Tumgik
#Retorik Yayınları
dipnotski · 1 year
Text
James Harvey Robinson, Charles Austin Beard ve Donnal Vore Smith – Yakın Çağdan Günümüze Uygarlığın Öyküsü (2022)
‘Uygarlığın Öyküsü’ dizisinin son cildi ağırlıklı olarak 20. yüzyıla damgasını vuran dünya savaşlarını ele alıyor. Demokratik güçler ve diktatörler arasında yaşanan büyük çaplı çatışmalar, küresel ölçekte büyük yıkımları beraberinde getirecektir. İki dünya savaşı arasındaki büyük ekonomik kriz ve II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından başlayan Soğuk Savaş bu yüzyılda meydana gelen diğer olayların…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Çökertme
Tumblr media
“Yine de asıl güçlük başka bir yerden, çelişkili haleti ruhiyemden kaynaklanıyordu. Bir yandan sahici bir öfkenin yönlendirmesi altındaydım. Dünya bir "etik" çılgınlığına boğazına kadar batmış haldeydi. Herkes siyaseti fikirsiz bir ilmihalin ikiyüzlülüğüyle karıştırmakla meşguldü. Ahlaki terörizm kılığına bürünmüş entelektüel karşı-devrim, Batı kapitalizminin rezaletlerini yeni evrensel model diye dayatıyordu. Sözde "insan hakları", yeni özgür düşünce biçimleri yaratmaya yönelik girişimleri her alanda yok etmeye hizmet ediyordu.” Alain Badiou – Etik – Metis Yayınları 2004:2019
Genellenen bir tahayyül birlikteliğinde, şahlanış nam dönem sıradanın çöküşünü ihtiva ediyor. Tüm, bütünde yargı ve tahlillerle bütünleşik ön alma çabasında bir menzil cerahat halinin esiri kılına geliyor behemehal. Bir tahakküm veçhesi üstünden paldır küldür sallan yuvarlan ilerleyen bir menzilde çöküş / çökertme bir retorik değil doğrudan, zırtapozun ta kendisi kenan paşalarının zamanından bu yana süre giden bir eylemselliğin tezahürüdür iş bu sahnede. Seksen darbesini var eden postallı takımın, siyasal İslâmı bir figüratif olarak halka takdim ettiği yerde, bunlarla geniş kesimler oyalanırken yıkım kalıcı kılınır. Din ile gündelik bir yaşam bina ediliyormuş, muhafazakarlık sağlama alınıyormuş gibi yapılıp durulurken laik, demokratik, hukuk devleti titri çoktan çöpe basılır. Kırk üç yıllık çıka gelen sureti temsille varılan ülke o tahayyül toplamı, Kenan zırtapozunun varmak istediği yer bugünün hakikatidir. Kenan Evren efendi mezarındayken fikri tahayyülü ve ülke diye varmak istediği yer / menzil tam da noktası virgülüne dokunulmadan buradadır. Dini bir afyon kılıp, cerahatli cehaleti olur addedip, hurafeleri kanun, müesses nizam için her bir korkuyu sopa kılan bir cerahat eylemselliğinin sunduğu madun ülke pratiği bugünlerin tek gerçekliğidir. Duraksamadan atılan her adımla birlikte mahvetme retoriği üstünde yürüye duran menzil hakikat kılınır.
Alain Badiou’nun Etik’te ele aldığı mesel ile örtüşen bir ülke gerçekliğidir mesele. Olmuş olan ile hazirunun suna geldiği şeyin, onlara arka çıkanların var ettiği ülke pratiğinin açık, yekten var ettiği her şey insan hakları denilirken “haklarından” edilen, “demokrasi” denile gelirken otokrasiye koşa duran, ahlaktan ve erdemden bahis açılırken, yolsuzluk ve riyaya bulanmış bir ahlaksızlıklar silsilesinden ülkenin var edilmesi gerçektir. Kırk üç küsur yıl öncesinde kurumsallaştırılması için temelleri atılmış olagelen akımın / aklın var ettiği şey isimler değişse de kelimesi kelimesine bir örnek, yıkım / tehdit / terörden yolunu bulmaya devam diyen, halkını düşman bilip, ayrıştırdığı kadarına nefretini her gün yeniden var eden bütünleyen bir toplamdır. Baş Efendinin yirmi bir yıllık iktidarı döneminde sunduğu değişim nam evrelerin hepsinden sonra çıkagelen ülke profili yönetim katından kendisine ait tabanın var ettiği her şeyle bu habis döngü var edilir. Durmak yok yola devamın suna geldiği her eylem aşağı yukarı o tahakküme esareti imgeler. Bütün bütün teslimiyetçiliğin üstüne eklenmiş olan her taviz verdirme çabasıyla yaşamın normatif hallerine saldırganlık da kesintisiz kılınır. Yeni yüzyıl denilirken varılan odağın korkunçluğu başlı başına bütün o meramın da özetidir. Halimiz perişanlık!
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Sûr ilçesinde bulunan Anzele Parkı’nda acele kamulaştırma kararıyla evleri yıkılmak istenen yurttaşlar, “Buradan çıkmayacağız. Gelip evimizi üstümüze yıksınlar” dedi.
Kayyım yönetimindeki Amed Büyükşehir Belediyesi, “Anzele Parkı Genişletme Projesi” kapsamında Sûr ilçesine bağlı Melikahmet Mahallesi’ndeki Balıklı sokakta bulunan 90 yapıyı “acele kamulaştırma” kararıyla yıkacak. Ev fiyatlarının 1 milyondan başladığı kentte, yıkım kararı verilen Balıklı sokaktaki evler için sadece 180 bin lira değer biçildi. Yıkım kararı verilen iş yerleri için de yaklaşık 250 bin lira fiyat belirlendi. Mahkeme yapıların değerini belirlerken, yapıların yaşını, fiziki durumunu ve caddeye olan yakınlığını da göz önünde bulundurdu. Belirlenen değer, yüzde 40’lık yıpranma payı ve arsa payının etkileriyle cüzi miktarlara geriledi.
