Tumgik
#çok hızlı geçti bu yıl
sinekkapan · 5 months
Text
ajandacığıma veda etme zamanım geliyor
5 notes · View notes
Text
Külotsuz Taytla Hem Am Göt Verdim Hem 6 Kilo! (Mine 38 Y., Balıkesir)
Adım Mine, 38 yaşındayım, 1.68 boyunda, 76 kiloda, balık etli ve 13 yıldır da evliyim. Kocamla aramız iyidir, bu evlilikten bir de oğlumuz var. Ben ev hanımıyım, kocam kamuda memur. Kocamla monoton bir sex hayatımız var, bunda benim de etkim büyük, ama onda da erken boşalma var. 13 yılda zevk aldığım ilişki sayısı 10'u geçmez diyebilirim. Ama durum böyle olmasına rağmen kocamı (geçen yıla kadar) aldatmadım. Kocamla ilişkilerimizde fazla fantazilerimiz olmaz. Kocamla sikişirken tam zevk almaya başladığım zaman, hızlıca gidip gelmeye başlar başlamaz hemen boşalır ve genelde yüzde doksan ilişkilerimiz bu şekilde sonuçlanır. Hemen ardından banyo yaparız, o arkasını döner uyur, bense saatlerce uykuyu beklerim. Birkaç kez onu altadabilir miyim diye çok düşündüm ama yapamadım.
Sizinle paylaşacağım olay geçen senenin Eylül ayında yaşandı. Kocam kamuda çalıştığından yılda bir defa izin kullanır. Geçen yıl Eylül ayında sezon sonuna doğru, 'All-inclusive' yani fiyata 'Herşey dahil' tatil yapacağımız bir otele rezervasyon yaptırıp gittik. Çocuğu annemlere bıraktık, bu tatili bir nevi ikinci balayı olarak düşünmüştük. Otel Marmaris'te güzel bir yerde idi. İlk günümüz oteli tanımakla geçti, zaten o gece her ikimiz de yorgun olduğumuzdan sevişmedik bile. Ertesi gün sabah spor ve fitnes olduğunu öğrendim ve kilolu olduğumdan bu fırsatları değerlendireceğimi ve katılacağımı söyledim. Kocam, "Tamam, sabahları beni kaldırma da ne istersen yap!" dedi. O gün deniz, güneş, havuz derken akşam oldu, yemek yedik. Tabii paralı olmayınca bolca doldurduk mideleri, tüm Türkler gibi fazla kaçırdık biraz. Gece 23:00 gibi bara takıldık. Kocam bedava olunca içkiyi kaçırıyor tabii. Ben de biraz kırmızı şarap içtim. Eğlendik, canlı müzik derken, saat 03:00 gibi odamıza çekildik. Kafalarımız oldukça iyi idi, kapıyı bile zor açtık diyebilirim.
Kapıdan girdikten sonra kocam hemen icraata koyuldu. Yatağa beraber atladık. Ben sevindim tabi, bu akşam sikişeceğiz diye. Neyse, bir yandan deli gibi öpüşüp, bir yandan da elleşiyoruz. Bu arada kocaman göğüslerim vardır, 105 numara sutyen giyerim, popom da oldukça iridir. Fazla değil 10 dakikada çırılçıplak kaldık. Kocam amımı yalamaya başladığında çok şaşırdım, çünkü kocamla ilk defa sarhoşken sevişiyorduk ve uzun zamandır amımı yalamıyordu. Balık etli olduğumdan, amım oldukça kalın dudaklı ve kabarıktır. Kocam yaladıkça amım sulandı ve ben dayanamadım. Aslında ben de onun yarağını emmek istiyordum, ama patlar diye de çok korkuyorum, bu yüzden onu içimde istedim. Kocamı altıma yatırıp üzerine çıktım. Yavaş yavaş gidip gelmeye başladım. Hızlanmıyordum, çünkü bu durumun saatlerce sürmesini istiyordum. Biraz gidip geldim öylece, sonra en sevdiğim pozisyonu istedim. Yatakta bulunan tüm yastıkları altıma alıp, üzerine yattım ve ayaklarımı açıp, "Gir!" dedim. Girdi, gidip geliyordu. "Hızlı sok canım!" dedim ve olan oldu, iki kere soktu hızlıca, sonra çıkarıp üzerime boşaldı. Ben bir defa bile orgazm olamadan o bitti, hem de bitmesini hiç istemediğim bir zamanda. Bitmesini bırakın, bir de yığıldığı gibi sızdı kaldı, horlamaya bile başladı. Ben de duşa gidip küveti doldurdum ve sabunu resmen amıma sokarak mastürbasyon yaptım, orgazm oldum. Yatağa döndüm, saati kurup uyudum.
Sabah erken kalkıp hemen fitnes için hazırlandım, altıma külot, tanga vs. giymeden, pembe bir tayt giydim ince, üstüme ise dar bir bluz giydim ve spor ayakkabılarımı giyerek doğruca çıktım. Hatta bir ara asansörde kendime aynadan baktım, taytın üzerinden amımın etli dudakları belli oluyordu, biraz da içine girmişti. Popom zaten tüm hatlarıyla meydandaydı. Göğüslerimi giydiğim sutyen iyice dikleştirmişti. Lobiden spor alanına giderken tüm erkeklerin bana arkadan baktığını hissettim. Spor alanına biraz geç kalmış olmalıydım ki, hoca, "Hanfendi buraya gelin lütfen!" deyip, beni en öne aldı ve başladık spora. Etrafıma bakındım, genelde 50 ve üzeri bayan ve baydan oluşan gurup ve iki de zayıf bayan turist vardı. Hocamız iri kaslı, 30-35 yaşlarında, çok fazla yakışıklı olmayan, ama vücudu güçlü bir beydi. En öne beni ve genç turistleri almıştı. Spor esnasında bana değil, amıma baktığını hissettim, arada gözü kayıyor ama tekrar gözlerini kaçırıyordu. Sık sık arkaya döndürüp, ellerimizle ayak parmaklarımızı tutturuyordu. Bu pozisyonda amımın çanak gibi çıktığını ben bile hissediyordum.
Spor bitti ve hocamız isimlerimizi yazdırıp, ertesi gün için uyandırma servisinin spor için uyandırabileceğini söyledi, "Böylece kimse geç de kalmaz!" dedi bana bakarak. Bunun bir davet olacağını düşünerek özür diledim ve ilk günümüz olduğunu, bir daha olmayacağını söyledim. Önemli olmadığını söyledi, "Yarın sizi bekliyorum, mutlaka gelin, burada size gidene kadar 5 kilo verdireceğim!" dedi. "Çok isterim hocam!" dedim. Oldukça terlemiştim, hemen odaya gittim. Kocam halen uyuyordu. Saat 10:00 olmuştu, duşumu aldım, Brunch'a katıldım. Kocam o gün saat 13:00 gibi kalktı, o da benim zorumla uyandı. Duş alıp, yemeğe, denize falan girdik. Akşam yine aynı içki falan derken, yatağa girdik tekrar, sevişmeye başladık. Ama beni hızla sikmesini istemeye fırsat bile kalmadan, birkaç gidip gelmede boşaldı yine. Ben, "Tekrar yapalım!" dedim, ama kocam olmaz dedi. "Ben istiyorum!" dedim. Kocam, "Ben yorgunum, olmaz!" dedi. "Ne yaptın da yoruldun?" dedim. "Yüzdüm!" dedi. Kızdım, "Ben de yüzdüm, ama yorgun değilim!" dedim ve böylelikle tartışmaya başladık. Kocam baktı olmayacak, "Kaldırırsan belki yaparız!" dedi. Yarağını elledim okşadım, kaldıramadım. Kocam yine sızdı uyudu, ben uyuz oldum yine tabii.
Sabah telefon ile uyandırdılar. Dünkü gibi giyinip koştum spora, ama içimdeki istek bitmemişti. Altıma yine tayt giymiştim, ama beyazdı bu sefer. Beyaz olduğundan amımın dudakları daha da belli oluyordu. Hatta amımın üzerinde kılları üçgen şekilde bırakırım, onlar bile belli oluyordu. Hoca tekrar öne aldı beni. Ekip aynıydı. Yine çok defa arkamıza çevirip domalttı bizi. Ama ben de döndüğümüzde hocanın şortuna baktım, önü kabarık duruyordu. Spor bitti, hemen odaya gidip duş aldım.
Duştan sonra aldığım bikiniyi giydim. Hayatımda ilk defa bikini giydim. Kocam bile görmedi bu durumu. Kocam yine leş gibi uyuyordu. Havuza gitmek için odadan çıktım. Havuza vardığımda, kadın olarak sadece ben vardım. Havuz kenarında 5 erkek vardı ve havuzun içinde de 3 erkek. Ben gelince, hepsinin aç kurtlar gibi bana baktıklarını ve gözleriyle soyduklarını hissettim. Havuza yaklaşınca, fitnes hocamın da havuzda olduğunu fark ettim. Hemen üzerimdeki tülü çıkarıp, bikini ile havuza daldım. Tabi erkekler de arkamdan suya girdiler. Hocam yüzerek yanıma geldi ve "Mine hanım, size uyguladığım Kür'ün içinde yüzme de var, size 5 kilo verdireceğim ben!" dedi. Ben de, "Hocam çok iyi olacak, bunu çok istiyorum!" dedim. Hocayla konuştuğumuzu gören erkekler yavaş yavaş kayboldu tabii.
