Tumgik
#beni bırakmamak bu kadar mı zordu?
songeceresitali · 7 months
Text
Yemin ederim tek istediğim sevilmekti. Bir parça sevilmek istedim sadece. Birileri beni takıntılarımla sevsin, dengesizliklerimle sevsin,yaralarımla sevsin, kanayan ellerime rağmen ellerimi tutsun istedim. Kriz geçirince beni o sakinleştirebilsin, kendime zarar verirken ellerimi tutsun, geçeceğini fısıldasın istedim. Kimse sevmedi. Beni kimse sevemedi.
261 notes · View notes
mina-i · 7 years
Text
galip hoca’yı geçmiş zaman kipinde yazmak çok tuhaf.
galip hoca’ya dersin son günü veda etmedim. diğer öğrencilerle birlikte hep beraber kayıt işleri’nin oradaki merdivenlere geldik, hoca’yla her zaman ayrıldığımız yerdi, yarın görüşecekmişiz gibi ayrıldık. ya veda etmeyi unuttum, bugün son gündü geri dönsem mi diye düşündüm, ama hoca da yorulmuştu bir an önce evine gitmek istiyordu, neyse dedim, yine görüşürüz nasıl olsa, hoca da vedaları çok umursamıyor. son görüşüm oymuş. keşke geri dönüp yakalasaydım. keşke ona son bir kez sarılsaydım.
keşke galip hoca’yla ikimizin tek olduğu bir tek resim çektirseydim. keşke albümlerini imzalatsaydım. galip hoca’yı kaybetmenin bize öğrettikleri bunlar oldu. hiçbir şeyi ertelememek gerek. bir dahaki dönem yaparız diye bırakmamak gerek.
beş buçuk yıl erasmus dönemim hariç galip hoca’nın derslerine her hafta gittim. eski öğrencilerinin anlattığı garip gizemli öfkeli hallerini hiç görmedik biz. şeker gibi pamuk gibi bir adamdı. bize çok sinirlendiğini hiç görmedik. karmaşık bir geçmişi olduğunu, babasını nasıl kaybettiğini, oğuz aral’ı, kemancı’yı, içeri girip çıktığını, birkaç hastane macerasını bilirdik. çok zor çetrefilli bir geçmişi olduğunu genel hatlarıyla bilirdik. ama bizim gördüğümüz galip hoca hep sevecen, çok tatlı, şeker gibi bir insandı.
kapısı herkese açıktı. başka okullardan, mesleklerden, liseli, ortaokullu çocuklardan öğrencisi olmak isteyenleri geri çevirmezdi, hepimiz aynıydık onun için. hepimize öğrenci diye seslenirdi. (gerçekten bireysel olarak da öyle seslenirdi: merhaba öğrenci, görüşürüz öğrenci...) kim ne öğrenmek istiyorsa onu öğretirdi. elinde ne varsa paylaşırdı. bazen öğrenciler bir kitap isterdi. küçücük, sırtı hafif kambur bir adamdı galip hoca, kocaman, ağır bir kitabı çantasında zorlana zorlana bebek yokuşunu tırmanıp getirirdi. öğrencilerin yüzüne bakmadan bu kitapları geri verdiği olurdu, çok söylenmezdi, sonraki sefere yine istenirse yine getirirdi, kitapları kaybolurdu, ödünç alan kişi sonra geri getirmeyi unutur ortadan kaybolurdu, galip hoca yine de isteyene getirmekten vazgeçmezdi.
a3 kağıt dergiye çizdiği ebatlara büyük geldiği için kenardan kestiklerinin artanını toplu halde bize getirir, 300 gram ‘şöhler’ bulunmuyor artık bunları iyi kullanın derdi. kendi bir defadan fazla bir tarama ucunu kullanmazdı, bu tarama uçlarını toplar temizler bize dağıtırdı. tarama sapım eskimişti, kendisine gelen çok güzel bir tarama sapını bana verdi. çizgiroman için doğru dürüst kırtasiye alışverişi yapmadım ben o dersi aldığım sürece. dolmakalemim kırılmıştı, çok üzgündüm. ertesi hafta gidip bana lamy domakalem aldı, birden getirip önüme koydu. fırça getirmek istiyordu, yük olmamak için hatırlatmıyorduk. mürekkebim azalınca zeynep mürekkebin var mı bak çok güzel mürekkep getirdim simsiyah dedi, şişemi doldurdu. bunun şişesine baksana ikinci dünya savaşı’ndan kalma, hitler almanyası döneminde imal edilmiş dedi, şaşkınlıkla heyecanla bakakaldım. bir hafta buna inanmaya devam ettim, meğer beni keklemiş, yahu sen ona cidden inandın mı diye çok güldü. pelikan markaymış mürekkep meğer.
