Hasan Çavuşoğlu’nu ziyaret eden Bakan Maruf, Alanya hakkında bilgiler aldı. Bakan Maruf’a temasları sırasında Alanya’ya özgü hediyeler de verildi. KGK KURULLARI VE MEDYA MECLİSLERİ TOPLANTILAR GERÇEKLEŞTİRDİ Buluşmanın ikinci gününde ise peşpeşe planlı seri toplantılar gerçekleştirildi. İlk olarak Yönetim Kurulu, Denetim Kurulu, Etik Kurulu, Onur Kurulu ve Danışma Kurulu kendi aralarında özel olarak toplandı. Yaygın Medya Meclisi, Yerel Medya Meclisi ve Dış Medya Meclisi toplantılarının gerçekleşmesinin ardından ise son olarak tüm üyelerin katılımıyla genel bir toplantı yapıldı. Meclis başkanlarının yaptıkları gündeme dair konuşmanın ardından Küresel Gazeteciler Konseyi (KGK) Genel Başkanı alkışlar eşliğinde kürsüye gelerek KGK temsilcilerine seslendi. Her biriniz Alanya’nın birer turizm elçisi oldunuz, bu eşsiz birçok medeniyete ev sahipliği yapmış şehrimize hoş geldiniz diyerek konuşmasına başlayan Genel Başkan Dim, “Yönetim, denetim, etik, onur ve danışma kurullarımızın gerçekleştirdiği toplantıların ardından Yaygın, yerel ve dış medya meclislerimizde toplantılarını tamamladılar. Ve yapılan toplantılar akabinde sonuç bildirgemizde hazırlandı. Bu bildirgemizi kamuoyu ile paylaşacağız. Hepinizi vermiş olduğunuz destekleriniz sebebiyle teşekkür ederim” diyerek konuştu. Medya buluşmasının finalinde ise Gala Yemeği ve Ödül Töreni gerçekleştirildi. KGK 2021 Medya Buluşması ile ilgili gazetemize konuşan Küresel Gazeteciler Konseyi Yaygın Medya Meclisi Üyesi Gazeteci-Yazar Ferhat Yıldırım, “Alanya buluşmamız gerçek anlamıyla dolu dolu geçti. Çok önemli kararlar aldık. KGK Başkanı Mehmet Ali Dim’in küresel felakete karşı çevre bilinci oluşturmak adına devlet kurumlarımıza destek olmalıyız önerisine tüm meslektaşlarımız destek verdi. Karbondioksit artıyor, oksijen azalıyor, denizler ısınıyor, iklim artık şaşırdı, kuraklık büyük tehdit oluşturuyor. Bu sebeple küresel ısınma ile mücadelede bu önemli misyonu üstlenmekten büyük onur duyduk. Ayrıca ülkemize kamu diplomasisi alanında verdiğimiz destekleri en üst seviyeye çıkarmak adına da 45 ülkedeki temsilciliklerimizle ortak projeler geliştireceğiz. Medyanın etik kurallara uymasının gerekli olduğu vurgusu yapılırken, medya mensuplarının yaşadığı sorunlarda ele alınmıştır. Ve en önemli konulardan birisi de geleneksel medyadan yeni medyaya geçiş sürecinde gazetecilerin eğitim almalarının sağlanacağı iletişim akademisinin kurulması oldu” diyerek konuştu. Türkiye genelinden gelen KGK üyesi gazetecilerin yanı sıra yaklaşık dünyanın dört bir yanından KGK üyesi yabancı gazetecilerin de katıldığı organizasyon, Alanya için önemli bir tanıtım fırsatı da oldu. Alanya Belediyesi, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası (ALTSO), Lonicera Resort SPA Hotel, Alaiye Resort SPA Hotel, Bizim Transfer ve Muz Dünyası sponsorluğundaki organizasyona katılan yerli ve yabancı gazeteciler, köşe yazıları ve haberleri ile sosyal medya hesaplarında bol bol Alanya'dan bahsedecekler. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
KGK Türkiye’nin Enerjisine Enerji Katmaya Devam Ediyor
Tumblr media
