Tumgik
#deneysel metinler
ekip · 9 months
Text
Birtakım değişiklikler
🌟 Yenilikler
Masaüstü panonda yer alan klavye kısayol rehberi bundan böyle sayfanın sağ alt köşesinde yer alan klavye simgesi üzerinden erişilebilir olacak. Bu simge geldiği için Hesap menüsünden "Klavye kısayolları" seçeneğini kaldırdık.
Yine masaüstü panonda yer alan Renk Paleti seçeneğini bundan böyle Pano Ayarları sayfasında açılır menü biçiminde sunuyoruz. Tabii ki Shift + P kısayolunu kullanarak renk paletini hızlıca değiştirmeye devam edebilirsin.
Uluslararası Yengeç Günü'ne özgü yengeç tikleri ve rengarenk yengeç tikleri TumblrMarket'e geldi!
Tumblr Live'ı ABD dışında farklı ülke ve bölgelerde sunmaya başladık. Son güncel bilgiler için şu Ekip gönderisine göz at.
Masaüstü panonda dikey tarzdaki deneysel menü yerleşimini görüyorsan, sol çubuktaki Ayarlar altında yer alan öğeleri kaldırdık. Ayarlar'a tıkladığında bundan böyle doğrudan Hesap Ayarlarına gideceksin; diğer farklı ayarlar da ekranın sağ tarafında gösterilecek.
Yeni deneysel masaüstü yerleşiminde bloglarına ait alt menüleri kaldırdık. Bir bloguna tıkladığında doğrudan o blogun sayfası açılacak; Sıradakiler ve Taslaklar gibi alt sayfaların bağlantıları ise sayfanın sağ tarafındaki çubukta gösterilecek.
Masaüstü panonda bloglarının sağ tarafında gösterdiğimiz dört nokta şeklindeki sürükleme öğesi sen fareyi blog üzerine getirmesen de görünür durumda olacak. Birincil işaret mekanizması olarak dokunmatik ekran kullanılan cihazlarda ise bu simge saklı kalacak.
Hesap menüsünde temizlik yapmaya ve her öğe için yeni yerler bulmaya devam ediyoruz. Son olarak Yardım Merkezi bağlantısını alt bilgi alanına ekledik. Bu bağlantı artık masaüstü panonda sağ yan çubuğun en altında, mobil tarayıcıdan girdiysen gezinti çekmecesinin en altında yer alıyor.
🛠 Düzeltmeler
Masaüstündeki gönderi düzenleyicisinde, kayan içerik bloğu simgelerinin etrafında yer alan mesafeyi küçük ekranlara daha iyi sığacak ve yer tutucu metinle çakışmayacak şekilde ayarladık.
Hafta sonu boyunca bazı kullanıcılar "Takip edilenler" ve "Senin İçin" sekmelerine erişemedi; birkaç saatlik araştırma sonrasında bu sorunu çözdük. Sekmeler, artık eskisi gibi yükleniyor.
"Takip edilenler" akışında geçen hafta gönderilerin tükenmesine yol açan bir aksaklık yaşandı; ancak sorunu giderdik. "Takip edilenler" akışında hatalı bir şekilde gönderilerin tükenmesine yol açabilecek diğer birkaç hata üzerinde çalışmaya devam ediyoruz.
Ayrıca yine "Takip edilenler" akışında, üye olduğun bloglardan gelen özel gönderileri filtrelediğimizi fark ettik ve bu işlemi durdurduk. Bir bloga üyeysen ve özel bir gönderi yayımlandıysa, bunu bundan böyle "Takip edilenler" akışında göreceksin.
Masaüstündeki gönderi düzenleyicide, belirli değişiklikleri geri alırken/yinelerken medyanın yeniden yüklenmesine yol açan bir sorun düzeltildi.
Masaüstündeki etkinlik sayfasında blog adlarının alt kısımdan kırpılmış biçimde gösterilmesine yol açan görsel bir hata düzeltildi.
iOS uygulamasında lightbox biriminde açılan videonun oynatılmaya başlamasını engelleyen bir sorun vardı; en son sürümde (30.6.1) bunun için bir düzeltmemiz bulunuyor!
🚧 Üzerinde çalıştıklarımız
Spotify'dan yapılan bazı yerleştirmeler masaüstü panonda arada "Not found (Bulunamadı)" hatası veriyor, tekrar deneyince çalışıveriyor; durumun farkındayız. Bu bizden mi yoksa Spotify'dan mı kaynaklı bir hata, bunu bulmaya çalışıyoruz.
🌱 Yakında sunulacaklar
@labs blogunda bir nevi blog "paketi" oluşturmana ve tanıdıklarını Tumblr'a davet ederken kullanmak üzere etiket setleri derlemene yarayacak deneysel bir özellik üzerinde çalışıyoruz. (Buna güzel bir isim de bulmamız gerekiyor.) Neler olup bitiyor görmek ve takip etmek istersen @labs blogumuza (İngilizce) buyur
Bir sorun mu yaşıyorsun? Destek Talebi gönder, en kısa sürede sana geri dönelim!
Geri bildirimini paylaşmak ister misin? Üzerinde Çalıştıklarımız  bloguna göz at ve aklındakileri topluluğumuzla masaya yatır.
Bu gönderileri başka dillerde de takip etmek için diğer ülkelerin Ekip bloglarına göz at!
11 notes · View notes
seslimeram · 5 years
Text
Sıradanın Sözü... Yitirilmekte Olanın Meramı
Tumblr media
Cerahatin kesintisiz kılındığı bir toprak parçasındayız. İbn-i Haldun’un coğrafya kaderdir sözünü güncelleyen, var edilmiş olan yıkımın hem yolunu hem de yönünün aralıksız bir halde daha keskin yaralara bağlandığı bir güzergahta cerahatin pençesine rehin edilenleriz hepimiz! Bir asırlık ülke deneyiminde ulaşılan düzlem sıradan olanın hayat tahayyülünü bariz bir biçimde hiç kılma çabasına rehin edilendir. Cerahat muktedirin var ettiği hallerle ol hor görü, aralıksız kıldığı nefret söylemi ve insanların akıllarına zerk ettiği ayrımcılık halleri ile birörnek, bariz, doğrudan bir yıkımı var eder. Müşterek bahislere kayıtsızlık iş bugün kesintisiz olandır. Komşusunun yasına, yarasına, yarasından sızan her kırım, kıtal ve eksiltmeye karşı sessizlik sabit olunandır.
Madun siyasetin argümanları, bugünün dünyasında var edilen katran karanlığını da aleni, belirgin kılmaktadır. Kılavuz çizgileri bir asırdır insana karşıt olarak kurumsallaştırılan o düzenek, cerahati dört bir yana yaymaktadır. Mutlak kayıtsızlık, sorgusuz teslimiyet hal ve biçimleri diriltildikçe, geleceğin de bir şimdi dahilinde çürütülmesi devamlılık kazanır. Toplumsal mutabakatların değil, yöneten katını oluşturan seçilmişlerin var ettikleri hemen tüm tahayyüllerin olur addedildiği, vesayetçiliğin haki, gri, yeşil, lacivert ve / veyahut da üniformalı ya da takkeli kılındığı bir menzilde demokrasi tahayyülünün zehirlenmesidir iş bugünkü mesele. Hayat bu hallere koyulandır.
Cerahatin bir devamlılığa kavuşturulduğu yerde hayatın, sesi, sözü, nefesi ve anlamı aleni bir biçimde toptan yağmalanmaktadır. Bu kadar kesintisiz var edilmiş olanın yamacındaki bir ülke hali çürümeyle hemhal olandır. Erk, muktedir, iktidar tahayyülü hep daha keskin, hep daha fecisini güncelleme gailesini barındırır. Cerahatin kesintisiz kılındığı yerde tüm o hayat meseli de çürümeye terk edilendir. Demokrasi mücadelesi verildiği zikredilen yer, sahada onun tükenişi, kesintisiz bir devamlılığı haiz olur. Burası sahiden de bir ülke midir ve bu kadarı ile var edilen şey her nedir?
Yeni ülke denilirken bizatihi dünün tahayyülü bir şimdiye taşınmaktadır. Muhafazakar, sağcı, hizipçi, faşizan söylem yekununa zerk edilen ırkçılık ile bir yer var edilir. “Yeni” denilen şey dünün eksiğinin gediğinin tamamlanmaya çalışıldığı bir sahnenin adıdır artık. Bu kadar cerahat, bir o kadar çürüme, bir o kadar da ayrıştırmanın menzili her nasıl yeni olabilir? Böylesi bir hazanın güncelliğinde yol nereyedir, yön nereyedir? Cerahat kesin ve kesintisiz bir tahakküm nesnelliği kılınırken, hayat bunca aralıksız yağmalanırken bir yerin yeni olması her neyi değiştirir ki!
İçten içe bir çürümenin düzleminde koşar adım ilerliyor memleket. Yangın yerinden enikonu hallice bir sahnede ne gün, ne şimdi bırakılıyor. Dört başından binlerce yıkım bina olunurken buna rehinsiniz diye muştuluyor muktedir. Muktedirin yeni ülkesi ol eskinin devamlılığı olarak süreğenleştiriliyor. Bir mesel toplamı ki ne yarasından akan kan duruyor, ne de cerahatin var ettiği yıkım sonlanıyor. Cerahatin güncelliği hayatın paramparça edilmesini de simgeleştiriyor. Hiçbir şey mübalağa değildir artık her günün bir evvelinden ağır olan yıldırı ve yıkıma, yön ve istikamet olarak yollanması kesintisiz bir hakikattir artık.
Böylesinden bir ülke, bu kadarından bir hayat devşirilmeye çabalanılır. Hayatın esamesi hiç okunmasın diye yaralar var edilir her gün bir öncesinden ağır kılacak sınayışlar iş bu sahada güncellenir. Denetim, gözetim ve tahakkümün birlikteliğinde yarı açık bir cezaevi ile cenaze evi arasında bir menzil bina edilir. Yalın bir biçimde çürümeye rehin, hayatta var olma istencinin törpülendiği bir düzlem / saha güncel kılınır. Yer, toprak insanların ayaklarının altında kaydırılırken, yerin üstü çoktan zayi olunmuştur. Bununla bir yol ve yön haritası çizilmiştir.
Her defasında ve son bir asıdır zerre-i miskal yaşatmayan bir güncelliğin var edilmesi en son bu on yedi yıllık iktidar mefhumu ile kesintisizleştirilir. Madun siyasetin hemen her birimize pay ettiği hakikat bu yıkım toplamıdır. Kuşatmanın bir sonu getirilmez. Bir yer, bir menzilde hayatın hiçleştirilmesinin önü alınmaz / aldırılmaz. Baskın olan “tahakküm” veçhesinin ötesinde bir hayat emaresinin geriye koyulmaması gayretidir mesel. Muktedir ile avenesinin ulu orta sergilediği cüret bir yönetim tahayyülünü değil kesintisiz kılınmış bir linç etme döngüsünü barındırır. Cerahatin köklerinde yürümeye devam eden bir ulus, temsil ve yönetim sıradan olanın / olanların hakkını da geriye koymaz / bırakmaz.
Cerahat muktedirin var ettiği hor görü ile birlikte bir menzilin dönüşümünü hiçbir zaman geri alınmayacak kadar derin yıkımları var edendir. Bugün ismi yeni olan ülke bütün bu bahislerin güncelliğinde daha derin ayrıştırmaların rutininde ilerlemektedir. Hayat her ne haldedir? Sorumluların, sorumluluklarını çoktan zayi ettikleri bir yerde, hayat hakkının hiç ama ve fakatsız çürümeye terk olunduğu yerde, günün ve güncelliğin daimi bir fecaate meyil ettirildiği yerde hayat sahiden de her ne haldedir?
Bugün yaşam ihtimalinin tarumar edildiği, buralı, buranın misafiri ya da gelip geçeni de dahil olmak üzere her kimliğin muktedir için hedef kılındığı / böyle bildirildiği bir yerde cerahat mütemadiyen yinele gelirken hayat her ne haldedir? İnsanın bariz bir hal içinde ol madun siyasetin tahayyülü olarak yerle yeksan olunduğu güzergahta hayat her ne kılınır! Bariz, doğrudan ve kesintisiz bir cerahat kültü yinelene gelirken bir yerin tahayyül değil de umut bile ettirmezken cerahat hepimizi bu kötürüm haller fasit döngüsünde her nereye taşır.  
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Mardin’deki Dayrulzafaran Manastırı’nda 27 Temmuz gecesi çıkan yangında 10 hektarlık arazi küle dönerken, iki hafta önce de manastır etrafında bulunan arazinin 4 farklı noktasında yangın çıktığı öğrenildi. Mardin’de Süryanilerin önemli merkezlerinden biri olan Deyrulzafaran Manastırı’nın arazisinde önceki gece yangın çıkmış 500 civarında zeytin ağacı zarar görmüştü.
Mardin’in Artuklu ilçesinde bulunan Dayrulzafaran Manastır’ının etrafında çıkan yangının nedeni henüz belirlenemezken, etrafta bulunan Mobese kayıtlarına ulaşmak için savcılık izni bekleniyor. 27 Temmuz’da saat 02.00 sularında fark edilen yangında 10 hektarlık arazi küle döndü. Etrafı tel örgülerle sarılı olan manastır arazisinin Bilali köyüne giden kısmında yangın çıktı. Yol üzerinde bulunan ve etrafı tel örgülerle sarılı olan alanda çıkan yangında zeytin ağaçlarının yanı sıra 55 nar ağacı, 7 incir ağacı ve 7 badem ağacı da zarar gördü. Bunların yanı sıra zeytin fidelerinin sulanması için kurulan damla sulama boruları ve ana borular da yandı.
Arazide kuru bitkilerin bulunduğu alan yerine yeşil zeytin alanında yangın çıkması şüphe uyandırırken, manastır yetkilileri, Dayrulzafaran Manastırı etrafında iki hafta önce de 4 farklı yerde yangın çıktığını bildirdi. Dayrulzafaran Manastırı’nın yola yakın kısımlarında iki hafta önce gerçekleşen yangında da birçok ağaç zarar gördü. Konuya dair bilgi veren Manastır yetkilileri, Jandarmanın soruşturma yaptığını belirtti. Yetkililer birçok ağaçla birlikte canlıların da zarar gördüğünü söyledi.”
Tumblr media
Birgün’ün haberidir: “Mardin’in Nusaybin ilçesinde bulunan Bagok Dağı’nın köylerinde saat 14.00 sularında çıkan yangın, kuru otların etkisiyle bir anda büyüyerek geniş bir alana yayıldı. Yangının yakınlarına geldiği Elbeğendi, Güzelsu, Dibek, Üçköy, Üçyol ve Dağiçi köylerinin hepsinin Süryani köyleri olduğu öğrenildi. Yangının yaklaşmasıyla birlikte risk altına giren köylüler, kendi imkanlarıyla müdahale ederken, olay yerine gelen itfaiye ekipleri de söndürme çalışmalarına katıldı.
Sputnik Türkiye’ye bilgi veren Üçköy Dernek Başkanı Yusuf Şaşmaz, yangının elektrik direklerinden çıktığını düşündüklerini söyledi. Yangının 3 saate yakındır kontrol altına alınamadığını belirten köylüler, alevlerin bölgede bulunan Botaş İstasyonu’na vardığını aktarıp şunları söyledi: “Orada petrol boru hattı var. Oraya ulaşırsa büyük bir tehlike yaşanır.” “Yangın şu an köylerde evlerin dibine kadar geldi. Bazı arkadaşlar dumandan etkilendi.” “İtfaiye ekipleri de var ama kontrol altına alınamıyor ve hızla büyüyor. Eğer kontrol altına alınamazsa köylüler evlerini terk etmek zorunda kalacak. Alevler şuan köylerin etrafında. Yangın geniş bir arazide sürüyor.” Bu bahisler yaşanırken, gazeteci Mahmut Bozarslan’ın bildirimine göre, yangın Kafo köyüne de ulaşır.
Bütün bütün, cerahat denilenin her nasıl biçimlendirildiği karşımıza çıkartılır. Bir yerin, bir sahanın yaşamla ilintisinin kesintiye uğratılması sürüncemede değil doğrudan kasten ve kesintisiz kılınandır. Cerahat dediğimiz şey tam da bir asırdır sürdürüle gelenin her neye dönüştüğünü gösteren bir kırım hali sürdürülmektedir. Süryani halkının geçmişten o yarına vardırmaya çalıştığı buralılık haline, burada yaşayabilme istencine bir kastın var edilmesi meselidir sorun. Başka dillerin şarkılarından kurtulup, salt sırf kendi makamını, ezgisini duyurmak konusunda ısrarcı olan bir menzilin var ettiği dehşet halidir mesele. Bir asır sonra, inkara devam ederken, soykırım bahsinin her ne olduğunu gösteren bir saha ya da yerde cerahat hiç tükenir mi, sahiden de bir gün bu yara verme halinin sonu gelir mi?
