Tumgik
#cemal madanoğlu
eminjbrylv · 8 months
Text
youtube
Tumblr media
Analizin gözəlliyi musiqiyə başqa bir hava qatır.
7 notes · View notes
cinaraslan · 2 years
Text
📗 TARİHTE BUGÜN (2 EKİM)📌
1552 - Korkunç İvan komutasındaki Ruslar, Kazan'ı işgal etti.
1870 - Roma, İtalya'nın başkenti oldu.
1895 - Trabzon'da Ermeni isyanı başladı.
1935 - İtalyan ordusu Etiyopya'ya girdi
1941 - Almanlar, Sovyetler Birliği'ne karşı Tayfun Harekâtı olarak bilinen bir genel taarruz başlattılar.
1974 - Eski Millî Birlik Komitesi üyesi General Cemal Madanoğlu ve arkadaşları beraat ettiler.
0 notes
sin-u-san · 5 years
Text
Kürtler neden yenilmez ve neden zafere uzak? – Nurettin Demirtaş
Kristof Kolomb Amerika kıtasına ulaştığında katliamdan geçirmeyi planladığı yerli halk hakkında İspanya Kraliçesine bir mektup yazmıştır. Kürtlere yaklaşımla benzerliği açısından ilginç bir bölümü vardır.
Şöyle diyordu Kolomb:
“Yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerinin önünde ant içebilirim. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, son derece tatlı ve kibarlar, konuşurken hep gülümsüyorlar. Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz.”
Kürtler hakkında kitap yazan B. Nikitin, Amerika kıtasının yerli halkları için sayılan özelliklerin hemen hepsini Kürtler için de sayar; bir tek adam öldürme konusunda Kürtleri farklı ve fazla cesaretli, hatta umursamaz sayar.
G. Müller ise “Başka kimsenin edemeyeceği kadar eşsiz ateş edebilen insanlar!” olarak tanımlar Kürtleri. Yine Müller’in deyimiyle “Dağlar ve geçitlerle, karlı zirveler ve hoş göllerle dolu… İçinde insanlardan çok ayıların ve kurtların bulunduğu, çok romantik, geniş sıradağ ülkesi”dir Kürdistan. Bu nedenlerle her zaman sömürgeci ordulara karşı- koyma cesaretini de göstermiş bir halktır Kürt halkı.
William Eagleton’a göre burası “kükreyen akarsuların, gölgeli kanyonların ve asma köprülerin” ülkesidir. Oryantalistlerin, işgalcilerin bile reddedemediği bir asiliği vardır Kürtlerin ve Kürdistan’ın. Böyle bir ülkenin insanları hep dayanıklılık, cesaret ve yiğitlikle anılır. Hele ki on binlerce yılı bulan toplumsal gelenekleri düşünülünce yenilmeleri öyle kolay değildir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk askeri darbecisi Cemal Madanoğlu bile anılarında en güvenilecek insanlar olarak Kürtlerden bahseder.
Sadece bu tanımlar bile Kürtlerin neden yenilmez olduğunu anlatmaya yetmektedir.
Bir de Kürtlerin yenilgili hallerine verilecek örnekler vardır ki bir İdris-i Bitlis’i hatırlatması yeter de artar bile.
Bugünkü durum nedir? Son iki yüz yılda Kapitalist Modernitenin tüm Ortadoğu’ya yaptığı saldırılar Kürtleri de etkiledi. Soykırımlardan geçirildi ve neredeyse sosyal bir varlık olmaktan çıkma noktasına getirildi. Önder Öcalan bu gidişata dur dedi ve toplumsal kültürü yeniden canlandırdı, özgürlük alevini tüm yüreklere saldı. Verilen mücadelenin büyüklüğü ortadadır.
Şimdi dağlarıyla, gerillasıyla, çağdaş önderliğiyle, demokratik, özgürlükçü felsefesiyle ve 40 yılı geride bırakan mücadelesiyle öne çıkan ve yenilmezliğin sembolü haline gelen Özgürlük Hareketi PKK ve bir de bir türlü birliğe gelmeyen, hatta her fırsatta birliğe hançer sokan KDP-YNK gibi partileriyle tanınıyor Kürtler.
Maalesef gerçek bu…
Kürtler toplumsal kültürleri ve direniş gelenekleri sayesinde yenilmez hale gelmişler fakat dış güçlere endeksli, iki yüzlü ve iradesiz duruşlar yüzünden de zaferden yoksun kalmışlardır.
Soykırımcı-sömürgeci işgal güçlerini Barzan’a, Behdinan’a, Xakurkê’ye getiren KDP anlayışı ve öte yandan Tevgera Azad’ın bürolarını kapatan YNK anlayışıdır Kürtleri zaferden uzaklaştıran.
Apaçık işgal güçleriyle işbirliği yapıyorlar, her halükârda onların şantaj ve tehditlerine boyun eğiyorlar ve bunu da Kürt halkının çıkarları adına yaptıklarını iddia edecek kadar yüzsüzce davranıyorlar. Bunun en uç örneğini Türk işgal güçleri ve bağlı çetelerinin Efrîn işgalinde onlara ortak olan ENKS sergilemişken şimdi YNK benzer bir yolda ilerlemektedir. ENKS’nin yaptıklarıyla Tevger’in kapatılması arasında fark yoktur. Fakat bu girişim YNK’yi bölünmeye dek götürebilir. Tevger’in kapatılmasını YNK’nin belli bir kesimi hazmetmez, karşı çıkar. Bu işbirlikçi ve boyun eğmeci çizgi ve tutum karşısında YNK içindeki onurlu tutum sahibi olanlar o kadar da güçsüz değildir.
YNK bölünmek üzereyken bu durumdan kurtulmasına yardım etmiş olan bir harekete karşı şu an yapılan girişimleri tarih affetmeyecektir.
Tevger’in kapatılması Kürtleri zaferden alıkoyan girişimlerden biridir. Gizli-açık daha birçok girişimden bahsedilebilir. Peki Kürt halkı buna mecbur mudur? Yenilmeyecek ama zaferi de olmayacak, öyle mi! Bu mudur yani bunca bedelin karşılığı?
Asla kabul edilemez! Kürt halkı yeri geldiğinde kendisini zaferden, özgürlükten, demokrasiden alıkoyan tüm güçlerin üzerine yür��mesini, hesap sormasını ve gerektiğinde ezip geçmesini de bilir. Herkes bunu aklında tutsun!