"Bu Kür'de başka neler var hocam?" dedim. "Neler yok ki!" dedi. İyice meraklandım, "Neler var?" dedim. Gülümsedi ve "Sırası gelince görürsün, acele etme!" dedi. Ben hocanın evli olup olmadığını öğrenmek için, "Sizin eşiniz bekler..." dedim. "Eşim hamile ve memlekette, ben mesleğim icabı buradayım!" dedi. İçimden, (Eyvah, bu da benim gibi kuduruyor!) diye geçirdim. O anda, bir şekilde bununla sikişir tatmin olurum, burada bizi kimsede tanımıyor nasıl olsa diye düşünceler geldi, onun da beni sikmek isteyeceğinden emindim. "Hocam ben çok mu kiloluyum?" dedim. "Hayır, tam bir Türk kadınısın, ama çok sexy giyinmesini bilen bir Türk kadını!" dedi. Ben mahçup olmuş gibi, "Niye böyle söylüyorsunuz hocam?" dedim. "Baksanıza hiçbir eksiğiniz olmadığı gibi, beni iki gündür delirtmeyi başardınız Mine hanım!" dedi. Ben bu sinyalden bana ilgi duyduğunu anladım ve "Hocam nerede kalıyorsunuz?" dedim. "Burda, otelde, 309 nolu odada!" dedi. "Ben gelip sizden Kür'ü öğrenmek isterim!" dediğimde, hocanın gözleri parladı. "Mine hanım, her zaman beklerim! Hatta ben şimdi odama gidiyorum, dilerseniz siz de gelin, Kür'ümüze devam edelim!" dediğinde, heyecandan ölüyorum sandım. "Tabii hocam!" dediğimde sesim bile titremişti. Hoca, "Unutma 309!" diye fısıldayıp gitti.
Ben biraz daha takıldım havuzda, etraftan anlamasınlar diye. Sonra çıkıp havluya sarıldım ve odama gittim. Bizim herifi kontrol ettim, halen horlaya horlaya uyuyordu. Hemen duşa girip, güzelce yıkandım, parfümümü sürdüm ve çıktım. Kocam halen uyuyor mu diye kontrol ettikten sonra, sessizce odadan çıktım ve asansöre binip 3. kata çıktım. Hocanın odası koridorun en sonundaymış.
Kapıyı tıklatır tıklatmaz açıldı, "Buyrun Mine hanım!" dedi. İçeri girer girmez dudaklarıma yapıştı, duvara sıkıştırdı beni. Çok iştahlıydı. "Hocam..." dememe kalmadı, "Bırak şimdi hocayı, Murat de bana, sevgilim de bana!" dedi ve boynumu yalamaya başladı. Bir eliyle kocaman göğüslerimi sıkıyor, diğeri ile ise kalçalarımı sıkıştırıyordu. Kapının arkasında 5 dakika kadar yiyiştikten sonra, resmen muz soyar gibi soydu beni. Ben de onu tabii! Altımda sadece dantelli tanga külodum kaldı, onda da önü kabarık mayosu. Korkudan ve heyecandan elim yarağına bile gitmiyordu. Elimi tutup yarağının üzerine götürdü. Kocamınkinden sonra ilk defa bir başka erkeğin yarağına dokunuyordum, ama çok hoş bir duyguydu. Onun yardımıyla elimi mayosunun için soktum ve yarağını dışarı çıkarttım. Yarağı çok fazla kalın değildi, ama uzundu. Yarağı kalkmış, ama tam sertleşmemişti. Ben de onun elini alıp kabaran ve ıslanan amımın üzerine koydum. "Offf, iki gündür bu amı hayal ediyorum ve dün gece arka arkaya iki defa 31 çektim bu amı düşünerek!" dedi. "İnanmam!" dedim. "İnandırırız!" dedi ve beni kucaklayıp yatağa görürdü...
Beni sırtüstü yatırıp, ayak parmak uçlarımdan yalamaya başladı, baldırlarıma geldi. Halen külodumu çıkarmamıştı, külodun üzerinden amımı kokluyor, öpüyor ve yalıyordu. O şekilde bile zevk alıyordum. Sonra çıkardı külodumu ve diliyle daldı, amımı yalamaya başladı. Zevkten kuduracak gibi oldum. Beni yalayarak bir kez orgazm ettikten sonra doğruldu ve yarağını yalamam için ağzıma dayadı. O anda yarağı kocaman olmuştu. Ben pek beceremem, ama yine de yalamaya ve sıvazlamaya başladım. O da döndü üzerime ve 69 olduk, o beni ben, onu yalamaya devam ettik. Ama ben öyle bir oldum ki, artık yalvarıyordum adama, "Hadi sik beni aşkım!" diye. Birden doğruldu ve bacak arama girerek, yarağını yavaş yavaş amıma sokmaya başladı. Taşaklarını kasıklarımda hissettiğimde, ucunun amımın karşı duvarına değdiğini hissettim. Ve sakince gidip gelmeye başladı. Sertçe sikmesi için kendime çekiyordum. Bu arada amım iyice şişmiş ve sulanmıştı. "Hızla gir sevgilim, sert sik beni!" deyince hızlandı. Amıma ardı ardına soktukça 'Şlak, şlak, şlak' sesler çıkıyordu. Bu hızla 10 dakika kadar sikti. Ben bu sürede zincirleme orgazm oldum. Sonunda o da gelmek üzereydi. Yarağını hızla çıkarıp göbegime fışkırdı, çağlayan gibi aktı spermleri...
Ben, Murat da kocam gibi bitti diye düşünürken, ucundan halen bir iki damla döl çıkmakta olan yarağını ağzıma dayadı ve "Em!" dedi. Hiç bu şekilde yarak emmemiştim, ağzıma aldım yalamaya başladım. Ama inanamadım, yumuşamaya yüz tutan yarak anında tekrar kocaman oldu. "Şimdi Kür'ümüze geçelim canım! Ayağa kalk!" dedi, göbeğimdeki spermleri çarşafa topladı sildi ve bana göstererek, "İster misin?" dedi. "Hayır, kusarım!" dedim. "O zaman şimdi bana arkanı dön ve eğilerek ayaklarını tut, seni bu şekilde çıplak hayal edip 31 çektim hep!" dedi. Ben kocaman götümü ona dönerek parmaklarıma eğildim. Arkamda yatakta oturmuş, yarağını sıvazlayarak, "Bitiyorum bu senin götüne!" dedi. Yanaşarak, kılsız amımdan başlayarak götümün deliğine kadar yalayıp, dil darbeleri atmaya başladı. Bu şekilde fazla duramadım, çünkü ayaklarım titremeye başladı, orgazm oluyordum. Durumumu anlamış olacak ki, beni yatağa doğru çevirdi, ellerimi yatak başına koydu, belimi aşağı doğru bastırdı ve "Burada 1 kg vereceksin şimdi!" dedi.
Arkama geçti ve zaten ıslak olan amıma yrağını sertçe soktu ve ben hızlan dememe gerek kalmadan hızlandı. Yine 'Şlak şlak şlak' sesler çıkıyordu. Ben zevkten ölüyordum, amımın sularının yere damladığını bile gördüm. Bir elini amıma sürüp ıslattıktan sonra, parmağıyla göt deliğimi sevmeye başladı. Ben kontrolu kaybetmiştim zaten. Sonra parmağını göt deliğime sokup sokup çıkarmaya başladı. Ama müthiş zevk aldım ve ben bile şaşırdım bu duruma. İki deliğim ilk defa doluydu. Kocam bana bunu yapmıyordu, zaten yapsa da ben istemezdim galiba.
Bu şekilde amımı bir süre siktikten sonra, yarağını amımdan çıkarıp götüme dayadı. Hiçbir şey diyemedim, ilk olduğundan merak ediyordum aslında. Ve götüme yavaş yavaş girmeye başladı. Parmağıyla alıştırdığı için fazla acımadı. Yavaş ve ustaca köküne kadar girdi. Biraz bekleyip yavaş yavaş ve ustaca hızlandı. Taşakları amıma vuruyor ve müthiş zevk veriyordu. Ben rüyadaydım sanki, ilk defa bu kadar uzun sikildim ve o gün hayatımın ilklerini yaşadım. Götümü 20 dakika kadar siktikten sonra götümün içine boşaldı ve yığıldı üstüme. Ben de öylece biraz durdum. Arkamı dönüp saate baktım, 12:00'yi az geçmişti. Kocam saat 13:00 gibi uyanabilirdi. "Gitmem lazım!" dedim. "Tamam aşkım!" diyerek götümün içinde yumuşamış yarağını çıkardı. Ben hemen banyoya koşup her yerimi temizledim. Murat'ı öpüp çıktım, hızla odama gittim. Odaya girince kocam uyandı ve "Nerden geliyorsun?" dedi. "Fitnes ve sabah sporundan, sonra havuza girdim yüzdüm biraz, duş alıp yatacağım, hoca bu gün bizi çok yordu!" dedim. Duşa girdim, ama ayaklarım ve kasıklarım resmen sızlıyordu. Duştan sonra hemen yattım, uyumuşum. Kocam beni saat 17:30' da zorla uyandırdı.
