Tumgik
#dayatmalar
seslimeram · 9 months
Text
Fatura Ağırlaşırken...
Tumblr media
Fatura her gün daha ağırlaşıyor. Biçim ve anlam olarak var edilmiş olagelen hayat istemi her durumda bedel / diyetlerle boğuluyor. Ne diye bitiyor, ne kesilen faturalar. Ne tek bir an olsun tahakküm ara veriyor ne de var edilmiş olan topyekun soyguna bir dur deniliyor. Katran karanlığı içinde debelenip durulan bir menzilde hayatiyet o bedel ve diyetlerden mülhem bir olguya sıkıştırılıyor. Her yan kapkaranlık, her gün cerahatin her şey ama her bir şey mutlak sabık iktidarın insafına terk ediliyor. Bir tek bu bahislere çaba sarf edilip duruluyor. Biyopolitik olan bir tahakküm veçhesi üstünden yol arayan iktidar tahayyülü ve izleğinin her daralmada kendine hak olarak gördüğü an var ettikleri her şey o bedeli, şu diyet istemini belirgin kılıyor. Ne yol yol, ne gidişat gidişat. Feveran eden olmayınca, tek bir itiraz kayda alınmadığında doğru yolda olunduğu zikrediliyor. Oysa genel geçer değil hep dönüp geçmişe anbean oralardan yeni bir boyunduruk halini aşıran, bedel, diyet ya da vergilendirme nam aslarla faturalandırmalarla hayat kuşatılıyor. Bütünüyle bir “normatif” kılınan terör, denetim, gözetim ve tahakküm üçlemesinin refakatinde bu faturalar herkese pay ediliyor. Devletin, devletlinin sunduğu tahayyül, eylemsellik toplamı bir biçimde tüm o sıradanın hayatını zehir ediyor kesin bilgi.
Bireysel çıkışların önüne kurulan setler, en ufak bir muhalif söylemi imkansız, duyulmaz kılma gayretinin var ettiği her şey o faturalandırma sistematiğini günceller. Demokrasiden bahis açılırken darp etmenin yolları arşınlanır. Otuz iki kısım tekmili birden, yine yeniden bir seçim hezimeti yaşayan muhalefetin onlarca farklı parçaya bölündüğü zeminde üstüne titrenen tahakküm her fırsatta bu karşıt cephenin boşa düşürülmesi sonrası daha ağır bedel ve diyetleri var eder. Karşı çıkıp sahiden hesap soracak bir makam kalmadığından sıradan insanlar kendi kaderlerine terk edilirler. Ele geçmeden yok edilmiş, buharlaşmış olagelen o maaş iyileştirmeleri, enflasyona ezdirmeyeceğiz naralarının arasında bedel / diyet anlık güncellenen bir mefhum kılınır. Dolarla ne işiniz var ki denilip durulurken iğneden ipliğe her şeyin ithal edilmesi göz ardı edilmek istenir. Damacana suyun tek başına 72 lira gibi artık abes olmayı aşan bir mübalağaya dönüşümüne sessiz kalınsın buyrulur. Çarşı pazar alenen yangın yerine dönüşmüşken, daha bunlar iyi günleriniz sayıklamasına düşmekten kendilerini alıkoymayan bir cenahın da varlığında o diyet / bedellerin sonu gelmez. Böyle bir istikamette fatura her gün daha da ağırlaştırılır.
Mezopotamya Ajansına bağlanalım: “Zamlar sebze ve meyve fiyatlarına da yansırken, Amed’li yurttaşlar, pazar alışverişi yapamadıklarını belirterek, 5-10 kilo aldıkları domatesi 2 kiloya düşürdüklerini söyledi.
Temmuz ayına zamlarla girilirken, önceki gün açıklanan politika faizi de beklentilerin altında kaldı. Politika faizi yüzde 17,5 seviyesine yükseltildi. Vergi artışlarının yapıldığı Temmuz ayı içerisinde benzin ve motorine gelen zamdan sonra süt ve süt ürünlerine yüzde 35 zam geldi. Akaryakıtta gelen zamlar, döviz kurundaki yükseliş, çarşı-pazara ise zam olarak yansıdı. Amed’in Bajare Nû (Yenişehir) ilçesinde kurulan semt pazarına sebze ve meyve fiyatları yüksek olunca yurttaşlar da ihtiyaçları kadar alış veriş yapamıyor. Semt pazara esnafı, müşteri çekmek için fiyat etiketi asmamaya başladı.
Ofis’te kurulan Perşembe pazarında meyve –sebze fiyatları el yakıyor. Pazarda, domates 15- 30 TL, salatalık 12-15 TL, şeftali 30 -35 TL, patlıcan 10-16 TL, kiraz 45 TL, üzüm 25-35 TL arasında değişen ücretlerle, patates 15 TL, soğan 17 TL, marul 30 TL, maydanoz 5 TL, kırmızı lahana 18 TL, limon ise 18 TL’ye satılıyor.
Amed’in Sûr ilçesi Dağkapı ile Bajare Nû ilçesi Ofis Semti’ndeki semt pazarında mikrofon uzattığımız yurttaşlar, zamlardan kaynaklı dert yandı.
‘Gün Geçtikçe Her Şey Daha Kötüye Gidiyor’
Dağkapı’da mikrofon uzattığımız 53 yaşındaki Kahraman Erten, Amed Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım atanması ardından işsiz kaldığını söyledi. Çöpten pet şişe toplayarak geçinmeye çalışan Erten, eşi ile tek başına yaşamasına rağmen kazandığı paranın geçinmelerine yetmediğini söyledi. Hastalığından dolayı pet şişe toplamayı da bir ay önce bıraktığını aktaran Erten, “Sağlık sorunlarım var, ağır işler yapamıyorum. Bu koşullarda geçinmek zor oluyor. Neredeyse her gün yeme, içmeye zam geliyor. Eskiden 15-20 TL’ye pazardan ihtiyaçlarımızı alabiliyorduk. Ancak şimdi 400-500 TL’ye bir şey alamıyoruz. Bir karpuz alıyoruz 50-60 TL’ye. Geçen ay bin 500 TL, bu ay 3 bin TL’ye yakın giderimiz oldu. Millet geçinmekte çok zorlanıyor. Sistem çökmüş durumda gün geçtikçe her şey daha kötüye gidiyor” şeklinde konuştu.
‘Hiçbir Şey Alamıyoruz’
Eşinin emekli maaşıyla geçindiklerini söyleyen Keziban Çelik (64), “Eskiden merkeze eşya almaya geliyorduk, domatesin kilosu 50 kuruştu. Sonra 1 TL oldu, sonra 3 TL oldu, böyle böyle yükseldi. Şimdi domatesin kilosu 15-20 TL’den aşağı değil. Bir terlik alacaktım 120-150 TL, gidip zar zor 65 TL’lik bir terlik bulup aldım. Her şey pahalı olmuş, hiçbir şey alamıyorsun. Bir ceket alacaktım kendime, o da 200 TL olunca alamadım” dedi.
Fiyat Etiketi Konulmuyor
Ofis Semti’nde kurulan Perşembe Pazar’ında sebze meyve satarak geçimini sağlamaya çalışan Atilla Görmüş (40), insanların yüksek fiyatları görüp, tezgâhlara yaklaşmadığını belirtti. Tezgahta sattığı ürünlere fiyat etiketi yapıştırmadığını belirten Görmüş, “Biz evde 5 kişiyiz üç çocuğum var. Geçimimizi çok zor yapıyoruz. Sebze ve meyvelerde bayramdan önceki haftalarla, bayramdan sonraki haftalar arasında uçurum gibi fark var. Birkaç hafta önce mazot 18-20 TL’yken bugün litresi 25-26’yı bulmuş. Sebze ve meyvenin buraya geliş fiyatı çok pahalıya mal oluyor. Bir aile evine bayramdan önce 300-400 TL alışveriş yaparken, şu an 800 TL’yle alışverişini tamamlayamıyor. Bayramdan önce muz fiyatı 25 TL’ydi, bugün 35 TL olmuş” ifadelerini kullandı.