Gazete Fersude’ye bağlanalım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Gençlik Meclisi’nin 12 bin yıllık antik kent Hasankeyf’in sular altında bırakacak Ilısu Barajı’nın yapımının durdurulması için başlatmak istediği “çadır nöbeti” jandarma engeline takıldı. Hasankeyf’in Kesmeköprü köyü civarındaki Dicle Nehri kıyısı, eylemden saatler önce jandarma tarafından ablukaya alındı. Aynı şekilde eylem kararı nedeniyle Hasankeyf Seyir Terası ve ilçe merkezi jandarma ve polis tarafından ablukaya alındı.
İlçeye girişte, aralarında HDP milletvekilleri Feleknas Uca, Ayşe Acar Başaran ve Mehmet Rüştü Tiryaki’nin de bulunduğu araçlar, didik didik arandı. HDP Gençlik Meclisi üyelerinin içinde bulunduğu araçlar da sıkı bir şekilde arandıktan sonra “hat dışında çalıştığı” gerekçesiyle bağlanmak istedi. Milletvekili Başaran’ın araya girmesiyle araçların bağlanılmasından vazgeçildi. Araçlardaki gençler, Genel Bilgi Taraması (GBT)’den geçirildikten sonra geçişlere izin verildi. Gençler, buradan eylemin yapılacağı Dicle Nehri kıyısına geçti. Nehir kıyısında, Bahar Kültür Merkezi müzisyenlerinin müzik dinletisiyle devam ettiği eyleme, polis ve jandarma engel oldu. Eylemin yapıldığı alana gelen emniyet ve jandarma ekipleri, eylemin kanunsuz olduğunu belirterek sonlandırılmasını istedi.
Çembere alınan eylemin devam etmesi için HDP’li Milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki, emniyet yetkilileriyle müzakere yapmak istedi. Görüşmeler sürerken gençleri ablukaya alan jandarma, coplarını çıkararak kalkanlara vurarak ses çıkarttı.” Eylem yaptırılmaz. Bir ülkenin coğrafi olduğu kadar belleği için de önemli kılınan bir sahnenin savunulmasına ve sular altında kalmasına karşı ses vermek imkansız kılınır. Kürd illerinde yaratılan hallerin toplamındaki cerahat bir kez daha polis kalkanlarına yapılan müdahaleler ile görünürlüğü arttırılandır. Memleket menzilinde yaşamanın bunca lalettayin hallere koyulmasının sureti şu iki haberle bile özetlenebilecektir. Bu kadarıyla, böylesine kin dolu bir istenç ve irade ile bir yer, yurt, saha yaşatılmaz / yaşanamaz kılınmaya çalışılandır. Bu cerahatle hayat her nereye doğru evrilir?
Mezopotamya Ajansı’nın haberidir: “Altı aydır kayıp olan Salim Zeybek, Özgür Kaya, Erkan Irmak ve Mikail Ugan için Ankara Emniyeti, kayıp bu dört kişinin dün akşam saatlerinde Ankara Emniyetine yakın bir yerde sırt çantaları ile yürürken rutin GBT kontrolünde gözaltına alındıklarını savundu.
FETÖ ile irtibatları olduğu iddiasıyla kamudaki görevlerinden ihraç edilen ve Şubat ayından bu yana haber alınamayan 6 kişiden 4’ünün ailelerine bu gece polisten telefon geldi. Ailelere, 6 aydır kayıp olan Salim Zeybek, Özgür Kaya, Erkan Irmak ve Mikail Ugan’ın Ankara Terörle Mücadele Şubesi’nde (TEM) gözaltında oldukları bildirildi.
Zeybek, Kaya, Irmak ve Ugan’ın yakınları gece polisten aldıkları bu haber üzerine, sabah saatlerinde Ankara Barosu avukatları ve kendi avukatları ile birlikte TEM’e gitti. Aileler ve avukatların TEM’e girmelerine izin verilmedi.
TEM önünde bekleyişlerini sürdüren kayıp yakınlarından Özgür Kaya’nın eşi Aycan Kaya, polisin avukatlara, Salim Zeybek, Özgür Kaya, Erkan Irmak ve Mikail Ugan’ın dün akşam saatlerinde sırt çantalarıyla Ankara Emniyeti’ne yakın bir yere geldiklerini ve burada yapılan rutin GBT kontrolü sırasında gözaltına alındıkları bilgisini verdiğini söyledi. Aileler ve avukatlar, Zeybek, Kaya, Irmak ve Ugan ile görüşebilmek için Savcılıktan izin almaya çalışacaklarını belirtti.”
Bir menzilde hayatın istimlak olunması güncellene geliyor. Bir sahada, doğanın da onunla birlikte insanın da sonunu getirebilmek için her yol mubah addediliyor. Görünen, varlığı bu sahada tescil olunan şey bir hikaye değildir, tastamam otuz iki kısım tekmili birden bir cerahat ülküsüdür. Bununla yol / bunlarla yön belirliyor muktedir. Bir ülkede hilenin de o hurdanın da, yalanlarla riyanın birlikteliğinde bir yön tayinine girişiyor muktedir. Böylesi bir haller toplamından bir yeni ülke bina ediliyor. Kesintisiz olan hakkın da hukukun da o sözün de sesin de nefrete kurban ettirilmesidir. Nefretle hemhal ayrımcılığın bir şablonun ta kendisi kılınarak bu ülkede sabit olunmasıdır süreğen kılınan.
Bir masal değil bir meramı aksettirmeye çalışıyoruz. Ne kendi derdimiz mühim ne de bir başkasının varlığını daralatanı hakir görmek meselemiz. Ortak çatı, yurt denilen sahanın her nasıl bizlerin / sıradanların elinden araklanmaya devam olunduğunun farkındalılığına vardırmak için söz eyliyoruz. Müştereklerimiz zayi edilirken, bir şimdinin içerisinde tüm o gelecek hali yıkıma yeis görülmeden terk ediliyor. Hataların yeni hataları, yıkımların bir başka veçhesi olarak çürümenin öne çekildiği, her şey çok güzel olacak sözünün miadının bile bir aylık kılındığı bu kanlı, yıkıcı, tüketen ve kinden gayrisini gütmeyenlerin yöneten olduğu bir menzilde sıradanın sözünü eyliyoruz. Hayatlarımız her nereye evriliyor bunun telaşesindeyiz!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller – Chaosmos – Emin ALTAN – Official 
0 notes
haberyazari · 3 years
Text
Bora Ercan’ın “Bumerang Metinler” adlı kitabı raflardaki yerini aldı
Bora Ercan’ın “Bumerang Metinler” adlı kitabı raflardaki yerini aldı
Bora Ercan “Bumerang Metinler” adlı kitabını kitapseverlerle buluşturdu… ‘Bumerang Metinler’ Paloma Yayınevi etiketiyle Mayıs 2021’de yayımlandı. Gezi edebiyatı ve doğu felsefesi üzerine kitaplarıyla tanınan Bora Ercan’dan türler arası deneysel bir çalışma olan bu kitapta yer alan altmış üç metin insanla, tarihle, devletle, inançla kıyasıya bir hesaplaşma. Metinler kimi zaman alaycı kimi zamansa…
Tumblr media
View On WordPress
2 notes · View notes
burakurnaz · 5 years
Text
burada son 3-4 senedir işlerinden alıntılar yaptığım sanatçıların isimlerini vermekten vazgeçtim. bunu kibir olarak düşünmeyin, çevremdeki insanlar da kibirli olduğumu düşünüyorlar. çünkü araba sürmeyi bilmeyen birine araba verip seyahate çıkamayacağın gibi, konuştuğun konuları bilmeyen biriyle bir şeyler konuşamazsın ve bu durum beni kibirli gibi gösteriyor. siz beni öyle zannetmeyin diye açıklayayım:
sanırım 9 senedir bu sitedeyim, 9 sene önce şimdikine göre gerçekten çok az sayıda kullanıcı vardı ve o zamanlar hepimiz birbirimize faydalı olma hevesi içindeydik (ben yeni başladığım için çok da faydalı değildim sanırım, benden eskilerin yarattığı ortamdan faydalanarak, bir şeyler deneyerek kendimi geliştiriyordum). uzun metinler, deneysel metinler, inceleme/araştırma yazıları, tez çalışmalarından alıntılar, blog yazılarından linkler, videolar, video çalışmaları, tarihsel veriler yani kendi emeğimizi sonuna kadar paylaşıyorduk çünkü onu okuyan birisi ondan faydalanıp başka bir yere kapı açıyordu.
şimdi ise kimse böyle bir amaçla burada değil. paylaşılan içerik eğer havalıysa rb yapıyorsunuz, değilse beğenmeden geçiyorsunuz. bu durum da, içeriği alıntılanan kişinin değerini azaltmasa da, sizin gözünüzde basit bir şey gibi görünmesine neden oluyor ve sizin yanlış algınız yıllarca sizi öğrenmekten alıkoyacak bir önyargıyla yaşamanıza ve bu konuyu çevrenize böyle yansıtmanıza neden oluyor. benim paylaştığım içerikler de genelde bilmeyen için havalı olmayan ve sıradan ve önemli gibi gösterildiği zannedilen ama zannedilenin ötesinde çalışmalar olduğu için burada harcamamaya çalışıyorum.
eğer gerçekten ilginizi çekiyorsa, bilginiz ve araştırmışlığınız varsa yani eğer benzer yerlerde dolaşıyorsak zaten denk gelip konuşuyoruz.
demin paylaştığım metin, bir sanat işinin içinden, burada genelde paylaşılan şekilde, beğenilen türde bir metin. çalışma bu metin üzerine kurulu veya metinle alakalı değil ama çalışmayı paylaşsam, çalışmanın referanslarına sahip olmadığınız için ya boş bir rb ya da “böyle boş şeyleri beğeniyorlar bok yiyen, kendini beğenmiş, elitist, entelektüel solcular” diyebilirsiniz.
dediğim gibi kibir olarak düşünmeyin diye bunları açıkladım.
3 notes · View notes
saltniyet · 3 years
Text
Nedir, ne değildir?
S: Saltniyet Nedir?
C: Saltniyet, insanların kendi geçmişine bir mektup formatında seslendiği ve ilgili metinlerin kolajlanmış görsellerle paylaşıldığı bir instagram oluşumudur.
S: Hmm... Özetle nedir?
C: “Deneysel Yaşanmışlık”
S: Saltniyet üzerinde paylaşılan metinler kurgu mu?
C: Hayır. Tamamen gerçek insanlardan, gerçek hikayeler paylaşılır. Her bir metnin yazarı çoğunlukla farklı kişilerden oluşur ve her bir metin farklı hayatları anlatır.
S: Saltniyet gönderilerinde okuduklarımı şu an bizzat yaşıyorum, metinlerde bahsedilen çözüm yöntemlerini kendi hayatımda da uygulayabilir miyim?
C: Aslında bunun net bir cevabı yok. Herkesin hayatı farklı şartlar, farklı standartlardan oluşur ve farklı çözüm yöntemleri bulunur. Dolayısıyla paylaşımlarda okuduğun çözüm yöntemi metnin yazarı için işe yaramış olsa da bu senin için geçerli olmayabilir. Sonuç olarak her birey eşsizdir, sen de öyle.
S: Zor zamanlardan geçiyorum, bu platformdan destek alabilir miyim?
C: Senin için buradayız. Güneşli günlerinde de, fırtınalı günlerinde de asla yargılamadan, senin için elimizden geleni yaparız. Fakat... Bir şeyler yolunda gitmiyorsa ve kendini ruhsal açıdan zor durumda hissediyorsan en kısa zamanda bir profesyonelden destek almalısın. Devlete bağlı hastanelerin psikiyatri klinikleri daima ücretsizdir, randevu almak için arayabilir ya da online randevu oluşturabilirsin. Bkz:
Telefon: 182 Hastane Randevu Hattı
Online: www.mhrs.gov.tr
S: Metinleri kimin yazdığını öğrenebilir miyim?
C: Ne yazık ki... Metinler yazarın güvenliği ve konforu için daima anonim olarak paylaşılır. İstisnasız olarak kimlikleri üçüncü kişiler tarafından öğrenilemez.
S: Saltniyet kâr amacı güdüyor mu?
C: Hayır. Saltniyet tamamen gönüllülüğü esas alır, herhangi bir kazanç elde etmez. 
S: Ben de kendi mektubumu göndererek hikayemi paylaşabilir miyim?
C: Elbette, [email protected] üzerinden bize ulaşabilir, ya da doğrudan mektubunu gönderebilirsin. Metnin topluluk standartlarına uygun ve zararsız ise görsel için senden onay alacak ve paylaşacağız.
S: Görselleri paylaşmadan önce neden yazardan onay alıyorsunuz? 
C: Hatıralarını her ne kadar empati ile yaklaşsak da bütünüyle anlayamayabiliriz. Bizler görselleri yolladığın metni okuduktan sonra kolajlarız, ancak görsel üzerinde seni rahatsız edebilecek ya da hassasiyet oluşturabilecek herhangi bir detay bulunması bizi çok üzer. Dolayısıyla mektubunu paylaşmadan önce senden görsel için onay alırız.
S: Saltniyet herhangi bir nefret söylemi barındırır mı? Örn: Irk, cinsiyet, cinsel yönelim, dil, yaş, ulus vb.  
C: Asla. Saltniyet “birey” olmayı benimser ve sizi yalnızca bir birey olarak görür, olması gerektiği gibi. Geriye kalan sadece sizi ilgilendirir. 
S: Peki neler yasak? 
C: Bir önceki soruda görüntülediğin gibi, nefret söylemi Saltniyet üzerinde sonsuza kadar yasaktır ve sonsuza kadar sayfadan uzaklaştırılmana sebep olur. Burada önyargılara ve ayrımcılığa yer yok.
S: Sormak istediğim soru burada yok.
C: Eğer aklında farklı farklı sorular varsa tumblr’da “Saltniyet’e Sor” panelinden, Instagram'da Direkt Mesaj ile veya [email protected] üzerinden bize merak ettiğin her şeyi sorabilirsin!
- EK OLARAK, bunlara ihtiyacın olursa:
(olmayacağını umuyoruz çünkü aslına bakarsan seni çok seviyoruz)
112 Acil Çağrı Merkezi 155 Polis İmdat 114 Ulusal Zehir Danışma Merkezi 184 Sağlık Danışma Hattı 183 Sosyal Destek Hattı-Kadın ve Sosyal Hizmetler 171 Sigara Bırakma Danışma Hattı 191 Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattı 0850 455 00 70  Gençlik Destek Hattı http://genclikdestekhatti.org.tr/  The Trevor Project (25 yaş altı LGBTQ+ gençler, arkadaşları ve akrabaları için yurt dışı bağlantılı acil destek) http://www.thetrevorproject.org 
                                                    SEVGİLER
0 notes
notabeneyayinlari · 4 years
Photo
Tumblr media
“Kabuğundan soyunur. Sertliğinden kurtulur. Yumuşarken iyileşir et, kabarır.”
Bir yara insana ne söyler? Bedeni insana ne söyler? Bugüne kadar öğrenegeldiği herşeye, özne kurulumunun beraberinde getirdiği tüm ‘bireysellik’ ve ‘tekrar’ dayatmalarına rağmen bedeniyle söyleşme, ona bakma, onu anlama, onun duyumsamalarını ciddiye alma, bilmediği, hiç öğrenemediği bir dilin izini sürme mücadelesine girişmiş bir varoluşun tuttuğu kayıt Anadipsi.
Söylem alanının, plastik benlik sunumlarının, klişeleşmiş yargıların periferinde dolaşma cüretini gösterdiğimizde beden ile benlik arasındaki sözde ilişkiden geriye ne kalıyor? Ya da hem fallus hem de logos merkezci cinsel ekonomilerin çoğunlukla söylem aracılığıyla içselleştirdiği beden ve haz politikalarını aşındırmak, kendi ötekiliğini el yordamıyla da olsa deneyimlemeye çalışmak ne ölçüde imkân dahilinde? Ben diyegeldiğimiz yabancı ile tanışmak olası mı? Bir aklın deliliğinden söz ettiğimizde bu iki kelime ile hangi yaşamsal deneyimi aktarmaya çalışıyoruz?
Ya da delilik kelimesi, bu kelimeye ‘güya/sözde” karşılık gelen hangi deneyimin, hangi duyumsamanın ikâmesi? Anadipsi, bedeniyle, bu bedenin dünyadaki her türlü deneyim ve duyumsama hali ile yazı arasındaki zorlu yüzleşmeyi göze almış bir varoluşun anlatısı. Bugün deneysel metinler ile pek sık karşılaşmıyoruz; ancak aynı zamanda da tam da bu tür metinlere gereksindiğimiz bir zamandan geçiyoruz. Beden ve benlik ile kurduğumuz ilişkide yara, acı, hafıza, anne-çocuk ilişkisinin az çok gizemli dinamikleri gibi alanlarda geziniyor Anadipsi. Günlük yaşamın türlü trajedisinin ‘ben’in kendisi ile kurduğu ilişkideki yerini sorguluyor. Şiirsel olmaktan uzak; ancak şiiri olan cesur bir metin.