Küresel Gazeteciler Konseyi'nin (KGK) küresel buluşması Alanya'da gerçekleşti.  https://www.youtube.com/watch?v=1VEn4_UFChE 100'den fazla yerli ve yabancı gazeteci üyelerine ev sahipliği yapan KGK Genel Başkanı Mehmet Ali Dim, gazeteci üyelerinden küresel ısınmayla alakalı mücadele başlatmaları sebebiyle destek istedi. Gazetecilerin sorunlarının da masaya yatırıldığı buluşmada, gazetecilerinin de etik kurallara özen göstermesinin altı çizildi. Toplantının sonuç bildirgesinde "Türkiye’nin her ilinde bulunan temsilcileri ve 45 ülkedeki dış temsilcileri ile KGK, ülkemizin kamu diplomasisi faaliyetlerine destek vermek amacıyla çalışmalarını arttırarak sürdürecektir" açıklaması yapıldı. Alanya’da düzenlenen buluşma lle alakalı konuşan Küresel Gazeteciler Konseyi Yaygın Medya Meclisi Üyesi Gazeteci-Yazar Ferhat Yıldırım, “Alanya buluşmamız gerçek anlamıyla dolu dolu geçti. Çok önemli kararlar aldık. KGK Başkanı Mehmet Ali Dim’in küresel felakete karşı çevre bilinci oluşturmak adına devlet kurumlarımıza destek olmalıyız önerisine tüm meslektaşlarımız destek verdi. Karbondioksit artıyor, oksijen azalıyor, denizler ısınıyor, iklim artık şaşırdı, kuraklık büyük tehdit oluşturuyor. Bu sebeple küresel ısınma ile mücadelede bu önemli misyonu üstlenmekten büyük onur duyduk. Ayrıca ülkemize kamu diplomasisi alanında verdiğimiz destekleri en üst seviyeye çıkarmak adına da 45 ülkedeki temsilciliklerimizle ortak projeler geliştireceğiz. Medyanın etik kurallara uymasının gerekli olduğu vurgusu yapılırken, medya mensuplarının yaşadığı sorunlarda ele alınmıştır. Ve en önemli konulardan birisi de geleneksel medyadan yeni medyaya geçiş sürecinde gazetecilerin eğitim almalarının sağlanacağı iletişim akademisinin kurulması oldu” diyerek konuştu. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
KGK, Yumuşak Güç ve Kamu Diplomasisi
Tumblr media
Gazeteciler olarak bulunduğumuz organizasyonlardan kareleri sosyal ağlarımızdan paylaştığımızda; eşimiz, dostumuz hemen laf ile iğnelerler. Bu dünyada işiniz iş sizin derler… Deniz, kum, lüks oteller, özel davetler, yat gezileri ile parıltılı bir yaşamımız olduğundan dem vururlar. Dedim ya derler… Derler ama bilmezler… Bizim olduğumuz ortamları sefa şeklinde görenler bizler oradayken zihnimizi kayıt cihazı olarak kullandığımızı ve evimize/çadırımıza döndüğümüzde ise zihnimizdekileri klavyeler vasıtasıyla kağıda/ekrana döktüğümüzü ve bu sırada da büyük zaman ve emek harcadığımızı bilmezler. Bitmiyor gerçekten bir yere gidip gelmekle bitmiyor. Bitmeyecek… Bitmemeli zaten… Üç gün boyunca Anadolu Selçuklu Sultanı II. Alâeddin Keykubad’ın eserleriyle donatılmış ve Selçuklu’ya başkentlik yapma onuruna ulaşmış Alaiye/Alanya’da 19 ülke ve 66 vilayetten gelen Küresel Gazeteciler Temsilcileri ile bir araya geldik. Çok önemli kararlar aldık ve alınan kararları da kamuoyu ile paylaştık. Türkiye’nin her ilinde bulunan temsilcileri ve Dünya genelinde 45 ülkedeki dış temsilciliklerimiz ile Küresel Gazeteciler Konseyi olarak ülkemizin kamu diplomasisi faaliyetlerine destek vermek amacıyla çalışmalarımızı en üst seviyede tutarak, sürdürme kararı aldık. Avrupa Birliğinin veya AB ülkelerinin ülkemiz ile alakalı olumsuz eleştirilerde bulunduğu vakitler hemen bizlerde sinir katsayılarımız tavan yapıyor. Türkiye’ye