Tatil boyunca, her gece kocama 4-5 dakika sikilip, her sabah da spordan sonra hocama 1,5 - 2 saat siktirdim. Tatil bitti, döndük. Ve ben hem yarağa doydum, hem de 6 kilo zayıfladım. Hayatımın en güzel tatili oldu. O zamandan beri (kocamdan başka) kimseyle sikişmedim. Ama aklım götümü siktirmekte kaldı. Kocama halen götten vermedim, çünkü verirsem benden şüpheleneceğini biliyorum. Şimdiki hedefim belli, kocamın çalıştığı işyerine yeni atanan Hakan bey var. Onun da bende gözü olduğunu biliyorum, çünkü evimize geldiklerinde, o gün tayt giymiştim ve Hakan beyin gözlerini kaçırdığını fark ettim.
Şimdilik hoşçakalın ve kendinize iyi bakın. Bayanlar, tayt çok sihirli bir giysi, hele ki külotsuz giydiğinizde sizi sikmek istemeyecek erkek yok! Bunu sakın unutmayın :))
[Mine]
209 notes · View notes
yurekferahligi · 6 months
Text
emrah abi ve nazan ablanın bize yaptıkları iyilikleri unutamam sadece bize değil öyle iyi insanlar ki ikisi de. vefat eden bebeğin ikizi olan bebek eşimin teyzesinde yani anneannesinde kalıyor onun burnu bile kanamamış bir tane çiziği yok vücudunda. cenazeden sonra herkes memlekete evine döndü eşim biz buradayız dedi. aybars’a bir sürü şey almış. onunla ilgilendik. oyunlar oynadık o güldükçe güldük biz de. teyzenin kafasının dağılması için eşime dedim siz teyze yeğen oturun ben bir şeyler hazırlayayım o arada bir şeyler yaptım. kimse iyi değil ama o çocukların boğazından bir şeyler geçmesi lazım. aybars o kadar akıllı bir bebek olmuş ki biz görmeyeli abim ablam ne güzel eğitmiş şaşırdık. Fatih yoğurt almaya gitti gelince elinden yoğurdu almış bana getiriyor ya sen nasıl taşıyorsun onu kurban olurum. bir gece öncesinde de oradaydık aybars uykusunda sürekli sıçrıyor yaşadığı kazanın etkisinde muhtemelen, ben de hızlı hızlı salladım nazan ablayla böyle sallardık o alya’yı ben aybars’ı. eşim geldi sonra aybars’ı koklayıp ağladık. bizim ilçenin haber sitesinde bile alya kurtarılamadı diye haber var daha ablam abim bilmiyor annesi babası bilmiyor herkesin öğrenmiş olmasını yediremiyorum. cenaze arabası evlerininin önünden geçti biz de arkadaydık. minicik bir beden. mezarlık evlerine çok yakın herkes döndü annesi babası bilse onu orada hemen bırakır mıydı. bugün eşimle konuşuyoruz. nazan abla hamile olduğunda bir tane bebek olduğunu düşünüyorlardı Allah onlara iki tane nasip etti ve yaklaşık 2 yıl boyunca bir meleğe baktılar. hem öyle güzel baktılar ki 3 çocuğa bir kadın bir adam nasıl bu kadar özenle bakıp eğitebilir herkes gördü. şimdi cennette onları bekleyen biri var. biz böyle yüreklerimizi ferahlatıyoruz ama anne babası için öğrendikten sonra bunları düşünmek çok zaman alacak. biz hep yanlarında olacağız. Atlas yine Fatih dayısını aile resimlerine çizerken ekleyecek.
37 notes · View notes
yurekbali · 7 months
Text
Tumblr media
Sözü Şiirden Açmak - Oktay Akbal “Şiirde 40 Yıl”, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bir kitabı bu adı taşıyor. 40 yıl!.. Bütün bir yaşam! Hele ortalama insan ömrünün elliye yaklaşmadığı ülkemizde! Şiir, sanat, yazın uğruna verilen bunca zaman! Oğuzcan, ilk şiirlerini 1942’de yayınlamaya başlamış, 1947’de de ilk kitabı “İnsanoğlu” çıkmış. İnsanoğlu’nu anımsarım, kötü baskılı bir kitapçıktı. Oğuzcan sonra, birçok kitap yayınladı, güfteler yazdı, ünlü ve sevilen bir şair oldu. Başından, içlerinde acıları da olan türlü serüvenler geçti. Kendi resmini de şöyle çizmiş: “Nedense bütün resimlerimde ben / Böyle mahzun ve perişan çıkarım / Hep böyle hayata kapalı durur / Gülmesini unutmuş dudaklarım / Artık canından bezmiş kimselerin / Hazin bakışı parlar gözlerimde / İçinden adamlar arabalar geçer / Çizgiler alnımda bir büyük cadde.” Düşündüm de hangi ünlü şairimiz 40 yılı geride bırakmamış ki! 45 yılı, 50 yılı geride bırakan ünlü şairlerimize ne demeli: Oktay Rifat, İlhan Berk, Cahit Külebi, Dağlarca, Anday, Ilgaz, Cumalı, A. Kadir vb... Oktay Rifat’ın ilk şiirleri 1936’da “Varlık”ta çıkmış, İlhan Berk’inkiler ise 1935’te... İki ozanımızın 50’nci şairlik yıl dönümünü 1985’te kutlayacağız demektir. Edip Cansever’in ilk şiiri 1944’te, Can Yücel’inki 1950’de, Özdemir İnce’ninki 1954’te, Metin Eloğlu’nunki 1943’te yayınlanmış... En gençleri İnce, o bile 27 yıllık bir şiir geçmişine dayanmakta!.. Demek istediğim, şairlerimizin, öykücülerimizin anma günlerini, toplu tanıtılma törenlerini sık sık yapmak zorundayız. Aziz Nesin, yıllığında “Yuvarlak sayı”lara ulaşan sanatçılarımızı tanıtıyor, yaşı kırka, elliye, altmışa, yetmişe, seksene gelenlere özel bölümler ayırıyor. Devlet Tiyatroları’nın, Şehir Tiyatroları’nın, özel tiyatroların da belirli bir sanat geçmişine, birikimine sahip şairleri, yazarları tanıtıcı toplantılar yapması niye düşünülmez ki! Oktay Rifat “Denize Doğru Konuşma”, İlhan Berk “Deniz Eskisi ve Şiirin Gizli Tarihi”, Metin Eloğlu “Hep”, Edip Cansever “Bezik Oynayan Kadınlar”, Can Yücel “Rengâhenk”, Özdemir İnce “Kentler”... Hangi birinden söz etmeli? Doğrusu, en yaşlısından en gencine kadar adı geçen şairlerimizin kitapları ayrı ayrı ele alınıp, değerlendirilecek nitelikte... Bunca sanat ve yazın dergisi çıkıyor, ama ayrıntılı incelemeler, eleştiriler pek görülmüyor nedense! Gerçek eleştiri -hiç değilse yeni çıkan kitapları gereği gibi tanıtan yazılar- hemen hemen hiç yok... Masamın üstünde duruyor bütün bu şiir kitapları. Çoğu yakın arkadaşım olan bu şairlerle daha nice gün ve gecelerim geçecek. Ben, şiir konusunda hızlı yorumlar, değerlendirmeler yapmam. Yanılma payı çoktur böyle çabuklukların... Şiir vardır, ilk okuyuşta kendini verir. Verir ve biter... Böyle şairler de çok. Ama yukarıda adını andığım şairlerin kitapları o türden değil. Birbirine benzemeyen şairler bunlar. Can Yücel’le Oktay Rifat; Cansever’le İnce; Eloğlu’yla Berk arasında büyük ayrımlar var. Ama hepsinin ustalığı, kişilikleri tartışılmaz bir düzeyde... Can Yücel’in kısa şiirleri ilk okuyuşta okuru çarpıyor: “Sana bin kez söyledim be evladım / Dişlerinle tırnaklarını yiyeceğine / Gözlerinle gökyüzünü yesen ya” gibi; Tevfik Fikret’ten esinlenmişe benzeyen “Kanun çalacağız diye çıkıp orta yere / Kanunu çaldılar yere”, “Hıyar diyorum / Yooo, ben, turşuyum diyor” gibi şiirler kısa sürede yaygınlaşır, dilden dile gezer. Ama Oktay Rifat’ın, Eloğlu’nun dizeleri öyle değil. Yoğunluk ağır basıyor. Berk'in, Cansever’in, İnce’ninkiler de öyle... Cansever’in dizeleri ise yer yer düz yazıya yaklaşır, ama birden bakarsınız ki o düzyazı, “şiir” oluvermiş. “Neyi bitiriyoruz, neyi başlatıyoruz / Neyi bekliyoruz, bilmem ki / Kapı mı çalınıyor ne / Gidip açıyorum / Kimse yok / Peki / Nasıl karşılanır yok olan bir şey / Karşılıyorum / Salona geçiyoruz.” Gel de Baudelaire’e inanma: “Sağlıklı insan yirmi dört saat ekmeksiz kalabilir, ama şiirsiz asla”. Çok şükür ki Türkiye’de böyle bir tehlike yok! - Oktay Akbal, Sözü Şiirden Açmak (Geçmişin İçinden) - Görsel: Yazıda ismi geçen şairler...
