Tumgik
#hastanede zaman geçirmek
1siirsever · 1 month
Text
Hastanede refakatçiyim ve dinlediğim türkü 🎈
13 notes · View notes
allurionbalon1 · 9 months
Text
Tüp Mide Ameliyatı
Tüp mide ameliyatı aşırı kilolarından kurtulmak isteyen kişilerin başvurduğu cerrahi işlemler arasında yer alır. Aşırı kilolu kişiler doktor gözetiminde gerçekleştirilen diyetler ve egzersizler ile kilo vermeye çalışabilirler. Ancak diyet ve spor ile kilo veremeyen kişiler kısa süre içerisinde kilo verebilmek için cerrahi işlemleri yaptırmak isteyebilirler. 18 ile 65 yaş arasında yer alan ve vücut kitle indeksi 40'a ulaşan her kişi tüp mide ameliyatıolabilir. Ameliyattan önceki kişiler gerekli testlerin ve tetkiklerin yapılması için hastanede kısa bir süre zaman geçirmek zorunda kalabilirler. Özellikle ameliyat anestezi altında gerçekleştirileceğinden kişilerin vücudunun anestezi kaldırıp kaldıramayacağı ameliyattan önce öğrenilmesi gereken bir diğer önemli detaydır. Anestezi almışsın önünde herhangi bir engel bulunmayan kişiler doktor gözetimi altında gerçekleştirilen iki saatlik bir ameliyata alınırlar. Ameliyatın ardından kişiler 1 yıl içerisinde hızlı şekilde kilo vererek ideal kilolarına ulaşırlar.
0 notes
evim-burada · 9 months
Text
Tüp Mide Ameliyatı
Tüp Mide Ameliyatı
Tüp mide ameliyatı aşırı kilolarından kurtulmak isteyen kişilerin başvurduğu cerrahi işlemler arasında yer alır. Aşırı kilolu kişiler doktor gözetiminde gerçekleştirilen diyetler ve egzersizler ile kilo vermeye çalışabilirler. Ancak diyet ve spor ile kilo veremeyen kişiler kısa süre içerisinde kilo verebilmek için cerrahi işlemleri yaptırmak isteyebilirler. 18 ile 65 yaş arasında yer alan ve vücut kitle indeksi 40'a ulaşan her kişi tüp mide ameliyatı olabilir. Ameliyattan önceki kişiler gerekli testlerin ve tetkiklerin yapılması için hastanede kısa bir süre zaman geçirmek zorunda kalabilirler. Özellikle ameliyat anestezi altında gerçekleştirileceğinden kişilerin vücudunun anestezi kaldırıp kaldıramayacağı ameliyattan önce öğrenilmesi gereken bir diğer önemli detaydır. Anestezi almışsın önünde herhangi bir engel bulunmayan kişiler doktor gözetimi altında gerçekleştirilen iki saatlik bir ameliyata alınırlar. Ameliyatın ardından kişiler 1 yıl içerisinde hızlı şekilde kilo vererek ideal kilolarına ulaşırlar.
0 notes
tek-turk · 9 months
Text
Tüp Mide Ameliyatı
Tüp Mide Ameliyatı
Tüp mide ameliyatı aşırı kilolarından kurtulmak isteyen kişilerin başvurduğu cerrahi işlemler arasında yer alır. Aşırı kilolu kişiler doktor gözetiminde gerçekleştirilen diyetler ve egzersizler ile kilo vermeye çalışabilirler. Ancak diyet ve spor ile kilo veremeyen kişiler kısa süre içerisinde kilo verebilmek için cerrahi işlemleri yaptırmak isteyebilirler. 18 ile 65 yaş arasında yer alan ve vücut kitle indeksi 40'a ulaşan her kişi tüp mide ameliyatı olabilir. Ameliyattan önceki kişiler gerekli testlerin ve tetkiklerin yapılması için hastanede kısa bir süre zaman geçirmek zorunda kalabilirler. Özellikle ameliyat anestezi altında gerçekleştirileceğinden kişilerin vücudunun anestezi kaldırıp kaldıramayacağı ameliyattan önce öğrenilmesi gereken bir diğer önemli detaydır. Anestezi almışsın önünde herhangi bir engel bulunmayan kişiler doktor gözetimi altında gerçekleştirilen iki saatlik bir ameliyata alınırlar. Ameliyatın ardından kişiler 1 yıl içerisinde hızlı şekilde kilo vererek ideal kilolarına ulaşırlar.