NURETTİN DEMİRTAŞ – YENİ ÖZGÜR POLİTİKA 
18 notes · View notes
tarihtebugunbak · 3 years
Photo
Tumblr media
2 Ekim 1974 - Eski Millî Birlik Komitesi üyesi General Cemal Madanoğlu ve arkadaşları beraat ettiler. Millî Birlik Komitesi, 27 Mayıs 1960 tarihinde Demokrat Parti hükûmetini askeri darbe ile devirerek siyasi iktidarı ele alan ve sonradan başına Orgeneral Cemal Gürsel'in getirildiği Türk Silahlı Kuvvetleri'ne mensup 38 kişilik bir cuntadır. 27 Mayıs Darbesi Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbedir. #millibirlikkomitesi #cemalmadanoğlu #demokratparti #darbe #askeridarbe #cemalgürsel #türksilahlıkuvvetleri #tsk #cunta #vikipedi #tarihtebugünbak https://www.instagram.com/p/CUalgmeIYJW/?utm_medium=tumblr
0 notes
olumsuzsozler · 4 years
Photo
Tumblr media
Atatürk dönemi, yücelme ve kendine güvenme evresidir.  Cemal Madanoğlu
0 notes
benim bildiğim şey Türkeş'in Milli birlik komitesine alınıp Ankara'ya atandığı. Ve tabii herkesin bildiği gibi darbeyi ilan eden kişinin Türkeş olma meselesi var. Yok daha sonradan neden sürgün edildi aslında darbeci değildi yok pişman oldu özür diledi falan boş sözler bana sorarsan. Darbe metnini okuması bile Türk milletinin kararına yapılan büyük bir ihanet değil midir? Büyük önderlerin büyük hataları olmaz. Aksi yönde düşüncen varsa lütfen yaz, araştır falan deme
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamalısın.. Yazdıklarından çok net anlaşılıyor bu. Araştır demiyeyim de ne diyeyim? Senin gibi her ay en az 1 kere bu soruyu soranlara tek tek yazayım mı? Ben bildiklerimi hiç birilerine sorarak öğrenme meyilinde değildim. Yine de bir kaynaktan alıntı yapıp doğrusunu sana göstereyim.. İhtilal gerçekleştirmeyi gaye edinmiş olanlar bu planlarını, o dönemde Albay rütbesinde bulunan Alparslan Türkeş’e de açarlar. Türkeş, bu işi tasvip etmediğinden müdahil olmak istemez ve teyzezadesi, dönemin Demokrat Parti milletvekili Reşat Akşemsettinoğlu Bey’e telefon ederek onu, görüşmek üzere bir parka çağırır. Reşat Bey parka vardığında O’na; bir ihtilal hazırlığının söz konusu olduğunu, planlanan ihtilalin gününü ve saatini beyan ederek Menderes’i konuyla ilgili ikaz etmesini, ayrıca kendisini parkta beklemekte olduğunu, Menderes’in tepkisi hakkında kendisini acele bilgilendirmesini tembihler.#Tam bu noktada hatırlamalı ki, Alparslan Türkeş daha sonraki bir darbe girişimini de haber vermiş ve böylece darbe önlenmiştir.#Reşat Bey, Menderes’le görüşmeye gider ve içeri alınır, durumu anlatır. Menderes’in bu iddialar karşısında yüzü bembeyaz kesilir ve derhal Milli Savunma Vekili Ethem Menderes’i çağırtır. Reşat Bey, Ethem Menderes’e de aynı şeyleri anlattıktan sonra Ethem Menderes, askerlerle arasının iyi olduğunu ve bu ihtilal söylentilerinin Halk Partisinin uydurduğu şeylerden ibaret bulunduğunu, darbe gibi bir şeyin asla gündemde olmadığını ifade ederek Başbakan Menderes’e endişeye kapılmamasını telkin eder. Başbakan’ın içine her ne kadar kurt düşmüşse de, Milli Savunma Bakanının sözlerine itibar eder. Reşat Bey bunun üzerine oradan ayrılır ve parka, Türkeş Bey’in yanına dönerek durumu kendisine aktarır.Türkeş Bey; ‘’bana da teklif ettiler ama tasvip etmediğimden kabul etmedim, tedbir almayacaklarına göre bu iş olacak…’’ der ve planını anlatır.[Bu planı birazdan okuyacaksınız. Sırası gelmişken Türkeş Bey’in CHP ve İnönü’ye 1944 olaylarından beri mesafeli olup Demokrat Partiye yakın durduğunu belirtelim. Bu bilgi de ileride lazım olacak, birkaç paragraf sonra buna tekrar döneceğiz.]#İhtilali yapanların çoğunun hatıratında yer alan bilgiye göre ihtilale en son katılan, Albay Türkeş’tir.#Anlatılanlara ve de kendisinin genel tavrından anlaşıldığına göre Türkeş, ihtilâlin en az zararla atlatılması, devletin ihtiyacı olan bazı reformların ivedilikle gerçekleştirilmesi ve bu hedefe, gerektiğinde ihtilal içerisinde ihtilal yapmak suretiyle de olsa varmak amacıyla söz konusu kalkışmaya kerhen dahil olmuştur. Aktif rol oynayabilmek için de Başbakanlık Müsteşarlığı vazifesini almış, kısa süre içerisinde önemli işlere imza atmıştır. Kendisinin emir subayı konumundaki Mehdi Paşa vasıtasıyla İstanbul Nuruosmaniye’de Milliyetçilerle kurmuş olduğu temas doğrultusunda bazı faaliyetleri de ayrıca organize etmiş, bu dönemde aralarında bazı karanlık isim ve masonların da bulunduğu -bazısı rektörlük düzeyinde olmak üzere- 147 kişinin Üniversitelerden tasfiyesini sağlamıştır.İhtilal içinde ihtilal planının, Cemal Gürsel’in yerine düşünülen ihtilal komitesi üyelerinden Orgeneral İrfan Baştuğ’un -ya da Koçtuğ’un- İstanbul’dan Ankara’ya giderken arabasının bir uçuruma yuvarlanmasına bağlı ölümüyle birlikte suya düşüşü dramatik anlatımlarla zaman zaman karşımıza çıkmaktadır. On dörtlerin –Türkeş Bey’in ve onunla aynı düşünceye sahip on üç arkadaşının- sürgüne gönderilmesi de, suya düşmüş olan plan haricinde alternatif bir başka planın tatbikine zemin ve imkân bırakmamıştır.Türkeş Bey’in Sürgünü Türkeş Bey’in ihtilalin kaçınılmaz olduğunu anladıktan sonra, işi gerektiği takdirde ihtilal içinde ihtilal yapmak pahasına da olsa lehe dönüştürerek bu sayede birtakım reformları gerçekleştirmek ve CHP iktidarı için hazırlanması muhtemel olan zemini engellemek maksadıyla bu işe dahil olduğunu daha evvel belirtmiştik. Nitekim ihtilalin gerçekleşmesiyle birlikte bu plan işlemeye başlar…Türkeş Bey, komitede yer alan kendisi gibi düşünen üyelerle birlikte bir dizi işler yapmaktayken ihtilale iştirak sebebiyle vazifelerinden ayrılmış olan subayların aksine ordudaki görevinden ayrılmayan ve hedeflenen reformların karşısında tehdit olduğu düşünülen -babası, Ayvalık’ta Yunanlılar adına Valilik yapmış olması sebebiyle 150’likler arasında yer alıp sürgüne gönderilmiş olan- Cemal Madanoğlu’nu istifaya zorlamak ya da görevine son vermek maksadıyla Cemal Gürsel’e sunulacak olan teklife imza atan on dört kişiden birisi olur.Aslında mesele sadece Madanoğlu’nun görevinden ayrılmamasıyla ilgili değildir. Komite içerisinde bir anlaşmazlık baş göstermiştir. Cemal Madanoğlu’nun başını çektiği Halk Partisi ve İnönü’ye yakın grup -o aşamada Halk Partisinin kazanacağını düşündüklerinden- bir an önce seçime gidilmesi gerektiğini yani yönetimin CHP’ye servis edilmesi gerektiğini savunurken Türkeş Bey’in başını çektiği grup, hem kısa süre içerisinde seçime gidilmesi durumunda Halk Partisinin başa geleceğini düşündüklerinden buna engel olmak amacıyla hem de siyasi otoritenin hantallığı sebebiyle gerçekleştirilmesi zor olan reformların gerçekleştirilmesini elzem gördüklerinden birkaç yıl kadar görevde kalma eğilimi gösterirler.#Aslında bu görüş ayrılığını biraz daha derinden incelediğimiz vakit bunun tamamen siyasi bir görüş ayrılığı olduğunu ayrıca devrik hükümetin başbakanı başta olmak üzere üyelerinin akıbetinin ne olacağı meselesine kadar vardığını rahatlıkla görebilmemiz mümkün olmaktadır. Madanoğlu ve ekibi, Türkeş Bey’in başını çektiği grubun komitede yer almaları durumunda ortamın CHP’ye hazırlanmasına ve Menderes’le arkadaşlarının idamına karşı çıkacaklarını çok iyi biliyorlardı.#Madanoğlu aleyhinde imzalanmış olan tekliften devam edelim…Bahsettiğimiz ayrışmada Madanoğlu gibi düşünen Halk Partisi eğilimli Cemal Gürsel, Ordudaki ağırlığının da etkisiyle söz konusu teklifi sunan komiteyi feshedip ilgili on dört kişiyi dışarıda bırakarak yeni bir komite kurduktan sonra on dörtler için sürgün kararı aldırır. Bu on dört kişi, büyükelçilik vs… gibi vazifeler adı altında zorunlu ikamete tabi tutulur ve bu bağlamda Türkeş Bey de Yeni Delhi / Hindistan’a gönderilir.Türkeş Bey’in Yeni Delhi’den Cemal Gürsel’e; ‘’Adnan Menderes ve beraberindeki asla idam etmeyin…’’ telkini içeren ayrıca birtakım meselelerde daha uyarı mahiyetini haiz birden fazla mektup yazdığı da yine ilgili kimselerin hatıratlarındaki beyanlarından ve mektupları gören hatta görmekle de kalmayıp bizzat dağıtan canlı şahitlerin anlatımından da açıkça anlaşılmaktadır.
9 notes · View notes
sozlukemeklisi-blog · 7 years
Text
OTOKRASİ, OLİGARŞİ VE DEVLET OPERASYONU
“Ergenekon operasyonu”nda bütün olan derin devlet, paralel yapı ile mücadele de iki kısma ayrıldı. Bu öykünün kısaca tarihçesini yazmaya çalıştım. Yılların melek yüzlü hizmet hareketi bir anda hedef oldu! Nakşiler, Kadiriler, Süleymancılar, Menzilciler, İrancılar yıllardır cemaate “içimizdeki yahudiler” diyerek şüphe ile baktılar. Bütün solcular ve marjinal kemalistler ise islamcı yeni gladio olarak tanımlıyorlardı cemaati. O dönem Humeyni’yi destekleyen İran taraftarları cemaati Amerikancı islamcılar diye adlandırıyorlardı. Bazı bölgelerde bu İrancı tayfalar cemaatin abilerine saldırmış ve tehdit etmişti. Refah Partisi, saygı ile andığım Necmettin Erbakan (Allah rahmet eylesin) cemaate hep mesafeli durdu… Eleştirilerini sessizce kadrolarına iletti. Refah Partililer’in iddiası ise, derin devletin Erbakan Hoca'ya karşı Amerika ve İsrail’in örgütlediği teşkilattı. Paralel yapı, cemaat veya hizmet, adına ne derseniz her şeyden haberdardı. Dedikodulara cevap vermediler. Beklediler. Kim kimdir? Kronoloji çıkardılar. Cemaatin kadrolarının çoğunluğu eski ülkücülerden gelenlerdi. Ülkücüler, 12 Eylül dönemi derin askeri yapı tarafından kullandıklarını fark ettiler. Türkiye’de, İran İslam devriminden sonra bir islami boşluk oluştu. Ülkücüler için o dönem; Nakşi ve Kadiri tarikatları feodal idi. Süleymancılar (büyük üstad Süleyman Hilmi Tunahan’ın) hareketine de dini monarşi olarak bakıyorlardı. Gizli bir el İzmirli bir vaizi adres olarak gösterdi. Kamuoyunda bilinen adı ile hocaefendi. İstihbarat raporlarındaki yazışmalar çizelgesinde; İngilizler’e göre Hoca Fetullah, Amerika’ya göre olirgarşik imam, Tel Aviv’e göre (dikkat edilmesi gereken) gavur imam kriptolu. Bu kavga derin devlet ve küresel istihbarat şirketinin kapışması. 17-25 aralık operasyonu bu işin sadece tuzu biberi. AKP yetkilileri teknik olarak takip edildiklerini biliyorlardı. Şüphelendikleri kadrolar silahlı kuvvetlerdeki ulusalcı kemalist kadrolardı. Cemaat kadrolarının aktif istihbarat yürüttüğüne ilk başlarda inanmadılar. Her şey ortaya çıktıktan sonra AKP manevra yaptı. Bu keskin dönüş ile cemaat hedef tahtasına çoktan konmuştu. Bu sıcak tehditvari konuşmalar “17 Aralık”tan çok önceydi. Hükümet sivil bir dokunuş yaptı: dersahaneler kapatılsın… Devlet, bir sürünün, benzer bir biçimde örgütlenen diğer bir sürüye karşı, saldırmaya veya savunmaya yönelik harekete geçmek üzere örgütlenmesidir. Randolph Bourne’nin bu sözü “sözde” Ergenekon’dan sonra paralel yapı ile mücadelenin ana temasını anlatıyor. 17 Aralık öncesi başlayan bu çatışma otokrasi ile oligarşinin bürokrasideki savaşı. Türkiye’de olduğu gibi bütün ülkelerin derin devletleri vardır. Türkiye’de siyasetçilerin hükümetlerin dert yandığı kuvvetler ayrılığı sistemidir. Kamuoyunda derin devlet olarak adlandırılır. Derin devletin kendisine bağlı kurumları da bulunmaktadır. Bu kurumlar hükümete bağlı değildir. Türkiye’de devlet ve bir de hükümet vardır. Türkiye’de çatışma hükümet ile cemaat arasında değil; Recep Tayyip Erdogan’ı destekleyen otokrasi kuvveti ile cemaati destekleyen oligarşik kuvvet arasında yaşanıyor. Yıllar önce, Cemal Madanoğlu ve Cemal Gürsel’in kemalizmin (atatürkçülük değil) teorisyenleri, İngiliz misyon şefinin direktifi ile nurcu Yeni Asya Grubu'nun liderini ziyaret ettiler. Teklif; desteğimiz ile yeni müslüman genç nesil hareket metoduydu. Bu projeden Risale-i Nur okuyan Demirel haberdar edildi ve teklif kabul edilmedi. Amerikan Konsolosluğu'nda (İzmirli) Ermeni tercüman aynı grupta nur talebesi ve imamı olan Fetullah Gülen Hoca‘dan bahsetti. Oligargaşi kendisi ile irtibata geçti. Teşkilatlanmanın temelini bürokrasideki devlet planlama teşkilatı kadroları oluşturdu. Bunu Diyanet İşleri ile devam ettirdiler. Bütçeler ayrıldı. İş adamları ihalelerden aldıkları paralar ile bağışlar yapmaya başladılar. Susurluk’da otokrasi ile oligarşi arasında bir kırılma yaşandı. Otokrasi kadroları tasfiye edilmeye başlandı. Bütün kadrolar ile oligarşi hüküm sürmeye başladı. Bu arada TSK’nın bir kurumu Necip Hablemitoğlu’nu Amerika’ya rapor hazırlaması için yolladı. 28 Şubat ile otokrasi tekrar tahtına geçti. sistem bugün bağırsaklarını temizlemeye çalışıyor. Otokrasi çok ılımlı davranarak oligarşi ile AKP konusunda ittifak yaptı. Yeni bir rüzgar esiyordu. AKP seçimlere hazırlanırken kurumlara yerleştireceği yetişmiş kadroları yoktu. Bu sorunu cemaat kadroları ile çözdüler. Bir gün acil görüşme talebi ile, Amerikan küresel istihbarat falcısı Ankara’ya bir not getirdi. “Erdoğan’sız bir AKP”. Başbakanlığın seçimlerde oligarşi kadrolarından birisine devir edilmesi önerildi. Aynı hafta, Pensilvanya’dan: “tarihin, uzun adamı bir kahraman olarak anacağı” mesajı iletildi. ABD sınırötesi birliklerini dolaşıp eğitim veren, İncirlik'te uzun süre çalışmış bir dostum ile konuştum. Ortadoğu ve Türkiye üstüne sohbet ettik. Türkiye’de paralel yapı ile islamcı kesimde kutuplaşmayı nasıl değerlendirdiğini sordum. Kutuplaşmanın Ergenekon(!) ile ulusalcılar-mukaddesatçılar arasında başladığını açıkladı. Ergenekon'da askeri operasyon ile önümüzdeki 10 yıl sonra TSK’daki üst yönetim yerleri belli olduğunu belirtti. Sivil ve bürokrasiye dokunulmadı ve Ergenekon unutuldu. Diğer yandan; hükümet paralel yapıya operasyon başlattı sorusuna gelelim… “Operasyon olmayacak 12 polis, 4 savcı, 3 hakim ile bu dosya kapatılacak. Paralel yapıda 5 yıl sabır etmeli” diyerek bu sürecin geçici bir sancı olduğunu söyledi. Meraklı bir şekilde Fetullah Hoca dosyası Amerika’da iade edilecek mi sorusuna… “Asla bir iade söz konusu değil, hocanın oturumu var. Amerika’da bir suçu bulunmamaktadır fakat kendisi bir ülkeye taşınmak isterse kendi tercihidir” dedi. Bu durumu Ankara’ya da nazikçe bildirdik, dedi. Peki neden 17 Aralık ve Hoca Fetullah’ı Tayyip Erdoğan’ın önüne attınız? “AKP siyasi bir parti, bir gün kaybedecek… Cemaat kadroları sabit yerlerinde olmalı. İkisi arasındaki ilişkiler 10 yıldır pamuk ipliğine bağlıydı. Bu kırılma er geç olmalıydı. 5 yıl sabretsin cemaat, AKP siyasi olarak daha da yıpranacak” dedi. Dışarıdan nasıl bakıldığına gelince; Beyaz Saray yönetimi bu konuda iktidarı destekliyor. Paralel yapı ile mücadelede seyirciyiz diyerek, hükümet tarafında duruyorlar. İstihbaratın Türkiye masası cemaatin yanında. Tel aviv yönetimi bu çatışmada hükümetin yanında. İstihbaratı (MOSSAD) ise; hocaya karşı duruyor. İslam dini konusunda cemaati ılımlı ve hoşgörülü olarak tanımlıyorlar fakat, devletleşen islami metodları olduğuna inanıyorlar ve tehlikeli olarak tanımlıyorlar. İngilizler ise Amerikan teorisyenlerine ajanlarına kızgın. Uyuyan aslanı uyandırdınız diyor. “Hocanın iktidarı ele geçirme gibi bir hayali yoktu. Bunu siz ortaya attınız” diyerek ateş püskürüyorlar. Avrupa Birliği; çoğulcu demokrasi söylemi ile hareket ediyor. Bir gün ayran diyorlar bir gün yoğurt, bir gün yumurta diyorlar bir gün tavuk. Özellikle Fransa ve Almanya’nin hiç bir çizgisi yok.. Cemaat otokrasi ile oligarşi çekişmesinde filler tepişir çimenler ezilir. Son söz; bir devlet tarafından yönetilen kişi kontrol edilir, idare edilir, ispiyonlanır, yönetilir, yasalarla boğulur, dosyalara konu olur, ideolojiler aşılanır, sürekli ikaz edilir, vergilendirilir, tartılır, sansürlenir, emirler yağdırılır ve bütün bunlar da, buna ne hakkı ne gerekli bilgiye ve ahlaki temizliğe sahip adamlar tarafından yapılır.    
1 note · View note
sizekitap · 5 years
Text
Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun Anıları
Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun Anıları Halim Tugay Madanoğlu Kaynak Yayınları
Cemal Madanoğlu (1907-1993), Türkiye’nin yakın tarihinde önemli roller üstlenmiş, 27 Mayıs’ın öncesinde ve sonrasında ağırlığını hep hissettirmiş gözü pek, cesur, vatansever bir subay.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara devamı burada => https://sizekitap.com/ani-gunluk/korgeneral-cemal-madanoglunun-anilari/
0 notes
nihatlive · 6 years
Photo
Tumblr media
⚓ 3 rejim altında geçen 100 yıla yakın bir hayattan bahsediyoruz. Aslında Ruzi Nazar'ın hikâyesi, 20'nci yüzyıl savaşlar tarihinin özeti gibi. Sovyet topraklarında bir Özbek olarak, 1917 Ekim devrimi sırasında dünyaya gelir. İç savaşı, yoksulluğu, açlığı görür. Yakınları Stalin şiddetine kurban gider. Bağımsız ve özgür Türkistan hayali böyle başlar. II. Dünya Savaşı'nı önce Kızıl Ordu subayı olarak, ardından Alman ordusu saflarında tamamlar. Türkistan Lejyonları'nda vatandaşlarına eğitim verir. Savaş biter, Almanya'da yakalanıp Sovyetler'e teslim edilme korkusuyla geçen günlerde Alman Linda ile evlenir. İki çocuğu olur. Kızı, büyük sükse yapan Akıl Oyunları filminin romanını yazan Sylvia (Zülfiye) Nazar'dan başkası değildir. Franklin Roosevelt'in oğlu ondaki yeteneği keşfeder ve kendini önce Amerika'da, ardından CIA'de bulur...  Soğuk Savaş'ın en sıcak yıllarında çok önemli görevlerde bulunur. İran'da sizin Argo filmiyle bildiğiniz rehine kurtarma operasyonunun asıl kahramanıdır. Sovyetler'i "milliyetler meselesi"nin çökerteceğini düşünerek hayatı boyunca bunu sağlamaya gayret eder. 1960'larda Türk yetkilileri, Alparslan Türkeş'i bile, bu sefer kaygıyla Kürt meselesi için uyarır. Ama Türkiye için asıl önemi, 1959'dan itibaren 12 yıl yaşadığı Ankara'da "CIA casusu" olarak görev yapmasıdır. Bazıları darbelerde onun parmağı olduğuna inanır. Artık buna kendiniz karar vereceksiniz. Zira bir dönem MİT'te görev yapan Enver Altaylı, şu an 96 yaşında olan ve Türkiye'de yaşayan Ruzi Nazar'la onlarca görüşme yaparak, onu anlatan film gibi bir kitap yazdı: "Ruzi Nazar: CIA'nın Türk Casusu" (Doğan Yayıncılık). Yayınlanması için CIA'dan izin alınan kitap, 30 sayfalık bibliyografyası ve 400 dipnotuyla aslında tarihi belge niteliğinde. Yakında İngilizce, Almanca, Rusça yayınlanacak ve kesinlikle ileride müthiş bir film olacak. Okuma zevkini size bırakalım ve Altaylı'yla söyleşimize geçelim. 12 EYLÜL ABD PLANI MI? Ruzi Nazar'ın CIA casusu olarak Türkiye'ye gönderildiği yıldan, yani Aralık 1959'dan başlayalım...  Ona hep CIA'nın Türkiye İstasyon Şefi diyorlar ama değildi. Ruzi Amerikalılar'a "Beni Türkiye'ye gönderiyorsunuz, memnuniyetle gidiyorum ama benden Türkiye'ye ilişkin istihbarat beklemeyin" diyor. O zamanlar Suriye, Mısır, Irak'ta Sovyetler etkin. "SSCB'ye karşı Türkiye ile yapılan müşterek operasyonlarda çalışırım. O konularda onlardan bilgi alıp veririm. Yoksa beni başka yere tayin edin" diyor. 11 yıllık görevinde ABD'ye Türkiye hakkında tek istihbarat vermemesi mümkün mü? Ruzi meselelere yalnızca Amerika'nın çıkarları açısından bakmadı. Türkiye'ye zararı olur mu bu bilginin? Bunu da düşündü. Bildiği bazı şeyleri, dostlarına zarar vereceğini düşünüyorsa haber verirdi. ABD'nin 12 Eylül müdahalesinden haberdar olmaması mümkün değil. Ruzi o dönemde Almanya'daydı. Bir gün beni aradı ve "Türkiye'de iç savaş ortamı var. Askeri müdahale olacak" dedi... 12 Eylül'den ne kadar önce söyledi? Bir yıl. Bunu ben de söylerdim size... Ama şöyle devam etti: "Darbeden sonra 1. Ordu Komutanı Necdet Üruğ'un başkanlığında bir milli mutabakat hükümeti kurulacak. Proje bu." Öyleyse ABD projeden haberdardı. Başka ne söyledi? "Türkeş'e söyle, bunun altında kalacak. Tedbirini alsın" dedi. "Peki Amerikalılar ne düşünüyor" dedim. "Türkiye'de solun gelmesi halinde iç savaş çıkar. Amerika Türkiye'nin istikrarsızlaşmasını arzu etmez" dedi. Siz ne yaptınız peki? Yönettiğim ve başyazarı olduğum Hergün gazetesinde 20 gün boyunca "Sağ Terör" adlı bir yazı dizisi yayınlattım. Alparslan Türkeş'le konuştum, "Gerekiyorsa Ülkü Ocakları'nı kapatalım" dedim. Olmadı. Sonra birçok kişi tutuklandı, işkence gördü, idam edildi. Ben vatandaşlıktan atıldım. Ruzi Nazar Türkiye'ye geldikten 4-5 ay sonra 27 Mayıs darbesi oldu. Onun için de "Arkasında ABD vardı" denir. Ruzi bunu reddediyor. İsmet İnönü'nün TSK'ya darbe çağrısında bulunmasını vurguluyor. Doğru. İnönü'nün "Darbeler ve ihtilaller ülke için zaruri ve meşru hale gelir. Sizi ben bile kurtaramam" sözleri var. Fakat Ruzi, Demokrat Parti'nin (DP) yaptığı hataları da vurguluyor. Kayseri olayları, İnönü'nün konvoyuna saldırı, basına sansür... "DP'nin yaptığı korkunç hatalar var. Diğer tarafın korkunç tahrikleri var. Bunlar olmasaydı 27 Mayıs olmazdı" diyor. "ABD böyle bir şey yapmaz çünkü DP ile bir meselesi yok. Meselesi CHP içindeki solcu gruplar" diyor...  Evet. O dönemde Başbakan Adnan Menderes'in bir Moskova seyahati planı var. ABD'nin bundan rahatsız olduğu, darbeye bunun yol açtığı söylenir. Aksine, bunlar ABD ile görüşülerek atılan adımlar. Büyükelçilerin raporlarında bunlar var. Hepsi var orada. Hatta U2 casus uçağı meselesi çıkınca ABD büyükelçisi, "Bundan daha iyi müttefik bulmamız mümkün değil. Adam problem çıkarmadı" diyor. Amerikalılar darbe yapsaydı temasta oldukları generallere birtakım şeyleri empoze ederlerdi. Dikkat ederseniz darbeciler mütecaviz bir grup değil. Bir Alparslan Türkeş grubu var, bir Cemal Madanoğlu grubu. Ruzi'nin kesin kanaati, 27 Mayıs'la Amerikalılar'ın uzaktan yakından ilgisi olmadığı. Ama 12 Eylül için Amerikalıların ne derece telkini oldu, o konuda şüphesi var. Alparslan Türkeş ABD'de eğitim görüp darbeye karıştığı için, "Amerika tarafından kullanıldığı" söylenir. Ama kitapta bambaşka bir Türkeş portresi çıkıyor... Ruzi bunları Türkeş'i korumak için anlatmadı. 27 Mayıs'ta Türkeş kendini başbakan konumunda buluyor. Bir bakıyor, İçişleri Bakanlığı dahil bazı bakanlıklarda Amerikalılar devletin her şeyini kontrol ediyor. Hemen bunlara el atıyor. O dönemde MİT Müsteşarı Fuat Doğu. Türkeş de Fuat Doğu da Amerika'da eğitim görmüş. 1952'de Türkiye NATO'ya girince en kaliteli subaylarını seçip Amerika'ya göndermiş. Yani orada eğitim görmek Amerikancı olmayı gerektirmiyor. Neyse, bir bakıyorlar ki Ankara'da, Türk istihbaratı ile CIA aynı binada. "Olmaz, hadi bakalım ayrılın" diyorlar. Darbeden sonra Türkeş'le birlikte 13 subayın öldürülmesini Ruzi Nazar mı engelliyor? Zaten Türkeş tutuklandığında, kızı Ruzi Nazar'ın evinde...  Ruzi'nin o dönemde Amerikalılar nezdinde ciddi çabaları oluyor. Bunu Ruzi anlattı; Cemal Gürsel'le görüşmelerinden bahsetti. Çünkü seviyor Türkeş'i, saygı duyuyor. Ama ne derece etkili oldu bilmiyorum. Hatta Türkeş'in, askerin baktığı bir atı varmış, 13 Kasım günü hemen atı atıyorlar dışarıya. Hindistan'dan dönünceye kadar ata Ruzi bakıyor. MADANOĞLU KENDİNİ Mİ İHBAR ETTİ? Gelelim 9 Mart "sol darbe" girişimi ve 12 Mart darbesine... 9 Mart'çı Cemal Madanoğlu Mart 1971'in başında Ruzi Nazar'ın Bahçelievler'deki evine geliyor... Ruzi şöyle anlatıyor: "Buyurun paşam, dedim, viski verdim. 