Tumgik
#alticizilen
alticizilen · 1 month
Text
The Midnight Library - Matt Haig - Quotations Underlined
The stories of Nora advice me unevenly just to live the life instead of understanding it. My regrets, my pains, my dreams that almost become to real but failed at the end sorrows my heart like almost all humans I guess. The book in this manner opens a box of “what if” package with a full of other possiblities; however at the end the best option in the box is the life itself that we re on the track of. Also the dreams and the dare to live the dreams… it's such a challenging task but indeed the life itself. Do we have the courage to accept ourselves as they are, do we dare to direct that towards our dreams?! Dreams, in how extend are they our dreams? Are they really belong to ourselves…
The popularity of a book sometimes makes me a bit distant, but this time it was more than okay to get in the popularity ship. The language and the writing style of the book is kind of moderate to understand and the core value of it comes from the story itself rather than its style of writing. So I suggest it if you constantly struggle with decision making thing in the life and question a lot, and at the same time looking for a book to calm your busy head with a good story. Enjoy your reading!
Hazal Basarik
Tumblr media
Part2: https://acrobat.adobe.com/id/urn:aaid:sc:EU:6aa6c1df-cb08-4c63-8621-6832a7624020
0 notes
alticizilen · 1 year
Text
Seneler - Annie Ernaux
Başta zor dayandım, ama sonra iyi ki dayandım. Anlatım tarzı hem çok enteresan hem de çok dokunaklı geldi bana. Böyle bir otobiyografi tarzı daha önce hiç okumamıştım. Birçok şeyi sorguladım okurken; zamanı, yaşlanmayı, dünyanın evrimini ve kendi odaklı dar entellektüelliği… Birçok şeyi öğrendim; dönem müziklerini, filmlerini, Chirac’ın ve de Gaulle’ün nasıl devrildiğini ve yine kadınların erkeklerden nasıl farklı muamele gördüklerini… 232 sayfalık kitabın neredeyse her sayfasında bir paragrafın altını çizdim. Kıyıp da bir banka bırakamıyorum kitabı. O yüzden bırakmak için emin eller arıyorum. Tavsiye ederim.
Tumblr media
1. Bölüm
2.Bölüm
3. Bölüm
0 notes
alticizilen · 1 year
Text
Bir Düğün Gecesi - Alıntılar
Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar serisinin 2. Kitabı. Tezel ve Ömer. Daha çok Ömer. Ama bende hep Aysel…
Her ne kadar ayrı kitaplar olarak görülebilse de, Ölmeye Yatmak’tan sonra okuyunca anlamı çok daha farklı, çok daha güzel oluyor. Yalnızca bir dönemin yetiştiriciliği değil bu maalesef, 90 lı olarak da kendinden parça bulabiliyorsun.
Bu kitabı ne çok aradım bu arada. Nedense kitapçılarda hep elimizde yok denilenler arasında. Sonra doğum günü hediyesi olarak aldırdım kendime. Ve Ankara’da bıraktım, bilmediğim birine bir yerde.
Tumblr media
0 notes
alticizilen · 2 years
Text
Ölüme Yatmak - Dar Zamanlar I - Adalet Ağaoğlu Alıntılar
Çok ama çok güzel. Edebi olarak dokundu, çünkü mektup, günlük, roman, hikaye her tarzı bir romanın bir anlatının içerisine böyle güzel sokmak çok zor bir şey. Hikaye olarak dokundu, çünkü idealist bir ilkokul öğretmeninin ve ailenin kızı olarak büyümenin, benimle bir büyüyen yakın arkadaşlarımın ve bizi büyüten öğretmen ve büyüklerin birebir hikayesi. Karakter olarak dokundu, çünkü Aysel… Kadın olmak, erkeklerin gözünde kadın olmak, kadınlığını hissetmek, bilmek, toplumun kadını olmak, türk kadını olmak, kadınlara örnek olmak, kadınca davranmayı bilmek, aydın olmak, okumak, kibrini görmek, kendini görmek, kendini sevmek, sevmemek, tanımamak, inanmak, çok inanmak, kandırılmak, çok kandırılmak, kandıranları suçlayamamak, gerçekte kalmak, sevmek, sevmekten korkmak, kendini göstermeye çalışmak, kendinden kaçmaya çalışmak, dünyayı “daha güzel” bir yer yapmak, yapacağına inanmak, yapman gerektiğine inanmak, yapamazsan kendine saygı duyamamak..
Kitabı bana 2 sene önce öneren Irmak Hanım’a sonsuz teşekkürler. Okumakta ben geç kaldım, siz kalmayın.
Tumblr media
https://acrobat.adobe.com/link/track?uri=urn:aaid:scds:US:9ad326a1-4357-4999-8d9d-1f115befd0e9 Altıçizilen Bölüm1
https://acrobat.adobe.com/link/track?uri=urn:aaid:scds:US:ed3c52b8-72d7-4001-8caf-93bd41a19477 Altıçizilen Bölüm2
0 notes
alticizilen · 2 years
Text
Evet, Gündüz Vassaf hayranlığına devam ediyorum. Öyle sakin, öyle doğru, öyle umut verici bir sesi var ki. Bu kitap diğerlerinden biraz daha farklı. Zaten bildiğim kadarıyla her kitapta başka bir tarz deniyor. Burada çağın ve ülkenin omuzlarımıza yüklediği umutsuzluktan silkinmemize nesir şeklinde ama oldukça basit cümlelerle yardımcı oluyor.
Bu tarzdan bir çok insan zevk almayabilir, ancak ben Gündüz Vassaf esintisiyle sakinleştiğim için zevkle okudum. Tavsiye ederim.
Tumblr media
1 note · View note
alticizilen · 3 years
Text
Şeytan Geçti - Aslı Tohumcu - Alıntılar
Tumblr media
Kitabın önsözünde de dediği gibi, kimsenin yaşamasını istemediğimiz, öyle ya da böyle bildiğimiz hikayeler. Ancak, hepsini bir arada, böyle bir dil ve farklı bakış açılarıyla görmek güzeldi. Ellerine sağlık Aslı Tohumcu. Özellikle sayı serisiyle verilmiş hikaye dizinini çok beğendim. Bir de şeytan vesvesesi çok iyiydi. Alıntıları linkten görebilirsiniz diye umuyorum. -hbasarik
https://documentcloud.adobe.com/link/track?uri=urn:aaid:scds:US:b7ecbda8-e820-4120-9cf9-f467a2baf4ed
2 notes · View notes
alticizilen · 3 years
Text
Tanrı ama onlardan bir anlatıcı. Herhangi bir cümlesinde herhangi bir yorum yok. Buna rağmen, Atiye’yi de Dirmit’i de hatta zaman zaman Huvat’ı da içimde hissedebildim. Öyle değişik kelimeler vardı ki, başta okumakta zorlandım. Ama okumaya devam etmenin ne kadar doğru bir karar olduğunu bir kaç sayfa sonra anladım. Köyden kente göç ve kadın. Buram buram gerçek. Edebiyat seven herkese tavsiye ederim. -hbasarik
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
2 notes · View notes
alticizilen · 3 years
Text
Beni Kör Kuyularda - Hasan Ali Toptaş - Alıntılar
Hasan Ali’nin son okuduğum kitabı. Hakkında çıkan haberlerle her ne kadar çok üzülsem, kendisinden soğusam da kaleminden soğuyamadım. Büyülü gerçekçilik akımının yine güzel bir örneği. Ancak bu defa, kitabın konusunu orijinal olmaması sebebiyle beğenmedim. Zira aynı konu The Mother filminde de işlenmiş gibi geldi bana. Yine de dilinden, sözünden dolayı tavsiye edeceğim kitaplar arasında. - hbasarik
Tumblr media
1 note · View note
alticizilen · 4 years
Text
Sema Kaygusuz – Sandık Lekesi – Alıntılar
Nihayet Sema Kaygusuz’u bir kerecik olsun okuyabildim. Betimlemeleri, kahramanlarını seçişi ve onları incecik anlatışı çok hoşuma gitti. Kimin ne olduğunun detayları öyle büyük büyük değil, mütevazi tanımlarla ama çok derin anlatılmış. ‘Ossaat’ kavramı bütün hikayelerinde kullanılmış. Engereğin Oğlu tartışmasız benim için en kalıcı hikaye oldu. Bir annenin çocuğunun kollarındaki kobraya çaresiz bakışı sanırım hayatım boyunca aklımdan çıkmayabilir. Kadın Sesleri, ki en çok onun altını çizmiş olabilirim, çok zarif ama çok sert. Öyküseverlere tavsiye ederim. - hbasarik
Tumblr media
Küçük not defterini aldı eline, ince uzun karanlık bir kadın karaladı, küçücük. Öyle güzel güzel, ince ince cümlecikler yazdı, sonra hızlandı eli, harfler büyüdü , yana yattı, sayfa kenarlarına taştı. Her şey kötü bir el yazısıydı zaten. Düşünürken hep yazardı böyle, yazmadan doğru düşünemezdi, elini oynatmadan aklını çalıştıramayanlardandı. – 33
Hele o sesi... sözcüklerin belini kırar çatlak tonlamasıyla. Onun sesi, çirkin bir yüzün sesidir. Konuştuğunda saçları kısalır, yüzü kararır. Tüylü koca bir ben belirir dudağının üstünde. – 34
Yola çıkmadan, onu bulmadan önce saflaşman gerekir. Ondan hiçbir şey beklememelisin, çünkü o senden hiçbir şey beklemeden öylece durmaktadır. Zaten gün gelir, bir bitki gibi durmak gerekebilir, hayatın olanaklarını daha iyi fark edebilmek için. Yülerzikle karşılaşmanın sırrı, işte bu durmak ile gitmek arasındaki uzaklıktır. Sen gitmek üzeresin, yülerzik ise duruyor, seni beklemiyor, bunu sakın unutma... – 59
Oysa bu kalabalıktan bir ance kurtulmalı, yülerzikten ötesini görmemelisin. Unutma ki, bildiğin bir çok şey bir gün ayağına takılabilir. (...)
Bizim fikrimizi sorarsan, ki madem bu kadar dinledin, sana küçük bir şey anımsatmak isteriz; yaşam, yalnızca aklından geçenleri vaat eder, sakın ha onu bir süre sonra varlığını unutacağın batıl bir nesneye dönüştürme. İçinden bir nazarlık geçiyorsa ki senin bileceğin iş, yülerziği boncuk yaparsan, ona yazık edersin. (...)
Onunla başa çıkamayacağını düşünebilirsin. Bazen köküne kadar acı çekmek gerekebilir. Bitkiler tıpkı insan onuruna benzerler. Yalnız bir kez yerinden sökebilirsin. – 61
Bütün dönüşümler kötü kokar. – 62
Giysiler kimi insanların yürüyüşünü değiştirebilir. – 77
Bir kuşu avuçlarınıza aldınız mı hiç? Onun göğsünü, kendi göğsünüz sanırsınız. Uçuğ gitmesine razı olamazsınız, yüreğiniz dışarı çıkacak diye korkarsınız. Bir avuç hayatı için yaşamın kutsal pırıltısını kaptırmamak için, incecik kemikleriyle nasıl da direnir. Şaşırtıcı bir güç vardır kanatlarında, sıkmakla bırakmak arasında gidip gelirsiniz. Uçup gittiği an, özgürlükle kaçışın aynı anlama geldiğini hissedersiniz. Bir sahibin övüngenliğiyle, ona hayatı bahşettinizi düşünerek ağzınız iki yana yayılır. O kaybolana kadar, gözlerinizi ondan ayırmazsınız. Kaybetme duygusunun kısa süreli burukluğu, yerini kıskançlığa bırakır. O sırada ne olmak istersiniz... kuş mu, onu sıkan el mi? – 82
10 notes · View notes
alticizilen · 5 years
Text
Ceylan Naz Baycan – Kutsal İnek – Alıntılar
Hamilelik döneminde bebek gelişim kitaplarını ve hiç susmayan bilgiç akrabaları bir kenara bırakın ve Kutsal İneği okuyun. Bu en hassas en PMS döneminizde size iyi geleceğini, biraz olsun gülümsetip eğlendireceğini garanti edebilirim. Kitabı bana öneren Pınar Hanım’a sonsuz sevgilerimle! - hbasarik
Tumblr media
Hamilelik kutsaldır, laf eden çarpılır.
Çocuğu doğurmak için hiçbir testten geçmiyorsunuz ama başkasının çocuğunu evlat edinmek için sayısız testten geçiyorsunuz. -12
Mutfağın önünden geçmek istemiyordum, hiçbir zaman duymadığım kokuları duymaya başlamıştım ve bu, mide bulantımın beşle çarpılmasına neden oluyordu.
Düzenli kariyerimden vazgeçip aylardır yazma üzerine sarf ettiğim çabalar yolunu anca bulmuş, bir dram dizisinin seneryo ekibinde yazma teklifi almış ve teklifi büyük bir hevesle kabul ederken hamile olduğumu hiç hesaba katmamıştım. -18
Açıkçası bizden öncekilerin sadece kariyer hedefli hayatlarının artık pek rağbet görmediği bir zamandaydık, herkes gerçek aşkı arıyordu… Ben ise çalışmayı ve kariyeri her şeyin önünde tuttuğumu zannederken planladığımdan çok daha erken evlendim. -20
Ada’yla hoş beş yapardık, ama onu hiç ben uyutmadım, ağladığında susturmaya çalışmadım, ona yemek yedirmedim. Yani eziyetli hiçbir şeyiyle uğraşmadım, sadece kendisini eğlenmek amaçlı kullandım. -21
Hiçbir şey yapmak istemediğim bu süreçte arka arkaya iki düğüne gitmek en güzel çözümdü. -24
Hey, siz tek başına anne olmak isteyen kadınlar! Beni kırmayın bir daha düşünün…
Uçağa biri bebek, üç çocuklu bir aile bindiğinde önce “Eyvah” dedim. Sonra onlar bizim tam arkamıza konuşlanınca bir önceki cümlemi “Sıçtık  “ olarak revize ettim. -26
Babamın aylaklık, güneşin altında sere serpe yatma, arkadaşlarla kumsalda mısır yeme, üç saat denizden çıkmama gibi her çocuğun yaşamasının zorunlu olduğu konulara hiç saygısı yoktu. Bizleri o halde gördüğü her dakika çeşitli görevlerle beslerdi. -41
Gerçekten anormaldi ve onun genlerini taşıyan bir çocuk beni fazlasıyla heyecanlandırıyordu. İyi anlamda… -47
Eğer bir ömür beraber olacağız diye yola çıktığın kocan üç beş ay senin sinirine tahammül edemiyorsa yanlış koca seçmişsin, çözümü de yogada bulamazsın bebeğim, demek isterim. -55
Bütün bu afra tafranın altında yatan sebebin, güvenliğin esasında bizim halkımız için ne kadar mühim bir durum olduğunun yattığını düşündüm. Halkın güvenliğe duyduğu ihtiyaç, güvenlik görevlilerinin iyice şımarmasına sebep oluyordu. -57
Hamilelik sürecinde Mert de enteresan bir deneyim yaşıyor, sağ olsun bana da yaşatıyordu. Çok yorgun olduğum günler kendisini koltuklara atıp çok yorulduğunu iddia ediyor, benim midem bulanırken o kusuyordu. Ben ayaklarım ağrıyor deyip uzattığımda o da hemen ayaklarını duvara dikiyor, benim duygusallığım üzerimdeyse o da geriliyor, iştahım acıkıp yemeklere saldırınca o da normal yediğinin iki katı kadar fazla yiyordu. -64
Kadınların, saçını süpürge etmeye hazırlandığı çocuğu ve ailesi için kendinden tamamen vazgeçmemesi tüm Türkiye için sevindirici bir haber diye düşünüyorum. -66
Beni şimdiden yavaşlatıyor ve yalnızlaştırıyor diyerek yogayı bıraktım. -67
Bir insan kendine bunu neden yapar? Güzel bir Cumartesi sabahı ayaklarını gönlünce uzatıp kana kana kitap, dergi okumaya vakit bulmak, temiz havada dolaşmak, sevdiğin ama bir türlü görüşemediğin arkadaşlarına göbeğini elletmek gibi seçenekler varken kişi neden manikür, pedikür, saç, baş, yemek, misafir, organizasyon telaşında kendini kaybedecek noktaya gelerek mutlu olmaya çabalar bilemem. -95
Evlenip çocuk yapan, sonra da herkesin “Aman çalışma bu saatten sonra kocanın işi güzel, sen de milletin ağzının kokusunu çekmeden otur evinde çocuğunu büyüt” diye akıl vermesiyle galeyana kapılan tüm kadınlar yıllar geçip işler ters gidince bahtına, kaderine, şanssızlığına küfür ediyordu. “Yazık oldu o güzelliğime” diye kafalarını oradan oraya vuruyorlardı. -112
Hayatımın değişmemesi diye bir şey söz konusu olamazdı tabii ki ama sürekli bir göz korkutma eylemine de anlam veremiyordum. Çocuğun bakımından dadısına, evde yalnızken yaşayacağın zorluklardan eşinle ilişkine, tekrar işe dönmek istediğinde yaşayacaklarından evden adımını bile atarken zorlanacağına dair yapılan açıklamalar bir süre sonra hamileyi çileden çıkarıyor, karamsarlığa sürüklüyordu. -113
Düzenli bir hayata geçiş, ciddi bir ilişkinin olması, sayılarla fazla haşır neşir olup çok iyi para kazandıran ama fazlasıyla sıkıcı olan bir iş, evlenmek, çocuk sahibi olmak, hafta sonları ailecek Migros’a gidip ev alışverişi yapmak, zamanla en sevdiğin aktivitelerden “gerek yok” diye vazgeçmek, evli olmayan arkadaşlarını bir kenara itip daima çiftlerle takılmak, bebeğin olunca bebekli insanlarla vakit geçirmek ve sürekli bebek muhabbeti yapmak… Var mı arttıran? Var mı çoğunluğun dayattığı bu sıkıcı sistemden hakikaten bunalmayan?
Böyle bir yapı kişinin kendisiyle baş başa kalması ve kafasına göre takılmasını tamamen imkansız kılarken, hep başkalarının doğru bulup onay verdiklerini yaparken güzelim hayat akıp gidiyor. Bir süre sonra akışın içinde insan öylesine kayboluyor ki, en sonunda kendisinin gerçekten ne istediğini komple unutup “doğru” olanı yaşıyor ve “mutsuzluktan” ölüp gidiyor. Hayattaki en büyük korkum da işte buydu… -123
Toplantıya stresle gitsem de bir anda insanların arasına tekrar karışmak, kafayı daha fazla çalıştırma zorunluluğu, akşam evde yemek olup olmadığını umursamama, fikirlerine değer verilmesi ve evin dışındaki herhangi bir olaya etkide bulunabilme güdüsünün yarattığı haz beni sarstı. Seviyor ve seviliyordum. Dinliyor ve dinleniyordum. Her kadın mutlaka çalışmalıydı! -145
Azami dikkatle on yedi kilo almış bulunuyordum, bir de dikkat etmeseydim neler olacağı resmen bir açık oturum konusuydu. Görsel olarak durum umurumda bile olmasa da, sağa sola dönüp yataktan kalkarken yaşadığım sıkıntıyı anca hamile dostlar anlardı. -158
… tanımadığın birine bağlanmayı tecrübe etmiş, sevmiştim. -159
Esasında hayatınızın mercek altına aldığınızda sık sık bir sonraki adımınızla ilgili “Korkunun Empoze Edilmesi” durumuyla karşı karşıya kaldığınızı görebilirsiniz:
Altı yaşlarında bahçede deli danalar gibi koşuştururken arkadan terlik fırlatma suretiyle seslenen büyüğünüz, “Şimdi koşun koşun ilkokula başlayınca ben seni göreceğim!”
Ortaokuldayken, “Bu yıllarının kıymetini bil, liseye geçince ÖSS stresiyle öğrenciliğin tadını alamıyorsun!”
Üniversitedeyken sürekli, “En güzel yılların bak bunlar, çalışma hayatı başlayınca yandın. Keyfini çıkar!”
Evlendiğin gün, “En güzel zamanlarınız cicim aylarınız sonra her şey çok zorlaşıyor, değerini bil!” – 163
Çok kırılgan ve güçlüydüm. İnsanlık alemi, dünyadaki onca olumsuzluğa rağmen bu hislerle sarılı olma hazzını yaşadığı için doğurganlığını devam ettiriyor, diye düşünüyordum. -173
12 notes · View notes
alticizilen · 5 years
Text
Hiçlikte İhtimal Var - Pelin Kıvrak - Alıntılar
Hayatımın en güzel zamanlarından biri olan 4 aylık Amerika maceramdan, hayatımın en yoğun 4 aylık dönemine hızlı bir giriş yapmıştım. Aydın’daydım, şiddetli bir kavgadan çıkmış, yüzüm gözüm kızarmış bir şekilde girdim kitapçı dükkanına. Hiçlikte İhtimal Var’ı sordum, buldular. Tanıdık bir sese, içinde bulunduğum durumların geçici olduğuna beni inandıracak bana gerçeğimi hatırlatacak bir sese ihtiyacım vardı. Kimsenin bir kitabı kitapçıdan bu şekilde sipariş ettiğini sanmıyorum, zira halim bir kitap alıcısından çok eczaneye girmiş, ilaç almak isteyen bir hastaya benziyordu. Düşüneceğinizin aksine, kitabı hemen okumadım. Okuyamadım. Dedim ya yoğunluk. Samos adasında, balayımda açabildim ilk kez kapağını. Tüylerim diken diken olmuştu. Pelin onca yoldan çıkagelmiş, usulca kulağıma benliğimi ve gerçeğimi hatırlatıyordu. Bitirdiğimde, bitmemiş hikayeler ve yepyeni bir başlangıç sanki gözlerimin içine bakıyordu. Bitirmeye hazır değilim diyerek iki belki de üç defa okuduğum o son hikaye… Hiçliğe açtığın sığınak için teşekkür ederim! - hazal basarik
Tumblr media
Çünkü işleyen düzene mükemmelce uymuş kişilerin taşıdıkları büyük bir yük varsa bu olsa olsa o düzene yakışmamış bir sevdadır. -11
Aslında artık aşık olduğumda bile şiir yazamıyorum. Çünkü anladım ki şiir yazmanın aşkla da yalnızlıkla da ilgisi yok. İnançla ilgisi var şiir bir yalnızlığa inanma işidir. Hem yazanın hem de okuyacak olanın yalnızlığına. -12
Ben de yazdıklarıma kaçıyorum… Beni seven veya bir zamanlar sevmiş olan herkes bir gün romanlarımı okuyup birkaç günlüğüne de olsa beni düşünecek diye kaçıyorum. Ağzı güzel laf yapan ve tiyatroyu benim kadar seven biri içimden geçenleri dinleyip bana aşık olacak diye kaçıyorum. Geçmişteki kötü şeyleri – mesela ilkokulda sağ kolumun kırılmasını veya senin gidişini – kelimelerle sabitlemek ve seninle ilgili iyi şeylerden ayrı tutmak için kaçıyorum.
Gördüklerimi hissettiklerime yeğlemem gerek. -14
Merhametin küskünlüğüne galip geldiği bir gündü. Acılar sebeplidir ve azalırlar zaman sebebi uzaklaştırdıkça. Oysa ıztırap acıdan ayrışıp sinsice yayılır kana. Deri denen eski, buruşmuş zarfın içinde hapsolmaya mahkum olmuş derin bir ızdırapla oradan oraya sürüklenen, ama zarfın yıpranmışlığından ötürü kimsenin açıp okuyacak kadar merak etmediği bir kadındı artık Süreyya. Aşık olmak insanı, gelecek bir günde mutlu olabilme ihtimalinin herhangi bir güzel anıyı hatırlayarak mutlu olabilme ihtimalinden daha yüksek olduğuna inandırır. -37
Annesinin ve kız kardeşinin beş yıl boyunca ‘fena değil’ diye burun kıvırdıkları bir kadınla yaşadığı tutkulu bir aşktan vazgeçip herkesin fevkalade dediği bir kadınla fena olmayan bir evlilik yapmıştı. -65
Belki de o kadar savaşmasına rağmen aşık olduğu kadınla yolları bir türlü istediği gibi kesişmediğinden, hayatları mecburen kesiştiği için yan yana beklemek, uyumak zorunda kalan insanları izleyip, kendini mesuliyetleri yok eden tesadüflere teslim ederdi. – 66
Sıkıntıdan ölmektense tutkudan ölmeyi tercih ederim. -67
Çünkü Alev en çok sevdiği şeyleri hep yalnızken yapardı. Bu yüzden gitmişti belki de. Çok sevdiği şeyleri yalnız yapabilmek için.