0 notes
teknolojiye-dair · 9 months
Text
Tüp Mide Ameliyatı
Tüp Mide Ameliyatı
Tüp mide ameliyatı aşırı kilolarından kurtulmak isteyen kişilerin başvurduğu cerrahi işlemler arasında yer alır. Aşırı kilolu kişiler doktor gözetiminde gerçekleştirilen diyetler ve egzersizler ile kilo vermeye çalışabilirler. Ancak diyet ve spor ile kilo veremeyen kişiler kısa süre içerisinde kilo verebilmek için cerrahi işlemleri yaptırmak isteyebilirler. 18 ile 65 yaş arasında yer alan ve vücut kitle indeksi 40'a ulaşan her kişi tüp mide ameliyatı olabilir. Ameliyattan önceki kişiler gerekli testlerin ve tetkiklerin yapılması için hastanede kısa bir süre zaman geçirmek zorunda kalabilirler. Özellikle ameliyat anestezi altında gerçekleştirileceğinden kişilerin vücudunun anestezi kaldırıp kaldıramayacağı ameliyattan önce öğrenilmesi gereken bir diğer önemli detaydır. Anestezi almışsın önünde herhangi bir engel bulunmayan kişiler doktor gözetimi altında gerçekleştirilen iki saatlik bir ameliyata alınırlar. Ameliyatın ardından kişiler 1 yıl içerisinde hızlı şekilde kilo vererek ideal kilolarına ulaşırlar.
0 notes
yeniyazar · 10 months
Text
Her şey gibi okulda hayatımda sona eriyor. Güvenli kulvarlardan ayrılıp yeni tehlikeli yerlere gitme vakti... En çok ne olacağını bilmemek insanın rahatsız ediyor, kulağını tırmalıyor, mezun lafını her duyduğumda geleceğimi düşünüyorum. Bu da biraz garip hissettiriyor. Akışına bıraktığım bu hayatı ne diye bu mezuniyetle kafama takıyorum bilmiyorum. Bu da benim paradoksum.
Üniversiteye ilk zamanları hatırlamaya çalışıyorum. Aidiyet hissinden çok uzaktım ve yemek bile yiyemiyordum. (Yabancılık çektiğim yerlerde yemek yemekte çok zorlanırım.) Sonra yavaş yavaş bahçesine, büyük kocaman koridorlarına, bitmek bilmeyen tadilatına, her şeyin eksik olmasına alıştım. Hiç bırakamayacağım arkadaşlıklar edindim. Hocalarım zaman zaman ters düşsek de onları da özleyeceğim. Aldığım derslerin çoğu meslek hayatımda kullanmayacağım için biraz üzgünüm. Ne diyelim genel kültür oldu! İlk sene bitti tanışma ve alışmayla. Sonra benim dergicilik faaliyetleri başladı. Başta yavaş yavaş sonunda ise tamamen kendimi bu işe kaptırdım. Hiç bilmediğim yeteneğim olan yazarlığı keşfettim. Tam bir şeyler yapıyoruz derken 11 Mart 2020 de ilk korona vakası çıkana kadar. Kabul etmeliyim ilk zamanlar birkaç hafta tatil fikri bana harika gelmişti. Sonuçta vize finallerde ertelenecekti ama işler çığırından çıktı bir buçuk yıl uzaktan eğitimle devam ettim. Bu uzaktan eğitim sırasında her işle uğraştım: Küçükbaş hayvancılık, köylü olmak, tütün sarmak, kafamdaki senaryoları yazıya geçirmek, açıktan iki bölüm okumak, çevremdekilere yardım etmek. Yardım etmek konusunda iyiyimdir. Tabi bunlar ufak çaplı şeyler ama kim bilir belki de bir kelebek etkisi yaratıp hayatlarını güzelleştirmişimdir. Böylece dördüncü seneye geldik.
