Tumgik
tugceozdemir · 14 days
Text
ÖFKEEE
İçimde çok büyük kızgınlıklar var. Kimisi çok büyük, kimisi incir çekirdeğini bile doldurmaz. Ama her yerimi kapladıkları için onların ağırlığı enerjimi tüketiyor tamamen. Hareket edemiyorum, içimden de atamıyorum. Affedemiyorum da sevemiyorum da. Öfke doluyum, herkese karşı, kendime, hayata, hepsine... Anne kediyi 5 tane yavrusunu alıp güvenli bir yere taşımak zorunda bırakan hayata, çok uğraştığım ve tüm ruhumu akıttığım fotoğrafları paylaşmama izin vermeyen kadına, işi olunca yazan ve sonra cevap vermeden peşinden koşulmasını bekleyen arkadaşa, düzgün iş yapmadan popüler olan çocuk mekanına, habire yemek yemek isteyen mideme ve boğazıma (şu an bile karnım tok olmasına rağmen ekmek yemek istiyorum), ona, buna, şuna. Kızgınım, öfke doluyum ağzıma kadar. İçimde tutmaya çalıştıkça taşıyorum, taştıkça daha çok şişiyorum. Öfke doluyum, kızgınlık doluyum, öfkeliyim, öfkem dağı taşı aştı, öfke, öfke, öfke. Oh biraz rahatladım valla. Ama öfkeliyim unutulmasın :)
0 notes
tugceozdemir · 2 months
Text
Tumblr media
14 notes · View notes
tugceozdemir · 2 months
Text
youtube
Bu türküye aşırı sardım. Mutlaka daha önce duymuşluğum vardır ama bu sefer baya takıldım kaldım. Hatta en güzel versiyonu hangisi diye araştırdım, hikayesine baktım. Versiyon olarak en içime sinen Mert Turak'ın söylediği kısım oldu. Kendisinin oyunculuğunu beğenirdim ama sesinin bu kadar güzel olabileceğini düşünmemiştim.
Türkünün hikayesini ise bulamadım. Türkülerdeki sözlerin anlamsızlığının arkasındaki anlamı aşırı merak ediyorum bazen. Mesela bu türküdeki "dediler yarin de gelmiş, ince de bellerim kırıldı" ne alaka? Bir de emmi kızı bir yere davet ediyor ama eser sahibi gitmeyi çok istese de hatta yollar bulsa da, gidip gelmek zor geliyor bir üşeniyor falan. Acaba ben bu üşenme kısmını mı kendime yakın buldum da içlendim diyeceğim de şaka bir yana bu kadar dert dolu bir türküyle de espri yapma gücünü nereden buluyorum biliyorum.
Neyse, git gelemem emmim kızı...
Sonradan gelen ekleme; Türküyü yaklaşık 1 000 000. kez dinlerken, ilk baştan "dediler yarin de gelmiş, ince de bellerim kırıldı" dediğini farkerrim yazarın. Gidip gelememesinin sebebi belinin kırılmış olması galiba ya, üşengeçlik falan değil (buraya düşünen smile)
0 notes
tugceozdemir · 4 months
Text
AMSTERDAM KAFASI ve TİKTOKTA MEMESİNİ AÇAN KADIN
Hayatta tersten akıllanıyor olmak beni üzüyor. Genç ve akılsız olmakla başlayıp gittikçe yaşlı ama akıllı olmaya doğru ters orantıyla ilerleyen bir süreç maalesef ki yaşamak. İçinde olduğunda hayatın en büyük sırrıymış gibi görünen meseleler, yaş ilerledikçe işte bu kadar basitmiş aslında diye anlaşılır hale geliyor. Ziyanlık değil de nedir...
Tumblr media
Gençken ya da küçükken diyelim o kadar dar pencerelere sıkıştırmışım ki kendimi, toplumsal ve başka bir sürü kural kaideyle, at gözlüğünün üzerine bir de ben 45 derecelik içe katlanan bir kepenk eklemişim sanki gözlerimin önüne. Ellerimi ayakalarımı kapatmışım tamamen sanki, görünmemek için tostop olmuşum tesbih böceği gibi. Tabii ki dünyaya geldiğim ortamın bunda büyük etkisi var, öyle yaşıyordu onlar da. Kendimi de kimseyi de suçlamamayı şiar edinmeye çalışıyorum kendime ama şunu merak etmeden de geçemiyorum; "bambaşka bir ortamda nasıl bir insan olurdun be Tuğçecan?!"
Şimdi tüm bu etkilerden sıyrılıp, gerçekte aslında nasıl bir insan olduğumla tanışmaya çalışıyorum ama o kadar derinlere saklanmış ki, bu biraz zaman alacak gibi. Tabii kendimsiz, bir kabuk içinde hapsolarak yaşadığım hayatın da yasını tutmadan geçemiyorum.
Tumblr media
Bir haftalık Hollanda tatilinden dönünce aklıma deli sorular üşüştü. Özellikle oradaki yaşamı, yaşlıları, gençleri gördükçe, otobüsten inerken otobüs şoförüne teşekkür etme medeniyetine şahit olunca (gözünü sevdiğimin Avrupası) bütün bunlardan uzakta dar kafeslerde büyüyen ve yaşlanan halim bir kez daha düştü hatırıma. Benim kendi yolum, yolculuğum buymuş, bu noktadan devam edecekmiş, tamam. Geçmişe üzülüp kahırlanmak yerine, yangından geriye kalanları kurtarmaya odaklanmayı seçiyorum. Ama üzüldüğüm, kendime insan olmakla ilgili umutlar var ama o umuda ulaşamayacak olan bir çok insan için de dev bir umutsuzluk var aslında.
Tumblr media
Ben Hollanda sokaklarında günümü gün ederken, ülkeciğimin başında ne dertler var şöyle not düşeyim buraya ki, kendi kronolojik hafızama bir not eklemiş olayım. Para vurgunu yapan "influncer"lardan sonra yeni versiyon vergi kaçırmak için bavulla para taşıyan futbolcular ve tiktokta para karşılığı memelerini gösteren başı örtülü bir abla. Hayatımızı çalan sistemin ürettiği hırsızlar dışında bana bu abla çok masum göründü nedense. Gençliğimin at gözlüklü dünyasında, yaşlı teyzeler gibi cıkcıklayacağımı bilirken şu anki bana çok büyük haksızlığa uğruyormuş gibi geldi. Sonuçta memesini silah zoruyla göstermiyordu ve bu şekilde para kazanan yüzlerce kadından biriydi, bu kadar yaygaraya sebep olmasının nedeni azıcık etine dolgun olması ve başına taktığı örtü müydü acebaaaa?
Tumblr media
1 note · View note
tugceozdemir · 4 months
Text
Kendinden Usandırma...
youtube
Güzel bir sene olmadı ikibin23... Hayatın kendisi de tam olarak güzel değil ki zaten, içinden numune niyetine alınmış bir parçası aksine güzel olsun.
Ama geriye dönüp bakınca, başa gelmeden önce nasıl kaldırırım diye düşündüğüm türlü kaygıların, daha büyüklerini yaşadığımı ve bal gibi de kaldırdığımı görüyorum. İçindeyken, sıcakken acısını anlamadığım yaraları, küllendikten sonra işlemeye başlıyor beynim. Bazen de işleyemiyor, yaşanmamış varsayıyor. Ama yaşandığını hatırladığım anlarda, yaşananlar, beynim hiç işlememişçesine en ham halleriyle aynı hisle kavurup geçiyor bir an kalbimi. Sonra geçiyor yine, unutuyorum.
Anneannem vefat etmeden önce aynı evde yaşıyordum onunla. Annemler alt kattaydı, orada fazladan oda var ve kendime ait odam olsun diye onunla kalıyordum. Sonra üniversiteye gittim. Şu an hatırlamıyorum ben üniversitedeyken mi ölmüştü, yoksa bitirdikten sonra mı? İnsan yaş aldıkça hayatının kronolojisi karışıyor gerçekten, eskiden böyle değildi. Neyse, üniversiteden döndükten sonra aynı evde kalmaya devam ettim. Bu defa tek başıma. Bir gün banyodaki tarağında birkaç tel beyaz saç buldum, anneannemin saçı. Sonra bir de buzluktaki yemekleri vardı, yerim diye sakladığı ama yiyemediği. O zaman düşünmüştüm, bir ölünün saçı, ölmeden önceki saçından farklı mıydı? Peki ya yaptığı yemekler, öldükten sonra tatlarında bir fark olur muydu, yiyenler için onun yaptığı yemekleri bir daha yiyemeyecek olmanın acısının eklenmesinden başka?
Hayatlar da yaşanıp bitiyor anılar gibi, seneler de. Bu yıl, yeni yıla dair umutlar yok içimde pek. Gelenin, geride bıraktığımızda yaşadıklarımızı unutturacak kadar büyük acılar yaşatmasından korkuyorum bir tek. Sonra da korktuklarımdan daha büyüklerini yaşamaktan korkuyorum. Böyle böyle katlanıyor kaygım. İnsan olmak zor, kaybedilebileceklerin değeri büyüdükçe içinde daha da zor...
Tek bir teselli var, gelen geliyor, geldiği gibi de gidiyor. Hoşgeldin ikibin24, mutluluktan başka kalıcı izler bırakmadan geldiğin gibi geç...
2 notes · View notes
tugceozdemir · 5 months
Text
Tumblr media
Kendimi hiçbir şey yapmayışın ve melankolinin kollarına bırakasım var. Hani şu Big Mouth dizisindeki mor kedinin kollarına bırakan Jessie gibi.
Uff yazamayacak kadar da üşendim zaten...
1 note · View note
tugceozdemir · 5 months
Text
Motivasyon Nedir, Nerelerde Bulunur?
Hayatımı düzene sokacağım diye gaza geldim ve bununla ilgili bir yazı döşeneyim dedim. Bu gazla yatak çarşafını tertemiz bir sayfa hissi yaratsın diye değiştirmek istedim, sonuçta üzerinde oturup bu yazıyı yazacaktım. Ancak temiz çarşaf bulamadığım gibi, çarşaf sandıklarımın hepsi içlerinde takım çarşafları bulunmayan yorgan kılıfı çıkmamış olsaydı, dolayısıyla düzenliliğin anlık gelen bir dürtüyle değil de hayata yayılmış olması gerektiğini yüzüme çarpmasaydı kılçıksız bir motivasyon yazısı olacaktı.
Tüm bu talihsizlikler üzerine kirli çarşafta mı otursaydım peki ya da bu yazıyı yazmasa mıydım? Olur mu hiç, motivasyon yazısını yazmak için bu kadar motive olmuşken, elimde olanlardan bir helva yaptım ve bol miktarda bulunan yorgan kılıfını çarşaf yaptım. Yatağa tam sığmadı, kenarları bir miktar havada kaldı ama ne gam. Sonuçta dört kenardan da aşağı sarkan bir miktar bez parçası vardı, temizdi ve benim için kafiydi.
Bunu yazarken de aklımda beliren soruyu huzurlarınızda size de sorayım; nevresim çarşafın da içinde bulunduğu takıma verilen ad mı yoksa benim yorgan kılıfı diye tüm cahilliğimle ortalığı inlettiğim parçanın adı mı?
Tumblr media
Velhasılkelam ufak çaplı dersimizle konuya giriş yapalım, motive olmak için şartların dört dörtlük olmasını beklememeliyiz, o şartları kendimize göre biz organize etmeli ve elimizde var olan imkanları en optimum şekilde değerlendirmeliyiz.
4 paragraf girizgah, hiç fena değil...
Başarılı olmak için sadece potansiyelin yeterli olduğuna inanıyormuşum. Kendimle ilgili farkettiğim ve içine kendi kendimi sıkça düşürdüğüm tuzak bu düşünce. Sanki başarılar, hakedenlere plansız ve emeksiz bir şekilde kendiliğinden gelmeli. Ya da benim aklımda belirlediğim başarılı olmak kriterlerini tamamladıktan sonra kendiliğinden oluşmalı. Bakın ne kadar çok -meli -malı diyorum yazının başından beri. Daha biraz daha sıralayayım da içiniz iyice şişsin, mesela bence kitabına uygun davranmayan, karaktersiz, yeterince kalifiye olmayan, yeterince akıllı olmayan, yeterince dakik olmayan, yeterince planlı olmayan, yeterince söylenen kuralları yerine getirmeyen hiç kimse başarılı olmamalı. Dolayısıyla bunun tam zıttı özellikleri içeren herkes de başarılı olmalı. Eğer başarılı olmak= iyi ve çalışkan olmakla olsaydı, yıllar boyu sınıftaki tüm çiçek kız ve erkekler dünyanın en başarılı insanları olurdu, öyle değil mi?
İşte düştüğüm tuzaklardan ilki ve en önemlisi; ben bir çiçek çocuğum, her şeyi kuralına ve kitabına uygun yapmaya çalışıyorum. Dolayısıyla başarı bana kendiliğinden gelmeli, çünkü hayat bunu bana borçlu. Yok yaaa, ne güzel bir kafa. Ne zaman tam ortalamada, süprizi olmayan, kurala uyan uslu bir insan kişisinin, bir fark yaratabildiğini gördün? Başarı bir fark yaratabilmek değil midir? Fark yaratabilmek de herkesten farklı düşünmek, farklı şeyler yaratmaktan geçmiyor mu?
Peki kendini ben başarısızım, yetersizim, ne yaparsam yapayım onlar gibi olmuyor, kesin benim bilmediğim bir formül uyguluyorlar, fiyatları çok ucuz bilmem ne diye diye ağlaşıp zırlaşacağına, çalış bacım. Araştır, geliştir, didin, pratik yap, kendini ve hayatını düzene sok. Eğer çok önemliyse, çarşafları takım nevresimlerinin içinde düzenli bir şekilde sakla.
Tumblr media
Şuraya da çevirisini ekleyeyim amme hizmetini tam yapalım;
Pişmanlık zordur,
Disiplin zordur,
Kendi zorunu seç.
Herkesi memnun etmek zordur,
Canının istediğini yapmak zordur,
Kendi zorunu seç.
Kararsızlık zordur,
Kendine güvenmek zordur,
Kendi zorunu seç.
Izdırap çekmek zordur,
Yardım istemek zordur,
Kendi zorunu seç.
Hastalıkla başetmek zordur,
Sağlıklı bir yaşam inşa etmek zordur,
Kendi zorunu seç...
2 notes · View notes
tugceozdemir · 5 months
Text
Tumblr media
Hollanda ile ilgili bir yazı yazacaktım, yazdım hatta ama toparlayamadım kafamı, taslağa kaydettim. Taslakları kurcalarken de bundan bir önce paylaştığım yazıyı buldum. Zamanı şimdi gelmiş demek ki onun, ben o ruh halinde olmasam da. Neyse Amsterdam'ı da zamanı gelince paylaşırım. Bu hatırlatma notu olarak dursun burada.
1 note · View note
tugceozdemir · 5 months
Text
youtube
Hayal Kırıklığının Hayatta Tuttuğu...
Melikşah'ın yukarıdaki videosunu izleyince daha doğrusu dinleyince (kendisine de Melikşah diyeceğim çünkü ruh ikizim gibi bir birey) içimdeki bazı tıpalar açıldı... Periyodik olarak olur bu bana...
Hayal kırıklığından bahsetmiş ama daha çok neden bu kadar kendimi ona benzettiğimi çözdüm galiba. O kadar canlı ve ilham dolu olmasına rağmen aslında içinde bir şeyler ölü onun da. Ölü derken bir bataklık var onda da. O bataklığın bir habitatı var kendince ve ne kadar derinse kökleri o kadar yeşil toprağın üstünde.
Bataklık mı ağaç mı karar ver be ablacım... İkisi de ama hiçbiri aynı zamanda.
Kendimi o kadar canlı hissediyorum ki dışımda. İnanılmaz bir potansiyel, inanılmaz bir kudretlilik hali. Ama içimde bir o kadar derin, ne kadar kazsam da asla sonunu getiremeyeceğim bir boşluk. Yaprak, dal, taş toprak dolu ama. Ama boş işte, bomboş. Tuzak gibi çizgi filmlerdeki. Arada kendim düşüyorum o tuzağa, Alice'in kuyusundaki gibi düşe düşe bitiremiyorum. Sonra bir anda bir yaşam mantarı ve en baştan başlamışım koşturmaya. Canlıyım yine, bir sonraki tuzağa yakalanana kadar.
2 notes · View notes
tugceozdemir · 7 months
Text
Canım ne isterse ekleyeceğim...
Halbuki canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Kendimi onunla bununla kıyaslaya kıyaslaya yetersizlik çukurunda boğuluyorum. Yetersizken de haliyle yetemeyeceğim şeyleri yapmaya yeltenmiyorum. Nasıl olsa yetemiyorum, yetemedim, yetemeyeceğim...
Yine haksızlık ediyorum kendime gördüğün gibi. Aslında tüm yetersizliğim kendime... İnsan sosyal bir varlık, başkalarına ihtiyacı var diye diye büyüdük hayat bilgisi dersinde, büyüyünce de sosyolojide. Ama şimdi kendi şefkatini kendine ver, başkasına ihtiyacın yok kendini onayla, sen sana yetersin diyor psikolojide. Çeliştikçe yetemiyorum ve belki de yetinemiyorum kendimle...
İçten motorlu olsan bile yakıt gerekmiyor mu ilerlemek, yol almak için? İşte diyor ; "Yanlış yerlerde arama yakıtı, aradığın yerde bulamıyorsan, doğru yere bakmıyorsun demektir." İyi de göremiyorum ki doktor, kör oldum...
Dün TV'de youtube açıktı, eskilerden bir dizi. O sırada elimdeki telefonda da youtube açıktı (ne yapmaya çalışıyorsam artık olmayan "multitask" yeteneğimle). Başlıklardan biri hemen dikkatimi çekti; " Neden 32 Yaşında 4. Evre Kanser Olana Kadar Bir şey Anlamadım?" Kendimin o kadar farkındayım ve öylesine ileri görüşlüyüm ki, acaba bende de varsa ne gibi belirtiler gösterirmişim diye Tv'yi durdurdum, telefondan devam ettim. Çünkü bu kaygılı, "overdose" düşünceli kafayla üstüne sağlıksız beslenme ve yaşamla sonum belli kendimce. Bir yandan da kelimeler büyü, bunları yazarak somut hale getirmekten korkuyorum, bir yandan da hayal ediyorum; ileride arkamdan burayı okuyanlar diyecek ki "bak içine doğmuş meftanın, yazık!". Yani şu an öğrendiğimiz enerji ve bilimum parapsikoloji derslerini anlamış ama yanlış anlamış olacağım ki, istediğimi değil korkularımı hayal ediyor ve gözümde canlandırıyor, yüksek sesle tekrar etmesem de yazarak bırakıyorum uzay boşluğuna. Niyet ettim, Allahım sen koru, amin... Neyse ki kız çok iyi besleniyormuş ona rağmen hastalanmış oradan yırttım ama bir yandan kafaya çok takıyormuş her şeyi ki işte buradan gol yiyebilirim.
Sonra dedim ki kendi kendime, "Takma be kızımmm, 3 günlük ölümlü dünya. İstediklerini gerçekleştirsen ne, gerçekleştiremesen ne? Başarılı olsan ne, olmasan ne?" Hiçlik dünyasının yumuş kollarına saldım kendimi. Saldım ama rahat edemedim, yumuş kolların arasında gizli bıçaklar var gibi. "Gelişmemiş toplumlar, kendilerini öte dünyaya öylesine kaptırmışlardır ki bu dünya için çalışmayı ve bu dünyayı önemsemeyi adeta ayıp sayarlar." diye bir ses mırıldanıyor içimde. "Çalışmak ve azmetmek insanın kendini gerçekleştirmesi ve sonunda da kişisel tatmin ve mutluluğa erişmesi için önemlidir." diyor. Gördüğünüz gibi içimdeki ses arada benimle felsefi konuşmalar yapıyor. Bir yanım gelişmemişliğin dibi, bir yanım ise muhasır medeniyetler seviyesi. Çeliştikçe yetemiyorum ve belki de yetinemiyorum kendimle...
1 note · View note
tugceozdemir · 9 months
Note
Yazdiklarini okumak buruk bir mutluluk verdi teşekkür ederim kaleminden dökülenler icin ve bana ne tavisye verebilirsin dinlemek isterim
Ben 33 yaşındayım 16 yaşında Gaziantep'den evden ayrılıp kendi ayakları üzerinde durmak zorunda kalan bir adamım hayati cok erken gördüm çök şey yaşadım çok güldüm cok ağladım herşeyi fazla fazla yaşadım derken tiksindim yaşadıklarımdan sıkıldım hatta sıkılmaktan bile sıkılalı çok oldu en son 4 sene once çektim el frenini uzaklaştım insanlardan kendime bir gaye belirledim kız kardeşimi üniversitede okutacam diplomasını alsin ilerde kimseye (kocası) karşı muhtaç hissetmesin diye okulunu bitirdi diplomasını aldı ve evlendi ve benim bir hayat gayem kalmadi 4 yıldır isten çıkınca istediğim tek şey eve girip yatağıma girmek konfor alanıma kavuşmak artik bu girdapdan çıkmak istiyorum ama harekete gecicek mecalim kalmamış tatile geldim ailemin yanina burda bile dışarı cikip birşeyler yapasım yok istiyorum bende sevmek sevilmek yorgunluktan ölüyorum gibi geliyor inan başkalarının derdine çare olmak yüzündeki tebessüm oluşmasına sebep olmak kadar beni harekete geçiren baska birsey yok başkaları için herşeyi yapabilirim ama kendim icin hic birsey yapamıyorum
Söylesene bana şimdi ben nasil mücadele edebilirim kendimle
Şimdiden teşekkürler
Yani öncelikle okudukların üzerinden beni bilirkişi yerine koyup görüşümü istemen beni onore etti ama ciddi bir sorumluluk yükleyip korkuttu da. Çünkü terapiler bile yanlış "uzman"ların elinde kontrolden çıkabilir. Benim uzman olmayan halimle, üstelik detaylarını hiç bilmediğim bir hayatla ilgili yorum yapmam sağlıklı olmaz.
Amma velakin, yazdıklarının bana düşündürdükleriyle ilgili yorum yapabilirim ama dediğim gibi asla yatırım tavsiyesi değil hiçbiri...
Başkalarının mutlu olması için bir şeyler yaptığını söylemişsin. Ama bu da aslında insanın yine tam olarak kendisi için yaptığı bir şey bana sorarsan. Çünkü seni harekete geçiriyor, sana iyi geliyor günün sonunda. Dolayısıyla kendim için hiç bir şey yapamıyorum teorin de çökmüş oluyor.
Şimdi madem kendin için bir şeyler yapamama sorununu çözdük, o zaman bir şey daha yapıp, içine sinen enerjinin tuttuğunu düşündüğün bir uzmandan yardım almanı şiddetle öneririm. Ama ilk birkaç sefer yolunda gitmezse başkalarını denemekten korkma. Senin için uygun kişiyi bulmak çok önemli. Çünkü bana gerçekten aradığım cevapların başkalarında değil, içeride bir yerlerde olduğunu gösteren şey terapiler oldu. Eminim bu senin için de uzun, zor ama sonu feraha çıkan bir yolculuk olacak. Bunu yürekten dilerim.
Sevgiler.
3 notes · View notes
tugceozdemir · 11 months
Text
Tumblr media
Güzelliği Üzüyor Beni Bazen
Baktıkça ona içimdeki sular yükseliyor. Yüreğimin dalgaları kabarıyor katman katman. Ya bir gün bırakıp giderse beni? Belki ben bırakır giderim onu, kim biliyor? Bu fikir rahatlatıyor beni, sevdiklerimin benden önce gitme ihtimalindense, ben gideyim önce diyorum. Arkamda bıraktıklarımın üzüntüsünü yine ben yaşıyorum, olan bitenden habersizken onlar.
Bugün kötü bir gündü benim için. Çok korktuğum şeylerden biri başıma geldi. Bir müşterim için çektiğim fotoğrafları bulamadım. Muhtemelen yanlışlıkla kartı biçimlendirdim, sonra nasıl olsa içlerinden birindedir diye yaklaşık 10 adet sd kartı birbirine karıştırdım. Silinmiş olsalar bile, fotoğrafların hangisine çekildiği de netliğini kaybetti böylece. Program indirdim, silinmiş verileri getirmek için. Saatlerce uğraştım, didindim, kalbimin bağırışlarından aklımın sesini yitirdim. Hangi noktada çabalamayı bırakmam gerektiğine karar veremedim. Sanki neresinde bırakırsam bırakayım, davama ihanet etmiş ve elimden geleni yapmamış olacaktım. Kalbim bağırmaya devam etti hep, bırak haber ver, bulamayacaksın, kim bilir nerede nasıl sildin, bereciksiz, ve daha aklıma gelmeyen bir sürü küfür kıyamet.
Baktım böyle olmayacak, bir noktada kendimi sakinleştirmeye karar verdim. Dünyanın sonu değildi, geri dönülemez bir anın çekimi değildi, stüdyoda mezuniyet çekimi yapmıştık. Gidenin telafisi yoksa bile bundan sonra yapacaklarımızı düşünmeliydik falan filan. Olayı rasyonelize edip kendi kendimi yağlayıp balladıktan sonra müşteriyi aradım. Seçim önerilerimi sundum, birini seçti ve konu kapandı.
Kapanmadı tabii ki. Kalbim hala bas bas bağırıyor, ya da aklımın sesi mi bu, o kadar karıştılar ki artık birbirlerine- beceriksiz, çok böbürlendin işimi şöyle önemsiyorum, böyle seviyorum bilmem ne al sana ne farkın kaldı şimdi diye. Şişiriyor beni. İnsansın diyorum olabilir. Olmamalıydı diyor, sen yapmamalıydın. Yetersizlik sisi yavaş yavaş çullanıyor üstüme. Yüzlerce kez çekim yapıp, hiçbirinde böyle bir sorun yaşamayıp, bir kere yalnız bir kere böyle bir şey yaşamış olmak, bütün kalemi yıkıp geçiyor. Diğer bütün iyi şeyleri söküp götürüyor, haketmediğim, aslında bir işe sahip çıkamayacak kadar kafası dağınık biri olduğumu yüzüme yüzüme çarpıyor.
Sonra işte tüm gün bu duygularla dolup taşarken, Lego’yla göz göze geliyorum. Güzelliği gözlerimi yaşartıyor. Acaba diyorum anlıyor mu hissettiklerimi. Kalkıp gidiyor…
Not: Buraya iç sesimin neler dediğini afişe etmek için yazdım bunları. İçeriden kemirmek kolay, böyle ortaya dökülünce, utanıp böyle konuşmaktan vazgeçer benimle belki diye. İnsan kendine çok acımasız, çok filtresiz. Bu seslerin kimin sesleri olduğu, nereden miras kaldığı çok belli de, yine burayı terapi seansına çevirmeyeyim. Kendi kendimle düzgün konuşmayı, şefkat göstermeyi, içeriden kalbime sımsıkı sarılmayı öğrenene kadar yazmaya devam edeceğim buralara. Umarım bir daha böyle bir tatsızlık başıma gelmez. Gelmemesi için elimden geleni yapacağım…
4 notes · View notes
tugceozdemir · 1 year
Text
Öf sıkılıyorum be.
Arkadaşlarıma tam da böyle mesaj atasım var. Sanki çözümün onlarda olmadığını bilmezmişim gibi. Ee çözüm bende de değil, ne olacak şimdi?
6 notes · View notes
tugceozdemir · 1 year
Text
Tumblr media
ANOTHER LOVE...
Başlığı Tom Odell'in şarkısından aldım. Kendimi kötü hissettiğim ama sebebini bilmediğim akşamlardan birinde, en azından iyice dibe çökeyim diye playlist ararken, takılıp kaldım. Çok da aradığım türden bir "dibe vurma" şarkısı değildi ama sanırım sözleri bilinçaltımdaki sebebini bilmediğim sıkıntıya dokundu anlamadan. Bunu, aklım suyunu bulandıran mürekkebini, kağıda aktardıktan sonra farkettim.
Şöyle yazmışım;
" Ve gündüzle gece eşitlendi yine. Bir benim ruhum eşitlenemiyor gibi geliyor, sanki bir türlü nötrlenemiyor.
Kendimi yeterli hissetmek için, sürekli kafamda varsayımsal rütbeler verdiğim insanların bana hayran olması ya da en azından ciddi bir saygı duyması gerek şart. Bu saygıyı ve hayranlığı alamadığım sürece de asla tamam olamayacağım, hatta böyle bir potansiyeli bu dünya ziyan etmiş olacak. Bana da çok büyük haksızlık olacak tabii.
Halbuki bu payeler, yine tarafımdan verildiğine göre hazretlere, demek ki asıl yetkili onay merci yine ben olmuyor muyum bu durumda? Bilinçaltımdan, hayranlık duyduğum özellikleri sebebiyle seçtiğim bu insanların ortak noktaları, benim saygı duyduğum özellikleri. Dolayısıyla pek de bir çeşitlilik içermeyen örneklem grubunun beni onaylamaması bir şey ifade eder mi?
Eder. Yeterliliğim ya da yetersizliğim, saygıya değer olup olmadığımla ilgili değil ama. Benim ihtiyaç içinde olduğum, ama tam da bu ihtiyaçtan dolayı, o seçtiğim insanlara en zayıf haliyle yansıttığım ve yine bu en zayıf hali sebebiyle de talep ettiği şeyi asla o kişilerden alamayacak olan yüzümü temsil eder. Bu da sayın tatlı okuyucularım, evet bildiniz, farkındalıkla karşılanmadığı sürece koskoca bir kısır döngüye sokar beni.
Tumblr media
Gölgeyle Buluşma kitabını okumaya başladığımdan beri, kendi gölgemin peşine düştüm. Anlaması çok kolay bir kavram değil. Ben de tam anlayabildiğimi söyleyemem. Ailemizin ve toplumun bizden beklediği ve onayladığı davranışlarımızla egomuzu oluştururken, onaylanmayacağını düşündüğümüz taraflarımızı bastırdığımızda oluşan ve büyüyen bir kavram. Yani aslında olmak istediğimiz ve aslında olduğumuz kişi arasında fark gölge. Hiç sevmediğimiz, ya da hayran olduğumuz insanlara yansıttığımız, kendimizin çoğu zaman farkında olmadığı ama başkalarınca alenen görünen yanımız.
Yukarıda bahsettiğim örnekte, benim kendimi saygı duyulmayı sonuna kadar hakeden üstün bir kişilik olarak gördüğümü ve bunun başkaları tarafından da farkedilip onaylanması gerektiğini düşündüğümü yazdım. Bu olmayınca kendimi yetersiz ve eksik hissediyormuşum.
Peki biz insanlar kime saygı duyarız? En azından ben, kendinden şüphesi olmayan, şüphesi varsa bile bunu yansıtmaktan çekinmeyen ve belki buna çok da takılmayan, rahat birine hayran olurum. Peki yukarıdaki satırları yazanla, saygı duyduğum karakter arasındaki taban tabana zıt özellikleri farkettiniz mi siz de?
Egom bir illüzyon. Üstüme giydiğim bir karakter. Ve çıplak dolaşamayacağım gibi, beni korumak için gerekli de. Bu hikayede saygıyı sonuna kadar hakeden yüce kişilik. Peki ya gölgem? O da bana saygı duymanız gerekiyor diye zırıl zırıl ağlayan savunmasız minik çocuk.
Çok bastırılan ve üstü kapatılmaya çalışılan her şey gibi, kontrol edilemez noktaya gelmeden önce ufak ufak gölgeyle tanışması ve uzlaşması gerekiyor insanın. Ama bir anda değil. Tıpkı Dr. Jekyll ve Bay Hyde hikayesindeki gibi. En bilinen gölge-ego örneği de bu galiba zaten. İçimizde, varlığından çoğu zaman haberdar bile olmadığımız canavar ama bir bakıma da çok büyük bir potansiyel. İşte amaç tam olarak canavarla tanışıp barışmak ve potansiyeli özgür bırakmak.
Bu arada bu o kadar sık oluyor ki; rastgele çalan playlistlerde, konuyu bağlayan, üzerine buraya hangi şarkı gelmeli diye düşünsem denk getiremeyeceğim kadar uygun şarkılar çıkıyor karşıma, hem de tam zamanında. Evrenin şakalı hareketleri herhalde.
5 notes · View notes
tugceozdemir · 1 year
Text
BAŞLIK KOYMAK GELMEDİ İÇİMDEN
Ön Not: İntihara meyilli değilim, öyle bir niyetim de yok. Pandemi, yangın, ekonomi, siyaset, deprem… canım ülkem
Hiçbir anlamı olmayan boş bir hayat için çok fazla acı….
Bir video vardı, elinde şarap bardağıyla artık neden yaşaması gerekmediğini anlatan ve veda eden bir adamın. “Yeteri kadar yaşadım, gördüm, gezdim, eğlendim” diyordu özetle. “Daha fazla yaşanacak bir şey kalmadı. Varsa da ben merak etmiyorum artık. “Bu minvaldeydi sözleri tam aynısı olmasa da..
O zaman anlayamamıştım, rol yapıyor demiştim. Şimdi anlıyorum… İnsan olmanın gerekliliği mi laneti mi her neyse, her köşe başında başka bir zebani. Değil sonsuz ömür, ortalama 70 yıl bile çok fazla. Ölmek değil de, nasıl ve nerede olacağını bilememek korkutuyor. Sen ver diyorum kararını teoride, kaldır belirsizliği ortadan. Yapmayacağımı ama mantıklı olduğunu bile bile, hayatta çok mantık varmış gibi sanki.
Yoruldum. Çocuk heveslerimin hiç biri kalmadı geriye… Artık ne yeterince genç ne de yeterince yaşlıyım. Çıktığıma pişman olduğum çook uzun ve zorlu bir yolu, gitmekten vazgeçmek için çok ilerde, tamamlamak içinse çok gerideyim. Devam etmek için mücadele etmek ya da kendimi akıntıya sırtüstü öylece bırakmaktan başka çarem yok. Öyle ya da böyle tamamlayacağım.
8 notes · View notes
tugceozdemir · 1 year
Text
Gecenin Şarkısı Geldi..
Ruh halime ve bu hal gereği yazacaklarıma uygun bir şarkı ararken çat diye çıktı karşıma. Tesadüf diyemeyeceğimiz kadar tesadüfi bir şekilde...
Şarkının sözlerini dinlerken düşünüyorum da bir yandan antidepresan kafası nasıl bir şey acaba. Böyle fazla duyar duyar ilerlerken içten içe sanki kanserli hücreler besliyorum gibi geliyor her an patlamaya hazır bomba gibi. Tövbe estağfurullah, sözcükler büyü ya hani, böyle burada aksın gitsin zehri.
Bir de şu kafiyeli konuşma hali... Hani makyaj yapmamış gibi makyaj yapma trendi var ya. Özensiz bir şıklık sanki hiç özenmemişçesine. Ama ölesiye özenmiş, bin tane şey sürmüş suratına. Kimi kandırıyorsun bacım? Ben hayatı öyle yaşayamıyorum işte. Kasıp güzel cümle yazmaya çalışıyormuşçasına kafiyeli olunca cümlelerin sonu, kendime ihanet ediyormuşum gibi geliyor. Özenemiyorum bir şeylere ben, özendiklerimi olduramıyorum. İki elimle düzeltmeye çalıştığım şeyler yerine, düz dursun diye ayağımın ucuyla ittirdiklerim tutuyor hep nedense. Bakmadığım yerlerde yeşeriyor çiçekler, gözüm gibi baktıklarım ise çoktan gübreler.
Neler diyorsunuz Tuğçe hanım, iyi misiniz? Değilim galiba ama en iyi olduğum dönemlerden önce bir böyle olurum gibi. İçimden çıkmaya çalışan bir enerji bir ilham. Tek sorun hepsinin aynı anda çıkmaya çalışması. Bağırsaklarda olması gerekenden daha fazla beklemiş büyük bir bok kütlesi gibi. Mesela "böyle bir cümle yakıştı mı hiç efendim sizin duruşunuza?" diye içimden bir ses yükseldi. Başka bir ses, en az onun kadar bilmiş ,diyor ki "kendimizi bu kadar ciddiye almıyoruz yalnız", bir kaşı havada. "Sen kimsin mübarek ayar vermeye kalkıyorsun?" diyor, ilkinin erkek arkadaşı herhalde. "Sen sus lan gevelek" ,diyor diğeri, "onun ağzı yok mu?" ,"Evet Muhittin" diyor ilki, "ben kendimi savunamıyor muyum?"
Ben de izliyorum bunları dışardan. Mutlaka ama mutlaka birinin içinden gelene, diğerinin bir antitezi var . Stabil değilim, isteğim kendimden, böyle kaya gibi dümdüz her zaman ne istediğini bilen ve tepkiler vermek tam amacına hizmet eden. Yine kafiyelendik bak durup dururken.
İnsan değil misiniz siz hanımefendi, nasıl olacak o her an kaya gibi, her istediği tepkiyi anında olduğu gibi ve en doğru şekilde verebilmek? Benim bildiğim insanlık tam da bunun tersi gibi bir şey değil miydi?
Evet insan olmak belirsizlikler içerisinde, belirsizliklere rağmen dümdüz durabilmeye çalışmak. Galiba huzurlu olmak da, dümdüz durmaya çalışmadan bazen düşebilmek, kalkmaya çalışmadan yerde yatabilmek. Esnemek bazen, düşmeden eğildiği yerden kalkabilmek. Bazense gerçekten dik durabilmek. Hepsini kabul etmek, hepsine olur demek. Tüm duygulara, içindeki tüm seslere kulak vermek. Hepsinin saçını okşamak, omzunu ovalamak. Evet seni de dinliyorum, seni gerçekten çok iyi anlıyorum. Seni pek anlayamadım ama gel anlat biraz daha diyebilmek. Bazen diyememek, anlayamamak. Akışta güzel güzel salınmak. İnsanları boşvermek, hepsinin fabrika ayarını mükemmel kabul edip sonradan puan düşürmek yerine hepsini önce vasat kabul edip sonra gerekirse ve hakederlerse puan yükseltmek...
Bak kanserli hücreler gitti gibi oldu bir anda. Bir ferahlık geldi gibi bana. Oh be, az biraz dinleneyim yattığım yerde :)
2 notes · View notes
tugceozdemir · 2 years
Note
Hersey iyide ya 5 günün kaldığını bilseydin
Değişen herhangi bir şey olmazdı herhalde 🤷‍♀️
3 notes · View notes