-Nil Sakman-
0 notes
erkankarakiraz · 5 years
Photo
Tumblr media
. ŞAİR OKURLARDAN “GÜRÜLT.” ÜZERİNE Fatma Aras: “Erkan Karakiraz, postmodern çağın açmazları içerisinde yazmaya başladı. Hayata ilişkin izlenimleri, onun bir ‘itiraz şiiri’ geliştirmesine neden oldu. Bu yüzden yeraltı edebiyat anlayışına yakın aranışlara da girdi. İçerik olarak, hayatta olan bitenlerdeki açmazları, bireysel ve toplumsal yanılgıları şiirlerinin konusu ve teması kıldı. Özellikle ‘İçgeçit’ (2016) adlı ilk kitabında seçtiği içerikler ve biçimsel aranışlarıyla farklı, kendine özgün bir şiiri geliştireceği anlaşıldı. Deneysel ve görsel şiir disiplinlerinin olanaklarından yararlanır. Sonrasında yazdığı şiirlerle, Türk şiir geleneğinden kopuş noktasında konumlandırılır. İkinci kitabı ‘Gürült.’ (2018), bu kopuşun ilanı olur. Veysel Çolak, bu kitap üzerinden yaptığı değerlendirmede şunları söyler: ‘Bir şiir üzerine gidimli düşünüyorsanız; şiirdeki bir sözcükten, bir bağdaştırmadan, bir imgeden, bir dizeden ötekine geçerek; biçimsel, yapısal, sessel, anlamsal çıkarımlarda bulunarak o şiirin bütününe ilişkin bir yargıda bulunabilirsiniz. Yani bir şiiri, o şiirde bulunan verilerle (şiire temel olan ana ilkeler) değerlendirmek durumundasınız; ama şiir diye adlandırılan bazı metinler üzerine gidimli düşünmenizin olanağı yoktur. Bu noktada, sezgi giriyor işin içerisine. Oluşturan öğelerine değil, şiirin bütününe bakarak söz konusu metni kavramaya çalışırsınız. Böyle yapıldığında, kültürel donanımınıza göre istediğiniz anlamları yükleyebilirsiniz o şiire. Bunun da yeterli olmadığını görürsünüz. Şairin neden böyle bir metin oluşturduğunu düşünürsünüz. Şiiri bırakır, şairi düşünmeye başlarsınız. Şairin delirdiğini, kendini parçaladığını, çığlık attığını, her şeye isyan ettiğini düşünürsünüz. Şiiri değil ama şairi anlarsınız. Hak verirsiniz ona.’ Söz konusu kitap, Erkan Karakiraz’ın ne denli sıkıntıda olduğunu, bunaldığını, çaresizlik içerisinde kendini parçaladığını yansıtır. Kitabın alınlığındaki ‘Her şey şiirdir.’ sözü ile kitabın sonundaki ‘Şiir yoktur.’ sözü, düştüğü ikilemi de yansıtır. Platon’a yaklaşıp her şeyin şiir olduğunu söylerken, bu kitaptaki şiirlerine bakarak şiir yoktur diyerek, süregelen şiirin bütünüyle yadsınması noktasına varır.” (İzmir Province) https://www.instagram.com/p/BzgX54_gIk0Q1uFmesrA2SD283lp_sxX-YGsu40/?igshid=1g77zct31comc
0 notes
oddats · 5 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
Deniz Gül, Artunlimited issue 51, 2019
Bu metin 2019 yılında ArtUnlimited’de yayımlanmıştır. (Sayı: 51)
2009 Nisan’ında, kafamın gürültüsünden ve ruhuma çöken karanlıktan kurtulmak istercesine yazdığım -kustuğum- metinleri anlamıyordum. Sanırım 27 yaşına dek sırtımda taşıdığım anlamla ilişkim bu noktada koptu.
Neydi bu metinlerin ardındaki düşünce?
İki yılın sonunda 5 Kişilik Bufet olarak derlediğim bu karmaşık metnin çığlıkları, kusmukları, kekelemeleri, takıntılı tekrarları, birbirine dolaşan sesleri nasıl oluyor da sütü kaynayan bir masayı ve ardından gelecek olan iki sergiyi ve kitabı, Bicol’ü, Manyel’i, Raziye’yi, Loyelow’u doğuruyordu? Şimdi geriye dönüp bu düşünceyi izlemeye çalışıyorum.  
Her şeyden önce üç kitabın da -beraberinde nesneler ve yerleştirmeler üzerinden de açtığım- bellek, bilinçdışı ve erk ilişkilerini dilde, dil sürçmeleriyle aradığını söylemem gerekir. Bunlar, herhangi bir anlatıya yeltenmeyen, kendini edebi bir role sokmamış deneysel metinler. Elbette şiirsel/anlatısal özellikleri gövdelerinde barındırıyor. Yine de en büyük özellikleri, kendilerini kurmakla değil kırmakla uğraşan metinler olmaları. Bu metinler açık metinlerdir, ancak dışa değil, içe açık. İçe açıklık, içe dönüklükten farklıdır. Sözcükler ve sesler bu içe açıklıkta kendilerini yerlerinden etmekle, kendilerini baştan çıkarmakla uğraşırlar. Sanatsal form arayışının anlatıya baskın geldiği, neyin söylendiğiyle değil, kurmacanın nasıl çalıştığıyla ilgilenen yapılardır. Bir şeyler anlatmaya çabalamak yerine anlık görüngüler, anlık imgeler, anlık girdaplar oluşturuverirler. Metin eklemelerle oluşmaz, oyuklarla belirir. Bu oyuklar çoğu zaman aşındırmalar sonucu olur ve sürecinin izlerini ele verir; yahut bıçakla, çekiçle oyulan heykeller gibi müdahaleye tabiidir. Sözcükler, kavramlar, sesler, metaforlar kendilerinin ya da birbirlerinin ayaklarına dolanırlar, üst üste binerler, çıkmaz bir daireyi tavaf ederler, ahşap bir binanın yırtılmış tavanı gibi metnin içine göçükler oluştururlar.
Hiçbir hedefe yönelmezler; hiçbir projenin hiçbir araştırmasının hiçbir buluntusunun hiçbir nükteli söylemi değillerdir.
*
Buradaki kompleks yapıyı biraz açmak gerekli. 5 Kişilik Bufet, B.İ.M.A.B.K.R., Loyelow birbirini takip eden bir dizi üretimler serisi. 5 Kişilik Bufet metninde mobilyalara E1 (Erkek 1), K1 (Kadın 1) gibi jenerik isimlerle kilitlenmiş sesler, tek kişilik birer oda olan dolaplarından çıkmak istercesine mobilyalara fiziksel, birbirlerine ise sessel kuvvetler uygularlar. Bu sesleri taşıyan bedenler tabut, kasa, vitrin, kapı ve kuzguncuktur. Beden, bilinçdışının ve belleğin imgelerince aşina olduğumuz nesnelerdir. Özneler ise, çarptıkları mobilyalarda yansıyan seslerin iç içe geçtiği, kakafoniden ayrışamamış; E1, K1 sembolizminde kalmış; toplumsal bilinçdışı ve bellekle örtünmüş bir bütünden kopamayan ve dolaplarından çıkamayan “arada” birimlerdir. Bu aradalık henüz enine boyuna bir kendilik değildir. Keza, 2011 Temmuz’unda Arter’in 4. katına adım atmış birinin gözüne ilk çarpan bu birbirinden ayrıştırılamama halidir. Mobilyalar, ölçüleri her ne kadar birbirinden beşer, onar santim farklı olsa da ilk bakışta gül kaplama ahşap vücutlarıyla asker gibi dizilirler. Homojen bir yapı söz konusudur. Metindeki sesten sıyrılarak derin bir sessizlikle mekâna yerleşen bu bedenler farklılıklarını ele vermezler. Emre Baykal bu aradalığı, “5 Kişilik Bufet mahrem, kendi içine kapalı, küçük mekânların klostrofobisi ile dışarı çıkmanın, kendi içinden dışarı taşmanın agorafobisinin bir arada yaşandığı bir deneyim alanı” ve “birbirleriyle yenişemeyen iç ile dış” olarak tanımlar. Mobilyaların içi boştur, kapıları hafif aralıktır. Mekânın içinde bir ev kurmazlar, mekânın içinde bir iç kurarlar.
*
5 Kişilik Bufet’te (5KB) birbirlerinden ayrışamayan öznelerden üçü, iki yıl sonrasında gelen B.İ.M.A.B.K.R. metniyle isimlerini bulurlar: Beyaz İlmekli Manyel, Albay Bicol, Kornatlı Raziye. Bu kişiler isimlerinin baş harfleriyle kodlanırlar; sanki bir cinayete kurban gitmişler, sanki bir ordudan ihraç edilmişlerdir. Kim olduklarının önemi yoktur.
Metin, bu üç kişinin ağzına çarpar. 5KB’nin bir günah çıkarma ayinini andıran mobilyalarında oluşan kaotik, kimsenin sesinin birbirinden ayrışamadığı ses dünyası biraz olsun kendine mesafelenmiştir. 5KB’nin balçık vücudundan ayrışma istemi başlamıştır. Konuşan kişiler belirginleşmiştir. Ancak bu kişiler hala birer ağızdan öteye geçmezler. Metin hala kapalı bir metindir ve bol miktarda kod yüklüdür. Metinde geçen sesler (örneğin “KK”), sözcükler (örneğin “Uçuk”), kavramlar (örneğin “Sızı”), Alaaddin’in cininin lambadan çıktığı gibi metinden çıkarlar ve nesneleşirler. Ayakkabısından sökülmüş tabanlara damga (Taban, 2013), gömleklerinden yırtılmış yakalara ilmek (Yaka, 2013), dikiz aynalarına şiir (Dikiz, 2013), apartmanlara altın yaldız isim olurlar (Apartman, 2013). Yırtma, sökme, yer değiştirme vb. hareketleri fiziksel olarak gerçekleştirerek aynı zamanda bellek ve biçim olurlar. Aynı zamanda toplumsal bilinçdışının tipolojilerini üretirler: Elini kirletmeyen beyazlık (efendi), erki uygulayan subaylık (arabulucu), lekeyi temizleyen kadınlık (köle)… Beyaz İlmekli’nin, Kornatlı’nın ve Albay’ın kuvvetleri öyle dizginlenemezdir ki, sergi mekânı olan Galeri Manâ’yı bir buçuk aylık süreçte üç kez ele geçirirler; mekân üç kez dönüşür. Birbirlerinden ayrışamadıkları, kavramlarla, izlerle, izleklerle bağlandıkları için bu üçlü, kitabın sayfalarında birbirini nasıl şutlayıp kendilerini caiz kılıyorlarsa, fiziksel mekânda da bunu yaparlar. 5KB metninde tabutun tabutluğu, kasanın kasalığı gibi tanımlı görüngüler, B.İ.M.A.B.K.R. metninde akışkan imgelemlere dönüşür. Bu akışkanlık aynı zamanda yersizleşmeyi beraberinde getirir. B.İ.M.A.B.K.R.’nin nesneleri de keza mekânla yersizyurtsuz bir ilişki kurarlar. Sürekli olarak mekândan kovulurlar. Kornatlı Raziye’nin Galeri Manâ’nın ikinci katındaki yerleştirmesi her an taşınmaya hazır, istiflenmiş bir evi andırır. Malzeme ve kavram kararlarında da bu böyledir. Raziye’nin vajinası, Manyel’in duvarına asılmış bir portredir (Fötr, 2013). Albay’ın bilgisayarında tuttuğu dokümanların kod isimleri Beyaz İlmekli’nin yakalarında (Yaka, 2013), Kornatlı’nın ayakkabılarında fişlenir (Taban, 2013). Vatanın namusu için sınıra mayın döşeyen Bicol (Mühimmat, 2013) ile kızlık zarını diktiren Raziye (Namus, 2013) namus kavramının farklı yer-yurtlarıdır. Para lastiklerinin uç uca destelendiği iki jileti buluşturan ince hat (JİTEM, 2013) Manyel’in yer-yurdunda duvarı en yükseklere tırmanırken, Albay’ın yer-yurdunda kapı sürgüleri arasında destelenir ve yere uzanmış toprağın ortasından geçen bir sınır olur (Mühimmat, 2013). Beyaz İlmekli Manyel tıraş olmayı seven bir beyazdır ve cebindeki paraları destelemek için cebinde bol miktarda para lastiği taşır. Albay Bicol ise para lastiğini tabanca yapar ve karşısındakine fırlatır; lastik ivme alır.
B.İ.M.A.B.K.R.’de el değiştirme, yer değiştirme, bir özneye aitken bir başka özneye ait olma ve devşirilme oldukça sıktır. 5KB’nin birbirinden ayrışamayan nesne bedenleri, B.İ.M.A.B.K.R.’de dağılmışlardır. 5KB’de beden, izleyicilerin içine girip çıkarak çoğaltacakları bir tapınak edasında mekâna tek parça yerleşirken, B.İ.M.A.B.K.R.’nin oluş halindeki özneleri, nesnelerini birer izlek makinasıymışcasına kendilerine tabi tutarlar. Albay Bicol’ün KK’sı bu bağlamda mekânı ele geçiren bir çarklı, bir panoptikon olarak yorumlanabilir.
Loyelow’da ise bu katmanların üzerine yenileri ekleniyor. Beklenmedik bir şekilde dil kendi gizini çözüyor. Daha şeffaf, daha okunabilir, daha kendine yaklaşmış bir metinle beraberiz.
Loyelow, adı tepeden inme baş harflere muktedir merkeziyetçiliğe karşı kendine ad vermiş biri. Bir başka özelliği ise metnin akışında bir ağız olmaktan çıkıp, sokaklarda ve ona yansıyan kentte ve kentin imgelerinde dolaşımda oluşu. Artık vücuttan kopmuş bir ağızdan değil, aynı zamanda bir kulaktan bahsediyoruz. Aynı zamanda yanan bir omurgadan, ağlayan bir candan, omuzlarda taşınan çıplak bir bedenden ve cesetten söz edebiliyoruz. Loyelow, önceki akrabalarının aksine inleyen ya da gizleyen değil, dinleyen ve gözleyen biri.
Metin, B.İ.M.A.B.K.R.’ye sızmış bir derin devlet gibi kendi pisliğini örtmekle uğraşmıyor. 5KB ve B.İ.M.A.B.K.R. kendi ağzına bilediği, içselleştirdiği tüm personalarını artık kendinden dışarı atıyor. Dolayısıyla kolektif bilinçdışı ve bellek Loyelow’u çevreleyen dehlizlerin, tünellerin, tepelerin hayaletleri olarak yakaya Orhan, Veysel, Asım gibi karakterlerle yapışıyor. Loyelow, E1, ya da K.R. gibi ağzını torba yapıp kendine dolaşmıyor; yeraltında halay çekilen düğün salonlarına dolaşıyor, mezarlıklara dolaşıyor. Önünde beliren toplumu ve kenti kendinden ayrışmış bir şekilde deneyimliyor.
*
Loyelow’un nesneleri 5KB ve B.İ.M.A.B.K.R.’de olduğu gibi malzemede, görüngüde ya da bellekte homojenlik göstermez. Mekâna hakim olan beyazlık, hiza, mobilya dokusu, ya da gömlek yakaları, apartman isimleri, süt kokusu gibi belleğin zillerini çalan uyaranlar aynı potada erimezler. 2016 Eylül’ünde The Pill’e girildiğinde karşılaşılan nesneler gözü o duvardan bu uzama çarpıtan yatay/dikey akslarda belirir. Yerden 5 cm. yükseklikteki hortum, yerden 25 cm. yükseklikteki neon ışıkları, yerden 10 cm. yükseklikteki oyuncak araba, yerden 15 cm. yükseklikteki sini tepsisi, yerden 70 cm. yükseklikteki lavabo… Bir dolambaç olan hortum mekânın derinliğini, eksiltilmiş bir matris olan karolar ise mekânın dikeyliğini gözetleyen ekseni oluşturur.
Loyelow’un mekânsallaşan bedeni heterojen bir bedendir. Ne doku, ne malzeme, ne renk, ne şekil, ne de bellek birliği olan nesneler başlı başına birbiri üzerine etki yapan kuvvetlerdir artık. Loyelow’un bedeni kendini, kuvvetlerin birbirine uyguladığı etki alanında, yani yatay ve dikey akslarda, farklı derinlik ve yüksekliklerde oluşturur. Kuvvetlerin kendine özgü doku, renk ve biçemleriyle belirlediği uzam, izleyicinin bakışını mekânda bir tenis topu gibi sektirir.
*
Kendi içinde kuvvetler bütünü olarak nesneye özneden bağımsız olarak bakmakta fayda var. Sanırım 2009 - 2016 yıllarını kapsayan sanatsal pratiğimin yukarıda anlatmaya çalıştığım özne oluşla halleşme şekli, özneden sıyrılıp kendiliğe giden bir yolu da zaman içinde kendine açtı. Burada nesne oluşa nasıl bakabiliriz?