Yıkım kararı verilen Balıklı sokakta bulunan evler için mahkeme tarafından belirlenen kamulaştırma fiyatını yetersiz bulan mahalle sakinleri, karara tepki göstererek, yıkılacak evlerinin karşılığında yeni ev verilmemesini istedi.
‘Kira Verecek Gücümüz Yok’
40 yıldır aynı sokakta yaşadıklarını aktaran Fatma Karaot, yıkım tartışmaları başladığı günden itibaren karara karşı olduklarını vurguladı. Maddi olanaklarının yetersiz olduğunu ve kendisinin de kanser hastası olduğunu belirten Karaot, “Biz evlerimizin yıkılmasını kabul etmiyoruz. Kira verecek gücümüz yok. Çok mağduriyet yaşayacağız” dedi.
Emekli olduğunu belirten Karaot, iki kızı ve bir oğlunun olduğunu, oğlunun tutuklu olmasından ötürü eşi ve 3 çocuğuna da kendisinin baktığını ifade etti. Karaot, “Oğlum hapishanede. Üç çocuğuna ve eşine ben bakıyorum. Ben bunları alıp nereye gideyim? Benim maaşım zaten 4 bin liradır. Ben o maaşımı kiraya verirsem, ne yiyeceğim, ne içeceğim? Ben bu çocuklara nasıl bakacağım? Ben hapishaneye nasıl para göndereceğim?” diye sordu.
‘Başka Bir Yere Gitsem Ölürüm’
Verilen karardan dönülmesini isteyen Karaot, “Ben buna kesinlikle karşıyım. İzin vermiyorum. Bizi evimizden, barkımızdan, mahallemizden, çoluk çocuğumuzdan etmesinler. Ben zaten hasta bir insanım. Başka bir yere gitsem dayanamam, ölürüm. Ben buraya alışmışım” ifadelerini kullandı.
‘Verilen Para Bir Yıllık Kira’
Kendisinin de babası gibi bu sokakta doğup büyüdüğünü dile getiren Aygül Yıldırım, mahalleden çıkmak istemediklerini söyledi. Yıldırım, “Bize verecekleri para ile başka yerin kirasını karşılayamayız. Ev almak hayaldir. Bir ev 1 milyon TL’den fazladır. Bu yalnızca maddi değil, psikolojik baskıdır. Psikolojik olarak da çöküyoruz. Çünkü bizim babamız burada doğmuş büyümüş. Yedi kuşak buralıyız. O yüzden bizi mahallemizden etmesinler. Burası bizim yurdumuzdur, dede toprağıdır. Maddiyat zaten sıfır. Bizi buraya gömsünler daha iyi. Park turizme açılacak diye bu kadar vatandaşı aç ve mağdur etmenin ne anlamı var? Bu evleri yıkacaklarsa, bizi de öldürüp gömsünler. Verecekleri para bir yıllık kirayı bile karşılamıyor” şeklinde konuştu.
‘Evimizin Karşılığında Ev İstiyoruz’
Belediyenin cüzi bir miktarla evlerini ellerinden almak istediğini ifade eden Aziz Ecer, “Biz evimizin karşılığında ev istiyoruz. Bu zamanda ev sahibi olmanın ne kadar zor olduğunu hepimiz biliyoruz. Verdikleri ücretler çok saçma ücretler. İlk başta 80 bin lira gibi bir miktar biçtiler. Sonra kendi aldıkları karar ile 126 bine çıkardıklarını söylediler. 126 bine bırakın evi, bu zamanda bir kümes bile gelmediğini herkes biliyor. Bu yapılan bir zulümdür, haksızlıktır” diye konuştu.
180 Bin Lira İle Ne Alınır?
50 yıldır Balıklı sokakta yaşadıklarını söyleyen Mahsum Kutay da, haklarında dava açıldığını ifade etti. Kutay, “Mahkemeye vermişler bizi. Yaklaşık 180 bin lira bir ödeme çıkardılar bize. 180 bin lira ile kim ne alacak? Burada en kötü ev 400 bin liradır. Zaten Sur’un dışına çıktığın zaman en kötü ev 1 milyondan başlıyor. Bu yapılan zulümdür. Burası fakir fukara yeridir. Yetkililerden adaletli davranmalarını talep ediyoruz” çağrısında bulundu.
Köyü Yakıldı, Şimdi Evi Yıkılıyor
1990’lı yıllarda devletin köylerini yakması üzerine göç ederek Balıklı sokakta yaşamaya başladıklarını dile getiren İsa Kılıç, “30 yıldır buradayız. Devlet bize köydeki evimize karşılık para verdi. Biz de gelip buradan ev aldık. Şimdi devlet gelmiş ‘evinizi yıkacağız’ diyor. 250 bin liraya bir şey gelmiyor. Biz mağduruz. Bize karşılığında ev vermelerini istiyoruz” dedi.
‘Gelip Üstümüze Yıksınlar’
Balıklı Sokak’ta 15 yıldır kıraathane işleten esnaf Cebrail Tugay, yıkım için sunulan ücretin kimseyi tatmin etmediğini söyledi. Bu kararla mağdur edildiklerini ve kararın değiştirilmesini isteyen Tugay, “Biz bu karara karşıyız. Kararlarını değiştirmedikleri takdirde biz buradan çıkmayacağız. Gelip binayı üstümüze yıksınlar” diyerek tepki gösterdi.