13 notes · View notes
1sairbisikletle · 14 days
Text
Meursault'la Konuşmalar 37
Sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyandım. Gece boyu dişlerimi sıktığım için böyle. Zaten uykuda da sürekli hissediyorum. Asla derin uyku fazına geçemediğim için gece benim için iç ve dış dünyamın gözüm kapalı gözlemlenmesi gibi geçiyor. Arada minik sızmalarla da uyku ihtiyacım karşılanıyor. Bu da beni delirtiyor.
Dün akşam işlerimin yarısını hallettim. Valizi boşaltmakla kalmadım dolabımı da düzelttim. Çekmecelerde tamir edilmeyecek şekilde eskimiş bir sürü tişörtü tutuyormuşum. Neden bilmiyorum. Geri dönüşüm için ayırdım hepsini. Epeyce bir yer açıldı. Bu yeni tişört almam gerektiği anlamına da geliyor. Sonra gelir-gider dengem niye tutarsız.
Uzun zaman sonra bir yapılacaklar listesi yaptım. Yarısını hallettim. Kalan yarısını da bugün yapacağım inşallah. Hava güzel, dışarı çıkacak gücüm olsun istiyorum. Çini dersim de vardı ama gitmedim. Tabağımı hala tahrirlemedim çünkü. Haftaya kadar halletmem lazım. Bir de delme kalemimin ucu kırıldı yenisi alınacak. Bir tane karomu da sırlanması için vermiştim bir ayı geçti almaya gitmedim. O da zihnimin bir köşesini işgal ediyor.
Konya'ya gideceğim sabah bilgisayarımın usb dönüştürücüsü aniden kırılmıştı. Nedenini çözemedim ama onun da yenisi alınacak. Geçen yıl 12 liraya almıştım amazon'dan. Amazon boykot ve kim bilir kaç liraya yükseldi fiyatı. Bıktım bu enflasyon düzeninden.
Deadline'ı dün sandığım iş bugüneymiş, sonradan hatırladım. Şimdi onu yapıyorum. Başlatacağımız bir kavram okulunun logosunu ve syllabus kitapçığını yapacaktım. Logo bitti, sıra kitapçıkta. Annem dışarı çıkıp vakum poşeti almamı istiyor. Bugün çok yoğun olacağımı söylemiştim halbuki. Şimdi gidip onu alacağım sonra da kitapçıığı yaparım artık. Şarjım da aşırı az. Böyle ani planları hiç sevmiyorum. Mecbur gideceğim çünkü Cumartesi günü peynir yaptık Kepsut'ta, onların vakumlanması gerekiyor. Bugünlük bu kadar Meursault. Sıkıcı ve yoğun hayatıma hızlı bir başlangıç oldu. Dışarı çıkacağım için muhtemelen akşam da çalışmam gerekecek. Çok hoş.
4 notes · View notes
oguzatayinruhu · 3 months
Text
Tumblr media
Ocak24
Kronik hatalar zincirinin kırılması için çabalamak istediğim bir yılın ilk ayını bitirdim.
Hiç fena bir ay olmadı. Üçler basamağında bir adım daha yukarı çıkarken, yirmili yaşımın ortasında kurduğum krallıkta darbe oldu geçen yılın son düzlüğünde. Unuttuğum çöküş en savunmasız yerimden vurunca, canım bir hayli dağılmıştı.
Yıkılan bildimsandığım düzende, yabancı bir kaç enkazı da kaldırma fırsatı bulmuşken, yeniden tutkularımı, geleceğimi ve düzensizliği inşa etmeye çalışacağım.
Tumblr media
Bilinçli kişisel tarihimin ilk günlerinden beri sıkılmadan sürdürdüğüm yegane zevk, kitap almak. Bu hem mekana sığmayan raflar hem öncelikleri insan tatminine göre ayarlamak yüzünden sekteye uğramıştı. Hoş son 10 yılda o kadar çok taşındım, o kadar mekana ayrıldım ki kitapları tek bir eve bile 23ün sonunda kavuşturabildim.
Neyse. Bu yılın son aylarında orduya katılan son kitaplarla birlikte hem biriktirme hem de okuma tutkum geri döndüm. Elime geçen en ufak bir ben saatini okumaya ayırdım, nicelik olarak güzel bir sayı yakaladım ama esas olarak nitelik olarak mental sağlığa iyi gelecek satırlarla yattım kalktım. Okuma serüvenimin tıkanan hızını bu ay kırdım.
Hiç bir zorunluluk ve emir bende huzurlu bir eyleme dönüşmüyor. Hem ötekiler hem de kendim bir şeyi yap, şu kadar yap, şöyle yap şeklinde emirlerle bana gelince benim bahane bulma, erteleme hızım ışık hızına çıkıyor. Bunu kırmak için küçük adımlarla bu tutkuyu büyüttüm. Hem okuma sürekliliği için güzel bir okuma buddy edindiğim için bu süreçte motivasyon kaybı yaşanmadı.
Memlekete gidip hızlı geçen bir kaç günde biraz sekteye uğrasa da ritmi yeniden bulmak kolay olacak.
Tumblr media
Profesyonel yaşama geçince, kaygı ve stres artıyor. Net. Okula gidiş, okulda geçen süre, eve dönüş derken günün oniki saati geçiyor, min 6 saat uyku desek son üç yıldır kendime 6 saat kalıyor. Haftasonları hem kendinin hem insanların beklentilerinin çakışması yüzünden daha da isteksiz geçiyor.
Bu kaygı ve stresin de aydınlık ömrümüze bir sis perdesi çektiğini farkedince canım sıkıldı. Sadece eleştirip, çözüm bulmayan toplum gibi davranmak yerine, iş ve ben arasına perde çekecek bir yöntem bulmak şart oldu. Böylelikle işin ve ekonominin verdiği yorgunluk bir hayli azaldı, uykunun sıcak koynunda daha az vakit geçirip ben saatlerini artıracak yöntemler geliştirmiş olduk. Bu da rahatlamış bir beden ve desarj olmuş bir zihinle birlikte hem kişisel hem profesyonel yaşamda verimi getirdi. Günün nasıl geçti sorusuna verilen kaygılı cevaplara da pozitif ve yapıcı yanıtlar verebilir konuma getirdim kendimi.
Hoş yeni benin bu sakin net ve durup düşünerek cevap veren halleri evde ve çevrede yadırganıyor hala ama hem kendime daha az yüklenmek için hem de en yakından en uzağa insanlarla sınırların ardında iletişim kurmak için bu şart.
Tumblr media
Aktif bir yaşam, hayatımın her döneminde vardı. Bağ bahçe işleriyle uğraştığımız için bu kaçınılmazdı, bir odada bir kaç demir parçasıyla spor yapmak bana hep saçma geldiği için bir kaç düzensiz deneme sonrası bu işi raf kaldırmıştım. Koşmak, yürümek gibi daha aktif sporlarla ilgilenirken hem vanın Unutulmuş bir köyünde geçen yıllar hem pandemi vucudu tembelleştirmişti. Eee yaş da bi yerde artık fizyolojiyi etkilemeye başladığı için, hem koşmaya hem de kısa ve efektif spor düzenini de bu ay oturttuk. Bakalım nasıl Gidicek bu tutku da.
Ayrıca ilk gençlikten öğretmen olana kadar voleybolu amatör takımlarda oynamış ve antrenman olsun maça çıkmak olsun bana iyi gelen uğraşlardı. Bunu yeniden hatırlayınca bir organizasyon bulup düzenli voleybola yeniden başlamaya çalıştım.
Zaten bir kaç kavga sonrası gitmediğim halısahaya Ankara semalarına indim ineli tekrar devam ediyorum ama voleybol ve spor daha da iyi gelecek. Oyna devam.
Tumblr media
çok eski yıllarda sürdürdüğüm günlük rutinimi bu yıl yeniden başlatmaya karar verdim. Hem yaşanan olayları fotoğraflardan değil yazıdan takip etmek hem de anlık değişen duyguların takibini rahat yapabilmek için bu güzel olabilir
Eski günlükleri bulsam iyiydi hazır nerde neyi yanlış yaptığımı ararken bana referans olurdu da neyse.
Tumblr media
Netflix gibi servislerin yaygınlaşması, o kadar uzun süre odaklanma problemi ve birlikte izleyecek film bulma sorunları yüzünden sinemanın iyi işlerini takip edemiyordum. Bu sene bu tutkuya da geri dönüp, kaliteli yapımlar izlemeye devam edeceğim.
Bu ay fena geçmedi bazılarını zaten paylaştık. İzlemeye, anlamaya daha çok vakit ayırmak için saatler yaratıyorum.
Tumblr media
Kompleks bir hal almış düşünce hatalarım, sorunlarım ve iletişim problemlerim üzerine çalışmaya devam. Kişisel beklentiler üzerine değil de kendi huzurum için bana iyi gelecek şeyler yapmaya çalışıyorken, öte yandan bu karakteri de kabul ettirmeye çalışıyorum.
Dengesiz bir dengeye getirdim kendimi. Genel olarak memnun olmasını istediğim insanlar bu durumdan memnun. Sevdiklerimize sert, ele nazik olan tavırları tam tersine çevirmeye çalışırken kurum tutmuş duygu borularını da temizliyorum.