Korktuğum o senenin başına gidelim. Ailem kafası karışık bir şekilde taşınmayı düşündüklerini söylediler. Mezuniyetim ertelenebilme ihtimali, akrabaların konuşmaları, tuhaf bir döngünün içine girmiştik. Neyse ki onlar da sona erdi. Tek tek staj yapabileceğim yerleri aradım. Kimse geri dönüş yapmadı. Corona stajımın önünde en büyük engeldi. Sonunda asla yapmam dediğim hastanede staj yapmaya başladım. İyi ki yapmışım çok güzel insanlarla tanıştım. Hayatımdaki en büyük şanslardan biriydi. O insanları hiç unutmayacağım. İlerde tekrar karşılaşmak istiyorum.
Staj başladı ve ben tam gaz dergicilik faaliyetlerini devam ettim. Taşı sıksam suyunu çıkarabileceğim zamanlardı. Bütün enerjimi verip bir dergi çıkardım. Zorlu bir süreçti tekrar aynı şeyleri yaşamak istemem. Yeni güzel öğrencilerim oldu. Benim gibi inatçı, çalışkan Zeynep’le tanıştım. İyi ki tanımışım müthiş biri... Keşke bütün kardeşlerim onun gibi benim sözümü dinlese....
Ah bitmek bilmeyen tezim kafamın içinde bir gün bitereceğim düşüncesi, okulun bitmesine şurda ne kaldı ve ben bir arpa boyu yol alamadım. İşim Keloğlan’ın samanlıkta iğneyi bulup sevdiğine kavuşması kadar masal. Neyse ben bu masalı gerçekleştirip bitireceğim.
Veeee sonunda her gün başka şeyinden şikayet ettiğim,  Üniversite’mi bırakıp yoluma devam ediyorum. Ey benim yüzyıllar boyu dayanan okulum gidiyorum senden üzülecek misin yoksa iyi ki gitti bu deli kız mı diyeceksin?
Biliyorum ne yaparsam en iyisini yapacağım. Kendimden şüphem yok karşılaşacağım insanların da öyle olmasını istiyorum. İşine sımsıkı sarılan ve her şeyin en iyisini yapanlar...
0 notes
curefindingmedical · 1 year
Text
Karaciğer Nakli Maliyeti Ne Kadardır?
Tumblr media
Karaciğer nakli, kronik karaciğer hastalığı veya akut karaciğer yetmezliği olan hastalar için hayat kurtarıcı bir işlemdir. Artan karaciğer nakli ameliyatları umut verici olsa da kronik böbrek yetmezliği, hipertansiyon, diyabet ve obezite gibi uzun vadede gelişen komplikasyonlara büyük önem veren doğru bir hastane ya da klinik seçmek çok önemlidir. Ayrıca kemik hastalıkları ya da nörolojik durumlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Karaciğer nakli tıp dünyasının en zorlu prosedürlerinden biridir.  Uyumluluk, hem verici hem de alıcının sağlığı ve bir dizi başka faktör, operasyondan önce ciddi bir biçimde konuşulmalı ve analiz edilmelidir. Karaciğer nakli yapılacak hastaları da hastanede ve tıbbi gözetim altında önemli bir zaman geçirmek zorunda oldukları için bu durum da işlemin maliyetini artırabilir. Karaciğer nakli maliyeti, kişinin bulunduğu yere, tıbbi masraflara, sağlık kuruluşuna, sigorta kapsamına ve diğer faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. 2022'den bu yana elde edilen veriler, bir karaciğer naklinin toplam olarak 860.000 dolara mal olduğunu göstermektedir. 