‘Verdikleri Ancak Kümese Yeter’
Mahalle sakinlerinden Nurettin Akgün ise, 6 Şubat’ta yaşanan depremin ardından evlerini kaybettiklerini ve bu sokağa taşındıklarını belirterek, şunları söyledi: “Ben afetzedeyim. Diyarbakır’da evlerin kirası da uçmuş durumda. 15-16 bin lira kiradan bahsediliyor. Kiralar 8 bin liradan başlıyor. Geldik burada kiraya yerleştik. Zaten bir mağduriyet yaşadık. Sistemin içinde olan yanlışlıklardan dolayı ikinci bir mağduriyet de yaşıyoruz. Kuşçular damda bir kümes yapsa, verecekleri para ancak ona yeter.”
Sıradan hayatlara çöküşün her nasıl aksettirildiği artık lafta değil her şekilde eylenen her hamleyle çıkagelen bir mefhumdur. Çürümüş bir düzende, sıradan insanın hakkının da hukukunun da nasıl ayaklar altına alınabildiği sadece Amed’den çıkagelen bu serzeniş, imdat çığlıklarından, yarınsız konulmuş hayatların biçarelik sınırlarına terk edilmelerinde görünür kılınandır. Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde hayatın genel geçer değil devamlı bir biçimde sınırlandırılmasının, 2015 abluka güncesinden, yıldırıyı bir kenti talan edip o kentin bellek mekanı Sur’u da hiç etmek adına var gücüyle kullanıma devam olunandır. İnsana dair, hakkın / hukukun tersine bir istikamette çürümeye rehin edilmesinin hazanı her ne yana düşer. Bunca açıktan yok ettirilmiş olanın karşısında, yok olmanın kıyısına tam anlamıyla taşınmış bir kültürel imece, yer, yurt tahayyülüne dair seslenişleri duymak ne zamandır sahiden hangi zaman? Orada, bir kuçeye sıkıştırılmış olagelen umudu böyle bir tahakkümle ezebilmek mümkün müdür, haddizatında, düşünür müydünüz?
Dönüşümünü mutlak teslimiyet üstünden kura gelen bir Türkiye gerçekliği, Alain Badiou tarafından bildirilen o etik / ahlaki olanın uzağına düşen yerin de bir tezahürünü oluşturur bugünün yeni ülkesi. Sözcüklerin dağarcığının kafi gelmediği bir zulüm / nefret / şiddet ve bariz ötekileştirme hamlelerinin beraberliğinde bir yandan demokrasi, eşitlik, adalet hal ve bahisleri zikredilirken diğer yandan kötülüğün eylemselliği güncellenir. Baş efendi eliyle kotarılan yeni nam sahnenin duraksamak nedir bilmeden güncellediği şeyin ta kendisi memleketin yaşatılmaz kılınmasını bütünleştirir. Bunca yıllık siyaset denkleminin ve beraberinde oluşturulan tahakkümün, sınırları keskin bir ayrıştırmanın var ettiği ucube düzenek bir kere daha hayatlara kastetmektedir. Bir yandan can alırken, öte yandan hayatta var olma mücadelesine sekteler vurulur. Bir kere denenip, bir kere sonuç alınmış ola gelen her ne varsa cerahat namına buna sahip çıkılmasına devam olunur. İyi de bunca afaki sessizlik bir onama mıdır, kim fark edecektir Kürd’ün yarasını?
Şahlanış nam dönemin en olmayacak yaraları var edeceğinin muhakkak olduğu bir evreyi geride bırakıyor ülke. Daha henüz kıyımın başında, yarının her nasıl tahakküme esir edilip tek bir günün sıradana bırakılmayacağının muştulandığı bir zemin var ediliyor alıştıra alıştıra. Kürd halkının bir asır öncesindeki ol Ermeni, Süryani, Rum halklarına doğrudan var edilen müdahalelerle bu topraklardan silinmesinde olduğu gibi, Ezidiler ve Alevilere yönelik dini ayrımcılıktaki gibi bir hizada tutma / eleme / ayrıştırma yinelenen bir mefhuma dönüştürülüyor. Kürdün siyaseten, hayattaki varlığıyla, güncellikteki ve tüm toplumsal katmanlardaki duruşuyla ters orantılı bir yok sayma hali, modernlik masalları, birbirini tamamlayan çözüm süreci, ne sorunu Kürd sorunu yoktur bahisleri zikredilirken bir yandan eylenen her hamlede biraz daha görünür bir açmaza evrilir. Toptan kötülüğün göndere çekildiği bir zeminde itirazı kim aklına getirecektir? Her şekilde etken bir sorgu, gerekli olduğu için var edilmesi elzem Kürd halkı yalnız değildir bahsini ne ara var edecektir şu saha. Her şey bu kadar afaki bir biçimde cürümlere çıkartılırken... sorgular mısınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Amed – Sur – Sertaç KAYAR – Twitter
Tumblr media
0 notes
hypraa · 4 years
Text
PLATON OKUMA REHBERİ
Tumblr media
Bu rehberi yazma amacım bütün dünyada en çok okunan yazarlardan biri olan Platon’un kitaplarını okumak isteyenlere yardımcı olmaktır. İnternette Platon hakkında yeterince açıklayıcı bir kaynak bulamadığım için bunu kendim yazma ihtiyacı hissettim, çünkü Platon’un bütün kitaplarını okudum ve deneyimimi başkalarıyla da paylaşmak istedim.
Platon Neden Bu Kadar Önemli?
Platon sadece felsefe tarihi için değil insanlık tarihi açısından da önemli biridir. Bunun nedeni bilinen tarihte entelektüel anlamda önemli olan birçok şeyi ilk kez yapan insan olmasıdır. Bunları özet olarak inceleyelim:
• Felsefeyi ilk defa sistemli ve kurumsal hale getiren kişidir. Yani hem felsefenin alanlarının birbiriyle olan mantıksal ilişkisini hem de felsefenin diğer alanlarla olan bağlantısını göstermiştir.
• Dünyadaki ilk üniversite olarak kabul edilen Akademi’nin kurucusudur. Bu okul antik dönemin bilimsel olarak en ileri kurumlarından birisidir.
• Felsefi yazım onla başlamıştır, çünkü ondan önce felsefi konular sadece şiirsel bir dil ile (fragmanlar şeklinde) yazılıyordu. Kitaplarını hocası Sokrates’ten öğrendiği Sokratik Diyalog Yöntemini kullanarak yazmıştır.
• Tarih boyunca yapılan bütün metafizik felsefelerin dayanağı olan idealizmin (veya idealar kuramının) kurucudur.
• Kitapları felsefenin çoğu alanında bugün halen süregelen tartışmaların referans alındığı ilk kaynaktır. Siyaset felsefesi, bilim felsefesi, sanat felsefesi, dil felsefesi ve eğitim felsefesi alanlarının başlatıcısı niteliğindedir.
• Spiritüalizmi (ruhun var olduğu görüşünü) ilk defa felsefi bir şekilde savunan kişidir.
• Atlantis efsaneleri, platonik aşk gibi tarih boyunca birçok tartışma konusu ve kavramın ortaya çıkmasına neden olmuştur.
• Hiçbir şey yazmadan ölen Sokrates’in görüşlerinin günümüze ulaşabilmesini sağlamıştır.
• Aristoteles onun okulunda öğreci olarak yetişmiş ve büyük ölçüde ondan etkilenmiştir.
Platon Okumaya Nereden Başlamalı?
Felsefeyle alakalı herhangi bir şey okumaya başlamadan önce mutlaka en az bir tane Felsefeye Giriş kitabının okunması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca her filozofu anlamak için de önce onun döneminin genel düşünce yapısından ve onun döneminden önceki filozofların ne türde görüşlere sahip olduğundan haberinizin olması gerekir. Bu nedenle felsefe okumaya başlamadan önce bir de Felsefe Tarihi kitabı okumak gerekir. Ancak bu şekilde sağlıklı bir okuma yapmış olursunuz.
Aynı şekilde Platon okumaya başlamak için de pre-sokratik filozoflar, sofistler ve Sokrates hakkında genel bir bilgiye sahip olmanız gerekir. (Bu konuda Ahmet Arslan’ın İlkçağ Felsefe Tarihi serisinin ilk iki cildi işinizi görür.)
Hangi Sırayla Okumalı?
Eğer Devlet’i tek parça bir diyalog olarak düşürsek ve Platon’a ait olduğuna dair şüphe olan diyalogları da sayarsak, Platon’un toplamda 36 diyalog-kitabı vardır diyebiliriz. Ama hem her biri aşağı yukarı 80 sayfa kadar kısa olduğu için hem de diyalog tarzı düz yazı tarzına göre daha seri ilerlediği için bu kitapları okumak aşırı zaman almaz.
Platon’un bunları tarihsel olarak hangi sırayla yazdığı kesin olarak bilinmese de uzmanlar bu kitapları konuları ve tartışmaların ilerleyişi bakımından 5 farklı döneme ayırmışlardır. Bu dönemlerin neyle alakalı olduğunu herhangi bir yerden araştırabilirsiniz, ama ben bana göre daha iyi olduğunu düşündüğüm bir okuma sırası önereceğim.
Öncelikle bu kitapların hepsini okumak zorunda değilsiniz, ama özellikle Platonculuğu anlamak için okumanız gerektiğini düşündüğüm toplamda şu 12 kitabı söylediğim sırayla okumanız gerektiğini düşünüyorum. (Her kitabın konusunu parantez içerisinde belirttim.)
Gençlik dönemi:
Bu dönem Platon’un kitaplarının çoğunda baş konuşmacı olan Sokrates’in gerçekten de kendi fikirlerini yansıttığı dönemdir. Konu erdemin ve bilgeliğin ne olduğuyla ve sofistlere karşı hitabetin eleştirilmesiyle ilgilidir.
• Pratagoras (erdemin bilgi olduğu üzerine)
• Gorgias (hitabet eleştirisi ve erdemin bilgi olduğu üzerine)
• Sokrates’in Savunması (bilgelik ve erdem üzerine)
Birinci Geçiş Dönemi:
Bu dönem ve sonrasındaki kitaplarda adı geçen Sokrates artık Sokrates’in kendisi değildir, daha çok Platon’un fikirlerini ifade etmek için kurguladığı bir karakterdir, ama yine de kişilik ve üslup olarak gerçek Sokrates gibidir. Bu dönemin konusu erdemin ne olduğu tartışmasından bilginin ne olduğu tartışmasına geçer, ama kesin bir sonuca da varılamaz.
• Kratylos (filoloji ve varlıktaki değişimin bilginin varlığını imkansız kılması problemi üzerine)
• Menon (bilginin kaynağının ancak ruh olabileceği üzerine)
Olgunluk Dönemi:
Bu dönem Platon birinci geçiş dönemindeki tartışmalarının sonucu olarak kendi özgün felsefesini üretir.
• Devlet (adalet, devletin ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı, idealar, doğa bilimlerinin değeri ve ideal eğitim üzerine)
• Phaidon (ruhun varlığı, ölümsüzlüğü ve ilahi düzen üzerine)
İkinci Geçiş Dönemi:
Bu dönem Platon kendi varlık ve bilgi felsefesinin eksiklerine odaklanır ve geliştirmeye çalışır. Yine tam bir sonuca varılamaz.
• Parmenides (idealar kuramının eleştirisi, birlik ideası ve sayı kavramı üzerine)
• Theaetetos (bilginin kaynağı ve yanlış bilginin ne olduğu üzerine)
Yaşlılık Dönemi:
Platon’un felsefesinin son halidir. İkinci geçiş dönemindeki tartışmalar Sofist’de bir sonuca bağlanır. Devlet Adamı’ında Devlet’teki siyaset felsefesini daha gerçekçi bir hale getirir ve tamamlar. Philebos’ta ise etik ve estetik anlayışının son hali ortaya çıkar.
• Sofist (ideaların varlığı, yokluğun ne olduğu, diyalektik, yanlış bilginin tanımı ve dil üzerine)
• Devlet Adamı (ideal yönetimin ne olduğu, farklı yönetim şekilleri ve kanunlar üzerine)
• Philebos (iyi bir yaşamın nasıl olması gerektiği ve hazzın değeri üzerine)
Gördüğünüz gibi Platon hayatı boyunca her zaman kendisini yenilemeye çalışmış bir filozoftur, bu nedenle onun felsefesi hakkında belli bir yargıya varmadan önce onu bütünüyle anladığınızdan emin olmalısınız. Aksi taktirde onun hakkındaki “Platon sosyalisttir, devletçidir, ütopyacıdır, bilim karşıtıdır, hazza karşıdır” gibisinden bazı popüler ama yanlış iddiaları gerçek sanabilirsiniz.
Son olarak buraya kesin olarak okumanız gerektiğini düşünmediğim diğer kitaplarını da yazayım. Muhtemelen bu kitaplardan birkaçının da mutlaka okunması gerektiğini düşünen birileri olacaktır, ama ben olabildiğince kısa bir liste olması için bu saydıklarımın mutlaka okunması gerekmediğine karar verdim.
Euthydemos (eğitim üzerine)
Lakhes (dostluk üzerine)
Lysis (cesaret üzerine)
İon (şiir üzerine)
Kharmides (bilgelik üzerine)
Kriton (yasalar üzerine)
Euthyphron (erdem ve dindarlık üzerine)
Meneksenos (siyasi retorik üzerine)
Şölen (sevgi üzerine)
Phaedros (reenkarnasyon, retorik üzerine)
Timaios (kozmogoni, kozmoloji, doğa, canlılar, beden ve hastalıklar üzerine)
Kritias (atlantis üzerine)
Yasalar (devletin yasaları üzerine)
Mektuplar (platonun bazı mektupları)
Bu kısımda sayacağım 10 kitap ise Platon’a mı ait yoksa onun yazım tarzını taklit etmiş olan öğrencilerine mi ait olduğu konusunda bazı tartışmalar olan diyaloglardır:
Hipparkhos (erdem üzerine)
Kleitophon (eğitim üzerine)
Rakipler (felsefe üzerine)
Küçük Hippias (erdem üzerine)
Büyük Hippias (güzellik üzerine)
Theages (daimonion üzerine)
Minos (yasalar üzerine)
Epinomis (bilgelik üzerine)
Alkibiades 1 (bilgelik ve siyaset üzerine)
Alkibiades 2 (erdem üzerine)
Hangi Yayını veya Çevirmeni Öneririm?
İş Bankası Yayınları genel olarak kaliteli oluyor, ama şu anda sadece birkaç tanesini çevirmişler. Say Yayınları Yasalar hariç hepsini çevirmiş, ama onların da çevirisini yapan kişi pek beğenilmiyor. Ben çoğunu Say Yayınlarından okudum, bence okunmayacak kadar da kötü değillerdi (www.turuz.com ‘da hepsinin pdsi de var). Ama yine de bulursanız daha iyi bir yayını tercih edin derim.
12 notes · View notes
sizekitap · 5 years
Text
Kategoriler ve Retorik
0
Kategoriler ve Retorik Farabi Klasik Yayınları
Farabi (ö. 339/950) İslam dünyasında mantık bilimine en fazla vurgu yapan filozoflardan biridir. Filozof, felsefenin diğer alanlarında olduğu gibi mantık alanına dair de kendine özgü bir telif ve metin inşası tarzı ortaya koymuştur. Bu durum, gerek selefi Aristoteles, gerekse halefleri İbn Sînâ ve İbn Rüşd’ün aynı alanlara ilişkin eserleri ile mukayese edildiğinde daha iyi anlaşılmaktadır. Farabi Kategoriler’de ilk defa Aristoteles tarafından ortaya konulan kategoriler teorisini, Retorik’te ise yine ilk defa Aristoteles tarafından ortaya konulan retorik teorisini kısa ve öz bir şekilde yeniden inşa etmiştir. Fârâbî Aristoteles’in vaz ettiği bu teorileri evrensel olarak değerlendirmiş ve bu evrensel teorileri kendi tekil tarihsel koşulları içerisinde yeniden var kılmıştır. Elinizdeki kitap Farabi’nin bu eserlerinin ilk Türkçe çevirisidir. Bu iki eser Farabi mantığını ve felsefesini, dahası Meşşai mantık ve felsefeyi anlama çabası içerisinde olanlara bugünün dünyası açısından çok önemli olanaklar sunmaktadır.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://sizekitap.com/felsefe/kategoriler-ve-retorik/
1 note · View note
akilfikirgezegeni · 4 years
Text
Tumblr media
Teorikte Retorik nedir?
Ertan Yavuz
Retorik, Platon’un (M.Ö 427- 347) yaşadığı dönemde çevresini saran sofistler yüzünden tanımladığı gibi bir “göz boyama” yöntemi mi? Yoksa bir dönem öğrenciliğini yapan, sonrasında bazı fikir ayrılıkları yüzünden yanından ayrılan Aristoteles’in (M.Ö 384- 327) ifade ettiği gibi “diyalektiğin eşteşi” mi?
İsterseniz bu karşılaştırmaya girmeden önce retoriğin ne anlama geldiğini ve bu kelimenin nasıl oluştuğunu biraz olsun anlamaya çalışalım. Kısaca hitabet sanatı diye bilinen ve dilimizde belâgat, güzel ve etkili söz söyleme sanatı olarak da kullanılan bu kelime etimolojik açıdan ise hatip ve konuşan kelimelerinin bir araya gelmesi ile oluşturulmuştur. Bu noktadan bakıldığında retorik sözle ilgili sözsel bir etkileşimdir de denilebilir, ama daha çok tek taraflı bir etkileme söz konusudur.
Sokrates’in öğretisini devam ettiren Platon için de retorik sanatı böylesi bir etkileme için kullanılan sözlerle yargıçları, mecliste üyelerini, halk toplantılarında ve bütün yurttaş toplantılarında bulunanları sözle kandırma kudretidir”.
Platon’un bu kavramı elbette ki sadece ikna etme veya kandırma olarak ele almadığını, aynı zamanda ikna olunabilmesi ya da belli bir zümrenin kaldırılabilmesi için inanç mevhumunun oluşması gerektiğini ve bununda iki türlü gerçekleşebileceğini savunduğunu geriye bıraktığı eserlerden anlayabiliyoruz. O'na göre bilgiye dayalı (episteme) ve bilgisiz ve dogma unsurlara dayalı bir inanç için ikna yolları da farklı farklıdır. Bu bağlamda retorik ile diyalektiği birbirinden ayırır. Sadece retorik ikna yöntemi iken diyalektik çelişkileri gideren bir öğretme aracına dönüşür. Bu görüşe göre denilebilir ki retorikçi alkış ve övgü için sözsel kuvvete dayalı bir kandırma ustası, diyalekt bağlamı da vicdanının gerçekle bağının kopmaması diyebiliriz.
Platon’un eserlerine baktığımızda daha çok dialog unsurları göze çarpar. Fakat aksini yani sofist anlayışın gereksiz söylevlerini ispat için tıpkı hocası Sokrates gibi retoriğin gücünden yararlanır.
Kalabalık kitleleri ya da belli bir zümreyi kişisel çıkarları için etkilemeye çalışan ve hitabet sanatını kendi lehine kullanan, belli, bencil ve bilgisiz sanılarla kandırmaya çalışan insanlar için bugün ne deniyorsa o zamanlarda da aynı isimle anıldığını yani dalkavuk dendiğini yine Platonist bir yaklaşımla anlayabiliyoruz.
Aristoteles, her ne kadar 17 yaşından 37 yaşına kadar geçen 20 yıllık süre içerisinde Platon’un öğrencisi olsa da, Akademia’dan ayrıldığında kendi öğretilerini ve savunularını oluşturmuştu. Akabinde üç yıl süren Makedonya kralı Philiphos’un oğlu olan ve daha sonra tarihin Büyük İskender olarak tanıyacağı 13 yaşındaki oğluna akıl hocalığı yapmış ve aynı dönemlerde ilgisi siyasete yoğunlaşmıştır. Bilindiği üzere Aristoteles’in yaşadığı yıllarda siyaset retorik sanatının en önemli mecrasıdır. Bu hususta Platondan farklı bir görüşü olan Aristoteles, retoriği diyalektiğin eşteşi görmüş ve bir arada kullanılan, gerçeği arayan ve kanıtları bulmak için uğraşan iki ayni unsur olarak tanımlamıştır.
Aristo “Retorik” adlı eserinde bu konuyu bölümlere ayırarak ayrıntılı bir şekilde anlatmaya çalışmıştır. Hitabet yöntemlerini; Politik, Hukuksal, Törensel hitabetler olarak üç şekle ayırmış tüm bu hitabet çeşitlerini de ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. Örneğin Politik hitabet belli bir mecliste yapılan, daha çok gelecek üzerine olumlama ya da mevcut olumsuzun gelecekte nelere neden olabileceğini anlatmaya yönelik bir çeşidi iken, Hukuki hitabet daha çok geçmişle, yapılmış bitmiş bir işle ya da olayla ilgili yargılama, itham etmeye yönelik çeşididir. Törensel hitabet ise şimdiki zamanla ilgili övgü ya da yergi barındırabilen söylevlerdir.
Tüm bunların yanında Aristoteles Retoriğin araçlarını da üç kısma ayırmıştır. Ethos, Pathos ve Logos. Ethos, kişinin karakter ve itibarının ön planda olduğuna konuşanın kim olduğuna, dinleyicilerin sezgilerine hitap eder. Pathos, ne söylediğinle değil nasıl söylediğinle yani durumla değil duygularla ilgilidir. Logos ise, içeriğe önem vererek ne söylediğinin önemli olduğu hitabet biçimidir ve beyni önemser. Kısaca diyebilir ki; Ethos, kim olduğunla, Pathos, nasıl olduğunla, Logos, konunun ne olduğuyla ilgilidir. Şunu da diyebiliriz ki, Ethos; Sosyolojik bir yapıyı ve bu sosyal yapının içindeki karakterli ve itibarlı insanın inandırıcılığını, Pathos; Duygusal bağlamda insanların üzerinde bırakılacak etkilerin farklılıklara rağmen oluşturulması, Logos; Anlatılmak istenen şeyin dayanaklarının veya kanıtlarının sağlam birer argümana bağlı olduğu hitabet biçimidir diyebiliriz.
Son olarak Sir İsaac Newton’un sözüyle yazıyı bitirelim. “Platon benim arkadaşımdır; Aristoteles’de. Ama benim en mühim dostum hakikattir.”
KAYNAKÇA:
ARISTOTELES. Retorik, Çev. Mehmet H. Doğan, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları
DUMAN Akif Mehmet. Platon’un Retorik Anlayışı, Istanbul. Litera Yayıncılık
1 note · View note
burakurnaz · 7 years
Text
Faşizm Üzerine - Umberto Eco
Umberto Eco’nun Beş Ahlak Yazısı kitabının Ebedi Faşizm bölümünde yer alan, kök-faşizmin temel argümanlarını anlattığı sayfalarca yazıyı buraya aktardım. Her maddenin tamamını değil, kendi içinde alıntılar yaparak aktarıyorum. AKP’nin halka, halkın anayasası diye yutturmaya çalıştığı akla mantığa sığmaz maddelerin yer aldığı ve MHP tarafından da desteklenen kişisel anayasaları için referandumun gündemde olduğu ve ülkenin iliklerine çıkmaz kara bir mürekkep gibi lekeler bırakan AKP’nin hala iktidarda olduğu günümüzde, bu yazıyı paylaşmak zorunda hissettim.
Öncelikle yazar, yukarıda yazdığım kök-faşizm kelimesini, faşizm için kullanacağını, maddeleri saymaya başlamadan önceki paragraftaki açıklamasıyla belirtiyor. Ve diyor ki: Bu özellikler (aşağıda yazan maddeleri kastediyor) bir sistem oluşturmaz; çoğu birbiriyle çelişir ve başka despotluk ya da fanatizm biçimlerinde de görülür. Ancak herhangi birinin varlığı, bir faşizm gölgesinin oluşması için yeterlidir.
Gerekli açıklamaları yaptığıma göre başlayalım:
Kök-faşizmin ilk özelliği, gelenek kültü’dür. (...) Nazi bilgisi, gelenekçi, senkretist, okült ögelerden besleniyordu.
Gelenekçilik, modernizmin reddi anlamına gelir. Hem faşistler, hem Naziler teknolojiye tapıyordu; oysa gelenekçi düşünürler, geleneksel ruhsal değerlerin yadsınması olarak gördükleri teknolojiyi genellikle reddederler. Ne var ki, nazizim sanayideki başarılarından gurur duymuş olsa da, modernizme düzdüğü övgü “kan ve toprak” üzerine kurulu bir ideolojinin yalnızca yüzeysel bir yönüydü. (...) Aydınlanma çağı, akıl çağı, modern çürümüşlüğün başlangıcı olarak görülüyordu. Bu anlamda kök-faşizm ,”irrasyonalizm” olarak tanımlanabilir.
İrrasyonalizm, eylem için eylem kültüne de dayalıdır. Eylem kendi başına güzeldir, öyleyse hiçbir biçimde önceden üzerine düşünülmeksizin gerçekleştirilmelidir. Düşünme, bir tür kısırlaştırmadır. Bu yüzden, eleştirel tavırlarla özdeşleştiği sürece, kültür kuşkulu bir olgudur. Goebbels’e atfedilen “ne zaman kültürden söz edildiğini duysam, tabancamı çekerim” sözünden, “domuz entelektüeller”, radikal züppeler”, “üniversiteler komünist yuvasıdır” gibi sık sık kullanılan ifadelere varıncaya kadar, entelektüel dünyaya karşı güvensizlik, her zaman kök-faşizmin bir belirtisi olmuştur. Resmi faşist entelektüeller, modern kültürü ve liberal aydınları geleneksel değerleri terk etmekle suçlamayı bir görev bilmişlerdir.
Hiçbir senkretizm biçimi, eleştiriyi kabul etmez. Eleştirel anlayış, ayrımlar yapar ve ayrım yapmak modernizmin bir göstergesidir. Modern kültürde bilim camiası, görüş ayrılığını bilgilerimizi geliştirmenin bir yolu olarak görür. Kök-faşizme göre görüş ayrılığı ihanettir.
Ayrıca, görüş ayrılığı, çeşitliliğin de bir göstergesidir. Kök-faşizm ise, farklılığın yarattığı doğal korkuyu kullanıp (...) görüş birliği arar. Faşist ya da başlangıç aşamasındaki faşist hareketin ilk çağrısı uyumsuzlara karşıdır. Dolayısıyla, kök-faşizm doğası gereği ırkçıdır.
Kök-faşizm bireysel ya da toplumsal düş kırıklığından doğar. Bu yüzden, tarihsel faşizmin en tipik özelliklerinden biri ekonomik bir bunalım ya da siyasal bir aşağılanmadan rahatsızlık duyan ve toplumun alt kesimlerinin baskısından korkan düş kırıklığı içindeki “orta sınıflara” çağrıda bulunmasıdır.
Kök-faşizm, toplumsal kimlikten yoksun insanlara biricik ayrıcalıklarının herkesin paylaştığı ayrıcalık olduğunu -aynı ülkede doğmuş olmak- söyler. “Milliyetçilik”in kökeni budur. Ayrıca bir ulusa kimlik verebilecek tek bir grup vardır: düşmanlar. Bu nedenle, kök-faşizm ideolojisinde, olasılıkla uluslararası nitelikli bir komplo saplantısı vardır. Faşizmin yandaşları, kendilerini kuşatılmış hissetmelidir. Komployu açığa çıkarmanın en kolay yolu da yabancı düşmanlığı’na başvurmaktır.
Faşizmin yandaşları kendilerini, düşmanların gösterişle sergilenen zenginliğinden ve gücünden aşağılanmış hissetmelidirler. (...) Gel gelelim, yandaşlar, düşmanları yenebileceklerinden de emin olmalıdırlar. Böylece, retorik ayarın sürekli değiştirilmesiyle, düşmanlar hem çok güçlü hem de çok zayıf gösterilir.
Kök-faşizme göre yaşamak için mücadele edilmez, “mücadele etmek için” yaşanır. Barışseverlik, düşmanla iş bilirliği demektir; barışseverlik kötüdür, çünkü yaşam sürekli bir savaştır.
(...) İktidarı demokratik yoldan değil, zorla ele geçirdiğini çok iyi bilen lider, gücünün kitlelerin zayıflığından kaynaklandığını da bilir: O kadar zayıftır ki kitleler, bir “egemen”e gereksinim duyarlar.
Böyle bir bakış açısında, herkes kahraman olmak üzere eğitilir. (...) Kök-faşist kahraman ölmek için sabırsızlanır. Şunu da belirtelim ki, bu sabırzırlığıyla daha çok başkalarının ölümüne yol açar.
... kök-faşist irade gücünü cinsel konulara aktarır. (...) Cinsellik oynanması zor oyunlardan biri olduğu için, kök-faşist kahraman fallusun ikamesi silahlarla oynar, onun savaş oyunları sürekli bir penis hadesi’nden kaynaklanır.
(...) Kök-faşizme göre bireylerin birer birey olarak hakları yoktur, “halk” bir nitelik olarak “ortak irade”yi ifade eden tek parça bir varlık olarak algılanır. Sayısı ne olursa olsun hiçbir çoğunluk ortak iradeye sahip olamayacağından, lider onların sözcüsü gibi davranır. Yurttaşlar temsil güçlerini yitirdiklerinden, eylemde bulunamazlar, onlardan yalnızca halk rolünü oynamaları istenir.
(...) Tüm Nazi ya da faşist okul kitaplarında, karmaşık ve eleştirel akıl yürütmenin araçlarını sınırlandırmak üzere, son derece kısıtlı bir sözcük dağarcığı ve ilkel bir söz dizimi temel alınıyordu.
Kaynak: Umberto Eco, Beş Ahlak Yazısı, Can Yayınları, 3. Baskı. ________________
Faşizm Geliyorsa Ne Yapmalı?
5 notes · View notes
sizekitap · 6 years
Text
Retorik
Retorik Aristoteles Say Yayınları
Aristoteles, Antikçağ felsefesinin en önde gelen filozofudur. Benzer düzeyde bir felsefeye İlkçağda sadece Platon’un erişebildiği kabul edilir. Antikçağa damgasını vurmuş olan Aristoteles, pek çoklarına göre tüm çağların en büyük birkaç filozofundan biridir. Bilim ve felsefede onun başarmış olduklarıyla rekabet etme ümidi besleyebilen insan sayısının bir elin parmaklarını geçmediği hemen herkes tarafından kabul edilir.
Aristoteles, mantık, doğabilimleri, metafizik, psikoloji, etik ve siyaset felsefesi gibi pek çok alanda eser vermiştir. “Aristoteles külliyatı” olarak geçen, özgün haliyle Grekçe 1462 sayfadan oluşan eserler bütünü, derslerinin, kendisi ya da öğrencileri tarafından tutulmuş notlarından oluşur.
Aristoteles konuşma sanatı üzerine yazmış olduğu eseri Retorik’te, iyi bir konuşmanın ayrıntıları olarak gördüğü sınıflamalar, tanımlar ve örnekleri ayrıntılı bir şekilde ele alır. Retoriğin kapsamına giren değişkenleri derinlemesine incelerken, bağımsız olarak değerlendirdiği birçok değişkeni inceleme dışı bırakır.
Aristoteles’e göre konuşmanın yanı sıra insanlar arası iletişim ve etkileşim ile ilgili olan her davranış, mimik ve hatta kıyafet seçimi bile retoriğin inceleme alanına girer ve doğrudan varlığın içinde yer alan bu kuram edebiyattan dine kadar hayatın her anında yer alır.
  Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/JFcNyn
0 notes
sizekitap · 6 years
Text
Retoriğin İkna Gücü
Retoriğin İkna Gücü Coşkun Baba Çizgi Kitabevi Yayınları
Retorik, Antik Yunan’daki politik, adli ve sosyal olayların etkisiyle ortaya çıkmıştır. Sofistler retoriği siyaset meclislerinde ve mahkemelerde insanları etkilemek, inandırmak veya kandırmak amacıyla kullanmışlardır. Aristoteles, kendinden önceki retorik birikimini de göz önünde bulundurmak suretiyle günümüzde hala etkinliği devam eden retoriği, kanıtlama/ikna etme/inandırma yöntemleriyle kıyas formuna sokarak onu bir sisteme kavuşturmuştur.
Retoriğin amacı, muhatapta yeni bir tutumun gelişmesini sağlamak veya var olan tutumu değiştirmektir. Retorik, karar vermeyi etkilemek için vardır. Retoriğin en genel amacı muhatabı “ikna etmek”dir.
Aristoteles’ten önce daha çok kandırma amacına hizmet eden retorik, aslında logos (mantık) ile bir sanat olarak kabul edilmeye başlamıştır. Zira kıyasın (matvi kıyas/entimem) retoriğe uygulanmasıyla birlikte bu sanata itibar edilmiştir.
Aslında kanıtlama/ikna etme/inandırma yollarına (Ethos, Pathos, Logos), özellikle de mantık kurallarına yani Aristoteles’in ifadesiyle, logosa uyulduğu takdirde retoriğin ikna gücü ortaya çıkacaktır. Şu halde bu sanatı kullanan her retor/hatip, özellikle logos (mantık) ile birlikte ethos ve pathos vasıtasıyla retoriğin ikna gücünü arttırarak amacına büyük oranda başarıyla ulaşır.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/vtatzQ
0 notes