Karşısındaki kadını delice seviyor ve ilk günkü gibi arzuluyordu. Onu güçlü bir kadın olduğu için çekici buluyor ama aynı sebepten dolayı ondan korkuyordu da… Evet, bu korkuyu ilk defa o gün, o yakmayan güneş balkona girip Alev’in yüz hatlarını ve dimdik duruşunu aydınlattığında fark etmişti. Alev’i kıskanıyor olabilir miydi? Kendine güvenini, dirayetini, neşesini, yalnızlıkla başa çıkabilmesini, duraksamadan konuştuğu dilleri, dillerini konuşmadığı insanları bile bir çırpıda çözebilmesini… -68
Alev masalları olan bir kadındı; o ise savaşlardan ibaret bir adam. Onun dünyasına hiçbir zaman giremeyeceğini ve hiçbir zaman aynı savaşta silah tutamayacaklarını uzun zamandır hissediyordu.
‘Seni önemsemediğimi gösterecek ne yaptım?’ diyordu Alev. Kendini savunmak zorunda olmaktan nefret ediyordu. O ise Alev’e neden kıskançlıkla karışık bir sitem duyduğunu anlayamıyor, yalnızca duyguların adını koyabiliyordu. Uzun kavgalar, ağlayıp yeniden barışmalar yaz sonuna kadar ikisinden de beşer kilo ve bir gençliği deli dolu yaşamaya yetecek enerji götürmüştü. – 69
O gün ilk defa Alev’in arkasından bakıp huzur veren yürüyüşünü hatırladığında hayatında dönüşü olmayan bir yola ne kadar şuursuzca girdiğini ve Alev’i ne çok özlediğini düşünmüştü. Ama Alev’siz bir hayat seçtiği için pişman değildi. Eğer Alev’le birlikte olsaydı şu an sahip olduğu imkanlara asla sahip olamayacağını biliyordu. Alev insanlar hakkında çok şey bilirdi ama dünyanın nasıl bir yer olduğu hakkında pek fikri yoktu. İnsanları anlamaya çalışmak ve başkalarını mutlu etmek için çabalamak elbette ki erdemli bir uğraştı. Ama ona dünyanın kötülükleriyle başa çıkabilen bir suç ortağı gerekliydi.
Alev ile yaşamak istemiyordu, istese bile bunun imkansız olduğunu kendine hatırlatabiliyordu. Ama bazı günlerin bazı dakikalarında kısa ve hızlı koşulardan sonra bir anda nefesin kesilmesi gibi bir telaş hisseder, vücudunun kontrolünden çıktığına ve Alev’in hatırasının her zerresini kapladığına emin olurdu. -71
Ve sonunda emin oldu ki bu hisler onu sinsice Alev’e geri dönmeye yönlendirmiyor; aksine, geri dönüşün imkansız olduğunu bildiğinden Alev’in yasını tutmaya itiyor. Zamanında onunla ilgili tahammül edemediği her şeyi – mesela su içerken boğazından gelen sesleri, gecenin bir yarısı uyanıp düşüncesizce ışığı açmasını ya da o yemediği halde sarımsak yemesini – onunla ilgili çok sevdiği şeylerden de önce özlüyor ve canı acıyor. Yarım kalmış bir mutluluk ihtimalini değil her şeyiyle çok sevilmiş bir kadını özlüyor. -72
Belki de Alev en sevdiği şeyleri yalnız yapmayı bu his yüzünden çok seviyordu. Kendi hikayesinin olaylarını seçip onları gerçek yaşamdan ayırabildiği için… -73
Kaçamadım acıdan… Çünkü yaptıklarımızı hatırlatan şeyler değil, yaşayamadıklarımızmış asıl can yakan… - 75
Bilirsin, içime düşen hissin kalbini kalemimle delmeden bırakmam. Ve anladım ki ben seninle yaşayamadığım hayatın hayalini kurmayı seni özlediğimden daha çok özlüyorum. O kadın benim hayal ettiğim bir hayatı yaşıyor diye kızıyorum ona. Ama bir yandan da biliyorum ki biz birbirimizi çok sevsek de aynı şehirde aynı denize hep farklı yerlerden baktık. Aynı zamanlarda farklı dalgalara yakalandık.
Seni kaybettikten sonra kaybetmenin insanı hafifleten bir yanı olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü kaybetmekten delicesine korktuğun o kişi yok olduğunda kaybetme korkusu da yok oluyormuş. Bazen hayatın devamı bir yokluğu isyansızca kabullenebilmekten ve hiçliğe düşüp yeni ihtimallere sarılmak zorunda kalmaktan geçiyormuş. – 76
Nasıl seveceğini ise konuşmak gibi, yürümek gibi öğreniyor zamanla. Terk edildi diye kimse öldürmez kendini… Terk edilen insan yaşar. Hele ki onu terk edeni hala deli gibi seviyorsa yaşamayı iliklerine kadar hissederek yaşar… Kavuşma ihtimalinin yokluğuna rağmen hala onu sevebilmesi hiçliğe karşı kazanılmış bir zaferdir adeta. Ama kalbin boşluğunu hisseden insan var ya, işte o insan ölüme en yakın olandır… - 77
Ve ben de rüyasız bir uykusunun içinde bulmak istiyorum artık seni unutabilme ihtimalini… -78
En sonunda bir gün, gitmek istemediği yerlere gönderilmemek için, çok da sevmek istemediği bir başkasıyla, alışacağına inandığı bir hayata sığındı adam. Kurduğu düzene layık gördüğü bir kadınla yaşamak istedi ona layık görülenleri… (…) Adam korkularını, kadın hep gidecekmiş gibi duran halini duvara asar o eve girerken. Ne zaman sıkılsalar dünyadan, ne zaman bir bakışa yüzlerce şiir yazdıran bir sevdaya varmak isteseler, o evin kapısına giderler. Yaşanmamış ve hiç yaşanmayacak hikayelerinin her şey olabilirliğine sığınıp, artık hiçbir zaman olamayacakları biz olurlar… -79
7 notes · View notes
alticizilen · 5 years
Text
İçimde Bir Boşluk Var – Altay Öktem – Alıntılar
Yine okumakta geç kaldığım, ismini defalarca farklı yerlerde duyup duyup okuyamadığım bir yazarın kitabını okumanın tatlı huzuru içerisindeyim. Aslında Altay Öktem’in hikayelerini okumak istemiştim, ancak yurtdışına gönderimi kolay olduğu için, denemeleriyle başlamak durumunda kaldım. İşte yazarın yalnızlıklarından, politik duruşundan, günlük hayatından, kafasındaki derin ve zaman zaman komik sorularından oluşan kitabı, İçimde bir boşluk var. Deneme türüne çok bayılmamakla beraber, bu kitabı fena bulmadım. Okurken Regensburg’ta Tuna nehri kıyısında, doğanın içerisinde çadırda olmanın keyfinde oluşum da kitabı beğenmemde etkili olmuştur muhakkak. Özellikle özleme ve yalnızlığa ilişkin tespitlerini kimi zaman başımı sallayarak, kim zaman da hafifi tebessüm ederek okudum. Türk Edebiyatı’nda deneme sevenlere tavsiye ederim. -hbasarik 
Tumblr media
İnsanın içindeki boşlukları tıka basa doldurmaya çalışmasına hayat, hiç söylenmemiş bir söz bulmaya çalışmasına da sanat dendiğini hepimiz az çok biliriz. Her ikisinin de imkansız olduğunu bilen, yani boşlukların asla dolmayacağını, yeryüzünde hiç söylenmemiş bir söz olmayacağını bilen, bunu açık açık ifade eden insanlara da kısaca filozof diyoruz. (12)
Ayrılık, insanın bir anda yalnız kalmasına, kendini yapayalnız hissetmesine neden olmaz. Ayrılınca, aslında hayatı boyunca her zaman, her an yapayalnız olduğunun ve bu gerçeğin asla değişmeyeceğinin farkına varır insan. Katlanılmaz olan budur işte. (…) kimse bir başkasına özlem duymaz. Bir başkasıyla olduğu döneme, o dönemde yaşadıklarına, kısacası; bir başkasının kendisiyle paylaştıklarına özlem duyar. 13
Sevişmek nasıl tanımlanır, bilmiyorum ama bildiğim bir şey var; tutkuyla bağlanmak için birinin içine girmek değil, kendinin dışına çıkmak gerekir. 14-15
Sevişeceğine döver, bıçaklar; daha kolay. Doğanın kuralıdır; herkes en iyi bildiği işi yapar. 32
Nedense töre, yalnızca cinayet işlenince akla geliyor. Oysa cinayet, törenin küçük bir ayrıntısı, doğal sonucudur yalnızca. 34
Töre dediğin, malzemeden çalan müteahhidin yaptığı bina gibi bir şey. Sapasağlammış gibi görünüyor ama küçük bir sarsıntıda duvarlar un ufak olup çöküyor. Malzeme bozuk. 35
Asıl önemli olan, insanın içinden geldiği gibi hareket edebilmesinin, bu beceriyi gösterebilmesinin ne kadar zor olduğu… Kim bilir şimdiye kadar kaç cerrahın aklından geçmiştir hastasını ameliyat masasından atıp, ‘Topla basurlarını ve git, Allah’ın belası sakat!’ diye bağırmak. 46
Üşüdükçe hayat biraz daha yaşanmaya layık bir şeymiş gibi geliyordu bize. 48
Kendilerine böyle tumturaklı isimler takılan hastalar mı haklıdır, yoksa ancak birilerine isim takarak varoluşunu kanıtlayabilen doktorlar mı? Kimse bu çetrefilli soruyu cevaplayamadı bugüne dek. 50
Nedense gücün karşısında boyun eğmek, derken gücün peşine takılmak, güce tapınmak gerektiği öğretilmiştir bize okullarda, evlerde, ne yazık ki sokaklarda! (…) Sylvia Plath’ın, mutfaktaki gazı açıp da kendini ebedi aleme intikal ettirmeden önce, ‘Her kadın bir faşisti sever,’ demesi boşuna değil. Hitler de öyle insanların kafasına vura vura, zorla kendini Führer ilan ettirmedi. Halk kitleleri ciddi ciddi peşine takıldı, sevgi gösterileri yapa yapa yukarı taşıdılar adamı. İnsanda, güçlü olanın karşısında ezilmeyi emreden, kendilerini hiç koşulsuz güçlü olana sunmaya zorlayan tuhaf bir gen var. 51
Her şeyi, ama istisnasız her şeyi yanlış öğrettiler bize. Şimdi bu yaşımda, hiçbir şey bilmeyen biri olarak başlayabilseydim hayata, doğruları öğrenmem çok daha kolay olurdu. Oysa şimdi işim zor. Şu ana kadar öğrendiğim her şeyi unutmam, sonra her şeyi yeni baştan öğrenmem gerekiyor. Terslik şurada; sadece bildiklerimi değil, bugüne dek yaşadıklarımı da unutmam, yok etmem gerekiyor. Yanlışlarımla birlikte gömülmeyi, yok olmayı göze almak zorundayım. 54
Paylaşmak, acı çekmenin kibar bir dille ifade edilmiş şeyli o kadar. Kimse kimseyle bir şey paylaşmaz, herkes kendini bir başkasına yansıtır, kendini kanıtlamak için bir başkasını kullanır. 57
Her türlü iktidarın sonu, kesin iktidarsızlıktır! 59
Her şeyin yarım yamalak yaşandığı toplumlarda, tuhaf bir aşağılık duygusundan mıdır nedir; ya hep ya hiç anlayışı geçerlidir. Bir şey ya karadır ya ak, ya iyidir ya kötü, ya seversin ya terk edersin. Ortası yok! Ama nedense sevgilin yarım yamalak sevilir, karnın yarım yamalak doyar, ne doğduğunu anlarsın, ne öldüğünü… 63
Dr. Igor, ‘Çok ciddi bazı patolojik vakalar dışında, insanlar yalnızca günlük yaşamın tekdüzeliğinden kurtulmak amacıyla delirirler,’ diyor. (…) Aşk, elbette bir başkasına duyulan yoğun, hatta olabilecek en yoğun duygudur. 69
Kısacası aşk, bir başkasıyla değil, tamamen insanın kendisiyle ilgili, o yüzden de en bencilce duygudur. Gündelik hayatın tekdüzeliğinden kurtulmak için yalnızca iki seçeneğimiz var: Ya aşık olacağız ya da delireceğiz. 70
Sinema salonu kolektiftir. Herkesin aynı koltuklara oturabilme ihtimalinden değil, herkesin bir buçuk, iki saatliğine de olsa aynı düşüncelere, aynı duygulara, aynı heyecanlara kapılma ihtimalinden söz ediyorum. 72
Aslında, herkesin aynı sırada olması, sırayı bozmaması için ne gerekirse yapılıyor. Sıra dışı olanlar o gri binalı okulların, sakallı hacı hocaların, ruh hekimlerinin, en önemlisi de annelerin başarısızlığı nedeniyle, şeytanı ruhlarından kovmayı beceremedikleri için sıra dışı olmuşlardır. 75
Bir şeyi yok etmenin en kestirme yolu, onu kontrolsüz olarak çoğaltmaktır. Öyle hızlı çoğaltacaksın ki, sonunda işlevsiz, gereksiz bir yığına dönüşecek. 90
Suçlular iktidarı temsil ettikleri için suç kavramını da kendileri yaratırlar, bu yüzden de suçsuz süsü verirler kendilerine. 98
Oysa bir insan için geçerli olan, bir ülke için de geçerlidir. Ya da tam tersi! İki insan arasındaki ilişkiyi deşerse, iki ülke arasındaki ilişkiye ait önemli ipuçları buluruz. 102
Zaten üstüne sigara içse de, içmese de kimse bir başkasıyla sevişemez. Kendiyle sevişirken bir başkasını kullanır, o başka. Yani sevişmek, ortasına delik açtığın bir karpuzu ya da düpedüz kendi elini kullanmak yerine bir başkasının bacak arasını ya da dübürünü kullandığın bir mastürbasyon çeşididir. Sigarayla falan da ilişkisi yoktur. 118
Özlemek, kendini hiç kimseyle paylaşamamak, hayatının bir bölümünü başka biriyle geçirmiş olan ‘eski ben’e kavuşmak istemekten başka bir şey değil. Özlenen kişi ise etkisiz eleman burada. Kısacası özlemek, kendini sevmenin arapsaçı. 122
Bunları yazmanın işe yaramayacağını da biliyorum. Çünkü hiç kimse yazarak kendini ifade edemez; olsa olsa kendini idare eder! 125
Kitap kutsal, evlilik kutsal, vergilendirilmiş kazanç kutsal… Biri çıkıp da kutsallığın ne olduğunu açıklayamıyor ama. İlle de uğruna ölünecek kutsal bir şeyler bulmak zorundayız, ama uğruna yaşanılacak şeyleri ıskalasak da olur! 130
Zaten bir kez okuduysanız yeter. O kitap kitaplığınızda durmasa da olur. Çünkü yazmak bir boşalma biçimiyse, ben içinize boşalıyorum. Kitap bahane! 131
Gerçeklerin farkına biraz olsun varabilen, bazı şeyleri az çok değerlendirebilen herkes bilir ki, aslında bu dünyada tek başınayız! İnsanların bu denli yalnız olup da yalnızlığının farkına varamaması gerçekten şaşırtıcı. 138
İnsanlar yalnızlığını örtbas etmek için savaşır. Sevişen insan, nasıl başka bir beden aracılığıyla yalnızlığını kapatmaya çalışıyorsa, savaşan insan yalnız olmadığını kanıtlamak için düşmana ihtiyaç duyar. Düşman yoksa da yaratır, bir düşman uydurur kendine. Oysa asıl düşman kendisidir! Başkasıyla savaşmak, kendinle savaşmaktan çok daha kolaydır. 139
Neden ‘asalak’ dediğimi de açıklayayım hemen; bunun yalnızca benimle değil, bizimle, yani hepimizle çok yakından ilgisi var. İnsan, yaşam biçimi olarak konakçı, yani asalak bir canlı türüdür. Yerüstü, yeraltı, bildiğimiz ya ada henüz bilmediğimiz bütün kaynakları tüketerek hayatta kalır insanoğlu. 140
Sadece Kenan Evren’i Marmarisli bir ressam sanan, yemeğin kokusuna anason diyen, aslanın karısının kaplan olduğuna inanan insanların başarılı olma, yükselme, para ve itibar kazanma şansları var bu ülkede. Çünkü kafasındaki yarada kurtçuklar besleyen insanların verdiği oylarla yönetiliyoruz. (bkn: demokrasi) İki kelimeyi bir araya getiremeyenlerin çıkardığı kanunlarla, yönetmeliklerle yönetiliyor bu ülke (bkn: bürokrasi). İki kelimeyi bir araya getirebilenlerse aşağılanıyor, baskı görüyor, eziliyor, sürülüyor, sürünüyor. Pantolonunun düğmesini iliklemekten aciz olanlar, çorabını yıkamayı bile akıl edemeyenler, etrafa yaydıkları o koku sayesinde ticaret adamı oluyorlar, tuhaf jeep’ler (onlar cip diyor) alıyorlar kendilerine. (bkn: kapitalizm) Bunlara kızmıyorum. Gerçekten kızmıyorum. Diyelim çocukluğunda Jules Verne’i okumuş, ya da Tolstoy’un, Dostoyevski’nin bir iki kitabını şöyle zevkle elden geçirmiş, birkaç tiyatro oyunu izlemiş, ya da en bileyim, kendini geliştirmek için bir süre gitar kursuna, resim kursuna falan gitmiş birinin yaşama şansı bile yok bu ülkede. İşte bunu anlayamıyorum; kabul edemiyorum bir türlü. 148
6 notes · View notes
alticizilen · 2 years
Text
Son Bakış - Irmak Zileli
Gözlerini Kaçırma’dan sonra okuduğum ikinci Irmak Zileli kitabı. Irmak hoca sıradan bir yazar değil; en azından benim için. O yüzden yorumlarım çok objektif olamayabilir.
Bu kitap en az konusu kadar, yazım tekniği ile benim için bir başucu kitabı. Kitap boyunca ikinci tekil anlatıcı kullanılmış. Kolay gibi gelebilir, ancak bu anlatımla uzun yazı yazabilmek o kadar zor ki, edebiyatımızda bu şekilde yazılmış çok az roman görürsünüz. O yüzden, burada not düştüğüm ve elden çıkarmayı düşündüğüm kitaplar arasında en çok bu kitapta tereddüt ediyorum.
Ah Tina, bir de bir Gürcü kadını böyle anlatabilmek… Altını çizdiğim çok az yer var, bu sayede tek tek yazabildim. Anlatımıyla bütün olan bu gibi kitaplarda, belli bir bölümü seçip altını çizebilmek çok daha zor.
Açıkçası ben Gözlerini Kaçırma’yı daha çok beğenmiştim. Sırada Eşik var, adım adım gidelim. Ellerine sağlık Irmak Zileli.
Tumblr media
Yani bilirsin öyle pek flörtüm bile olmamıştı genç kızlıkta, ki sen de zaten deneyimsiz olduğumu, bana ilk güzel söz söyleyen erkeğe kapılıp gittiğimi söylemiştin. S 34
Tanrı yanlışlık falan yapmaz, onun bilgisi olmadan biz kimiz ki kafamız karışsın, kafa karışıklığımız bile Tanrı’nın işi değil demek hangimizin haddine? S 36
Ama dedim, İlona bilmiş mi ki annesini götürdüklerini, bilmiş bilmiş, çocuklar bilir, dedi, sadee bildikten sonra unutrular biraz, yaşamak için unutmaları gerekir çünkü. S49
Tutkuysa bu ondan kaçarı yoktur insanın. 53
Gözümün önünden birden savaş uçakları geçti, oysa ben ne savaş gördüm ne bir şey, tuhaf işte, hayat böyleyse demek, sadece kendi anılarını taşımıyorsan sırtında... 85
Görmemek en beteridir şu hayatta İlona, anlamazsın belki ama görmemek, sevdiklerine değememesi bakışının çok fena, konuşma o yüzden öyle açıktan, içine at azıcık, içine, kimseye zararı olmaz bu kadar susmanın, herkesin acısı kendine, kıyas etme kendininkiyle yeter. 125
Çünkü deda aşk en çok bunu ��ğretir insana, teslim olabilmek gerekir gerçekten sevebilmek için. 127
Şimdi dedğil, n’olursun deda bir şey yap, beni doğuran sensin madem, engel olabilmelisin ölümüme 132
Aşık olduğunda çok iyi bildiği yerleri ile bir kez daha sevdiğinin gözünden görmek ister de, ben biraz şöyle bir duyguyla dolmuştum o günlerde, büyün bir hayatımın o kvakte kadar kat ettiğpi güzergahı bir de Kaveh’in elinden tutup yürümek, bir kez de onun gözleriyle bakmak anılara, tutku gibi bir şeydi belki de saplantılı şekilde, bir gezi rehberi gibi listeler çıkarıyordum, gidilecek yerler, anlatılacak anılar, birlikte hatırlanacak... Kaveh gönüllüydü buna, iştahla merakla katılıyordu bu geziye, hiçbir turistik gezi dolduramaz şu yaptığımızın yerini derdi de keyfi gözlerinden okunurdu ve ben nasıl sevinirdim, bana kıymet verdiğini gördükçe, kendimi önemli biri gibi hissederdim çok zaman, merak edilmek bu hissi verir ya insana deda, bilirsin işte. 139
0 notes
alticizilen · 2 years
Text
Suyu Arayan Adam - Şevket Süreyya Aydemir - Alıntılar
Kitabı yaklaşık bir buçuk sene evvel İlber Ortaylı’nın bir programdaki tavsiyesi üzerine okumaya başlamıştım. O kadar çok yerinin altını çizdim ki, o zaman yazmaya üşenmiştim. Şimdi de üşeniyorum:) Sürekli program kullanmaya çalışmam bundan. Aslında hala vaktimin elverip de yazabiliyor olmayı tercih ederdim. Hayat insanı zaman ile sınıyor.
Kitap okuma konusunda en verimli senelerimden biri olan bu iki senede, maalesef altını çizdiğim hiçbir kitabı yazamadım.
Kitaba gelince, harika! Bir kere Türkiye tarihine, zamansal tarihe ve Türk insanına ait o kadar çok şey öğrendim ki. Örneğin, Anadolu’da bahsedilen cahilliğin boyutu düşündüğümden çok daha fazlaymış. 10 yaşımdan bu yana savrulduğum hemen hemen her ideolojik fikre bulaşıp, sonra kendi olmaya karar veren suyu arayan adamaysa kendimi çok yakın hissettim.
https://documentcloud.adobe.com/link/review?uri=urn:aaid:scds:US:a102a222-910e-388f-921d-5558acb03847
Tumblr media
1 note · View note
alticizilen · 2 years
Text
Prisoner’s of Ourselves is the first book of Gündüz Vassaf I ve ever read. Again another regret of missing these people in the early ages of my life.
He wrote the book originally in English, so I preferred to read in English. However, many Turkish people already know the book as Cehenneme Övgü.
It is shocking to see the totalitarianism in every part of the life with his clear and strong words. I ll keep reading him with the book he told his mom’s story. I hope you ll be able to read the underlined parts with the shared links. So do i;)
Tumblr media
https://documentcloud.adobe.com/link/track?uri=urn:aaid:scds:US:ba89bb8a-0f3e-460a-8064-3a475edaff00 PART1
https://documentcloud.adobe.com/link/track?uri=urn:aaid:scds:US:3850c22a-ac58-4a23-8058-e46ff18d1634. PART2
https://documentcloud.adobe.com/link/track?uri=urn:aaid:scds:US:44715963-d1c2-4e4b-9c02-c29baa563800 PART3
https://documentcloud.adobe.com/link/track?uri=urn:aaid:scds:US:905f40ce-2cfb-4cc0-a317-ea7cba129a7b. PART4
1 note · View note
alticizilen · 6 years
Text
Alexandre Najjar - The School of War - Quotations
I have read the book just after I came back from my journey in Lebanon for a month. The author endorses how a war general and Lebanese war in the 80s was brutal by telling his own experiences as a child. It is touchy, short but intense to read and evocative novel. 
Tumblr media
What you call courage, Ma’am, I call knowledge. (18)
The candle is perhaps the most striking example of the incredible generosity of things, and of the ability of certain objects to love. It lives and dies for the person for whom it lights the way. Could there be a more beautiful expression of love? (67)
It was during the opening game that I came to understand the extent to which the belligerent groups took an interest in sports – not a single shot was fired during the entire Argentina – Belgium game. For a full hour and a half the heart of the war stopped beating. (94)
Drunkards are forgiven everything, for they know not what they do. (100)
Drowning our anxiety in games. Doing what we could so the hours would pass without noticing, under the illusion that we would find peace at the end of a game. Before the war I knew nothing about cards – I held them fanned out in such a disorganized manner that I gave my hand away every time. By the end of the war no game remained that had not revealed its secrets to me. (102)
My house was pretty. It had a view of the Mediterranean. One day, the militia from both camps came and they occupied my house. Not at the same time – they took turns. In my room, some of them wrote slogans praising their leader. In the living room, the others ripped up his portrait and spit on it. (128)
I am moved by this poem because we have become strangers in our own country. (129)
If I had a time machine, I would go back to the time of Creation. I would go ask God: Why? (128)
‘They were twelve – and thirteen-year –olds, normally at that age, kids dream. (128)
3 notes · View notes