Amerika Birleşik Devletleri'nde Karaciğer Nakli Maliyeti-Yaklaşık 600.000 Dolar
Bir karaciğer nakli için maliyetin belirlenmesinde şu hususlar belirleyicidir: - Karaciğer nakili öncesi testler ve değerlendirmeler - Karaciğer nakli ameliyatı  - Ameliyat sonrasında hastanede kalış süresi  - Ameliyat sonrası takip testleri ve hastanın bakımı  - Anestezi uzmanı ücretleri  - Rehabilitasyon ve fizik tedavi Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl ortalama olarak 10.000’e yakın karaciğer nakli ameliyatı gerçekleştiriliyor. Bir araştırmaya göre karaciğer nakli olan kişilerin bir yıl sonra yaşama şansı yüzde 90 iken, beş yıl sonra yaşama şansı yüzde 80 civarındadır. Ortalama bir biçimde karaciğer nakli ameliyatı için harcanacak olan tutar oldukça değişkendir ve hastanın sağlığına, yaşına, işlemin yapıldığı hastaneye ve hastanenin bulunduğu bölgeye göre değişkenlik göstermektedir. Güney Amerika hastaneleri Kuzey Amerika’daki nakil merkezlerinden çok daha uygun maliyetlidir. Ortalama bir karaciğer nakli ameliyatı, işlem sonrası takip bakımı ve kullanılacak olan ilaçlar da dahil olmak üzere ortalama olarak 600.000 dolar ya da daha fazla bir maliyettedir.
Singapur'da Karaciğer Nakli Maliyeti-Yaklaşık 400.000 Dolar
Singapur, karaciğer nakli için yüksek oranda bağış yapan kişilerin talebi nedeniyle oldukça bilinen bir karaciğer nakli ülkesidir. Singapur'daki karaciğer nakli için uygun olan hastaneleri, dünyadaki en deneyimli ve yetenekli cerrahlardan birçoğunu bünyesinde çalıştırır. Singapur'da bir karaciğer nakli, hastanın hastanede kalış süresine ve uygulamaların olduğu nakil merkezine bağlı olarak 300.000 ya da 2 milyon dolar arasında bir fiyata mal olabilir. Singapur, karaciğer nakli için çok daha kısa bekleme süresi olan ve bu rakamları karşılayabilecek olan hastalar için en ideal ülkelerden bir tanesidir. 
Türkiye'de Karaciğer Nakli Maliyeti – 45.000 Dolar Civarında
Türkiye, genel sağlık kalitesi bakımından dünyanın en iyi tıbbi yerlerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Ülke genelindeki sertifikalı hastaneler, en iyi tıbbi cihazlar ve makinelerle donatılmıştır. Türkiye'de karaciğer naklinin maliyeti de oldukça rekabetçidir ve 30.000 dolardan itibaren başlamaktadır. Türkiye'de karaciğer naklinin maliyeti Almanya, İngiltere ve ABD gibi ülkelere göre toplam maliyetin neredeyse 1/3'ü kadardır. Karaciğer nakli, hastalıklı karaciğerin bir donörden alınan sağlıklı karaciğerin bir kısmı ile değiştirildiği cerrahi bir yöntemdir. Bu işlem hastadaki hastalıklı, hasarlı ya da işlevini tam olarak yerine getirmekte zorlanan bir karaciğerin yerine konulması için yapılır. Karaciğerin insan vücudundaki önemi, sindirime ve detoksifikasyona yardımcı olduğu için kesinlikle göz ardı edilemez. Karaciğer nakli ameliyatında, hastalıklı ya da hasarlı karaciğer çıkarılır ve bir donörden alınan sağlıklı karaciğer ile değiştirilir. Bazen karaciğerin sadece bir kısmı yerleştirilir. Bu da ilerleyen zamanlarda kendi kendine daha sağlıklı bir karaciğere dönüşmektedir. Türkiye'de karaciğer nakli, popüler olan bazı hastaneler tarafından yapılmaktadır. Türkiye'deki en iyi karaciğer nakli hastaneleri, dünyanın en deneyimli ve yetenekli cerrahlarından bazılarını bünyesinde barındırmaktadır. Türkiye'de şu anda ortalama olarak karaciğer nakli bekleyen 20.000'den fazla hasta organ bağışı için bekleme listelerinde bulunmaktadır. Karaciğer nakli ameliyatı Türkiye'de yüksek oranda düzenlemelere tabidir ve hem donör hem de hastanın organ ve doku nakli hizmeti düzenlemelerine uyması beklenmektedir. Nakillerin ancak dördüncü dereceye kadar olan akrabalar arasında yapılabileceğini de ayrıca belirtmektedir. Hasta, donör için İl Sağlık Müdürlüğü’ne sevk edilecek olup, karaciğer nakli için uygun olup olmadığına karar verilecektir. Hastalar karaciğer nakli sonrasında genellikle yoğun bakımda yaklaşık olarak 15 ya da 20 gün boyunca kalırlar.