‘Erdoğan’la Ekonomi Düzelmez’
Çewlîgli Ömer Susever, insanların, sokakta bir şeyler almak amacıyla değil, bakmak amacıyla gezdiğini belirterek, “Türkiye’nin durumu zaten iyi değil, zaten iyi de gitmeyecek” dedi. Ekonomik krizin sebebinin Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikalarından kaynaklandığına dikkat çeken Susever, şunları söyledi: “Türklerin, biz Kürtlere bakış açısı bu olduğu müddetçe de bu krizlerin yaşanmasında değişen bir durum olmayacak. Türkiye, Kürtlerle barışmadığı müddetçe, yardım için ister Afrika, ister Rusya’ya gitsin yine Kürtlerin ayağına gelecek. Türk halkı şunu iyi bilsin, bu sorun çözülmedikçe ne Türkler ne de Kürtler rahat edecek. Türk ve Kürtlerin kardeşliği sağlanıncaya kadar bu krizler bitmez. Biz kardeşliğin gerçekten tesis edilmesini istiyoruz, ama onların kardeşliği sadece dildedir.”
‘Adalet Yok, Zam Var’
Yoksulun daha çok yoksullaştığını, zenginin daha da zenginleştiğini dile getiren Susever, “Mehmet Şimşek’le de düzelmez, Erdoğan’la da düzelmez. Değişim için, akılcı bir yol izlenmesi lazım yoksa ülke olarak kaybedilecek. Eskiden Avrupa’dan bir kaç yıl gerideydik, şimdi onlardan 50-60 yıl geri kaldık. Avrupa’nın parası değerlidir çünkü adaletleri var. Bizde ise adalet yok. Biz de ise her sabah uyandığımızda bir önceki günden zarardayız” dedi.
‘Zam Gelmedi Mi Şaşırıyoruz’
5 çocuk annesi Evin K., eşinin şoförlük yaparak, geçimlerini sağlamaya çalıştığını belirtti. Zam haberi almadıkları gün şaşırdıklarını dile getiren Evin, “Eskiden iyiydi, eşimin çalışıp, kazandığı parayla rahatça geçinebiliyorduk ama şimdi kıt kanaat geçinebiliyoruz. Eskiden 300 TL ile mutfak alışverişimi yapabiliyorken şimdi o parayla bir poşeti doldurup eve getiremiyorsun. Bir karpuz aldın mı paran bitiyor. Köyde oturuyorum, elektrik ve su parasıyla birlikte para ancak yetiyor” şeklinde konuştu.
‘Domatesi 2 2 Kiloya Düşürdüm’
Vefat eden eşinden kalan emekli maaşıyla geçinen Zeynep Başakçı (60), “Maaşımı aldığım gibi mutfak giderlerine veriyorum. Aldığım maaşı yettirmeye çalışıyorum. Pazara gittiğimde 300 TL ile gidiyorum, sebze dışında hiçbir şey almadan geliyorum. Eskiden dört beş kilonun altında sebze almazken şimdi bir iki kilo alabiliyorum. Kiloları düşürdüm. Domatesin kilosunu en son 23 TL’ye aldım, eskiden 5-10 kilo aldığım domatesi şimdi 2 kilo alabiliyorum” ifadelerini kullandı.
‘Yardımlarla Ayakta Durmaya Çalışıyoruz’
Malatya’da yaşadığını belirten depremzede Zeynep Avcı (35), depremden sonra evlerinde kimsenin çalışmadığını belirterek, “Son gelen zamlardan sonra hiç memnun değiliz halimizden, her şeye zam. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Benzinin litresi ne kadar zamlandı? Enflasyon batmış durumda, 2 bin lira olan alışveriş tutarımız 3 bin lira oldu. Pazara daha önce 300-400 TL ye gidebiliyordum, şimdi bin TL cebinde olacak ki her şeyi alabilesin. Biz dört kişiyiz, şu an evde kimse çalışmıyor. Depremden sonra yardımlarla ayakta durmaya çalışıyoruz” diye konuştu.
‘Simit Alsam Ekmek Alamıyorum’
Diyarbakır PTT Başmüdürlüğü’nde aldığı yaşlılık maaşı için sırada bekleyen 76 yaşındaki Halime Aba da geçinememekten yakındı. Tek başına yaşayan Aba, “Torunlarım kendine kıyafet alabilmek için 3 gün kasabın yanında çalıştı. Üçüncü günün sonunda alabildikleri para 200 TL oldu.3 bin TL alıyorum, fazladan bir şey alamıyorum. Canım bir simit, sıcak ekmeği istediğinde satın alamıyorum. Dolaptan ekmek çıkarıp onu yiyorum, çünkü 10 TL’yi verirsem geçinemem, 2 ekmek alırsam günde 20 TL yapıyor. Eskiden 100 TL’ye bana yetecek kadar şey satın alıyordum. Şimdi de tek başıma yaşamama rağmen 500 TL yetmiyor. En son alışveriş yaparken domatesin kilosuna 30 TL istedi. Bende orada bulunan çürük domatesleri 20 TL’ye satın aldım. Küçük torunlarım var, onlara 10 lira harçlık veriyorum ,onunla mutlu oluyorlar. Takatim, ayakta duracak mecalim yok ama saatlerdir burada maaş kuyruğundayım. Doktora gidemiyorum” dedi.”
Fatura her gün daha ağırlaşıyor. Bir tek Amed’den yansıyan şu bildirimler dahi memleket denilenin her nereye doğru taşındığını göstere geliyor. Artık cürmü aralıksız var eden bir temsilin eylediği bir de ekonomik çökertme olarak ilavesi kılınıyor. Tümüyle belirgin bir kuşatma altına alınmış olan hayatta var olma mücadelesindeki insanlara bedel / diyetlerin var edilmesinin ne sonu getiriliyor ne de bir dibi bucağı bulunuyor. Kuru ekmeğe talim ettirmekle yola çıkılan güzergah yeni ülkenin şatafat dolu yüzüncü yıl söyleminin hemen yanında biçimlendiriliyor. Ele geçen kısıtlı maaşın, asgari ücretin, hiç değilse iyileştirildi diye avutup yutturulmaya çalışanın bir insani değeri değil, bir eksik kapatmayı değil, bir biçimde karın tokluğunu değil artık tastamam yeni liberalizmin keskin bir sınaması adına var edildiği ortaya çıkıyor. Eldeki avuçta her ne varsa ondan da olmanın yeni, yepyeni bir Türkçe karşılığı “yoksunluğun” ortaklaştırılmasıyla çıka gelir. Gerisi yukarıda okuduğunuz tanıklıkların ortak hikayesindedir. Gerisi malum.
BirGün’den aktaralım: “Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Yoksulluk Dayanışma Ofisi, ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinde İlerleme Yok’ başlıklı bir rapor hazırladı.
“BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri̇ Ağı (Sustainable Development Solutions Network-SDSN) 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nu yayınladı. 166 ülkenin tüm hedefler doğrultusunda puanlaması yapıldı ve ilerleme durumları gösterildi. Sıralamada Finlandiya 1. olurken, Türkiye 72. sırada yer aldı.
Türkiye'de nüfusun yüzde 60,4 dolayında kesiminin, yani 51 milyon 600 bin kişinin açlık sınırının altında yaşadığı tespit edildi.
"BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu'nun Sıfır Açlık hedefine yönelik verilere göre; Türkiye'nin yetersiz beslenme yaygınlığı oranı yüzde 2,5. Beş yaş altı çocuklarda bodurluk prevalansı yüzde 5,5. Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı (WFP), 6 Haziran 2022 tarihinde gerçek zamanlı veri paylaştığı ‘Açlık Haritası’na göre, 92 ülkede toplam 866 milyon kişi yeterli gıda tüketmediğini açıkladı. Haritaya göre, 82,3 milyon nüfuslu Türkiye’nin 14,8 milyonu yeterli gıda tüketemiyor. TNSA’nın 2018 yılında Hacettepe Üniversitesi ile yaptığı araştırma ise beş yaş altı çocukların yüzde 6’sı bodur ya da yaşına göre çok kısadır. Bu durum, kronik kötü beslenmeyi işaret etmektedir. Bodurluğa, en fazla hiç eğitim almamış veya ilkokulu bitirmemiş annelerin çocuklarında rastlanmaktadır (yüzde 9). Bodurluğun en yaygın olduğu bölge Doğu (yüzde 8), en az yaygın olduğu bölge ise Batı’dır (yüzde 4). Beş yaş altı çocukların yüzde 8’i fazla kiloludur. Akut yetersiz beslenmenin bir göstergesi olan zayıflık (boya göre çok zayıf olma) yaygın değildir (yüzde 2). Bunlara ek olarak, çocukların yüzde 2’si düşük kiloludur."
"BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu'na göre; iyi sağlık ve refah alanında anne ölüm oranı her 100 bin canlı doğumda 17,3, yenidoğan ölüm oranı ise her bin canlı doğumda 4,7, Beş yaş altı ölüm oranı ise bin canlı doğum başına 9, tüberküloz insidansı ise her 100 bin nüfusta 18, evsel hava kirliliği-ortam hava kirliliğinin ölüm oranı her 100 bin nüfusta 45,5, 15-19 yaş arası gençlerdeki doğurganlık hızı bin kadın başına 14,7. İklim değişikliğinden en fazla etkilenenler derin yoksulluk içinde yaşayan ve en savunmasız durumda olan çocuklar. Kaynak tükendikçe çocuklar okuldan alınıp çalıştırılıyor. Yoksullaştıkça ‘çocuk evliliği’ artıyor. Açlık ve yoksulluk, suç oranını artıyor. Kirlilik, en çok çocukları etkiler. Anne karnında ve erken çocuklukta kimyasallara maruz kalmak, erken bebek ölümüne yol açıyor."”
BM Raporu bir hakikati bildirirken baş efendinin söylediğidir: "-Milletime sesleniyorum. Verim ekonomisinden yana olalım. Tasarruf ekonomisinden yana olalım. İsraf ekonomisini bir kenara koyalım." Bütünüyle tırpanlanan bir yaşam idesi, kuşa çevrilmiş olagelen maaşlar, kesintiler ve bitimsiz eksiltmeler ile birlikte tasarruf edebileceğinden de olmuş bir halkla kafa yapmak değilse her nedir baş efendinin var ettiği. Hiçbir cümleye ya da merama sığmayacak kadar kalıcı / kesin ve kati bir yıkım kuşatırken yaşama idesini eylemini hayatta var olma gayretinin köküne kibrit suyu aralıksız dökülürken hangi bedel, hangi diyet kalmıştır ferah için. Çoluk çocuğundan, gencine, yetişkininden yaş almış olan herhangi bir bireyine bırak tek günü, en ufak bir umut kırıntısı bırakmayan bir zemindeki faturalandırma halinin bir sonu gelir mi, sahiden getirilebilir mi? Saray denilen yapının tek bir günlük masrafı on milyon lira sınırlarını arşınlarken, umut pazarlamaya devam diye çıkagelen, herkes bize yatırıma koşuyor, sıraya giriyor denilen bir zeminde bunca un ufak edilmiş hayatın hesabı her ne olacaktır? Bütünüyle kafa kola alınmış olagelen hayatı var eden insani temsiliyeti lağvetmeye devam diyen bir cüretin karşısında hangi bedel daha kaç fatura kalmıştır ibraz edilecek. Hayat binbir türlü ayak oyunu, mübalağaya yer bıraktırmayan bir kötülük seremonisi dizisine rehin kılınırken normali zayi olunmuş olan yerde bunca can kırığının hesabı, bu kadar eksik konulmanın hesabını kim, ne şekilde, her ne zaman verecektir, düşünüyor musunuz? Masallar anlatılıp durulurken, refah ülkesine dair haberler birbiri ardına bildirilirken, sıradanın un ufak edilmiş hayatlarının hesabını kim nasıl verecektir? Faturalar ağırlaşırken, bedeller, diyetler, tehditlerle güncellenirken ardılı sıra bir ülkenin müşterek idesi hayatta “asgari” bir yaşama ihtimali ellerinin tersiyle silinip giderken kim verecektir ki yaralarımızın, eksikliklerimizin, onca yoksunluğun hesabını?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: İsmail FERDOUS via Bloomberg
0 notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
5 notes · View notes
akilfikirgezegeni · 6 months
Text
Bak azizim! Burası öyle bir dünya ki, insanın adı anıldığından beri hep birilerine benzemek gerektiğini savunmuş otokopik toplulukları barındırmıştır. Aynı olmazsa ya cahil, ya tembel, ya feminen ya da deli diye yaftalanan bu kişiler topluluğun itibarını bozdukları gerekçesiyle hep dışlamış, kendilerine benzetmek için dayatmalar kullanarak üzerlerinde baskı uygulamaya çalışmışlardır. Kimsenin hem yaratılış hem de yaşayış bakımından aynı olmaması gerektiği bilinen kadim bilgileri bir kenara bırakırsak, toplumu oluşturan benzer davranışların herhangi bir gelişimi desteklemeyeceği gerçeğini de görmezden gelemeyiz. Birbirinin aynısını düşünen, davranan, yaşayan insanlar koca bir kısır döngünün içinde hapsolduklarını farkettiklerinde çoğu zamana iş işten geçmiş oluyor. Bunu başında farkedenler ise soyutlamış. Yaşarken benzer kalıplara uymuyorsanız, bu seferde öldüğünüzde aynı kalıba sokuyorlar. Mevcudiyetin çevresinde dolanıp duruyoruz. Mağduriyetimizi ileteceğimiz insanlar çoktan bizden daha mağdur olduklarını söyleyerek rol çalmaya başladığından beri, kimin gerçek mudi olduğunu bilmez olduk. Bu sebeple bizi biz yapan pek çok kültürel, kişisel deneyim, bilgi ve birikimlerin bir toplumun değişip gelişmesi için önemli olduğunu söylemek isterim. Aynı olmak bir nesneye has özelliklerin başında gelir. Ve bir insanın herkesle aynı olması onu da tıpkı bir meta haline sokarak nesnelleştirir. Oysa o bir öznedir. Değiştiği kadar değiştirme özelliği olan... sağlıcakla kalın/ içaforiz
2 notes · View notes
aynodndr · 9 months
Text
Can Yücel'in 1973 yılında evliliğe bakışı...
Evlilik, inanmadığım halde içerisinde
17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için.
17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum aynı zamanda da…
Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi
belki de kuruma inanmamaktan geçiyor.
Evliliği toplumun dayattığı şekilde yaşamamaktan…
Nedir bu dayatmalar?
Erkeğin muhakkak kadından yaşça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi. Olmaz, yürümez diyor toplum…
Erkek yaşça büyük olmalı ki, kadına ‘höt’ dediğinde oturmalı kadın…
Ya da yumuşatıyorlar; efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı…
Eğitimde de böyle…
Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layığı!
Eşim benden 2 yaş büyük; ne ‘höt’ dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü…
Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti.
‘Ooo Can Bey kapmışsınız çıtırı’ esprilerine muhatap dahi oldum.
Eşim 3 üniversite bitirdi; ben bi taneyi
9 senede bitirdim…
Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım…
Üç harf yanyana kaç şekilde gelir bilir misin?
Aşk dersin..
Sen dersin..
Ben dersin..
Sen, ben biter;
biz dersin.
Gün gelir git dersin..
Peki dur kelimesinden haberdar değil misin?
Dur demeyi bilmez misin?
Git demek kolay,
dur diyebilecek kadar yürekli misin?
Can YÜCEL
2 notes · View notes
sirrihafi · 10 months
Note
Ne 'usandım' diyor, ne de 'yine mi sen' bile diyemeyen bir Allah.
Hiç düşündün mü?
Yani kendin hiç düşündün mü yüzyıllardır gelen dayatmalar olmadan?
Yüzlerce din, yüzlerce kutsal kabul edilen kitap, yüz binlerce değişik tuhaf âdetler.
Yani merak ediyorum kendi beynini yorarak hiç düşündün mü?
Başka bir sorum yoktur,
: cehalettengelenmutluluk
Aldiği basit bir telefon ,beyaz eşyayı bile klavuzuna bakması gereken insan için fazla cahilane olmadan idrak mefhalesini çalıştırması taraftarayım .
2 notes · View notes
pitorodops · 1 year
Text
Yalniz hissedip umuttan da istedigim gibi birine dönüşmesini beklemek hic adil değil, yalnizim cunku aradigim insanlar yok hayatimda, olmamalari bi cevap cunku olmadilar olmiycaklar kabul etmemem devam etmemem bu kosullarda, gecmisimle ilgili farkli dayatmalar yaratmam kendime da haksizlik
4 notes · View notes
theheartofmuses · 2 months
Text
bir de yahudilik o kadar iğrenç boyutlara uğramışki
Boşnak müslümanlar kendini yahudi olarak görüyormuş
Bunların hepsi sahte dayatmalar
Yalan dolan başka şey değil
0 notes
gundemarsivi · 2 months
Text
Tumblr media
Aklımı ve Ahlakımı Yitirdim
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/aklimi-ve-ahlakimi-yitirdim/
“Ancak her şeyini kaybettikten sonra canının istediğini yapmakta özgür olursun.“
Chuck Palahnuik
Ben (M. Faucault tanımıyla özne olarak okuyunuz.) çok erken yaşlarda aklımı ve ahlakımı yitirdim.