Bilinçdışının ya da öznelerin, 5KB’de, B.İ.M.A.B.K.R.’de ve Loyelow’da nesnelere sızan bellekleri; örneğin beyaz don ipliğinden mıhlanan kuzguncuk (E1, 2011), buzlu cam ardında tüm gün dönen açık bir TV (Buzlu Cam, 2011), anıt bir vitrin (Vitrin, 2013), Atatürk rozetli bir ayakkabı topuğu (Topuk, 2013), fayans karolarından bir tetris (Uzay Mavi, 2016), yahut içi pilavla doldurulmuş çay bardakları (Ku, 2016) her ne kadar bu coğrafyaya ait bilgiyle kavranabilir olsalar da bu bilgiden ayrışmanın yollarını ararlar. Bu anlamda değişen dokuları, kavramdan malzemeye araştırdıkları katmanları, değişen sınırları ve ürettikleri sentezler ile temsili değillerdir.
Biraz daha detaylı bakalım.
Beyaz don lastiğinden E1’e mıhlanan kuzguncuk, don lastiğiyle ip atlayan çocukları akla getirir. Gergin beyaz ipin önerdiği hapishane demirlerine tutulmuş iki el, don lastiğine değdiği anda titreşecektir. E1’in 5KB metninde duyduğumuz sesinin fiziksel mekanda bu don lastiği titreşimleriyle buluştuğu an, kuzguncuğun öznesinden yittiği andır. Anlık imgelem, anlık dehliz, anlık girdap fiziki olarak vuku bulur. Bu bağlamda yapıt yerine yapıt fikriyle ilgilenmek, hem fiziksel mekânda hem de metnin espasında parçalı, atlamalı ya da senkronize çarpışabilecek tüm bu durumların dağınıklığı ya da örgütlülüğünü gerektirir diyebiliriz. (E1, 2011)
İçi pilavla doldurulmuş çay bardakları, her biri ayrı terleyerek birer kozmos yaratırlar. Burada pilav ve çayı unuturuz. Nesne amorf, tanıdık olmayan bir görünüme bürünür. Pilavı küflenmiş haliyle tanıyamayız. Cam bardağı, pilavla birleşerek kendileşir. Cam bardağı terleyerek başkalaşır. Her bir detayda nesnenin kendini tayin etme, oluşturma süreci başlar. (Ku, 2016)
Ortasında bir süt havuzu olan masayı masa olarak tanımak artık mümkün değildir; ya da mümkündür. Süt kaynadıkça kaymak tutar. Etrafa koku yayılır. Kaymak tutan doku sertleşir, ahşabın uzantısında mermer görünümünü alır. Süt tüm gün kaynar ve buharlaşır. Yüzeyde masanın sınırı olarak beliren düzlem yavaş değişimlerle çökmeye başlar. Günün sonunda masanın ortasında bir boşluk oluşur. Masanın masa olarak algılanan formu ortasından göçer, masanın sınırı değişir. Masa başkalaşır. (Masa, 2011)
Alçıdan dökülmüş leğenin taşıyamadığı su leğenin tabanını delerek mekâna akmaya başlar. Su leğenin tabanını erittikçe, leğenin leğen oluşu başlar. Leğen işlevsizleşir. Burada nesne, tanımlı belleğin virtüel bir şekilde şimdiyle varoluşuyla şekillenir; leğenin bilindik nesneliğine dair bellekte delikler oluşur. Nesne akışkanlaşır, tanıdık anlamından anlamsızlaşır. (Sızı, 2013)
Genç Kahin (2016) bu anlamda bu oluş halini durdurarak bunu tersten yapar. İşlevi suyun akışını şekillendirmek olan hortum galeri mekânında içi alçıyla dolu şekilde yerde uzanır. Yakından bakıldığında üzerinde hiçbir oynama/sanatsal müdahale görülmez. Bu, herhangi bir hortum değildir, oysa hortumdur ve hortumun temsili değildir. Bir duygulam yaratır. Görünen sadece hortumun iki ucundaki beyaz alçı kesitleridir ki bunu görmek için yere eğilmek gerekir. Yere eğilince bambaşka bir uzam açılır. Loyelow Fields’dan, Ku’ya ve Uzay Mavi’ye başka bir ölçekte görülür Loyelow’un bedeni. Nesnelerin mevcudiyetleri onlara tepeden bakan öznelerin bakışlarından kurtulur, kendi uzamlarında algılanır; kendilikleriyle buluşur.
*
Nesne, öznenin nesnesi olduğunda, yahut bir işlev için var olduğunda, belleğin ve temsiliyetin hegemonyasıyla sarıldığında, özne ve erk ilişkilerine maruz kalan bedenlerimiz de nesne olurlar. Bu metinlerde önerilen bedenlerin nesneleşme isteği maruz kaldıkları yoğun ilişkisellikler olabilir. Bu yıllardır bana yöneltilen bir soru. Metin mi önce geliyor, nesne mi? Metin mi nesneyi doğuruyor, nesne mi metni? Bu yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan denklemi bizi bir yere götürmez. Fakat, metnin tekrarlarından usanan nakaratları, metnin bir noktasında düşünceyi katmanlıyor ve nesneyi öneriyor diyebiliriz. Bu bağlamda 5 Kişilik Bufet’in oluşumu iki yıl kadar sadece yazarak gerçekleşti. Sonrasında ise süreç bir spiral. Düşüncelerin nasıl mayalandığı ve katmanlandığı… Bu katmanlamaya, metnin de, öznenin de, malzemenin de, sesin de nesne olduğunu önererek ufak bir pencere daha açıp konuşmamı sonlandıracağım…
Nesne yönelimli ontolojide, özne ve nesne dualite halinde değildir. Burada “tekinsiz” devreye girer. Timothy Morton bunu basit bir örnekle anlatır. Kişi yer değiştirdiğinde, yeni yerde kendini deneyimleme biçimi ilk birkaç gün yoğun bir şekilde sekteye uğrar. Kişi bütünlüğünü ve normalini kaybeder, duş alırken, elektrik prizine telefon şarjını takarken, etrafındaki kokular keskinleşirken ve nesne dünyası ona “normal”in mesafesini aşmış, daha yakın gelirken. Bu bağlamda sorar, kişinin kendi dünyası, aslında yersizleşen nesneler midir? Tersten bir okuma ile, yer başlı başına bir yersizleşmeye varır.
5KB’nin B.İ.M.A.B.K.R.’nin ve Loyelow’un ev içlerine benzemeyen ancak nereye benzediğini kestiremediğimiz yerleri de rastlantısal mekânlar değillerdir. Galeriye/sanat mekânına ayak bastığımızda karşılaştığımız nesne dünyası normalin mesafesini aşmıştır. Öte yandan bu karşılaşma yoğun bir yer hissini beraberinde getirir. Bu yer, aynı zamanda nesnenin zamanı ile belirlenir. Sütün kaynama süresi, hortumun içinde artık akmayan suyun engellenen akış süresi gibi.
Örnekler çoğaltılabilir. Bu noktada, hem metinlerde hem de yerleştirmelerde zaman ve yer hissini doğuran, yani “yerleyen” ve “zamanlayan” nesnelerin, görünen ile kaybolan, var olan ile dönüşen arasında ve birbirleriyle ilişkide bir bilinç ürettikleri söylenebilir. Bu bilinç, 5KB’den Loyelow’a hayali özneler özneleşme serüvenlerini sürdürürken esas olanın nesnenin nesneleşme serüveni olduğunu bize söyler. Bu bağlamda öznenin kendiliğine doğru özgürleşmesinin eş zamanlı olarak nesnenin de özneden özgürleşmesiyle mümkün olabileceği önerilebilir.
İşlevsizleşmek, sınırın geçişkenliğine ve esnekliğine bakmak, zamanla başka bir ilişki kurarak anda oluşanı gözlemlemek, hatta zaman olmak, tekrarlara ve aşınmalara kulak vermek, bir nesne olabileceğimizi düşünmek ve bir tabut nasıl davranır şu gül kaplama vücudu olmasa diye hülyalara dalmak vs. vs.
*Bu metin 2017 Eylül’ünde Salt Galata’da Protocinema ve İbrahim Cansızoğlu’nun oluşturduğu Kiralık Satılık programı kapsamında sunulmuştur.
0 notes
alierbil · 5 years
Text
Türk Şiiri’ nde Eleştirisizlik
‘’2000’ler ve devamında gelişeceği artık kaçınılmazdı’’ diyebileceğimiz 2010 kuşağı üzerine söylemekten imtina bir refleksle şiire bakmayı deneyeceğiz. Bu adlandırmaların yazıyı rahatsız edeceği hissi yerine oyuna okuyucuyu da dahil etmek adına yapacağımız bu atağın, bizi eninde sonunda yeni şiire götüreceğine inanıyoruz. Genel anlamda yeni şiir örnekleri verilirken 2000’ler ve bir reddiye hissi duyurmaya başlayan 2010 şiir algısı, şiir geleneğinin yani her dönem bir öncekini reddeder düsturunun fotoğrafı adeta. Adına ‘deneysel’ demekten kaçacağım bu girişimlerin bizi ileriye taşıdığı doğru ve bunu inkar etmek ahmaklıkla eşdeğer elbet. Ama şiiri artık öldüren de şiir üzerine kafa yormayı sürdüren de aynı şairler olunca kendi şiir algımın bu duruma bir itirazı oluşuyor. Neden sadece şiir yazmaya devam ediyor şair?
Artık iyice ortaya çıkan duruma eğilelim: Kargış dergisi ile başlayan yeni şiir üzerine kafa yorma yazıları -başta kurucusu Mikail Söylemez’ e getirilen eleştirileri de göz önüne alarak tabii- yeni bir heyecan getirdi şiire. Ama asla yetmez bir heyecan. ‘’Süresiz Deney’’ yazılarında ortaya çıkan görünüme bakılırsa; derginin ilk sayısındaki yazıda geçen bir bölümde, okuyucu ve şair arasında kartların yeniden dağıtıldığı bir oyuna başlıyoruz: ‘’ Şair, sanatsal görgüye rağmen yeni bir düzeydışılığı hedeflerken, ortaya çıkan şiir bir çeşit travmatik izdüşümler taşır. Bu durum verili bütün olanaklara rağmen değişmez. Ancak şairin yarattığı bu kendi travması yeni şiirin imkanları dahilinde bir nosyon olarak belirir.’’ (1) Türk şiirinde eksik olduğunu düşündüğüm; şairin yeri geldiğinde kendini kötü biri olarak kabul etmesi gerekliliğini şiirine düşürdüğü bu bağlam, kanımca 2010 şiirinin anahtarlarından biri olacaktır. 2000 kuşağında görülen okuyucuya karşı dürüst olma girişimleri, bize deneysel anlamda ufuk açsa da, Mikail Söylemez’ in aynı yazısında ele aldığı gibi okuyucunun yeni şiire karşı direnç gösterme çabasının 2000’ler şiirine olan bağlılığından ziyade, şiirin uğradığı deformasyonun okuyucuya ve şaire bir çaba sağlamayacağıdır. Çünkü hem şair hem de okuyucu artık birbirinden bağımsız ama şiiri okuma anlamında herkesin kendi öz ben merkezinde yönettiği bir alana kaymaktadır: deneysizlik deneyi.
Türk şiiri, okuruyla bağlarını ezelden beri lirik ataklarla korurken, ‘’Süresiz Deney’’ yazısının şu bölümüne göz atalım: ‘’ Deneysel çabaların 2000’lerden sonra sayıları artan dergiler-yayınlar etrafında konuşulup tartışılabiliyor olması, edebiyat kamusu nezdinde bu çabaların varlığı açısından yeni bir alan açmamış, ancak deneysel ortamın müstakil olarak genişlemesine, yeni şiir etrafında yoğunlaşan şairlerin kendi etkileşimleriyle karşılaşabilmelerine olanak sunmuştur. Buna rağmen Türkiye’de deneysel çabalar, önceden olduğu gibi bugün de popülist refleksin ve ideolojinin karşı duruşundan kurtulamamıştır.’’(2) Bizi kendimizle bırakan bir durum olarak görünen bu kavram üzerinden, genç şair yerine yeni şiiri yazan şair, diyerek kimseye haksızlık etmeden herkese haksızlık edelim; Türk şiiri’ nde eleştirisizlik.
Son zamanlar yayın hayatına başlayan Dünyadan Çıkış Yolları, Kaygusuz, vb. dergilerin ilk çıkış heyecanında görülen eleştirel üslup giderek yerini salt şiire ve cemiyetçi bir yaklaşıma götürdü. Nasıl ki ele alınan yazılar ve konu edilen kitapların kendileri için değerli olacak biçimde sunulması eleştiri için eleştirisizlik doğuruyorsa, dergiler bunu yeni bir şey söyleme avantajına çevirmiştir. Tabii hemen her dergide görülen şair kadrolarının kolaj yapılmış gibi bir izlenime yol açtığı aşikar. Hep aynı şairlerin, şiir ve yazılarını kalburüstü dergilerde beraber okumak, belki iyi ve değerli görüleni gösterme üzerine bir mantıkla yapılabilir, lakin oluşturulmaya çalışılan algıya şairi yem etmek ve şairin yem olmaya gönüllü hareketi kadro dergiciliğini ve sözünü ettiğimiz ‘’dert’’ anlağını yok etmektedir. Bu Türk Şiiri’ ne atılmış en büyük kazıktır. Yancılık, tanışlık, çıkarcılık gibi şiirin kendini sürekli yineleyen kanserine davetiyedir. Bunun yanında, kendimizi eleştirdiğimiz konunun dışında tutarak hareket etmek, tespiti olanaklı ama çözümü olmayan bir metinle baş başa kaldığımızı göstermiştir. Birçok eleştirel metinden bizi soğutan ‘’tespit var, çözüm yok’’ tavrıdır.
Dergiler mutlak dert ve amaç güder, evet ama derdinizi ortak ettiğiniz güruhun dışında kalanı kabul etmezseniz, size bunu söyleyenler üzerine ya konuşmamaya devam eder ya da edebi bir metinle bunu açıklarsınız. Bana göre kamuya açtığınız bir iletişim aracını, yani sözümüzün konusu olması bakımından söylersek; derginizi ve beraberindeki derdinizi, size bir itiraz varsa eğer, onu itiraz eden kişiye açıklamak zorundasınızdır. Tabii, buradaki kıstas itirazın ne şekilde gelişeceğine olan mutlaklıktır. İçi boş, mesnetsiz, kulaktan dolma ya da metinin dışına çıkarılan bir itirazı derginin ciddiye alıp açıklama yapması beklenilemez. Demek ki artık itiraz da geliştirilmelidir. Ve bu itiraz derdinize paralel şekilde ise ve ifade edilirliği edebi bir reflekse dayanıyorsa ciddiye alınmalı ve açıklama hususunda biraz önce söylediğimiz zorundalık uygulanmalıdır. Dert diyorum, çünkü şiire dair dergicilik düsturunda olması elzem olanı ‘’dert’’ ile açıklayan ve bunu şairane algılayanın itirazı anlam kazanmaktadır. İşin özü, dergiler birbirilerine olan itirazı Türk şiiri adına, derdimiz adına; sağda solda, sosyal medyada, bloglarda ve dedikodularda değil dergilerinde dile getirmelidir.
Şerhh, Natama, Duvar, Kaygusuz, Dünyadan Çıkış Yolları, Kargış gibi 2000 ve sonrasını dert edinen dergilerde odaklanılmış durum şiir yazma üzerine cereyan ediyor. Ya da kitap ekleri ve sosyal medyadan aşina olduğumuz yersiz övmeler silsilesi görülüyor. İçini doldurabileceğimiz şiir yazıları eleştiriye olan inancımızı öldürmüştür. Şiirimiz üzerine nitelikli ve öğretici yazınları çok az görüyoruz. Bunun yerine aynı şairleri yukarıda bahsini ettiğimiz kolaj içinde olma, sözüm ona değerli addedilme mantığından hareketle sadece şiirleriyle bu dergilerde, bir de hemen hepsinde görmek durumu var ki itirazımız bunadır. Burada şaire ‘’niye şiir yazıyorsun ve dergilerde yayımlıyorsun’’ şeklinde bir soru sormamız gerekiyor. Bunu açıklama gerekliliği gütmeyen ve durumu diline dolayabilecek şairle alıp veremediğimiz bir Türk şiiri olamayacaktır.
Herkesi şiir üzerine yazınla düşünmeye davet ediyorum. Eksikliği kendi özelimden çıkarıp ortaya döküyorum. Şairin birbirinden öğrenme sürecini sadece şiire dayamasından duyduğum rahatsızlık beni buna itmektedir. 2010 şiirinde gelinen noktayı artık manifesto düzleminde ifade etmek, ona göre şekil almak, şiirini kurmak yetersizdir. Etkilenen şair sınıfta kalmıştır ve bu söylem yeni değildir. Nasıl şiir yazılacağını öğrenmekten ziyade, şair artık şiirini nasıl evriltebileceğininve bunu herhangi bir manifestoya sıkışıp kalmadan yapabilmesinin yollarını aramalıdır.
