ATATÜRK’ÜN GİTTİĞİ OKULLAR
Bu etkinlikte Atatürk’ün gittiği okulları ve bu okullarla ilgili bazı bilgileri kalıcı hale getirmek istedik. Atatürk sırasıyla şu okullara gitmiştir.
1- Mahalle Mektebi
2- Şemsi Efendi Okulu
3- Selanik Mülkiye Rüştiyesi
4- Selanik Askeri Rüştiyesi
5- Manastır Askeri İdadisi
6- İstanbul Harp Okulu
7- İstanbul Harp…
Leylek yavruları yumurtadan çıkalı henüz bir ay olmuştu.
İrileşmişlerdi ama hala uçamıyorlardı. Yuvada anne ve babanın getirdiği yiyeceklerle beslenmek zorundaydılar.
Marmara’ da sıcak bir ikindi vaktiydi.
Uludağ zirvelerinden inen 6 kartal, Bursa Orhangazi' de bir leylek yuvasına saldırdı. Anne ve baba leylekleri öldürüp, 4 yavruyu kaçırdılar.
Aradan bir kaç gün geçti.
Yine bir grup kartal, yine Orhangazi' de başka bir leylek yuvasına saldırdı. Ancak bu kez yuva boştu. Nasıl haberleştiler ise, leylekler yavrularını güvenli bir yere gizlemişti.
Sonra her yerden haberler gelmeye başladı.
Kartallar gruplar halinde leylek yuvalarına saldırıyordu.
Bir kaç gün sonra ülkenin dört yanından Bursa, Aydın ve Trakya' ya yüzlerce leylek akın etti.
Aynı şekilde kartallar da toplanıyordu.
İnsanlar, çevrelerinde leylek ve kartal sayısının olağanüstü arttığının farkındaydı.
Gökyüzünde bir hareketlenme vardı.
Bir şeyler oluyordu.
Bu kuşlar neden toplanıyordu?
Bu neyin habercisiydi?
Leyleklerin ve kartalların toplanması iki ay sürdü.
Aylardan Ağustos.
Aydın' da Menderes deltasında inanılmaz bir savaş başladı.
Havada amansız bir mücadele vardı.
Bir tarafta leylekler, diğer tarafta kartallar.
Halk başı yukarıda, bu savaşı izliyordu.
Kartallar güçlü pençeleriyle, leylekler de uzun gagalarıyla savaşıyordu.
İnsanların gönlü leyleklerden yanaydı. Köylüler yaralanıp yere inen leylekleri tedavi etmeye çalışıyorlardı. Nineler yaralı leyleklerin başında dua ediyordu.
Pençe-Kilit operasyonu bölgesinde teröristler tarafından yapılan saldırıda kahraman askerimiz Piyade Teğmen Eril Alperen Emir Şehit olmuştur .
Ankaralı olan Şehit Eril Alperen Emir 2021 Kara Harp Okulu Anafartalar Taburu mezunudur. 1998 doğumlu olan Şehit Eril Alperen Emir, bekardı. Piyade Teğmen Eril Alperen Emir terör örgütü PKK’nın saldırısında şehit olmuştur.
P.Tğm. Eril Alperen Emir’in cenazesi 13.12.2023 tarihinde Ahmet Hamdi Akseki Camiinde öğle namazına müteakip kılınacak olup Cebeci Şehitliğine defnedilecektir.
Görünce gülümseyeceğimiz acı haberler….
Kara Harp Okulu Dekanı Askerliğini bedelli yapmış!!
Hoş, Uzun dönem askerlik yapsaydı da yakışmazdı oraya.
Liyakat KHO komutanlığında bir muvazzaf kurmayın olmasını gerektirmez mi?
Acılar içindesin yine... Seni böyle görmek fazlaca üzüyor :(
varlığına alışılabilen bir kavram.
ne var ki, mesele acıya alışmak değil; ihtiyaç duyulanın yokluğuna alışılsa da, o yokluk her saniye, her salise daha da ağırlaşmakta. acı sabit olsa, gel, alış. sabit değil ki acı, her geçen gün katlanarak artmakta. mesele acıyı sabit tutmakta.
beynin tüm kıvrımları gereğini yapıyor sabit tehdide karşı, heyhat, ihtiyaç duyulanın yokluğu ilk günkü gibi değil ki... değişen hiçbir şey olmasa da, artık var olmayana duyulan ihtiyacı ağırlaştıran, sabit acıya alışması gereken beynin ta kendisi değil mi sanki...
acı varsa, öyle bir "şey" yoktur ki, o "şey"e deli gibi ihtiyaç duyar insanoğlu. o şeyin eksikliğindendir duyulan acı, hattâ o eksikliğin ta kendisidir - somut dünyadan kişinin soyut dünyasına geçmiştir o tamamlanmamışlık, sonra yine somut bir hâle bürünmüştür nöronların arasında. milyonlarca nöron arasında bir tanesi eksiktir artık, çünkü var olmayana adanmıştır. işte o nöronun dendridine iletilmesi gereken impuls, bir önceki nöronun aksonundan çıkar çıkmaz bir kısa devre meydana gelir, tüm beyni bir anda işgal eden. o nöron orada olmalıdır, bu yüzden impulslar gelmeye devam eder, ama o artık orada değildir - belki de hiç olmamıştır. impuls denen çok küçük elektrik arkı, yankılanarak büyüyen ses gibi güçlenir, ve bir şehir trafosundan gelircesine yakar tüm beyin hücrelerini. acıtır, öyle ki, kafasını duvardan duvara vurmak ister insan. ne var ki yapamaz bunu. sonsuza kadar yanmak, ama bir türlü ölmemek gibi... kurtuluş yoktur.
her acı böyle değil elbette, yaşanması zevk veren acılar bile var. sadece mazohistlere mahsus da değil üstelik, acılı kebap yiyen herkeste rastlanabilecek türden. öyle ya, sürahi sürahi buz gibi ayran olduktan sonra yanında, kim korkar acıdan? yanında bir kutu aspirin olduktan sonra, kim korkar sırtından vurulmaktan?
işte ondan ben korkarım.
korktuğum da başıma gelir ya, mevzu o değil. kişiyi sırtından bıçaklayan herkesin, giderken aspirin kutusunu da yanında götürmeyecek kadar "şerefli" olmadığını hatırlatarak geçeyim bir sonraki paragrafa.
artık asla sahip olunamayacak öyle şeyler vardır ki, sahip olamayacağını anlayana kadar ölesiye istemiştir kişi. bu his, savaş pilotu olmak üzere olan 20 yaşındaki hava harp okulu öğrencilerini görünce aklına gelir kimilerinin. okula hızlı bir arabayla gidip gelen 19 yaşındaki üniversite öğrencilerini, ya da gözlerinin altında uykusuzluğun sebep olduğu morluğu taşımak zorunda olmaksızın okuluna gidip gelen 18 yaşında mutlu bir genç görünce idrak eder kimi insan bunu. kimi insan, 17 yaşında arkadaşlarıyla tatile giden birini görünce hisseder. kimilerininse umrunda değildir ama, geçen yıllar sonsuza dek geçmiştir ve bir daha asla geri gelmeyecektir. kişi asla, asla bir savaş pilotu olamayacaktır, asla 19 yaşına geri dönüp hızlı bir arabayla "gençliğini" yaşayamayacaktır. daha da kötüsü, karşılanmayan ihtiyaçların kişinin bilincinde, bilinçüstünde ve bilinçaltında sebep olduğu değişiklikler asla geri alınamayacaktır. puzzle'da eksik kalan bu parçalar, kişide öyle acılara sebep olmuş olabilir ki, o kişi aslında o kişi değildir artık.
bir insanı tek başına baştan aşağı değiştirebilir acı. dolayısıyla birden çok insanı da değiştirebilir. yani, bir halkı, bir rejimi, bir ülkeyi, tüm dünyayı değiştirebilir. ve acı, geri dönüşü olmayan bir değişime yol açar ve bu değişim nadiren olumlu yöndedir. ama bunun başka bir yolu da yoktur, çünkü evrende mutluluk miktarı sabittir. Birileri mutlu olacaksa, mutlaka diğer birileri mutsuz olmalıdır. bu her ne kadar bir dengeymiş gibi görünse de, tıpkı evrendeki antropi gibi, acı da sürekli olarak artmaktadır - insan sayısıyla birlikte. mutluluk, mutlu azınlığın tekelinde, ve mutlu azınlık daha da azalacak.
insanlar sadece kendi aptallıkları yüzünden acı çekseydi, işte o zaman bir dengeden söz edilebilirdi.
07 MART (1989) GÜNÜ VEFATI DOLAYISIYLA BAHATTİN ÖGEL'İ RAHMETLE ANIYORUM.
ABDÜLKADİR YUVALI'DAN ALINTI
HAYATI:
Elazığ’ın Çarşı mahallesinde doğdu. Babası Harput eşrafından Mehmed Şemseddin Bey, annesi Nâdire Hanım’dır. İlk ve orta okulu Elazığ’da, liseyi Malatya’da okudu. 1941 yılında girdiği Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun olduğu yıl Erzurum Lisesi’ne öğretmen olarak tayin edildi (1945). Erzurum Anıtlarında Altay-Türk Sanatının İzleri adlı ilk kitabıyla Ülkü Mecmuası’nda yayımlanan “Erzurum Tavan İşleri” ve “Erzurum Evleri” adlı makalelerini burada kaleme aldı. IV. Türk Tarih Kongresi’ne sunduğu “İslâm’dan Önceki Türk Devletlerinde Timar Sistemi” başlıklı tebliğini beğenen M. Fuad Köprülü’nün aracılığı ile 4 Kasım 1947 tarihinde Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü tarih öğretmenliğine tayin edildiyse de enstitünün bazı bölümlerinin kapatılması yüzünden kararnâmesi dokuz gün sonra iptal edildi. Bunun üzerine görevinden istifa etti (17 Kasım 1947). Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Alman Sinolog W. Eberhard’ın danışmanlığında hazırladığı Uygur Devleti’nin Kuruluşu adlı doktora tezini tamamlamasının (1948) ardından mezun olduğu bölüme asistan tayin edildi (27 Ekim 1948).
Askerlik görevinden sonra 1953’te gittiği İran’da Türk İslâm tarihi açısından önemli şehirlerde dört ay boyunca araştırma ve incelemeler yaptı. Yurda dönünce kazanmış olduğu bursla bir yıllığına Almanya’ya gitti. 1953-1954 yıllarında Hamburg Üniversitesi’nde B. Spuler, O. Franke, A. von Gabain gibi Türk tarihi uzmanlarının yanında çalıştı. 18 Kasım 1955’te “Liao Devrinden Önceki Kitanlar” konulu teziyle doçent unvanını aldı. 1959-1961 yıllarında Almanya’da ilmî araştırmalarda bulundu. Tayvan hükümetinin bursuyla 1962-1963’te Taipei’deki National Cheng-Chi Üniversitesi’nde çalışma yaptı. Temmuz 1963’te Japonya’ya geçti. Orta Asya uzmanı Japon tarihçileriyle tanıştı. Taipei’de bulunduğu sırada hazırlayıp profesörlük takdim tezi olarak sunduğu Sino-Turcica adlı eseriyle 27 Ocak 1965 tarihinde profesör oldu. Ankara Üniversitesi’ndeki görevinin yanı sıra Ondokuz Mayıs Gençlik ve Spor Akademisi, Kara Harp Okulu ve Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde, Gazi, Selçuk ve Fırat üniversitelerinde Türk kültür tarihi ve siyasî tarih konularında dersler verdi. 22 Ekim 1984’te tayin edildiği Tarih Bölümü başkanlığından 7 Mayıs 1986’da istifa etti. Türk Tarih Kurumu’nun aslî üyesi olan Bahaeddin Ögel 7 Mart 1989’da Ankara’da vefat etti. Cenazesi 9 Mart’ta Kocatepe Camii’nde kılınan namazdan sonra Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.
Almanca, İngilizce, Fransızca, Farsça, Çince, Moğolca ve Rusça bilen Bahaeddin Ögel, İslâmiyet öncesi Türk siyasî ve özellikle kültür tarihi üzerinde yaptığı çalışmalarla tanınır. Ögel, kültür tarihi çalışmalarında Türk kültürünü zaman ve mekân açısından bütün derinlik ve genişliğiyle ele almış, bir bütün olarak gördüğü bu kültürün köklerinin Orta Asya’da olduğunu, dallarının ise Avrasya’ya yayıldığını belirterek köklerle dallar arasındaki bağların ortaya konulması gerektiğini vurgulamıştır. Onun yaptığı ilmî çalışmalarda Orta Asya, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet çizgisini esas aldığı görülmektedir. Yirmi cilt halinde planlayıp ancak dokuz cildini tamamlayabildiği Türk Kültür Tarihine Giriş adlı eserinde Türkler’de köy ve şehir hayatını, ziraat ve yemek kültürünü, tuğ, bayrak, ordu, mehter, aile ve halk mûsikisi aletleri gibi konuları bütün ayrıntılarıyla inceleyen Ögel, Türk kültür tarihiyle ilgili araştırmaların XIX. yüzyılın sonlarında sinologlar, diğer yabancı tarihçiler ve filologlar tarafından başlatılmasını bir talihsizlik olarak nitelemiş, yabancı araştırmacıların Türk kültürünün özelliklerinden habersiz oldukları için tesbit ve değerlendirmelerinde hata yapabildiklerini, bu sebeple Türk tarihi araştırmalarının Türk bilim adamlarınca yapılmasının gerekliliğini her fırsatta dile getirmiştir.
Eserleri. Erzurum Anıtlarında Altay-Türk Sanatının İzleri (Erzurum 1947); İslâmiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi: Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre (Ankara 1962); Sino-Turcica Çingiz Han ve Çin’deki Hanedanının Türk Müşavirleri (Taipei 1964); Türk Kültürünün Gelişme Çağları (İstanbul 1971); Türk Mitolojisi (I-II, Ankara 1971-1989); Türk Kültür Tarihine Giriş (I-IX, Ankara 1978-1987); Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi (I-III, Ankara 1981); Türklerde Devlet Anlayışı: 13. Yüzyıl Sonlarına Kadar (Ankara 1982). Bahaeddin Ögel’in Türk Tarih Kurumu Belleten’i ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Vakıflar, Türk Kültürü ve Millî Kültür dergilerinde ve uluslararası dergilerde çok sayıda makalesi, tebliğleri, Türk Ansiklopedisi ve İslâm Ansiklopedisi’nde maddeleri yayımlanmıştır (yayınların listesi için bk. Arık, sy. 65 [1990], s. 35-49).
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Millî Savunma Üniversitesi Hava Harp Okulu Komutanlığı Diploma ve Sancak Devir Teslim Töreni’nde yaptığı konuşmada, “Savunma sanayinde son dönemde yaptığımız büyük atılımlar say... ---------------------------- Haberin devamı haber71.net'te.