Fena bir ay olmadı, erteleme yada öteleme davranışı da azaldı.
Önümüzdeki ay bakalım neler yaşayanacak.
2 notes · View notes
doriangray1789 · 9 months
Text
İki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya atmış şöyle ki ; "Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır." Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı: · Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler. · Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir. · Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler. · Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar. Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi... Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı. Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı. Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı: “İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür! Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. ‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür. Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler… Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler... Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar..." N'olur fazla mütevazi olmayın!... "Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti... Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil olmamalarıydı". Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel'in bir sözüyle bitiriyorum: “Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”
4 notes · View notes
nergiscem · 2 years
Text
Erzurum Notluğu | 1✨🗺️
Tumblr media Tumblr media
Bu ailenin ilk mezuniyetiydi bu. Annem ağladı, bir ara abimin bile gözünün sulandığını gördüm. Koca altı sene, su gibi akıp geçti. Ben sanki abimi yeniden tanımaya başladım.
Tumblr media Tumblr media
Yakutiye Medresesi, Üç Kümbetler, Çifte Minareli Medrese, Erzurum Ulu Camii, Lala Mustafa Paşa Camii... Çok yer görme fırsatım oldu. Abim teker teker gezdirdi her yeri. Kampüsün içini, şehri, tarihi yerleri. Belki de en güzel mevsiminde geldiğimden, çok sevdim bu şehri. Bunca sene abime de sahip çıktığı için teşekkür borçluyum. Hem canım Ayşe'nin memleketi de burasıymış. Yeşil, yemyeşil bir şehir 💖💚💗
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Taşhan'a, gümüşçüler çarşısına girdik. Annemin üç dört yıl önce bize hediye getirdiği yere. Kızağı, çeşmeyi ve bahçedeki vişne ağacını. Babam ben burada vişne ağacı olmaz diye bilirim dedi. Oradaki esnafla muhabbet açıldı, bi söylemdir yayılmış Erzurum'da bir şey yetişmez diye herkes kavak ağacı dikiyor dediler. Oysa geç de olsa, vişne verirmiş ağaçlar...
Tumblr media Tumblr media
Son gün abim bizi Hemşin'e götürdü. Unesco barış ödüllü eski bir pastane. Zamanında çatışmaların çok olduğu dönemlerde zıt tarafların insanları burada beraber otururmuş. Sakin, güzel ve saygı duyulası. Pastalar da gerçekten lezzetli.
Bir daha gelmek nasip olacak mı bilmiyorum. Başka vesileler olacak mı mesela. Oysa ne çok anı var. Yengem burada okumuş, anneannemlerin kardeşi yıllarca burada yaşamış. Teyzem evliliğinin ilk yıllarında buradaymış. Abim, burada yıllar geçirdi... Dedikleri gibi, insan ömrü hızlı geçiyor.
48 notes · View notes
zayiflamamlazim · 10 months
Text
Başparmağımı okuttum kilidi açtım.
Kendi içindeki benden bile gizlediğim duygularım. İşte burda açığa çıkarıyorum.
3 gün önce birinin gözlerinin içine baktım. Göz teması kurmadı benimle, çok hızlı geçti gitti bakışları. Oysa bir şey anlatmaya çalışıyordum o an kenetlensin istemiştim. Sonra gece boyu düşündüm. Bana neden odaklanmadı. Neden o kişi gibi hissetmedim. Kaçıncı savruluşumda takla atmayı bırakacağım.
Kimsesiz geçirdiğim birkaç gün. Kendimle geçirdim dah doğrusu. Kendime yüklediğim görevlerle. Kendimi ödüllendirdim, kendimi cezalandırdım. Kimse görmedi, kimse duymadı ama içimde fırtınalar koptu. Bağırıp çağırmak istedim. Her şeyi fırlatmak. Şimdi oturdukim bir duvarın dibine, bacaklarımı uzattım. Kendime bakıyorum, ışıklardaki yansıma ile. Sahi bu kadar mı zor beni sevmek? Gözgöze gelmek. Dediklerimi dinlemek.
Hayatımın nefret ettiğim bir parçasını değiştirmek için çok çabaladım. Gerçekten çabalarım, yırtındım. Bir sürü yeri ayağa kaldırdım. Olmadı. Olmadı işte. Allah daha iyisini verecektir ben bilmiyorumdur. Söylüyorum ama inanmıyorum ki. Ellerimdeki çaresizlik, yatarken damlayan gözyaşlarımla kulaklarımın ıslanması. Buhranlı hislerim, her an oracıkta duran gözyaşım.
İsyan etmeden durmak o kadar zor ki. Buray gelmek için 2 yıl boyu hayırlısıyl diye ettiğim duaların sonu bu mu? Bu senaryonun var olan en iyisi olduğuna kendimi nasıl inandıracağım? Nasıl kendimi teslim ve telkin edeceğim?
Yapamıyorum. Nasıl yapacağımı da bilmiyorum.
Yanlış şeyler yapıcam diye korkuyorum.
5 notes · View notes
rpgkroywen · 2 years
Text
Q&A
Bu post düzenli olarak güncellenecektir.
Kurguda kaç tane admin var? Aktif olarak dört adminimiz var. Adminlerimize aşağıdaki hesaplardan ulaşabilirsiniz: @paidoneus @bellaconstantin
Yeni ırk eklenecek mi? Neden olmasın? Fikirlerinizi ask kısmından gönderebilirsiniz.
Fae karakterlerimiz büyü yapabiliyor mu? Yapılan büyü şekli saraydan saraya değişir mi? Evet, karakterlerinizin saraylarına göre büyü yapma yeteneği ve yaptıkları büyünün kalibresi değişir. Her sarayın Yüksek Lordu veya Leydisinin farklı bir büyü yeteneği olurken, sıradan perilerde bu yetenekler çok nadir görülmemektedir.
Kurguda uzaylılar var mı? Oyundaki bazı organizasyonlarımız bu teorinin üstüne araştırma yapmakta.
Prythian tam olarak neresi? Prythian gerçek dünyadan çeşitli geçitler ve partallar aracılığı ile ulaşabilen Faewild dünyasıdır.  
Fae insan teknolojisine sahip mi? Prythianda ki çoğu fae insan dünyasına daha önce adım atmadıkları için teknolojik ürünler belli elektromanyetik duvarlar yüzünden Prythian’da kullanılmamaktadır.
Sonbahar Sarayına ne oldu? Sonbahar Sarayı yüz yıl önce çıkan büyük peri savaşında yıkıldı. Kraliyet ailesine ne olduğu hala bilinmemekte.
Yüksek Leydi veya Lordların büyü yetenekleri nelerdir? Gündüz Sarayı; Hava manipülasyonu, ışık üretimi, lanet kırma, şekil değiştirme, teleport. Şafak Sarayı; İyileştirme, teleport. Gece Sarayı; Karanlık manipülasyonu, zihin kontrolü, kanatlarla uçuş, buğulanma, teleport. Bahar Sarayı; Şekil değiştirme, hava manipülasyonu, teleport. Yaz Sarayı; Su manipülasyonu, teleport. Kış Sarayı; Buz manipülasyonu, teleport. Sonbahar Sarayı; Ateş manipülasyonu, teleport.
Seafolk bir fae türü mü? Evet, Seafolk bir fae türü. Kendi içlerinde üçe ayrılmalarına rağmen Faewild dışında yaşayan tek fae türü Seafolktur. Bu yüzden Okyanus Sarayı, Prythian siyasetine karışmaz.
Faewild nedir? Prythian’a, birçok fae türüne, farklı kentlere ve daha bir sürü bilinmeyene ev sahipliği yapar. Dağlar daha dik ve keskin durur, nehirler daha net ve daha hızlı akar ve çiçekler daha parlak ve daha güzel kokulu açar. Bir yönde seyahat ederken iki yer işareti aynı mesafede olabilirken, dönüş yolculuğunda açıklanamayacak şekilde daha uzak veya daha yakın olabilirler. Zaman kavramı görecelidir.
Yüz yıl önce çıkan fae savaşında neler oldu? Yüz yıl önce Fae ve Shadow Fae’ler arasında geçen savaşta hırs ve gücün esiri olan Yüce Lord’ların hepsi hayatlarını kaybettiler. Yerlerine geçen varisleri savaşı kontrol altına alıp kazandılar fakat bu birçok kayba neden oldu. Öncelikle Fae’lere ait en önemli adalardan biri olan Hybern, yedi yüce saray karşıtı Fae ve Shadow Fae’lerin eline geçti ve kendilerine yeni krallık kurdular. Ayrıca sonbahar sarayı yedi büyük saray arasına savaşta en büyük darbeyi alarak çöktü ve günümüzde sadece altı yüce saray kaldı. Yeni tahta geçen High Fae’ler kendi aralarında olan toprak savaşlarını anlaşmalar sayesinde sona erdirerek kaybettikleri adayı geri almak amacıyla yeni bir savaş hazırlıklarına girdiler.