garip garip şeyler söyleyip bizi inandırmayı çok severdi. çoğuna kanardık, çünkü zaten o kadar garip bir çevresi ve hayatı vardı, o kadar acayip şeyler biliyordu ve o kadar inandırıcı konuşuyordu ki neyin gerçek neyin şaka olduğunu ayırt etmek çok zordu. siz de çok safsınız der gülerdi. her dönem başında yeni öğrencileri dönem sonunda sizi bir sınav yapacağım diye başlayan bir paragraflık konuşmasıyla korkuturdu. bu sınavda sizden bir sirk çizmenizi istiycem. sirki kuş bakışı çizeceksiniz, bir yandan akrobatlar değişik karışık hareketler yaparken bir taraftan yerde filler, köpekler, aslanlar, palyaçolar bir sürü performans sergileyecekler. çadırın içinde seyircilerin de her birini tek tek çizmenizi istiycem, çoluk, çocuk, kadın, erkek, en az [büyük bir sayı verirdi] seyirci olacak ve her biri de farklı bir şekilde oturup yiyip içecekler. bütün bunları perspektifini de çok güzel vererek çizmenizi istiycem, çizemezseniz kalacaksınız. bazı öğrenciler bu dersten yıllarca kaldığı için mezun olamıyor, mesela şurada oturan öğrencim yedi yıldır bu dersten kaldığı için mezun olamadı hala geliyor [genelde eski asistanı alper’e işaret ederdi.] hoca bütün bunları söylerken ilk defa gelen öğrencilerin yüzünde bir dehşet ifadesi oluşurdu ve korka korka küçük seslerle peki hocam bunu yapamazsak bizi farklı bir ödevle geçiremez misiniz gibi sorular sorarladı. aslında sınav mınav yoktu, hiçbir şey yapmasa da bütün herkes dersten geçerdi.
bizi korur kollar, bizim için endişelenirdi. başarılarımızla övünür, çevresindekilere öğrencileriyle hava atardı. bir yerde haksızlığa uğrayacağımızı düşünüyorsa durmadan uyarır, söylenir dururdu. iyi çizdiğimizi ama çizimi boşladığımızı düşünüyorsa kızardı. çizimle ilgili işlerimizi unutmazdı, sürekli sorardı. ben onunla ilk tanıştığımda mangaya çok karşıydı, çok endüstriyel buluyordu, seri üretim gibi, yabancılaşılmış bir şey gibi çok ticari geliyordu ona. anatomi derslerinde konu açılmadı, zaten manga ayırt edilmiyordu insan vücudunda. yüz ifadelerine geçtiğimizde yine kızdı. bir iki hafta ikna etmeye uğraştım, sonra baktım olmadı, farklı bir tarz deneyeceğimi söyledim. çok heyecanlandı, hemen önüme bir şeyler koydu, bunlara bak hangisi ilgini çekiyorsa bir şeyler çiz, tarzını bul dedi. hiçbirine elim gitmediğini görünce sonunda sanatta zorlama olmaz, ne yapalım sen manga çiz dedi. başta gönülsüzdü, ondan bir şey öğrenemeyeceğime, sadece sınıfı kullanacağıma inanıyordu, ama sonra aylar yıllar içinde galip hoca’dan ecoline kullanmayı, tarama atmayı, leke atmayı öğrendim. o da manga çizmemi kabullendi, çizgimi giderek daha çok beğendi. hiç sevmediği halde sırf ben ilgileniyorum diye bana kaynak getirdi, bir şeyler önerdi. bu geçtiğimiz son haftalarda bir gün sen niye japonya’ya gitmiyorsun, seni alırlar dedi ciddiyetle. hocam eleştirilerinizde haklı buluyorum sizi, oradaki yaklaşım çok fabrika gibi dedim. burada öyle değil mi sanki dedi.
hala başka bir öğrencisine manga ‘propagandası’ yaptığımı görürse çok kızıyordu, yani mangayı sevmeye başlamış değildi. ama benim için böylesinin daha iyi olduğuna karar verdikten sonra kendi fikirlerini esnetmeye, onaylamasa bile yardımcı olmak için elinden geleni yapmaya açık bir insan olduğunu gözlerimle gördüm beş yıl içinde. bir yerlerde çizmeye başlamamı çok istiyordu.