Postmodernizmin atası Friedrich Nietzsche‘in önemli izdaşı James Joyce’nin Ulysses adlı romanını,Theodore Zeldin’in İnsanlığın Mahrem Tarihi, M. Foucault‘ın Cinselliğin Tarihi, Marquis de Sade‘in başta Yatak Odasında Felsefe ve diğer tüm yapıtlarını okuyunca; yıllardan bu yana kanıksana gelen okur-eser ilişkisinin dışına çıktım.
Küçücük bir aklım vardı, benim çok ayırdında olamadığım koşuşa başladı…
Platon’daki gibi ezeli ve ebedi olanın mı ardındayız? Yoksa çuvallamaya adanmış adımların adamı mıyız ?
Ya da Leibniz penceresinden sahaya inerek: Tanrı günah işleyen bir Adem yaratmadı! Adem’i yarattı ama içinde günah işleyeceği bir dünyayı da yarattı.
Kafa karıştırmak için elime kalemi, önüme defteri almadım. Bugün kendimle ve yitirdiklerimle yüzleşmeye başladım.
Batı toplumunda yerleşik bir algı vardır: “Doğu penisiyle Batı aklıyla düşünür.”
Tantra Sex Uzak Doğu’nun, İslam coğrafyası PEDOFİLİ ilişki sayrılığına tutulmuş… Batı çok mu arı? Antik Dönem Filozofları da oğlan tutkunu…
Özcesi: ”Hayat acı dolu bir labirenttir.” der Schoppeauer.
Sıradan insanlara önerilen Din!
Seçkinler için Felsefe…
Aristoteles‘in kısacık vurgusu ile bakarsak: ”İnsan merak eden bir varlıktır.” Oldu baba!
Tamam da bendeki bu merak yüzünden acı çekiyorum.
Düşüncelerim imgesel uzamda uçuşuyor! Anlağımı yıkamam gerekiyor.
Önce bir şişe kırmızı şarap açmalıyım.
Yeni Dünya Düzeni beni eziyor. İtaat toplumu bireyi olmak istemiyorum. Başkaldıran bir yapım var. 17 Yaşımda Kuran’ı ve Tevrat’ı Türkçe çevirilerden okudum. Birkaç gün sonra dini bir kenara bıraktım. Tanrıyı terk ettim…
20 Yaşıma erdiğimde Marksist klasiklerin tamamını bitirdim!
Ama içimdeki boşluğu bu okumalarla da dolduramadım… Sonsuz bir aydınlığa uzanmak isterken uykularım paramparça oldu…
En iyi arkadaşım A.J.P. Taylor: ”Uyumluluk size sakin bir yaşam sağlayabilir. Hatta size bir Üniversite kürsüsü bile getirebilir. Ancak tarihteki tüm değişimler, tüm ilerlemeler uyumsuzlardan gelir. Eğer sorun çıkaranlar olmasaydı, muhalifler olmadaydı hala mağaralarda yaşıyor olurduk.”
Bulunduğum yerde bir nesne değil bir özne olmak istenciyle baktım çevrene. İşte tam da bu yüzden uyumsuzum, çıkıntı yanım aşırı.
Hoş karşılayın, aklımı yitirdiğimi başlangıçta imlemiştim anımsayınız.
Ahlakımı niye mi yitirdim?
Buraya bir çatal koyalım; kimsenin fuckbodysi falan değilim. Yaşamımın hiçbir evresinde de fuckwomanım da olmadı.
Arzu duyma halinde niyetsel eylemde bulunurum. Ama benim burada sözcük yığını içinde anlatmak istediğim tümceyi Ludwig Feuerbach özetlemiş: ”Ahlakın dine bağlı olduğu ve adaletin ulu bir yetkiye bağımlı hale getirildiği yerde en ahlaksız, en adaletsiz, en kepaze şeyler meşrulaştırılabilir ve yerleştirilebilir.”
Kişi geleceğini özgür ve mutlu olarak yaşamak istencindeyse Sokrates’in tanımına göre ayağa kalkmalı: ”Senin almaya cesaret edemediğin riskleri alanlar, senin yaşamak istediğin hayatı yaşarlar.”
İtaatsizlik halini sürdürdüğün kadar özgürsün. Dince tanımlanmış ahlak anlayışını yıkarsan toplumda eşitliği var edersin.
Hayatınızda hiçbir dayatmayı alımlamayın. Kendi adıma: Ortak akıl pazarının alıcısı değilim. Bundan dolayı da terbiyesiz olmayı-kalmayı benimsedim.
Niyet-Arzu ortaklığını bir diğer yazımda dillendireceğim.
Anıl Güven, Atina
#AnılGuven #GundemArsivi #Felsefe #Sorgulama #Ahlak #Akıl #Din #Toplum #FelsefiSözler #Aforizmalar #OkuduklarımdanAnladığım #ÖzgürDüşünce #Cinsellik #Dayatmalar
0 notes
kimselikimsesiz09 · 9 months
Text
Dayatmalar zorunluluklar cidden çok sıktılar onu yap bunu yap yada yapma şunu söyle bunu söyleme şöyle davranma böyle davran
Kim dedi bunları kim yazdı bu doğruları kime sordular
Bana soruldu mu isteyip istemediğim Allah bile töbe haşa kimseyle bir tutmam en büyük Allah bile dediği şeyi dayatmadan yapmamızı isterken size ne oluyo lan
Hangi vasıf hangi sıfat anam babam olarak mı iyiliğimi istiyomuşsunuz kesin beni kısıtlayarak çok güzel istiyosunuz
Benim hayatım değilmi kimseye bir etkisi olmadığı sürece istediğimi yaparım benim özgürlüğümün sınırı başkalarının özgürlüğünü kısıtlayana kadardır ve ben sınırına kadarda yaşarım özgürlüğümü
Size ne lan sizene ama kime anlatabilirim ona desem laf buna desem ceza şuna desem dayak ama ben sizden kurtulucam dimi belki yaşatmadığınız hayatı geri alıp yaşayamıycam ama en azından size hatalarınızı göstericem görüceksiniz kapasiteniz varsa anlar yoksa mal mal bakarsınız
0 notes
fisiltihaberleri · 9 months
Text
Tumblr media
KURTULUŞ; Dayatmalar sürecinde kazanılan Lozan Lozan kazanımının önemi iyi bilinmeli, emperyalizmin dayatmalar ortamındaki Lozan süreci iyi anlaşılmalıdır. Tarihte Lozan, şanlı Türk ulusumuzun ve işgale maruz kalmış ecdat yadigarı bu güzel Anadolu’muzun yeniden ulusal tam bağımsızlığının tüm dünyaya ilanının dayanağıdır. Birinci Dünya Harbi entrikası sayılan Mütareke dayatmasının (Mondros Mütarekesi-25 Madde-30 Ekim 1918) ardından oluşan işgal ile ve o şer Sevr dayatmalarıyla (Sevr Antlaşması-433 madde-10 Ağustos 1920) İmparatorluğu çökertilircesine şartlara bağlanılarak ülkesi paylaşılmak istenilen Türk ulusumuzun o yokluklar döneminin bin bir zorluklar günlerinde o düşman işgalinden ve mezalimlerden kurtuluş için Kongre’ler oluşturulmasına ve Meclis (BMM) kurulmasına öncülük eden Büyük Atatürk’ün önderliğiyle coşup şahlanılarak yapılan Millî Mücadele ile oluşan ulusal tam bağımsızlık zaferlerimizin masa başında da resmiyet kazanmasının temini için tüm dünyaya tescilinin bir belgesidir Lozan.. https://www.fisiltihaberleri.com/haber/kurtulus-dayatmalar-surecinde-kazanilan-lozan-9076.html
#FısıltıHABERLERİ #lozan #izmiretkinlikleri #fuarizmir #bostanlı #26agustos #montro #karsiyaka #izmir #fuar #alsancak #kültürpark #izmirfuar #göztepe #buca #9eylül #konak #hairartistry #paris #boya #londoncity #Kurtuluş #kuveyt #friseurantalya #onuryavuzhairdesigner #doha #mikrokaynakçorum #bern #baku #instagram
0 notes
mesutyilmaz · 1 year
Text
Yatırımı Kendinize Yapın!