12 notes · View notes
kanadikirikelebek · 11 months
Text
Hayatıma ilk girdiğin gün nerden bilebilirdim ki bu çocuk kalbimin senle dolacağını 2021 yılının Haziran aynında aldım seni kalbime küçücüktüm daha 16sında hayatın ne olduğunu bilmeyen bi kız çocuğu yıkık bir adamı toplamaya çalıştı beceremedide adamın enkazı altında kaldı aylarca o enkaz altında ağladı adamdan bi yardım eli bekledi çünkü biliyordu o yardım eli geldiğininde adam onu aylarca enkazın altında bırakmış bile olsa onu sevmeye devam edecekti çocuk kalbi bi kere dolmuştu nede olsa onla. Geldinde uzattın elini çıkardın beni ama ruhumda bıraktığın o enkazın izlerini göremedin ben o izlere rağmen seni bi annenin oğlunu sevdiği gibi sevdim annen seni sevmezken sen yokluğunu hissetme diye dahada çok sevdim ama hala çocuktum 17sinde bütün hayatını o yapmış bi çocuk gittin geldin, sevdin parçaladın, ama ben sana sarıldığım an bütün acılarımı unutuyorum.
Senin bana dönüşünün üzerinden 1 yıl geçti sevgilim hatta 2 hafta sonra hayatıma girmenin 2. Yılı zaman hızlı geçiyor. Bu 1 yıl içinde ne kadar çok kavga etsek bile bi şekilde hep birbirimize döndük sanki kader bizi birbirimize bağlamış gibi belkide öyle.
Sana her sarıldığımda her öptüğümde çok korkuyorum onun son olmasından yanındayken illa sana temas halinde olmak istiyorum çünkü zamanında beni içinde bıraktığın enkazın ruhumdaki izleri yerinde duruyor.
Korkuyorum sevgilim hayatımdan hiç korkmadığım kadar gitmenden korkuyorum, ilerde bi başka adamı sevmek zorunda kalmaktan korkuyorum, senin bi başkası ile yuva kurmandan korkuyorum ama eğer bi gün beni bi başkasını sevmek zorunda bırakırsan işte o zaman hakkım sana helal değil sevgilim ahım yakanı bırakmaz.
3 notes · View notes
datcufan-blog · 1 year
Text
Tumblr media
MİLLİ TAKIM  İSKOÇYAYI YENDİ
 
A Milli Futbol Takımı, hazırlık maçında   İskoçya ile Diyarbakır Stadı'nda    karşı karşıya geldi.
Müsabakada, Kosova Futbol Federasyonundan Visar Kastrati düdük çaldı ,Kastrati'nin yardımcılıklarını Edmond Zeqiri ve Granit Hyseni yaptı Karşılaşmanın dördüncü hakemi ise zorbay küçük oldu Anladığım kadarıyla Kosovalı hakem bizi biraz sevdi diyebilirim..
 
Ay yıldızlı ekipte Emre Mor sakatlığı, Merih Demiral da kulübü Atalanta'nın talebi üzerine aday kadroda yoktu.  İskoçya karşısında ilk 11'de forma şansı yakalayan Cenk Özkacar, bu şansı ilk kez yakaladı.
A Milli Futbol Takımı, İskoçya ile tarihinde ikinci kez karşı karşıya geldi İki takım arasında ilk ve tek maç, 62 yıl önce   Ankara'da oynanmış, Türkiye mücadeleyi 4-2 kazanmıştı.
.
Ay-Yıldızlılar'a galibiyeti getiren golleri   Ozan Kabak ile   Cengiz Ünder kaydetti İskoçya'nın tek golü ise   John McGinn'den geldi.   
A Milli Futbol Takımı'nın kalesini Uğurcan Çakır korurken, orta sahada Zeki Çelik, İrfan Can Kahveci, Orkun Kökçü ve Ferdi Kadıoğlu oynadı.
Stefan Kuntz, kanatlar ve forvet hattında ise Cengiz Ünder, Hakan Çalhanoğlu ve Cenk Tosun'la sahada görev yaptı.  
.
Müsabakaya Takımımız hızlı başladı Hakan Çalhanoğlu'nun yaklaşık 25 metreden kaleye gönderdiği sert şutta, kaleci Gordon son anda yatarak topu kornere çeldi.
 Hemen ardından Orkun Kökçü'nün pasıyla ceza sahası sağ çaprazda topla buluşan ve kaleci Gordon'la karşı karşıya kalan Cengiz Ünder'in şutunda, meşin yuvarlak defansın müdahalesiyle kornere gitti
.
Atakların ardı arkası kesilmedi  İrfan Can Kahveci'nin sağdan ortasında ceza sahasında topla buluşan Ozan Kabak'ın kafa vuruşunda, meşin yuvarlak üst direkten döndü. Peşındende  gelişen hızlı atakta sol çaprazdan ceza sahasına giren Eren Elmalı'nın sert şutunda, topu kaleci Gordon son anda ayaklarıyla kornere gönderdi . Gol çok geç kalmıştı  milli takım öne geçti. Hakan Çalhanoğlu'nun sağdan kullandığı serbest vuruşta penaltı noktası üzerinde topla buluşan Ozan Kabak'ın kafa vuruşunda, meşin yuvarlak ağlara gitti ilk yarı kaçan en az beş pozısyon vardı ancak tek skoru yakaladık özellikle Cengız çok çömertti.
 
İkinci yarı  Türkiye farkı ikiye çıkardı. Zeki Çelik'in pasıyla sağ çaprazda topla buluşarak ceza sahasına giren Cengiz Ünder'in plase vuruşunda, meşin yuvarlak ağlara gitti cengız çok kaçırdı ama  bunu atarak bizi utandırdı .
 
İskoçya  iki farktan sonra maçı hiç bırakmadı farkı bire indirdi. Robertson'un pasıyla orta sahanın biraz ilerisinde topla buluşarak ceza sahasına giren McGinn, sol çaprazdan kaleye gönderdiği sert şutta meşin yuvarlağı filelerle
Biz farkı artırabılırdık ama yine beceremedik zar zorda olsa  yenmeyi başardık ilk yarı harıka top oynayan bir ekip verdi özellikle maçın son çeyreğında yenilebilirdik.
 
 Son bir atakda yine Cengiz Ünder'in defansın arkasına gönderdiği pasla ceza sahasında topla buluşan Enes Ünal'ın şutunda, meşin yuvarlağı kaleci Gordon yatarak çeldi. Konuk ekibin defans oyuncuları topu uzaklaştırdı.
Takımı kutlarım eskiye göre daha iyi bir oyun izledik .
 
A Milli Futbol Takımı, ikinci hazırlık maçında 19 Kasım Cumartesi günü Gaziantep'te Çekya ile karşılaşacak.
3 notes · View notes
lancelotsir · 2 years
Text
SENEEEE 2014
Üniversiteye hazırlandığım sene, 4 yıl boyunca devamsızlığı haricinde hiçbir şeyi verimli değerlendirmemiş tembel bir öğrenci olarak tüm konuları hatmetmeye çalıştım. Okulla beraber yürüttüğüm dershane süreci ile son derece zorlanıyordum. Fakat bir yandan da bu zorlukta ilginç hazlar saklıydı. Dershane çıkışı bütün yorgunluğuma rağmen güvenparktan sıhhiyeye yürüyor, otobüse ters istikametten binip yolumu uzatıyor, hep aynı ışıklarda aynı şarkıyı açıyordum. Bugün hala aynı noktada şarkının sözleri zihnime gelir. Derken zaman böyle geçti ve her ay netlerim biraz daha arttı.
YGS ve özellikle LYS matematik neredeyse herkes için bir ömür törpüsüydü. Hele de lise günlerini playstation salonlarında geçiren ergenler için. Her ne kadar konulara dair altyapım vasat olsa da yılmadan çalışmaya ve derslere düzenli katılmaya çalıştım. Şaşırtıcı bir şekilde hızlı öğreniyor ve birkaç temel kuralı öğrendikten sonra tüm konularda kendi yöntemlerimi keşfedebiliyordum. Daha sonrasında yıllarca arkadaşlarım arasında gırgır malzemesi edilecek matematik dehamı o dönemlerde keşfettim. Özellikle problemler konusuna olan yeteneğim ile çoğu kişinin vakit kaybı olarak görmezden geldiği kısımlarda ben en önemli ve çabucak netlerimi, hiçbir konu bilgisine sahip olmadan kazanabiliyordum.
İşte bu dönemlerde, o zamanlar sınava hazırlık konusunda fikirlerine çok kıymet verdiğim bir arkadaşım aracılığıyla bir kaynak kitap almaya karar verdim. Şu an yayının adını hatırlayamasam da şimdilerdeki gibi internet yayıncılığının çok yaygın olmadığı o dönemlerde çözüm cd’si olması ve ideal bir zorluğa sahip olmasıyla aynı yayını almıştık. Normalde uzun uzadıya testler çözme alışkanlığı olmayan biri olarak bu kitap bende adeta bağımlılık oluşturdu. Sanki bir çeşit motivasyon sağlayıcıydı. Ne zaman ders çalışma isteğimi yitirsem, kendimi bu matematik soru bankasının başında, özellikle de problemler çözerken buluyordum. Bilhassa karışım problemleri...