karşı yapılan haksız eleştirilerin arkasında her zaman ülkemiz karşıtı olan lobilerin olduğu aşikardır. Biz kendimizi iyi anlatmak adına lobiciliği kullanmak yerine sert cevaplar vermeyi tercih etmeyi Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanımız Fahrettin Altun ile rafa kaldırdığ��mızı çok iyi biliyoruz. Artık eleştiriler karşısında tartışmak yerine doğruları anlatma yolundayız. Bu yol doğru yoldur ve bizlerde Küresel Gazeteciler Konseyi olarak bu haklı davaya hizmet etmek adına kamu diplomasisi faaliyetlerine destek vereceğiz. Biz iletişimciler, kamu diplomasisinin anlamını, amacını, nedenlerini, hedeflerini, tarihsel arka planını, faaliyet alanını ve boyutlarını çok iyi bilmekteyiz. Bildiğimiz gibi durumun farkındayız… Sert tartışmaların yerine yumuşak gücün kullanılmasının gerekli olduğunun bilinciyle, bu gücü referans edinerek, milletler arasında etkileşime fırsat veren kamu diplomasisi araçlarını da kullanmak adına hazırız. Kamu diplomasisi araçları ile ekonomik, siyasi ve kültürel ortaklıklar kurarak, coğrafyamızda barış ortamının yeşermesine odaklanmalıyız. Biz kendimizi iyi anlatır ve güzel bir şekilde ifade edebilirsek, iş birliklerimizi artırarak, güvenirlik kazanırsak, dış politika da stratejik değerimizi artırabilirsek o zaman uluslararası politikada bazı ülkemiz düşmanları lobilerin ektikleri tohumların filizlenmeden çürümesini sağlarız. Küresel Gazeteciler Konseyi Genel Başkanı Mehmet Ali Dim’in öncülüğünde, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun başta olmak üzere, ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşlarının yöneticileriyle istişare ve iş birliğini arttırarak Kamu Diplomasi alanında bir seferberlik başlatılmasını ümit verici buluyorum. Daha da beni ümitlendiren durum ise Dünyanın dört bir köşesinde ve ülkemizin tüm illerinde bulunan meslektaşlarımızın bu seferberliğe tam destek vermesidir. Hadi o zaman güç ve zor kullanmak yerine, yumuşak güç vasıtasıyla hedeflerimizi razı ederek, düşünce, dava ve iddialarımızı anlatarak, ne denli iyi niyetli olduğumuza yedi cihanı inandıralım. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
Ekonominin yönünü yeşil enerji belirliyor
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez Enerji Piyasaları İşletme AŞ (EPİAŞ) bünyesinde geçtiğimiz ay başında devreye giren ve şimdi ise yenilenebilir kaynak bazında işleme açılan YEK-G Sistemi ve Organize YEK-G Piyasası ile ilgili yaptığı konuşmada, sistemin yenilenebilir enerji kaynaklarının gelişimine önemli katkı sağlayacağını söyledi. Türkiye’nin yenilenebilir enerji kapasitesinin mayıs sonu itibarıyla 51 bin 388 megavata ulaştığını ve toplam kurulu gücün yüzde 52,7’sini oluşturduğunu aktaran Dönmez, “Kurulu güçteki bu artışımız elektrik üretimimize de yansıdı. 