Aslında ülkemizde dayanıksız ev sorunun kaynağına indiğimizde karşımıza başka başka şeyler çıkıyor. Son 20 yılda kısa sürede çok fazla yapılaşma oldu. Sebebi belli "talep". Hızlıca çizilen projeler, yalaş bulaş yapılan işcilik ve bir anda eğitimsiz, tecrübesiz, vicdansız şekilde türeyen müteahhit ordusu. Kısa sürede zengin olma çabaları, altlarına çekilen bmw, mercedes marka araçlar ve bizim toplumuzun malesef arabaya duydugu itibar ve saygı. Çoğu yandaş olan ne yedüğü belirsiz cahiliye ordusu. Bunlara fırsat verenleri biliyoruz amma velakin kişisel sorumluluklarımız kısmında hiç sorunu kendimizde aramıyoruz. Ülkemizde resmen köşe kapmaca gibi ev kapmaca dönemi var. Hiç kusura bakmasın ama eski kuşak denilen kesim evlatlarına, damatlarına, torunlarına, eşlerine dostlarına ev al ev al baskısını hiç bırakmıyor. Gençler daha hayallerini yaşamadan binlerce lira kredilere imza atıp hayatlarını satıyorlar. Sonra mutsuz ve sorunlu bir ülke olduğumuzu söylüyorlar. Kredi çekip ev almayan kesimede başarısızlık damgası vuruyorlar. Bu sefer güyya o başarısızda, başarısızlığının sorunlarını yaşıyor. Ne yazıkki güyya müslüman, güyya misafirper, güyya vicdanlı olan vatandaşlarımız; sanki mal satıyormuş gibi kızıyla evlenecek erkeğe daire soruyor. Sorsan başlık parası ilkel ama damadın dairesi olsun baskısı. Zaten evliklerde koşulan bu dayatmalar ve kadına karşı uygulanan aşşalıyıcı tavır başka bir sorun. O konuyu başka bir yazımda dile getiricem. Zaten öyle bir döneme geldikki artık düzgün bir ev kiralamakda başarı sayılmaya başladı. Fiyatların durumu ortada. Bu saaten sonra ev almak imkansız bir duruma dönüştü. Hep birlikte yaptık bunu teprikler. Debrem olduğu vakit bir an olsun düşünen insanlar, şimdilerde düşeş yatırımlık ev kovalamanın derdinde. Barınma ihtiyacı gibi en doğal hakkını ülkemiz vatadaşları kullanamıyor. Neden ? Çünkü binlerce insanın evi yokken bir kişinin binlerce evi varda yüzden. Zaten bir eve sahipken krediyle ikincisini almaya çalışan binlerce insan varda o yüzden. Kimse kendini kandırmasın biz vicdanımızı mala mülke malesef sattık. Biz yaptık biz. Gençleri rahat bırakın. Ev al ev al baskısı bu gün geldiğimiz durumun özeti. Arz talep! Binlerce lira krediler çekip ev alan gençler; gerçekten mutlumusunuz ve istediğiniz hayat bumu ? Yatırımı kendinize yapın. Hayellerinizi yaşayın. Artık dayatmalara boyun eğmeyin. Saygısızlık yapmayın tabiki. Ama kendi yolunuzu çizebilirsiniz. Biliyorum ekonomik olarak çok zor bir dönemdeyiz. Ama mücadele ve hayalleriniz için çalışmakla zorlukların üstesinde gelebilirsiniz. Emin olun bir gün evede sahip olursunuz. Ama hayatınızdan geçen yılları geri getiremezsiniz. Kimseden anlayış beklemek zorunda değiliz. Bizi anlamıcaklar. Eskinin zorluklardan bahseden tüp kuyruklarını örnek veren kesim bizi anlayamıcak. Bizlere sahip olduğumuz ve onların sahip olamadıkları imkanlardan bahsedicekler. Sizde onları anlamak zorunda değilsiniz. Tekrar söylüyorum yatırımı kendinize yapın. Bir gün muhakkak karşılığını alıcaksınız. Saygılarımla...
0 notes
nadirakkus · 1 year
Photo
Tumblr media
“Evlilik , inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için. 17 senede ( abartmıyorum ) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum aynı zamanda da… Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kuruma inanmamaktan geçiyor. Evliliği toplumun dayattığı şekilde yaşamamaktan… Nedir bu dayatmalar? Erkeğin muhakkak kadından yaşça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi… Olmaz, yürümez diyor toplum… Erkek yaşça büyük olmalı ki, kadına ‘höt’ dediğinde oturmalı kadın… Ya da yumuşatıyorlar; efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı… Eğitimde de böyle… Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layığı! Eşim benden 2 yaş büyük; ne ‘höt’ dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü… Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti. – ‘Ooo Can Bey kapmışsınız çıtırı’ esprilerine muhatap dahi oldum. Eşim 3 üniversite bitirdi; ben bi taneyi 9 senede bitirdim… Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım…” Can Yücel Sevgiler ✋ (Nadir Akkuş Design / Leiurus Wooden Art) https://www.instagram.com/p/Cps5pOENSFQ/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
tulaysukun · 1 year
Photo
Tumblr media
DÜŞÜNDÜREN DÜŞÜNCELER TÜLAY SÜKÜN KONUŞAMADIK! Konuşmayıp sustuğumuz her konuda, ülkece hep birlikte zararlar görüyoruz... Uygun bir dille her konuyu konuşup, tartışmalı; anlayış, algı ve hoşgörü göstermeliyiz ki bir bütünün farklı parçaları ya da organları olabilelim... Bu şekilde devam edersek, insanın bütünlüğü göz önüne alındığında; kol, bacağı kabul etmiyor, bacak, mideye kızıyor, midenin sorunu böbrekle, böbrek, kalbe kafa tutuyor, konular da böylece uzayıp gidiyor... Oysa gerçeklikler bilinerek davranılsaydı, bütünlük bozulmayacak, insan ve canlıdan yana olabilmek için özelimiz hariç hemen her olguyu KONUŞABİLECEKTİK. Konuşamadık! Konuşa konuşa, bir diğerimizin varlığını içimize sindirecek, kabul edecek, empati yapacak ve de hoşgörülü olacaktık... Konuşamadık! Başka çözüm önerisi yok, bu kadar farklı KÜLTÜRDE olup, bir arada yaşayan insanlara... Konuşamadık! Olur mu hiç diğer inanışları görmezden gelmek? Her kültüre saygılı olmak zorundaydık... Konuşamadık! Yarınlar, bu günden kurulacak sonuçta! Sorunun, gerçekte siyasi sistem olduğunu, dün kabul edebilmiş olsaydık, rant yaratmayan bir siyasi sistemde; bugünkü binlerce hasarlı ve ölümlü bu deprem felaketi de yaşanamayacaktı, DEĞİL Mİ? Konuşamadık! Toplumca konuşup, sorunun, siyasi sistem olduğu gerçeğini bugünden kabul edebilseydik, yarınları da bugünden kurtarabilecektik... Konuşamadık! Özellerimizi konuşmaktan, toplumu ilgilendiren en önemli konularda, toplumca, konuşturulmadık, konuşamadık! Twitter'da paylaşılmış; "Sadece asrın felaketi değil, aynı zamanda asrın bilimsizliği, asrın aç gözlülüğü, asrın liyakatsizliği, asrın aymazlığı, asrın sorumsuzluğu, asrın vicdansızlığı olsa da asrın kenetlenmesi, yardımlaşması olacak, bu umursanmayıp yol açılan felaket!" KAPİTALİST sistemin her felaketinde, ne kadar aciz kalındığını, hep birlikte defalarca yaşayıp, gördük... Her kafadan bir ses çıktı ama dinleyen olmadığı için konuşamadık! Yıllar önce 1939 ve 1999 deprem felaket ağırlığını, yine bu siyasi sistem yaratmamış mıydı? Baskı, şiddet ve dayatmalar yüzünden bunları da değerlendiremedik, özgürce konuşamadık! Bu günkü felakette, binlerce yıkım ve can kaybına yol açan, yine https://www.instagram.com/p/ConChb4tKzp/?igshid=NGJjMDIxMWI=
1 note · View note
isvicreninsesi · 1 year
Text
İsviçre: Yaşam zorlaşacak, mücadele kaçınılmaz
Tumblr media