Neden bilmiyorum ama o dönemler allahın beni dünyaya karışım problemleri çözmem için gönderdiğini düşünürdüm. Melih Gökçek için Ankara, Mehmet Ali Erbil için genç kızlar, araplar için Türkiye ne ise benim için de karışım problemleri o demekti. Zaten bir şekilde soruya dahil olabildiğim bu konuda dershane hocamın öğrettiği ilginç bir denklem formatı ile adeta sorunun 7 ceddini nüfuzum altına alabiliyordum. Bizans surlarına yaslanan osmanlı gibi yaslanmıştım bu kitaba.
Bütün bir yılı problemlerde kendimi geliştirerek geçirdim. Karışım problemlerinde her ne kadar kendime çok güvensem de istatistiksel olarak sınavda bu konudan soru çıkma olasılığı çok düşüktü. Her sene sorulmuyor ve sorulduğu zaman da en fazla 1 soru ile karşımıza gelmişti. Ümidim çok olmasa da çıktığı takdirde garanti olarak gördüğüm belki de tek konuydu. Hiçbir şekilde bu sorunun kaçacağına inanmıyordum.
O büyük gün geldiğinde hayatımın o dönemine kadarki en ciddi sınavında yerimi aldım ve her ne kadar heyecanlanmasam da kendimde de hissetmiyordum. Tabi ki beklenildiği gibi sınav, tüm seneki beklentilerim ve alışkanlıklarımdan farklı geçti. Zamanlamalara uyamadığım gibi pek çok soru tipini de ilk defa görüyordum. Bütün bu şaşkınlıkların içersinde beni motive eden bir şey bulmam gerekti. Heyecanla matematik problemlerine geçtiğim zaman karşımda onu gördüm; karışım problemi. İçimde bir coşku yaşasam da aynı zamanda da ateşi keşfetmiş ilkel kabile mensubu birey gibi bir şaşkınlık da promosyon olarak yanında geldi. İlginç bir şekilde iç içe geçmiş birden fazla problem konusu ile karşı karşıyaydım ve canım hocamın bana öğrettiği denklem formatına uygun bir yapı soruda yoktu. Üstünden geçen 8 yıla rağmen sorunun bazı meyvelerin kurutulmasıyla oluşacak sıvı kayıplarına yönelik bir içeriğe sahip olduğunu hatırlıyorum.
İlk etapta soruya bu formatı uygulayamayacak olmak beni fazlasıyla etkiledi. Artık sınavın genel gidişatını falan ikinci plana atarak, kendi hayat amacımı gerçekleştiremeyecek olmanın kaygısını taşımaya başladım. 1 soru için asla vermeyeceğim bir vakti soruya harcadığımı fark ettikten sonra en son dönmek üzere soruyu geçtim. Sınav sonunda istediğimden ve potansiyelimden çok uzakta bir optik ile bakışıyorduk. Ve hala sınavın sonunda belki bir şeyleri değiştirebilecek bir süre bana kalmıştı. Ben de bu sürede her mantıklı insan gibi bir şeylerin gidişatını değiştirmek yerine kendi gururumu öne alarak karışım sorusunun amına koymaya karar verdim...
Sorunun olduğu sayfayı açtım, kalemimi daha iyi saplayabilmek için ucunu açtım, kollarımı sıvadım. Soruyu birkaç kez daha okudum. Her zaman en iyi metod olarak gördüğüm, verilen değerlerini yeniden yazmayı uyguladım. Her ne kadar formatı uygulayamıyor olsam da allah vergisi yeteneğimle kendi kurgularımı oluşturmaya çalıştım. Devamlı olarak beni sonuca götürmeyen işlemlere rağmen yılmadan devam ettim. Sildim sildim yeniden yazdım. Dakikalar gözlerimin önünde erirken, silgi tozları sayfaların arasına doluyordu. Son dakikanın içerisine girerken hala hatrı sayılır derecede boş optiğe rağmen bu karışım sorusuyla geleceğimi karıştırmaya devam ettim. Bütün çabalarım sonucu 17,4 değerine ulaşan bir işlem ile soruyu bitirmeyi başardım. Gemiyi karadan yürütmeyi başarmış Fatih edasıyla sırıtarak doğru şıkkı işaretlemek için şıklara yöneldim. Peşpeşe dizilmiş beş tane harf ve yanlarındaki değerler bana bakış atıyordu; 14,15,16,17,18. Muzaffer Fatih’ten, Haliç’e çekilmiş zincirle, suda yanan ateşi gören dumura uğramış Fatih’e evrilmem saliseler sürdü. Hocaların son dakika hatırlatmasıyla “ya ben karışım sorusunu alacağım, ya karışım sorusu beni” diyerek, bulduğum cevaba en yakın olan 17’yi işaretledim.
Sınavın beklediğimden çok daha kötü geçmesiyle beraber, en çok güvendiğim alanda böyle bir rezaletle karşılaşmam beni derinden etkiledi. Günün kalanı boyunca gelecek hayallerimi yeniden düzenlemeye başladım. Aynı gün ya da bir sonrakinin gecesinde yayınlanan soru ve cevaplara bakma hevesi hiç duymuyordum. Fakat içimden geçen merağa engel olamayarak kontrole başladım. Matematikte problemelere geldiğim zaman kendimi sonuca çoktan hazırlamıştım. 20 yıllık kadıköy yenilmezliğini bitiren başkan olacağımı çok net hissediyordum. Soruya tıklarken sanki farenin sol tuşu bir silahı ateşliyordu. Tıkladığım sayfada açılan görüntü adeta benle kafa buluyordu. Cevabını bulamadığım soruyu doğru yapmıştım. Resmen yüce rabbim bana bu olağanüstü yetenek ile yapamasam bile yapabilmemi nasip etmişti. İşte o gün bugündür en özel yeteneğim; eğer bir problem varsa, memedow çözer. Çözemese bile.
15 notes · View notes
art-is-g4y · 2 years
Text
son 1 yılda hayatım o kadar dolu dolu geçti ki iyi kötü o kadar çok deneyim oldu ki hani bu kadar çok şey yaşamanın şey gerginliği var üstümde ulan her şeyi yaşadın ileride farklı bir şeyler olmazsa bunalırsın sen gerginliği biraz hızlı oldu bu son 1 yıl
4 notes · View notes
bensutsevmem · 2 years
Text
Doğum Günü Yazısı’22
İyi ki doğdum.
Bugün itibariyle 34 yaşıma adım atıyor ve doğum günü yazılarının 16. edisyonunu gururla yazıyorum. 
33, hala anlamakta -ve göreceğiniz üzere anlatmakta- zorlandığım bir hızla ve yorgunlukla ve buna rağmen inanılmaz bir keyifle geçti. Bu yaş ile tek derdim, yıl boyunca kendimi bir günün 24 saatine asla sığdıramamış olmak oldu. Bu yazıyı bile ilk defa bugüne tam 3 gün kala yazdım. Aylardır tüm yılı kafamda toparlayıp alt tarafı birkaç satır yazı yazmaya çalışıyorum ama gel gör ki bir türlü vakit bulamıyorum. Çünkü yetmiyor. Yapmak ve yetişmek istediğim/zorunda olduğum o kadar çok şey vardı ki bu yıl... Canım annem, bu yılın başında bana bir sürpriz doğum günü partisi hazırlamıştı misal, ona bile geç kalmıştım. Şu anda fark ediyorum ki, yazıyı bu yıl biraz da bunun sebebini anlamak için yazıyorum. Ne oldu da bu yıl elimden bu kadar hızlı kayıp gitti ve ben onca harika gün yaşamama rağmen neden hala hiçbir şey yapamamışım gibi hissediyorum?
Geriye dönüp bu yıla baktığımda görüyorum ki en çok vaktimi alan şey işim olmuş aslında.
Bu yaşıma yeni bir işyerinde, yepyeni sorumluluklar ve yepyeni insanlarla başladım ve nasıl da iyi geldi! Gün geçtikçe özgüvenim keskinleşti, ruhum yenilendi, gözlerimin içi parladı adeta. O kadar özlemişim ki işyerinde kendimi iyi hissetmeyi, ilk 6 ay nasıl geçti hiç anlamadım. Her akşam gülümseyerek ve büyük bir tatminle çıktım ofisten ve her akşam buna tekrar tekrar şaşırdım. Gördüm ki çalışmanın ne kadar keyifli bir şey olduğunu unutmuşum son birkaç yıldır. Üstelik hırsımdan, başarma arzumdan  ve kendimi kanıtlama ihtiyacımdan da bağımsız, cidden çalışmaktan ve yaptığım işten aşırı keyif aldığım için, üstelik bir de birlikte çalıştığım insanları, onlarla geçirdiğim vakitleri sevdiğim için daha da çok sarıldım işe bu sene ve bir anda sandım ki üzerime atılan her şeyin altından kalkabilecek güce sahibim.