2002’de yüzde 26 olan yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimi oranımız son 3 yılda yüzde 40-45 bandına geldi.” diye konuştu. Dönmez, böylece Türkiye’nin yenilenebilir enerjiden elektrik üretiminde 2023 hedefine bugünden ulaştığını söyledi. Devreye giren YEK-G sistemi ve piyasasıyla yenilenebilir enerjinin teşviki ve geliştirilmesi için önemli bir adım daha atıldığını dile getiren Dönmez, şunları kaydetti: “YEK-G gönüllülük esasına dayanacak. Üreticilerimize ve tüketicilerimize kullandıkları elektriğin kaynağını seçme alternatifi sunuyoruz. Böylece yeşil enerji kullanımının bilinçli bir seçenek haline gelmesini sağlayacağız. Bireysel tüketicilerden büyük ölçekli kuruluşlarımıza kadar yenilenebilir enerji kaynaklarını tercih edenler, artık YEK-G ile bu seçimlerini belgelendirebilecek. Böylece üretimden tüketime kadar her aşamada elektriğin hangi yenilenebilir kaynaktan üretildiğini takip edebilecek. Tüketiciler artık satın aldığı elektriğin kaynağını bilecek. Bunu bir sertifikayla ispat edecekler. Üreticiler de portföylerinde yenilenebilir enerji bulundurduklarına dair yükümlülüklerini böylece doğrulamış olacaklar. Yenilenebilir enerjide artık her aşama kayıt altında olacak.” Dönmez, YEK-G sisteminin yüzde 100 yerli imkanlarla blok zincir teknolojisi kullanılarak oluşturulduğuna işaret ederek, “Üretilen her 1 megavat elektrik üretimine karşılık özel bir kod tanımlanacak. Bu da sistemin veri doğruluğunu ve takibini sağlayacak. 21 Haziran itibarıyla 100 piyasa katılımcısının 127 yenilenebilir enerji santrali sisteme kaydını yaptı. Bunların 53’ü üretim, 47’si tedarik lisansına sahip. 1 Haziran’da devreye aldığımız sistemimizde bugüne kadar 5,2 teravat/saatlik YEK-G belgesi ihraç edildi.” ifadelerini kullandı. YEK-G piyasasının iki farklı aşamaya sahip olduğunu belirten Dönmez, ilk aşama olan YEK-G sisteminde elektriğin EPİAŞ tarafından kaynağına göre sertifikalandırılacağını, üretici adına kaydının yapılacağını ve ihraç edileceğini anlattı. Dönmez, ikinci aşama olan YEK-G piyasasına ilişkin ise “Burası organize bir piyasa. EPİAŞ tarafından işletilecek. Üretilen sertifikalar organize piyasalarda işlem görerek el değiştirecek. Burada fiyat organize piyasada kaynağa bağlı olarak oluşacak. Organize piyasa ayda bir işleme açık olacak.” değerlendirmesinde bulundu. Organize YEK-G piyasasında hidroelektrik, rüzgar, jeotermal, biyokütle ve güneş enerjisinin kaynaklarına bağlı olarak ayrı ayrı işlem göreceğini kaydeden Dönmez, kaynağa bağlı olarak farklı YEK-G belge fiyatları oluşacağını dile getirdi. Yeşil enerjinin artık ekonomilerin gidişatını belirleyen, oluşturan, onlara yön veren bir niteliğe kavuşmaya başladığını anlatan Dönmez, ülkelerin son zamanlarda iklim değişikliğiyle mücadele için yenilenebilir enerjide önemli düzenlemeleri hayata geçirdiğini belirtti. Dönmez, bu düzenlemelerden birinin Avrupa Birliği’nin (AB) yayımladığı Yeşil Mutabakat olduğunu anımsatarak, “İlerleyen dönemde YEK-G, AB’nin karbon vergisi yükümlülükleri ve sınırda karbon vergisine karşılık kullanılabilecek. Kaynak ifşası ve bunun sertifikalandırılmasıyla, yenilenebilir enerji, üreticilerimiz için yeni bir ihracat kapısı olacak. YEK-G şirketlerimiz için yeni bir kar kapısı oluştururken, bizim için de enerjide merkez ülke Türkiye hedefimize yönelik önemli bir adım daha olacak. Türkiye’nin yurt dışına açılan yeni gümrük kapılarından biri de YEK-G olacak.” diye konuştu. Bunun için Bakanlığı, EPİAŞ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının başını çektiği bir çalışma grubunun görüşmelerini sürdürdüğünü bildiren Dönmez, firmaların karbon