🇨🇭SESİ- İsviçre'de yeni yılda öngörülen büyüme yüzde 0.7 ve kamuda kısıtlamalara gidilecek. Emekçiler için 2023 yılı, daha zorlaşmış bir yaşam ve daha güçlü bir mücadelenin kaçınılmazlığına işaret ediyor. Haydar Sancar / Evrensel Gazetesi  İsviçre’nin yürütme organı olan Federal Konseyin korona önlemleri ile fazlasıyla meşgul olduğu bir dönemde patlak veren Ukrayna savaşı, az çok tahmin edilen gelişmeler arasında olmasına rağmen kısa bir süreliğine de olsa konseyin bu konuda nutkunun tutulmasına neden oldu. Farklı partilerin temsilcilerinden oluşan konseyde görüş ayrılıkları bir uzlaşı rotasının hemen ilan edilmesine pek olanak sağlayacak durumda değildi. İsviçre, Kuzey Akım projesi dahilinde zaten bir süredir Rusya karşıtı çevrelerden ülkedeki Rus yatırımları nedeniyle fırlatılan okların hedefi halindeydi. Gazprom’un İsviçre’deki firması Nord Stream de karşıt dalgayı göğüslemeyerek bünyesinde çalışan 150 çalışanının işine son verdi, faaliyetlerini pasif düzeye çekti. Rus ordusunun Ukrayna’ya girişinden kısa bir süre sonra yaşanan bu gelişme NATO ve müttefiklerinin izlediği politik hatta, kendince az çok pragmatist bir yol haritası çizerek ilerlemeye çalışan Federal Konsey için giderek daha güçlü bir baskı ve sıkıştırma aracına döneceği netlik kazanınca dümen, baskıları hafifletmek üzere AB çizgisine doğru kaydırıldı. AB’nin ilan ettiği yaptırımlar hemen benimsenerek kabul edildi. ÇIKARLARI KORUMA POLİTİKASI Bu çerçevede AB ve NATO güçleri yeterli görmese de bazı yaptırımları sembolik düzeyde yürürlüğe koyarak Rusya ile ekonomik çıkarlarının derinden zedelenmesine neden olacak uygulamalara da pek yönelmedi. Ama fırsatçı bazı firmalar yaptırımları gerekçe göstererek Rusya ile iş yapmayacaklarını ilan eden uluslararası bazı tekellerin yerlerine sıçramak üzere hareket ettiler ve bunun gereğini de riskleri göze alarak yaptılar. Savaşın en şiddetli olduğu dönemde İsviçre’ye Rusya’dan 3 ton altının girişine izin verilmesi dış politikada izleyecekleri ‘çıkarları koruma’ politikasının devam ettirileceğine dair sinyal oldu. 2022 yılında bu tutum daha fazla esnetilmeyerek korundu. Ancak savaşla birlikte belirginleşen siyasal ekonomik ve sosyal sonuçlar Avrupa’nın diğer ülkeleri gibi İsviçre’yi de önemli oranda etkiledi. 2021 yılında yüzde 0.6 olan enflasyon kısa bir süre içerisinde yüzde 3.5 seviyesine çıktı. Yine bu sürede Ukrayna’dan 70 bin sığınmacı özel statüyle İsviçre’ye getirildi. Mevcut siyasal atmosfer ülke egemenleri tarafından fırsata çevrilerek silahlanma ve orduya ayrılan bütçenin arttırılması; yeni F-35 savaş uçaklarının alınması, ordu envanterinin yenilenmesi hızlıca gündeme getirilerek rıza vermeye ‘hazır’ halk hızlıca ‘ikna’ edildi. Dünyada yerinden oynayan taşlar karşısında İsviçre ‘masum’ kalamaz, kaderine razı olmazdı. Güvenliği için oyun kurucularla ortak iş tutmak gerekliydi ve bu çerçevede ‘tarafsız’ ülkenin ordusunun, NATO ordularıyla birlikte eğitim yapma ve bazı yerlerde de eğitim amaçlı asker bulundurma gibi daha aktif bir dış politikanın öznesi olmasının gerekliliğine halk ikna edilmeye çalışıldı. İŞÇİLERE SIFIR ZAM Büyüme oranı geriye çekildi. Emekçi sınıfların hak ve kazanımlarına yönelik saldırılar; çalışma yasalarının reformlarla kuşa çevrilmesi, emeklilik haklarının budanması ve yaşının yükseltilmesi; toplu iş sözleşmelerinin sadece yazılı birer metin olarak kalmasına yönelik pratik zorlukların arttırılması, çalışma sürelerinin uzatılarak 7x24 esnekliğine geçişe adım adım yönelinmesinde İsviçre burjuvazisi 2022 yılında vites arttırarak artan enflasyon ve hayat pahalılığına rağmen ücretlerde 0 zammı dayattı. Yoksul halk kesimlerinin artan enerji ve tüketim maddeleri fiyatları karşısında reel alım gücünü kaybederek giderek yoksullaşması daha da derinlik kazandı. Bütün bu sosyal saldırılar ve dayatmalar karşısında birçok sektörde çalışan işçi yığınları ise aktif mücadelede geri adım atmadılar. Haklarını korumak ve ilerletmek üzere bazı zorlukları ve zayıflıkları olsa da direniş yolunu seçtiler. 2023 SEÇİM YILI OLACAK 2023 yılı İsviçre’de Federal Meclis ve Kanton Temsilcileri Meclisi için yapılacak seçimlerin yılı aynı zamanda. Politik, ekonomik ve sosyal birçok sorunun 2022’den devredenlerle birlikte seçim yılı olması ve bazı olguların daha da derinleşerek yeni süreçlerin açılmasına neden olacağı yönleriyle daha çok gündeme geleceği, burjuva partilerin oy devşirmek üzere bu sorunlar üzerinden daha da çekişeceği gerçeği, 2023’ün parlamento politikasındaki canlılığı arttıracak. Burjuva kamptaki çekişmenin, Federal Konseye 2022 yılının sonunda seçilen 2 yeni bakanın görev yapacakları bakanlıklarının belirlenmesinde izlenen yol gözetildiğinde daha da çetin geçeceği ırkçı parti ve liberallerin parlamento ittifakının, çalışma yaşamı, çevre, ekonomi, enerji üretimi gibi alanlarda daha önce tespit edilmiş konsey politikasında bir ayrıştırmayı zorlayacağı ve bu ayrıştırmanın  daha çok yasal düzenlemeleri ve hakları kötüleşme, sertleştirme ve ortandan kaldırma  yönünde bir seyir izleyeceği, SVP ve FDP gibi en saldırgan partilerin seçimlere de bu saldırı planları üzerinden dahil olacağı söylenebilir. 2023 yılı için öngörülen büyüme yüzde 0.7 ve eğitim ve sağlık başta olmak üzere birçok kamu alanında da kısıtlamalara gidilecek. Emekçi yığınlar içinse birikmiş bu sorunlar ve saldırı planları 2023 yılında daha bir zorlaşmış yaşam ve daha güçlü bir mücadelenin kaçınılmazlığına işaret ediyor. *Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF) İsviçre Başkanı   Bu yazının içeriği Evrensel Gazetesinden alınmıştır. Read the full article
0 notes
akilfikirgezegeni · 2 years
Text
"Bir insan zehir yut­ma alışkanlığına sahip olduğu zaman, artık bedenin yapısı hiç­bir zarar görmemekle kalmaz, ayrıca bundan böyle zehiri ken­dine doğal bir gıda yapar ve tehlike panzehirden gelir." Ne derin bir anlam var şu cümlelerde... Çocukluktan ergenlik sonrasına kadar maruz kalınan baskılar, dayatmalar, dogmalar, yanlış inançlar, yanlı kanılar ve tüm bunlara uymak için verilen mücadeleler... Küçük dozlarda sürekli alınan zehir metaforuna o kadar iyi bir örnek ki... Yine sonrasında yanlışımıza yanlış diyebilene karşı çıkışlar, inatlaşmar ve hatta abartarak kavga edip çocukça küsüşler ne kadar da tehlikeli bir panzehirmiş gibi öyle değil mi? İçaforiz
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Mafyanın Ülkesi, Ülkenin Mafyası!
Tumblr media
Zamana çakılı kalmış izlerden, anlamlardan geriye toz zerresi dahi bırakılmıyor. Hakikati, hakkaniyeti ve yaşanmışlıkları alt üst eden, yeniden denenmiş olanın karanlığında kendisi ve ahvalini ve ülkesini bulduran bir dönemeç, bir karanlığın içinde debeleniyor malum ol masallar, tozpembe haller ülkesi. Bütün, pejmürde bir aklın nobranlık ile uzlaşmış halinde bir suretinde hep eğri, her dem eksikli bir ülkeyi bildiriyor. Cerahat nobranlıkla birlikte bu uzamda savunulur dururken, oluşturulan cürüm ve illa ki çürüme icraatın ta kendisi ilan ediliyor. Öyle veya böyle, şöyle ya da bir halde hep bu ahvalde tahakküm biçemleri, o zamana çakılı kalmış tahayyüllerin, açılım, ilerleme, yenilenme hallerinin önünü alıyor. Bir bunun bahsine tutunuluyor vesselam. Aralıksız bedene karşıt siyaset nüksederken bu memleket sathında zamanında var edilebilmiş olan demokrasi pratikleri, eşitlik, adalet ve dahi hürriyet sesleniş ve pratikleri yerle yeksan ediliyor. Genel geçer değil doğrudan bir mahva rehin ülkenin hakikati var ediliyor öyle ya da böyle. Yeni ülke tanımı lafta kalan bir meseleyken, cerahat yüceltiliyor aralıksız. Zamanında var edilmiş olan kırılma çizgileri, dönüşüm, değişim ve çaba ve tahayyüllerin izleri yerle bir ediliyor. Her veçhe, her dönemeç, her hamle bir şekilde aşılmış olan yolun da tekrardan gerisin geriye tarumar edilmesine vesile kılınıyor. Yeni ülke salt bu cürmün kılınıyor.