Gelelim şairin gelenekçi refleksle şiire bakışına ve düzyazı normuna. Artık klasikleşen edayla kalıcı bir cümle seçilir, ya destekler anlamda izah edilir meram ya da aksi istikamette yol çizilir. Bunu okuduğu kitaptan alıntıyla, referans olması açısından herhangi bir manifesto üzerinden ya da bir şairin şiir görüşüne göre gerçekleştiren şair, sunduğu ‘’görüş’’ü bu yazanındır nidasıyla destelemektedir. Okuyucu bunu kabul ederek kendi çelinimi içinde katılınırlık ya da itirazdadır. Bazen anlamsız olan ben’ e izah edilebilir elbet ama izahı olmayanı anlamanın yolları da mümkün. Anladığımızı anlatamamak üzerine doğalanmış olabiliriz, bu da mümkündür. Şiirin poetik düzlemde bunların hepsiyle ilişkisine modern şiirden veya modern anlamda şiir örmeklerinden gitmeyi deneyeceğiz. Okuyucu, verilen her reaksiyonu yazıyla ilintiledikçe poetikada yeni bir açmaza gireceğiz. Açmak gerekirse diye:
Şair poetikasını salt şiire dayamamalıdır. Şiir ifade olmaktan ziyade ifade etme aracıdır ve ilga olmakla mükelleftir. Bıçak sırtı kavramlarda tereddütü içinden geçirirsin, yaklaştığın şey şiirdir. Kendinden emin olma durumu şiiri her daim zayıflatmış, şairi güçlendirmiştir. Şair, şiirin içinde güçlü durdukça iktidarlanır. Şiirini sırtında bir hainlikle kucaklayabilen şairi seveceğiz, ama o bunu anlamayacak. Derdimiz, anlaşılmazlıktan ziyade ne dediğini bilenlerle ne anladığını bilenler arasındadır. ‘’Ben yazdım attım, sonrası benim değil’’ demek artık klişedir. Tıpkı başta da söylediğimiz gibi bir poetikaya, bir makaleye karşı çıkma veya yanında olma üzerine bilenmek bize şiir için yön tayin etmekten ziyade kendi hoşnutsuzluğumuzu dillendirmektir. Eleştirel dile yeniden bakmanın elzem olduğu bir şiir algısı gelişmeli, okurun donanımı bizi buna itiyor. Karşı çıkmakla karşı durmak arasına sıkışma tespiti diyebiliriz buna. Yaşadığı ya da sana gösterdiği şekliyle şiirini kendi üzerine giyemeyen şairin ceketini başka şairlerin üzerinde görmek artık etkilenme etiketini aşıp kendi aralarında şiir iktidarlığına dönmektedir. İtirazın ilk kısmı budur.
Tespitini yapmaya çalıştığımız eleştirisizlik ve şairin kuşandığı üzerine olan dertlerimizi çözüme yakın sularda yüzdürmeye devam edeceğiz.
1- Kargış Dergisi Mart Nisan Mayıs 2017 sayısı Süresiz Deney, Mikail Söylemez Sy 48
2- Kargış Dergisi Mart Nisan Mayıs 2017 sayısı Süresiz Deney, Mikail Söylemez sy49
0 notes
saltprogramlar · 7 years
Text
Hüseyin Bahri Alptekin’in ‘Oyun Alanı’
Serra Rodoplu
Tumblr media
Hüseyin Bahri Alptekin, Love Lace (1995), kumaş üstüne çalışma SALT Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi
Johan Huizinga, Homo Ludens kitabında, kültürün oyundan kaynaklanmadığını, oyunun kendisinin kültürel bir olgu olduğunu belirtir.1 Bu açıdan bakıldığında sanatçı, oyuna yaptığı müdahaleyle aslında kültür ve yaşama müdahale etmektedir.
Hüseyin Bahri Alptekin’in sanat pratiği, gündelik hayatta tanıdık gelen “şey”leri yeniden kullanma, onları kendine mal edip tekrar anlamlandırma ve sonu olmayan bir oyun sürecine sokma üzerine kuruludur.2 Sanatçıya göre, oyun alanında yapılan her değişiklik, aynı zamanda yaşamın kendisine dokunmaktır.
Alptekin, 1990’ların başından itibaren çeşitli coğrafyalardan topladığı levha, şişe, oyuncak, dekoratif nesne, pasaport, etiket, broşür ve ambalaj kâğıtları ile mücevher ve kozmetik ürün kutuları, sigara ve gıda paketleri gibi gündelik malzemeyi kullanarak görsel bir “oyun alanı” yaratır. Bir kültür envanterinin parçası olarak gördüğü bu nesneleri işlerinin öznesi yaparak yeniden yorumlar. Sanatçı, “ayrık otu benzeri bir görüntüler sistemi” olarak nitelendirdiği imgeler efemerasını, “Bir şekilde herhangi bir önem atfedilmeksizin oradalar, tarihsel ve sosyolojik bir kayıtsızlık içinde bir yerden geliyor, bir yere gidiyorlar” diyerek tanımlamıştır.3
Tumblr media
Hüseyin Bahri Alptekin, Ev Heterotopyası (1999) Sanatçının evi, Cihangir, İstanbul SALT Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi
Tumblr media
Hüseyin Bahri Alptekin, Heterotopya (2002) In Search of Balkania, Neue Galerie Graz, 2002 SALT Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi
1991 ile 2007 yılları arasındaki Heterotopya (1992), Ev Heterotopyası (2002) ve In Search of Balkania (2002) gibi iş ve sergilerinde de görülebileceği üzere, nesneleri geleneksel kullanımlarından uzaklaştıran Alptekin, onları atfedilen tanımlardan bağımsızlaştırarak farklı anlam katmanları oluşturur. Seyahatleri sırasında pazarlardan bulduğu, tuhaf ve ilgisiz görünen gündelik malzemeyi, estetik kaygılardan bağımsız ilişkiler içerisinde bir araya getirir. Örneğin, ambalaj ve afiş gibi ögeleri kullandığı üretimleriyle “popüler kültür” ve “küresel pazar” kavramlarını eleştirirken, tüketim toplumu ile kendi duruşu arasında bir yüzleşme ortamı yaratır.
Tumblr media
Hüseyin Bahri Alptekin, Love Face (2000) ve Love Lace (1995) Under the Sign of the City, Kuntsmuseum Bonn, 2002 SALT Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi
Alptekin, işlerinde sözcüklerle de çalışır; yapılarıyla oynar, bozar, yeniden yaratır. Ancak, sözcükleri yalnızca görsel ya da semantik olarak değerlendirmez. Yazınsal simge, imge ve nesne arasındaki ilişkinin netliğini sorgular; sözcüklerin kendisinde bıraktığı izlenim ve seslerle ilgilenir. Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri yöneticisi Selmin Kangal ile yazışmalarında, Love Lace (1995) ve Love Face (2000) işlerini “[...] ya çağrışımsal ya da metinler arası ilişkilerden ya da sinema ve şarkı sözlerinden belleğime geçmiş şeyler” olarak tanımlamıştır. Sanatçı, payetli reklam tabelasına kırmızı renkte yazılmış olan Love Lace (1995) işinde, kısa ya da uzun ömürlü anonim süslemeler uyguladığını ve sokakta gördüğü reklam panolarından etkilendiğini belirtir. Sözcükleri yeniden anlamdırdığı bu işindeki -ucuz, kitle üretimi, yapay, yüzeysel, şık gibi çağrışımlar yapan- malzeme seçimiyle, tüketim toplumunun yerleşik tutumlarını ironi ve oyun ekseninde irdeler. Alptekin’in ses, tipografi ve renklerle oynadığı işlerinden biri olan Love Lace, 1995’teki ilk örneklerinde hem payetle yazılmış hem de kumaşa işlenmiştir.
Tumblr media
Hüseyin Bahri Alptekin, Love Lace (1995), kumaş üstüne çalışma SALT Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi
Love Lace’ten esinle ürettiği Love Face ise metinler arası ilişkilere odaklanır. Alptekin, aynı malzemeyi kullanarak bu sefer mavi renkte hazırladığı işin oluşum sürecinde, love sözcüğünün başka sözcüklerle kombinasyonları üzerine çalışırken zamanla gerçek anlamlarını yadsır hâle gelmiştir. Benzer bir durum, reklam panosuna payetlerle kırmızı, yeşil ve mavi renklerde yazılan, aynı anda hem parıltının ihtişamını hem de bildik nesnelerin sıradanlığını bir araya getiren Tremor, Rumour, Hoover (2001) için de geçerlidir. Bu işinde Tremor Talk dergisinin rastgele bir sayfasındaki karalama ve notları bir araya getirerek yeni ifadeler ortaya çıkaran sanatçı, pratiğinin ilerleyen yıllarında da sözcükler üzerinde oynamaya devam eder.
Tumblr media
Hüseyin Bahri Alptekin, Tremor, Rumour, Hoover (2001) SALT Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi
Alptekin’in yarattığı oyunun özü, aslında üretim sürecinde saklıdır. İşlerinin gelişimi, işin kendisinin yanı sıra, üretim süreçlerini detaylandıran eskizlere bakıldığında daha net anlaşılır. Sözcük oyunlarının birer kaydı olan bu eskizler, sanatçının düşünce yapısı, irdeleyici yaklaşımı ve hayata karşı mizahi tutumunu da inceleme imkânı sunar: düşündürücü, eğlendirici ve rahatlatan yaklaşımının izdüşümlerini görmek mümkündür.
Tumblr media
Hüseyin Bahri Alptekin, Tremor, Rumour, Hoover (2001), üretime dair dokümanlar SALT Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi
İşin bittiği noktadan çok üretim sürecini sevdiğini belirten Alptekin’in, Tremor, Rumour Hoover işinin eskizlerine bakıldığında, sözcük yığınlarından ziyade, sanatçının tekerlemelere olan ilgisinden yola çıkarak yarattığı yeni ifadelere dair bir deney alanı görülür.4 Eskizler, Alptekin’in fonetik yanılsamalar ve sözcüklerin fonetik yapılarıyla nasıl oynadığını gösterir; sözcüklerin zamanla nasıl anlam değişimine uğradığına ve sanatçının kendine has, esprili yeni ifade biçimleri yaratmasına dair ipuçları içerir.
Tumblr media
Hüseyin Bahri Alptekin ve Michael Morris, Coğrafi Kesişimler (1995) Ujlak Gallery, Budapeşte, 1995 SALT Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi
Tumblr media
Hüseyin Bahri Alptekin, Winter Depression [Kış Depresyonu] (1998) Global Mockery, Maison Folie de Wazemmes, Lille, 2009 SALT Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi
Alptekin, işlerinin dinamikliği ve sürekliliğiyle birbiriyle ilişkisini şöyle özetler: “Asıl iş, önceki işin izini, olayın sonrasını taşır.” Michael Morris ile ürettiği Coğrafi Kesişim (1995) işindeki şişme plastikten dünya küresinin üstüne yerleştirilen cep telefonu ve ölü balık, küreselleşme ile bozulmuş sistemini anlatır. Winter Depression [Kış Depresyonu] (1998) işinde, neon ışıklar ile Guy Debord’un Gösteri Toplumu (1967) kitabının duvara asılı kapak fotoğrafı arasına konumlandırılmış psikiyatrist kanepesinde de, yine bir ölü balık vardır ve bu sefer sanatçının sıkıntılı ruh hâlini tariflemektedir. 2002 tarihli In Search of Balkania sergisindeki5Dry Fish (2002) işinde de bir sandalyenin üstünde ölü balık vardır. Aynı öge, farklı yıllarda, farklı sunum ve amaçlarla yeni kurgular kazanmış; kendisini çevreleyen malzeme ve konumlandırıldığı yerlerle farklı anlatımlar yaratmıştır. Her ne kadar, işler arasında göndermeler olsa da, her iş biriciktir. Bu yüzden de sanatçının işleri, “ilk bakışta görünenden başka bir kurguyu barındırır”.6
Tumblr media
Hüseyin Bahri Alptekin, Dry Fish (2002) In Search of Balkania, Neue Galerie Graz, 2002 SALT Araştırma, Hüseyin Bahri Alptekin Arşivi
Sanat pratiğini deneysel bir sürece dönüştüren Alptekin, gündelik hayatın nesneleri aracılığıyla gündelik hayatın kavramlarıyla uğraşır; bu yolla eleştirel ve düşündürücü bir gerçeklik kurgular. Çıkış noktaları ne olursa olsun, üretimlerinin gereç, ölçek, renk ve yüzey niteliği gibi maddi özellikleri, yaratmak istediği anlam ikilemine katkıda bulunur. Olgulara oyun zemininde yaklaşan sanatçı, işleriyle yeni olasılıkların oluşmasını sağlamıştır.
Johan Huizinga, Homo Ludens: Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1995.↩
Vasıf Kortun, İskorpit: İstanbul’dan Güncel Sanat (Sergi Kataloğu), Berlin: Oktoberdruck, 1998, ss. 24-36↩
Hüseyin Bahri Alptekin, Ben Bir Stüdyo Sanatçısı Değilim, İstanbul: SALT, 2011, s. 122. ↩
Hüseyin Bahri Alptekin, Ben Bir Stüdyo Sanatçısı Değilim, İstanbul: SALT, 2011, s. 122.↩
In Search of Balkania, Neue Galeri, Graz, 2002.↩
Vasıf Kortun, “Viva Vaia”, Arredamento Mimarlık, Mayıs 1999, s. 36.↩
2 notes · View notes
fenrees · 4 years
Text
Reenkarnasyon Nedir?
Reenkarnasyon, ruh göçü olarak adlandırılan, ruhun devamlı olarak tekrar bedene geldiğine inanılan, spiritüalist bir yaklaşım ve inançtır. Reenkarnasyon faklı tarafları bulunmasına rağmen Asya dinlerindeki tenasüh olgusu ile yakınlık taşır.
Kimler Reenkarnasyona İnanır?
Reenkarnasyonu benimseyenler şu şekilde sıralanır:
Hindular,
Jainistler,
Ekistler,
Kaodaistler,
Vikanlar,
Eski Türk toplulukları,
Deneysel sipiritüalistler,
İskandinavlar,
Kızılderililer,
Budistler,
Mısır, Kelt, Maya, İnka toplulukları mensupları,
Nusayrilik ve Dürzilik gibi Orta Doğuda yer alan dinlerin mensupları,
Bu bireyler reenkarnasyona inanlardır.
Sitemizden neden çok sayıda ülkenin uçak gemisi yok? Bilgilerine de bakabilirsiniz.
Reenkarnasyon Belirtileri Neler?
Reenkarnasyonun alametleri şu şekilde sıralanır:
Dejavu: Birçok bilim adamı ve psikolog tarafından nörolojik bir olay olarak adlandırılan dejavu reenkarnasyon’a inan topluluklarca ruh göçünün belirtileri arasında görülür. Topluluklar dejavu sırasında daha önceden yaşanmış gibi anımsanan zamanın, bir önceki hayatta farklı sonuçlar ile geçirilen bir an olduğuna inanırlar.
Rüya ev Kabuslar: Kişi aynı rüyayı sıklıkla görüyor ise reenkarnasyona inanan topluluklar bu durumu bir belirti olarak nitelendirirler. Sembolik rüyaların geçmiş yaşama ilişkin mesajlar taşıdığı düşünülür.
Doğal Kabiliyetler: Genetik faktörler ise bi kişinin belirli alanlarda becerisinin yüksek olması, reenkarnasyon inancında önceki yaşamda o alanla uğraşıldığına dair kanıtları içerir. Daha önce eğitim alınmayan ve doğuştan itibaren ilginç şekilde yapılmaya başlanan yetenek gerektirici işler belirtiler arasında görülür.
Doğum Lekeleri: Bu konu reenkarnasyona inanan topluluklarca, ölen bir kişinin hemen ardından doğan kardeşinde veya akrabasında aynı alanda aynı şekilde bir doğum lekesi varsa gündeme getirilir. Lekenin aynı şekilde aktarımının reenkarnasyon kanıtı olduğuna inanılır.
Reenkarnasyon Örnekleri Neler?
Reenkarnasyon örneği olarak verilen vakalardan biri Pullock ikizleridir. Bu ikizleri, kardeşlerinin bir trafik kazasında ölmesi ardından dünyaya gelmişlerdir. İkizlerin vücutlarında ise ölen ablarında bulunan doğum lekesinin birebir aynısı, aynı noktada bulunur. İkizler 2 yaşına geldiklerinden itibaren ölen ablarının oyuncak ve eşyalarına yüksek ilgi duymaya başlarlar. Standart dışı olan durum ise bebeklerin tümüne kendilerine söylenmeden ablarının koyduğu takma adları vermeleridir.
Bu ikizlerin ablaları ile benzerlikleri ve durumun geniş kitlelerin dikkatini çekmesi ardından ünlü psikolog Ian Stevenson aile ile iletişime geçer. Araştırmaları çerçevesinde reenkarnasyon ile ilgili bir kitap oluşturan psikolog Pullok ikizlerinin sıra dışı durumunu kaleme alır.
Reenkarnasyon Gerçek Mi?
Reenkarnasyonun gerçekliği hakkında bilimsel verilere dayanan kesin bir kanıt bulunmaz. Belirli toplumlar ve dinler kapsamında reenkarnasyona inanılmış ve bu kavram hakkında sayısız ilginç olaya dair ünlü bilim adamları tarafından eserler kaleme alınıp, araştırmalar yapılmıştır.
Nors Mitolojisinde Reenkarnasyon
Nors mitolojisi reenkarnasyon’u hakkında detaylar şu şekilde sıralanır:
Viking mitolojisi adı verilen İskandinavya Nors mitolojisinde reenkarnasyon önemli bir yara sahiptir.