salınımlarının kayıt altına alındığını, raporlandığını ve doğrulandığını ifade etti. Dönmez, bundan sonraki sürecin piyasanın kurulması ve mekanizmanın işletilmesine yönelik olacağını ve hazırlık sürecini yakından takip ettiklerini söyledi. Yenilenebilir enerji kullanımını belgeleyen şirketlerin yurt içi ve yurt dışındaki muadillerine göre rekabet açısından daha güçlü bir konuma geleceğini vurgulayan Dönmez, “Sosyal sorumluluk, çevre bilinci ve karbon ayak izinin azaltılmasına yönelik atılan bu adım şirketlerimizin marka değerine de olumlu katkılar sunacak. İtibar yönetiminde önemli bir enstrüman olacak. Firmalarımız, sürdürülebilirlik raporlarında YEK-G belgelerine yer verebilecek. Çevreye karşı duyarlılıklarını bu şekilde kanıtlamış olacaklar.” dedi. Dönmez, piyasada gerçekleştirilen ilk işleme ilişkin, “Organize YEK-G Piyasasında ilk eşleşme jeotermal enerjide oldu. İlk eşleşmede megavat/saati 5 lira olmak üzere 10 adet YEK-G Belgesi oluşturuldu.” ifadelerini kullandı. Read the full article
0 notes
gazetefisilti · 3 years
Text
Çağın belası ‘Metamfetamin’ bağımlılığı
Son yıllarda Türkiye’de kullanımı artan ‘metamfetamin’ isimli uyuşturucuyla alakalı görüşlerine başvurduğumuz uzmanlar, bu konuda acil tedbirler alınmasının gerekli olduğunu belirtiyorlar. Ateş, buz, kristal, met gibi değişik isimlerle adlandırılan çağın en tehlikeli uyuşturucusu Metamfetamin bağımlılığının her geçen gün ciddi artış gösterdiğini söyleyen İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Araştırma Laboratuvarı Müdürü Doç. Dr. Vehbi Altunçul, “Uyuşturucu kullanım yaşı ülkemizde 11 yaşına kadar indi. Son zamanlarda metamfetamin gençler arasında yaygın olarak kullanılıyor. Değişik uyuşturucular vardı. Bonzai, çakmak gazı gibi birçok uyuşturucu ile başa çıkmaya çalışırken metamfetamin ile karşı karşıya kaldık. Kristal metamfetamin, metamfetaminin saf bir formudur. Bu madde çok hızlı ve güçlü bağımlılık yapmaktadır. Bu uyuşturucu geçmişte ABD tarafından açlık ve susuzluğa dayanmaları ve cesaretli olmaları için askerlerde kullanılan kimyasal bir maddedir. Bu uyuşturucu gözleri görmeyecek şekilde insanı saldırgan bir hale getirmektedir. Ve kalıcı etkileri de bulunuyor” diyerek 40 yıldır çeşitli kurumlarda bağımlılıklar ile mücadele ettiğini, böyle tehlikelisini hiç görmediğini söyledi. “Çocuklarımızı devamlı kontrol etmek zorundayız” Altunçul, “Metamfetamin yavaş yavaş içeriden öldürüyor ve kullanan kişinin yüzü belirli bir zamanın ardından tanınmayacak hale geliyor, dişleri çürüyor ve dökülüyor. Anne ve babalar bu konuda çok dikkatli olmak ve çocuklarını devamlı kontrol altında tutmaları gerekmektedir. Son zamanlarda kimlerle beraber, nerelere gidiyor. Takip çok önemli ve özellikle ruhsal durumunda herhangi bir değişiklik var mı? 50 yıldır uyuşturucu ile mücadele etmekteyim. Yeşilay ve Sarıay dernekleri yönetim Kurulunda da uzun yıllar görev yaptım. Uyuşturucuyla mücadele eden BAĞDER’de danışmanlık veriyorum. Ama eşimle birlikte uzun yıllar verdiğimiz mücadele sırasında ilk defa bu kadar tehlikeli bir uyuşturucu ile karşılaştığımızı belirtmek isterim. Bir kereden bir şey olmaz ile başlıyor bu bağımlılıklar ama unutmamak gerekiyor ki! bir kereden