Tumblr media
Mısır'da Karaciğer Nakli Maliyeti-Yaklaşık 60.000 Dolar
Mısır'da kronik karaciğer hastalıkları oldukça dikkat çeken sağlık sorunlarının başında gelmektedir. Hepatit C virüsünün özellikle 15 ve 60 yaş grubunda sıklıkla görüldüğü ve oranlarının yüzde 15,0 olarak olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüksek prevalans, son dönem karaciğer hastalığından mustarip olan Mısırlı hastaların sayısının çoğalmasına ve karaciğer naklinin gerekliliğine sebebiyet vermiştir. Mısır'daki ortalama bir karaciğer nakli yaklaşık 65.000 dolara mal olmaktadır. Mısır'da karaciğer nakli için bekleme süresi, yine yüksek oranda olup karaciğer nakli donörü talebi nedeniyle oldukça kısadır. 
Almanya'da Karaciğer Nakli Maliyeti-Yaklaşık 300.000 Dolar
Almanya'nın yüksek oranda gelişmiş bir sağlık sektörü olduğundan dolayı ve herhangi bir karaciğer nakli ameliyatı belirlenmiş olan Avrupa Birliği yönergelerine ve kurallarına uymak zorundadır. Almanya, Avrupa'daki en çok bilinen ve yetkili hastanelerinden bir kısmına sahiptir. Daha riskli bir ameliyat sonrası başarı oranı elde edildiğinden dolayı canlı donör karaciğer nakli çok daha fazla tercih edilmektedir. Almanya’da tercih edilecek bir karaciğer nakli ortalama olarak 300.000 dolardır.
Güney Afrika'da Karaciğer Nakli Maliyeti-Yaklaşık 300.000 Dolar
Güney Afrika, özellikle yüksek bir donör talebi ve kısa bekleme süreleri sebebiyle karaciğer nakli için bir başka popüler olan ülkelerdendir. Güney Afrika'da organ bağışçılarının sayısını daha da artırmak adına, organ bağışı ve beyin ölümü konularında halk eğitimini yaygınlaştırmak için her daim çalışmalar yapılmaktadır. Güney Afrika’da bir karaciğer nakli ortalama olarak 300.000 dolar civarındadır ancak fiyatı belirleyen faktörler arasında hastanın genel sağlık durumu, hastane olanakları ve kullanılacak olan ilaçlar da etkilemektedir.
İngiltere'de Karaciğer Nakli Maliyeti-Yaklaşık 80.000 Dolar
Birleşik Krallık'taki karaciğer nakli Amerika Birleşik Devletleri’nden çok daha uygun fiyatlıdır ve sağlık sektörü yüksek düzeyde kontrol edildiğinden dolayı da nakillerin çoğu başarılı sonuçlar vermektedir. Çoğu hasta karaciğer nakil ameliyatından sonra en az iki hafta boyunca hastanede gözetim altında kalır. Hasta İngiltere’de özel sağlık planlamaları için herhangi bir ödeme yapmaz. Ancak iyileşme süresinin değişkenliğine bağlı olarak karaciğer nakil ameliyatı 80.000 dolar ve üzeri bir maliyete sahiptir.