Viking tarihinde manzum olarak kaleme alınan Edda destanında reenkarnasyon işlenmiştir.
Eski dönemde Edda destanını yazan Viking, Helgi Hjörvarösson ve üstadı Valkür’ün aşk hikayesini ele alır.
Destan içerisinde Helgi, 1 ve 2 rakamları ile numaralandırılır. Bu durumun sebebi ise her iki aşığında iki kere hayata gelmeleri ve her iki hayta birbirleri ile buluşmalarıdır.
Vikinglere göre ruh göçü oldukça olağan bir inanıştır.
Şamanizm’de Reenkarnasyon
Şamanizm’de ruh göçü hakkında detaylar şöyledir:
Şamanizm’de ölüm ardından bedenini terk edenin, öte alemde ruhlar ile birlikte yeniden doğduğuna inanılır.
Benzer inanış yeri Vikinglerin Valhalla inancıdır.
Şamanist topluluklardan Yakut Türkleri, Çukçiler, insanların 3 can ile dünyaya geldiklerine inanırlar.
Ölüm olaylarında Türk şaman mezara gömüldüğünde bir kısmı mezarda kalır, diğer bir kısmı yer altı ruhlar diyarına geçiş yaparken, üçüncü parçası ise göğe yükselir. Göğe yükselen parça, öte alemin eşiğini bekleyen eşik bekçisi yardımı ile geçiş yapar. Gölgeler diyarına inen parça ise yeryüzünde sürdüğü yaşama benzer bir ikinci yaşam sürmeye devam eder.
Belirli bir dönem sonra edinilen tecrübe ile Türk şaman gerçek dünyaya yeniden dönüş yapar. Bu inanç çerçevesinde spiritüalizm temelli en güçlü inanca sahip olan Hindular ve Budistlerden çok önce Türk halkalarında deneyimlenmiştir.
Uygur Şaman Türkleri geçmiş tarihte inandıkları tekrar doğma ve yücelme inancını ‘’Sansar’’ adı vermektedir.
İslamiyet’e geçiş öncesi Türk toplulukları Gök Tengri ‘ye inanarak, ilk defa tek bir tanrıya ibadet etme yapısına sahip insan topluluğunu oluştururken, kökeni yine kendilerine ait olan şamanizm’e bağlı reenkarnasyon kavramını ifade eden ‘’sansar’’ kelimesini kullanmışlardır.
İdrar yapmadan yaşamak mümkün mü? Ayrıntıları yazımızdadır.
Taoizm’de Reenkarnasyon
Taoizm’de ruh göçü hakkında detaylar şöyledir:
Taoizm kapsamında Han Sülalesi döneminde ilk kez reenkarnasyondan bahsedilmiştir.
Bu dönemde belgeler ile reenkarnasyon ele alınmış ve anlatılmıştır. Belgelerde ‘’Lao Zi’’ isimli hükümdarın, aynı özellikler ile üç hükümdar ve beş imparatör dönemlerinde farklı bedenlerde yaşadığı ifade edilir.
Taoizm’in kutsal kitabı Chuang Tzu’da doğumun başlangıç olmadığı, ölümün ise bir son olmadığı, varoluşun sınırsız ve süreklilikten ibaret bir kavram olduğu anlatılır. Zamanın başlangıç noktası olmayan bir süreklilik olduğu, doğum ve ölümün sadece biri içe diğeri ise dış dünyaya bakan sonuçlar olduğu, böylece biçimi görmeksizin ve onun altında ezilmeksizin geçiş yapılabildiği belirtilir.
Grek Kültüründe Reenkarnasyon
Grek’lerin kültüründe reenkarnasyon hakkında detaylar şöyledir:
Batı tarihi Kelt rahiplerinin inanışları Grek kültürüne dayanır. Grekler reenkarnasyona ‘’ Metempssychosis’’ adını vermişlerdir. Herodot ise reenkarnasyon inancının Grek topluluğunu Mısırdan geçtiğini belirtmiştir.
Greklerde reenkarnasyona inanç Ofre ve Pisagor ile birlikte başlamıştır. Sokrat ve Platon ruh geçişine inanan en önemli insanlardır.
Bu dönede Pisagor ve Platon reenkarnasyon doktrinini çevrelerine eğitim ile açıklamaya çalışmışlardır.
Pisagor birçok eski kaynakta ise kendisinin önceki yaşamlarından bahsetmiştir.
Eski Grek kültüründe kişinin yaşadığı deneyimler ile birden fazla kez doğduğuna ilişkin inanç hakimdir.
Yahudilerde Reenkarnasyon
Yahudilikte reenkarnasyon hakkında detaylar şöyledir:
Reenkarnasyon diğer bir ifade ile ruh göçü inancı kıyamet inanışı bulunana geleneksel Yahudilikte yer alır.
Geleneksel Yahudiler, Ademin, önce Nuh, ardından İbrahim ve Musa olarak hayata geldiğine inanırlar.
Esseniler isimli Yahudi topluluğu reenkarnasyonu ilk benimseyen Yahudi kesimidir.
Diğer yandan Yahudilerin mistik ve ezoterik tradisyonu olarak bilinen ‘’Kabala’’ içinde ruh göçü kavramına değinilir.
Ruh göçüne, ‘’ Sha’ar Ha’Gilgulim’’ adı verilir. İbranice bu sözcük ruhların devreleri anlamında kullanılmaktadır. Ruhlar üstün bir tekamüle ulaşmak için birçok kez aynı yaşamlardan geçmelidir.
Hristiyanlıkta Reenkarnasyon
Hristiyanlar’da reenkarnasyon hakkında detaylar şu şekilde sıralanır:
Yüzyılda doğan Hristiyanlık akımları reenkarnasyona inanır.
Çeviriler çerçevesinde ise ruh göçü ile belirli alanların değiştirildiği, en eski kilise babalarından biri olan Augustinus tarafından belirtilmiş ve kaleme alınmıştır.
Agustinus ifadesinde, ‘’ Söyle Tanrım, bana çocukluğumdan önce yaşamış olduğum, bir önceki ölümünde ayrılmış olduğum bir neslin devamı mıyım? Bu yaşamdan önce neredeydim? ‘’ sözlerini kullanır.
Fakat eski ve ilk kilise babalarının ve teozofların bu yaklaşımları ve incile ilişkin çevirdikleri metinler, Katoliklerce red edilmiştir.
Ruh göçünü kabul eden ve 3. yüzyılda ölen kilise babası Origen, 553’de 2. İstanbul Konsilinde ‘’anatema’’ olarak ele alınmıştır.
Gnostisizm Tarihinde Reenkarnasyon
Gnostizim geçmişinde reenkarnasyon hakkında detaylar şöyledir:
Gnostizim reenkarnasyona tam anlamı ile inanılan bir akımdır.
Gnostikler Ürdün, Anadolu ve Mısır topraklarında yaşamışlardır.
Bu inancın hareket ettikleri temellerde, hakikate ulaşmakta dinlerin tek başına yetersiz olduğu,
Hakikate yakın bilgilerin ancak ruhsal ve psişik gelişim ve deneyimler ile sağlanabileceği,
Ruhun ölümsüz olduğu,
Dünyanın ruh yaşamı için bir tür hapishane olduğu,
Gerçek olan yaşamın fiziksel değil ruh yaşamı olduğu,
Düalite ilkesinin gelişin noktasının Dünya olduğu,
Ruhsal gelişim için en önemli kaynağın ise ruhsal alemle iletişime geçebilecek ve oradan temel bilgileri öğrenebilecek seçkin insanlar oldukları belirtilir.
Gnostisizm tam anlamı ile reenkarnasyon’u kabul ederken, bu dünyanın geçiş için bir fırsat olduğunu işler.
Sigmun Magnus, Valentin, Saturnin, Marcion gibi isimler Gnostiktir.
Katharların Reenkarnosyon İnancı
Katharlar’da reenkarnasyona inanış hakkında detaylar şöyledir:
Kathar tarikatı, Orta Çağ Fransa’sının Albi alanında 13. Yüzyılda ortaya çıkmıştır. 13. Yüzyılda, kilisenin inancına karşı çıkıp, reenkarnasyonu benimsemişlerdir.
Albigeois olarak adlandırdıkları reenkarnasyon düşüncelerini özetlerken, ruhun kurtuluşu için bir çok kez beden değiştirmek gerektiğini,
Bu yolda maddi bağlardan da kopmanın tercih edilmesi gerektiğini,
Nefis terbiyesinin bu süreci hızlandırdığını,
Dünyanın ikilemler alanı olduğunu,
Dünya’da şeytanın hüküm sürdüğünü,
Ölüm sonrasında yer alan cehennemim Dünya olduğunu çünkü kötülük kaynakları olan hırs, para ve beden isteklerinin burada yer aldığını, kaynakları aracılığı ile ifade ederler.
İslam’da Reenkarnasyon
İslamiyet’te reenkarnasyon hakkında detaylar şu şekilde sıralanır:
İslam’da genel olarak ruh göçü kavramı bulunmaz.
İslam bilginleri bu öğretiyi, tarih sürecinde benimsememişlerdir.
İslam’da yeniden dirilen güne kadar berzah’ta yer alınılacağına ve tekrar bir bedene gelmenin söz konusu olmadığına inanılır.
Merak edilen sinekler Corona Virüs bulaştırabilir mi? Detaylarını içeriğimizden inceleyebilirsiniz.
Hinduzim’de Reenkarnasyon
Hindularda Reenkarnasyon hakkında detaylar şöyledir:
Hintlerin geleneksel dinlerinden ‘’Jainizm’’ içinde reenkarnasyon inancı bulunur.
Bu kapsamda ruhların dünyada bedenlenip, belirli aşamalardan geçmesi ve yüksek tekamüle ulaşması gerektiğine inanırlar.
Hindulara göre, insan dünyaya bir önceki yaşamlarında neler yaptığının hesabını vermek için değil kendini geliştirmek için yollanır.
Dünyadaki beden ise ruhun nedensellik kuramına ayak uydurması için Tanrı tarafından tasarlanmış bir araçtır.
Diğer yandan insanların hayvan bedeninde olmamaları bu deneyimleri o beden formunda karşılayamayacakları içindir.
Bu temel kavramlar çerçevesinden Hinduzim Jainistleri reenkarnasyona inanırlar.
Reenkarnasyon’un Temel İlkeleri Nelerdir?
Reenkarnasyon’un temel kuralları şöyledir:
İnsan üç bölüm olan ruh, fiziksel beden ve yarı maddi yapıdan oluşur.
Can denilen kavram ölüm ile ruhun bedeni terk ettiği an öte alemde belirir.
Öte alemde Dünyada yatığı kötülük ve iyilik kavramlarını gözlemler.
Bir süre sonra tekrara Dünyada bedene gelir.
Sınavları geçirdiği doğuşların tümüne tekamül adı verilir.
Hiçbir zaman hayvan bedeninde doğmaz.
Bu işlem tekamülde bir gerilemeye sebep olur.
Aynı anda sadece Dünya’da değil evrenin başka noktalarında da bedenlenme yaşanır.
Reenkarnasyon Ve Teozofi İlişkisi
Reenkarnasyon ve teozofi bağlantısı şöyledir:
Helena Petrovna tarafından ortaya çıkarılan Teozofi, reenkarnasyon ile ilişkilidir.
Teozofi, ezoterik bilgilerden yararlanana felsefi bir sistemdir.
İnsanlığın evrensel birliği için renk, inanç ve cinsiyet ayrımı yapılamamsı gerektiği,
Felsefe ve bilim sınırlarının ötesinde çalışma için ek tekniklerden yararlanılması gerektiği,
Doğa keşfi, insanın bilinmeyen yönlerini araştırmanın oldukça önemli olduğu bu akımda belirtilir.
Akım ve liderleri temel konular kapsamında reenkarnasyon kavramından aldıkları bilgiler ile çalışırlar.
Kuzey Kore elindeki nükleer füzeleri ateşleyebilir mi? Yazımızdan öğrenebilirsiniz.
The post Reenkarnasyon Nedir? appeared first on Zovovo - En İyi Bilgi Sitesi.
Kaynak: https://www.zovovo.com/reenkarnasyon-nedir/
0 notes
seslimeram · 6 years
Text
Çürüme Şimdi Her Yerdedir
Tumblr media
Düzenin krizi derinleştikçe yaratılan vahametin ardından türetilen yıkım güncellenir. Karanlık tüm bu sabık tahayyülün yönlendirdiği nihai bir sahadır. Yaşadığımız yerin o kötülük ile olan teşviki mesaisi bu bariz döngünün asıl kimlere fatura edildiğini de bildirir. Cürümler sıradana karşıt bir silah olarak değerlendirilir / görülür. Yönetim olgusunun nefretle ve hiddetle hemhal düzenlenmesi tüm ol ekonomik / sosyolojik yıkımını örtbas etmek için kullanılan bir aparattır. Çürüme şimdi her yerdedir.
Kriz sırf nakitten ibaret malda ya da mülkte oluşan dengesizlikler, değişimlerinden ibaret değildir. Kriz sistemin, ol seçim ve oy bahsini bunca maniple etmesine rağmen tüm o istediği sonucu bulamayınca var ettiği bir şey değildir. Kriz topluca / topyekun müştereklerimiz meselinin lağvedildiği, bu bahsin enikonu çürütüldüğü bir eylemler, hamleler toplamıdır. Kriz bir ülkede iktidar mefhumunun doğrudan sıradana kasıt olarak güncel halidir. Kriz meseli insanlık meselinin üstünün çizilerek, bizatihi ‘sözün’ hiçleştirilmesidir. Cerahatin varlığı kutsandıkça hayat yerine mevki /makamlar öncelenerek ol tahakküm dokunulmaz ilan edildikçe kriz peyderpey kılınır.
Devletin dönüşümü var edilirken oluşturulan tablo yeni diye kakalanmaya çalışılan şey sıradanın hayatının alenen hiç kılınmasıdır. Hem ekonomik, hem sosyolojik çöküşün mihmandarları yeni krizlerini imal etmeye daha yeni rejimin ilan edildiği dakika başlatırlar. Radikal hayalgücü ve müştereklerin hiç edilmesidir meselemiz. Tükenişin ardışık kılınmasınadır sözümüz. Düzenin praksis tahayyülünü bir yerin yegane gelecek teorisi olarak dayatmasıdır inatla sorguladığımız. Cürümler ardışıktır.
Çorlu Tren Katliamı’nın ertesi günü cüretle; kötülükle bir sınırda her şeyin değiştiğinin ilan olunabilmesidir cürüm. Yıkımın peyderpey kılındığı bir uzam bu kötülükle yönetim, yeni krizlerle birlikte dönüştürülmektedir. Bu mudur ülke? Sorumluların kafalarını kuma gömmeye devam ettikleri bir menzilin her nesi yenidir? Kabinede yer aldıkları ilan edilen bakanların birbiri ardına sosyal medya’da kendileri hakkında yazıların, haberlerin ve gerçekliği kanıtlanmış olan suçların / göz yummalarının üstü örtüldüğü bir yerin sahiden nesi yenidir?
Krizler salt rakamsal değil böylesine sabık tahayyülü biteviye kılarak da icra olunandır. Bayağı, düpedüz, yalın ve çırılçıplak hakkın, adalet meseli ve mefhumunun, özgürlük temsili ve savunmasının, işin yanisi sıradana ait olan müşterek her bahsin topyekûn talanıdır kriz bahsinde ortaya serilen. Düpedüz bir mahvın düzleminde iyice yaşarmış gibi yapmalara alıştırılıyoruz. Devlet, idare, ol yapı bunlar dönüştürülürken sıradan olan için hayatın yıkımı sabitlenmektedir.
Cerahat bu ülkenin öteki yüzeyinde halen yüzeyden değil sahiden parlatılmaya devam olunandır. Cürümler icraat kabilinden burada sunularak, var edilendir. Memleket değil bir çukurda olduğumuz sürekli üstü örtülen / ona çalışılan bir haldir bir meseldir. Düzenin krizi bir tahayyül değildir, olduğu gibi günbegün yeniden ve yeniden ve yeniden imal olunan bir tecrübedir. Özgürlüklerin kısıtlanmasına dair, belirgin bir krize, örnek olarak ODTÜ’de 6 Temmuz Cuma günü düzenlenen mezuniyet töreninde taşınan pankartlarla ilgili olarak öğrencilerin gözaltına alınmasını örnek gösterebiliriz.
Burcu Karakaş’ın Deutsche Welle Türkçe’deki haberidir. “Mezuniyet töreni geçişi sırasında yaşanan protestoların ardından aralarında ODTÜ Öğrenci Temsilcileri Konseyi (ÖTK) Başkanı ve ODTÜ LGBTİ Dayanışması'ndan Özgür Gür'ün de bulunduğu 4'ü öğrenci beş kişi polis baskınıyla gözaltına alınmıştı. Törende Penguen dergisinin kapağında yer alan "Tayyipler Alemi” karikatürünün yer aldığı pankartı taşıyan üç öğrenci ile pankartı kampüse getiren bir öğrenci olmak üzere toplam dört kişi dün gece çıkarıldıkları nöbetçi mahkeme tarafından "Cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla tutuklandı. Gözaltında bulunan, pankartı basan matbaa sahibi ise serbest bırakıldı.”
“ODTÜ Mezunları Derneği, gözaltıların ardından yaptıkları açıklamada, üniversitelerin özgür düşüncelerin yeşertildiği ve ifade edildiği bilim yuvaları olduğunu belirterek "İfade özgürlüklerini kullanan arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır. En temel insani hak olan eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğüne katlanamayan bir anlayışın ODTÜ'ye egemen olamayacağı açıktır” dedi. Gözaltına alınan arkadaşlarının serbest bırakılması çağrısıyla önceki gün kampüste protesto yapan öğrencilere müdahale etmek için okula çevik kuvvet girdi. "ODTÜ'de ve ülkede ‘tek adam'a biat etmeyeceğiz” pankartı açan öğrencilerin karakola götürülmesine, müzakere etmek için araya giren akademisyenler engel oldu. Alınan bilgiye göre, ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök bugün (11 Temmuz) Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç ile görüşmeyi planlıyor.”
“DW Türkçe'ye konuşan Ankara Barosu Başkan Yardımcısı avukat Erinç Sağkan, pankart soruşturması kapsamında dört öğrencinin yanı sıra pankartı basan matbaa sahibinin de gözaltına alındığını söyledi. Savcılığın soruşturmayı genişlettiğini ifade eden Sağkan, terörle mücadele şubesine öğrencilerin herhangi bir terör örgütüyle bağlantılı olup olmadıklarının sorulduğunu söyledi. Başkan Yardımcısı Sağkan, "Taşınan pankartta hakaret olduğu iddiası var. Delil ortada, taşıyanlar ortada. Toplanacak delil yok, kaçma şüphesi yok. Üç gündür gözaltında tutulmaları bile kamuoyuna gözdağı” diye konuştu. Pankartta yer alan karikatürün suç unsuru taşımadığı üzerine mahkeme kararı olduğunu hatırlatan Sağkan, "Bu pankarttan dolayı ceza almaları mümkün değil” dedi.”
Türetilen ve cürümlerle biçimlendirilen “kriz” susun demenin yepyeni bir yöntemidir. Bütün bu menzildeki hayat hakkımızın ayaklar altına alınıp çiğnenmesinin yolu ve yordamı bir kez daha kesintisizdir. Kriz o’dur. Öğrencilere, mezun olan insanlara reva görülenler özgürlükler için teminatlar verilen yerde asıl olan bitenin cüruflu halini belirginleştirir. Muktedir için hiç ama hiç kimsenin hayatı öncelikli, önemli, eşitlikte / bir değerlendirilmeyendir. Ayrıştırmalar, müşterek olan insan hakkını alaşağı ederek, kesintisiz hınç, nefret şablonlarıyla, gözdağı açık ve yalın tehditlerle, daha önce uygun görülenlerin şimdi kırmızı çizgileri harekete geçirmeye yettiği bildirimi ile var ederler.
"Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaret" suçlamasıyla gözaltına alınan dört ODTÜ öğrencisi ve bir baskı evi çalışanı tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilir. Mahkemeye çıkarılan dört ODTÜ’lü tutuklanırken, gözaltına alınan baskı evi çalışanı ise serbest bırakılır. Hayat bunca açık bir biçimde böylesi bir yıldırı düzeneğine rehin olunandır. Yol nereyedir, sahiden ama sahiden?
Barış İçin Akademisyenlerin “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi imzacısı akademisyen ve avukat Hanifi Barış sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek tutuklanır. Hakim tutuklama gerekçesini “kaçma ve saklanma şüphesi” olarak açıkladı. Barış, karakola ifade vermeye kendisi gitmişti. Savcılık sorgusunda kendisine yöneltilen suçlamalar ise özgün yorumlarını katmadan genelde yabancı haber sitelerinden paylaştığı haber gönderileri oldu. Haberde kullanılan fotoğraflar da suçlamalar arasında yer aldı.
“Barış’ın avukatı ve aynı zamanda iş arkadaşı Mehmet Doğan’ın bianet’e verdiği bilgiye göre, Barış 4 Temmuz günü işe gitmek üzere evden çıkarken polisten telefon aldı. Arayan yetkili sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle hakkında soruşturma olduğunu ve ifade vermek için karakola gitmesi gerektiğini söyledi. Barış işten önce ifade vermek için gittiği karakoldan savcılığa çıkarıldı. Tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen Barış, aynı akşam 10. Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı. İlk olarak Metris Cezaevi’ne ardından Silivri 5 No’lu Kapalı Cezaevi’ne gönderildi.”
Düzenin krizlerinin nasıl sıradanın sözüne, sesine, yaşama gayretine karşıt olduğu bir kez daha ortaya çıkar. Cühela cüretinin var ettiği şey bir mübalağa değildir. Bugünün ülkesinin öyle anılan yerin tahakkümle, tehditle, yıldırıyla ve olanca kriz tahayyülü ile cana kastının ol müştereklerimiz olan hakların talanı için yola devam olunması birlikteliği artık gizlenmeyen bir meseldir. Cürümler, var edilen yeni ülke halinin / şablonunun nasıl olacağını da bildiriyor.
Tumblr media
Bayağı, doğrudan ve hiç eksilmeksizin bir kriz döngüsünde rehin edilen hayatın ta kendisidir. Cürümlerle yol bulunan menzilde oluşturulan kararlı karanlık hemen her biçimde adalet edimi ol mefhumun hiç kılınmasını güncellemektedir. Onu da karar hükmünde kararnamelere rehin eden bir düzlem ve yönetim şablonundan dökülen cerahat bir başka yara olan Soma Maden Cinayeti davasının sonucunda bariz kılınır. Ahmet Şık tarafından teker teker bildirilmiş olan dönüştürülen menzilde vahşetin nasıl ardışık her ne kadar aleni bir biçimlendirme ile sıradana karşıt olunduğunu ifşa eder. Cerahat bir nüve değildir. Cüretle savunulan el üstünde tutulan sermayenin cinayetleridir. Bunca açık katliam gözlerden ırak, unutturulmaya sevk olunandır.
BBC Türkçe’den alıntılayalım: “Sanıklardan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan 15 yıl, Genel Müdür Ramazan Doğru 22 yıl 6 ay, İşletme Müdürü Akın Çelik 18 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edildi. Ayrıca İsmail Adalı 22 yıl 6 ay, Ertan Ersoy 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezalar, taksirle ölüme sebebiyet verme ya da taksirle ölüm ve yaralanmaya sebebiyet verme suçlarından verildi. Sanıkların tutukluluğuna devam kararı verildi.”
Krizlerin sonucuna eklenen kırımlarla yol / yön belirlenen menzilde Alp Gürkan’ın kurtarılması gibi, geriye bırakılanlar da mümkün olanın en asgarisinden cezalarla üç yüz bir insanın canını çalmalarından sorumsuz bulunurlar. Adaletin terazisi çoktan çalınmıştır. Kefeler arasındaki denge artık gözardı edilen, umursanmayandır. Bir de seçimde oylarını AKP lehine kullandıkları için bildirilen bir gözdağı vardır, eden bulmuştur, oh olsundur. Nasıl oh olsun sorusunun yanıtı eksiklidir, niye oh olsun’a verilecek tek bir cevap bırakılmayandır.
Ahmet Şık, bütün o döngüye, şu yıkım güncesinin var ettiği krizin yanındaki bir de derinden var edilen cerahate karşı ses eder: “Soma katliamı ile ilgili her yazılana, seçimlerde Soma’dan AKP ya da Erdoğan’a çıkan oyları göstererek “oh olsun” diyen, yetmeyip hepsinin ölmesi gerektiğini ifade edenler, güya karşısında mücadele ettiğiniz, eleştirdiğiniz iktidardan ya da trollerinden hiçbir farkınız yok. Kaçınız gitti Soma’ya? Nazilerin toplama kamplarını andıran o madenleri gördünüz mü? İş cinayetinde ölmezsen berbat çalışma koşulları nedeniyle yakalanacağın hastalıktan öleceğini bilerek o madende çalışmayı göze alabilen kaç kişisiniz? Öleceğini bile bile o madenlerde çalışmaktan başka hiçbir istihdam olanağı olmadığını da bilmiyorsunuz kanımca. Tarım alanlarının yasayla maden aramasına açıldığını biliyorsunuzdur. AKP’nin doğa talanına karşı çıktığınız için duymuş hatta sosyal medyada eylem de yapmışsınızdır. Soma ve çevresindeki köylerdeki zeytinliklerin de maden araması için kesildiğini duydunuz mu? Ezcümle, soluk alıp vermekten ibaret bir “yaşam” için gereken paranın sadece o berbat koşullardaki madenlerde çalışmaktan geçtiğini anladınız sanırım. Ucunda ölüm olduğunu bildikleri o işi bulabilmenin koşulunun da AKP’ye oy vermek olduğunu söylemeye gerek var mı? Bir istihdam olanağı yarattınız da size itiraz mı ettiler? Hayatlarını sürdürülebilir kılmak için sorunlarına çözüm önerileriyle mi çıktınız karşılarına? Babasız kalmış 200’den fazla çocuğun elinden mi tuttunuz? Kocalarını kaybeden kadınları mücadelenin içine katacak ne çaba harcadınız mesela? Doğru ya 301 işçi katledildiyse AKP’ye oy vermezler değil mi? Yüzeye çıkmak için fırsat kollayan içinizdeki kötülüğü de alıp bir zahmet çıkın takipten. Her birinizi engellemek zaman alacak.”
Doğrudan kesintisiz ve bariz bir yıkımın bunca açık krizler üretilen bir menzildeki cüretin ol kötülüğün nasıl bir yön tayin ettiğine dair yeterince açık bir isyandır yukarıdaki satırlar. Hayat bu menzilde hiçbir zaman önemli addedilmeyen, değerinin ne olduğu bir türlü devletten azade düşünülmeyen bir tahayyüldür. Barışın savunulmadığı, sözün tıpkı pek çok diğer mefhumdaki gibi yok edilmesine karşı ses edilmeyen, çürümenin, göstere göstere can almanın üstünde bile durulmayan bir menzilin meselesidir krizler, şimdi anlıyor musunuz? Çürümenin vardığı kötü olanın ulaştığı seviyedir mesele, umursuyor musunuz?
Soma Maden Cinayeti davasında sonuç diye bildirilen bir kriz tahayyülünün tüm ol yıldırı ve cerahat hallerinin zincirleme birlikteliğinde nasıl sıradana karşıt olarak kurulduğunu gösterir. Yok etmek, nüfuslu insanlar için artık sıradan / normatif bir meseldir. Cinayetlerin bedelleri, muktedire yardım ve yataklıkta, yol vermekte ne kadar ileriye doğru hamle edildiyse o kadar seri bir biçimde indirme tabidir. Adalet laftadır. Biyopolitik nesnel çürüme bu bahistir. Adalet artık varlığı belirgin bir hiç kılınan meseledir. Çürümenin yaratılan düzlemde yeni krizlerle ortaya serdiği tezahür tam da budur. Hak, hukuk, adalet üçlüsü çürümeye terk olunandır. Sıradanın söz hakkı, yaşam hakkı, adalet tahayyülüne vurulan ket her ne olacaktır. Eğrelti değil doğrudan yanıt yaşatıldıklarımızdadır. Aralıksız düzenin var ettiği yıkım süreğen kılınan çürüme birer kriz ünlemi olarak bu hayat akışını paramparça etmektedir. Teyit ettiğimiz şey budur, bu mudur yeni Türkiye?
Şirnex’in Silopiya ilçesinde 3 Mayıs 2017 gecesi evlerine giren panzer sonucu 6 yaşındaki Furkan ve 7 yaşındaki Muhammet Yıldırım kardeşlerin ölümüne ilişkin davada, tanık polisler dinlendi. “Cizre 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın dördüncü celsesine “taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçlarından 2’şer yıldan 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle tutuksuz yargılanan sanık polis Murat M. duruşmaya katılırken, zırhlı aracın sürücüsü sanık Ömer Y. duruşmaya katılmadı. Yıldırım ailesi ve avukatları da duruşmada hazır bulundu.”
“Emri veren” olarak gösterilen polis Tuncay Taşdemir, tanık olarak alınan ifadesinde sorumluluğu İlçe Emniyet Müdürü Selçuk Erdoğan’na atar. Olayın yaşandığı günün öncesinde TOKİ lojmanları önündeki polis noktasında denetim yaparken İlçe Emniyet Müdürü Selçuk Erdoğan’ın yanlarına geldiğini belirten Taşdemir, burada sertifikası bulunmayan polislerin olaya karışan panzer aracının kullanılması konusunda aralarında bir konuşma geçtiğini anlattı.
Taşdemir, Emniyet Müdürü Erdoğan ile arasında geçen konuşmaya ilişkin şunları söyledi: “Büro kadrosunda iki tane kurslu, dört tane kaymakam olurlu toplam 6 personel bulunduğu, araç sayısı nedeniyle ancak bir personelin panzer araçlarında görevlendirilebildiğini söyledikten sonra kendisi bana kızarak ve hakaret ederek tek personel sayısını çift personele çıkarmamı istedi. Ayrıca personelin sertifikası ile ilgili durumu izah etmeme fırsat vermedi. Kendisine izah ettim. Ayrıca ısrarla kursu bulunmayan personel çalıştırmamızdan dolayı sıkıntı olabileceğini söyledim.”
Daha sonra telefon üzerinden bazı polislere gönüllü olarak panzer araçlarında çalışıp çalışmayacaklarını sorduğunu aktaran Taşdemir, “Sanık Ömer Yeğit daha önce panzer kullanma tecrübesi bulunduğu için kendisini görev listesine ekledik. Ben daha sonra büro amir vekili Yasin Eker’i aradım, bu hususun ileride bize sıkıntı çıkarabileceğini söyleyerek bir tutanak düzenleyeceğimi ve bu tutanağı kendisinin de imza atmasını söyledim. Yasin Eker de bunu kabul etti” anlatımlarında bulundu.
Tuncay Taşdemir, evrakı gönderdikleri İlçe Emniyet Müdürü Erdoğan’ın imza atmaktan imtina ettiğini açıkladı. “Bu şekilde sanık Ömer Yeğit’in görevlendirilmesi Kaymakamlık oluru bulunmaksızın yapılmış oldu” diyen Taşdemir, olaya karışan panzerin de İlçe Emniyet Müdürü Selçuk Erdoğan’ın talimatı ile olay yerinden çekildiğini dile getirdi. Duruşma daha önce 3 kez yapılamayan “olay yeri keşfi” kararı verilerek ertelenir. Yaraların kesintisizliği bir kez daha, ben değil o yaptı, biz değil şunlar eyledi. Ben görmedim amirim izin verdi. Sorumlu hala yekten “devlet” olarak imlenirken, kriz bunun tartışılmamasıdır, bu mudur Yeni Türkiye? Yıldırım kardeşler için adalet bahsi hiçbir zaman söz konusu olacak mıdır? Çocuklar Ölmesin bahsini terör örgütü(!) propagandası sayan zihnin eylediği değil midir en büyük terör...
“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalayan akademisyenleri tehdit ettiği gerekçesiyle yargılanan Sedat Peker'in, suçun yasal unsurları oluşmadığı gerekçesi ile beraatine karar verildi. İstanbul Anadolu 20. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davaya, tutuksuz yargılanan sanık Sedat Peker katılmadı. Peker'i dört avukat temsil etti. Şikayetçi akademisyenlerden bazıları duruşmada hazır bulundu. Akademisyenlerin Avukatı Oya Meriç Eyüboğlu da duruşmaya katıldı. Söz alan müşteki akademisyenlerin Avukatı Oya Meriç, sanık Sedat Peker'in iddianameye konu tehdidindeki sözlerinin muhatabının müvekkilleri akademisyenler olduğunu belirterek, "Sanık söz konusu tehdit içerikli sözleri ile imzacı akademisyenleri kast ediyor. Anayasa Mahkemesi kararlarında ırkçı, şiddet yanlısı, şiddeti öven beyanların ifade özgürlüğü kapsamında korunmayacağı belirtilmektedir. İnsanların kanlarında duş almak ibaresi ile vahşi bir cinayet kapsamından bahsettiği açıktır. Dolayısı ile bunun ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir" dedi.
Peker'in Avukatı Turgay Özdoğan, müştekilerin terör örgütüne destek verici bir propaganda metni imzaladıklarını iddia ederek, " Metin, Anayasa'nın 26. Maddesi'nce düzenlenen düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Gerek müştekilerin, gerek vekillerinin ifadelerinde bahsettiği gibi vahşice bir kan dökme söz konusu değildir. Müvekkilim esasında devletin bekasının herkes için önemli olduğunu belirtmek amacıyla ele almıştır. Metinde yer alan ifadeler ütopik bir kavramdır. O ifadeye gerçek manada bir anlam yüklemek doğru değildir. Müvekkilim bir suç örgütü lideri değildir" dedi.
Mahkeme heyeti “suçun yasal unsurları oluşmadığı” gerekçesiyle kararını açıklar; suç yoktur! Pankart taşımanın suç bildirildiği, çocuklar ölmesin demenin terör örgütü üyeliği sayıldığı, ol vekillerin sırf sözlerini savundukları için tutsak edildikleri, “seçim” diye bildirilen o karanlık bahsin sorgusunu ya da sualini bile engellemekten kaçınmayan cerahatin ülkesinde mafyözler, dünün devletlisi ol ağar ağabeyler yeniden sahnededir. Bunlarla mıdır Yeni Türkiye? Cürümle olanca cühela cüretiyle bir dolu tehdit ve tahakkümle imal olunan krizlerle varılan yer midir o Yeni Türkiye, soruyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – 1F İstanbul 2014 ve 1J Pleven 2014 - Ali Bilge AKKAYA
0 notes
bilgibirikim · 4 years
Text
Web tasarım haber toplaması 2019: Yılı tanımlayan hikayeler
Yıl sonuna yaklaşırken, web tasarımının 2019 trendlerini, yayınlarını, haberlerini ve anlarını tanımlayan sekizi vurguladık.
Başka bir 12 ayın geçtiği inanılmaz gibi görünse de, hisse senedi almak ve yılı web'de yansıtmak için mükemmel bir fırsat. 2019'un web tasarımı için heyecan verici olduğunu söylemek, şeyler sürekli ve hızlı bir şekilde ileri doğru hareket ederken yetersiz kalıyor gibi görünebilir. Ancak bu eski haberlerin ya da tuhaf bir özetin nostaljik bir tekrarı değil, daha sonra nereye gideceğimizi gösteren daha az belirgin hikayeleri vurgulamak için bir fırsat.
Belirli bir düzende, en büyük web tasarım güncellemelerinin, yinelemeye değer hareketlerin ve duyuruların sekiz tanesi. Veya daha fazla trend yapan araçlar için, temel web tasarım araçlarımızı inceleyin.
01. CSS Grid Layout yaşlandı
Tumblr media
2019’da web düzenlerinin kaputu altında çok göz attıysanız, Grid’in kelime olduğunu biliyorsunuzdur. Kesin olan CSS Grid Layout, 2017 yılında popüler tarayıcı desteğini hayata geçirdiğinden beri bir standart olarak benimseyen daha fazla tasarımcıyla birlikte bu yıl kendi başına geldi. CSS'nin sunduğu en güçlü yerleşim sistemi olan iki boyutlu sütunlar ve satırlar Flexbox üzerinde elle aşılabilir bir kenar sağlar.
Bir kap veya 'üst' elemandan başlayarak, ekran kullanılarak ayarlanmış: ızgara özelliği, oluşan sütunlar ve sıralar daha sonra 'alt elemanlar' eklenmeden önce boyutlandırılır. Dahası, bu öğelerin tanımlanma sırası önemsizdir, bu nedenle medya sorguları ile sayısız kombinasyonda yeniden düzenlemeyi kolaylaştırır. Cihazlar arasında yerleşim esnekliğinin önemi göz önüne alındığında, bu şıklığın şaşırtıcı olması ve duyarlı şablonların yeniden kullanılabilirliği bir iyilik bulmaktır.
02. GSAP 3 arrived
Tumblr media
Zaten bilmeyenler için, Greensock Animasyon API'sı (GSAP) hızlı bir şekilde scriptli web animasyonları için standart hale geliyor (temel bir giriş için GSAP'a başlama kılavuzumuzu inceleyin). 2019'daki en sevdiğiniz dinamik web siteleriniz, SVG tabanlı bir hareketin hızlı ve zarafetle yapılmasını sağladıysa, büyük olasılıkla GSAP bunun arkasındaydı. Kütüphane, 60fps performansıyla jQuery ve CSS3 geçişlerinden daha hızlı bir uygulama sunuyor.
Kasım ayrıca GSAP 3’ün piyasaya sürüldüğünü ve eski TweenMax’ın yarısı kadar büyük olduğunu iddia ederken 50’den fazla yeni özelliğin eklendiğini gördü. İzlenecek diğer önemli noktalar arasında, basitleştirilmiş bir API, geriye dönük sözdizimi uyumluluğu ve tekrarlayan çağrıları kısaltmak için ebeveyn / çocuk mirası sayılabilir. Ek olarak, yeni bir MotionPathPlugin, herhangi bir öğenin düzenlenebilir SVG hareket yolları boyunca canlandırılmasına izin verir.
03. Tipografi BÜYÜK oldu
Tumblr media
Yazı tipleri bu yıl çok büyüktü ve büyük boy metinler ve tipografinin estetik bir araç olarak bütünleyici kullanımı giderek daha belirgin hale geldi. Çözülme ve Rogue Stüdyosu'nun Sembolleri (yukarıda gösterilenler) gibi lauded web siteleri yeni örneklerdir, diğerleri daha çeşitli stillerde ortaya çıkar.
Başka Bir Renk Yaratıcı Yönetmen ve Kurucu Steve Scott, “Benim için, fontların lisansı evrensel olarak daha uygun ve uygun hale geldiğinden, bu yıl fontların nasıl kullanıldığı konusunda büyük bir kayma oldu” diyor. “Büyük boyutlu fontlar, kaligrafik ve hümanist fontlar popüler olmuş ve geometrik fontlardan ilginç bir değişim yapmıştır.”
Ekim ayında da HGCC'nin MonoType'ı 825 milyon dolarlık bir satın alımdan sonra başarıyla kazandığı ve bunun da pazar etkisi yaratabileceği açıklandı. Şirketin kendi trend raporu, 2020'de izlenebilecek değişken fontlarını belirledi.
04. Dart uçağa bindi
Tumblr media
Google’ın müşteri tarafından optimize edilen programlama dili Dart, ilk sekiz yıl önce açıklandı. Platformlar arası uygulama oluşturma ve JavaScript olarak derlenebilme özelliğine sahip olan dil, 2019'da önemli bir evlat edinme patlaması yaşadı. Görünüşe göre, yıllık Octoverse Eyaleti raporunun bir parçası olarak GitHub, Dart'ı yılın en hızlı büyüyen dili olarak taçlandırdı. yüzde 532 artış gösteriliyor.
Platform ayrıca, dart2native'in Dart’ın mevcut derleyiciler grubuna katılacağı haberi ile Kasım’da 2.6 sürümünü yayımladı. Bu, hedef sistemde Dart SDK'nın kurulu olup olmadığına bakılmaksızın, geliştiricilerin Dart kodunu bağımsız çalıştırılabilir programlara derlemelerine olanak tanır. Flutter ile, Google’ın Dart’a dayanan popüler UI araç takımı da, tüm yaygaraların ne olduğunu keşfetmek için daha iyi bir an olmamıştı.
05. Adobe Dreamweaver 2020 geldi
Tumblr media
Şimdi her saat yeni bir biçimlendirme düzenleyicisi gibi görünmesine rağmen, bu her zaman böyle değildi. Çok uzun zaman önce, yalnızca tek bir geçerli seçeneğiniz vardı, Adobe'nin Dreamweaver'ı hem web tasarımcıları hem de geliştiricileri için önemli bir araçtı. Kasım ayında, en son 2020 sürümünü memnuniyetle karşıladık ve bu gün uygulama Adobe’nin çevrimiçi Creative Cloud deneyimine paketlendi.
Yeni özellikler devrimci olmaktan uzak, ancak önemli ölçüde canlı düzenleme daha sorunsuz hale getirildi. Buradaki kullanıcılar, <aside> ve <section> gibi anlamsal etiketleri düzenleyebilir ve 'otomatik senkronizasyon' teknolojisi canlı tutulur ve kod görünümü değişiklikleri senkronize edilir. Kod ipucu, PHP için daha iyi filtreleme mantığı ve sadece PHP için değil JavaScript için de sunulan daha fazla ipucu ile geliştirmeler alır. Dreamweaver 2020, tek bir uygulama olarak satın alınabilir.
06. Navigasyon konusunda deneysel olduk
Tumblr media
İyi bir web navigasyonunun büyük ölçüde fark edilmemesi gerektiğini söyleyen her zaman saf bir düşünce tarzı vardı. İstediğiniz hedefe ulaşma sürecinin tamamı sadece kötü olduğunda veya sizi kaybettiğinde sorun olur. Bununla birlikte 2019, yeni bir düşünce okulu ve navigasyonu kendi içinde odak noktası haline getirmek için harcanan çaba olduğunu gördü. Birden büyük menüler ve büyük pusula benzeri açılış ekranları vardı, Majesteleri’nin FILA Explore’a gösterdiği çaba gayet açık.
Diğerleri, Avusturya ajansı Ursa Major Supercluster’ın WebGL projesi bibloları gibi daha fazla deneysel arama yaptı. Rus tasarımcı Anton Chalov, chalovak.tv cihazını akıllı telefonla kontrol edilen ve uzaktan keşfedilmiş eski bir televizyona dönüştürerek tekneyi itti ve çekici bir deneyimin tam anlamıyla yaratıcı navigasyonunu sağlamlaştırdı.
07. CSS güncellenen yönü değiştirdi
Tumblr media
2019'da, HTML 6 ve CSS 4 beklentilerinin mitolojik bir kavram olabileceği çok açık bir şekilde ortaya çıktı. Çok daha muhtemel olan, örneğin Ağustos ayındaki CSS Seçicileri seviye 4’e yapılan taslak güncellemeler gibi, geliştirmelerin her bir spesifikasyona göre düzenlenmeye devam etmesi.
Bu faydalı yapılar, özellikle bu yıl, yeni stil etrafında kararsız bir vızıltı ile karşı karşıya kaldı: basitleştirilmiş stil hedeflemesi için is () sözde sınıfı. Bir If gibi davranmak… Sonra koddaki ifade, bu, kardeşi: where () ve: not () seçicileriyle birlikte bazı öğelere koşullu stil uygulamak için popüler olduğunu kanıtlıyor. CSS kodlama ekonomisinin avantajları, alt öğe düzeyinde en belirgin hale gelir ve halen çalışmakta olan taslak durumundayken, ana tarayıcılarda geri dönüşlerle test edilebilir.
08. Duda 25 milyon dolarlık yatırım aldı
Tumblr media
Web sitesi oluşturucu platformları, Zion Market Research'ün dünya çapında 6.5 milyar dolar değerinde pazardan sonra bir yıl sonra, 2019 yılında güçlenmeye devam etti. Mayıs ayındaki raporunda, değerlemenin 2027 yılına kadar 13.6 milyar dolara ulaşacağı ve Squarespace, Automattic (WordPress) ve Wix.com gibi devasa oyuncuların büyük yatırımları çektiği tahmin ediliyor.
Bu alanda ortaya çıkmakta olan bir güç, Eylül ayında 25 milyon dolarlık bir fon enjeksiyonu ilan eden merkezi çoklu servis platformuyla Duda. Duda, ekip işbirliği ve müşteri yönetimi hizmetleriyle birlikte kurumları, dijital yayıncıları ve barındırma sağlayıcılarını ölçekli web siteleri oluşturmak için araçlarla hedeflemektedir. 2009 yılında kurulan Palo Alto merkezli açılış, şu ana kadar 14 milyon sitenin inşa edildiğini iddia ediyor ve bu son sermaye artırımının gelecek 12 ay boyunca izlenmesi için yeni bir oyuncu olarak yükselmesini umut ediyor.
0 notes
sizekitap · 6 years
Text
Hekim ve Heybesi
Hekim ve Heybesi Beltan Özen Demir Nota Bene Yayınları
“Hippokrates ve “hatanın öğretmenliği” meselesi, bir dert edinme ve bilim yolcusu olma meselesi olarak da okunabilir. Kendi başına (per se) bir bilim olmayan, bir bilimsel ve bilimler-arası disiplin olan tababette hiçbir şey “yüzde yüz” değildir. Tıbbî pratiği zorlaştıran da, keyifli kılan da bunca olasılık ve olumsallık karnavalıdır.”
Bu kitapta yer alan metinler, izleğini şu veya bu ölçüde saha formasyonunun ve klinik nosyonun belirlemiş olduğu metinlerdir: Klinik karar ve tanılama sürecinin mutfağı, hastalığın anlam dünyası, neoliberal sömürgeciliğin gölgesinde sağlık hizmetleri, tıp tarihi, biyopolitik bir strateji olarak tıp ve marjinal kimlikler, heteronormatif bilim ve ideolojisi, sağlık eşitsizliği, yaşam bilimleri ve medikal antropoloji, beyin araştırmaları (sinirbilim) ve deneysel sınırlılıkları, edebiyat ve hekimliğin birbirine yaklaştığı tıbbî yazın evrenine bir seyahat, kadın hastalıkları ve doğum pratiğinin hasta-hekim ilişkisinin doğasına ilişkin günümüzde isabet ettiği karşılıklar, ritüel pratiği ve animistik kurumsallaşmaların bilişsel temelleri, barındırdığı olanaklarla evrimsel tıp sahası, şarlatanlık ve tıp, tıbbın tarihsel paradigmalarındaki süreklilik ve kopuşlara ilişkin değiniler… Doludizgin bir tempoyla satır-aralarında birbiriyle diyalojik teması yakalayabilen dokuz dolgun metin.
Üstelik, 41 yıllık bir hekimin, o derinlikli deneyimlerinden damıtılmış “takdim”iyle birlikte…
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/uiYPNr
0 notes
kitapidea · 6 years
Photo
Tumblr media
Hayatın Sessizliğinde Aslı Erdoğan'ın en deneysel kitaplarından biri olan Hayatın Sessizliğinde, Türkçe edebiyatta eşine ender rastlanan bir metinler toplamı.
0 notes
kitapindiroku · 7 years
Text
Kış Dönencesi Kitabı pdf indir pdf indir
Kış Dönencesi Bu kitaptaki metinler 1996-2010 aralığında ürettiğim deneysel işleri kapsıyor. 1998’de mimarlık öğrencisiyken yayınlanan ilk kitabımdan bir bölümle açılıyor. Bu 1996’da üçüncü sınıfın ilk döneminde teslim ettiğim mimari proje ödevimdi; sonradan ilk kitabımın giriş bölümünü oluşturdu. Eski adı Binanın Eşkâline Dair olan bu bölüme müdahalelerde bulundum. Metni güncellerken kimi bölümleri kısalttım, görselleri seyrelttim ve numaralama sistemini kaldırıp dizilimi bütününde yoğunlaştırdım. Yerdeğiştirmeler Seçkisi’ni oluşturan metinlere hemen hiç dokunmamakla beraber, bu kitap için birçoğuna yeni tasarımlar geliştirdik Koray’la. Edebiyat ürünlerinin grafik açıdan tasarlanmasına hâlâ kuşkuyla bakıldığını görüyorum, kitabın bu anlamda cesaret vermesini umduğumu söylemeliyim. Ad Dîvanı, alfabetik bir kitabın çok küçük bir kısmı olarak kaldı; 2003’e kadar geri gidiyor. Buradaki şiirlerin yarısı daha önce yayınlanmıştı. Kolaj şiir kitapları ilk kez burada yayınlanıyor. Delikanlı’nın Hikâyesi’ni Flaubert’den, Sincap Kafesi’ni 30’larda yayınlanmış bir asfalt ve yol kitabından, Korkunç Tavuk’u iki farklı çocuk kitabını çarpıştırarak ve Konuş Tarih Konuş’u 60’larda yayınlanan bir tarih dergisinden “yararlanarak” yaptım. (Yararlanma kelimesini en pis anlamıyla kullanıyorum, “benden yararlandı…“) Aslında bir seri katil olarak, kaynaklarımı açıklamak zorunda değilim… Bunların başlangıcı, Sincap…’tır. İstanbul’dayken, Alptuğ ile beraber yapmıştık ve yayınlamayı asla düşünmedik. Sonradan ben bu sapkın gece faaliyetlerini devralarak geri kalanları yapmaya başladım.
Kitap kesmek gerçek bir cinayettir. Bu yüzden de cinayetin hak ettiği titizlik, dikkat, saygı ve kösnüllük içinde, törensel bir sabırla yerine getirilmelidir. Yasası basittir: Dikey metin. Yazılı kültürümüz bizi metnin yatay bir şey olduğuna ikna ettiğinden beri, kitapları satır satır kat etmeye alıştırıldık. Dikey bir metin üretmek için satırları dikine taramak ve sayfada saklı olan şiiri bulmak gerekir. Bulduğunuzda, bir falçatayla onu dissekte etmeli ve oluşturmaya başladığınız yeni kitabın boş sayfalarına yavaş yavaş yerleştirmeye başlamadan önce bir araya toplamalısınız. Bu işlem, bir edebiyat eserine en büyük kötülük olmakla kalmaz, acımasız şiddetiyle büyük bir ihanettir de. Gecenin en koyu saatlerinde, cinayetinizin, semantik arkeolojinizin veya histolojik (dokubilimle tarih arasında bir çağrışım yarılması) çalışmanızın —nasıl adlandırırsanız adlandırın— ürünü ortaya çıktığında gerçek edebiyatın tek bir kaynağı olduğunu bedeninizi saran ürpertilerle keşfedersiniz: Cinayet.
Kış Dönencesi Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes