Tumgik
#tajdin adal
seslimeram · 8 months
Text
Cerahat Hayatı Kuşatırken
Tumblr media
“Her bir dakikamın elli dokuz saniyesi," diye söylendim sokaklarda, "acıya ya da... acı fikrine vakfedilmiş. Keşke bir taş olabilseydim! 'Yürek': Bütün azapların kökeni... Nesneye imreniyorum... maddenin ve donukluğun lütfuna... Küçük bir sineğin gelgiti bana kıyamet bir iş gibi görünüyor. Kendinden çıkmak günah işlemektir. Rüzgâr, havanın çılgınlığı! Müzik, sessizliğin çılgınlığı! Bu dünya hayatın önünde pes ederek hiçliğe karşı kusur işlemiştir... Hareketten ve rüyalarımdan istifa ediyorum. Nâmevcudiyet! Tek zaferim sen olacaksın... 'Arzu', sözlüklerden ve ruhlardan hepten silinsin! Yarınların baş döndürücü şakası önünde geriliyorum. Ve bazı ümitlerimi hâlâ muhafaza etsem dahi, ümit etme melekemi hepten kaybettim.” Emil Michel CIORAN – Çürümenin Kitabı – Metis Yayınları – Çevirmen: Haldun BAYRI
Bariz devamlılığı sağlama alınmış bir hayat tecrübesini yaşıyoruz. Deneyimimiz kılınan o yaşama eyleminin her anı, her dönemeci, her arası, ötesi berisi bir kere daha cerahat halini kapsıyor. Cürümlere hedef ediliyoruz. Nesnel, sabit bir nefret söyleminin toplumun artık her kesimi için bir linç fırtınasını var etmesine tanıklık ediyoruz. Korkunç dehşet verici bir ayrım, ırkçılık tahayyülünün birlikteliğinde bir göçebeler yurdunun her nasıl ötekisine düşman addedildiğini görüyoruz. Her şey iç içe geçiyor. Her gün biraz daha karanlığa yol alınıyor. Sürgit kılınan tahakküm ve beraberinde imal edilen dehşet hali içerisinde tümden bir kaos teorisi var ediliyor. Birbiri ardına şok doktrinlerinin insafına terk edilmiş olan iş bu cenahta her gün hayat hedef kılınıyor. Cürmün cerahatle bütünleştiği zeminde “hayat” bunca karanlık / tahakküm döngüsü arasında un ufak ediliyor. Birer mezar kılınmış olan, aslında dört duvardan ibaret evlerimizde konforlu sandığımız gibi azar azar, peyderpey bir devinim ile hayat mahvediliyor. Her şey aleni bir çürümenin rotasında afaki bir halde çarçur edilmektedir artık. Her gün bir kere daha sınavlarla kuşatılmaktadır. Devri sabık ol iktidarın korkunç pratikleri icraat olarak duyurulurken var edilen kuru gürültü dahilinde duraksamadan yalın bir yıkım tecrübe ettirilir. İlerleme, yenilenme, medeniyet tahlilleri vesaire boş laf kılınır. Bütünüyle doğrudan ve kesintisiz bir cerahat elinde hayat hedeftir.
Tümden namevcudiyet dayatması söz konusu edilendir. Hayat lime lime edilirken feragat istenen hayatın tam da tüm tanımlarından arındırılmasıdır. Ümit etme tahayyülü felsefeyi günümüzde biçimlendiren temsillerden Emil Michel Cioran’ın yazdığı gibi sıradan olan insanın temellerinden ayrıştırılır. Gündelik bir formu dehşet bir biçimde yerle yeksan ede duran iktidar kliğinin sunduğu her şey ayrıntıda değil doğrudan o ümidin mahvını tümler. Değersiz, aleni bir biçimde yalnız, yapayalnız konulan insanların kursaklarından geçen her lokmanın sayıldığı, sayının günbegün azaltıldığı bir zeminde hayat tecrübe edilebilir bir deneyim olmaktan öteye geçer. Ümidin berhava edildiği, her günün bir öncesinden de ağır sınamalara çıkartıldığı, zorun, zorlukların devlet eliyle istihkam edildiği, yönünün tam ve eksiksiz biçimlendirildiği bir kurgu gerçekliğimiz kılınır. Gerisini zaten Cioran’ın kitabından okuyabilirsiniz. Mahvetme retorikleri bir çürümeyi mutlak kılar. Halihazırdaki muhalefetin olduğu gibi salla baş halleri, görmezden gelme çabaları, nasılsa unuturlar hal ve isteminin refakatinde baş efendinin Türkiye tahayyülü dört bir yanda bu geriletmeyi var eder. Duraksamadan bir cerahatin ortasına düşen ülke gerçekliği yıkımı önceler, kesin bilgi.
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Zırhlı aracın çarpması sonucu ağır yaralanan 12 yaşındaki Tajdîn Adal’ıyı ziyaret eden Yeşil Sol Parti’li Ömer Faruk Gergerlioğlu, “Niye başka illerde değil Kürt kentlerinde bu olaylar oluyor?” diye sordu
Şirnex merkezde 30 Ağustos’ta zırhlı polis aracının çarpması sonucu ağır yaralanan 12 yaşındaki Tajdîn Adal’ının hayati tehlikesi devam ediyor.
Şirnex’te yapılan ilk müdahalenin ardından Êlih’teki özel bir hastaneye sevk edilen Adal’ın beyin kanaması geçirdiği tespit edildi. Olay ise, tedavinin sürdüğü hastanedeki raporlara “adli vaka” olarak geçirildi.
Êlih’e gelerek Adal’ıyı ve ailesini ziyaret eden Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Kocaeli Milletvekilli Ömer Faruk Gergerlioğlu olaya tepki gösterdi.
Bilinci açık değil
MA’dan Zeynep Durgut’a Adal’ının hayati riskinin sürdüğünü vurgulayan Gergerlioğlu, bilincinin bulanık olduğunu söyledi. Gergerlioğlu, çocuğun son durumuna ilişkin şunları aktardı: “Tajdin Adal’ıyı hastanede ziyaret ettik. Yoğun bakımda gördüm. 11 yaşında 6’ncı sınıfa giden bir çocuk. Şuuru hafif bulanık. Kendisiyle konuşmaya çalıştım. Kaça gidiyorsun, yaşın kaç gibi sorular sordum ancak cevap veremedi. Beyin kanaması geçirmiş. Şuanda ameliyatsız takip ediliyor. Fakat tomografi sonuçlarında beyin kanamasında biraz artış var. Onu da durdurabileceklerini düşünüyorlar. Çocuk gözetim altında. Durumu iyiye de kötüye de gidebilir. Annesi de oradaydı. ‘Çocuğumun canı önemli ondan başka bir şey istemiyoruz’ dedi.”
Niye Kürt kentlerinde oluyor?
Zırhlı araçlar çocukların oyun alanlarından çekilmediği sürece bu tarz olayların süreceğine dikkat çeken Gergerlioğlu, “Zırhlı araçlar çocukların bisiklet sürdüğü, top koşturduğu, oyun oynadığı alanlarda olmamalı. Barışçıl bir çözüm düşünülmediği müddetçe zırhlı araçlar Kürt kentlerinde çocukların dolaştığı sokaklarda dolaşıp, birçok kaza olacaktır. Şimdiye kadar onlarca kaza yaşandı ve birçoğunu takip ettim. Zırhlı araçların görüş açısının, bisiklet sürmekte olan bir çocuğu fark etme noktasında son derece kısıtlı olduğunu gördüm. Dolayısıyla çocukların oyun oynadığı yerde zırhlı araçların dolaşmasının bir kazaya davetiye çıkarttığı apaçık ortada. Şuana kadar pek çok böyle vaka rastladık. Kimisinde çocuklar yaralandı, kimisinde öldü ve hepsinde biliyoruz ki bu olayların üstü örtüldü. Ciddi cezalar verilmedi. Çoğunlukla ‘takipsizlikle’ veya ‘çocuğun kusurlu olduğu’ yönünde kararlar verildi. Bunun politik boyutunun olduğunu düşünüyoruz. Niye başka illerde değil Kürt kentlerinde bu olaylar oluyor? Barış tesis edilseydi, sorunlar Anayasal çerçevede çözülseydi zırhlı araçlar çocukların oyun oynadığı yerlerde olmazdı ve bu kazalarda olmazdı. Şimdiye kadar olanlar apaçık ortada. Bundan sonra çocukların zırhlı araçlar tarafından hayattan koparılmaması için bir an evvel Kürt sorununda çatışmasız, barışçıl bir çözümün gerçekleşmesi gerekiyor” dedi.”
11 yaşındaki Tajdîn Adal’ın başına getirilenin ta kendisidir işte bir yandan çürüyen bir yandan da dehşet dolu bir vahamet sarmalına dönüşen ülke tahayyülü. Yaşamdan eksik kılan, hayata göz diken, her durumda ama her durumda bir sınamayı süreğen addeden ve kendi yurttaşını ister çocuk ister yaşlı, ister kadın, ister erkek bir biçimde düşman gören, bilen ve bildiren aklın eylediği şey tam da bu kötürüm haldir. Çocukların hayat haklarını terörle mücadele diyerek altüst edebilen bir akımın / mekanizmanın karşısında ne kalır ki düzgün. Eşikler atlandığı, çağın ilerisi için hamleler var edildiği, muasır medeniyetlere ait olduğu zikredilen dönemeçlerin çoktan aşıldığı / yükseldiğimiz zikredilirken son kırk üç yılın ve son bir asrın birörnek benzeş tahakküm hamleleri, sistematik şiddetinden bir gıdım uzağa düşmeyecek midir bu ülke? Soykırım pratiklerine tutunarak tek bir iyi günü var edebilir mi bir ülke. Tajdin Adal kaçıncı çocuktu, Kürd sorununa kurban bilinecek ve daha kaç kere insanların gündelik hayatları dar edilecek? Bitmeyecek yaralarla kuşatılmış bir menzilde hangi gün, hangi olay, hangi yıkımdan sonra bir dur denilecektir. Sahi ama sahiden de düşünen var mıdır?
Bianet’ten aktaralım: “Diyarbakır'da 28 Aralık 2019’da zırhlı polis aracının çarpması sonucu yaşamını yitiren Cihan Can davasında karar çıktı.
Can'a çarpan polis H. A.'nın “taksirle ölüme sebebiyet vermekten” yargılandığı davanın karar duruşması Diyarbakır 11’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
MA'nın haberine göre; duruşmada Can’ın ağabeyleri ve ailenin avukatı Fuat Coşacak ile sanık avukatı hazır bulundu. Sanık polis H. A. ise duruşmaya katılmadı.
Savcı önceki celsede, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) olayda sanık polis H.A'yı yüzde 100 kusurlu bulduğu raporlara dikkati çekerek, sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılması yönünde verdiği mütalaasını tekrarladı.
Bugün görülen duruşmada avukat Fuat Coşacak, "sanığın üzerine atılı suçun sabit olduğunu ve hapis cezasıyla cezalandırılmasını" istedi. Sanık avukatı ise müvekkilinin beraatini talep etti.
Taksirle öldürmekten ceza
Savunmaların ardından mahkeme, “Cihan Can’ın taksirle ölümüne sebep olmaktan” sanık polise 3 yıl hapis cezası verdi. Cezada indirime giderek polisin cezasının 6’da bir oranda indiren mahkeme, indirim uygulanan cezayı 21 bin 200 TL para cezasına çevirdi.
"Ceza değil, ödül"
Polise verilen cezaya ilişkin MA'ya konuşa ağabeyi Neytullah Can, şunları söyledi: “Böyle bir ceza beklemiyorduk. Şu an verilen ceza resmen ödüllendirmedir. Yapılan cinayeti akladılar, biz öyle görüyoruz. 21 bin 200 TL’yi de aile olarak biz yatıracağız. Memur rahatsız olmasın.
“Bizim canımız yandı başkalarının yanmasın dedik ama maalesef başka canlarda yanacak gibi görülüyor. 6 tane yüzde 100 kusurlu rapor kararı verildi. Buna rağmen sonuç böyle olunca bu adaletin peşini bırakmayacağız. Elimizden geleni yapacağız. Bizim için bitmiş değildir. Nereye kadar yol varsa oraya kadar gideceğiz."”
Tecrübe ettirilen hayatın eksiltmelere çıkartıldığı bir zeminde yaşıyoruz. Bir kere daha ama asla son kez değil cürmü var edenlerin sırtlarının okşandığı / haklarındaki davaların birer ikişer düşürüldüğü bir zeminde, müşterek olan bir yaşam hakkının muhafazası her nasıl söz konusu edilebilecektir? Kürd sorununun asırdır süre giden inkar ile imha ikilisi arasındaki seyrüseferinde Cihan Can kaçıncı kurbandı? Hemen arkasından bunca yıldırı sürdürüle durulan o inkar ve tümüyle failin arkasının kollandığı bir zeminde hangi adalet mefhumundan bahis açılabilir ki? Tümden, topyekun bir mahvın kıyısına terk edilmiş ol Kürd halkına her gün ayrı, bazı günler apayrı bir tehdit, yıldırı ve tahakküm var edilirken, cinayetlere ortak olan devlet nasıl bir sulhu var edebilir. Cemile Çağırga, Kemal Kurkut, Uğur Kaymaz, Berkin Elvan, nicesi ve nicesinin isminin geriye kaldığı, yaralarının hiçbir zaman kapanmayan bir mirasa dönüştüğü menzilde tecrübe ettirilen hayatın her nasıl katran karanlığından mülhem olduğu artık afakidir. Düzenin kendisine düşman bildiği ya da saydığına karşıtlığını böylesi bir yok etme istemiyle var ettiği yerde hiç kimse ama ol evin esas sahibi biziz biz diye böbürlenenler güvende değildir. Cihan Can’ın yaşama hakkını elinden çalabilen cüretin, hesap vermezlik zırhı ardından var ettiği bu çürüme, bütünüyle cerahat ve apaçık nefretin karşısında hayat hiçbir sıradana en ufak bir nefes alma hakkını dahi çok görür, görecektir de, derdimizdir.
Bir devinim içerisinde mütemadiyen sınanarak bir yaşama mahkum ediliyoruz. Ya hakkımız olan elimizden gasp ediliyor. Ya hürriyetin ta kendisi unutturulmak isteniyor. Eğer ki bir sıra neferi değilseniz sorgulamak dahi dokunan yanar dediklerini hakkaniyete ulaştıran bir sınavı beraberinde getiriyor. Sistem tümüyle çürükken, her yerinden apayrı sökün eden irine karşı ne yapacağız diye sual etmek dahi imkansız kılınıyor. Ya nefrete, ya hiddete, ya tehdide, ya lince maruz konuluyor bir ülkede sıradan insan. Mütemadiyen sınanmak kesintisiz kılınırken, her türden tahakkümün yepyeni suretleri katara ekleniyor. Bir fasit döngü ki her yanında, her gününde apayrı cürümlerle yoldaşlık ediliyor. Bütünün yıkımlarla, cürümlerle, çürüten ve ezen bir tahakküm nesnelliğiyle birlikte çıka geldiği bir zeminde mahkum edildiğimiz yaşam nefesimize kast ediyor artık kesin bilgi. Cepteki delik nasıl büyüyorsa, ruhlarımızı yaralayan, direnci kıran, ezen, azaltan bir tahakküm hal ve istemiyle ülke kuşatılıyor. Yüzüncü yılında, yepyeni ülke diye anılanın masallardan öte hakikatteki bu sureti temsili, bunca açık kötülük dolu yansısı, istikamet diye var edilen çıkmaz sokağında hayat un ufak ediliyor. Sahiden umursar mıydınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Sertaç KAYAR – Reuters – BBC Türkçe
0 notes