[sonraki yıllarda her dönem ilk derste bu derste manga çizmenin yasak olduğunu vurgulayıp bütün yeni öğrencileri uyarır, beni parmakla gösterip bir tek bana izin verdiğini söylerdi, bunun için öne sürdüğü sebep de sıklıkla değişirdi, bazen rektör galip hoca’ya ‘zeynep’in manga çizmesine izin vereceksin’ diye baskı yaptığı için, bazen ailem manga mafyası olduğu ve önceki sene sınıfı basıp galip hoca’yı tehdit ettiği için.]
her sene doğum gününü kutlamayı adet edinmiştik. yiyebileceği hafif (tercihen şeftalili) bir pasta alır mum yakar bir şekilde yolunu bulup sınıftan çıkmasını sağlardık. muhtemelen çok da sürpriz olmuyordu, bilmiyorum. her seferinde dersi kaynatmak için bahane aradığımızı, iki hafta üst üste doğumgününü bu yüzden kutladığımızı söylerdi (dersleri çarşamba perşembe günleriydi, 20 nisan’daki doğum günü de bahar tatiline denk gelirse aksamalı ve ayrı ayrı kutlanıyordu). tatlı tatlı söylenir dururdu ama çok mutlu olduğunu görürdük hep. gözlerinin içi gülerdi.
müthiş mütevazi bir insandı. türkiye çizgiromancılığına otuz küsür yıldır damgasını vurmuştu. ama haline bakınca bu adam o adam demezdiniz. ben sanatçı değilim, bana para verin çizerim derdi. samimiyetsiz entelektüellikten sıkılıyordu çünkü. çok sade bir insandı. bir zanaatkar gibiydi. çizgiromancılıkta neler yaptığının farkındaydı, ama bunu gündeme getirip övünmez, kimseye bir şey dayatmazdı. bizim çizgimize karışmazdı. bazen çizdiğimiz bir şeye heyecanlanır, hevesli hevesli gelip bak şunu şöyle yap diye bir kağıda kabataslak bir fikir çizer, hikayedeki bir öğeyle ilgili önerilerde bulunurdu. böyle bana verdiği bir sürü fikir kağıtlarla duruyor elimde. biz bu fikirlere burun kıvırırsak yaptığımızı beğenmese bile sen bilirsin senin çizgin derdi. çok tatlıydı, biz masaya büzülüp çabalarken elinde muzla (şeker hastasıydı) aramızda dolaşır, tek tek ne çizdiğimize bakar, yer yer yanımıza eğilip yorum yapar, dalga geçerdi. yoruluyordu, ama bırakmak istemiyorduk hocayı, saat dörde doğru ne zaman bitireceğiz dersi diye söylenmeye başlardı. hadi yoruldum eve gidicem, daha bu haftanın hikayesini çizmedim, benim de para kazanmam lazım öğrenciler, artık dört buçukta gidelim derdi, mızmızlanıp isyan ederdik, biraz daha süreyi uzatırdı. nazımızı çekerdi. bazen de kendisi bize nazlanırdı, biz de onun nazını çekerdik.
çizerden emekli olmaz, çizen adam hayat boyu çizer dedi hep. ilk yıllar bunu bir övünçle söylüyordu. son aylarda bu cümleye bir esef karıştı gibi geliyor bana. çok yoruluyordu. sabahtan akşama kadar durmadan çiziyordu, usanmıştı biraz. özellikle hortlak ve diğer dergiler kapanıp uykusuz da çizerlere para vermemeye başlayınca büyük stres altına girdi. bize verdiği dersler için ücret almıyordu çünkü. daha elli dokuz yaşındaydı aslında, yaşlı değildi. çok genç kaybettik. ama çok zor bir ömür geçirmişti. zor ve yalnız bir ömür. çizerlikten emekli olmak istiyormuş gibi geliyordu bana ara ara. türkiye’nin son yıllardaki gidişatına da çok endişeleniyordu. kalbi buna mı dayanmadı bilmiyorum.
galip hoca’nın dersi özellikle lisans dönemimde benim için okulda aldığım en önemli dersti. yüksek lisans ve doktorada okulda nefes aldığım, güldüğüm tek yerdi. yüksek lisans tezimi son defa ciltleyip teslim ettiğimde galip hoca’nın yanında dinlendim, son halinin kabul aldığını onun yanında öğrendim. bu ders bana çizgi romancılığı gerçekten yapabileceğimi öğretti, bir çıkış yolu gösterdi, bana ilk büyük umudu bu ders verdi. bölüm derslerimi assam da galip hoca’nın dersini hayati bir şey olmadıkça asmadım. bütün haftam hep bu ders etrafında döndü. eğer ders güzel geçtiyse, galip hoca çizdiğim şeyi beğendiyse, ilgi gösterdiyse, güney’den hisarüstü’ne çıkan yokuşu kuş gibi uçarak çıkardım. eğer bir sorun çıktıysa, mesela ilk aylarda manga yüzünden tartıştıysak, benim için bütün hafta anlamını kaybederdi, omuzlarım çökerdi, ağlamaklı ayağımı sürüyerek dönerdim. bu sadece benim için böyle değildi. galip hoca hepimizin hayatını değiştirdi. hepimizde kocaman izini bıraktı.
gururla göğsüm kabararak söylüyorum ki galip tekin benim hocam, ustamdı. hayatımı değiştirdi.
sizi unutmayacağım hocam. sizi çok özlüyorum.
11 notes · View notes