Suudi Arabistan'da Karaciğer Nakli Maliyeti-Yaklaşık 80.000 Dolar
Suudi Arabistan, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ne açılan kıyıları ile neredeyse tüm Arap Yarımadasını kapsayan ve İslamiyet’in doğduğu yer olarak da anılan bir çöl ülkesidir. Suudi Arabistan, karaciğer nakli de dahil olmak üzere pek çok farklı hastalıkların tedavisinde de oldukça bilinen bir ülke konuma gelmektedir. Suudi Arabistan, düzenli bir bağışçı potansiyeline sahiptir ve bekleme listeleri Batı'dakilere kıyasla oldukça kısadır. Read the full article
0 notes
gokyuzundennotlar · 2 years
Text
Beni dünya üzerinde gerçek bağların olduğuna inandıran sendin yine bu dünyada gerçek bir bağ olmadığına inandıran da sen oldun. İlk defa biri bana bakarken bana duyduğu sevgiden ağlamıştı. O gözyaşlarını unut diyorsun şimdi, nasıl? Seni suçlamıyorum belki bir belki iki milyon hata yapmış üzmüşümdür seni. Tabi bunlarla birlikte en yakın arkadaşlarım dediklerin seni yüzüstü bıraktıklarında yanında ben vardım önüne siper olan bendim. Seni çok gece ağlattım. Yine o gözyaşlarını silmesini bildiğimde oldu. Bayramını ailesiyle geçirmek için herkes memleketine dönerken; sen büte yalnız başına kaldığın için senin yanına gelip bayram yapanda bendim gerçi ben de herkes gibi ailem dediğime gitmişim. Ben hasta iken başımda bekleyip bana baktın nasıl unuturum. Sen hasta olduğunda odana gelip gelip sana baktığım günleri sen nasıl unutursun. Yüreğimin içinin nasıl kıyıldığını nasıl unutursun. Aynı şehirde aynı gökyüzüne bakıyoruz diye mutlu olan bir abiyi nasıl silebilirsin. Beraber ezberlediğimiz şarkı sözlerini, aramızda anlamı olan söylemleri, geceleri yürünen yolları nasıl silebilirsin. Ben çok ahmak bir adam olabilirim seni haketmiyor da olabilirim çok üzmüşte olabilirim. Bir o kadar da mutlu etmişimdir bir o kadar hatanı affetmiş sana söylemeden çok şeyi göğüslemişimdir. Dönüp senden özür diledim sana yalvardım. Bazı şeylerin hiç mi hatrı yoktu. Yaptım ettim diye söylemiyorum içimi döküyorum. Senden başkasına verildi mi bu sevgi? Herhangi bir alanda hiç tercih konusu oldun mu ? Seni seçmediğim tek bir Allahın günü var mı? Sana en çok kızdığım, küstüğüm ve konuşmadığım günde bile yine en çok seni seviyordum. Sen beni hayatından çıkartmışsın şimdi birbirimizin hayatından çıktık diye iddia ediyorsun. Ben seni ne zaman çıkartmışım? Kardeşler boğaz boğaza gelebilir, gelebilirmiş ama yine birbirlerini bırakmazlarmış. Ben sana geldim de bulduğum bambaşka bir şeydi. Hiç mi endişe etmiyorsun? Belki bir daha bir gülüşünü daha göremem diye ödüm kopuyor. Biz söz vermedik mi? Ne olursa olsun demedik mi? Sahte miydi onca şey sence bunca iç sıkışması sahte mi? Hatırlıyor musun bir gün Safranbolu dönüşünde yürürken sana ne demiştim, “sen benim bu dünyada ki yalnızlığıma ortak oldun.Ben böyle bu yollarda yürüye yürüye derdini atan müziğe sığınan adam şimdi öyle güçlü hissediyorum ki sen yanımdasın iyi ki varsın sen varken bana bir şey olmaz.” Ben hatırlıyorum “yaa abii” deyip koluma girmiştin gözlerin yaşarmıştı yine sulugöz. Şimdi ben mi yalandım sen mi? Diyelim değildik o zaman neden bana kızıp bağırmak yerine gittin ne olursa olsun demiştik. O zaman her şey gelip geçici bir hissiyattan mı ibaretti. Benim en hassas noktama da dokunsan hatta bugün olduğu gibi beni silip atsan da sen benim en sevdiğimsin ben ilk gün ne dediysem ordayım. Artık biraz daha ağırbaşlı daha dikkatli belki. Ama değişmedim seni sevmekten bir an bile vazgeçmedim. Tek bir fotoğrafını, wp’de bir günaydın mesajını bile silemedim. Sesini duymak istedim seni çok özledim bana eski mesajları dinle dedin. Canın sağolsun senin arkanda bıraktığın için umrunda değil tabi ama bil isterim üzdüğüm kadar üzüldüm. Seni yitirmek cezaların en ağırı zaten. