Tumgik
#anlatım
semaamagokyuzuolmayan · 2 months
Text
İyi olmaya çalışıyorum. En çok da kendime. Çünkü fark ettim ki insan kendine iyi davranmazsa kimse iyi davranmaz. Çünkü insan sevmezse kendini, kimse sevmez. İnsan korkarsa yalnızlıktan, yanında kimse olmaz.
26 notes · View notes
mecnun1cinar · 1 year
Text
Komik bir olayı arkadaşına anlatıyosundur
Tumblr media
75 notes · View notes
neonemivar11 · 6 months
Text
Anlatılacak birçok şey var elbette, önemli olan anlatılanı ve anlatanı kavramak. Yaşım 17 ve önümde koca bir hayat var veya da yok, sadece iyi niyetle yaklaşmanın karşılığı küfür, hakaret ya da terk edilmekle sonuçlanmasını anlamış değilim. Bununla birlikte hayatıma devam etmek istediğimde ortadan kaybolan kişilerin, olayların vb. bir anda gün yüzüne çıkması ister istemez insanın kendisini sorgulamaya yöneltiyor. Eğer eski düşünce yapım olsaydı her durumda acaba ben ne yaptım da durumlar böyle oldu derdim fakat bu hep böyle olacağı anlamına gelmez. İşte şimdilerde ise haklı, haksız, yapıcı ya da yıkıcı olmak yerine tarafsız bakmayı öğrendim.
3 notes · View notes
seslimeram · 9 days
Text
Ezberler İçinde Yıkımı Var Eden Ülke
Tumblr media
Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Zatı alileri, baş efendinin seçim hezimetini, kendi bekası adına yönlendirip, yeniden tanımlayarak oluşturduğu haleti ruhiye sırasında, ezberlerle bir kere daha hayatın akışı tersine işleniyor. Ya tahakküm resmen savunuluyor. Ya bitimsiz bir cerahat. Ya belli başlı bir tahakküm nesnelleştiriliyor. Yahut da inkarın biri bitmeden bir başkası var edilip, yollar çiziliyor. Duraksamadan, bitmeyecek bir kısır döngü içerisinde giderek eleştirdiği o tek adam rejiminin ta kendisine dönüşen bir sureti temsille hayat her anlamda ‘çepeçevre’ kuşatılıyor. Tek adam rejiminin en güncellenebilir sürümü içerisinde mahzun / mağdurun ta kendisi olduğunu bildiren bir temsil bugün en karanlık suretleriyle birlikte bir ülkenin yönelimini belirginleştiriyor. Her şey ezber edilmiş şablonların arasında hem nalına hem de mıhına bir tezahürle birlikte biteviye bir yıkıma çıkartılır. Yeni ülke tiradının ardılı ola gelen her şey bu tahayyülün izleri üstünde bina edilir.
Tekdüze, tekil bir uzamdan biçimlendirilen akla seza her ne varsa bununla yolunu alenen kesiştiren bir aklın tezahürü olarak var ettikleri açmazları, her açmaz dipsiz karanlıktaki bir eşiği göstere gelir. Hayatın ehven olandan men edilmesinin neticesinde çıkagelmiş ol her hamleyle birlikte bu cürüm hemhal ülke de gerçekliğini pekiştirir. Didaktik, kendisini mütemadiyen tekrarlayan bir fasit döngü içerisinde bu hazin sularda yürüyen ülkenin hali, gerçekliği karşımızdadır ne eksik, ne fazla. Yalnız ve doğrudan müdahalelerle birlikte bir istikametteki hayat akışına karşıtlık, olağanı, normali zayi etmek kesintisiz kılınır. Yerel seçimleri mütemadiyen genel seçimlerle karıştıran, bunu da bir savaş sahnesindeki en son hamlenin ta kendisiymiş gibi pazarlayan muktedirin o hezimeti sindirmesinin yolu daimi bir biçimde ezberlerine tutunarak, sürekli nefreti, daimi ayrımcılığı, arasız ve fasılasız bir halde kötülüğü eyleyerek, arka çıkarak, yol vererek mümkün olur. Yenginin arkasından ol çıkagelen ilk meclis grup toplantısında baş efendinin var ettiği sözler zaten belirgin olana dair bir izahattir.
Evrensel Gazetesine bağlanalım: “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yerel seçim yenilgisinden sonraki ilk grup toplantısında, AKP’nin oy kayıplarını katılımın düşmesine bağladı. Parti içindeki itirazları eleştiren ve değişime gideceklerini savunan Erdoğan, geçim derdi ve işsizlik konularına ise değinmeyip sadece “Enflasyonla mücadeleye devam” demekle yetindi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yerel seçimlerin ardından AKP’nin ilk grup toplantısında konuştu. Seçim sonuçlarına ilişkin partisine moral vermeye çalışan Erdoğan, parti genel merkezinden köy temsilcilerine kadar herkese sırayla teşekkür etti. Erdoğan partisinin oy kaybını kabul etse de Cumhur İttifakının yüzde 40.5 oy oranıyla seçimlerde üstünlükle çıktığını savundu. Seçimlere katılımdaki düşüşe dikkat çeken Erdoğan, “Katılım oranının düşüklüğü partimizin oylarını da etkilemiştir” dedi.
"Partiye Ayar Verdirmeyiz"
Seçim sonucunu AKP’den öz eleştiri talebi olarak değerlendiren Erdoğan, “Kendi bünyemizde gerekli değişimi gerçekleştireceğiz” dedi. Öte yandan parti yöneticileri arasında yükselen eleştirilere de seslenen Erdoğan, “AK Parti’yi eleştiri ya da öz eleştiri maskesi altında hırpalamaya kalkışanlara da asla müsaade etmeyiz. AKP’ye ayar vermeye çalışanlara kesinlikle rıza göstermeyiz. Buradan muhalefete de ekmek çıkmaz. AKP üzerinden kendilerine şahsi ikbal devşirmek isteyenlere ekmek çıkmaz” dedi.
"81 İlde Tek İktidar Var"
Bu yerel seçimde de muhalefetin yeni belediyeler kazanmasına ilişkin ise Erdoğan, “Bunun bir yerel seçim olduğunu unutup şımaranlar pervasızlaşanlar hatta farklı heveslere kapılanlar olduğunu görüyoruz. 81 ilimizde tek bir iktidar var o da Cumhurbaşkanı ve kabinesidir. Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez” diye konuştu.
İsrail’le Ticaret Eleştirilerine Savunma
İsrail’le ticarete yönelik eleştirilerin karşılık bulduğunu kabul eden Erdoğan, bu eleştirileri “alçakça iftiralar” diye suçladı. Erdoğan, “Hiç kimse ne şahsımın ne bu kadronun Filistin hassasiyetini sorgulayacak kalibrede, kapasitede değildir” diyerek kendisini savundu. İsrail’i “Bunlar Hitler’i çoktan geçti” diye eleştirdi. Erdoğan devamında "Haftasonu Filistin davasının lideri misafirim olacak. Beraber pek çok şeyleri dertleşeceğiz konuşacağız." dedi.
Şimşek Programına Devam
Erdoğan’ın halkın geçim derdiyle ilgili sorun ve taleplerine konuşmasında değinmemesi dikkat çekti. Ekonomiye ilişkin sadece önümüzde seçimsiz döneme ilişkin çizdiği rotaya kısaca değinen Erdoğan, “Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez. Artık seçimin de olmadığı önümüzdeki dört yıl içinde enflasyonla mücadelemizi inşallah zaferle sonuçlandıracağız. Geçmişte yaptık, yine yapacağız” dedi. Erdoğan seçim sonrası yürütecekleri politikada yine “terörle mücadele” vurgusu yaptı.”
Dön baba dönelim. Birbirini bir türlü tutmayan bir demeçler silsilesi. 1 Nisan sabaha karşı söylenenlerle daha yeni meclis grup toplantısında ortaya çıkan farklılık başlı başına her nasıl bir cendereye tutulduğunu ülkenin bildirir. Duraksamadan mütemadiyen ezberlerle birlikte var edilen nobran / ketum değil çalçene kesintisiz bir itham ve yaftalama sürekliliği ile birlikte bir seçim tahayyülü kenara terk edilir. Yerel seçimin, genel seçimler gibi bir savaşa bizatihi kendi eliyle dönüştürüldüğünü bilmesine rağmen baş efendi hiçbir türlü memleket idaresi için gerekli düzenlemelerden yana bahis açmaz. Bütünüyle sıkıntılar içerisinde hayatta / ayakta kalmaya çalışan asgari ücretliden / emekliye kimseler için bir doğru düzgün iyileştirmeden bahis açmaz. Salt ekonomik parametreleri yandaşlar için kıyak / cukka / indirmeden ibaret olan bir menzildeki yağmacılığa bir dur demez hiç ama hiçbir zaman diyemez. Büyükşehir belediyelerinden belde belediyelerine kadar hemen hepsinde borç hanelerinin en az birkaç yüz milyon liradan, birkaç milyar liraya kadar uzanabildiği bir sarmalın içerisinde ezberlerle maval okuyarak hangi günü kurtulur. Seçim hezimeti bir yana onu dahi sürekli istismar edip, genel seçimlerde kim ne olacak herkes görecek yollu aba altından sopa sallamalara devam olunurken, katılımın düşüklüğü dert bildirilirken yarının ehven değil fenalıklara gebe olduğunu / bırakıldığını kim her nasıl fark edecektir. Şimdi ağzımızın tadını bozmayalım yollu göndermeler var edilirken bizatihi ortamı değiştirmeye yönelik, militarist, faşist, ayrımcı ve nefretten yön bulanlara zemin sağlanırken sahiden yolu nereye çıkar bu ülkenin? Soran edeni olur mu acaba?
Genel geçer değil, insana dair umudun var edilebildiği her eşikte kendini tekrar eden bir soluksuz yok etme isteminin olduğu zeminde hayata tek bir an olsun yeni ufuklar çizilebilir mi? Baş efendi kadar, apaçık bir biçimde memleketin başına gelebilecek en büyük zül temsillerden faşist efendinin ayarları hep bozulan memlekete dair önermeleri, o önermelerdeki saçmalıklar boyutunu ne yapacağız misal? Memleket yönetim katının tüm o curcuna hallerinin kıyısında gündelik yaşama vurulan ketleri nasıl / ne zaman konuşacak bu ülke misal? Gelişigüzel atfedilmiş / serpiştirilmiş olagelen ezberlerden biraz öteye geçildiğinde yansıyan çürümenin, vizörün kıyısında kalakalan insanların ol hayat haklarının akıbeti her nice olacaktır, sahi ama sahiden de?
Şirnex’te seçim günü gasp edilmiş iradeye karşı sesini yükselten ve günlerce konuşulan ol “konuş sen nerelisin” sözünün sahibi Süleyman Salğucak için misal soruşturma açılmasının utancı ne yana düşer? Hakkaniyetsizce bir kentin idaresinde dahi son sözü, en son sözü söylemesi gereken yurttaşların gözlerine baka baka ama hile hurda, ama kolluk kuvvetlerini kullanarak, zoraki belki de oy verdirerek bir seçimi heder etmenin, kenti bir kez daha gasp etmenin hesabı bu ileri demokrasi ülkesinde ne yana düşer sahiden de? Bir biçimde onca hedef almaya, şiddete, ötekileştirmeye rağmen ayaklarının üstünde durmayı başarıp, Wan, Amed, Merdin, Colemerg gibi pek çok yerde seçilmiş Dem Parti (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi) iradesi ne olacaktır misal? Tümüyle nobran bir pratikle, yine aynı ezberci kin kusan / ayrıştıran / haddizatında Merdin ve Amed / Sur Belediyeleri için soruşturmalara gark olunan bir zeminde, seçmenin mesajı, iradesinin sunduklarına yanıt yine zorbalık mı olacaktır, nedir, nicedir?
Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Tüketilenin hayat olduğu akla düşürülmeden bir heyula içerisinde yedi gün, yirmi dört saat duraksamaksızın bir cerahat var ediliyor. Denetim, gözetim ve tahakkümü her yere taşıyan, her günün asal demirbaşı ilan eden bir iktidar pratiğinin aldığı hemen her yengi sonrasında olduğu gibi önce naralar, sonra eylemlerle birlikte bir cerahat ekseni var ediliyor. Modern zamanların yıkıcı iktidar pratiklerine misal Zeybekçi efendi’nin bahsettiği gibi “Yani eyvallah, İsrail'in yaptığı katliamı kınıyoruz ama diğer taraftan da İsrail 6 satıp 1 aldığımız bir ülke. O anlamda, daha hassas olmamız gerektiğine inanıyorum.” Yıkıcı iktidar pratiğinin salt / sırf / sadece emtia üstünden güncellendiği, ol para için ne taklalar atıla geldiği, dahası da kırım / cinayet / terör konusunda sayılı azılı devletlerden birisine özenilip, imrenirken bir yandan ithama devam bir yandan da ticari faaliyetlere olanak için zemin yoklanan bir yerde her türlü ezberle günler geçirilir. Hamaset, ayrımcılık, nefret üçlemesini sınır içinde satmaya devam ederken, sınır dışında var edilen açmazları ticari fırsatlara dönüştürme gailesinden de çekinmeyin, gocunmayın o ayrı bu ayrı diye çıkagelen bir zihni tezahürün kimselere faydası dokunur mu? Doğrudan ve yalın ezber edilmiş replikler, siyasal demagoji / ajitasyonlarla birlikte ucuza kapatılmış bir ülkenin her anında apayrı fecaatler var ediliyor. Bir hikaye ki otuz iki kısım tekmili birden yepyeni yaralara mahal veriyor. Demokrasi, adalet, hürriyet, eşitlik vesair ol müştereklerimizin köküne dökülmek istenen kibrit suyu, 2028’e kadar var edilebilecek bir deneyimi vaaz ediyor. Tümüyle, doğrudan, bariz bir çürümeyi. Dipsiz, eksiksiz bir yok edişi. Süreğen, aralıksız bir muhtaç kılmayı. Bunlarla mı yeni ülke, bu bahisler miydi, onca öykünülen...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Selma GÜRBÜZ – The Night, El Yapımı Kağıt Üzerine Guaj 2005 – ArtDog
1 note · View note
ajansozgurce · 5 months
Text
Kopenhag - Galatasaray: Canlı Maç Anlatımı 0-0
Kopenhag – Galatasaray: Canlı Maç Anlatımı ve Puan Durumu UEFA Şampiyonlar Ligi’nin heyecan dolu son haftasında Galatasaray, deplasmanda Kopenhag ile kritik bir mücadeleye çıkıyor. Grupta 5 puanla üçüncü sırada bulunan Galatasaray, bir üst tura yükselebilmek için kazanmak zorunda. İşte maçın detayları ve canlı skor güncellemeleri: Maç Bilgileri: Tarih ve Saat: 12.12.2023, TSİ 23:00 Stadyum:…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
belkidebirharfimben · 8 months
Text
Allah konuşmak zorunda mı?
“Kâinatın envâı insanı tanıyor değil. Belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.” Sözler’den.
Elhamdülillah. Müslümanın Allah’ı tutarsızlıktan münezzehtir. Deistlerin tanrısındaysa bir dizi tutarsızlık vardır. İlk tutarsızlığı ‘ilgi’ eşiğinden kendisini gösterir. Fakat, bir saniye, hızlı gidiyoruz. Bu mevzua dalmadan önce birşeyi itiraf etmeliyim: Bediüzzaman’ın bazı ifadelerini ilk okumalarımın üzerinden yirmi yıl kadar geçtikten sonra anlayabiliyorum. Evet. Sanki, daha önce hiç okumamışım, sadece yanlarından geçmişim gibi. “Kimbilir anlamadan yanından geçtiğim daha neler neler var?” diye kederleniyorum böyle anlarda. Eh, ne yapalım, kabımız bu kadarcık. Rabb-i Rahîmimiz azımızı çoğa saysın. Bahsi açtık. Misali de geliyor. İşte onlardan birisi: “Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur.”
Ben bu cümleyi her okuduğumda ‘yapmak ile bilmek’ arasındaki zarureti kavrar fakat ‘bilmek ile konuşmak’ arasındaki lüzumu kavrayamazdım. Nihayetinde her bilen konuşmak zorunda değildi. En azından beşerî düzlemde bu zarureti kavramamı sağlayacak kıyaslamalar bulamıyordum. Susmak da insanlığın bir parçasıydı. Ve bazen insanlar bile bile susarlardı. Peki Bediüzzaman bu zarurete nasıl intikal etmişti? Aradaki boşluğa(!) dair düşünmeye başladım. O düşünmek mesaisi epey bir sürdü.
‘Yapmak ile bilmek’ arasında ise aynı güçlüğü çekmediğimi belirtmiştim. Zira bilmesiz yapmak ancak yıkmak türünden ‘vücudî görünen ademîlikler’ için mümkündü. (Yokuş aşağı yuvarlanan bir kaya ne yaptığını bilemezdi, ama birşey de yapmış olmazdı zaten, yıkardı sadece.) Sistemli herşeyin inşasıysa bilgi isterdi. Kasıt isterdi. Dikkat isterdi. Israr isterdi. Bütüncül bakış isterdi. Çay yapmasını bilmeyenler çay yapamazdı. Bina yapmasını bilmeyenler inşaata girişemezdi. İlim, irade, kudret üçlüsü her eserin arkasında zaruret olarak kendisini gösteriyordu. Kader de, daha büyük resimde, kainatı varlığa çıkaran (ve onu varlıkta tutan) bilişin/ilmin adıydı. Evet. Kadere iman edilmeden iman tamam olamazdı. Çünkü Allah’ın yarattıklarını önceden (aslında, zamandan aşkın bir şekilde, ezelden) bilmeden yarattığını söylemek olurdu bu. Dolaylı olarak da, ne yaptığını bilmeden yaratan Allah gibi, hâşâ, imkansız birşeyin tasavvuruna giderdiniz. Kainatı binbir harikalıkla yaratan Allah, ilminin izleri her eserinde okunan Allah, nasıl böyle birşeyle itham edilebilirdi? Düpedüz iftira olmaz mıydı denilen?
Buraya kadar tamam. Fakat bilen neden konuşmak zorundaydı? İşte şu eşikten sonra deistlerin ilah tasavvurundaki tutarsızlık kendisini ele vermeye başladı arkadaşım. Deistler bize diyorlardı ki: “Kainatla ‘yaratacak’ kadar ilgilenen Allah insanlarla ‘konuşacak’ kadar ilgilenmedi.” Halbuki yaratmak ilgilerin en şiddetlisiydi. Cenab-ı Hak, daha varlık sahnesinde yokken, sadece ilm-i İlahî’de mevcutken, o kadar ilgilendi ki bizle, o kadar teveccüh etti ki keremiyle, varlık sahnesine çıkardı bizi. Sadece bizi değil cümle mahlukatını. Cenab-ı Hakkın ilgisi en çok rahmetiyle görünür. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Rahmetiyle bildiğini bildirir.” Kainatta rahmet olarak okuduğumuz aslında Cenab-ı Hakkın, bize, bizi bildiğini bildirme şeklidir. Kusurlu bir ifade olsa da, kendi aramızda bunu, ‘ilgi’ olarak isimlendiriyoruz.
Zaten ilgi dediğimiz şey de genelde belirli seviyelerde ‘muhabbet’ ve ‘merhamet’ tecellileriyle kendisini gösterir. Sözgelimi: Ben yeğenimle ilgileniyorum. Nereden belli? Çünkü onunla oynuyorum. Çünkü onunla geziyorum. Çünkü ona dondurma alıyorum. Çünkü, çünkü, çünkü… Daha birçok şeyi sayabilirim. Bunlar hep belirli düzeylerde ‘yeğenimin varlığına düşkünlüğüm’ ile belli olmuştur. Evet. Ben yeğenimi severim. Ben yeğenime şefkat ederim. Eğer bu iddialarda yalancı değilsem hayatta tezahürleri olur illa ki. “Ben yeğenimi çok severim ama hiç yüzüne bakmam!” gibi bir ‘inkılab-ı hakaik’ (hakikatlerin tersyüz olması) yahut da ‘cem-i zıddeyn’ (zıtların birlikteliği) hakikatte varolamaz.
Tezat bir kusurdur. Nihayetsiz kemalde olan Allahımız kusurlardan münezzehtir. Madem ki, yoku vara çıkaracak kadar ilgilidir, o halde konuşacak kadar da ilgilidir. Esasında yaratması zaten bir tür konuşmasıdır. Konuşmasının dolaylı bir biçimidir. Yüzünüze güldürdüğü her bebek, uçarken gösterdiği her kelebek, açarken bulduğunuz her çiçek, Onun kendisini size bildirmesinin yollarıdır.
Yeğenime gösterdiğim ilginin ederi nedir? Çok cüzî şekillerde varlığına katkılar sunabilirim. Hak Teala ise bizimle yokluktan varlığa çıkaracak kadar ilgilenmiştir. Bize bütün kainatı kitap kılacak kadar ilgilenmiştir. Herşeye herşeyden kendisini bildirecek kadar ilgilenmiştir. Herşeyi yüzbin dilli bir mektub-u Samedanî kılacak kadar ilgilenmiştir. Kainattaki bu ilmî doluluk, bu iletişim zenginliği, bu daldıkça dibi görünmeyen marifet, ancak Cenab-ı Hakkın ‘konuşmaktaki arzusu’ ile açıklanabilir. Yani zaten Onun yaratmasında konuşmak/bildirmek arzusunun (Bu ifadenin de kusurlu olduğunu biliyorum. Fehminize yaklaştırmak için bir araç olarak görün lütfen. Münezzeh manalarla tefekkür edin.) tezahürleri okunmaktadır. Varlığa çıkışımız Onun eserleri üzerinden konuşmasıdır.
O halde, bizi yoktan vara çıkaracak, herşey üzerinden kendisini bildirecek kadar bizimle ilgili bir Allah; ağzımıza attığımız her lokmanın nereye/ne kadar dağılacağına kadar ilgilenen bir Allah; âlemin başından sonuna vücuda lazım yasalarını devam ettirecek dikkatte bir Allah; bu kadar detaylı bir kuşatıcılıkla iradesi üzerimizde bir Allah; nasıl olur da en çok ‘acaba’ya düştüğümüz yerlerde kalbimizi ‘konuşmasız’ bırakır? Nasıl dolaylı bir şekilde kendisini bu kadar çok anlatır da doğrudan mesajı ihmal eder? Halbuki dolaylı mesajın kavranması da çoğu zaman doğrudan mesajın varlığına bağlıdır.
Yine bir misale müracaat edelim: Diyelim ki bir mecliste konuşma yapıyorsunuz. Boynunuza da nereden geldiği bilinmez bir akrep çıktı. Seyirciler içindeki arkadaşınız durumu farketti. Size kaş-göz işaretleriyle durumu anlatmaya çalışıyor. Anlayamıyorsunuz. (Zaten işaret diliyle birşeyi anlatmak doğrudan anlatıştan her zaman daha zordur. Böylesi oyunlar oynayanlar bilirler. İşaret dili dolaylı bir dildir. İkincil bir dildir. Semboller insanların dünyasında her zaman aynı anlamlara karşılık gelmezler. Kelimelerse genelde yakın anlamları bulurlar.) Nihayetinde akrep de sizi sokuyor. O zaman arkadaşınıza sitem etmez misiniz: “Birader niye ağzını açıp söylemedin? İmâlarını anlamadım ki.”
Cenab-ı Hak da bize kainat üzerinden sonsuz akıbetimizi etkileyecek olan bilgiyi sürekli aktarıyor. Zaten yaratılış bu bilgi aktarımı ile anlamlı oluyor. (Belki, daha ileri bir hayalgücüyle, yaratılışın da ‘çok boyutlu bir bilgi aktarım şekli’ olduğunu söyleyebiliriz.) Böyle bir ilmin katman katman varolduğunu bilimdallarının herbiri bize, hatta en sekülerlerimize bile, gösteriyor. Daldıkça bilgi çıkıyor. Kazdıkça bilgi fışkırıyor. Kurcaladıkça bilgi kaynıyor. Kendisini bu denli şiddetli bir şekilde, böylesine yoğun bir ilgiyle, ama dolaylı olarak anlatan bir Alîm-i Hakîm, o dolaylı mesaj karşısında ‘acaba’ya düşmüş kullarına, yine sonsuz rahmetinin bir gereği olarak, göz açıcı doğrudan mesajlar da iletmez mi? Doğrudanı dolaylı ile birleştirerek hikmetini tamam etmez mi? Âlem kitabını, Resul kitabıyla ve vahy-i Furkanıyla ‘Ya Rabbi anlayamadım!’ bahanesi kalmayacak şekilde okunulur kılmaz mı? Bence “Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur…” böyle de okununca daha bir anlaşılır oluyor: Madem bildiğini bu kadar yapmakla (dolaylı biçimde) gösterir, elbette, konuşmakla da (doğrudan biçimde) bizzat gösterir. Çünkü yapması zaten bilmesindendir. Bu kadar eser üzerinden konuşmak arzusunu gösteren bilmek, elbette aciz değildir ki, bizzat kelamullahıyla da konuşmasın.
“Şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve herşeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve herşeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur. Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan nev'iyle konuşacaktır. Madem insan nev'iyle konuşacak; elbette insanlar içinde kàbil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âli ahlâkta ve nev-i beşerin humsu ona iktidâ etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip ona dua-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; ve resul yapacak ve yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.”
Bir de meselenin şu boyutu var arkadaşım: Dolaylı anlatım imtihanlıdır. Yukarıda da altını çizmeye çalıştım. İşaretler aynı karşılıkları bulmayabilir. Yine Bediüzzaman’ın “Küçük âlemde, yani insanda ene, büyük insanda, yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tâğutlardandır…” demesini hatırlayalım. Allah’ın yarattığı ‘ene’ veya ‘tabiat’ neden ‘tağut’ oluveriyor? Çünkü dolaylılığına takılınıyor. Mana-i harfî ile işaretleşmesi gereken mana-i ismî ile bütün nazarı kendisine hapsediyor.
“Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mâyi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlıkın evâmirine mübarezeye başlar. Küçük âlemde, yani insanda ene, büyük insanda, yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tâğutlardandır.”
Esere baktığınızda müessiri görmek ikincil bir dikkate muhtaçtır. Eğer esere aşkınsız dikkat ederseniz, onda boğulursanız yani, göstermek için yaratılan şey görmenin engeli olmaya başlar. Mürşidimin ‘ene’ ve ‘tabiat’ta hissettiği tuzak budur. Cenab-ı Hak sırr-ı imtihan gereği varlığı bu şekilde halketmiştir. Ötesini görmeye çalışan öteyi bulur. Gördüğünden ibaret sayansa onda boğulur. Ancak, ötenin varlığından haberdar edilmemişlerse, nasıl öteden sorumlu tutulabilirler? İşte, Cenab-ı Hakkın peygamberleri göndermesi, bu hikmetin eda edilmesi için de gerekiyor. Mektubu vermeden önce okumayı öğretmek lazım. Yazıyı ‘okunacak’ bilmeyenin elinde mektup sırf resimden ibaret kalır. Ne diyelim? Cenab-ı Hak, bizi, huzurunda gözü başkalarına kayanlardan eylemesin arkadaşım. Âmin.
0 notes
dramsal · 9 months
Text
Aşkın En Karanlığı
Tumblr media
Bir zamanlar, içi umutla dolu bir adam vardı. Adı Emre'ydi ve kalbinin en derinlerine aşkın en güzel renklerini resmeden bir kadına tutulmuştu. Onun adı Elif'ti. Elif'in gülüşü, gözlerindeki parıltı ve içten gelen samimiyeti, Emre'nin kalbini cezbetmişti. Onun için Elif, bir masal kahramanı gibiydi; hayatının anlamı ve güzelliklerle dolu bir rüyaydı.
Emre, Elif'e olan aşkıyla kalbinin en karanlık köşelerinden güneş ışığı gibi parlayan bir aşkla bağlıydı. Elif'in her sözü, her dokunuşu ve her gülüşü, onu derinden etkiliyordu. Onun için sevgi, saygı ve anlayışla dolu bir bağ vardı ve onun yanında kendini en saf, en gerçek haliyle ifade edebiliyordu.
Ancak bir gün, Emre'nin hayatı beklenmedik bir şekilde altüst oldu. Elif, onun için hayatın en karanlık anına dönüşen bir karar verdi. İhanetin soğuk eli, kalbindeki güzellikleri silip süpürdü. Elif, onun aşkı ve bağlılığına hiç değer vermemiş, onu görmezden gelmiş ve hiçe saymıştı. Emre için bu, bir felaketti. Aşkın en karanlık yüzü, kalbinin en derinlerinde iz bıraktı.
Emre, bir zamanlar içinde neşe ve umut dolu olan kalbinin kırık parçalarını toplamakta zorlanıyordu. Elif'in ihaneti, onu duygusal bir enkazın içine sürüklemişti. Kendini değersiz ve yetersiz hissediyordu. Kalbindeki güzellikleri ona sunarken hiçe sayılmanın acısı, göz yaşlarıyla karışıyordu.
Ama zamanla, Emre, aşkın en karanlık yüzünü değiştirmeyi öğrendi. Kalbinin kırık parçalarıyla baş başa kaldığında, gücü içinde hissetti. Onun için aşkın en karanlık anı, aynı zamanda kendini keşfettiği bir dönüm noktasıydı. Artık Elif'in sevgisini hak etmediğini düşünmek yerine, kendine olan inancını geri kazanmaya başladı.
Emre, hayatının akışına teslim oldu ve kendini keşfetmeye başladı. Onun için, aşkın en karanlık yüzü, daha önce fark edemediği güçlü yönlerini keşfettiği bir yolculuktu. Kendini yargılamayı bıraktı, geçmişi affetti ve geleceğe umutla baktı.
Elif'in hiçe saydığı adam, kendi içinde gücü keşfeden bir adam olmuştu. Hayatın acımasızlığına rağmen, içindeki aşk ateşi asla sönmemişti. Emre, artık geçmişin gölgesinde değil, kendine güvenen, sevgi dolu ve aydınlık bir geleceğin yolcusuydu.
Emre'nin hikayesi, aşkın en karanlık yüzünden ışığa doğru yol alan bir dönüşümün hikayesiydi. Hayatta alınan acılar ve yaşanan ihanetler, insanı güçlendiren ve içindeki güzellikleri keşfetmesini sağlayan birer ders gibiydi. Unutmayın ki, aşkın en karanlık anında bile içinizdeki güç, sizi hiçbir zaman terk etmeyecek ve sizi aydınlık yarınlara doğru taşıyacaktır.
1 note · View note
gozlerimdekiparilti · 9 months
Text
Tumblr media
Güneşten yanmamak için güneş batınca denize giriyoruz.
11 notes · View notes
sayendeyirmiki · 2 months
Text
oturucam ve ne düşündüğümü bilmeden düşünerek günümü mahvedicem
6 notes · View notes
buffy-buffy · 1 year
Text
Tumblr media
Benim bir aydır onun iyiliği için dediğim şeyi bugün elin kişisi sayesinde başlamış yapmaya..
Onunla biraz şakaya vurarak konuştum ama harbi kırıcıydı.
10 notes · View notes
bozusuruz · 9 months
Text
Yanlışlıkla cumartesinin 3 saatlik dersini bugün yapmışım 🥹🥹🥹🥹 bu nası iyi bi sey biliyo musu uz ajdnqkdnw
2 notes · View notes
e2i4-ud · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
#Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu anlatım sözle olursa şiir#ezgi ile olursa müzik#resim ile olursa ressamlık#oyma ile olursa heykeltıraşlık#bina ile olursa mimarlık olur.#Mustafa Kemal Atatürk'ün doğum tarihi ay ve gün olarak fazla bilinmiyor. Atatürk'ün doğum tarihi sadece yıl olarak 1881 yılında olduğu bilin#kendi onayıyla resmî olarak 19 Mayıs olarak belirlenmiştir. Bu gün Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı olması sebebiyle önem verdiği bir gü#10 Kasım1938-Saat 09.05-84. Yıl oldu.#Diğer sanat dallarında olduğu gibi Atatürk müziğe de çok önem vermiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonra Türk müziği ile birlikte klasik müzi#bunun için opera ve klasik müzik konserlerine giderek halka örnek olmaya çalışmıştır.#Günlük hayatında türkü ve şarkılarla iç içe olan Atatürk#müziğin hayatın bir parçası olduğunu düşünmüştür. Dinlediği şarkı ve türkülere zaman zaman kendisi de eşlik etmiştir. Müziği insanlığın ort#’Hayatta müzik gerekli değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzikle ilgisi olmayan varlıklar insan değildir. Eğer söz konusu olan hayat insan ha#ruhu#sevinci ve her şeyidir. Yalnız#müziğin türü üzerinde düşünmeye değer.’’#Atatürk#şiir ve edebiyat dışında müziğe de büyük bir ilgi duymuştur. Şarkı ve türküleri dinlemekten büyük bir zevk alan Atatürk#zaman zaman okunan şarkılara eşlik etmiş#oynanan halk oyunlarına katılmıştır. Bazı Rumeli türküleri#onun sesinden notalara dökülmüş ve müzik repertuarımızda yer almıştır.#Atatürk’ ün#tiyatro#bale#edebiyat#heykeltıraşlık#mimarî#resim#müzik gibi sanat dallarıyla ve sanatçılarla ilgilenmesi#onları desteklemesi Atatürk’ ün sanatla çok yakın bir ilişki içinde olduğunun göstergesidir.
19 notes · View notes
seslimeram · 1 year
Text
Ermenilerin Yarasını Fark Etmek
Tumblr media
Bir cendere içerisinde sallanıp yuvarlanıyor koca ülke. Heyula kılınmış olan gündelik hal, yaşamın alelacele müdahalelerle birlikte mutlak dönüşümünü mutlak bir cendere kılan ol iktidar pratiği her gün bambaşka açılardan yeni yaraları var ediyor hemen hiç duraksama olmadan. Bir kez olsun kafi denilmeden denenip zarar vereni yeniden öncelemek tek olası ihtimal kılınmaya devam sesleri yükseltiliyor. Var edilmiş katran karanlığından, tümüyle kapkaranlık bir temsilin var ettiği tahakküm, tehdit ve bedene yönelik müdahalelerle tüm o tahayyüllerle kurumsallaştırılan cendereye olur verilmesi salık veriliyor. Her günün çok afaki bir biçimde en ağır sınamalara sahne kılındığı bir uzamda cendere, ölümü gösterip, sıtmayı razı getirme halini bildiriyor behemehal. Denklemler, denklik halleri tastamam bir biçimde tarumar edilirken yeni diye bildirilenin sunduğu ihtimaller açıktan bir yıkımı tüm bu cendere halini örnekliyor. Geleceği şimdisinden çalınmış bir yerde hayatiyet tümüyle o mahvetme retoriklerine esir kılınıyor. Kötülüğün ele alınmış sureti olagelen baş amir ile o faşist zırtapozun birlikteliğinin var ettiği ülke ufkunun sınırlarını da o cendereyi işaret ediyor. Genel geçer değil doğrudan var edilmiş olagelen her hamlede bütünleşik bir hayat sömürüsü serbest. Bir cendere kılınmış hayat imgesinde neoliberal tahakkümün birbirine pek çok anlamda benzeşen tahripkar halleri yinelenendir.
Bütünüyle özgürlük mefhumunun yerle yeksan olmasının teferruatları giderilmeye devam olunandır. Tümden demokrasi mefhumuna dair göndermeler var edilirken aslında özden o demokrasi pratiğinin yıkımı şekillendirilmeye devam olunandır. Yolun da yordamın da en kestirmeden, kitabın ortasından bir asırdır yerinde saydığı bir zeminde şu aşağıda sizlerle paylaşacak olduğumuz Halkların Demokratik Partisi, Diyarbakır, Amed milletvekili Garo Paylan’ın sözleri meselemizi özetlemeye kafi gelecektir.
Agos Gazetesi’nden aktaralım: “"Bir yasama döneminin daha sonuna geldik, seçime gidiyoruz. Bu dönemde, bütün arkadaşlarımız için söylüyorum; maalesef, toplumsal tek bir meseleye çözüm bulamadık arkadaşlar. Birisi çıksın, desin ki: "Toplumsal şu meseleye çözüm bulduk." Ben sözümü geri alacağım. Toplumsal tek bir meselemize çözüm bulamadık. Oysa millet bizi buraya sorunlarımızı çözmek için gönderiyor, millet bizlere bunun için maaş veriyor, "Gidin, sorunlarımızı çözün." diyor.
***
"Ben Ermeni olmayı tercih etmedim, Ermeni bir ana babadan doğduğum için Ermeni oldum. Ben daha sonra Hristiyan oldum. Bir Ermeni okulunda okudum, dilimi öğrendim, kültürümü öğrendim, var oluşumu böyle sağladım. Sonra sokakta arkadaşlarımla oynadım, Türk, Kürt arkadaşlarımla tanıştım, onlarla kardeş olduk, birbirimizle hemhâl olduk ve birbirimizin ön yargılarını giderdik. Ama bu şansa sahip olmayan memlekette milyonlarca insan var. "Ermeni kimdir?" bilmeyen milyonlarca insan var. Kürt'ü öteki gören, Alevi'yi öteki gören milyonlarca insan var çünkü birbirlerini tanımıyorlar bu insanları. Birbirimizi tanımak ve birbirimizin varoluşuna saygı göstermektir meselemiz değerli arkadaşlar."
"Bakın, uzun zamandır yırtıp atamadığımız bir deli gömleği var; tekçilik dayatılıyor bize, tek kimlik dayatılıyor, tek dil dayatılıyor. Değerli arkadaşlar, niye tek dil olsun ya? Biz bir imparatorluk bakiyesiyiz, onlarca dil imparatorlukta bir arada yaşamış; onlarca inanç, yüzlerce inanç bir arada yaşamış bu imparatorluk çatısı altında öyle değil mi? Ama ne zaman ki tekçiliği dayatmışız, o günden beri iflah olmuyoruz bence."
"Milletvekili olarak benim amacım Türkiye'yi demokrasiye taşımaktı, gerçekten bu duyguyla buraya geldim sekiz yıl önce ama sekiz yılda Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan oldum. Demokrasi liginde basamak basamak maalesef düştük, geriye düştük ve bu konuda hepimizin bir öz eleştiri vermesi gerekir."
"Geçmişle yüzleşmeyi bilmiyoruz, bundan ders çıkarmayı bilmiyoruz, bunu bir zayıflık olarak görüyoruz. Arkadaşlar, oysa bu bir güçtür; zayıflık değil geçmişle yüzleşmek, öz eleştiri vermek; özür dilemek güçtür, güç. Ama hatamızla yüzleşmediğimiz sürece kaybetmeye devam edeceğiz. Ben bu açıdan geçmişle yüzleşelim dedim, siz bunu yanlış anladınız ama. Dedim ki bu topraklarda yaşayan her 5 kişiden 1'i Ermeni'ydi, bugün hepimizi toplasanız bir futbol stadyumunu dolduramayız. Başımıza kötü bir şey geldi, devlet eliyle buradan sürüldük, mahvolduk, parçalandık, yıkıldık, buna bir bakın dedim. Bakmadınız, bakmak istemediniz, hiçbir zaman da bakmak istemediniz, bu yüzden değerli arkadaşlar, bu sıra dayağı sürdü.
***
"Zannettik ki Abdülhamit gittiğinde bu ülkeye demokrasi gelecek. Öyle değil mi? Biz Ermeniler öyle zannetmiştik. Öyle olmadı, beteri geldi; gider eteri, gelir beteri oldu. Şimdi de zannediyoruz ki Tayyip Erdoğan gidince bu ülkeye demokrasi gelecek. Belki öyle olmayacak, olabilir de olmayabilir de. Bu bizim demokrasi anlayışımızla ve bu yolda yapacağımız mücadeleyle ilgili olacak değerli arkadaşlar. Bakın, Tayyip Erdoğan gittiğinde bu ülkeye demokrasi gelmesinin tek bir şansı vardır, bu ülkenin Meclisinin bu iradeyi alması ve bu ülkenin bütün meseleleriyle, geçmiş ve gelecek bütün meseleleriyle yüzleşmesidir. "
"Bu kulaklar babaannemin söylediklerini duydu arkadaşlar -babaannemin ailesi bir zanaatkârdı- bu kulaklar şunu duydu: "Bir gün devlet geldi, önce babamı götürdü; bütün erkekleri götürdü, bir daha gelmediler. Sonra anamı götürdüler, kadınları götürdüler. Beni Müslüman Hasan amcaya teslim etti. O da bir emanet gibi beni sakladı, 'Ermeni saklayan evinin önünde asılacak.' fermanı olmasına rağmen canı pahasına beni sakladı. Ben bu sayede hayatta kaldım." dedi. İşte, biz, Hasan amcanın vicdanına, irfanına sığınmış bir insanız, bu sayede hayatta kalmışız. Şimdi, bu acıya bu Meclis bakmayacaksa kim bakacak? Şimdi, ben bu yüzden bu önergeyi verdim diye burada beni linç ettiniz.
"Dedim ki bu meseleye Washington'daki Meclis bakmasın, Paris'teki Meclis bakmasın, Berlin'deki Meclis bakmasın, benim vatandaşı olduğum, binlerce yıldır yaşadığım Türkiye'nin Meclisi baksın, Türkiye Büyük Millet Meclisi baksın, bu acının adını koysun, adaletini sağlasın. Bunu söyledim, siz bunu ihanetle eş değer tuttunuz değerli arkadaşlar. Bu mesele bu Mecliste konuşulmazsa benim acım başka meclislerde meze olur arkadaşlar; benim yaramı kanatan durum da budur."
"Benim gelecek dönem milletvekillerine çağrımdır; bütün meselelerimizi bu Mecliste konuşalım, bu Mecliste çözelim, bu Mecliste adaletini sağlayalım ve gelecek kuşaklara bırakmayalım. Meseleleri dedelerimizden miras aldık. Üç kuşaktır hiçbirimiz gün yüzü görmüyoruz bence. Çocuklarımıza bu meseleleri bırakmak gibi bir hakkımız da yoktur değerli arkadaşlar. Hep beraber bu meselelerle yüzleşecek cesarete sahip milletvekillerinin yeni dönemde Mecliste olması ve sorunlarımızı çözmesi umuduyla hepinize hoşça kalın diyorum."”
Bir cendere içerisinde yuvarlanmaya devam ediyor ülke. Yüz sekiz koca yılda varılmak istenen ama her defasında bir engellemenin çıka geldiği Ermeni’nin bu ülkedeki eşitlikle adalet pratiğinin her nasıl boşa düşürüldüğü bir kere daha tecrübe ettirilir. Garo Paylan’ın suna geldiği / var ettiği şey doğrudan Hrant Dink’in canıyla ödediği o yüzleşme meselini tam da meclis çatısı altında dillendirme gayretiydi. Yüzleşilecekse, medz yeghern ile tüm o inkarda arınılacak ise şayet tek başına yok etme politikalarının soluksuz, “ötekileştirme” ve bugün de Artsakh / Dağlık Karabağ gibi bir sorunlu otonom bölgedeki yüz yirmi bini aşkın insana reva görülen, azeri devletinin sorunlu yaklaşımına karşı bir kez olsun sorunu idrak edebilecek misiniz çığlığıydı? Geçip gidiyor günler, kulis bilgisine göre Ankara’dan en olmayacak yerde aday gösterilmesi önerilmiş olagelen Garo Paylan’ın ve beraberinde, tüm siyasi aksiyonlardan toplasanız kırk küsur bin insanın aidiyetine bir kere daha değerin verilmediği yer ayniyle vaki kılınır. Abdulhamit’de, kurucu isim olagelen Ata’nın da, en son lider denilegelen Baş Amir’in de görmezden gelmeye, dahası sağcılıkla hemhal oldukça daha derin bir ayrıştırmanın ortasına demirleyen ülkede bir başına bir Ermeni’nin sözü hiçbir şey kılınır. Böyle bir toplam cendere değilse her nedir ki cendere değil mi sahi ama sahiden?
Bir de bu bahsi de ekleyelim: Necip Hablemitoğlu suikastinin sanıklarından eski özel kuvvetçi Levent Göktaş'la ilgili bir iddia ortaya atılmıştı.. Alaattin Çakıcı’nın eski avukatlarından Sinan İnce, 2016 yıllında HDP’li Garo Paylan’a TBMM’de suikast düzenleneceğini ancak son anda planın ters teptiğini öne sürmüştü. Paylan suç duyurusunda bulunda ancak takipsizlik kararı verildi..
Gökçer Tahincioğlu'nun T24'teki haberine göre savcılık, soruşturmayı ifade bile almadan takipsizlikle kapattı.
Çakıcı’nın eski avukatı İnce, Sinan İnce sosyal medya hesabından, “#MustafaLeventGöktaş: Sene 2016, TBMM'ye silah sokturup Garo Paylan'ı vurdurup azmettireni Alaattin Çakıcı, faili MHP gösterecektin. Bana planı yaptırdın, iş milletvekili danışmanından döndü. Ağzından köpükler çıktı sinirden. Sonra kimleri kullandın? Kılıçdaroğlu kimden, neden yumruk yedi? Anlat" paylaşımını yapmıştı.
Paylan, bunun üzerine konuyu TBMM Başkanlığı’na taşıdı, savcılığın resen harekete geçmemesini eleştirdi. Paylan’ın yaptığı açıklamaların ardından İnce, bir paylaşım daha yaparak, “Müptezel Garo Paylan. Yapacak olsak yapardık. Kahraman yapmak istemedik seni. Yoksa iki defa önümüze düşürdük yürürken seni Meclis'te. Şans eseri hayatta kaldım diye mağdur edebiyatı yapma. Ben öldürtecektik mi yazmışım, iki dizinden topaldın. Burası Türk toprakları, haddini bil” dedi.
TBMM Başkanlığı Paylan’ın başvurusuna iki ay sonra yanıt verdi. Başkanlık, “İnce’nin silahla Meclis’e girdiğinin tespit edilmediğini, ziyaret bilgilerinin paylaşılamayacağını, kamera kayıtlarına ise ulaşılamadığını' belirtti.
Paylan, savcılığın resen harekete geçmemesi üzerine avukatı Levent Pişkin aracılığıyla suç duyurusunda bulundu. UYAP üzerinden yapılan suç duyurusu, üç ay boyunca bulunamadığı için işleme konulamadı.
Suç duyurusunu daha sonra işleme alan savcılık, soruşturmayı ifade bile almadan takipsizlikle kapattı. Kararda, şu ifadeler kullanıldı:
“TBMM Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı tarafından, Mehmet Sinan İnce isimli ziyaretçinin TBMM ye giriş tarihlerindeki kamera kayıtlarına saklama süresi aşıldığı için ulaşılamadığı, Mehmet Sinan İnce'nin TBMM ye silahlı giriş yaptığına yönelik bir vaka kaydedilmediği bildirilmiştir. İhbar edilenler Mustafa Levent Göktaş ve Mehmet Sinan İnce isimli şahısların terör örgütleri ile bağlantıları olup olmadığının araştırılması istenilmiştir."
"Ankara İl Emniyet Müdürlüğü tarafından yazısı ile ihbar edilenler Mustafa Levent Göktaş ve Mehmet Sinan İnce haklarında terör örgütleri ile ilgili irtibatına ilişkin bir tespit yapılamamıştır. İhbar edilenler hakkında Silahlı Terör Örgütleri ile ilgili bağlantıları hususunda somut bilgi ve delil belirtilmediği, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan araştırmada da ihbar edilenlerin Silahlı Terör Örgütleri ile bağlantıları hususunda tespit yapılamadığı, yine darbeye teşebbüs ile ilgili dilekçede somut bilgi ve delil belirtilmediği, bu hususa ilişkin de soruşturma başlatılmasını gerektirecek bilgi ve delil bulunmadığı anlaşıldığından soruşturmaya yer olmadığına…”
Habere göre savcılık, İnce’nin beyanları nedeniyle ifade alma gereği görmezken, Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan emekli olan ve Hablemitoğlu cinayetini azmettirdiği gerekçesiyle tutuklu yargılanan Levent Göktaş’ın olayla ilgisini araştırma gereği de duymadı.
Tümüyle bütünleşik, bağdaşık olagelen ülkedeki ötekine bakışın her nasıl bir şecereye tam anlamıyla oturmuş olduğunu da göstermesi açısından Paylan vekilin başına gelenler bunu örneklemektedir. Halkların Demokratik Partisinin Kürd halkıyla birlikte Çerkes’ten, Türk’e, Süryani’den, Arap Hristiyan’a, Pomak’tan Roman’a, Ezidi’den Mıhellemi’ye ve sayamayacak kadar çok kimliğin çatısı olduğu gün gibi aşikardır. Bugün bariz bir cendere halini almış olagelen tahakküm / tehdit siyasetinin pragmatist yansısına karşı bir itirazı var eden yegane oluşum olduğunu da değinmeden geçmemeliyiz. Pekala bunca badirenin, bir dolu tehdidin ortasında kelaynak sürüsü kadar kalakalmış olagelen Ermeni halkının tüm o esaslı yaralarına dair kelamı kim / hangi düzen partisi sırtlanacaktır? Bütünüyle iki dönem boyunca var edilmiş onca diyalog çağrısına rağmen tehditten ve zulüm etmekten gayrısını bilmeyen / bildirmeyen ister eski, ister yepyeni devlet şablonu olsun tehditlerini güncelleyen bir menzilde cenderenin bir sonu gelir mi? Bir asırdan uzunca bir süredir hep ama her dem anlatması, kendini temize çekmesi talep edilen, ya hain, ya mihrak olduğuna dair bol kepçe ithamların var edildiği, Ermeni halkının gerçek yarasının idrakine daha çok var mıdır? Paylan, Paramaz ve yoldaşlarından, Yesayan ve Zohrab’a, Serengülyan’dan Hrant Dink’e bir köprüyü var etmeyi amaç edinirken, sözü duyulmadı. Kırk beş küsur bin Ermeni’nin bu topraklarda yaşayan tüm ötekiler gibi, duyulması değil yerilmesiyle sahiden bir demokrasi var edilebilir mi? O yerin adı ülke kalabilir mi? Bugün bu raddede, yine bir Nisan 24 arifesinde aklımıza takılan pek çok sorundan en önemlisi budur, duyanı var mı ola? Garo Paylan yalnızdır, Ermeni halkı temsiliyetsizdir, yarasıyla baş başınadır. İyi mi bu haller!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Cumartesi Anneleri / İnsanları 700. Hafta Eyleminden... – Vedat ARIK – Cumhuriyet
1 note · View note
dunyanin · 2 years
Text
Gram verimli gecmedi dersim yani iy
2 notes · View notes
diyariedebiyat · 9 hours
Text
9. Sınıf Fiil (Eylem) Konu Anlatım Sunusu
9. Sınıf Fiil (Eylem) konusuyla ilgili sunumuz, aşağıdaki alt başlıklardan oluşmaktadır: Fiil (Eylem) Sunularımız, aşağıdaki içeriklerle zenginleştirilmiştir: Konu Anlatımları İnteraktif Etkinlikler İnteraktif Testler MEB Soruları Konuyla İlgili Kazanımlar ➡️A.4. 15. Metinlerden hareketle dil bilgisi çalışmaları yapar. 🔖Sunularımız tüm akıllı tahtalarda, tüm cihazlarda ve tüm işletim…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gundemreklam · 2 months
Text
0 notes