çok şeyler oluyor. Anayasamızın 58 inci maddesinde; “Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden ve uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.” hükmü yer almaktadır. Bu uyuşturucu belasına geniş pencereden bakarak elbirliğiyle mücadele/müdahale etmek zorundayız” diyerek konuştu. Bağımlılık yapıcı maddelerin canlar yakmaya devam ettiğinin altını çizen Madde Bağımlılığı ve Adli Bilişim Uzmanı Emekli Emniyet Mensubu İsa Altun, “Özellikle ülkemize Avrupa ülkelerinden yurdumuza sokulan ve gençlerimizin ruh- beden sağlığını tehdit eden metamfetaminlerin gençler arasındaki kullanımı ne yazık ki artıyor” dedi. “Metamfetamin ciddi psikiyatrik yan etkilere neden oluyor” Altun, “Uyarıcı özelliğe sahip ve halüsinasyonlara neden olan metamfetamin uyuşturucular arasında çok hızlı bağımlılık yapması, toleransın çok hızlı gelişmesi ve ek psikiyatrik hastalıklara çok sık sebep olması nedeniyle diğer uyuşturucu maddelerden farklıdır. Metamfetamin ciddi psikiyatrik yan etkilere de neden olmaktadır. Saldırgan ve şiddet bu kimyasal maddenin yan etkileridir ve hayaller de görülmektedir” diyerek tehlikenin büyük olduğunu dile getirdi. Bağımlılık yapan ve paralelinde ciddi psikiyatrik rahatsızlıkları da beraberinde getiren metamfetamin maddesinin diğer uyuşturucu maddelerden farklı olduğunu söyleyen Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Onur Noyan, “Metamfetamin, kullanan kişilerin halüsinasyon görmesine neden olan uyuşturucu kimyasal bir maddedir. Çok hızlı bağımlılık yapmakta ve çok sık şekilde psikiyatrik hastalıklara hızlı bir şekilde sebep olmaktadır. Metamfetamin, çok farklı yollarla birlikte, sıklıkla sigara dumanı yoluyla kullanılmaktadır. Metamfetaminin beyinde yaptığı etkiler, beyin hücrelerine özellikle dopamin ve seraotonin nöronları yoluyla toksik etkide özellik göstermektedir” dedi. “Metamfetamin paranoya, şüphecilik, alınganlık, şiddet davranışına neden olmaktadır” Doç. Dr. Onur Noyan, “Paranoya, şüphecilik, alınganlık, şiddet davranışı, bununla birlikte duygu durumunda ani yükselmeler ve düşmeler metamfetamin kullanımıyla eşlik eden çok ciddi psikiyatrik belirtiler olarak önümüze çıkmaktadır. Metamfetamin kullanımının psikiyatrik belirtilerinin sık olması sebebiyle, tedavisi de aralıklarla ve uzun süreler hastanede yatarak yapılmaktadır. Metamfetamin kullanımının beyinde yaptığı toksik etkilerle birlikte eşlik eden psikiyatrik hastalıkların tedavisi ilaçlarla mümkün olmaktadır” şeklinde konuştu. Noyan, “Bir kişi tasarladığından daha fazla madde kullanıyorsa, madde kullanımını sonlandırmak isteyip, bunu sonlandırmakta başarısız oluyorsa, sonlandırmaya çalıştığında ve maddeyi bıraktığında çok ciddi eşlik eden yoksunluk belirtileri açığa çıkıyorsa, kullanmış olduğu maddenin miktarı giderek artmaktaysa, kullandığı madde sebebiyle iş, okul, aile ve sosyal hayatında sorunlar yaşamaya başladıysa ve bu madde kullanımı başka psikiyatrik belirtilere de eşlik ediyorsa, bağımlılıktan söz edebiliriz. Bu belirtilerin bir ya da birkaç tanesi varsa bir hekimin değerlendirmesi ile bağımlılık tanısı konur ve tedaviyle ilgili girişimlere başlanır” diyerek sözlerini tamamladı. Read the full article
0 notes