İstikrarlı yükseliş masalları, muasır medeniyet türküleri, Avrupa, Amerika kimler kimler daha neler neler bizi kıskanıyor bahisleri, vurduk mu, koyduk mu, aldık mı, yaptık mı gibi nobran, bayağılık fışkıran hamaset dilleri ile birlikte bir iz kaybının ötesine geçiş sağlanıp temeller onun üstünden yükseltiliyor. Artık cerahate rehin, muktedirin olur verdiğinden bir ötesi, başkası söz konusu edilmesin talep olunur. Muktedir sahne gerisinden neyi, kim ve kimleri hedef kılıyorsa, onların üstü çizilir. 1984’te görülmemiş bir biçimde daha önce nasip olmamış bir halde, dün tüh kaka denilenler bugün el üstünde tutulur. Dün hedefler, dünkü düşmanlıklar çoktan unutturulmuş, onlar yeniden dost kılınırken bambaşka odaklar ve insanlar ve ülkeler hedefe konulur. Kaypaklığın, düzenbazlığın, hırsızlığın ve umarsızca yağmacılık hallerinin, devletin malı deniz, yiyemeyen keriz mottosu üstünden gününü gün eden, akp çocuklarının hallerinin bir ilerleme, yenilenme, dönüşüm olaraktan duyurulduğu yerde, çürüme emareleridir mesele. Geçmişin kör karanlığı bitti, yepyeni bir umut doğdu, özgürlük bizimle geldi, artık konuşmak serbestiyeti, dinini yaşama hürriyeti vesaire var edildi denilirken eskisinden de sinsi köşeye kıstırma halleri imal edilir. Düzen o bahislerle sıradan insanları oyalarken, zokayı yuttururken esas meseller, asıl yağmalar o köşeye tefeye atılmış rantiye oyunları al gülüm ver gülümler şekillendirilir. Böyle bir hal üstünden güncellenendir ülke, bu kadar!
Gündelik linç pratikleri, hedefe konulan temsiller, organizasyonlar yanında devleti alinin her durumda öteki gördüğü halkların başına örülen yeni çoraplar da dahil edildiğinde ol eski nasıl yeniden yaşatılmaya devam ediliyor bu inadı görmek mümkün kılınıyor. Bariz bir düş kırımı sahnesi olarak, geçmişin olumlanabilir her şeyini bir kenara terk ederek ve hep daha da geriye gitmeye çabalayarak, tüketerek, hep tükenerek, her dem tükenişi ağır bir tavsiye, tasfiye aracı kılarak baş amir ve şürekası yenilenen ülkeyi cürmün döl yatağı kılıyor. Oradan çıkan her yeni temsil, ucube bir temsiliyet, daha öncesinde çok eskilerin o tekillik rejiminin suna geldiği açmazlar / ağır dayatmalar, çok daha ağır sınanış hallerinin sınırına taşıyor. Bir yandan yağma, bir yandan söğüş, rant kavgaları var edilirken, öte yanda vatan millet sakarya zikredilirken en olmayacak cürmün, suçun peşinde çıkar ortaklıkları, hamili kart vatan sevdalısı, hırsız, mafya, bürokrat, vekil var ediliyor. Böyle bir ortaklık hali içerisinde geçmişin izleri silinirken, bambaşka kötülüklerin ferah feza yollarına çıkıyor ülke. Hem çalıyorsa, yol yapıyor, uçak yapıyor, araba da yolda kıskanan Avrupalar, Amerikalar, neler neler kimler kimler, daha neler neler varken bizim sırtımızı yere getiremez hiç kimse diye onayan bir iradeyi de kendisine rehin alabilirken her şey çok açık bir biçimde yeni ülkenin de aynı haltın laciverdi olduğunu bildirir. Zamanın izi geçmişin olumlanabilir tüm edimlerinin tözü bırakılmaz. Yerine ikame edilen yegane şey çok daha kalıcı / derin / sınırsız bir çürümedir, bu kadardır.
Bianet’ten aktaralım: “Suç örgütü liderliğiyle suçlanan Sedat Peker'in, öne sürdüğü rüşvet ağı iddialarının odağındaki Marka Yatırım Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mine Tozlu Sineren, iddiaları kabul etti.
Dün gece Halk TV canlı yayınına katılan Mine Tozlu Sineren, iş hayatı boyunca rüşvetle karşılaştığını ve bunları ilgili kurumlara bildirdiğini dile getirdi.
Cumhurbaşkanı Danışmanı: "Para vermezsen olmaz"
Tozlu-Sineren, "Bu işi açmamı sağlayan SPK'ydı. Sedat Peker'in yazdıklarında doğru olmayan ufak tefek şeyler var. Zehra Taşkesenlioğlu vasıtasıyla rüşvet teklifinde bulunulduğunu CİMER'e ilettim" dedi.
Mine Tozlu Sineren özetle şunları söyledi:
"Ali Fuat Taşkesenlioğlu başkan (SPK) olduğunda, bu süreçleri anlatmak ve sermaye artırımı için randevu talebinde bulundum. Ama aylarca randevu verilmedi. Bunun üzerine araya giren kişiler bana Zehra Hanımla (AKP Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu) görüşmem gerektiğini söylediler. 'Şu an seçim dönemindeyiz denildi ve Erzurum'a gittik ve bir köye çağırıldık. Bir kahvehanede gece orada bekledim ve Zehra Hanımla görüşmemizi yaptık. Dedim ki "Abininiz Ali Fuat beyle görüşmek istiyorum ama sizinle görüşmem gerekli olduğunu söylediler" dedim. "Abime bunu ileteceğim, siz görüşürsünüz" dedi. Ben oradan ağlayarak ayrıldım. Çok üzüldüm, dedim ki burada ne işim var, SPK Başkanıyla görüşmek için bu köyde ne işim var ve Zehra Hanımın bu konuyla ne alakası var.
"Sonra tekrardan Ankara'ya çağırıldım, burada araya başka insanlar giriyor, haber yolluyorlar, para vermezseniz kesinlikle sizin işiniz hallolmayacak diye bir sürü haber alıyorum. Ben Next Level'da bir büroda Serkan Taranoğlu'yla (Cumhurbaşkanı Danışmanı) karşılaşıyoruz. Serkan Taranoğlu'yla görüştük, durumu anlattık. "Rüşvet vermem, rüşvet verecek bir pozisyonun yok, şirketimin kasasına para koymak istiyorum" dedim. "Para vermezsen bu işler asla olmaz" dedi. Sistem kurulmuş. Şuna gidersen şu kadar para verirsin, buna gidersen bu kadar verirsin dediler. Arkadaş ortamı oluştuğu için ben Taranoğlu'na mağduriyetimi anlattım, o da mağduriyetlerini anlattı."
(...)
"CİMER'e ilettim"
"Cimer'e yaptığım başvurularda rüşvet istendiğini ve elimdeki belgeleri ileteceğimi söyledim. Geçen hafta karakoldan aradılar ve ifade vereceğim. Siyasilerin içerisindeki kişilerin isimlerini CİMER'e vermeme gerek yoktu. Zehra Taşkesenlioğlu vasıtasıyla rüşvet teklifinde bulunulduğunu CİMER'e ilettim. Benim elimdeki belgeler Sedat Peker'in elindekilerden daha fazla."
"Sedat Peker bu bilgilere nereden ulaştı bilmiyorum"
Sedat Peker ile tanışıp tanışmadığı sorusunu üzerine Tozlu-Sineren, "Bey-Hanım ölçüsünde bir tanışıklığımız var deyip şöyle devam etti:
"Ben Sedat Peker'i eskiden tanırım ama bu bilgilere nereden ulaştığını bilmiyorum. Sadece tanışıklığım var. İş ilişkimiz yok. Bana daha önce yaşadığım bu sıkıntılardan dolayı geçmiş olsun mesajı iletti. Sedat Peker'in yazdıklarında doğru olmayan ufak tefek şeyler var.