'Biz askeri müdahale yapacağız. Senin Amerikalı generallere söyle, bize yardımcı olsunlar' dedi. Ben de bunun üzerine ‘Paşam yanlış kapı çaldın' dedim. Çünkü bildiğim, ama onların bizim bildiğimizi bilmediği bir şey vardı. Sovyetler Birliği Türkiye'de sosyalist subaylara bir müdahale yaptırarak Türkiye'nin Doğu Avrupa halk cumhuriyetleri tipi bir cumhuriyet olmasını istiyordu. Sovyet yanlısı subayların Türkiye'de iktidar olması dünyadaki bütün dengeyi alt üst ederdi." Sonra Madanoğlu'nun neden geldiği sorusu kafasına takılıyor. "Amerikalılar'ın darbe teşebbüsümüzden zaten haberi vardır, ama Moskova bağlantımızdan haberleri olmayabilir. Onun için 'Bu tarafı da sağlama alalım' demiş olabilirler" diye düşünüyor. Bunu Amerika'ya bildiriyor mu? "Hemen ertesi gün Amerikan büyükelçisini haberdar ettim" diyor. İşin enteresan tarafı, Madanoğlu mahkemede "Ruzi Nazar arayıp 'Siz darbe yapın, biz arkanızdayız' dedi" diyor. Fuat Doğu'yu da haberdar ediyor. "Arkasında Sovyetler Birliği'nin olduğunu biliyorum. Haberdar etmeseydim çok zor durumda kalırdım. Onun için tedbirimi aldım" diyor. Yani 9 Mart darbe girişimini kendi kendine ihbar eden Cemal Madanoğlu muydu? Hep bu cuntayı Mahir Kaynak'ın ortaya çıkardığı söylenir. Hayır. Mahir Kaynak, MİT'in sol cuntanın içine yerleştirdiği, Fuat Doğu'nun sevdiği bir insandı. O dönemde MİT'in hem sağdan hem soldan hocalar içinde adamları vardı. Fuat Paşa her şeyi öğreniyor ama sadece Mahir Kaynak'tan değil. Kaynak'ın deşifre edilmesinin sebebi, adamı darbe yapacaksın diye tutukladın ama delil, belge nerede? Fuat Paşa orada Kaynak'ı feda etti, "Belgem budur" dedi. Peki Başbakan Süleyman Demirel'e haber veriliyor mu? Fuat Paşa "Süleyman Bey'e haber veriyorum darbe olacak diye, tedbir aldığı yok" diyor. Onun için gidip Cevdet Sunay ve Memduh Tağmaç Paşa'yla konuşuyor. İşte bu, o üç paşanın operasyonu. ABD Soğuk Savaş'ta Türk istihbaratını kullandı mı?  İşbirliği tabii ki var. Resmen periyodik toplantılar yapılırdı. ARGO'NUN SENARYOSU BU KİTAPTAN MI? 'Mendez'in rolü gerçek dışı, operasyon Ruzi sayesinde yapıldı' Kitabınıza bakarsak, Oscar'ın favorisi Argo filminin hikâyesinin asıl kahramanı Ruzi Nazar. Rehine kurtarma operasyonunda rolü neydi? 1979'da İran'da ABD Büyükelçiliği mensuplarının rehin alınmaları üzerine bir kriz masası oluşturuldu. Ruzi CIA'yı temsilen bu kriz masasına üye atandı. Elçilikteki 6 ABD'li diplomatın Kanada Büyükelçiliği'ne sığındıklarını öğrenmişti. O günlerde Tahran'a giden tek CIA ajanı Ruzi. İran'da kaldığı 11 gün içinde bütün çalışmaları yaptı ve bilgileri topladı. Topladığı bilgilerle ABD'ye döndü. CIA Başkanı'nın uçağı ile Washington'dan Teksas'a uçtu. Orada ABD Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon (savunma bakanlığı) temsilcilerinin de katıldığı toplantıya iştirak etti. Bu toplantıların hiçbirinde Mendez yoktu. Mendez bir istihbarat elemanı değil. Diplomatların Argo ismi verilen operasyonla kurtarılmasına o toplantıda karar verildi. Operasyon Ruzi'nin derlediği istihbari bilgiler ışığında yapıldı ve başarıyla sonuçlandı. Yani Argo gerçeği yansıtmıyor mu? Filmde Mendez'e gerçekle ilgisi olmayan bir rol verilmiş. Sanki Mendez başarılı bir CIA ajanı gibi. Gerçek tamamen farklı. Mendez yalnızca mükemmel bir makyaj ustası. 6 ABD'li diplomatı makyajla öyle değiştirmiş ki, sahte pasaportlardaki resimlerle bu insanlar aynı olmuş. İşin asıl heyecanlı yanı, Ruzi'nin Argo operasyonu öncesi Tahran'da yaptığı çok riskli ve tehlikeli istihbarat çalışması. Gerçeklerle film arasında büyük farklar var. Eğer filmde bu 11 güne yer verilseydi, Argo çok daha heyecanlı ve gerçekçi olurdu. Film aslında sizin Mendez'le ilgili anlattığınız bölüme çok benziyor.  Evet, mesela ben "Mendes viskisini yolcular uçağa bindikten ve uçak İran hava sahasını terk ettikten sonra yudumlar" yazdım. Filmde aynen öyle. Ama şu yok: Mendez'in operasyon için çekileceğini ilan ettiği filmin adı (Argo) ile uçağın adı (Aargau) arasında büyük benzerlik var. Kitabı yazarken filmden haberdar mıydınız? Hayır. Kitaba da Ruzi'nin hayatında bir bölüm olduğu için koydum. Yazalı iki yıl oldu. Tabii bir yerlere göndermem gerekiyordu. Bir yerler dediğiniz, CIA herhalde... ABD'de Security Act var. "Ülkenin güvenliğini tehdit eden bilgileri ifşa etti, sen de vesile oldun" diye tazminat davası açarlar, ABD'ye giremezsin. Doğru olan onay almak. Net sorayım: Bu kitabı CIA okudu ve onay verdi mi? Ruzi 45 yıl CIA'da görev yapmış. Böyle bir insanın biyografisi yayınlandığında CIA'nın karşı çıkmaması lâzım. O tedbiri aldık. Argo'nun senaryosu kitabınızdan alınmış olabilir mi?  Bilemem. Ama belgeler ve Ruzi'nin anlattıklarından yola çıkıp yazdıklarıma çok benziyor. NAZIM PİŞMAN MIYDI? "Nâzım çok büyük şair. Fakat Ruzi'nin 1959'da Viyana'da kendisiyle görüştüğünde edindiği intiba, hayatından memnun olmadığı. Ne pahasına olursa olsun, tekrar tutuklansa, cezaevine girse bile Türkiye'ye gelmek düşüncesinde. Hem vatan hasreti var hem Stalinizm'in uygulamalarından memnun değil. Rusya Nâzım gibi büyük bir şairi dahi kullanmak istedi. Ruzi'ye 'Siyasete bulaşmamaya gayret et' diyor ve ekliyor: 'B.k yiyip büyük devletlerin oyuncağı olmamak gerek.' Onu kendine söylüyor." ABD EL KAİDEYİ NASIL DOĞURDU?  CIA ajanı Ruzi Nazar Vahabiliğe karşı. Oysa CIA Vahabiliği kullanmadı mı?  ABD, Afganistan savaşı sırasında Rusya'ya karşı İslami bir Haçlı seferi organize etmek için Vahabiliği kullandı. Ruzi o zaman CIA merkezine "Bu yarın çok büyük problemlere sebep olacak" diyor. Abdullah Azam, El Kaide'nin ilk lideri, CIA parasıyla bütün İslam ülkelerini dolaşıyor, cihada destek istiyor. CIA nasıl destek oluyor onlara? Pakistan'ın kuzeyinde, Veziristan'da 2500 medrese var. Ortaçağ tipi dini eğitim veriyorlar. CIA subayları da bunlara askeri eğitim veriyor. İlkokullar için Amerika'da basılmış ders kitapları var. Bunlar da diyor ki, "Rus'u esir yaptığında dizinin altını kes." Bir soru şöyle: "2400 metre uzakta bir Rus kâfiri var, kalaşnikofun saniyedeki hızı 800 km, kaç saniye sonra kâfirin beyni parçalanır?" ABD Güvenlik Bakanı Zbigniew Brzezinski, "Laboratuvarda mikrobu biz ürettik ama laboratuvardan kaçtı" diyor. Gulbeddin Hikmetyar'ın ABD büyükelçisine söylediği bir söz var: "Afganistan'ın bir şeriat devleti olması için gerekirse 1 milyon insan öldürürüm." Taliban işte o Hikmetyar düşüncesinin devamı. Türkistan Lejyonları ve İnönü Hükümeti 'Bu fikri Hitler'e Türkiye verdi' II. Dünya Savaşı'nda Türkistan lejyonlarının rolü neydi? Türkistan Lejyonları tarihi, Orta Asya tarihinin çok önemli fakat üzerinde çalışılmamış bir dönemi. II. Dünya Savaşı'nda Naziler Sovyetler'e karşı Barbarossa harekâtını yaptıktan sonra, Doğu cephesindeki Alman asker sayısı 800 bindi. Savaş sırasında bunların 200 bine yakını Türkistanlı, Azerbaycanlı, Tatar ve diğer milli komite askerlerinden oluşuyordu. Türkistan Lejyonları'nda savaşan askerlerin sayısı 100 binden fazlaydı. Ruzi bu harekette çok önemli rol oynadı. Nasıl oluştu bu lejyonlar? Savaşın ilk yıllarında 100 binlerce Sovyet askeri Almanlar'a esir düştü. Bunlar arasında Türkistanlılar da vardı. Bir Alman esir kampındaysanız, artık ölüme mahkumsunuz demektir. Yaşama şansınız yüzde 5-6'dır. Hayatta kalmak için tek alternatif Almanlarla işbirliği yapmaktır. Yoksa 100 binlerce Türkistanlı ölecekti. Kim ön ayak oldu bu oluşuma? Çok enteresan, Türkistan Lejyonları fikrini Almanlar'a veren Türkiye, Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede... Harp Akademileri Komutanı Korgeneral Ali Fuat Erden Almanya'ya gidiyor, Hitler'in karargâhında Hitler'le defalarca görüşmeler yapıyor. Bunun devletin bilgisi dışında yapılması mümkün olabilir mi? Ali Fuat Erden Berlin'den döndükten sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın katılımıyla 6 saatlik toplantı yapılıyor. Türkiye, Almanlar'a "Biz I. Dünya Savaşı'nda bu tecrübeyi yaşadık. Rus Çarlığı sınırlarında yaşayan Türklerden Almanlara esir düşenleri Türkiye'ye getirdik, bir alay kurduk. Irak cephesinde savaştılar ve büyük kahramanlıklar gösterdiler. Siz de bunlardan bir ordu kurabilirsiniz" fikrini veriyor. Türkiye neden yapıyor bunu? Bir, bu insanlar kurtulsun, yoksa ölecekler. İki, Sovyetler dağılsın. Türkiye'nin şunu istiyor: Azerbaycan bağımsız devlet olsun, Orta Asya'da bir Türkistan devleti kurulsun. Almanların savaşı kazanacağına inandığı sürece, Türk devleti lejyonlara sahip çıkıyor. Ama kaybedeceğini anlayınca da teslim ediyor... Evet, çok acı. 1945'te Yalta'da Stalin, Roosewelt ve Churchill arasında yapılan üçlü görüşmede, 1939'dan sonra Almanya'ya geçen ve yakalanan Sovyet vatandaşlarının hemen Ruslara teslim edilmesi üzerinde anlaşıyorlar. Stalin'in bir kararnamesi var. "Bunlar mahkeme edilmeden kurşuna dizilecekler çünkü haindirler" diyor. Bizimkiler o Türk askerleri sınırda elleriyle teslim ediyorlar ve öldürüldüklerini de görüyorlar. O zaman Türkiye'nin derdi, Rusya'nın başına yeni sıkıntılar açmaması. Sovyetler'e gönderilirken, Boğaz'da Arnavutköy açıklarında denize atlayıp kurtulanlar var. Kürşad Oğuz
0 notes
nturkiye-blog · 7 years
Text
Çılgın bir ‘İhtilal’ dünyasına doğru: Cemal Madanoğlu (2)
NECİP AK
Birinci bölümde ifade ettiğimiz gibi Madanoğlu, Encümen-i Daniş’in ordu bünyesinin parçalarından biriydi. Karşı olduğu şey, Komünizm’den korunmak için Siyasal İslam’ın büyütülmesi ve ABD’ye çok yaklaşılmasıydı. Bunu da ısrarla belirtmesine rağmen o dönemde dikkat edilmedi.
Sevgili okurlar, Türk generali ve Siyaset adamı sayın Madanoğlu’nun hayatından kısa anektodları  ikinci bölümde…
View On WordPress
0 notes
hab3r · 10 years
Text
ben onu Çok sevdim'de sürpriz gelişmeler!
View Post
0 notes
olumsuzsozler · 4 years
Photo
Tumblr media
Savaş, insana yakışır bir iş değil. İnsanlığın doğal düzeni barış olmalı.
Cemal Madanoğlu
0 notes
sizekitap · 7 years
Text
Bir Eski Cumhuriyet İçin
Bir Eski Cumhuriyet İçin Kolektif İmge Kitabevi Yayınları
O mu renkli bir kişilik, yoksa o yıllar mı renkliydi? Kesin olan bir şey varsa, o da her ikisinin kimyasının birbirini tuttuğu. Etkileyici bir renk kartelası: Tiyatro ve sinemada roller almış, “gazeteci” Ali Sirmen’den, Madanoğlu cuntasından yargılanırken istihbarat şubesinde askerlik yapan yedek subay Ali Sirmen’e…
Doğan Avcıoğlu, Cemal Madanoğlu, İlhan Selçuk, Turhan Selçuk, Çetin Altan, Doğan Özgüden, Doğan Koloğlu, Hüseyin Baş, Mahmut Dikerdem, Oktay Akbal, Orhan Veli, Kemal Tahir, Sait Faik, Melih Cevdet Anday, Nadir Nadi, Uğur Mumcu, Aziz Nesin gibi nice mihenk taşlarıyla örülü, eşsiz, büyülü bir dünya… İliklerine kadar yaşanmışlık hissi veren o telaş içindeki yılların öncelikle basın ve siyaset tanıklığı. Sirmen’e özgü bol mizah renkleriyle…
Ama bu anıların iz bırakan başka yönleri de var. Nadir Nadi’nin yazarlarından hayatta kalan tek isim. Bu sıfatıyla tüm yaşamına baktığımızda, tarihle olan hemen hiçbir randevusunu ıskalamamış olduğunu görüyoruz.
27 Mayıs’tan günümüze uzanan tüm siyasal düşünce savaşlarını besleyen kaynakların hep yanı başında yer tutan Ali Sirmen’in anlattıkları ve onun ayrılmaz bir parçası haline gelen Cumhuriyet gazetesi. Soluk alıp veren, sayfalarının aksine renkli, çok boyutlu bir kronoloji; siyasi hisler aynası… Cumhuriyet. Şu an, şimdi ve sonrası…
  devamı burada => https://goo.gl/7xlPLU
0 notes
sozlukemeklisi-blog · 7 years
Text
27 MAYIS VE GEZİ OLAYLARI
27 Mayıs göründüğü kadar komplike bir hadise değildir. Özünde İngiliz ve ABD kliklerinin “Türkiye’yi yönetmek” için girdikleri mücadeledir. Bir tarafta ABD’ye yakın Menderes / maaşları ABD tarafından ödenen MİT / Genelkurmay Başkanı ve kimi subaylar / ve en önemlisi 14’ler, diğer tarafta İngilizler tarafından İzmir İktisat Kongresi’nde ekonominin teslim edildiği baronlar / kemalist bürokrasi / İnönü & CHP / TSK içindeki İngiliz muhipleri ve üniversiteler / akademisyenler. 27 Mayıs ile ilgili en yanlış bilinen şey ABD darbesi olduğudur. Devlet içinde gitgide daha fazla güçlenen / Menderes’in koşulsuz itaat ettiği / Marshall yardımları adı altında devletin hücrelerine kadar girmiş bir ABD neden kendi getirdiği iktidarı / adamını indirsin? Burada kafa karıştıran ince nokta 14’ler mevzusudur. Derler ki ABD’de özel harp eğitimi alan subaylar da vardı! Doğrudur. İçlerinde Türkeş’in de olduğu ABD’de özel harp eğitimi almış 14’ler darbeye aktif katılım sağladı lakin konunun aslı şudur: İngilizlerin darbe için ortamı hazırlamasına ABD geç uyanmıştı. O dakikadan sonra darbeyi engelleme şansı yoktu ama darbeyi yapacak cuntaya kendi ekibini yerleştirip darbeyi onlar üzerinden kontrol edebilirdi! Bu yüzden özel harpçi 14’ler cuntaya katıldı. ARKADAŞLAR TEMEL İSTİHBARAT İDEOLOJİSİ ŞUDUR: YOK ETME & EDEMEZSEN / KONTROL ET. ABD’nin 27 Mayıs cuntasına 14’leri yerleştirmesini bu mantıkla düşünün. Buna yakın zamandan sağlam bir örnek verelim. Mesela Gezi’den:) Öncelikle şunu söyleyelim: Gezi iktidarın aksettirdiği üzere planlı / örgütlü bir olay olarak başlamadı. Hikayelere kulak asmayın! “Örgütlü” başlasaydı bilinirdi! Tam tersi olduğu için gazla dağıtırım “körlüğünden” iktidar önemsemedi. Gezi’nin üçüncü gününden itibaren iktidarın körlüğü / öngörüsüzlüğünü gören dış güçler katkı sağlamaya başladı içerideki proxy leri ile. Özellikle cemaat ve TÜSİAD’ın kalın aileleri başrolü oynadı ikinci günden sonra. Ama söylediğimiz gibi olaylar başlangıcı itibariyle örgütsüz / spontane gelişen bir hadisedir. Dış güçleri sorgulamak yerine Kadir Topbaş’ı sorgulasınlar. Olayların fitilini ateşleyen odur. Hatırlayalım Gezi’nin kontrolden çıkması çadırların yakılması ile başlar: http://m.aktifhaber.com/gezide-cadirlari-polis-degil-zabita-yakti-808001h.htm Yakma emrini tahmin edin kim verdi? Konuyu dağıttım. Ne diyorduk? 27 Mayıs cuntasına ABD’nin ekibini / 14’leri yerleştirmesinin benzeri Gezi’de devlet tarafından yapıldı. İşte tam Gezi’nin kontrolden çıktığı günlerde sahaya kim indi hatırlayalım? Sırrı Süreyya Önder. Adeta tombaladan çıkar gibi çıktı ve Gezi’nin sözcüsü olarak medya tarafından (elbette algı operasyonu) sunulmaya başlandı. Sırrı Süreyya Önder’in HDP içindeki devletçi ekibin en önemli ismi olduğu konusuna daha sonra uzun uzun değineceğim. Her neyse Sırrı Süreyya Önder hamlesi kritik ve rasyonel bir hamle idi. Devlet hem Sırrı Süreyya Önder ismini cilaladı hem de Gezi’cileri makul seviyelerde kontrol etmiş / yönlendirmiş oldu. Tekrar 27 Mayıs’a dönelim. Darbeyi yapan isim Cemal Gürsel değildir arkadaşlar. Konuyu uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. İnternette yeterince bilgi var Cemal Gürsel’in nasıl cuntanın başına getirildiği ile alakalı. Tıpkı 12 Eylül’ün arkasında Kenan Evren’in olmadığı gibi:) 27 Mayıs darbesinin mutfağında / başında Cemal Madanoğlu, 12 Eylül’ün mutfağında ise Ali Haydar Saltık vardır. 14’ler görevinde muvaffak olamamıştır. Çünkü darbenin arkasındaki güç İngiltere ABD müdahalesini görmüş ve 14’leri tasfiye ettirmiştir. Merhum Alparslan Türkeş’in tırnaklarının çekilmesi sürgün edilmesini bu bağlamda okuyun. 14’lerin kim oldukları ve nerelere sürüldükleri bilgisi burada mevcut: https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Ond%C3%B6rtler 27 Mayıs tarihteki tek anti-Amerikancı anayasadır:) Bunda tabi ki darbenin arkasındaki güç İngiltere’nin katkısı / organizesi büyük. 1920’lerde devraldıkları ülkeyi ABD’ye bırakmayacak kadar bölgenin ve ülkenin kodlarına ve güce sahipti İngiltere. Nitekim bırakmadı da. Ama ABD bunu unutmadı ve 12 Mart 1971’de karşı hamle yaptı. Hatırlayalım merhum Mahir Kaynak’ın deşifre ettiği darbe girişimi. 12 Mart sonrası ABD & İngiltere masaya oturdu ve paylaşım kararı aldı yani maç berabere bitti. MİT / asker / bürokrasi / sermaye bölüşüldü. 12 Eylül’le birlikte ABD “our boys”ları sayesinde İngilizleri (sermaye hariç) tamamen devre dışı bırakıp kumanda masasına oturdu. 27 Mayıs’ı yapan / organize eden zeka Cemal Madanoğlu’dur ve katıksız İngiliz muhibbidir. Peki neden Cemal Gürsel cuntanın başındadır? 27 Mayıs 1960 günü, Orgeneral Ragıp Gümüşpala’nın cunta lideri kendisinden daha kıdemsiz ise  3. Ordu ile Ankara’ya yürüyüp isyana son vereceğini bildirmesi üzerine, İzmir’de bulunan Cemal Gürsel’in Ankara’ya getirilip cuntanın lideri yapılması kararı alındı.
0 notes