Büyükannem, kanayan bir dize herkesin pansuman yapabileceğini, asıl önemli olanın kalpteki yaralara pansuman yapmak olduğunu söylerdi. Bir antibiyotik vücudunuzdaki bakterileri öldürebiliyordu ama yitirilmiş bir umudu yeniden canlandıramazdı.
Teşekkür ederim bayım. Peçete için ama bu peçete ile ne yapmalıyım. bilmiyorum. Gözyaşlarımı mı sileyim yahut kalbimdeki yaralara mı basayım. Onlar için bir peçete ne yazık ki yetmez. Boş verin aksın yaşar. Kanlar da aksın çokta önemli değil yıllardır akıyor zaten. Siz de herkes gibi gözlerinizi kapatın ama görmezden gelmeyin olur mu? O zaman kanayan yerler o kadar çok acıyor ki. Öleceğim zannediyorum. Bu acı bana dayanılmaz geliyor. Peçete uzatmak yerine yaralarıma dokunmayı deneyin bayım. Ben yaralarım dokununca iyileşiyor. Gerçekten birazcık acıyor ama her iyileşme iyi bir acı ile başlamaz mı? Bilemiyorum. Ama olsun... Ne mi olsun? Siz beni dinlemiyor musunuz? Boşverin öylesine anlatmıştım zaten.
Bir yerinizi masaya çarptığında sizin de hep aynı yeriniz acıyor mu? Birine kızdığınızda hep aynı kişiye öfkeleniyor musunuz? Bir şeyin eksikliğini hissettiğinizde hep aynı kişiye sitem ediyor musunuz?
Gözyaşlarınız inci gibi akarken neye ağladığınızı bile unutup kendinizi hep aynı sevgisizliğe ağlarken buluyor musunuz? Hissettiklerinizi değersizleştirenlere artık bir açıklamayı bile çok görüyorsunuz. Kolunuzu masaya çarpıyor, oturup saatlerce ben neden sevilmedim diye ağlıyorsunuz. İnsan değer verdiğinden bekliyor hep ilgiyi, sevgiyi.. Hastalandığında alt komşusu arayıp hal hatır sormadı diye içlenmiyor mesela. Böyle böyle büyüyor ama asla alışamıyor. Bütün bir ömür neden sorusu ile savaşıyor.
Sonra bir şey oluyor. Bir düğüm çözülüyor, incelen bir ip kopuyor. Farkedilmeyen, zamanında sarılmayan, belki bir üflense iyileşecek olan yaralar kangren oluyor. Kanıyor, kanıyor.. Ve sonrasında da kesilip atılıyor. Kesip attığınız her şey acımaya devam ediyor, elinizle yokladıkça eksikliği hissediliyor ama artık kanamıyor.
Bazen maalesef kesip atmak gerekiyor. Anneniz, babanız, kardeşiniz, eşimiz, evladınız.. Bu kim olursa olsun eğer kangren olmaya başlamışsa, eğer kanayan yaralara merhem olunmuyorsa daha fazla kanatmak anlamsızlaşıyor. Değersizlik hissi, incinmişlik yarası bir ömür sizinle kalmaya devam etsede beklenti azaldığı için daha büyük hasarlara sebebiyet vermiyor.
Kangren olan yaraları, kesilip atılan uzuvları olan herkese selam olsun.
Buradayım. Buradayız. Bir inşirah duası kadar birbirimize yakınız.
Beni ağlatan sen değilmişsin gibi her ağlayışımda sarıldığını hayal eder öyle sakinleştirirdim kendimi ama bu gece bunu yapamıyorum sarılmana bile izin veremiyorum ölene kadar beni seveceğini söyleyen iki gün önce öpücüklerle beni sakinleştiren sen bu gün bir başkana kelebeğim derken ben bunu yapamıyorum sarılmana izin vermek istemiyorum ama yine dokunuyorsun açtığın yaralara yine sarıyorsun kollarınla bedenimi ben bunu aşamıyorum bir başkasıyla aşk yaşadığını izlerken senden geçip kendime gelemiyorum yalvarırım bir daha dokunma kanayan yaralarıma çok acıyorlar...
Gecenin karanlığı mı ruhuma yansıyor yoksa ruhumdaki karanlık mı beni bu denli geceye boğan? Düşünüyorum. Bütün yıldızlar intihar etmiş gibi gökyüzünden. Öylesine karanlık ve boş geliyor gözüme. Esen rüzgar iliklerime kadar hissettiriyor havanın soğukluğunu. Üşümeyi seviyorum, yaşadığımı hissettiriyor, insan olduğumu hatırlatıyor ve içimdeki yoğun acının gerçek olduğunu fısıldıyor. Acılarından zevk alan insanların hastalıklı zihinlere sahip olduğunu düşünürdüm, yüreğimi zehirli bir sarmaşık gibi saran acılarımdan zevk almaya başlayana dek. Alışıyorduk. Yine en alışmak istemediklerimize alışıyorduk. Ruhumun diz çöküp bedenimden onu özgür bırakması için yalvarışlarını gözmezden geliyor ve ellerinden tutup ayağa kaldırdığım ruhumun yaralarını yine kendim sarıyorum. Kanayan her bir yarama önce üflüyor sonra özenle sarıyor ellerim. Çocuklar yere düştüklerinde canı yanar, canı yanan yerlerine üflemeye başlar sanki geçecekmiş gibi ya da canının acısını hafifletebilecekmiş gibi. Yaralarıma üfledim, geçmedi. Geçmiş gibi kandırdım kendimi.
Acılarımın doldurduğu derin bir havuza itiliyor ve beni boğmasına izin veriyorum. İnsanlar acılarından nasıl kurtulurdu ki ? İtildiği havuzdan nasıl çıkabilirlerdi ?
Bazılarımız buna yenik düşüyor ve bedeninin nefes almasını sonlandırıyor. Zaten ölmüş bir ruhun, yaşayan bedeninden onu özgür kılıyorlar. Bir çıkış gibi gördüklerinden değil, hissettiklerinin son bulması için bunu yapıyorlar. Belki bir sona adım attığını ya da bu sonun belki de bir başlangıçtan ibaret olduğunu düşünmeden yapıyorlar. Düşünmüyor çünkü düşünürlerse vazgeçeceklerini biliyorlar.
Yoğun hislerim havuzu dolduruyor ve yüreğimi heyecan kaplıyor.
Kollarını açıp son adımını attığı çatıdan süzülüyor ve hissettiği son duygu yine korku oluyor. Aynı anda hem üşüyor hem yanıyor. Hem nefes alıyor hem de nefesi kesiliyor. Ölüm ve yaşam arafında kalıp zaman algısını kaybediyor. Hissettiği acıyı sonlandırmak yeni yaralara kucak açıyor. Kalbine ektiği umutsuzluk tohumları her nefes alışında filizleniyor.
Sonra kabulleniyorum, gökyüzünün yıldızların ihanetini kabullendiği gibi kabulleniyorum ve acılarımla yüzmeyi öğreniyorum.
Sıkı sıkıya yumduğu gözkapaklarını aralıyor ve hayalinde bir kez daha kendini ait hissedemediği dünyaya acılarını sunarak veda ediyor.
Ruhuna aşık olduğum adamın ruhunda ne yara varsa teker teker saracağım izi bile kalmayana kadar güzelliklerle dolduracağım çünkü o en güzel şeylere layık yara izlerine kanayan yaralara değil hayatsa şayet bu yaraları açan o zaman bende hayata karşı savaşacağım ama o yaraların onun canını yakmasına müsade etmeyeceğim
“Ne güzeldir insan olmak, insanca davranabilmek, şefkatli bir elin sahibi olup uzanabilmek, muhtaç olana, ihtiyacı olana, garip, gurabaya. Gözlerden akan yaşları silebilmek, kanayan yaralara merhem olabilmek, güvene mazhar olabilmek, yalandan, riyadan uzak kalabilmek, insanlara ışık olabilmek, incitmekten, kırmaktan, nefretten uzak kalabilmek. İyi bir insanda olması gereken, olmazsa olmaz olan her türlü erdemliklere ve insan gibi bir insana oğluna çok yakışan, cuk oturan üstün özelliklere, niteliklere ve unsurlara sahip olarak yaşamak ne güzeldir. Sevinerek, severek, sevilerek ve düşünerek, sağlıklı, mutlu ve huzurlu yaşamak ne güzeldir. Vicdan barındıran bir güzel elin sahibi olabilmek, içinde merhamet olan bir yüreği bedeninde taşımak ve gülüşünden etrafına samimiyet saçılan, bir güzel yüzün ve içi sevgi dolu bir kalbin, sadece seven bir kalbin sahibi olabilmek ne güzeldir.” diyor hayatı ve insanları çok seven bir güzel yurdum insanı, ne de güzel diyor. Yüreğine ve diline sağlık. 💖
AK Parti Buca Türkiye Yüz Yılına Hazır
AK Partili Kalfaoğlu "Bucamıza çeyrek asra damga vuracak projeler kazandırdık , kazandırıyoruz"
AK Parti Buca İlçe Başkanı Avukat Hakan Kalfaoğlu, yıllardan bu yana yönetimde bulunan CHP'li Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'i çok sert sözlerle eleştirdi.
Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç'ı vizyonsuz ve biliçsiz olarak niteleyen Hakan Kalfaoğlu, “CHP'li Buca belediyesinin yapamadıklarını var gücümüzle çalışarak gideriyoruz. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde Bucamıza önümüzdeki çeyrek asra damga vuracak projeleri kazandırıyoruz. İzmir'e yapılan kamu yatırımlarının yüzde 50'si hamdolsun ilçemize geldi. 'Buca'da Yeşil yeşil' diye çığırtkanlık yapan Tunç Soyer evvela beceremedikleri Portakal Vadisi faciasına baksın.
Vadide ağaç bırakmadınız.
Yedigöller'de göl bırakmadınız.
Fırat Fidanlığı'nda fidan bırakmadınız. Buca'nın ve İzmir'in yakasından düşün artık” dedi.
AK Parti Buca İlçe Başkanlığı Buca Rüya Vadisi'nde Vefa Buluşması düzenledi. Gençlerin çoşkusunun damga vurduğu toplantıya; AK Parti İzmir İl Teşkilat Başkanı Nail Kocabaş, ilçe yöneticileri, mahalle başkanları ile AK Partililer katıldı.
“Cumhurbaşkanımızdan ilham alıyoruz”
Buluşmanın açılış konuşmasını yapan AK Parti Buca İlçe Başkanı Hakan Kalfaoğlu, yönetim olarak görevde oldukları 28 ayın özetini çıkardı. İlk olarak teşkilatın gözü kulağı olan uç beyleri olarak adlandırdıkları mahalle başkanlarını, teşkilat omurgasını ve yönetim kadrosunu oluşturduklarını ifade eden Hakan Kalfaoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan aldıkları ilhamla samimiyet ve gayretle geceli gündüzlü çalışmaya başladıklarını söyledi.
“Üye sayımızı 60 bine çıkardık”
İzmir'de bir ilk yaparak Teşkilat Koordinasyon Merkezi'nin açılışını gercekleştirdiklerini anlatan Hakan Kalfaoğlu, “Koordinasyon merkezimizde teşkilatlarımızla bir araya gelerek eğitim ve motivasyon çalışmalarımızı gerçekleştirdik. Önümüzdeki süreçte Halk Eğitimi Merkezi ile ortaklaşa çalışarak ihtiyaç duyulan kursların açılmasını da sağlayacağız. 36 bin 138 üye ile devraldığımız emaneti bugün itibari ile 24 bin yeni üye daha kazandırarak AK ailemizi 60 bin 235 kişiye ulaştırdık. CHP'li Buca Belediyesi'nin yapamadığı ve eksik kaldığı sosyal yardımlaşma konusunda ihtiyaç sahibi vatadaşlarımızı yalnız bırakmadık. Sosyal yardımlarda da İzmir'de birinci olduk ve hamdolsun belediyeden daha fazla sosyal yardım yaptık” dedi.
“Kanayan yaralara derman olduk”
İzmir'de bir ilki daha gerçekleştirdiklerini ve artık parti binası içinde meclis üyelerine özel meclis üyesi odası açarak vatandaşların sıkıntılarını daha hızlı çözüme ulaşmasını sağladıklarını ve böylelikle Buca'nın sorunlarına direkt müdahaleler yaptıklarını belirten Hakan Kalfaoğlu, “Yıllardan bu yana Buca'nın kanayan yarası haline gelen Buca Cezaevini Genel Başkan Yardımcımız İzmir Milletvekilimiz Sayın Hamza Dağ, İzmir Milletvekilimiz Sayın Mahmut Atilla Kaya ve İl Başkanımız Sayın Kerem Ali Sürekli'nin desteği ile cezaevini ilçenin merkezinden kaldırmak da yine bizim görev süremiz içinde nasip oldu. Yine yıllardır atıl durumda duran ve Berlin Duvarı gibi Buca'yı ikiye bölen demiryolundan kurtardık. Türkiye'nin en hızlı yapılan modern hastanesi Buca Seyfi Demirsoy Hastanesi bünyesinde bulunan Acil Durum Hastanesi'ni hizmete açtık. Ayrıca, İzmir'in ilk yataklı diş hastanesi ve bir çok yeni okul kazandırdık ve kazandırmaya devam edeceğiz” diye konuştu.
https://www.youtube.com/watch?v=rezmbHMbtAQ
Read the full article
Küçükken oyun oynar düşerdim, bisiklet sürer yüz üstü düşerdim, belki de en çok oynarken acıtan oydu, genelde avuç içlerimi toprağa bastırırdım, dizlerimi toprağa sipêr ederdim yüzümü bir yere vurmamak için, sonra dolan gözlerimle ayağa kalkmak için çabalar, ayağa kalktığımda ise ilk işim bisiklete bakmak olurdu. Ardından tekrar binerdim bisiklete, çizilen kanayan yaralara rağmen.