"Bu bilgileri nereden öğrendi çok şaşırdım. Bununla ilgili şikayetlerde bulundum, savcılık şikayetlerim var, CİMER'den tutun SPK Başkanı'na bile anlattım, hiçbir şey olmadı ama bu bilgiler nasıl eline geçti, çok şaşkınım."
Ne olmuştu?
Suç örgütü liderliğiyle suçlanan Sedat Peker, eski Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı ve eski Halkbank Genel Müdürü Ali Fuat Taşkesenlioğlu, Cumhurbaşkanı Danışmanı Serkan Taranoğlu, AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Deniz Meclisi Üyesi Salih Orakçı ile ilgili yolsuzluk iddialarında bulundu.
Deli Çavuş isimli sosyal medya hesabından 50 tweet'lik paylaşım yapan Peker, çeşitli WhatsApp yazışmaları ve belgeleri de delil olrak sundu.
Öte yandan Peker, Hürriyet gazetesi ekonomi yazarı Burak Taşçı ile ilgili olarak ise borsa manipülasyonları yaptığını iddia etti.
SPK Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu'nun, kendisine bir sorun nedeniyle başvuran Marka Yatırım Holding'in sahibi Mine Tozlu Sineren'i, AKP'li Zehra Taşkesenlioğlu'na yönlendirdiğini öne süren Peker, Taşkesenlioğlu'nun da Mine Tozlu'yu Way Out adlı bir finansal danışmanlık şirketine yönlendirdiğini söyledi. Danışmanlık adı altında 12 milyon TL "rüşvet" istediğini öne sürdü. Mine Tozlu Sineren'in ödemeyi reddettiğini belirten Peker, daha sonra Cumhurbaşkanı Danışmanı Taranoğlu'nun, Mine Tozlu Sineren'e ulaşarak söz konusu danışmanlık şirketinde bir araya geldiklerini belirtti.”
Bianet’ten aktarmaya devam edelim; “Sedat Peker, bugün (28 Ağustos) paylaştığı 50 twit ile Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) eski Başkanı ve Halkbank eski Genel Müdürü Ali Fuat Taşkesenlioğlu'nun "rüşvet karşılığı aldığı 100'e yakın mal varlığı olduğunu, 180 milyon dolarını villası ve iki dairesinde sakladığını" iddia etti.
Peker, konuyla ilgili özetle şöyle dedi: "Ali Fuat Taşkesenlioğlu'nun rüşvet karşılığı aldığı 100'e yakın mal varlığı var. Bunların çoğunluğu Nedim Özbek ve Diyarbakırlı olarak bilinen Emin'in üzerinde ancak başka yakınlarının üzerine de yapmış. Başka yakınlarının üzerine yapmış olduğu mallar da var.
"Yüce devletimizin şerefli polislerine samimi ihbarımdır: Ali Fuat Taşkesenlioğlu 180 milyon dolarını Bahçelievler'deki villasında ve Halkalıdaki bir apartmanda olan karşılıklı iki dairesinde saklamaktadır. Bu olaylar basına düşünce paraların büyük bir bölümünü taşıdı.
"Ancak bir bölümünün halen o evlerde olduğunu biliyoruz. Evlerin adresi baz istasyonu kayıtlarından çıkarılabilir."
"Alın, kendi ağzıyla söylüyor"
Paylaşımlarında Ali Fuat Taşkesenlioğlu'nun kardeşi, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu ve boşanma aşamasında olduğu Ünsal Ban'a da değinen Peker, Ünsal Ban ile görüştüğünü ve Ban'ın "öldürüleceğini düşündüğünü" söyledi.
Ban'a "Hayatını kurtarmak için yapıyorum" diye seslenen Sedat Peker, "Hatta eşi olan AK Parti Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu'nun evde otururlarken kendisine bıçakla saldırarak kısmen yaraladığı olaydan sonraki gizlice çekmiş olduğu görüntüleri bana yolladı. Ben de bu görüntüleri sizinle paylaşacağım" diyerek bir video paylaştı.
Peker, videoyla ilgili paylaşımlarında özetle şöyle dedi:
"Zehra Taşkesenlioğlu'nun elinde büyük bir kasap bıçağı varken 'Seni öldüreceğim' diyor. Ayrıca da sinir krizi geçirerek ağabeyi Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve kocası Ünsal Ban'ı kastederek 'Siz para çalacaksınız, siz para yapacaksınız, ben ise rezilliğini yaşayacağım' tarzında bir şeyler söylüyor.
"Sayın savcılar, sayın hakimler, ben suç örgütü lideriyim bahanesiyle dediklerimi ciddiye almıyor havası yapıyorsunuz (tüm delillere rağmen) İktidar partisinin Erzurum milletvekilinden daha güvenilir şahit mi arıyorsunuz? Alın kendi ağzıyla söylüyor."
Ali Fuat Taşkesenlioğlu'ndan açıklama
Öte yandan, Ali Fuat Taşkesenlioğlu, Sedat Peker'in dün açıkladığı iddialar ile ilgili olarak sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunacağını söyledi.”
Bütünüyle zamanın izi çıkmış, rüşvetin belgesi mi olur pezevenk denilen bir uzamdan hiç gizlisi saklısı olmadan var edilen al gülüm ver gülüm, ama öyle ama böyle iç etmelerin ol ulu orta rant sofralarına varılan bir menzil bir kere daha ifşa edilir. Açığa düşen Ak Parti, iktidar ve dönüşümünün teminatı olan bürokrasi ile nasıl bir şantaj ağı kurduğunun da en kestirmeden özetini paylaşır. Herkes ama herkes bir biçimde reisin gözetimi altında bütün bu parsadan pay kapma savaşlarının ulaştığı boyutun korkunçluğu gözler önüne serilendir bir kere daha. 17-25 Aralık güncesinde ayakkabı kutularına doluşturulan milyonlarca dolar, Man Adaları ya da İsviçre bankalarında saklanan emtialar, sömürü düzeninden her ne kar varsa onun ezildiği bir dolu sızıntı belgesinde dolaşıma sokulan, amirinden memuruna, memurundan, bürokrat ve hakimine ve vekiline tabi ki de suç işleri bakanı gibi bir temsilden o nihayetinde herkesin bildiği zata uzanan / çıkan bir serüvenden bir kesit sunulur.
Patavatsız bir iç etme halinin yekunda her ismi anılandan suç duyurusu, inkar ve olası tüm karşılıklarla var edilen hırsızlığın belgelenmesine karşı ön almalar var edilir. Cerahat, zamana yayılmış olagelen tüm o hesap verme mekanizmalarının da nasıl alt üst edildiğini göstere gelir. Birkaç siyasetçi, kıyısından köşesinden birkaç temsili, hukukçunun suç duyurusu / duyuruları bunca afaki kılınmış cerahatin her neresini durduracaktır. Kim nasıl her ne şekilde hesap verecektir ki sahiden? Biteviye hırsızlık / rant / yağma ve artık yeter, kafi görülmediğinden pastadan daha büyük dilimleri yutabilmek için var edilen savaşların akıbeti ne olacaktır? Sıradan yurttaşların hayatlarının ne başı ne ortası ne sonunda görmeyi bırakınız, hayal dahi edebilmesi mümkün olmayan konfor içinde yaşama halinin, ulu orta çekilen satır gibi nesnel suç aletlerinin, kavgaların, girift hallerin ortasında bunca hanedanlık halinin zamanın çürümesinin de nişanesi olduğu gözlerden kaçırılmak istenir. İsimler değişiyor, sistemin sağladığı cerahat hali, bir biçimde din, iman ve benzerlerinden dem vurup, bunları satarak müştereklerimizin talanı kesintisiz kılınıyor. Akp ve suna geldiği hegemenoya halinin sunduğu / pay ettiği / geleceğe taşıdığı yegane şey daha derin ve kalıcı bir hezimete boyun eğdirmek olduğu gözlerden kaçırılıyor. Adaletsizliğin arşa çıktığı bir zeminde bir dolu masal anlatılırken, mafyanın aksettirdiği yüzeylerden bile ol çürüme hali görünür kılınıyor. Hesabı ne olacak, bu da mı örtbas olunası bir mesel olarak geçip gidecektir! Mesele budur.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
İllüstrasyon - Jun CEN
1 note · View note