Sonra aniden bir gün, sıradan bir Haziran gününde, ortada hiçbir şey yokken pilim bitti benim. Nasıl olduğuna kendim de inanamadım. O güne kadar hep “yorulmak için çok gencim” diyen ben, daha önce hiç böyle bir yorgunluk yaşamamışım. Nasıl bir his olduğunu yazıya dökmek zor ama, mutsuzluk veya tatminsizlik gibi bir şey değilmiş bu, bir şalterin inmesi gibi zihnin ve ruhun kendini kapatmasıymış. Patronum tarafından zorla çıkartıldığım - ki bununla gurur duymuyorum - iki haftalık izinde deniz kenarında değil denize girecek, ayaklarını suya sokacak enerjiyi bile toparlayamamakmış. Mecalin kalmaması nasıl bir şeymiş bunu öğrendim bu yıl. Şimdi anlıyorum ki yine kendime sınır koymayı pek becerememişim 33’ümde. Aile beklentisinin dışına çıkarak kendi yolunu çizen insanın kendini kanıtlama ihtiyacının herkesten daha fazla olduğunu biliyor ve bunu kendim de hissediyordum zaten ama gördüm ki, “aman kimse bana laf söylemesin, ben her şeyin 10 adım ötesini düşüneyim, hepsini bana söylenmeden yapayım ki kimse benden bir şey istemek zorunda kalmasın” isteğim/korkum hem işyerinde hem de hayatımın genelinde kendime yersiz yüksek ve hatta bazı yerlerde insan dışı beklentiler koymama da sebep oluyormuş. Daha da önemlisi öğrendim ki işin sonunda ne kadar keyif alırsan al, durmadan ve yorulmadığını zannederek gece gündüz, hafta içi hafta sonu demeden çalışmak insanı fark ettirmeden tüketiyormuş.
33 yaşımda gördüm ki, kendini bu kadar parçalamaya da değmiyormuş zaten. Her ne başarı yakalarsan yakala, ister dava dosyası oku, ister yeni kurulmuş bir markayı yüklenip baştan aşağı tüm departmanlarıyla yönet ve bir yerlere getirmeye çalış, ister köklü bir markanın tüm global iletişimini sırtlan, ister bundan keyif al, istersen alma, ister aşırı iyi bir maaşın olsun, ister olmasın, durum, konum ve statü her ne olursa olsun bu kadar çalışmak ve bu kadar kendinden vermek; tebrik edilip alkışlansa dahi insanı -veya belki de sadece beni- yalnızca bir yere kadar tatmin ediyormuş. Bu yılın sonunda -sonunda- işimi hayatım yapmamayı ve kendimi gerek kendime gerekse başkalarına kanıtlayacağım diye paramparça etmemeyi öğrendim. Belki de bu yaşımdan aldığım en büyük ders bu oldu. İşe yarama ihtiyacı ve işe yaramadığını hissettiğinde gelen suçluluk duygusu üzerinde ise bir süre daha çalışmam lazım.
Bu yaşımın Kasım ayında, bir gün arayla hem teyze hem hala oldum. Sürekli çatık kaşları ile ucundan da olsa halaya çeken Ahu ve kucağımdan inmeyi reddetmeleriyle teyzesini kendine aşık eden Ali bu yaşın en beklenmedik renkleri oldular. Leyla ile tanışamadım bir tek. Onu da 34’ümde tanırım artık. Umarım ömrüm hepsinin büyüdüklerini ve mutlu olduklarını görmeye yeter.
Bu yıl ne Noel’de ne de yılbaşında öyle büyük planlar, yemekler yapamadım. Her ikisinde de çalıştım çünkü. Fakat her ikisini de annemle geçirdim ve gerisinin bir önemi kalmadı.
Otuz üçün Ocak ayında, her türlü önleme ve tek başıma oturduğum odalarda bile taktığım maskeme, bir başıma boş bir odada yediğim öğlen yemeklerime rağmen, corona olmayı başardım. Hiçbirimiz hala nasıl ve nereden kaptığımı bilemediğimizden bu olay hayatımın en gerçekçi “olacak olan oluyor” vakası olarak bir kenara yazıldı. Çok şükür ne anneme ne de başka birine bulaştırmadan atlattım. Sonrasında biraz daha rahatlarım diye düşünüyordum ve kademe kademe de normal hayata alıştım ama bu salgın konusunda gerçekten kendime gelmem Eylül ayını buldu.
Eylül ayı başlangıcı, son 7 senedir ilk defa hiçbir anksiyete semptomu yaşamadan çıktığım ilk yolculuğa da şahit oldu bu yıl. Hayat kendi zihninle kavga etmek zorunda kalmayınca cidden ne kadar da kolaymış. Anladım ki zamanında bu kolaylığın kıymetini bilememişim.
--
Çalışa çalışa kendimi yiyip bitirmeme rağmen düşününce çok huzurlu geçti bu yaşım. Yoğun, hızlı ve yorucuydu belki evet ama bir yandan da düşündükçe yüzümü güldürecek kadar çok keyifliydi. Kendime sarıldım hep bu yıl, kendime daha iyi baktım, kendimi daha çok sevdim ve kendimi mutlu etmek için elimden geleni yaptım. Bir bakıma ilk defa 33 yaşımda ben kendim için en iyisinin ne olduğunu düşünüyorsam hep onu yaptım. Bu sayede bana neyin iyi gelip neyin gelmediğini de daha iyi görmüş oldum. Benim bu yıl ajandam hiç boş kalmadı. Yine yeniden kendini kalabalıklar içinde bulan insan oldum, kendimi kalabalıklarda yeniden buldum. Evde renkli tuvaller birikti, ilk golf takımımı aldım, her Pazar golfe gittim, bazı günler uyanıp yogamı yaptım, bazı günler yürüyüşe çıktım, çok daha sağlıklı beslendim, yeni yerler keşfettim, en güzel şarapları içtim, en lezzetli mezeleri yedim, en sürükleyici kitapları okudum, en güzel kıyafetleri giydim, en keyifli etkinliklere katıldım, en sevdiğim insanlarla harika vakitler geçirdim ve en güzel tatilleri yaptım. 33 yaşımda ben bir hayattan tek başına alınabilecek maksimum verime ulaştım.
Bu yıl ne kalbime, ne de koynuma hiç kimse girmedi, giremedi. Zira benim buna ne vaktim oldu, ne gücüm oldu, ne de isteğim. Ama dilerim yeni yaşım farklı olur. Çünkü bu yıl gördüm ki yanında bir şeyleri gerek duygusal, gerek tensel, gerekse ruhsal olarak paylaştığın biri olmadan, hayat ne kadar keyifli olursa olsun tadı bir tık eksik. 
Bu yaşımda hem en yakın dostumun, hem de küçük kardeşim kadar sevdiğim birinin, kanımdan olsalar bu kadar kıymet vereceğimi düşündüğüm iki kadının mutlu yuvalar kuruşuna şahit oldum. Üstelik birinde gerçekten nikah şahidiydim. Bu yıl yeniden gördüm ki insan ruh eşini bulduğunda yan yana gelen iki insanın enerjisi boşlukta dalga dalga yayılıp etrafa bulaşıyor.
33’ümde muhteşem insanlar tanıdım. Bu insanların hepsi de bir şekilde tüm garipliklerime kucak açtı, beni bütün saçmalıklarımla sardı sarmaladı, dahası beni güldürdü, mızmızlanmalarıma ve bazen ani yükselişlerime göğüs gerdi. Gidilen yemeklerde benim için ekstra çatal istediler, kolayı pipetsiz içemediğimi hiç unutmadılar. Onlara komik gelse de ortak yenen şeylere elleriyle hiç dokunmadılar. Bir tanesi sabahın kör karanlığında Şile’nin dağında çekimi bir kenara koyup bana elleriyle kahve yaptı. Bir diğer ikisi bütün bir hafta boyunca yanlarında hiçbir şeye gücü olmayan, sürekli arılardan kaçan ve sadece hiç durmadan pembe kase yiyerek kahve içmek isteyen bu kıza sahip çıktı. Bir de bunca yıldır sahip olduğuma şükrettiklerim vardı yine bu sene. Birisi bana gün aşırı kahve falı baktı bazen, bir diğeri bir türlü görüşemesek de saatlerce telefonda sohbet etti benimle. Biri bana ta olduğu yerden kurabiye şeklinde kutular aldı gönderdi. Bir başkası ben corona olduğumda evimin balkonundan benimle sohbet etmeye geldi. Birisi sırf canım sıkıldı diye beni kapıp  teknesiyle adalara götürdü. Biri benimle uzun uzun yürüyüşler yapıp derin derin konulara daldı. Bir diğeri yıllardır görüşememiş olsak da ilk vakit aralığında yanıma koştu. Bazılarıyla hiç beklenmedik yerlerde karşılaştık, sanki aramıza yıllar girmemiş gibi kahkahalar atıp danslar ettik. Diğer ikisi işi gücü bırakıp bana Hollanda’da iş aramaya kalktı. Biri Kraliçe’nin öldüğü günden gazeteler toplayıp getirdi ben severim diye. Biri -ve en kıymetlisi- de sanki 33 yaşında değilmişim gibi bana her gün gözü gibi bakmaya devam etti.
Velhasıl bu koştur koştur akan yaşın bugün sonuna geldik. Her ne kadar nasıl bu kadar hızlı geçtiğini hala zerre anlamasam da ve aslında hedeflediklerimin tamamını yapamasam da şu anda görüyorum ki bu yaş aşırı derecede keyifli, kahkaha dolu, başarı dolu, sevgi dolu olmuş. Bunun böyle olmasını mümkün kılan, yamacımda duran, uzağımda da olsa beni kalbinde tutan herkese teşekkürler. Hepinizi -artık gerçekten- öpüyorum. 34’ü de birlikte devirmek dileğiyle.
Dee.
4 notes · View notes