Tumgik
maddeveevren · 3 years
Text
BİG BANG TEORİSİNİN TEMEL MANTIĞI
Günümüz bilimi “Yaratıcı-Tanrı yoktur. Her şey rastlantılarla oluşmuştur” inancını temel alır. Nasıl var olduk sorusunun birinci yanıtı olan yaratıldık cevabını yok sayar. Her şey rastlantıların sonucudur inancını bilimsel gerçek kabul etmeye mecbur kalınır.
Canlı cansız her şeyi içinde barındıran evrenimizin düzenler, sistemler sahibi olduğu kesindir. İnkarı boşunadır.
Bu tür yapılar rastlantılarla oluşmazlar. Oluşmazlar ama akıl, mantık dışı bir davranışla; kanıtları bulunmadan; bir yaratıcının olmadığı, bu nedenle her şeyin rastlantılarla oluştuğu inancı bilimsel gerçek kabul edildiğinden, bu inançla çelişen bilimin ortaya koyduğu temel gerçekler ya inkar edilip görmezden, bilmezden geliniyor, ya da saptırılarak bu inanca uygun yorumlanıyor. Bu da bilimi bir inanca güdümlü hale getiriyor.
Bir örnek vereyim.
Pozitif bilimin temellerinden olan termodinamiğin ikinci kanunu "yaratılmadık, rastlantılarla oluştuk" inancına ve bu inanca uygun yapılan öngörüler ile temelden çelişir. Bu öngörüleri temelsiz ve geçersiz kılar.
Yaratılmadık rastlantılarla oluştuk inancı taraftarları inançlarını inkarı mümkün olmayan bilimsel gerçekler kabul ettikleri için bilimin bu temel kanununu farklı yorumlayarak inançlarını kurtarmaya çalışmışlardır.
Evrende gerçek anlamda kapalı sistem olmadığı, her yerin şu ya da bu şekilde "enerji giriş, çıkışına açık olduğu" açıkça bilindiği halde; bilime temel alınan inançla çelişen termodinamiğin ikinci kanunun sadece kapalı sistemlerde geçerli olduğu, açık sistemlerde geçerli olmadığı iddiası bu saptırılmış yoruma örnektir.
Bu iddia aynı zamanda; açık bir sistem olan dünyamızda yaşamın her safhasında rahatlıkla sınanıp gözlenebilen, daha da önemlisi yaşanan tersinim olayının inkarına da neden olur.
***
Canlı cansız her şeyi içinde barındıran evrenimizin düzenler, sistemler sahibi devasa bir yapı oluşu; nasıl oluştuğu konusunda “bir Yaratıcı yoktur, her şey rastlantıların eseridir” inancına uygun tek öngörü “rastlantılarla değişerek gelişim” (evrim denen şey) şeklinde olabilir.
Tamamen rastlantısal olan değişerek gelişim yoluyla düzen ve sistem sahibi yapıların oluşması başta termodinamik ikiyi temel alan “tersinim” olmak üzere tüm doğal kanunlarla, bu kanunları temel alan akıl, mantık çıkarımları ile de çelişir.
Bu nedenle değişerek gelişim (evrim denen şey) akıl, mantık ve bilim dışı bir öngörüdür.
Evrim denen şey bir yaratıcı yoktur inancına güdümlü sözde günümüz bilimin temel mantığı olduğundan taraftarlarınca şiddetle savunuluyor. Gerektiğinde sahtekarlıklar yapılıyor, yalanlar söyleniyor, algı oluşturulup insanlar aldatılarak yaşatılmaya çalışılıyor.
Güneş balçıkla sıvanamayacağı gibi gerçeklerde uzun süreçlerde gizlenemez. Er geç ortaya çıkarlar.
Biyolojik evrim gibi Big Bangde inançları emel alan bu sakat mantık üzerine kurgulanmış olup baştan sona yanlıştır.
0 notes
maddeveevren · 9 years
Text
HÜDAİ ÇAKMAK BLOGLARI
        Öjenizm.tumblr.com (Öjenizm ile ilgili bilgiler)+
Seytaninpenceleri.tumblr.com (Kader çicekleri roman dizisinin birinci kitabı)
Oykulerim.tumblr.com (Çeşitli öyküler)
Hudaicakmaksel.tumblr.com (Sel isimli roman)
Siirlerim.tumblr.com (Şiirler)+
makaleler.tumblr.com (makaleler) +
birolununhatiradefter.tumblr.com  (Roman)+
kadercicekleri.tumblr.com (Roman (tümü)
kerbelafaciasi.tumblr.com (Kerbela faciası)
maddeveevren.tumblr.com (Madde ve evren)+
islamtarihi.tumblr.com (İslam tarihi)
sevgininbedeli.tumblr.com (Kader çiçeklerin roman dizisinin dördüncü kitabı)
siyanobakteriler.tumblr.com (Siyano bakterilerle ilgili bilgiler)
takipedilenler.tumblr.com (Takip edilen blogladan seçmeler)
umudayol.tumblr.com (Kader çiçekleri romanının ikinci kitabı)
virusler.tumblr.com (Virüslerle ilgili bilgiler)
olumdendebeter.tumblr.com (Kader çiçekleri romanının üçüncü kitabı)+
ilginchayvanlar.tumblr.com (İlginç hayvanlar)
hudaicakmak.tumblr.com (Hüdai çakmak ve tersinim)
embriyodaninsana.tumblr.com (Embriyodan insana kadar oluşum)
bilimveyaratilis.tumblr.com (Varoluşun ilk dönemlerinde canlılık)
ozbilgi.tumblr.com (Genel bilgiler)
tersinimvebilim.tumblr.com (Tersinim ve bilim)
tersinimgercegi.tumblr.com (Tersinim ve kanıtları)
tersinimbilgisi.tumblr.com (Tersinim konusunda bilgiler)
evrimcimasallari.tumblr.com (Evrimcilerin saçma öngörülerinden demetler)
genbencilmi.tumblr.com (Richard Dawkins’in Bencil Gen kitabına eleştiri)
nurdamlalari.tumblr.com (Peygamberler tarihinin tümü)
sosyaltersinim.tumblr.com (Tersinimin sosyal etkileri)
tanrigercegi.tumblr.com (Richard Dawkis’in Tanrı Yanılgısı kitabına cevap)
tersinimbiyolojisi.tumblr.com (Tersinim biyolojisi)
cahiliyedonemi.tumblr.com (Cahiliye (fetret) dönemine ait bilgiler)
tersinimevreni.tumblr.com (Tersinime göre evrenin oluşumu)
hzmuhammedinatalari.tumblr.com (Hz Muhammed’in (as) ataları)
ilkmuslumanlar.tumblr.com (Hicrete kadar ilk Müslümanlar)
siyerinebi.tumblr.com (Hz Muhammed’in (as) hayatı)+
arkebakteri.tumblr.com (Arkebakteriler hakkında bilgiler)
ateizmdini.tumblr.com (Ateizm felsefesinin dine dönüşmesi)
ateizmveirkcilik.tumblr.com (Ateizm ve ırkcılık)
cadikazanlari.tumblr.com (Kaderçiekleri romanının beşinci kitabı)
alemlereinennur.tumblr.com (Peygamberler tarihi)
dinveahlak.tumblr.com (Dinlere göre ahlak anlayışı)
fosillerindili.tumblr.com (Fosiller ve evrim konusunda bilgiler)
uzeyras.tumblr.com (Uzeyr (as) hayatı)
yahyaas.tumblr.com (Yahya (as) hayatı)
zekeriyaas.tumblr.com (Zekeriya (as) hayatı)
hzisaas.tumblr.com (İsa (as) hayatı)
evrimyalan.tumblr.com (evrim konusunda bilgiler)
evrimyalani.tumblr.com (evrim konusunda bilgiler)
evrimyanilgisi.tumblr.com (evrim konusunda bilgiler)
birmimoza.tumblr.com (genel bilgiler)
danyalas.tumblr.com (Hz Danyal (as) hayatı)
davutas.tumblr.com (Hz.davut (as) hayatı)
ermiyaas.tumblr.com (Hz Ermiya as hayatı)
eyupas.tumblr.com. (Hz Eyüp as hayatı)
hiziras.tumblr.com (Hz Hızır as hayatı)
Hzhud.tumblr.com (Hz Hud as hayatı)
Lokmanas.tumblr.com (Hz Lokman as hayatı)
Hzlut.tumblr.com (Hz Lut as hayatı)
Hzmusa.tumblr.com (Hz Musa as hayatı)
Hzharun.tumblr.com (Hz Harun as hayatı)
Hznuh.tumblr.com (Hz Nuh asa hayatı)
Hzsalih.tumblr.com (Hz Saaslih as hayatı)
Suleymanas.tumblr.com (HZ Süleyman as hayatı)
Hzyusuf.tumblr.com (Hz Yusuf as hayatı)
Yusaas.tumblr.com (Hz Yauşa as hayatı)
Zulkarneynas.tumblr.com (Hz Zülkarneyn as hayatı)
Zulkiflas.tumblr.com (Hz Zülkifl as hayatı)
Hzidris.tumblr.com (Hz İdris as hayatı)
İlyasas.tumblr.com (Hz İlyas as hayatı)
Hzishak.tumblr.com (Hz İshak as hayatı)
Hzismailas.tumblr.com (Hz İsmail as hayatı)
Hzsitas.tumblr.com (Hz Şit as hayatı)
Hzademas.tumblr.com (Hz.Adem as hayatı)
Elyesaas.tumblr.com (Hz Elyesa as hayatı)
Esiya.tumblr.com (Hz Eşiya as hayatı)
Hzyakup.tumblr.com (Hz Yakup as hayatı)
Yunusas.tumblr.com (Hz Yunus as hayatı)
Hzibrahimas.tumblr.com (Hz İbrahim as hayatı)
Suaypas.tumblr.com (Hz Şuayp as hayatı)
Gundogusum.tumblr.com (genel bilgiler)
Semuelas.tumblr.com (Hz Şemuel as hayatı)
Cakmakhudai.tumblr.com (Hüdai Çakmak ve tersinim)
Bebesler.tumblr.com (Bebek fotoğrafları
Gercekbilim.tumblr.com (Genel bilgiler)
İnsanlarevrildimi.tumblr.com (insanlar evrildi mi sorusuna cevap)
3 notes · View notes
maddeveevren · 9 years
Text
İÇİNDEKİLER
  İçindekiler
  Tersinim gerçeği
Madde ve Evren Konusunda Bilimin Tarihsel Süreci
Ateş varoluşun temeli mi?
Antoine-Laurent de Lavoisier - flojiston ve oksjen
Varoluşun ilk safhaları
Evrendeki temel kuvvvetler
Kütle çekim kuvveti
Zayıf ve güçlü nükleer kuvvetler
Radyoaktivite
Evrendeki tasarım ve yaşamsal uygunluklar
Evrene nasıl bir gelecek bekliyor?
Karanlık madde – karanlık enerji – son madde
Maddenin oluşumu rastlantı mı?
Madde – antimadde
Atomn içi prçacıklar
Mezonlar
Pionlar-müonlar
Fotonlar
Kuarklar
Nötrinolar
Atomlar ve moleküller
Atomların iç yapısı
Atom çekirdeklerinin güzemi
Atomların gücü
Fisyon (Nükleer parçalanma)
Füsyon (nükleer kaynaşma) doğru mu?
Güneş füsyon enerjisi ile mi parlıyor?
Nükleer gücünetkileri
Hiroşima ve Nagazaki faciaları
Radyasyonlar
Elektronlar ve fotonlar
Atom içi boşluklar
Atom içi hareketler
Proton ve Elektron Sayılarındaki Uyum
Moleküller
Cisimleri nasıl renkli görüyoruz?
Elektronların yörüngeleri
Tat ve kokuyu nasıl algılıyoruz?
Bileşikler
İyonik bağlar
Kovalent bağlar
İyonik ve kovalent bileşikler arasındaki farklar
Moleküllerde metalik bağlar
Evren rastlantılarla mı var oldu?
Bilimin ışığında vrenin var oluşu
Big bang teorisi
Planck dönemi
Big Bang Teorisine Materyalizm Taraftarları Ne Diyor?
Kurulup bozulan evren modeli
Big bang mı genişim evresim
Genişim evresi
Genişim evresi kanıtlar
Güdümlü bilimin büyük yalanı
Oluşumun kısa özeti
Zamanın bir başlangıcı vardır
Big bang teorisine göre maddenin oluşumu
Evren
Evren nedir ne değildir?
Evren ve bilim
Evrensel kanunlar
Bir Büyük Bütünün varolduğu gerçeği
Maddenin sakımı kanunu bir büyük bütünün varlığını kanıtlar
Rastlantılar düzenli sistemler oluşturabilir mi?
Maddelerdeki düzenli sistemler
Varoluşta gözlenen irade
Galaksiler
Başlıca galaksiler
Karadelikler
Süpernovalar
Kuyruklu yıldızlar
Pulsarlar (atarcalar)
Nötron yıldızlar
Yıldızlar ve galaksiler arasındaki mesafe
Bir örnek: güneş sistemi ve dünya
Evren ve canlılık
Dünya dışında canlı var mı? Gezegenler arası gezi mümkün mü?
Evrende başka canlılar var mı?
Big bang teorisi
Evren düzen içinde mi?
Güneş sistemi
Güneş
Güneş ve sisteminin özel oluşu
Güneş ve fotosentez
Güneş ve gezegenler – Merkür
Venüs
Dünya
Dünyanın çekirdeği
Dünyanın mantosu
Dünyanın kabuğu
Dünya kabuğunun kalınlığı
Dünyann yerçekimi
Dünyanın güneşten uzaklığı
Dünyanın kendi etrafında dönüş hızı
Dünyanın manyetik alanı
Dünyanın iç hareketleri
Dünyanın ısısı
Dünya atmosferi ve yapısı
Oksijen
Ozon tabakası
Yaşamın olmazsa olmazı=su
Dünyadaki suyu kuyruklu yıldızlar mı getirdi?
Azot döngüsü
Tersinime göre dünyanın oluşumu
Ay
Ayın oluşumu
Ay ve dünya
Mars
Jüpiter
Satürn
Uranüs
Neptün
Pluton
Canlılık uzaydan mı geldi?
Aminoasitler uzaydan mı geldi?
2 notes · View notes
maddeveevren · 9 years
Text
TERSİNİM GERÇEĞİ
Tumblr media
                                      TERSİNİM GERÇEĞİ     Ateizmin yan ürünü olan Materyalizm her şeyin maddesel bir karşılığının olduğu, maddeye indirgenebileceği mantığını temel almış nice bin yıllardan beri bilimi etkileyen felsefelerin başında gelir.     Materyalizmin Tanrı tanımazlar tarafından sahiplenilerek bilimin Tanrının olmadığı doğrultusunda yorumlanmaya çalışması bu felsefeye dinselliğe benzer tek yönlülük, tutuculuk, bağnazlık getirmiştir.      Hâlbuki bilim tam bir düşüncü özgürlüğü ve tarafsızlık ister.
     Karşıtlarını sövüp sayarak, hakaretler ederek; cahillikle, yobazlıkla suçlayarak gereksiz ve anlamsız nefretlerin körüklediği kindarlığın körelttiği gözlerle tek yönlü akıl ve mantık tutulmalarıyla bilim yapılmaz. Bu tür tek yönlü davranışlar açık ve net bir yobazlıktır. Yobazlık ise bilimin en büyük düşmanıdır.
     Ateizmin güdümlü bilimi bilimsel yol, yöntem, akıl ve mantık çıkarımlarıyla değil de dinlere duyulan kin ve nefret üzerine kurgulanmıştır.
Doğamız gereği çok sık hatalara yanlışlara düşeriz. Bilim ise hata ve yanlışlar yığınından gerçekleri arayıp bulma çabalarıdır.
    Gözlem ve deneylere mantıksal çıkarımlara dayanmadığı halde peşinen ret ve inkâr edilemez gerçekler kabul edilmiş dinlere inançlara ya da felsefelere dayalı hiç bir varsayım bilime temel alınamaz, bilim bu tür varsayımların üzerine kurgulanamaz. 
Kurgulanırsa ortaya çıkan pek çok vahim hatalar, yanlışlar içeren güdümlü bilim olur.  Temel alınan mantık yanlış ise ulaşılan sonuçların da yanlış olacağı açıktır. 
Her şeyden önce bilim terazisinin doğru kurgulanmış olması gerekir. Eğer terazi yanlış tartıyorsa doğru tartmak için yapılan çabalar sonuç vermeyecektir.                                                       = = = Tersinim nice uzun zamandır uygulanan bir büyük yanlışı ortaya koymakta, bilimi ateizmin boyunduruğundan kurtararak yeni bir anlam ve boyut kazandırmaktadır. 
Bu nedenle tersinim tüm bilimsel bulguları yeniden sorgulayıp yorumlayacak,  yaşantımızı yeniden yön ve şekil verecek kadar önemlidir. Fakat her şeyden önce bir mantık düzeltmesi gereklidir. 
İyiler kötülerle, güzeller çirkinlerle, doğrular yanlışlarla tartılıp kıyaslanırsa gerçek gerçeklere; her türlü yanlışlardan hatalardan arındırılmış gerçek bilime çok daha kolay ulaşabiliriz. Bu nedenle bilim kesinlikle tarafsız ve özgür düşüncelerin, araştırmaların, yorumların ürünü olmalı, yol ve yöntemlerinden taviz verilmemelidir. 
Tersinim buna önce kanıt sonra sonuç ilkesi olarak tanımlar ve bilime temel alır.  Tersinim hangi dine inanca felsefeye temel olursa olsun doğruluğu bilimsel yöntemlerle gösterilmemiş hiçbir varsayımı inkâr edilemez gerçek ya da gerçekler olarak kabul etmez, bilimin bnu tür sahte gerçekler üzerine kurgulanmasına izin vermez. 
Bilimin ortaya koyduğu gerçekler hiçbir zaman birbirleriyle çelişmez. Uydurmak için eğip bükmeler, zorlamalar gerektirmez 
= = = Tersinim şu esaslar üzerine kurulmuştur.
1) -Tersinim pozitif bilimin ortaya koyduğu başta maddenin korunumu, termodinamik olmak üzere tüm doğal kanun, kural ve ilkeleri kendine temel alır, hiç biriyle çelişmez.
Bütün bunların ortak yorumu sonucunda: Varoluştaki tüm düzen ve sistem sahibi yapılar zaman içinde tersinime uğrar. Sonuç kaçınılmaz olarak düzensizlik, sistemsizlik, bozum ya da karmaşadır. Tersinim tüm düzen ve sistem sahibi yapılarda zaman içinde ve doğal şartlarda oluşan eskime, yıpranma, azalma, çoğalma, çeşitlenme, değişme, sakatlanma, hastalanma, yaralanma, ihtiyarlama vb… Şekillerinde gözlenen OLUMSUZLUKLARIN genel ifadesidir.      Bu tür değişimlerin tümü termodinamiğin ikinci kanunu gereği olumsuzdur. Mutasyonların (etkenizlerin) tümü az ya da çok zararlıdır. 
   Tersinimin fiziksel ve kimyasal pek çok nedenleri vardır ama en önemlisi kontrolsüz enerji giriş, çıkışlarıdır.
    Tersinim bu etkenleri mutasyon, mutasyonların düzen ve sistem sahibi yapılarda yaptığı negatif değişimleri etkeniz olarak tanımlar.     
3)-Tersinim yaşamın her safhasında rahatlıkla gözlenip sınanabilir; daha da önemlisi yaşanır. 
4)-Düzen ve sistemlerin bir başlangıcı ömrü ve sonu vardır. Bu nedenle ezelden gelip ebede gitmezler. 5)-Düzen ve sistem sahibi yapılar irade-bilgi-yeterli güç-yeterli madde ve yeterli zaman beşlemesinin sonucu oluşurlar; aniden ve rastlantılarla ortaya çıkmazlar. 6)-Tüm düzen ve sistem sahibi yapılar kaçınılmaz olarak tersinime açıktır.  Tersinim etkisi bu yapıların korunma - savunma - bağışıklık - çevreye uyum sistem düzen ve mekanizmalara sahip olup olmadıklarına; bu mekanizmaların işlerliğine, hassaslığına, genişliğine, derinliğine; zamana, tersinim etkenlerinin gücüne ve çeşidine bağlı olarak değişebilir.  7)-Düzen ve sistem sahibi yapılar oluşturmak zor, bu tür yapıları bozup karmaşa oluşturmak ise kolaydır. Tersinim bu gerçeği yapmanın zor, bozmanın kolay olduğu ilkesi olarak tanımlar.
    Düzen ve sitem sahibi yapılar oluşturmak için irade, nitelikli bilgi,  yeterli zaman, nitelikli malzeme ve nitelikli güç şart olduğu halde karmaşalar için kaba güç ve kısa süreçler yeterli olabilir. Düzen ve sistemler ne kadar kompleks ve hassas ise bozum o kadar kolay ve çok olur.  8)-Düzen ve sistemler amaçlarına uygun kanunlar, kurallar, ilkelerle şekillenip yapılanırlar; işlerlik kazanırlar, varlıklarını korumaya çalışırlar. 9)-Karmaşalarda (düzensizliklerde sistemsizliklerde) kanunlar, kurallar, ilkeler bulunmaz. Bu nedenle düzensizdir, sistemsizdir, karmaşadır. Kanun kural ve ilkelerin bulunması o yapının düzen ve sistem sahibi olduğunun kanıtlarıdır. 
10)-Nice milyar yıllardan beri değişmeyen kanun, kural ve ilkelerle şekillenip işlerlik kazanan evrenimiz (ve tabii ki dünyamız) düzen ve sistem sahibi yapılardır.  İrade, nitelikli bilgi, nitelikli güç, nitelikli madde ve yeterli zaman beşlemesinin ürünleri olmalıdır. 11)-Maddenin korunumu kanunu evrenimizin bir başlangıcının ve sınırının olması bir Büyük Bütünün var olduğunun kanıtlarıdır. 
12)-Büyük Bütün kütlesiz bir NURDUR. Kütlesiz olduğundan sonsuzdur. Evrenimiz ve diğerleri bu kütlesiz Nurun içindedir. Onunla kuşatılmış; sarılıp sarmalanmıştır. 13)-Big Bang güdümlü bilimin varoluş sorusuna tabi olduğu felsefe temellerine uygun cevap bulma amaçlı sipariş bir teoridir. 
Akıl mantık ve bilim dışı pek çok çelişkileri içerdiğinden tamamen yanlıştır. Doğrusu genişim teorisidir. 
14)-Varoluş Büyük Bütünün bir zerresinin kütle ve hacim kazanması, maddeleşmesi, genişimi ile başlar. İlk madde, olabilecek en büyük atom ve moleküllere sahiptir.  15)- Elementleri oluşturan atom ve moleküller atom içi parçacıkların eksi ve artı elektrik yüklü yapıları gereği zaman içinde kademeli oluşmazlar. Başlangıçtan itibaren bir düzen içinde varolmak zorundadırlar.  Elementlerin oluşumu kademeli fisyon (bölünme) şeklindedir.  Sonunda en basit element olan hidrojen ortaya çıkar. 16)-Elementlerin füzyon (birleşme) sonucu oluştuğu varsayımı gözlem, deney ve mantıksal çıkarımlara dayanmadan çok, güdümlü bilimin temellerine uygun olduğu için ortaya atılmıştır.  Akıl mantık ve bilim dışı pek çok çelişkiler içerir.
Tersinime göre evrenimizin varoluşu ilk maddenin parçalanması (fisyon) sonucudur. Bu parçalanma devam etmekte; başta güneş olmak üzere tüm yıldızlar fisyon sonucu ısı ve ışık saçmakta, hidrojen üretmektedirler. 17)-Bir yapının canlı olarak nitelenebilmesi için en azından korunma - savunma - bağışıklık ve çevreye uyum – beslenme – üreme özelliklerini eksiksiz sahip olması gerekir. Bu nedenle en basit canlı bile düzen ve sistemlerin bütünselliğindedir. Rastlantılarla oluşamaz.  18)-Her canlı türü uygun yer ve zamanlarda yeterli sayılarda eksiksiz var edilmiş olmalıdır. Tersinim bu canlılara arı ırk olarak tanımlar. 19)-Canlılarda zaman içinde gözlenen değişmeler gen havuzu dâhilinde oluşur. Bu yolla çeşitlenirler. Alt ırklar dar alanda çeşitlenmeler sonucu oluşurlar.. 20)-Gen havuzundaki değişimler kesinlikle tersinim yönündedir. Gen bilgilerinde değişimler olur fakat azalma ya da çoğalmalar olmaz. 21)-Türlerden türlere geçiş mümkün değildir. Bu tür oluşumun önünde aşılması mümkün olmayan doğal engeller vardır. 
22)-Tüm canlılar ekolojik sistemin bir parçasıdır. Her canlının bu sistemde bir yeri ve görevi vardır. İnsanlarda buna dahildir. 23)-Tüm canlılar yapılarını ve yaşam avantajlarını korumaya çalışırlar. Koruyamayanlar elenir. Buna doğal elenme denir.
24)-Canlıların korunma -savunma - bağışıklık ve çevreye uyum düzen sistem ve mekanizmaları ZARARLILARDAN korunma mantığıyla kurgulanmıştır.  Bu nedenle canlılar faydalıları seçmezler, zararlılardan korunurlar. 
Doğal elenme doğal seleksiyonun tam karşıtıdır. Doğal seleksiyon yanlıştır. Doğada böyle bir mekanizma yoktur.
25)-Canlılarda üreme doğal YENİLENME şeklidir. Canlılar bu yolla varlıklarını (yapılarını) uzun süreçlerde koruyup nesillerini sürdürebilirler. 26)-Irklar daralan (allopatrik) çeşitlenme ve seksüel seçilim sonucu meydana gelmiştir. 27)-Doğal olan en güzeldir. Doğallığı korumak zorundayız. Bilim, tersinim sonucu bozulan doğallığı düzeltme yönünde çabalamayı, geri kazanmayı ana gaye edinmelidir. İnsanoğlu bu konuda birinci derecede sorumlu ve görevlidir. 28)-İnsanlar doğanın efendisi olma kadar bir parçası ve baş sorumlusudur. Tüm insanlar kardeştir. Irkçılık akıl mantık, bilim ve insanlık dışı bir uygulamadır.
29)-İnsanlık dünyanın kaynaklarını har vurup harman savuran, doğallığı zehirleyip bozan, modern kölelik düzeni oluşturan tüketim ekonomisinden süratle kurtulmalı; zaman, akıl ve enerjisini doğal görevine yönlendirmelidir. Dünyamızın bizlere sunduğu imkanları yerli yerinde ve bozulmadan kullanılırsa rahatlıkla milyarlarca insanı daha besleyip barındırabilir.  
30)-Dünyanın askere ve silaha ihtiyacı yoktur. Bu ve tüketim ekonomisi yönünde harcanan güç, para ve zamanı dünyamızı daha doğal, daha verimli, daha güzel bir hale getirmek için kullanmak zorundayız.  31)-İnsanlar toplumsal canlılardır. Toplumların temeli de ailelerdir. Tersinimde aile birinci plandadır. Doğal aileler anaerkildir. Anne ailenin tartışılmaz reisidir. Baba dahil diğer aile bireyleri anneye yardımla görevlidirler. 
32)-Anne ve çocuklar kesin olarak toplumun dolaysıyla devletin kesin himayesi ve koruması altında olmalıdır. Anneleri çocuklarından ayırmama dikkat edilmeli; kadınlarımıza, kızlarımıza bu doğal görevlerine uygun eğitim verilmeli, anneliğin birinci görevleri olduğu öğretilmelidir. 33-Bu günkü adalet mekanizması güdümlü bilim ve mantığın etkisi altında olup tam bir keşmekeş içindedir. Sosyal düzen ateizm felsefesinin temellerine endekslenmiştir.  Süratle tarafsız bilime dönülmelidir. 
Ciltler dolusu kanunlarımız olmasına rağmen suçluluk önlenememektedir. Kanunlar herkesin anlayıp uygulayabileceği şekilde basitleştirilmelidir. 34)-Suç=ceza- iyilik=mükafat sistemi uygulanmalı ve taviz verilmemelidir. 35)-Suçlular hapislere atılma yerine teşhir ve sürgün cezası uygulanmalıdır. Bu konuda pek çok öneri yapılabilir. Konuyu sosyal tersinimde ayrıntılı ele alacağız. Görüleceği gibi tersinim bilimsel bir devrimi müjdeler. Tersinim ve Hüdai Çakmak imzalı tüm yazılarımız alın teri ve göz nuru mahsulleri olup kaynak gösterme kaydıyla alıntı yapmaya açıktır. Tersinim yazılarını yabancı dillere çevirip yayarak bu büyük kültürel değişime katkıda bulununuz ve katkılarınızı tercüme yazı ile birlikte [email protected] adresimize bildiriniz.
1 note · View note
maddeveevren · 9 years
Text
Madde ve Evren Konusunda Bilimin Tarihsel Süreci
Tumblr media
       Tarih boyunca insanlar yaşadıkları evreni gözlemleyerek var oluşun sırlarını çözmeye uğraşmışlardır. Birçok bilim insanı insanların zihinlerini meşgul eden sorulara yanıtlar bulmak için yıllarca çalıştı.
    Kimileri yaşadıkları dönemin şartlarına bağlı olarak çok büyük buluşlara imza atarlarken, kimileri de dönemlerinde ilgi çeken; fakat daha sonraları bilimsel yanılgılar olarak kabul edilen büyük iddialarda bulundular.
    Konuyu daha iyi kavramak için bu alandaki gelişmelerin tarihsel sürecini bilmenin sayısız yararları vardır.
    Bu yazı aynı zamanda insanların ne kadar kolay yanılıp aldandıklarını göstermesi bakımından da ilgi çekicidir.
                                                           = = = =
     Bu süreç gerçekte binlerce sene öncesinden başlar.
     Eskiçağlarda birkaçı dışında bütün astronom ve düşünürler Dünya'nın evrenin merkezi olduğuna, Güneş, Ay ve yıldızların çevresinde döndüğüne inanırlardı.
    Bu evren görüşüne göre, yıldızlar kristal bir kürenin içine çakılmış gibi durağandı. Buna karşılık Güneş, Ay ve o zamanlar bilinen beş gezegen bu durağan yıldızların önünde hareket halindeydiler.
    Bütün gökcisimleri, sanki bir makineyle çalıştırılıyormuşçasına, değişmez bir düzen içinde Dünya'nın çevresinde dolanırdı.
    Fakat evren içi hareketler sadece güneş, ay ve gezegenlere özel değildir. Tüm evren sistemli bir hareket içindedir.
    Tüm evrene yönelik bu hareketlerin gözlemlenmesi eski bilim insanlarının kafalarını oldukça karıştırmış, bu gerçeği açıklayabilmek için karmaşık evren modelleri geliştirmişlerdir.     Bunların içinde en çok bilinen ve en ilginci dünyanın bir tepsi gibi düz olduğu ve dört kaplumbağanın sırtında bulunduğu varsayımıdır. Bu dünya aynı zamanda tüm evrenin merkezidir.     Bu gün bu varsayım dinsel bir hurafe olarak kabul edilmekte ve materyalistlerce alaya alınmaktadır.
    Fakat bunun dinsel bir hurafe olmayıp insanların sıkça yaptıkları bir bilimsel yanılgı olduğu kesindir. Yanılsalar ve aldansalar bile düşünen ve üreten bu insanları saygı ve minnetle anarız.
    Aşağıdaki bölümlerde bu konudaki tarihsel gelişimlerden ve kahramanlarından kısaca söz edeceğiz.
Tumblr media
                                               BATLAMYUS      Batlamyus (Klaudyos Ptolemaios) MS. İkinci yüzyılda, o dönemin bilim merkezi olan İskenderiye’de yaşamış bir bilim adamı ve düşünürdü.
    Gökbilimi, matematik, coğrafya ve astronomi ile yakından ilgilenmiştir.
                                                             = = = =
Tumblr media
                                                            Batlamyus
                                                                  = = = =
     Yaklaşık olarak M.S. 85 ve 165 yılları arasında yaşadığı kabul edilir. Hayatı hakkında hemen hemen hiç bir bilgi bulunmamaktadır.
     Müslüman astronomlar 78 yaşına kadar yaşadığını söylemektedir. Yunan asıllı bir Mısırlı, veya Mısır asıllı bir Yunanlı olduğu iddia edilmektedir.
                                                                = = = =
Tumblr media
                           Batlamyus dünya haritasının 15. yüzyıl çizimi.
                                                             = = = =
     Batlamyus, Büyük Bileşim ve Coğrafya yapıtlarıyla önemli yere sahiptir. Kitapların Latinceye çevirileri ancak 12. yüzyılda yapılmıştır.
    Büyük Bileşim Yunan ve Babil uygarlıklarının gökbilim bilgilerinin bir derlemesidir. Derlemenin çoğu kendisinden üç yüzyıl önce yaşamış olan Hiparkus'a dayanır.
    Yapıtta Dünya merkezli bir Güneş Sistemi modeli önerilir.
    Bu model, Kopernik'in güneş merkezli modeline dek Batı ve İslam dünyalarında geçerli model olarak kabul edilmiştir.
    Kitapta ayrıca düzlem ve küresel trigonometri hakkında bir inceleme bulunmaktadır.
    Batlamyus'un diğer önemli yapıtı Coğrafya da bir derlemedir.
    Çağının Roma İmparatorluğu’nda bilinen coğrafya bilgileri bu kitapta toplanmıştır.
     Batlamyus astronomi, matematik, coğrafya ve optik alanlarına katkılar yapmıştır; ancak en çok astronomi çalışmalarıyla tanınır.
    Zamanına kadar ulaşan astronomi bilgisinin sentezini yapmış ve bunları Matematik Sentezi adlı yapıtında toplamıştır. Bu eser bugün batı dünyasında Almagest adıyla tanınmaktadır.     Batlamyus bu eserde, ana çizgileriyle göksel olguları anlamlandırmak üzere kurmuş olduğu geometrik kuramı tanıtmaktadır.
    Aristoteles fiziğini temel alan bu kuramda, evren küreseldir ve Yer bu evrenin merkezinde hareketsiz durmaktadır.
    Batlamyusa göre şayet günlük veya yıllık görünümler Yer'in hareketleri sonucunda meydana gelseydi, her şey uzaya saçılır ve Yer parçalanırdı.
    Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn ve sabit yıldızlar Yer'in çevresinde, muntazam hızlarla, dairesel hareketler yaparlar. Sabit yıldızlar küresi evrenin sonudur.      Ancak, Yer'in merkezde olduğu ve gök cisimlerinin de onun çevresinde düzenli olarak dolandıkları kabul edildiğinde, bazı gözlemleri, örneğin Ay ve Güneşin Yer'e yaklaşıp uzaklaşmalarını; bazen hızlı, bazen yavaş hareket etmelerini açıklamak olanaksızdı.      Bunun için Batlamyus Yer'i belli ölçüde merkezden kaydırmıştır.
    Klasik astronomide bu düzenek dış merkezli düzenek olarak adlandırılır.
    Gezegenlerin gökyüzünde ilmek atmalarını, yani durmalarını ve geriye dönmelerini açıklamak için de, taşıyıcı düzenek adı verilen başka bir düzenek daha kabul etmiştir.
                                                        = = = =
    Almagest'ten sonra yazılan Coğrafya, sekiz kitaba bölünmüştür ve matematiksel Coğrafya ile haritaların çizilebilmesi için gerekli bilgilere tahsis edilmiştir.
    Almagest gibi Coğrafya da derleme bir eserdir.
    Batlamyus bu kitabı hazırlarken Eratosthenes, Hiparkhos, Strabon ve özellikle de Surlu Marinos'tan büyük ölçüde yararlanmıştır.
    Coğrafya'nın Birinci Kitabı o zamanki bilinen Dünya'nın büyüklüğü ve kartografik izdüşüm yöntemleri hakkında ayrıntılı bilgiler verir.
    İkinci Kitap'la Yedinci Kitap arasında, tanınmış memleketlerdeki önemli yerlerin, dağların ve nehirlerin enlem ve boylamları verilerek Dünya'nın düzenli bir tasviri yapılır.     Enlem ve boylamlardan diğer ifade ile bir başlangıç dairesine olan uzaklıklardan söz eden ilk bilgin olan Batlamyus'un enlem ve boylam tablolarıyla betimlemeye çalıştığı Dünya, kabaca 20° güneyden, 65° kuzeye; batıdaki Kanarya Adaları'ndan, bunların yaklaşık olarak 180° doğusundaki bölgelere kadar uzanmaktadır.     Bunun dışında kalan bölgeler ise Batlamyus tarafından tanınmamaktadır.
    Söz konusu tablolar, haritaların çizilmesini olanaklı kılmaktadır ve belki de bu haritalar eserin eski nüshalarında mevcuttur. Astronomi bilgilerini kapsayan Sekizinci Kitap'ta bunlara atıflar yapılmıştır.
    Ancak Batlamyus'un coğrafya anlayışı yeterince geniş değildir. İklim, doğal ürünler ve fiziki coğrafyaya giren konularla hiç ilgilenmemiştir.
    Başlangıç meridyenini sağlam bir şekilde belirleyemediği için, vermiş olduğu koordinatlar hatalıdır. Ayrıca, Yer'in büyüklüğü hakkındaki tahmini de doğru değildir.
    Ancak Kristof Kolomb bu yanlış tahminden cesaret alarak Batı'ya doğru gitmiş ve Kuzey Amerika'ya ulaşmıştır. (Burada Kristof kolomb'un Amerika'yı keşfinden çok daha önce Amerika kıtalarının Piri Reis tarafından haritalarının çizildiğini belirtelim.)      Aynı zamanda döneminin önde gelen optik araştırmacılarından olan Batlamyus, daha önceki optikçilerin çoğu gibi, görmenin gözden çıkan görsel ışınlar yoluyla oluştuğu görüşünü benimsemiştir.
    Ancak, görsel yayılımın fiziksel yorumunu da vermiş ve bu yayılımın, kesikli ve aralıklı koni biçiminde değil de, kesiksiz ve sürekliliği olan piramit biçiminde olduğunu belirtmiştir.     Şayet böyle olmasaydı, yani ışınlar gözden sürekli olarak çıkmasaydı, nesneler bütün olarak görülemezlerdi.
     Buna rağmen, Batlamyus'un görsel piramit fikri, optikçiler arasında rağbet görmemiş ve görme söz konusu olduğunda daha çok koni biçimi göz önüne alınmıştır.
    Daha sonra da İslâm dünyasında bilginlerin görsel koni fikrine dayandıkları ve görme geometrisini bunun üzerine kurdukları görülmektedir.
    Batlamyus, katoptrik (yansıma) konusuyla da ilgilenmiş ve ayrıntılı deneyler sonucunda üç prensip ileri sürmüştür:
    Aynada görünen nesne, gözün konumuna bağlı olarak aynadan nesneye yansıyan görsel ışın yönünde görünür.
    Aynadaki görüntü, nesneden ayna yüzeyine çizilen dikme yönünde ortaya çıkar. Geliş ve yansıma açıları eşittir.
    Bu üç prensipten ilk ikisini kuramsal, üçüncüsünü ise deneysel olarak kanıtlayan Batlamyus, ayna yüzeyine gelen ışının eşit açıyla yansıdığını gösterebilmek için, derecelenmiş ve tabanına ayna yerleştirilmiş olan bakır bir levha kullanmıştır.
    Bir ışın huzmesini levhaya teğet biçimde ayna yüzeyine gönderip, gelme ve yansıma açılarının büyüklüklerini belirlemiş ve bunların eşit olduğunu görmüştür.
   Batlamyus bu deneyini küresel ve parabolik bütün aynalar için tekrarlayarak, sonucun doğruluğunu kanıtlamıştır.
    Batlamyus, dioptrik (kırılma) konusuyla da ilgilenmiş ve ışığın bir ortamdan diğerine geçerken yoğunluk farkından dolayı yön değiştirmesinin nedenini araştırmıştır.
    Bu araştırmanın sonucunda, az yoğun ortamdan çok yoğun ortama geçen ışının, normale yaklaşarak ve çok yoğun ortamdan az yoğun ortama geçen ışının ise normalden uzaklaşarak kırıldığını ve kırılma miktarının yoğunluk farkına bağlı olduğunu ileri sürmüştür.     Konuyu ele alırken benimsediği bazı prensiplerde bunu açıkça görmek olanaklıdır:
    Görsel ışın az yoğundan çok yoğuna veya çok yoğundan az yoğuna geçtiğinde kırılır.     Görsel ışın doğrusal olarak yayılır ve farklı yoğunluktaki iki ortamı birbirinden ayıran sınırda yön değiştirir.
    Gelme ve kırılma açıları eşit değildir, fakat aralarında niceliksel bir ilişki vardır.
    Görüntü, gözden çıkan ışının devamında ortaya çıkar.
    Batlamyus ortam farklılıklarından dolayı ışığın uğradığı değişimleri, aynı zamanda kırılma kanununu da içerecek şekilde deneysel olarak göstermeye çalışmış ve çeşitli ortamlardaki (havadan cama, havadan suya ve sudan cama) kırılma derecelerini gösteren cetveller hazırlamıştır.
    Ancak verdiği değerler küçük açılar dışında tutarlı olmadığı için kırılma kanununu elde edememiştir.
    Batlamyus, daha önce Babil ve Yunan astronomları ve astrologları tarafından derlenmiş bilgi birikiminden yararlanarak astrolojiyi de sistematize etmiştir.
    Dört bölümden oluştuğu için Dört Kitap olarak adlandırdığı yapıtında, gezegenlerin nitelik ve etkileri, burçların özellikleri, uğurlu ve uğursuz günlerin belirlenmesi gibi astroloji kapsamındaki konular hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir.
    Ortaçağ ve Yeniçağ astrolojisi bu kitabın sunmuş olduğu birikime dayanacaktır.
    Astroloji bir bilim değildir, ama astronomi ile birlikte doğmuş ve yaklaşık olarak 18. yüzyıla kadar bu bilimin gelişimini, kısmen olumlu kısmen de olumsuz yönde etkilemiştir; bu nedenle astronomi tarihi araştırmalarında astrolojiye ilişkin gelişmelerden de bahsetmek gerekir.
    Batlamyus’u devrinin şartlarında gerçeği arayan (pek çok hatalara düşmüş olsa bile) medeniyet tarihini geniş ölçülerde etkileyen büyük bir bilgin olarak nitelemek gerekir. Çalışmalarının bize ilgilendiren bölümünü özetlersek şunları yazabiliriz.
    Batlamyus içinde bulunduğu evreni tanımak ve Dünya'nın evrendeki konumunu keşfetmek için uzun süre gökyüzünü gözlemledi. Güneş'in, Ay'ın ve yıldızların hareketleri üzerinde düşündü.
    Ona göre evrenin merkezinde Dünya vardı. Dünya hareketsiz olarak ortada duruyor; Güneş, Ay, gezegenler ve tüm yıldızlar ise onun çevresinde dönüyorlardı.
    Batlamyus'un büyük ilgi gören bu çalışmaları çeşitli dillere çevrildi ve özellikle Avrupa kültürü üzerinde büyük etkiler meydana getirdi.
   Uzun yıllar öngörüleri inkâr edilemeyen gerçekler olarak kabul edildi. Öyle ki bu öngörülerin dışına çıkan görüş sahipleri suçlu ilan edilip cezalandırıldı.
    Katolik Kilisesi, Batlamyus'un Dünya merkezli evren modeli ile Hıristiyan ilahiyatını birleştirdi.     Daha sonra Dünya merkezli evren modelinin yanlışlığının anlaşılması bu birleştirme nedeniyle Hıristiyan inancına çok büyük darbe vurmuş, büyük ölçüde güvenilirliğini zedelemiş, dinsel objelerdeki yanlışlıkları, hataları din aleyhine kullanmak için pusuda bekleyen materyalizmin ekmeğine yağ sürmüştür.
    Materyalizmin bilimsel, dinsel objelerin bilim dışı olduğu varsayımı bunun sonucudur.     Bazı bilim insanları Dünya merkezli evren modelindeki çelişkileri fark etmelerine rağmen teorinin kurucusu Batlamyus'a verilen büyük değer ve destek nedeniyle susmak zorunda kaldılar.
    Bir bakıma Batlamyus’un görüşleri insanlara zorla kabul ettirilen dogmatik bir görünüm aldı.
    Fakat gerçekler uzun müddet gizlenemez.
    Batlamyus dinsel bir zırh ile çevrelenip, korunduğundan görüşlerindeki çelişkiler ve yanlışların ortaya çıkması ve bunların terk edilmesi ya da düzeltilmesi oldukça uzun zaman almıştır.
    Bu zamanda oldukça sancılı geçti. Hiçte kolay olmadı. İnsanların taassuba varan görüş ve inançlarını değiştirmek tarihin hiç bir döneminde kolay olmamıştır. Bu durum modern olarak nitelediğimiz zamanımız içinde geçerlidir.
    Batlamyus’un sonradan yanlış oldukları anlaşılan öngörülerinin kilise tarafından sahip çıkılıp desteklendiği, taassupla korunmaya çalışıldığı bir gerçektir.
    Fakat insanların hataları ve bu hataların sonucundaki kasıtlı ya da kasıtsız saptırımların gerçek dini etkilemeyeceği açıktır. Bir Var edicinin var olmadığı bilimsel kanıtlarla gösterilmediği müddetçe bu tür çabalar gerçek dini etkilemez.
    Bu gün materyalizm doğruluğu kanıtlanmamış kimi öngörüleri inkâr edilemez gerçekler gibi kabul edip, her ne pahasına olursa olsun korumaya çalışmakta, yüzyıllar önce tenkit ettiği kilisenin düştüğü hatalara kendisi de düşmektedir.                                                        = = = =
     Nicolaus Copernicus (Kopernik) 19 Şubat 1473 yılında Torun'da (Polonya) doğan Kopernik temel eğitimini tamamladıktan sonra 1492 yılında Krakov'daki okula devam ederek matematik ve astronomi konularında uzmanlaştı.
    1494 yılında evine dönen Kopernik, başpiskopos olan amcasının tesiriyle dini eğitim için İtalya’ya gitti. Orada gökbilimci Domenico Noworra (1454-1504) ile beraber çalıştı. 
                                                            = = = =     
Tumblr media
                           Kopernik - Galileo Galilei - Sir isaac Newton
                                                          = = = =
    1497'de memleketine dönüp, kilisede görev aldı fakat bu uzun sürmedi. 1501'de hukuk fakültesine devam etmekte iken, tıp fakültesine başlamak için tekrar İtalya’ya geri döndü. Burada çalışmalarına devam etti.
    Kopernik, dünyanın ve diğer gezegenlerin güneş etrafında döndükleri kuralını açıklamıştır. Heliosentrik teori bugün Kopernik teorisi olarak da adlandırılır.
    Yeni astronominin kurucusu kabul edilen Kopernik, ileri sürdüğü fikirleri ancak ömrünün sonlarında açıklayabilmiştir.
    Açıklayamama nedenleri ise öngörülerinin doğru olduğuna yeterince emin olamaması ve din adamı olması sebebiyle kiliseden çekinmesidir.
    Hıristiyan din adamlarına göre İsa Mesih güneşe sabit durması için emir vermişti ve güneş de sabit durmaktaydı.
    Yine genel inanca göre dünya düz tepsi gibiydi. Aksini düşünenler ise cehennemlikti. O dönemde, kiliseye karşı çıkan insanların ateşte yakılmasına hükmedilirdi.
    Ömrünün sonlarına doğru sağlık problemleri yaşayan Kopernik'in bu din adamlarından korkusu kalmamıştı. Artık fikirlerini rahatça açıklayabilir, yazdığı kitabını ortaya çıkarabilirdi.      Papa'ya kitabını göndererek şu mektubu yazdı:
    -Aziz Peder! Kitapta yazılanları okuyanların hemen reddedeceklerini biliyorum. Ben ömrüm boyunca çevremin düşüncelerine aldırmayan, fikirlerini savunan biri olamamışımdır. Etrafın tepkisinden, başladığım hususlardan vazgeçmeye niyetlendiğim olmuştur. Fakat çekingenliği üzerimden atarak çalışmalara devam ettim. Yazdıklarımı tenkit edenler olursa onlara aldırmayacağım ve saçma kabul edeceğim...      Kopernik en önemli eserinde heliosentrik teorisini detaylı anlattı. 1540'ta ise bütün fikirlerini içine alan kitabın basılması için müsaade çıktı.
    Astronom, doktor ve papaz olan Kopernik, Yunanlı astronom Batlamyus'un yanlış olan teorisini dünyaya anlatarak bilime büyük hizmette bulundu. 24 Mayıs 1543 yılında Frombork'ta öldü.
        Kopernik büyük bir cesaret göstererek doğru ve gerçek bildiklerini ortaya koyup nice yüzyıllar kilise tarafından taassupla savunulan yanlışlıklardan bilim dünyasını dolaysıyla insanlığı kurtarmış büyük bir bilim insanıdır.
    Nitekim ilerleyen yüzyıllarda Dünya'nın Güneş çevresinde dönen bir gezegen; Güneşin Samanyolu Galaksisinin içindeki milyonlarca yıldızdan biri, Samanyolu'nun ise evrende sayısı bile tespit edilemeyen yıldız kümelerinden sadece bir küme olduğu gerçeği ortaya konulacak, bilim dünyasının ufukları bir parça daha genişleyecektir.
    Uzayın uçsuz bucaksız ve karanlık boşluğunda Güneş'e benzer yıldızlardan oluşmuş bir gökadanın ortasında yüzen Güneş Sistemi düşüncesinin yerleşmeye başlaması ancak 16. 17. ve 18. yüzyıllara rastlar.
    Mikolaj Kopernik, Galileo Galilei ve Johannes Kepler gibi büyük bilginler, Dünya'nın ve öbür gezegenlerin Güneş'in çevresindeki yörüngelerde dolandığını kanıtladılar.
    Daha sonra bu çalışmalara Sir isaac Newton’da katıldı. Böylece bin dört yüz senelik yanlış bir teori kökünden yıkılmış oldu.
   Bu olay insanoğlunun ne kadar kolay aldanabilir, yanılabilir olduğunun gerçek bir kanıtıdır.
                                                               = = = =
Tumblr media
        Galileo Galilei 15 Şubat 1564 ile 8 Ocak 1642 tarihleri arasında dünyamıza konuk olmuş bir İtalyan fizikçi, matematikçi, gökbilimci ve filozofu olup, Bilimsel devrim'de büyük bir rol oynamıştır.
    Galileo, modern gözlemsel astronominin babası, modern fiziğin babası, bilimin babası ve modern bilimin babası olarak adlandırılmaktadır.
    Ünlü evrimci Stephen Hawking onun hakkında: Galileo, belki diğer insanlardan modern bilimin doğuşundan sorumlu olduğu için daha fazla bir kişiydi der.
    Galileo 1564'te İtalya’nın Pisa şehrinde doğdu.
    Döneminin tanınmış müzikçilerinden Vincenzo Galilei'nin oğlu olan Galileo, ilk tahsilini Floransa'da yaptı. 1581'de Pisa Üniversitesi'nde tıp tahsiline başladı.
    Ancak parasızlıktan okulu terk etti. 1583'ten itibaren matematiğe ilgi duyan Galileo, bu konudaki çalışmaları sayesinde, 1589'da Pisa'da profesörlük elde etti.
    Sarkacın, yüzen cisimlerin ve hareketin Aristo fiziğinden farklı bir düşünceyle matematiksel olarak ele alınması gerektiğine inanan Galileo, Pisa Kulesi'nden ağırlık düşürerek Aristo'nun yanlışlığını açıkça gösterdi. Yani bütün şartlar eşit olduğu takdirde, bir cismin düşüş hızı, ağırlığından bağımsızdır.
    Bu davranışı yaşlı profesörlerle anlaşmazlığa düşmesine sebep oldu.
    1592'de Pisa'yı terk ederek, Padova Üniversitesi de bir bölüm olan matematik kürsüsüne geldi.
    1597'de pratikte çok faydası olan pusulayı ticari olarak piyasaya arz etti.
    1600 senesinden hemen sonra ilkel bir termometre, insan kalp atışının ölçümünde kullanılmak üzere bir sarkaç ve 1604'te serbest düşüşün matematik kanunlarını keşfetti. Ancak düzgün ivmeli hareket kavramı hatalıydı.
    1609'da Hollanda'da teleskopun bulunduğunu işitti. Ve kendisi daha ileri bir alet yaparak bunu astronomi gözlemlerinde kullandı.
   1610'da Aydaki dağlar, yıldız kümeleri ve Samanyolu üzerine ilk tespitlerini yayınladı. Bu arada Jüpiter'in dört uydusunun varlığını bildirdi.
    Bu kitabı çok ilgi uyandırdı ve Floransa'da saray matematikçisi olmasını sağladı. Hemen sonra Venüs gezegeninin evreleri ve Satürn’ün şekli hakkında bilgi verirken, astronomideki Ptolemy (Batlamyus) sistemini tartıştı.
   1611'de Roma'ya gitti ve oradaki Bilim Akademisi'ne üye seçildi. Floransa'ya dönüşünde hidrostatik üzerine pek çok profesörün itirazına sebep olan kitabı ile 1613'te güneş lekeleri üzerine yazdığı eserini yayınladı.
    Bu eserinde Kopernik sistemini açık bir şekilde müdafaa etti. Bundan dolayı papazların ağır hücumuna uğradı.
   1615'te bizzat Roma'ya giderek iddiasını müdafaa etti.
Tumblr media
Galileo Galilei fikir ve görüşlerini cesurca savunduğu için her türlü saygıyı fazlasıyla hak ediyor.
   Ancak 1616'da Papa Beşinci Paul tarafından kitaplarını tetkik için bir komisyon kuruldu. Bu komisyon Galileo'nun kitaplarını yasaklamadı. Sadece Dünya'nın döndüğü iddiasından vazgeçmesini istedi.
    Galileo, bir müddet bilimin pratik yönüne döndü, mikroskobu geliştirdi. Ancak 1618'de üç kuyruklu yıldızın görülmesiyle kiliseyle münakaşaya girdi.
    Arkadaşının Sekizinci Urban olarak Papa seçilmesinden cesaret alarak yazdığı iki Kâinat Sistemi Üzerine Konuşmalar adlı eserini 1632'de yayınladı.
   Ancak kitabı daha önce yapılan uyarılarla çeliştiği söylentilerine rağmen Roma’da mahkemeye çağrıldı.
   1633'te bu kitap yasaklandı ve Kutsal Engizisyon'ca müebbet hapse mahkûm edildi.
    Cezası kendi evinde göz hapsine çevrildi. Yetmiş yaşında hapsedilen Galileo kör oldu ve 1642 yılında hayatını kaybetti.
                                                          = = = =
Tumblr media
    Kepler 1571 yılında Almanya'nın güneyinde bulunan Weil'da doğdu.
    Çocukluğunda çok hasta olmasından dolayı ellerinde ve gözlerinde kalıcı bozukluk olmuştu. Buna rağmen Tübingen Üniversitesi'ne girdi ve öğrenim gördü. 1591'de yüksek lisans derecesi aldı.
      Graz'da matematik profesörlüğü yaptı. Bu dönemde yazdığı Evrenin Gizleri adlı yapıtında açıkladığı gezegen sistemiyle ünlü astronomlar arasına katıldı.
    1598'de Graz'daki Protestanların kenti terk etmelerinin istenmesi üzerine Kepler dönemin ünlü astronomu olan ve Prag'da devlet matematikçisi olarak çalışan Danimarkalı astronom Tycho Brahe'nin çağrısıyla Prag'a yerleşti.
   Tycho'nun ölümü üzerine imparator II. Rudolf tarafından onun yerine atandı.
    Tycho Brahe'nin derlediği değerli astronomik gözlemlerden yararlanan Kepler, gezegenlerin hareketleriyle ilgili çalışmaları sırasında Mars'ın yörüngesini incelerken kendi adıyla anılan yasaların ilk ikisini buldu.
    II. Rudolf'un yerine geçen kardeşi, Kepler'i Yukarı Avusturya devletleri matematikçisi olarak atadı.
    Linz'de kaldığı 14 yıl içinde iki kitap yazan Kepler, burada üçüncü yasasını keşfetti.
                                                           = = = =
Tumblr media
                                                                                           Johannes Kepler
                                                              = = = =
     Kepler yasaları şunlardır.
    1. yasa: Bütün gezegenler, odaklarından birinde Güneş'in bulunduğu elips biçimli yörüngeler üzerinde hareket eder.
      2. yasa: Bir gezegeni Güneş'e bağlayan doğru parçası eşit zaman aralıklarında eşit alanlar tarar.
    3. yasa: Gezegenlerin dolanım sürelerinin karesi ile Güneş'e olan uzaklıklarının küpünün oranı tüm gezegenler için aynıdır.
Tumblr media
    1626'da Avusturya'da Protestanlara karşı başlayan yıldırma ve baskı, Keplerin önce Ulm, daha sonra Regensburg kentlerinde zor bir hayat sürmesine neden oldu.
   1627'de Rudolf Cetvelleri başlığı altında gezegenlerin temel tablolarını yayınladı.
    Kepler, astroloji gibi mistik olaylara inanmasına karşın astronomi bilimine olan büyük katkılarıyla bu bilimin çehresini değiştirdi.
    1629'da Silezya'ya çağrıldı. Orada bir yıl çalıştıktan sonra, 1630 yılında Almanya'nın Regensburg kentinde öldü.
                                                        = = = =
Tumblr media
                                   Sir Isaac Newton
    Sir Isaac Newton, bu gezegenlerin Güneş'in çevresindeki yörüngede tutan evrensel çekim (kütle çekim) kuvvetinin varlığını açıkladı.
18. yüzyılın sonlarında Sir William Herschel ve onu izleyenler de bütün Güneş Sistemi'ni içeren Samanyolu Gökadası'nı incelediler.
Tumblr media
                                         Sir William Herschel
   Bulutsu denen soluk ışıklı gaz ve toz bulutlarını araştırarak bunlardan çoğunun gerçekte Samanyolu'nun ötesindeki başka gökadalar olduğunu saptadılar.
    19. yüzyılın ortalarına doğru astronomları; insanın dış gücünün çok ötesinde, tasarlanamayacak kadar engin bir evren düşüncesine götüren önemli gelişmeler oldu.
   Evrenin sınırsız boyutlarının ilk somut göstergesi, büyük Alman astronomi bilgin Friedrich Wilhelm Bessel'in (1784 - 1846) o güne kadar denenmemiş bir yönteme başvurarak 1838'de yaptığı bir uzaklık ölçümüdür.
    Bessel, ilk kez ıraklık açısından yararlanarak, Güneş ile yakınındaki Kuğu 61 yıldızı arasındaki uzaklığı kesin değerleriyle ölçtü ve inanılması güç bir sonuç buldu.
    Bu ölçüme göre Kuğu 61 yıldızı Güneş'e 97 trilyon kilometreden daha uzaktaydı. (Günümüzde yapılan daha duyarlı ölçümler bu uzaklığın 11,2 ışık yılı olduğunu ortaya koymuştur.)
    Yakın bir yıldızın bile böylesine şaşırtıcı bir uzaklıkta olması, uzayda yapılacak ölçümlerde kilometre ve mil gibi geleneksel ölçü birimlerini kullanmayı anlamsız ve yararsız kılmaktaydı. Bunların yerine daha kullanışlı bir birim konulması gerekliydi.
                                                                  = = = =
Tumblr media
                                                           Friedrich Wilhelm Bessel
    Bunun üzerine astronomlar, çok hızlı bir maddenin bu uzaklığı ne kadar zamanda alacağını belirtmenin çok daha kolay ve anlamlı bir ölçü birimi olacağına karar verdiler.
    Bilinen en büyük hız ışığın hızıdır. Saniyede yaklaşık 300.000 km hızla hareket eden bir ışık ışını bir yılda yaklaşık 9,5 - 10 trilyon kilometre yol alır.
    Işık yılı denen bu uzaklık bugün astronominin temel uzunluk ölçüsü birimidir.
      Güneş'e en yakın yıldız ise 4,3 ışık yılı uzaklıktaki Erboğa takımyıldızından Proxima Centauri'dir.     Bu aralarda yapılan araştırmalarda sarmal bulutsu olarak nitelenen gökadalarının dünyadan uzaklaştıkları gözlemlendi.
    20. yüzyılın başlarına dek hâkim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi.
   Statik evren modeli adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildir.
    Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul etmekte; evren içi hareketler sonsuzluğun oluşturduğu bu durağanlığı bozmamaktaydı.
   19. yüzyıldaki durağan evren modeli, başta belirttiğimiz gibi, materyalist felsefeye zemin sağlamıştır.
   Materyalist felsefeci George Politzer, bu evren modeline dayanarak, Felsefenin Başlangıç ilkeleri adlı kitabında evrenin yaratılmış olmadığını öne sürmüş ve şöyle demişti:     -Evren yaratılmış değildir. Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde Tanrı tarafından belli bir anda yaratılmış ve yoktan var edilmiş olması gerekirdi.
   Yaratılışı kabul edebilmek için, her şeyden önce, evrenin var olmadığı bir anın varlığını, sonra da hiçlikten, yokluktan bir şeylerin çıkmış olduğunu kabul etmek gerekir ki bunu da bilim ret eder.
       Statik evren modeli materyalizmin en büyük bilimsel yanılgılarından birisidir. İlginç olan ise evrenin bir başlangıcın olduğu konusunda pek çok kanıt olmasına rağmen bir felsefeye bağlılık adına bu kanıtların yok sayılması, görmezden bilmezden gelinmesidir. Bu da güdümlü bilimin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
    Politzer evrenin yoktan var edilmediğini iddia ederken 19. yüzyılın durağan evren modeline dayanıyor ve dolayısıyla bilimsel bir iddia ortaya attığını sanıyordu. Ona göre evren ezelin ve ebedin bir arada bulunduğu durağan bir sonsuzluk olmalıydı.
    Statik evren modeli denen bu teorinin dayanağı da materyalizmin en temel kavramlarından biri olan maddenin sakımı kanunudur.
    Fakat maddenin ardından yerine konan enerjinin sakımı kanunu (termodinamik-1); hiçbir madde yoktan var, vardan da yok olamaz kuramını ortaya koyarak her maddenin (var olan madde yoktan var olamayacaklarından) temelde bir kaynağının olması gerektiği gerçeğini de ortaya koyar.
    Materyalizm ise maddenin ezelden gelip ebede gittiğini (bir kaynağının, başlangıcının olmadığını) iddia ederek bu temel dayanağıyla çelişir.
    George Politzer’in yukarıdaki sözleri materyalist felsefenin kısa bir özeti gibidir, yüzeysel bir bakış ve değerlendirmeyle hayli mantıklı ve bilimsel görünür.
    Fakat Politzer yaratılışı kabul edebilmek için her şeyden önce evrenin var olmadığı bir anın varlığını, sonrada hiçlikten yokluktan bir şeylerin çıkmış olduğunu kabul etmek gerekir ki bunu da bilim ret eder sözleriyle gerçekte materyalist felsefenin temeliyle çelişmektedir.     Bu çelişki de yukarıdaki varsayıma göre eğer evren var ise yoktan var olamayacağından bir kaynağının olması gerektiğidir.
    Bir kaynağının olması gereği ise kaynak da yoktan var olamayacağından kaynağında kaynağının olması demektir. Bu böyle ezele doğru uzayıp gider.
    Eğer evren kaynağının tümü kullanılarak var edilmiş ise kaynağın kaynağı da kullanılmış olacağından ezelden gelip ebede gidiyor olması gerekir.
    Fakat biz evrenin bir başlangıcının ve belirli bir kütlesinin olduğunu biliyoruz. Bu da evren var edilirken kaynağının çok az bir kısmının (sadece minik bir zerresinin) kullanılmış olması anlamına gelir. Bu nedenle evren Bir Büyük Bütünün küçük bir parçası olur.
    Evren bütünün parçası olduğundan O Büyük Bütünle çepeçevre çevrelenip kuşatılmış olmalıdır.
   Sonuçta Bütün, ezelden gelip ebede gittiğinden evrende dâhil tüm yaratıkları çevreleyip kuşatmış; aguşuna almış demektir.
    Bu gün evrenden sonrası zannettiğimiz ve bir hiçlik olarak tanımladığımız uzay kavramı gerçekte Bütünü tarif eder. Bu nedenle bir hiçlik değildir.
    Tersinim önemsiz gibi görünen bu ayrıntının farkına varmış yeni ve ilginç yorumlarla çok daha farklı sonuçlara ulaşmıştır. (Maddenin sakımı kanunu Bir Büyük Bütünün varlığına götürür isimli makalemize bakınız)
1 note · View note
maddeveevren · 9 years
Text
ATEŞ VAROLUŞUN TEMELİ Mİ
Tumblr media
                                        Ateş Varoluşun Temeli mi?
    İ.S bin altı yüzlü yılların sonuna doğru bilim tarihi bir başka yanılgıya daha sahne olmuştur.     Ateş ve saçtığı alevler her devirde insanların ilgisini çekmişti.
      Hatta bazı topluluklar ateşi tanrı yerine koyup tapmışlardır.
      Bir bakıma o dönemlerde ateşin ne olduğu ya da ne olmadığı bilimsel olarak bilinmiyordu.     O döneme kadar henüz sırrı keşfedilememiş ateşin kaynağı üzerinde düşünen insanlardan biri de Alman bilim adamı Georg Ernst Stahl'dır.
      Stahl, araştırmaları sonucunda, ateşe flojiston adı verilen gözle görülmeyen bir maddenin yol açtığını ileri sürdü.
    Stahl'a göre flojiston nesnelere girip çıkabilen bir çeşit maddeydi.
      Flojistona sahip bir nesne hızla yanarken, flojistonun olmadığı nesneler ise yanmıyordu.     Yanan maddelerden duman çıkması, bu maddelerin yanarken küçülmeleri ve hafiflemeleri, flojistonun bu maddeleri terk etmesi olarak yorumlandı.
    Araştırmalarda, yanan maddelerin üzerlerinin kapatılmasıyla veya toz ve toprak atılıp söndürülmeleriyle flojiston çıkışının engellendiği ve böylece ateşin söndüğü düşünülüyordu.
                                                           = = = =
Tumblr media
                       Flojiston teorisinin kurucusu Georg Ernst Stahl
                                                           = = = =
    Ancak zamanla yapılan deneyler sonucunda maddelerin yanarken küçülmemeleri veya hafiflememeleri flojistonun gerçekliği hakkında bazı kuşkuların doğmasına neden olmuştur.
    Milattan sonra bin yedi yüzlü yılların sonunda ise havanın farklı birkaç gazın karışımı olduğu keşfedildi.
    Bu farklı gazların farklı biçimlerde yanmaları da flojiston kuramıyla açıklanmaya çalışılırken, oksijen gazıyla ilgili yapılan araştırmaların biri bu kuramın sonunu getirdi.
    İnsanlar bilim yolunda daima arayarak; niçin, neden, nasıl, acaba sorularına sorarak kimi zamanlarda aldanarak, yanlışlar düşerek ilerleyebilmişlerdir.
    Bu aldanmaların nedeni şüphesiz ki beynimizin dış dünya ile tek bağlantı yolu olan algılama yetreneklerimizin sınırlı ve aldanabilir olmasıdır.
    Tersinim bilimsel konularda neticelere ulaşırken algılama yeteneklerimizin sınırlı, yanılabilir, aldanabilir oluşunun da dikkate alınması gerektiğini savunur.     Algılayamadıklarımızın dolaysıyla bilmediklerimizin gerçek olmadığını iddia etmenin, bunları bilim dışı ve yok saymanın akla mantığa ve bilime aykırı olacağı açıktır.
0 notes
maddeveevren · 9 years
Text
Antoine-Laurent de Lavoisier - flojiston ve oksjen
Tumblr media
         Antoine-Laurent de Lavoisier - flojiston ve oksjen
     Antoine-Laurent de Lavoisier 26 Ağustos 1743 Paris’te doğmuş, 8 Mayıs 1794 tarihinde yine Paris’te vefat etmiş Fransız kimyacıdır.
       Lavoisier yaşamında iki devrim görmüş bir kişidir.
    Devrimlerden biri, yüzyıllar boyunca simya adı altında sürdürülen çalışmaların, bugünkü anlamda gerçek kimya bilimine dönüşmesidir. Lavoisier bu devrimin kahramanıdır.     Kimya; dil, mantıksal düzen ve kuramsal açıklama yönlerinden bilimsel kimliğini Lavoisier'e borçludur denilebilir.
    İkinci devrim ise 1789 ihtilalıdır.
      Lavoisier bu devrimin getirdiği terörün kurbanıdır.
    Lavoisier ayrıca herkesçe bilindiği gibi adapta geri kalmış Fransızlara tuvalet adabını da öğretmiştir. Fransa'ya tuvaleti getiren ilk kişidir.
   Antoine-Laurent Lavoisier Paris'li zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir.
    Daha küçük yaşında iken annesini yitiren Lavoisier babasının yakın ilgi ve bakımıyla büyür; başlangıçta belki de onun etkisiyle hukukçu olmaya yönelir. Ancak bu arada uyanan deneysel bilim merakı çok geçmeden bir tutkuya dönüşür.
    Yirmi bir yaşına yeni bastığında, Paris'in sokaklarını aydınlatma proje yarışmasında birinciliği alır, Fransız Bilim Akademisi'nce altın madalya ile ödüllendirilir.
   25 yaşına geldiğinde, özellikle kimya alanındaki çalışmaları göz önüne alınarak Akademi'ye üye seçilir.
    Bu arada hükümetin özel bir komisyonunda görevlendirilen genç bilim adamı, metrik sistemin oluşturulması, Fransa'nın jeolojik haritasının çıkarılması gibi etkinliklerden tarımda verimin yükseltilmesine uzanan pek çok uygulamalı bilim çalışmalarını düzenler.
    Ayrıca o sırada bir tür abluka altında olan ülkesinin savunma ihtiyacı barutun üretim sorumluluğunu üstlenir.
    Lavoisier araştırmalarına başladığı dönemlerde, kimyada Antik Yunanlıların maddeye ilişkin dört element (toprak, su, ateş ve hava) öğretisinin yanı sıra yanmaya ilişkin flogiston kuramı geçerliydi.
   Yürürlükteki kurama göre yanma, yanan nesnenin flogiston denen, ama ne olduğu bilinmeyen, gizemli bir madde çıkarması demekti.
    Odun kömürü gibi yandığında geriye en az kül bırakanlar flogiston bakımından en zengin nesnelerdi.
                                                         = = = =
Tumblr media
                   Antoine-Laurent Lavoisier Antoine-Laurent Lavoisier eşi
                                                         = = = =
    Bilim adamlarının çoğunluk doyurucu bulduğu bu kurama ters düşen kimi gözlemler de yok değildi.
    Bunlardan biri yanma için havanın gerekliliğiydi. Bir diğeri, kurşun gibi madenlerin, erime derecesinde ısıtıldığında, yüzeylerinde oluşan oksitlerin, maddenin eksilen bölümünden daha ağır olmasıydı.
    Aslında yanma olayını açıklamadaki güçlüğün bir nedeni gazlara ilişkin bilgi eksikliğiydi denilebilir.
    1756'da İskoç kimyageri Joseph Black sabit gaz dediği karbon dioksiti buluncaya dek bilinen tek gaz hava idi.
    İngiliz kimya bilgini Joseph Priestley daha sonra deneysel olarak on kadar yeni gaz keşfetti. Bunlardan biri onun yetkin gaz dediği, ilerde Lavoisier'in oksijen adını verdiği gazdır.
    Priestley, oksijeni bulmasına karşın flogiston kuramından kopamadı. Yanma olayını bu kurama göre açıklamaya çalıştı. Kuram yanlış olduğundan bir başarıya ulaşamadı.
    Lavoisier yanma olayı ile 1770'lerin başında ilgilenmeye başlamıştır.
    Kapalı bir kapta fosfor yakınca gazın ağırlığının değişmediğini, oysa kabı açtığında havanın içeri girmesiyle birlikte gazın ağırlığının az da olsa arttığını saptamıştı.
    Bu gözlemin yürürlükteki kurama uymadığı belliydi, ama daha doyurucu bir açıklaması da yoktu.
    Lavoisier aradığı açıklamanın ipucunu bir kaç yıl sonra Priestley'le Paris'te buluştuğunda elde etmiştir
.     Priestley cıva oksit üzerindeki deneylerinden söz ederken bulduğu yetkin gazın özelliklerini belirtti. Oksijenin keşfindeki öncelik Lavoisier'in değildi ama bu gazın gerçek önemim ilk kavrayan bilim adamı oydu.
    Priestley'in deneylerini kendine özgü dikkat ve özenle tekrarlamaya koyuldu.
    Belli miktarda havaya yer verilen bir kapta cıva ısıtıldığında, cıvanın kırmızı cıva okside dönüşmesiyle ağırlık kazandığı, havanın ise aynı ölçüde ağırlık yitirdiği gördü. Bu çok önemli bir sonuçtu.
    Lavoisier deneylerinde bir adım daha ileri giderek cıvadan ayırdığı cıva oksidi tarttıktan sonra daha fazla ısıttı.
      Kora dönüşen kırmızı oksidin giderek yok olmaya yüz tuttuğunu, geriye belli sayıda cıva taneciğiyle, solunum ve yanma sürecinde atmosferik havadan daha etkili bir miktar elastik akıcı kaldığını saptadı.
      Elastik akıcı Priestley'in yetkin gaz dediği oksijendi.
    Lavoisier üstelik bu artığın ağırlığı ile cıvanın ilk aşamadaki ısıtılmasında azalan hava ağırlığının da eşit olduğunu belirledi.
    Dahası, cıva oksidin ısı altında cıvaya dönüşmesiyle kaybettiği ağırlığın etkili bölümün (yani oksijenin) ayrışması sonucu gerçekleştiğini tespit etti.
    Başta önemsenmeyen bu kuram, suyun iki gazın birleşmesiyle oluştuğuna ilişkin Cavendish deney sonuçlarını da açıklayınca, bilim çevrelerinin dikkatini çekmede gecikmemiş, kimya ilminin en önemli kuramı hâline gelmiştir.
    Cavendish deneylerinde, asitlerin metal üzerindeki etkisinden yanıcı dediği bir gaz elde etmiş, bunu flojiston sanmıştı.
    Ancak Priestley'in bir deneyi onu bu yanlış yorumdan kurtarmıştır.
    Priestley, hidrojen ve oksijen karışımı bir gazı elektrik kıvılcımıyla patlattığında bir miktar suyun oluştuğunu görmüştü.
    Aynı deneyi tekrarlayan Cavendish daha ileri giderek patlamada yanıcı gazın tümünün, normal havanın ise beşte birinin tüketildiğini, öylece oluşan maddenin su olduğunu saptamıştır.
    Bu da flogiston teorisinin yıkılması anlamına gelmekteydi
    Lavoisier ulaştığı sonucu Bilim Akademisi'ne bir bildiriyle sundu. Fakat bu sonuca ulaşmasında büyük yardımlarını gördüğü Priestley, Cavendish, vb. deneycilerin katkılarından söz etmedi.
    Lavoisier'in aslında ne yeni kimyasal bir nesne, ne de yeni kimyasal bir olgu keşfettiği söylenebilir. Onun yaptığı yeni ve işler bir sistem kurmaktır.
   1789'da yayımlanan Traité Élémentaire de Chimie adlı yapıtı, kendi alanında, Newton'un Principia'sı kadar değerlidir.
    Biri modern fiziğin, diğeri modern kimyanın temelini atmıştır.
    Lavoisier'i unutulmaz yapan bir özelliği de nesnelerin kimyasal değişimlerini ölçmede gösterdiği olağanüstü duyarlılıktı.
      Bu özelliği ona Kütlenin Korunumu Yasası diye bilinen çok önemli bilimsel bir ilkeyi ortaya koyma olanağı sağlamıştır.
    Lavoisier kimi kez kendi adıyla da anılan bu ilkeyi şöyle dile getirmişti:
    -Doğanın tüm işleyişlerinde hiç bir şeyin yoktan var edilmediği, tüm deneysel dönüşümlerde maddenin miktar olarak aynı kaldığı, elementlerin tüm bileşimlerinde nicel ve nitel özelliklerini koruduğu gerçeğini tartışılmaz bir aksiyom olarak ortaya sürebiliriz.
    Görüleceği gibi bu yüz yıllar önce Lucretius’un öne sürdüğü hiçbir madde yoktan var olmaz vardan da yok olmaz sadece şekil değiştirir kuramının bilimsel yöntemlerle kanıtlanıp, maddenin (enerjinin-entropi) sakımı kanunu olarak kabul edilmesidir.
    Tersinim bilimin temellerinden olan bu kanundan yola çıkarak Bir Büyük Bütünün varlığına ulaşır.
    Sonuç olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
    flojiston teorisi insanlığın sık sık düştüğü yanılgılardan birisidir. Fakat flojiston teorisi doğruları arayıp bulmada da bir araç olmuştur.
    Doğru ya da yanlış fikirler üretip ortaya koyan tüm bilim adamlarına minnetle anarız.
0 notes
maddeveevren · 9 years
Text
VAROLUŞUN İLK SAFHALARI
Tumblr media
               Oluşumun ilk safhaları hakkında görüşler
        Evrenin oluşmasının ikinci evresinde (patlamadan üç yüz seksen bin yıl sonra) evreni şekillendirip yol ve yön veren dört büyük gücün ortaya çıktığı iddia edilirse de bunun yanlış olduğu açıktır. Başlangıcın kütleleşme ve maddeleşme ile başlaması gerekliliği, evrene yön ve şekil veren güçlerinde ilk anlardan itibaren var olması anlamına gelir. Bunlardan birincisi güçlü nükleer kuvvettir.
    Güçlü nükleer gücün keşfinden ve bunun yıldızların enerji kaynağı olduğunun anlaşılmasından sonra evrendeki elementlerin nasıl oluştukları sorusu gündeme gelmiştir.
      Tersinime göre oluşum bölünme (fisyon) yoluyla ağırdan hafife doğru kademelidir ve devam etmektedir. Sonuçta diğerleriyle birlikte en hafif element olan hidrojen ortaya çıkar.
Tersinim buna genişim evresi olarak tanımlar. (Genişim evresi bölümüne bakınız)
   Fisyon nedeniyle yıldız çekirdeklerinin yoğunlukları azalmakta, kütleleri büyümektedir.   
    Daima basitten gelişkine doğru oluşumu varsaymak ve savunmak zorunda olan materyalizmin revaçta olduğu 1950’li yıllarda elementlerin oluşumu sorusu birbiriyle rekabet halindeki iki farklı görüşün önerdiği iki farklı süreçle cevaplanmaya çalışılıyordu.
   Statik (Durağan) hal teorisi taraftarları zaman boyunca sürekli olarak hidrojenin üretilmiş olduğu, güçlü nükleer gücün azar azar helyuma; daha sonra da yıldızların kalbindeki nükleer fabrikalarda sıra ile diğer ağır elementlere dönüşerek meydana geldiği görüşündeydiler.    Bu varsayıma göre gerek helyumun gerekse ağır elementlerin bölünmesi zaman boyunca sürekliliğini koruyordu. Çünkü helyumun oranı nükleosentez olgusuyla artarken, hidrojenin üretilmesi olgusuyla da oran olarak azalır gibi görünüyordu.
      Buna karşılık Big Bang taraftarları helyumdan uranyuma kadar tüm elementlerin başlangıçtaki evrenin sıcak evresi sırasında üretilmiş oldukları görüşündeydiler.
    Güncel tez ise her iki hipotezi sentezler, bir araya getirir.
    Güncel teze göre helyum ve lityum gerçekten başlangıçtaki ilk nükleosentez sırasında üretilmişlerdir. Bunun başlıca kanıtı hidrojen helyum, lityum gibi hafif element salınımlarının uzak kuasarlardaki incelenmesinden gelmektedir.
    Big Bang modeline göre bunların nispi salınmaları ilk nükleosentezden beri sürekliliğini koruyan tek bir parametreye sıkıca bağlıdır. Bu da fotonların yoğunluğunun baryonların yoğunluğuyla olan ilişkisi nedeniyledir.
    Diğer yöntemlerle de ölçülebilen bu tek parametreden hareketle helyum ve lityum izotoplarının salınması açıklanabilir.
    Aynı zamanda yakın galaksilerin içinde helyumun bölünmesinde bir artış gözlemlenmektedir ki bu, yıldızlarca sentezlenen elementler yoluyla yıldızlararası ortamın azda olsa gelişmekte olduğunun bir işareti olarak kabul edilir.
0 notes
maddeveevren · 9 years
Text
EVRENDEKİ TEMEL KUVVETLER
Tumblr media
        Genişim evresinin ilk anı, artarda gelen olaylar dizisi olarak tarif edilen zamanında başlangıcıdır. Diğer ifade ile genişimden önce her hangi bir olay olmadığından zaman olgusu da yoktur. Genişim ile birlikte var oluş saati de çalışmaya başlamıştır.
    Kütlesiz nur zerreciği evreni meydana getirecek yoğunlukta enerjiye sahiptir ama sonsuzda değildir.
    Diğer ifade ile evreni meydana getiren enerjinin, dolaysıyla bu enerjiden meydana gelen maddenin belirli bir miktarı vardır.
    Bu durum söz konusu enerjinin, ezelden gelip ebede gitmesi gereken kaynağının çok az bir kısmının (sadece minik bir zerresinin) kullanıldığı anlamına gelir. Bu da bütün ihtişamıyla gözlerimiz önünde duran evrenin bir Büyük Bütünün minik bir parçasından meydana geldiği demektir.
      Var olmamız Büyük Bütünün var olduğunun kanıtıdır.
      O Bütün ki ezelden gelip ebede gitmekte, yer şeyi sarıp sarmalamakta aguşuna almaktadır.    O tek bir bütündür; mutlak ilim, mutlak güç ve mutlak irade sahibi olmalıdır.(Geniş bilgi için maddenin sakımı kanunu bölümüne bakınız)
                                                           = = =  =
    Evren belirli kurallar çerçevesinde oluşmuştur. Bu kurallar genişim evresinin ilk anlarından itibaren ortaya çıkmıştır. Bu nedenle genişim evresinde kuralsızlık ve anarşi söz konusu değildir. Biz bunlara fizik kuralları, ilkeleri ya da yasaları diyoruz.
Kuralların yasaların ilkelerin olması evrenin bir düzen ve sistemler bütünlüğü olduğunu gösterir. Nedeni ise düzensizliklerde, sistemsizliklerde, karmaşalarda kural ve ilkelerin olmayacağıdır.
    Bu kurallar, ilkeler ya da yasalar modern fiziğin kabul ettiği dört temel kuvvet çevresinde toplanır.
      Bu kuvvetler genişim evresinin hemen ardından ilk atom altı parçacıkların oluşumuyla birlikte ve belirlenmiş zamanlarda ortaya çıkmışlardır.
    Atom altı parçacıkların oluşum zamanlarının özel olması devrede bir bilinç olduğunun en büyük ve güçlü kanıtlarından biridir. (Atom altı parçacıklar bölümlerine bakınız)
      Atom altı parçacıklar ve atomlar bu kuvvetlerin yönlendirme ve etkisiyle oluşmuşlardır. 
    Bu yönlendirme ve etkileme zamanlama ve güç kullanımı açısından şaşırtacak kadar hassas ve ince hesapların ürünüdür.
    Bu ince ve hassas hesaplara örnek olması, bu konuda bir fikir vermesi bakımından genişim evresinin hemen ardından başlayan bu yöndeki oluşumları bilmenin büyük faydası vardır.
    Fizikçiler doğa kuvvetlerini betimlemede pek çok araştırmalarda bulunmuşlar, bu konuda bazı ilerlemeler göstermişlerdi. Bu kuvvetlerin kimileri açıkça ayırt edilmiştir.
    Var oluşu ve zamanı yönlendirip şekil veren kuvvetleri:
   a)-Elektromanyetik kuvvet,
   b)-Güçlü nükleer kuvvet.
   c)-Yerçekimi kuvveti olarak bildiğimiz kütle çekim kuvveti,
   d)-Zayıf nükleer kuvvet,
    olmak üzere dört gruba ayırmak mümkündür.
    Bu kuvvetlerin hepsi birbirinden farklı şiddete ve etki alanına sahiptir ve var oluşun temelini oluştururlar.
   Bu dört kuvvet atomlar ve moleküllerin yapılarıyla yakından ilgili olduklarından daha geniş bilgiyi ilgili bölümlerde vermiştik. (Maddenin oluşumu ve diğer bölümlere bakınız)     Aşağıdaki bölümlerde bu kuvvetlerin etkileşimlerinden bahsedeceğiz.
    Elektromanyetik kuvvet: Elektromanyetik kuvvet, kütle çekimi dışında çok uzun mesafelerdeki cisimleri etkileyebilen tek kuvvettir.
   Elektromanyetik kuvvet, atom ve moleküllerin bağlanmasından yükümlüdür ve parçacıklar arasındaki uzaklığın karesiyle azalan, uzun menzilli bir kuvvettir.
      Elektromanyetik etkileşimin parçacıkları fotonlardır.
    Elektromanyetik kuvvet, şiddetli kuvvetin yüzde biri kadar olup atom ve moleküllerin birbirleriyle bağlanmalarını sağlar.
    Bilindiği gibi, canlı cansız tüm varlıklar moleküllerden, moleküllerde atom adını verdiğimiz temel yapı taşlarından meydana gelir.
    Atom; bir çekirdek ve çekirdeğin etrafındaki yörüngelerinde dönen eksi elektrik yüklü elektronlardan meydana gelir.
    Çekirdek ise artı elektrik yüklü protonlardan ve elektrik yönünden etkisiz olan nötronlardan ve diğer atom altı parçacıklardan oluşur.
     Bir atomun çekirdeğinde bulunan proton sayısı o atomun türünü belirler.
    Örneğin 1 protonu olan atoma hidrojen atomu, 2 protonu olan atoma helyum atomu, 26 protonu olan atoma demir atomu adı verilir.
   Diğer tüm elementler için de aynı durum geçerlidir.
    Atom çekirdeğinde bulunan protonlar pozitif, etrafında dönen elektronlar ise negatif elektrik yüküne sahiptir.
      Proton ve elektronun sahip oldukları bu zıt elektrik yükü aralarında bir çekim gücünün oluşmasını sağlar.
    Bu çekim ve elektronların çekirdek çevresindeki dönüşlerinden meydana gelen zıt yöndeki merkez kaç kuvveti birbirlerinin etkisini giderir ve sistemi dengede tutar.
    İşte zıt elektrik yüklü proton ve elektronları birbirine bağlayan bu kuvvete elektromanyetik kuvvet adı verilir.
    Fakat atomlar oluşan bu elektriksel ve kütlesel dengeleri yalnız başlarına koruyamazlar. Bir ya da bir kaçı bir araya gelerek daha dengeli yapılar olan molekülleri oluştururlar. Bu oluşumda diğerleri gibi rastlantısal değildir.
    Atom çekirdeği etrafındaki elektron yörüngelerinin özellikleri, atomların kendi aralarında ne tür bağlar yaparak ne tür moleküller oluşturabileceklerini de belirler. Bu kuvvet de diğer kuvvetler gibi son derece hassas dengeler içindedir.
     Bu dengeler var oluş için hayati öneme sahiptir.
    Evrendeki dört temel kuvvetten biri olan elektromanyetik kuvvetin değeri gerektiğinden çok az daha küçük olsaydı merkez kaç kuvveti çekim kuvvetine üstün gelecek, elektronlar boşluğa savrulacak, az miktarda elektron, çekirdek etrafındaki yörüngelerde tutunabilecek, elektriksel ve kütlesel dengeler oluşamayacaktı.
    Elektromanyetik güç gerektiğinden biraz daha büyük olsaydı bu kez de çekim gücü merkez kaç kuvvetine üstün gelecek, elektronların en azından bir kısmı protonun üzerine düşüp birleşerek nötrleşecek yine elektriksel ve kütlesel dengeler oluşamayacaktı.     Elektriksel ve kütlesel dengelerin molekül oluşumun temelini meydana getirdiğini, bu dengeler var olmadan hiçbir atomun diğerleriyle birleşmek üzere yörüngesini paylaşamayacağını, her iki durumda da canlılık için gerekli olan moleküllerin oluşamayacağını bir kez daha hatırlatalım.
    Evrendeki dört temel kuvvet her zaman bilim insanlarının dikkatlerini çekmiş, bu konuda sayısız araştırmalar yapmışlardır. Bunlardan birisi de Paul Dirac’tır.
   Paul Dirac 1927’de kendi elektron kuramında kuantum ile özel göreliliği başarıyla birleştirdi.     Birleştirdi ama bu birleşme kuantum kuramıyla elektromanyetik kuvvet arasında pek çok problemleri de beraberinde getirmekteydi.
    Bunun nedeni de elektronun bazı özellik değerleri hesapladığında yeni görelilikçi kuantum kuramlarına göre yanıtın sonsuz oluşudur.
   Kuantum Elektrodinamiğinin kurucularından Lederman bu konuda şunları anlatıyor:
    -Sonsuz denen matematiksel niceliği canlandırmanın bir yolu tam sayıların toplam sayısını düşünmek sonra da buna bir sayısını eklemektir. Her zaman bir fazlası vardır.
    Bir başka yol, bu zeki ama derinden mutsuz kuramcıların hesaplamalarında ortaya çıkması daha olası yol paydası sıfır haline gelen bir kesri hesaplamaktır. Çoğu cep hesap makineleri aptalca bir şey yapmış olduğunuz konusunda sizi uyarırlar.
      Eski röleli hesap makineleri gıcırtılı birtakım sesler çıkartır ve genellikle koyu bir duman salıp dururlardı. Kuramcılar sonsuzları elektromanyetizmle kuantum kuramının evliliğinde kullanılan yolun derinlerinde yanlış bir şeyler bulunduğunun bir işareti olarak gördüler. Belki de bizi fazla kışkırttığı için bu mecazı kullanmamız gerekir.
0 notes
maddeveevren · 9 years
Text
KÜTLE ÇEKİM KUVVETİ
Tumblr media
       Evrendeki kompleks düzenlere etki eden kuvvetlerin en önemlilerinden biri kütle çekimi veya gravitasyon denilen yer çekimi kuvvetidir. Newton, bu gücün yalnızca elmaları ağaçtan düşürmeye değil, aynı zamanda gezegenleri de yörüngelerinde tutmaya yarayan esrarlı bir güç olduğunu söylemişti.
   Kütle çekimi doğrudan algılayabildiğimiz tek kuvvet olmasına rağmen hakkında en az bilgi sahibi olduğumuz kuvvettir.
   Bu kuvvet evreni oluşturan kütlelerin boşlukta bir denge ve düzen içinde birbirlerine bağlanmalarını sağlar.
    Çekim kuvvetinin parçacıkları gravitonlardır.
                                                             = = = =      
Tumblr media
               Tersinime göre  her cismin hacmi ve yoğunluğuyla  doğru orantılı olmak üzere kütle çekim gücü vardır.
Güçlü olanlar zayıf olanları üzerlerine çeker.
Evrendeki her cismin çekim gücüne uygun olarak son maddeden oluşmuş diğer yerlere göre daha yoğun küre şeklinde menziline göre yoğunluğu değişen bir çekim alan kütlesi vardır.
Galaksi çekim kuvveti içindeki cisimlerin çekim güçlerinin bileşkesidir. 
  Bu alan evrenin dalgalanmasına neden olur.
                                                     = = = =                                                                 Çekim kuvvetinin şiddeti, şiddetli kuvvetin on üzeri eksi otuz sekiz katı olan uzun menzilli bir kuvvettir.
   Bu etkileşim, gezegenleri, yıldızları ve galaksileri bir arada tutan bu kuvvetin temel parçacıklar üzerine etkisi önemsenmeyebilir. Bu yüzden çekim kuvveti, tüm kuvvetler içinde en zayıf olanıdır.
    Parçacıklar arasındaki etkileşim, alan parçacıklarının veya kuantumlarının alış verişi olarak tanımlanabilir.
   Elektromanyetik etkileşim olayında alan parçacıkları fotonlardır. Yani elektromanyetik kuvvete, elektromanyetik alanın kuantumları olan fotonlar aracı olur.
    Şiddetli kuvvetin alan parçacığı gluon adını alır.
   Zayıf kuvvetin kuantumları, W ve Z bozonlarıdır.
   Çekim kuvvetinin alan parçacıkları ise gravitonlardır.
    Kütle çekimi atomlarda bulunan elektriğin manyetik alanlarının bileşkesidir.
    Kütle ne kadar yoğun ve büyükse kütle çekmiş kuvveti de o kadar büyük ve güçlü olur. Bu güçte evrendeki diğer güçler gibi tam bir uyum ve denge içindedir ve içinde yaşadığımız evrenin oluşabilmesine olanak verecek sabit bir değere sahiptir.
       Tersinim elektromantik güç ile çekim gücünü ayırmaz. Birbirlerinin sonucu olarak görür. Bir bakıma kütle çekim gücü elektromanyetik gücün ürünüdür diyebiliriz.
   Yazdığımız gibi kütle çekimi cisimlerin büyüklük ve yoğunluklarıyla doğru orantılı bir kuvvettir.    Cisim ne kadar büyük ve yoğun olursa kütle çekimi kuvveti de o kadar büyük olur.
    Diğer ifade ile kütle çekim kuvvetinde güçlü olan, güçsüz olanı kendine doğru çeker. Evrene yön ve şekil veren bu kuvvettir.
 Evrendeki cisimler birbirleri etrafında dönerek tam bir hareket halinde olduklarından dönüşün ortaya çıkardığı merkez kaç kuvvet çekim kuvvetine eşittir. Bu nedenle birbirlerinin çekimsel etkilerini giderirler, içe doğru çökmezler.
    Güçlü çekim kuvvetine sahip olanların güçsüz çekme kuvvetine sahip olanları, diğer ifade ile büyük olanların küçükleri çektiğine göre evren en güçlü olanın üzerine çökmesi gerekirdi ama öyle olmaz.
     Burada bütün evren için geçerli olan çok hassas dengelerin olduğu hemen anlaşılır.
    Bu dengelerin en önemlisi çekim gücü ile merkez kaç kuvvetin birbirlerine eşit olmalarıdır. Bu eşitlik çok önemlidir.
    Evreni dolduran cisimlerin çeşitli büyüklük ve yoğunluklarda olması bu eşitliği sağlayan düzenin önemini bir kat daha artırır ve bizleri şaşırtır.
    Gerçekten de bu düzen ilginç, harika ve harikuladedir.
    Eğer çekim gücü biraz fazla olsa çekilen çeken üzerine düşecek, eğer çekim gücü biraz küçük olsa merkez kaç kuvveti bu kuvvetten büyük olacağından cisim uzayın derinliklerine fırlatılıp gidecek, her iki halde de evren oluşamayacaktı.
    Çekim gücü çeken cismin büyüklük ve yoğunluğuyla; merkez kaç kuvvetinin de merkezden uzaklık, dönen cismin yoğunluğu ve büyüklüğü, dönüş hızıyla doğru orantılı olduğundan bu eşitliğin sağlanması tam bir var oluş mucizesidir.
Tumblr media
Kütle çekim cisimlerin kütlesi ve yoğunluğuyla doğru orantılı olmak üzere değişir.
    Evrenimizi dolduran katrilyonlarca gök cismi olduğu ve bu gök cisimlerinin birbirleriyle sadece kütle çekimiyle bağlandığını, çekim gücü ile merkez kaç kuvvetlerin eşitliği nedeniyle çökmesi ya da boşluğa savrulmaması bu mucizenin evrenin var oluşumunda ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşılır. Bir başka ifade ile bu mucize evrende katrilyonlarca defa tekrarlanmıştır.
                                                             * * * *
Tumblr media
    Evren; katrilyonlarca yıldızı içinde barındıran milyarlarca galaksiyi, süpernova denen dev yıldızları, nötron yıldızlarını, pulsar denen ve bir motor gibi kendi etrafında hızla dönen minik yıldızları, kuyruklu yıldızları, kara delikleri, çeşitli büyüklükte katrilyonlarca göktaşlarını ve henüz bilmediğimiz çok ve çeşitli gök cisimlerini içinde barındırır.
    Bunların büyük bölümü birbirleriyle çekim gücüyle bağlıdır ve birbirleri etrafında dönerler.     Evren anlatmaya çalıştığımız güç dengeleriyle var olmuştur, bu dengelerle de varlığını korumaktadır.
    Evrende bu dengelerin dışında kalan çok küçük bir kısımda vardır.
    Bu kısım süpernova denilen dev yıldızların patlamalarıyla başıboş uzaya savrulmuş patlama artantıları olan göktaşlarıdır.
    Bu göktaşları kendilerine en yakın ve kendilerinden daha büyük olan gök cisimlerinin çekimine kapılırlar.
    Düzensiz olmaları nedeniyle bir merkez kaç kuvvetine sahip olmadıklarından çekimine kapıldıkları cismin üzerine düşerler.
    Sık, sık gözlemlediğimiz ve yıldız kayması diye adlandırdığımız olayın gerçek nedeni atmosferimize giren ve sürtünme nedeniyle yanan bu göktaşlarıdır.
    Eğer kütle çekim gücü, karşıtı olan merkez kaç kuvveti ve bu iki güç arasındaki inanılmaz denge olmasaydı evren gök taşları gibi en küçükten en büyüğe doğru birbiri üzerine düşecek, sonuçta çöküp yok olacaktı.
    Dünyanın ve diğer gezegenlerin Güneş'in etrafında belirli bir yörüngede kalabilmelerinin nedeni de yine kütle çekimi kuvvetidir. Bu kuvvet sayesinde yeryüzüne tutunabilmekteyiz.     Yapılan araştırmalar evreni oluşturmanın ve varlığını korumanın temeli daha önce bahsettiğimiz olan bu dört gücün vazgeçilmezliğini, özenle seçilmişliğini göstermektedir.     Ünlü moleküler biyolog Michael Denton Doğanın Kaderi: Biyoloji Kanunları Evrendeki Amacı Nasıl Gösteriyor adlı kitabında şunları yazmaktadır:
    -Eğer kütle çekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman evren çok daha küçük bir yer kaplardı ve ömrü de çok daha kısa sürerdi.
    Ortalama bir yıldızın kütlesi, şu anki güneşimizden bir trilyon kat daha küçük olurdu ve yaşama süresi de bir yıl kadar olabilirdi.
    Öte yandan, eğer yerçekimi kuvveti birazcık güçsüz olsaydı, hiçbir yıldızın oluşması mümkün olmazdı.
    Var oluşta diğer kuvvetler arasındaki dengeler de son derece hassastır.
   Eğer güçlü nükleer kuvvet birazcık daha zayıf olsaydı, o zaman evrendeki tek kararlı element hidrojen olurdu. Başka hiçbir atom dolaysıyla element oluşamazdı.    Eğer güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvete göre birazcık daha güçlü olsaydı, o zaman da evrendeki tek kararlı element, çekirdeğinde iki proton bulunduran bir atom olurdu.
    Bu durumda evrende hiç hidrojen olmayacak, yıldızlar ve galaksiler oluşsalar bile, şu anki yapılarından çok farklı olacaklardı.
    Açıkçası, eğer bu temel güçler ve değişkenler şu anda sahip oldukları değerlere tamı tamına sahip olmasalar, hiçbir yıldız, süpernova, gezegen ve atom olmayacaktı. Tabi ki hayat da oluşmayacaktı.
   Ünlü fizikçi Paul Davies ise, evrendeki fizik yasalarının tespit edilmiş bu ince ve hassas ölçüleri karşısındaki hayranlığını şöyle ifade eder:
    -Ve insan kozmolojiyi araştırdıkça, inanılmazlık giderek daha belirgin hâle gelir. Evrenin başlangıcı hakkındaki son bulgular, genişlemekte olan evrenin, hayranlık uyandırıcı bir hassasiyetle düzenlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır.
    Einstein ise olaya daha derin bir boyut getirerek kütle çekiminin dev yıldızları nasıl içlerine çökertip kara deliklere dönüştürdüğünden bahsetmiştir.
       Bu ara tersinmime göre karadeliklerin ilk madde ya da ardılarından oluşmuş son derece yoğun maddeler olduğunu belirtelim.
                                                                  = = = =
Tumblr media
      Basit parçacıkların birbirleriyle etkileşmeleri dört temel kuvvet aracılığıyla olmaktadır.     Bilinen en eski kuvvetler olan kütle çekim kuvvetleri ile elektromanyetik kuvvetlerin uzun erimli olduklarını belirtmiştik.
      Bilinen diğer iki kuvvet türü olan zayıf kuvvetler ve şiddetli kuvvetler ise kısa erimlidir.
    Bu kuvvetler kendilerini ancak çekirdek içi olaylarda gösterir.
    Atom içi parçacıklar bölümünde bahsettiğimiz Leptonlar, yalnızca zayıf etkileşmelere girer.
    Kuarklar ise hem zayıf hem de şiddetli kuvvetlerle etkileşir.
    Kuarklar arasındaki mesafe azaldıkça aralarındaki etkileşme kuvveti sıfıra gitmektedir. Böylece kuarkların, hadronların içerisinde serbest parçacıklar gibi davrandıkları anlaşılmaktadır.     Kuarkların hadronları oluşturmasından ve çekirdek içinde bir arada tutulmasından şiddetli etkileşimler sorumludur.
    Zayıf etkileşimler ise parçacıkların bozunumunda kendini gösterir. Örneğin nötron beta bozunmasına uğrar.
    Yani durduğu yerde bir proton, bir elektron ve bir elektron nötrinosuna bozunur.
    Bu süreçte bir atom çekirdeği, bir başka atomun çekirdeğine dönüşür.
    Gerçekte radyoaktif bozunma olaylarının tarifinde kuantum mekaniği de yetersiz kalmaktadır.    Bu tür olaylar, kuantum kurallarıyla özel görelilik kuramının kaynaştırılması sonucu inşa edilen kuantumlu alan kuramları yardımıyla tarif edilmektedir. Bu tür kuramların ilk ve en başarılı örneğini kuantum elektrodinamiği oluşturmaktadır.
    Kuantum elektrodinamiğinde, elektrik yüklü parçacıkların etkileşmesi, elektromanyetik alanın foton denen kuantumlarının alınıp verilmesinden kaynaklanmaktadır.
    Zayıf, elektromanyetik ve şiddetli kuvvetler nitelik olarak birbirlerinden çok farklıdır.
    Bunun nedeni evrenin soğuk bir döneminde bulunmamızla açıklanmaktadır.
      Yani bilinen parçacıklar ve aralarında etkin olan kuvvetler, normal şartlarda düşük sıcaklıklarda veya diğer bir deyişle düşük enerjilerde gözlenmektedir.
      Kozmik ışınlarda veya çok güçlü hızlandırıcı ve çarpıştırıcılarda yüksek enerjilere çıkılarak gözlemler yapıldığında bu üç temel kuvvet arasındaki nitelik farklarının giderek azalma eğilimleri gösterdikleri saptanmıştır.
    Bunu anlamak için öncelikle temel etkileşmelerin nicel olarak birbirleriyle nasıl karşılaştırılabileceğini görmeliyiz.
    Duran bir atom çekirdeğinin elektrik yükünü ölçmek için üzerine yüklü bir parçacık yollar ve bunun saçılmasına bakarız.
    Çekirdek üzerine yollanan yüklü parçacık, çekirdeği perdeleyen elektron zırhıyla karşılaşır. Bu parçacığın enerjisi ne kadar büyükse çekirdeğin çıplak yükü o kadar net gözükür, çünkü çekirdeği perdeleyen elektron etkisi azaltılmış olur.
    1967 yılında Abdus Salam ve Steven Weinberg' in oluşturduğu Elektro Zayıf Etkileşmeler Kuramı yardımıyla yüksek enerjilerde elektromanyetik etkileşmelerle zayıf etkileşmeler tek bir etkileşmenin değişik görünümleri şeklinde yorumlanabilmiştir.
    Salam-Weinberg Kuramı'nda, elektromanyetik kuvvetlerin foton adı verilen elektrikçe yüksüz kuantumlar aracılığıyla iletildiği kabul ediliyor.
      Elektromanyetik etkileşmelerin uzun erimli olması foton kütlesinin sıfır olmasıyla açıklanmaktadır.    Zayıf etkileşimlerin kuantumları ara bozonlardır.
    Zayıf kuvvetlerin çok kısa erimli olup ancak 10 üzeri eksi -16 cm’den daha küçük mesafelerde etkin olmaları onların belirli kütlesi olmasıyla olasıdır.
    Bu yüzyılın en büyük keşiflerinden biri 1983 yılında Cenevre' de CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) laboratuarlarında gerçekleştirildi. Sonuçta zayıf bozonlar, öngörülen kütle değerlerine çok yakın enerjilerde gözlendi.
    Bu deneye benzer bir başka deneyin aynı laboratuarda 2008 yılında yapılmaya başlandığını fakat uzun süreçli olduğundan kesin netice alınamadığını görmekteyiz.
Tumblr media
  küle çekim cisimlerin kütlesi ve yoğunluğuyla dıoğru orantılıdır
     Aynı deneyde son alınan bilgilerde Tanrı parçacığı adı verilen bir parçacığın varlığına ulaşıldığı açıklanmıştır. Deneyler devam etmektedir.
   Parçacıklar, etkileşimleriyle kendilerini gösterir. Bunlar yukarıdaki bölümlerde bilgi verdiğimiz dört temel kuvvete maruz kalırlar. Parçacıklar arasında etkileşim alan parçacıklarının ya da kuantumlarının birbiri arasındaki değişimi olarak tanımlanır.
    Dört temel kuvvetin birbirleriyle etkileşimlerinin bir bütünün parçası olduğu kesindir.
   Diğer ifade ile dört temel kuvvet çok hassas dengeler içeren kompleks sistemler oluşturmaktadır. Bir bakıma varoluşun ilk anlarında atomlar oluşmak zorundadır.
      Artık atom ve moleküllerin zannedildiği gibi basit yapılar olmadıkları çok iyi biliniyor.
   Maddenin temel parçacığı olan atomların zannedildiği gibi basit yapılar olmadığının inkârı mümkün olmayan bir netlikle bilinmesi pek çok tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
0 notes
maddeveevren · 9 years
Text
ZAYIF VE GÜÇLÜ NÜKLEER KUVVETLERİ
Tumblr media
     Güçlü nükleer kuvvet: Bütün evrenin, canlı-cansız her şeyin yapı taşı olan atomların, nasıl olağanüstü bir yapılanmayla maddeyi oluşturduğunu artık biliyoruz.
    Son derece küçük olan bu parçacıklar kendi içlerinde asla rastlantısal olamayacak kadar mükemmel bir organizasyona sahiptirler.
    Atomlar aynı zamanda içlerinde muazzam bir enerjiyi de barındırır. Bu, madde dünyasının en büyük enerjisidir. Fakat saf enerjiyle kıyaslandığında çok küçüktür. (Maddenin sakımı kanununa bakınız)
    Atom çekirdeğini oluşturan protonları ve nötronları bir arada tutan kuvvet Güçlü Nükleer Kuvvet olarak tanımlanır. Nükleer enerji denilen bu muazzam güç, çekirdekteki bu kuvvetin serbest bırakılmasıyla ortaya çıkar.
    Bu enerjinin büyüklüğü çekirdekteki proton nötron sayısına göre değişir. Çekirdek büyüdükçe proton nötron sayıları ile bunları bir arada tutan kuvvetin gücü ve büyüklüğü de artar.
    Büyük bir çekirdekte, protonların ve nötronların birlikteliğini sağlayan bu kuvveti serbest bırakmak son derece zordur. Fakat gelişen teknoloji bunu başarmıştır.
    Protonlar artı elektrik yüklü parçacıklardır. Elektromanyetik kanununa göre zıt işaretli elektrik yüklü parçacıklar birbirlerini çeker, aynı işaretli elektrik yüküne sahip parçacıklar ise birbirlerini iterler.
    Yani elektron ve protonlar zıt işaretli elektrikle yüklü olduklarından birbirlerini çeker, protonlar aynı işaretli elektrikle yüklü olduklarından diğer protonları, elektronlar da diğer elektronları iterler.
    Pek çok atom türünün çekirdeğinde onlarca proton birbirine yapışık bir şekilde bulunur.     Doğal olarak bu protonların bir araya gelir gelmez büyük bir enerjiyle birbirlerini itmeleri ve her birinin uzaklaşarak uzaya dağılmaları gerekirdi. Ancak böyle olmaz.
    Atom çekirdeğindeki protonlar büyük bir kararlılıkla birbirlerine bitişik bir biçimde dururlar. Çünkü onları birbirine adeta yapıştıran ve elektromanyetik itme kuvvetinden çok daha güçlü olan bir kuvvet vardır ki buna güçlü nükleer kuvvet denir. Bu kuvvet bilinen en güçlü kuvvettir.
    Bu muhteşem kuvvetin değeri evrenin en kilit sayılarından biridir.
    Güçlü nükleer kuvvet sabitinin değerindeki yüzde birkaçlık azalma ya da artmayla yaşamın en temeli olan karbon elementi var olamazdı.
    Biraz daha ciddi bir oynama ise tüm fizik kanunlarının değişmesine ve evrendeki denge ve düzenin alt üst olmasına neden olurdu.
    Atom çekirdeğini bir arada tutan güçlü nükleer kuvvetle diğer bir evrensel kuvvet olan elektromanyetik kuvvet arasındaki oran son derece hassas değerlerde düzenlenmiştir.
      Görüldüğü gibi atomlar küçük kuvvetlerle büyük kuvvetlerin kontrol altına alındığı basite indirgenemez kompleks yapılardır.
                                                              * * * *
        Güçlü nükleer kuvvet, proton ve nötronları çekirdek içinde tutan kuvvetin adıdır. Bu kuvvet çekirdek boyutlarında yani yaklaşık 10üzeri eksi-15 m (Bir metrenin bir katrilyonda biri) boyutlarında etkilidir.
    Şiddetli kuvvet etkileşiminin parçacıklarına gluon adı verilir.
    Şiddetli kuvvet, oldukça kısa menzillidir; protonları ve nötronları çekirdek içinde tutmakla yükümlüdür.
    Bu kuvvet, nükleonları bir arada tutan birleştirici rolü oynayan temel kuvvetler içinde en güçlü olanıdır.
    Şiddetli kuvvet, kısa menzilli olup, yaklaşık on üzeri eksi on beş metre (yaklaşık çekirdek çapı) den daha büyük uzaklıklardan önemsenmez.
    Eğer güçlü nükleer kuvvet elektromanyetik kuvvete göre biraz daha zayıf olsaydı, atom çekirdeğini oluşturacak protonları bir arada tutunamaz ve elektromanyetik güç nedeniyle birbirlerini iterek uzaya dağılırlardı. O zaman da birden fazla proton içeren hiçbir atom oluşamazdı. Dolayısıyla, evrendeki yegâne element tek protonlu hidrojen olurdu.
     Eğer güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvete göre biraz daha güçlü olsaydı, bu kez de evrende tek protonlu atomlar yani hidrojen atomları hiçbir zaman oluşamayacak, oluşsa bile varlığını sürdüremeyecekti.
    Çünkü nükleer kuvvet elektromanyetik kuvvete çok daha fazla baskın geleceğinden, evrendeki tüm protonlar birbirleriyle birleşme eğilimine girecek ve biraz önce belirttiğimiz gibi tek protonlu hidrojen atomları var olamayacaktı.
    Bu durumda yıldızlar ve galaksiler oluşamayacak; oluşsalar bile, şu anki yapılarından çok farklı olacaklardı.
     Açıkçası, eğer bu temel güçler ve değişkenler şu anda sahip oldukları değerlere tam tamına sahip olmasalardı atomlar, moleküller, dünyamız gibi orta boy yıldızlar, dev yıldızlar olan süpernovalar ve elbette ki gezegenler var olamayacaktı. Bunun sonucunda doğal olarak hayat diye bir şey de olmayacaktı.
    Atom içi bu dengeler var oluşun en önemli nedenlerinden biridir.
    Bu denge sayesinde maddeler var olur. Bu nedenle bir anda bozulmaya uğramaz. Bir kaçı hariç son derece dengelidirler. Canlılara zarar verebilecek ışınları yaymaz.
    Atomlar dengesini çekirdeğindeki protonlarla nötronlar arasında var olan zayıf nükleer kuvvet sayesinde elde eder. Atomlar ve moleküller kütlesel ve elektriksel bir denge içindedirler.
    Bu kuvvet özellikle içinde fazla nötron ve proton bulunduran çekirdeklerin dengesini sağlamada önemli bir rol oynar.
    Bu dengeyi sağlarken gerekirse bir nötron bölünüp gerekli olan atom altı parçacıklara dönüşebilir. (Nötronların proton, elektron ve nötrinolardan oluştuğunu hatırlayalım)     Bir nötronun örneğin protona dönüşmesi atom içi dengeler nedeniyle diğer atom içi parçacıkların; örneğin elektron sayılarının değişmesi anlamına gelir. Bu da farklı bir atom demektir.
                                                             * * * *
    Kütle çekimi, elektromanyetik kuvvetler gibi evrensel yasaları düzenleyen kuvvetleri incelediğimizde, bu kuvvetlerin de son derece ince ayarlanmış olduklarını ve bu değerlerin kendi aralarında son derece kritik oranlarda dengelenmiş olduklarını görürüz.
    Güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler atomların yapılarını belirler.
    Yerçekimi ve elektromanyetik kuvvetler ise, atomlar arasındaki ilişkileri, bu ilişkilerin oluşturduğu maddeler arasındaki dengeleri belirlerler. Bunların tümü evrendeki kusursuz düzeni oluşturur.
     Görüldüğü gibi belirli kurallarla evreni yön verip şekillendiren kuvvetler arasında, evreni meydana getiren basite indirgenemez kompleks yapıların oluşumunda tam bir uyum ve işbirliği vardır.
       Bu uyum, işbirliği ve dengeler varoluşun ilk anlarından itibaren var olmuş olmalıdır. Daha sonra meydana geldi varsayımı patlamanın doğallığına terstir.  Bu nedenle varoluşun ilk anları big bang değil genişim evresidir.
                                                                = = = =
     Kuvvetler arasında öyle hassas bir oran ve denge vardır ki bu oran ve denge çok özel kurallarla belirlenir.
    Temel kuvvetlerden sadece biri bu özel kuralların yön ve şekil vermesiyle oluşan hassas oran ve dengelerle parçacıklar üzerinde atomların oluşumu yönünden gereken etkiyi yapabilir.
     Zayıf nükleer kuvvet: Zayıf nükleer kuvvet çekirdekteki kararsızlığı (radyoaktifliği) üretmeye eğilimlidir. Zayıf nükleer kuvvete W ve Z bozonları denen parçacıklar değiş tokuşu eşlik eder.
     Zayıf kuvvet, belli bir çekirdekteki kararsızlığı üretmeye e��ilimli kısa menzilli bir kuvvettir.     Bu kuvvet, beta bozunması gibi radyoaktif bozunmalardan sorumlu olup, şiddetli kuvvetin yaklaşık on üzeri eksi on üç katıdır. (Bilim adamları, zayıf ve elektromanyetik kuvvetlerin tek bir kuvvetin iki sonucu olarak görüyorlar ve ona elektro zayıf kuvvetler diyorlar).
     Atom çekirdeğinin büyük bir bölümünü meydana getiren proton artı, çekirdeğin etrafında büyük bir hızla dönen elektronlar ise eksi elektrik yüklüdür.
     Aynı işaretli elektrik yükleri birbirlerini iter; aksi işaretli elektrik yükleri ise birbirlerini çekerler. Bu bir fizik kuralıdır.
     Atom çekirdeğinin artı, elektronların ise eksi elektrik yüklü olmaları nedeniyle birbirlerini çekmeleri sonuçta birleşerek nötr olmaları gerekir ama böyle olmaz.
     Proton ve elektronun birleşerek nötr olması atomun, dolaysı maddenin oluşamaması anlamına gelir.
    Çekirdeğin etrafında dönen elektronlar çok küçük olmalarına rağmen yine de bir kütleleri vardır.
     Çekirdeğin etrafında dönmeleri sonucunda oluşan merkez kaç kuvveti çekme kuvvetine eşittir. İki zıt fakat eşit kuvvet birbirlerinin etkilerini sıfırlar.
     Bu nedenle çekirdeğin etrafında hızla dönen elektronlar çekirdeğe düşmedikleri gibi çekirdekten uzaklaşmazlar. Bu yapıcı etki atom altı parçacıklarını bir araya getirir ve atomu oluşturur. Bu son derece hassas etkiye neden olan güce zayıf nükleer kuvvet denilir.      Biz buna benzer bir dengeler koleksiyonunu tüm evrende gözlemlemekteyiz.
     Çekirdeklerinde protonlarla birlikte nötron gibi elektriksel yükü olmayan parçacıklarda bulunur. Bu parçacıkların atom içi kütlesel dengeleri sağlamakla birlikte molekülleri oluşturmakta çok önemli görevleri vardır.
     Zayıf nükleer kuvvet aynı zamanda bu tür bazı atom altı parçacıklar tarafından taşınan ve bir tür radyoaktif parçalanmaya neden olan bir kuvvettir. Bu nedenle çok özel hesaplanmış bir değere sahip olması bu yönden de çok önemlidir.
     Zayıf nükleer kuvvetin kontrolünde olduğu radyoaktif parçalanmaya bir örnek olarak nötronların, bir proton, bir elektron ve bir anti-nötrino açığa çıkararak parçalanmasını verebiliriz.
     Gerçektende çekirdeğin temel parçacıklardan bir diğeri olan nötron; bir proton, bir elektron ve bir anti nötrino gibi atom altı parçacıklarıyla bir araya gelmesiyle oluşur.     Zayıf nükleer kuvvetlerin etkisiyle gerektiğinde bir nötron bu parçalara ayrışabilir.
     Bu yolla atomlar bir başka elementin atomlarıyla daha kolay birleşir, dengeler kurar, bileşikleri oluşturur. Fakat bu ayrışım ve bileşim çok ince ve hassas dengeler ve sınırlar içinde olmalıdır.
     Eğer zayıf nükleer kuvvet değerinin var olandan biraz büyük ya da küçük olması günümüzde gözlemlediğimiz ve yaşam için şart olan doğal element zenginliğini imkansız kılardı. Evren ya hidrojen helyum gibi nötron yönünden fakir yani hafif ya da uranyum gibi nötron yönünden zengin ağır elementlerden oluşur; ortadaki azot, demir, çinko, alimünyum vb. gibi yarı ağır elemetler var olamazdı.
                                                                  = = = =
       Zayıf nükleer kuvvetin hassas değerini kritik hâle getiren unsurlardan biri de bu kuvvetin nötrino adı verilen atom altı parçacıklar üzerindeki etkisidir.
     Nötrinolar yaşam için zorunlu olan elementlerin süpernova patlamalarında uzaya fırlatılmasında kilit rol oynarlar. Nötrinolar üzerinde etki edebilen tek evrensel kuvvet ise zayıf nükleer kuvvettir.
     Eğer zayıf nükleer kuvvet biraz daha küçük olsaydı, nötrinolar hiçbir çekim alanına yakalanmadan çok daha kolay ve serbest hareket edebilecek, uzayın dört bir yanına düzensiz olarak dağılacaklardı.
     Bunun sonucunda ise, bir süpernova patlaması esnasında, yıldızın dış tabakalarıyla yeterli derecede reaksiyona giremeden kolaylıkla kaçabilecek, bu da elementlerin uzaya atılmalarını engelleyecekti.
     Zayıf nükleer kuvvet daha büyük olsaydı, nötrinolar süpernovaların merkezlerinde tutsak kalacak ve yine hayatın yapı taşı olan elementlerin uzaya fırlatılmasını sağlayamayacaklardı.       Görüleceği gibi atom altı parçacıların; ardından atomların, moleküllerin ve dolaysıyla maddenin oluşmasıyla evrenin oluşması arasında çok sıkı, hassas ve kompleks dengeler, bağlantılar vardır.
        Bu bağlantılar ve bu bağlantıların oluşturduğu dengeler öylesine hassas, sıkı ve komplekstir ki birindeki en küçük oynama diğerlerini bozabilir, bu nedenle evrenin, dolaysıyla hayatın oluşması imkânsız hâle gelebilirdi.
     Her element atomlarının ayrı ayrı yapılarda olması bu denge değerlerinin değişik olduğu anlamına gelir.
     Bir iğne ucunda milyarlarca atomun var olduğu düşünülürse böyle bir oluşumun sayılarla ifade edilemeyecek kadar çok oluşması gerekecektir ki bunun rastlantılarla meydana gelmesi mümkün değildir.
     Ayrıca atomlar kendi aralarında birleşip molekülleri oluştururken iç dengelerini korudukları gibi yeni elektriksel ve kütlesel dengeler de kurarlar.
     Atomların kendi içlerinde, birleşip molekülleri oluştururken elektriksel ve kütlesel dengeler kurması hem atomların hem de moleküllerin basite indirgenemez kompleks sistemler olduklarının en büyük kanıtıdır.
                                                                * * * *
       Big Bang'in (genişim evresinin) büyük bir delili olan kozmik fon radyasyonunu ilk kez Robert Wilson ile birlikte gözlemleyen ve bu nedenle 1965'te Nobel ödülü kazanan Arno Penzias ise, evrendeki bu olağanüstü tasarım karşısında şu yorumu yapmaktadır:       -Astronomi bizleri çok olağanüstü bir olaya götürmektedir: Hiç yoktan yaratılmış bir evren. Hayatın oluşmasına izin verecek gerekli şartları tam olarak sağlayacak hassas bir denge ile kurulmuş, bu amaca yönelik bir plana sahip olan bir evren.
    Kolombiya Üniversitesi'nden teorik fizik profesörü Robert Jastrow da bu büyük gerçeği:      -Fizikçilere ve astronomlara göre, evren tam insanın içinde yaşayabileceği çok dar bir değerler aralığında inşa edilmiştir. Bu gerçek insani ilke olarak adlandırılır. Bu, benim görüşüme göre, bilimin bugüne kadar varmış olduğu en metafizik sonuçtur şeklinde ifade etmektedir.
3 notes · View notes
maddeveevren · 9 years
Text
RADYOAKTİVİTE
Tumblr media
                                      Radyoaktivite
         Radyasyon, dalga, parçacık veya foton olarak adlandırılan enerji paketleri ile yayılan enerjidir. Radyasyon doğada var olan ve birlikte yaşadığımız bir olgudur.
     Radyo ve televizyon iletişimini olanaklı kılan radyo dalgaları; tıpta, endüstride kullanılan x-ışınları; güneş ışınları; günlük hayatımızda alışkın olduğumuz radyasyon çeşitleridir.     Bir elementin kendiliğinden, hiçbir dış etkiye bağlı olmaksızın başka bir elemente dönüşmesine radyoaktiflik denilir. Radyoaktif maddelerin atomları ağır ve kararsızdır. Radyoaktiflik gerçekte bir bozunum, bir tersinim olayıdır. Genişim evresinin kanıtlarından birisidir. 
     Radyasyon genellikle bir atomun çekirdeğinde başlar.
     Atomları da, proton ve nötronların oluşturduğu bir çekirdek ve bu çekirdeğin etrafında dönen elektronlar oluşturur. Ağır elementler (çekirdeğinde 83 den fazla proton barındıranlar, tersinim olayının gücü düzenli sistemlerin hassaslığı ve ayrıntılarının çokluğuyla doğru orantılı olduğundan) kararsız oldukları için daha küçük atomlara dönüşürler.
     Bu parçalanma sırasında, çekirdekten parçacıklar ve enerji dalgaları ortaya çıkar. Bu yolla enerji veren elementlere radyoaktif elementler adı verilir.
     Radyoaktif elementler temel olarak Alfa, Beta ve Gama olmak üzere 3 tip enerji salanımın da bulunurlar.
     Alfa radyasyonu (+) yüklü parçacıklardan oluşur ve bir kâğıt parçası tarafından durdurulabilir.     Beta radyasyonu, elektronlardan oluşur. İnce bir alüminyum levha beta radyasyonunu durdurmak için yeterlidir.
     Gama radyasyonu ise ışık hızında hareket eden enerji dalgalarından oluşmaktadır.
                                                                 * * * *
       Madde ışık - madde elektrik ilişkileri ve radyoaktifliğin anlaşılması, atomun yapısının aydınlatılmasını sağlamıştır.
      Tarihin en büyük keşiflerin sayılan radyoaktiflik rastlantıların ürünüdür denilebilir.       H. Becqerel ( 1852-1908) 1896 yılında uranyum tuzu kristallerinin ışın yayınladığını tesadüfen fark etti.
       Işığa karşı korunmuş olmasına karşın fotoğraf plağını bu maddeden yayılan ışımanın kararttığını gördü. Kontrollü olarak pek çok gözlem yaptı.
     Kristalden hiç bir uyarı almaksızın ışın yayınlandığını ve bunun yeni tip bir ışıma olduğunu saptadı.
     Uranyumun doğal olarak radyasyon yayınlama olayı, kısa bir zaman sonra radyoaktiflik olarak adlandırıldı.
     Bu buluş gözlerin diğer maddelere çevrilmesine neden olmuştur.
     Sonuçta bazı maddelerinde radyoaktif oldukları bilimsel olarak gösterildi.
Tumblr media
      Bu tür çalışmalar içinde en anlamlı araştırma Marie ve Pierre Curie tarafından yapılmıştır.       Radyoaktif bir cevher olan pitchblend'in tonlarcası, uzun yıllar süren dikkatli ve yorucu kimyasal arıtma işlemlerine tabi tutuldu.
     Sonuçta, her ikisi de radyoaktif olan ve daha önce bilinmeyen iki yeni elementin varlığı Curie'ler tarafından tespit edildi.
     Bu elementlere polonyum ve radyum isimleri verildi.
     Rutherford'un ünlü çalışması da dâhil, sonraki deneyler radyoaktifliğin, kararsız atom çekirdeklerinin bozunması sonucu oluştuğunu gösterdi.
      Uranyumun tüm izotopları radyoaktiftir. Alfa ve beta parçacıkları yayarak kurşun izotoplarına dönüşürler.
      Bu özellik, sıcaklığa, basınca, katalizöre ve başka çevre koşullarına bağlı değildir.
     Her radyoaktif maddenin bir yarı ömrü ya da yarılanma süresi vardır. Örneğin uranyum-238’in kurşun-206’ya dönüşmesinin yarı ömrü 4.5 milyar yıldır.
      Örneklemek gerekirse elimizde bulunan 1 gram uranyumun 4.5 milyar yıl önce 2 gram olduğu anlamına gelir.
     Radyoaktif maddelerin yarı ömürlerinin olması arkeoloji alanında sık kullanılmıştır.
      Kayaların içindeki uranyum-238 ve kurşun-206 oranlarından yararlanılarak o kayaların yaşları sağlıklı bir şekilde belirlenebilir.
0 notes
maddeveevren · 9 years
Text
EVRENDEKİ TASARIM VE YAŞAMSAL UYGUNLUKLAR
Tumblr media
             Evrendeki Tasarım ve Yaşamsal Uygunluklar
    Varoluş rastlantıların sonucudur şeklindeki açıklamanın yeterli görülmediği konulardan bir diğeri ise evrendeki kusursuz düzen ve denge ile son derece kompleks sistemlerin varlığıdır.
   Materyalizm ve uzantısı felsefeler genelde gerçekleri saptırıp felsefelerine uygun yorumlamaya çalışırlar. Bu felsefelere göre evrendeki düzenli sistemler rastlantıların sonucudur. Diğer ifade ile evren bir karmaşalar yığınıdır.
   Fakat evrendeki düzenli sistemlerin rastlantılarla oluşamayacak kadar bütünsellik göstermesi rastlantılarla oluşan karmaşalar yığını varsayımını temelinden yıkar.
Bunun en büyük kanıtı var ve amaca uygun işlerli olan doğal kanunlar, kuraldır, ilkelerdir.
Kanunlar, kurallar, ilkeler sadece DÜZEN VE SİSTEM SAHİBİ YAPILARDA bulunur. Karmaşalarda düzensizliklerde bulunmaz. 
     Gerçeklerin inkâr edilmesi kimi felsefelere kısa zaman içinde olsa yarar sağlar gibi görünebilir ama bilime fayda sağlamadığı açıktır.
   Evrendeki birçok özellik, evrenin yaşam için en elverişli şekilde var edildiğini açıkça göstermektedir. Bir bakıma evrenin varedilme amacı yaşamın oluşması ve devamıdır diyebilmekteyiz.
   Bu konuda hiçte küçümsenmeyecek güçlü kanıtlar vardır.
Tumblr media
Dünyanın güneş sitemindeki yeri, kütlesi ve durumu yaşamsal uygunlukların en önemli parçalarından biridir.
     Son altmış yılda baş döndürücü bir hızla gelişen bilim gerçek zannedilen hayal ürünü pek çok varsayımın yanlışlığını, bilim dışı zannedilen pek çok gerçekleri ortaya çıkardı.
   1960'ların başında bilim insanları insan hayatı için açıkça ince ayar yapılıp düzenlenmiş bir evrenin örtüsünü açtılar.
   Hayatın var olmasının ince ayar yapılıp düzenlenmiş ve kusursuz bir hale getirilmiş evrensel dengelerdeki fiziksel faktörlere bağlı olduğunu keşfettiler.
   Fizik sabitlerinin, evrenin başlangıç koşullarının ve daha birçok özelliğin hayatın oluşabilmesi ve devamı için dikkatlice hesaplanıp dengelendikleri, ortaya konulup eyleme geçirildiği artık çok açıktır.
   Evrenin genişleme oranı, yerçekimi, elektromanyetik çekim kuvveti veya Planck sabiti gibi faktörlerin değerlerindeki çok küçük değişiklikler dahi hayatın oluşmasını ve devamını imkânsız kılacaktır.
     Bu nedenle fizikçiler bu tür faktörlere, evrende yaşama olanak sağladıkları için yaşamsal uygunluklar adını verirler.
   Bu faktörlerin birbirleriyle kusursuz bir uyum içinde olmaları ise bir İrade tarafından gerçekleştirilmiş evrenin ince ayarları olarak tanımlanır.
   Öyle ki evrenin yaşama uygun dengede durması, sağa sola dağılması ya da içe çökmesi arasındaki yoğunluk farkı çok kritiktir.
    Bu konuda birkaç varsayım şu şekildedir.
   Evreni oluşturan maddelerin yoğunluğu başlangıçta bir parça daha fazla olsaydı Einstein'ın genel görecelik kuramı uyarınca atomik parçacıkların birbirini çekme kuvvetleri nedeniyle evrenin genişlemesi duracak, bu nedenle tekrar içe doğru çöküp küçülerek başlangıç zerresine dönüşecekti.
   Eğer yoğunluk başlangıçta bir parça daha az olsaydı, bu kez evren hızla genişleyecek, atomik parçacıklar arasındaki bağ zayıf olduğundan dört bir yana dağılacak, atomları dolaysıyla molekülleri oluşturamayacak, madde meydana gelemeyecekti.
   Bu iki yoğunluk arasındaki fark ise son derece küçüktür. Yaşama uygun denge bu ikisinin orta noktasındadır.
   Evren genişledikçe yoğunluk azalmakta denge daha da hassaslaşmaktadır.
   Yerçekimi veya elektromanyetizmadaki ufak değişiklikler hayatı olumsuz yönde etkiler ve hatta imkânsız hale getirebilir.
   Hayat için gerekli olan koşullar evrenin temelindeki ince tasarımda mevcuttur.
   Bu ince ve hassas tasarımın rastlantılarla oluşması mümkün müdür?
   Bu tasarımın bir Varedici İradenin ürünü olduğu fikri gerçekten bilim dışı dogmatik bir kavram mıdır?
   Bu sorunun yanıtını çok düşünüp öyle vermek gerekir.
                                                          * * * *
Tumblr media
  Evrendeki birçok özellik, evrenin yaşam için özel olarak tasarlandığını açıkça göstermektedir. Fizikçi Dr. Karl Giberson, bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:
   -Son 40 yıldır, fizik ve kozmolojideki gelişmeler bilim sözlüğüne tasarım kelimesini geri getirdi. 1960'ların başında fizikçiler, insan hayatı için açıkça ince ayar yapılmış bir evrenin örtüsünü açtılar.
   Evrende hayatın var olmasının kesinlikle olanaksız ve kusursuz bir dengedeki fiziksel faktörlere bağlı olduğunu keşfettiler.
   Fizik sabitlerinin, evrenin başlangıç koşullarının ve daha birçok özelliğin hayatın oluşabilmesi için dikkatlice dengelendikleri çok açıktır.
   Bu faktörlerin birbirleriyle kusursuz bir uyum içinde olmaları ise evrenin ince ayarı olarak tanımlanır.
   Birçok fizikçi bu ince ayarın tesadüfen kurulmasının imkânsız olduğu, evrenin ezelden beri var olan bir akıl tarafından tasarlandığı konusunda hemfikirdir.
   Ünlü İngiliz astrofizikçi Prof. Paul Davies'in materyalist bir bilim adamı olmasına rağmen söylediği gibi evrendeki tasarım son derece çarpıcı ve etkileyicidir.
   Bu oluşum varoluşun ilk anlarında beri vardır. Oluşumun ilk anları olan genişim evresinde kurulan dengeler, evrenin tesadüfen oluşamayacağının göstergelerinden sadece biridir.
    Princeton Üniversitesi'nden ünlü fizikçi John Wheeler de evrendeki özel olarak tasarlanmış bu düzene şöyle dikkat çekmektedir:
    -Yerçekimi veya elektromanyetizma gibi fizikteki ufak değişiklikler hayatı imkânsız hale getirir. Hayat için olan gereklilik, evrenin temelindeki tasarımda mevcuttur.                                               
   Bu arada ünlü İngiliz matematikçi Prof. Roger Penrose’ün hesaplamalarını hatırlayalım. Bu hesaplamaya göre evrenin rastlantılarla yaşama uygun hale gelme ihtimali sadece 10 üzeri 123'de 1 gibi inanılmaz bir rakamdır.
                                                           = = = =
Tumblr media
Son yıllarda bu konu üzerinde yoğunlaşan evren bilimciler ve teorik fizikçiler, evrendeki bu ince ayarın sayısız örneklerini bulmuşlardır.
   Bu bilim adamlarının vardıkları sonucu dile getiren şaşkınlık ve hayranlık dolu ifadelerinden birkaçı şöyledir:
   NASA'da astronomi uzmanı Prof. John O'Keefe:
   -Biz astronomik standartlar göz önüne alındığında, çok fazla özen gösterilmiş, kollanmış ve şefkat gösterilmiş bir grup yaratığız... Eğer evren şu anki en hassas kesinliğinde varedilmiş olmasaydı hiçbir zaman var olamazdık. Benim görüşüme göre mevcut şartlar, evrenin insanın içinde yaşaması için yaratıldığını gösteriyor.    İngiliz astrofizikçi Prof. George F. Ellis:
    -Evrendeki bu kompleksliği mümkün kılan kanunlarda hayret verici bir ince ayar görünüyor. Evrende var olan bu kompleksliğin gerçekleşmesi, mucize kelimesini kullanmamayı çok güçleştiriyor.
   İngiliz astrofizikçi Prof. Paul Davies:
   -Fizik kanunları çok üstün bir dehanın ürünü gibi görünüyor... Evrenin bir amacı olmalı demektedir.
   Science et Vie dergisinde yer alan yazıda da rastlantıların yaratılışı açıklayamayacağı hakkında şu yorumlara yer verilmektedir:
   -Bu açıkça çok şaşırtıcı: Tesadüf nasıl olurda bu kadar gelişmiş yapıları, insanı, kuşları veya akasyayı açıklayabilir? Aslında hayat mekanizmaları büyük bir kompleksliğe sahiptir. Bu kadar kompleks yapıların tesadüfler sonucu oluştuğuna nasıl inanabiliriz?
      Tersinimin bu konuda; varoluş ilk enerji zerresinin maddeleşip kütle kazanması sonucu başladı varsayımı en baştan düzen ve sistemlerin varlığını öngördüğünden bütün bu görüşlerle birebir örtüşür. 
0 notes
maddeveevren · 9 years
Text
EVRENE NASIL BİR GELECEK BEKLİYOR?
Tumblr media
                          Evrene Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?
     Karanlık enerjinin varlığının anlaşılmasından önce, kozmologlar evrenin geleceği hakkında iki senaryo geliştirmişlerdi.
    Evrenin kütle yoğunluğu kritik yoğunluktan büyük olduğu takdirde evren maksimum boyutuna ulaştıktan sonra çöküş sürecine girecek bu dönemde Büyük Çöküş denilen bir süreç sonunda, başlangıçtaki kütlesiz enerji zerreciği haline benzer bir duruma gelecekti.                   
                                               = = = =
Tumblr media
                                                         Bir evrenin bir bölgesinin çöküşe maruz kalışının temsili resmi. Klasik teoriye göre evren bu çöküşlerin sonucunda bir karadelikler evrenine dönüşecek; daha sonra en büyük karadelik diğerlerini yutup büyük çöküş gerçekleşecek, evren başlangıçtaki özüne dönecektir.
     Tersinime göre evrenin sonu; enerji deviniminin bittiği, sıcaklığın mutlak sıfıra yakın derecelere kadar düştüğü, sonsuz uykusuna yattığı şeklindedir.
                                                          = = = =
   Bunun tersi düşünüldüğünde evrendeki yoğunluk kritik yoğunluğa eşit veya bunun altında olduğu takdirde genişleme yavaşlayacak, fakat asla durmayacaktı.
   Füzyonu kabul eden klasik görüşe göre evrendeki madde miktarı gibi hidrojen miktarı da sınırlıdır ve her saniye büyük bir hızla tüketilmektedir.
    Bu nedenle yıldız oluşumu tüm galaksilerde duracak, yıldızlar ak cücelere, nötron yıldızlarına ve kara deliklere dönüşeceklerdir.
   Bunlar arasındaki çarpışmalar da yavaş yavaş kütle birikimlerinin yani daha büyük kütleli cisimlerin oluşması ve giderek büyük kara delikler haline gelmeleri sonucunu doğuracaktır.     Evrenin ortalama sıcaklığı sonuşmaz olarak mutlak sıfıra (-274.15) yaklaşacaktı ki buna evrenin ısısal ölümü denilir.
   Bu konuda kimi görüşler oluşan karadeliklerin Hawking radyasyonu yayarak buharlaşıp yok olacaklarını var sayarlar.  
  Günümüzde yapılan hızlı genişleme gözlemleri görülür evrenin yavaş yavaş olay ufkumuzun ötesine kaydığını, temas olanaklarımızın zorlaştığını göstermektedir.
   Bu durumun bağlantıların kopmasıyla sonuçlanacağı açıktır. Fakat bağlantıların kopması evrensel yasaların işlemesine engel olmaz. Olsa olsa öğrenme ufkumuzu sınırlar.
0 notes
maddeveevren · 9 years
Text
KARANLIK MADDE - KARANLIK ENERJİ - SON MADDE
Tumblr media
        Karanlık madde - Karanlık enerji - Son Madde
    Big Bang teorisi evrende niceliği tam bilinmeyen karanlık maddelerin var olduğunu varsayar ki bu tersinimin görüşüyle birebir örtüşür. Galaksilerin yıldızların oluşumundan sorumlu tutulan karamadde tersinimin öngördüğü ilk madde ve ardılları olmalıdır.
    Kara maddenin var oluşu kara enerjinin de varolduğu anlamına gelir.
   Tersinim evren ve ötesinde hiçlik diye bir kavramın olmadığı kanısındadır.
      Evrenimiz (ve var olması muhtemel diğerleri) kütlesiz bir nur olan Büyük Bütünle sarılıp sarmalanmıştır. Büyük Bütün kütlesiz olduğundan sonsuzdur.
       Büyük Bütünün var olduğunun kanıtı evrenimizin var olması ve maddenin sakımı kanunudur.
Tumblr media
       Tersinime göre evrenimiz oluşabilecek en küçük atom ve moleküllere sahip olan son madde ile doludur. Son madde çok seyrek ve küçük olmasına rağmen yinede bir basınç etkisi yapar.
  Son maddenin kaynağı en basit element olan hidrojendir. Fisyon sonucu oluşan hidrojen devamlı artmakta sonunda oluşan son madde nedeniyle evren genişlemektedir.
       Kanıtımız evrenimizdeki şekillenebilen cisimlerin küre şeklinde olmalarıdır. Her yönden eşit basınca tabi olan cisimler ancak bu şekli alabilirler.
      Son madde mutlak sıfıra yakın bir sıcaklıktadır. Çok küçük olduğundan atom ve moleküller arası boşluklardan her yere sızabilir. Isı artımında şekil değiştirir. Genelde hidrojen buzlarına dönüşürler.
       Son madde ışın yaymayan ya da elektromanyetik ışınları doğrudan algılanabilecek şekilde yeterince yansıtamayan minimum mutlak sıfıra yakın sıcaklıktaki enerjiye sahip bir madde türüdür.
    Son maddenin varlığı başlangıçta tartışmalı bir mesele olmuşsa da sonradan yapılan çeşitli gözlemler varlığını göstermektedir.
      Kozmik mikrodalga fon radyasyonlarının anizotropileri, galaksi kümelerindeki hız kayıpları, yapıların dağılımlarının geniş skalası ve galaksi kümelerindeki X ışınları ölçümleri bu gözlemlerden bazılarıdır.
   Son madde parçacığı laboratuar ortamında üretilememiş olmakla birlikte varlığının kanıtı özellikle diğer maddeler üzerindeki kütleçekimsel etkisinde bulunmaktadır.
    Şimdiye dek son madde parçacıkları olabilecek pek çok parçacık bilim çevrelerine aday olarak sunulmuş, bu parçacıkları ortaya çıkarmak ya da keşfetmek üzere birçok proje başlatılmıştır.
0 notes
maddeveevren · 9 years
Text
MADDENİN OLUŞUMU RASTLANTI MI?
Tumblr media
                   Maddenin Oluşumu Rastlantı mı?
      Bu bölümlerde maddenin rastlantılarla oluşup oluşamayacağını bilimsel verilere uygun olarak irdelemeye çalışacağız.
   Amacımız varoluşun TEMELİ OLAN MADDENİN rastlantılarla oluşup oluşamayacağını anlamak olduğundan aşağıda vereceğimiz bilgileri bu yönden yorumlamak gerekecektir.
                                                  = == =
   Canlı cansız tüm varlıklar maddelerden, maddelerde molekül denen atomların bir araya gelmeleriyle oluşmuş yapı taşlarından meydana gelir. Bu duruma göre maddelerin temelini atomların oluşturduğu anlaşılır.
   Fakat atomlar tek başlarına dengesiz bir yapı sergilerler. Maddenin oluşması ve varlığının devamı için her şeyden önce dengeli yapıların oluşması gerekir. Bu nedenle atomlar aralarında birleşerek daha dengeli yapılar olan molekülleri meydana getirmişlerdir.    1980li yıllara kadar atomları oluşturan en küçük parçacıkların protonlar, nötronlar ve elektronlar oldukları sanılıyordu.
     Gelişen teknolojinin yardımıyla yapılan bilimsel araştırmalar bilinenlerin dışında; çok daha farklı, çok daha küçük atom içi parçacıkların var olduğunu göstermiştir.
    Diğer ifade ile atomlar zannedildiği gibi maddelerin en küçük ve basit parçacıkları değildir. Son derece karmaşık kütlesel ve elektriksel dengeler içeren kompleks yapılardır.
   Bu buluşlar ve bu buluşların bilim açısından önemi; bu konunun özel bir bilim dalı tarafından incelenmesi kararına vardırmış; atom içi alt parçacıkları ve onların kendilerine has hareketlerini inceleyen Parçacık Fiziği ismi verilen bir bilim dalının ortaya konulmasına neden olmuştur.
Tumblr media
     Evrenin var edilmesi sırasında art arda gelen ve birbirlerini tamamlayan dizilimler vardır.
    Evrenin oluşması için her şeyden önce maddenin, maddenin oluşması için moleküllerin, moleküllerin oluşması için atomların, atomların oluşması içinde atom altı denilen parçacıkların oluşması gerekir.
  Bu oluşum şu dönemlerde meydana gelmelidir.
    1)-Dört temel kuvvetin birbirlerinden ayrılmaya başlamasının ardından elektronlar, preonlar, leptonlar, gluonlar
   2)-Alt ve üst kuarklar, protonlar, nötronlar, nötrinolar gibi atom altı parçacıklar
   3)-Atomlar,
   4)-Moleküller
   Var sayılan dizilimine göre:
    İlk anlarda elektron, preon, lepton, gluon gibi atom içi parçacıkların parçacıkları oluşur.
     Preonlar kuarkları,
     Kuarklar alt ve üst kurkları,
   Alt ve üst kuarklar proton ve nötrinoları,
   Protonlar elektronlar ile birleşerek nötronları,
   Protonlar gluonların yardımıyla birbirleriyle daha sonra nötronlarla birleşip çekirdekleri,
   Elektronlar çekirdeklere yaklaşıp etraflarında bir yörünge edinirler.
     Sonuçta atomları, atomlar aralarında birleşerek molekülleri oluştururlar.
    Fakat bütün bu oluşumların evrenin düzeni, yaşamın oluşması ve devamı konusunda çok önemli bazı yan ürünleri de vardır.
   Nötrinolar ve anti nötrinolar bunlardan bazılarıdır.
   Nötronlar bir proton, bir elektron ve anti-nötrino denen bir parçacığın birleşmeleri ile meydana gelmiştir.
Tumblr media
   Burada hemen bir gerçek dikkatleri çeker.
   Atom altı denilen parçacıklardan proton pozitif, elektron negatif elektrik yükü taşıdıkları halde nötron nötrdür. Yani her hangi bir elektrik yükü taşımamaktadır.
     Nötron bir parçacıklar bileşiği olduğundan, parçalandığında bir proton, bir elektron, birde anti nötrino denen parçacığı açığa çıkarır.
   Bu gerçekten yola çıkarak başlangıçtaki kütlesiz enerjinin en az iki çeşit fakat birbirine zıt enerjiden oluştuğu söylenebilir ki bu gerçeği daha önce de belirtmiştik.
   Big Bang’den sonra geçen üç yüz seksen bin yıl boyunca oluşan oluşumların böyle bir çeşitlenmenin nedenleri olabileceği iddia edilse de bu nedenler başlangıçtaki kütlesiz enerjinin içinde olacağından herhangi bir değer taşımaz.
   Burada ilginç olan ilk dönemdeki tam bir karmaşalar yığını içinde birbirlerini çekip yok etmesi gereken zıt elektrik yüklü parçacıkların nasıl ve hangi yolla o ince ve hassas dengeler içinde işbirliği yaparak atomu oluşturduğudur. Kısa süreçlerde dahi bu parçacıkların karmaşa halinde bir arada bulunmaları imkansızdır.
     Normalde ters işaretli elektrik yükleri birbirlerini çekecekler, kaçınılmaz ve doğal olarak birleşerek nötrleşeceklerdi. Nitekim nötronlarda bunu görmekteyiz.
   Aynı soru birden fazla proton içeren çekirdek içinde geçerlidir.
  Atomun oluşması için önce çekirdeğin oluşması gerektiğinden birden fazla proton içeren çekirdek protonlarının pozitif elektrik yükü taşımaları, aynı işaretli elektrik yüklerinin birbirlerini itmeleri nedeniyle pratikte bir araya gelerek çekirdeği oluşturmaları mümkün olmayacaktır.
   Bilim bu iki olmazı olur hâle getiren iki büyük gücün varlığından bahseder.
   Fakat çok iyi bilinen ve gerçekliği tartışılmayan bir fizik kuralını alt üst eden güçlerin gerçek mahiyetleri konusunda sessiz kalır.
       Bu soruya verilecek tek cevap ilk anlardan itibaren kütle kazanıp maddeleşerek düzen ve sistemlerin oluştuğudur.
       Big Bang teorisiyle iddia edilen kütlesiz enerji zerresinin patlaması (kütlesiz bir şeyin patlaması mümkün olmadığından) oluşumun tek açıklaması kütle ve hacim kazanma yani maddeleşmeyi temel alan genişim evresi olur.
1 note · View note
maddeveevren · 9 years
Text
MADDE - ANTİMADDE
Tumblr media
                             Madde-Antimadde
      Atomaltı parçacıkları ve etkileşimlerini konu alan parçacık fiziği atomların dolaysıyla varoluşun gizemli dünyasını bir parça da olsa aralayabilmiştir.
   Genel olarak fizik yasaları ve evrenin, yüksek ısılarda daha simetrik bir hâl aldıkları varsayılır.
   Mesela geçmişte evrende madde ve antimaddenin nicel eş olarak mevcut oldukları kabul edilir.
                                                            = = = =
Tumblr media
      Her maddenin tıpatıp benzeri fakat ters elektrik yüklü antimaddesi vardır. + ve – kavramı göreceli olduğundan gerçek evrenin neresindeyiz?
                                                                = = = =
       Tersinime göre antimadde yapı olarak maddenin ters simetriğidir. Yani anti maddede çekirdek (-) elektron yerindeki eleman ise (yani pozitron) + olmalıdır.
       Gözlenen evrenimizi pozitif olrak tanımlarsak diğer evren negatiftir. Her iki evrenin müşterek noktası mutlak sıfır diye tanımladığımız hayali çizgidir. Her iki evrende karşıt evrenin maddeleri gözlenemez.
                                                                    = = = =
Tumblr media
       Konu hakkında şöyle bir senaryo ileri sürülür.
    Günümüzdeki gözlemler antimaddenin gözlemlenebilir evrenimizde hemen hemen mevcut olmadığını gösterdiği varsayılır.
    Bu durumda maddenin varlığı belirli bir zamanda maddenin antimaddeye oranla hafif bir fazlalığından oluşmuştur ki buna maddenin antimaddeye baskın gelmesi denilir.    Evrenin kademeli oluşumu sırasında madde ve antimadde, arkalarında oluşan en hafif madde fazlasını bırakarak eşit niceliklerle yok oldular.
   Bu olağan madde baryon denilen parçacıklardan oluştuğundan, söz konusu madde fazlalığının oluştuğu evreye baryogenez adı verilir.
   Bu evre ya da süreç hakkında çok az şey bilinmektedir. Örneğin bu olay sırasında oluşan ısı derecelenmesi Big Bang modellerine göre değişmektedir.
    Baryogenezin meydana gelmesi için gerekli koşullara Rus fizikçi Andréi Sakharov’un 1967’deki çalışmalarından ötürü Sakharov koşulları adı verilmiştir.
   Giderek artan sayıdaki belirtiler, zayıf ve güçlü elektromanyetik kuvvetlerin tek bir etkileşimin farklı görünümleri oldukları fikrini vermektedir.
    Bu durum, artık genellikle GUT olarak bilinen Büyük Birleşik Teori kapsamında bulunmaktadır.    Bu etkileşim ya da kuvvetin 1029 derecenin üzerindeki ısılarda ortaya çıktığı sanılmaktadır.    Şu halde evren muhtemelen GUT teorisinin uygulanma alanı bulduğu bir evre geçirmiş olmalıdır.
   Doğası halen bilinmemekle birlikte bu evre, baryogenezin ve kuvvetle muhtemelen karanlık maddenin kökeninde yer almış olmalıydı.
      Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz.
        Tersinim madde ve antimaddenin birbirlerini yok ettikleri, geriye çok az baryonik maddenin kaldığı, evrenin bu artantı madde ile oluştuğu fikrine katılmaz.
       Genişim evresinde madde oluşurken antimadede oluşmuş olmalıdır.
   Anti parçacıklar gerçek parçacıklardır. Parçacık ve onun anti parçacığı arasındaki temel fark sadece elektrik yüklerinin ters işaretli olmasıdır.
   Genelde bir anti parçacığın adı parçacığın önüne anti kelimesi gelmesi ile yazılır.    Örneğin protonun anti parçacığı anti protondur. Elektronun anti parçacığı ise pozitrondur.    Eğer maddenin gözlenen enerji özelliği çekim gücü ise anti maddenin bu gücün tam tersi olan itim gücüne sahip olması gerektiği rahatlıkla düşünülebilir.
     Bu iki güç tam bir denge içinde olmalı, son derece sağlam bir yapı oluşturmalıdır. Bu da genişim sürecini (maddeleşip kütle kazanılmasını) kanıtlar. Çünkü çekim ya da itim gücü atom içi parçacıkların düzenli ve sistemli yapılanmalarının sonucudur. Yani sadece maddeye ve antimaddeye özeldir.
1 note · View note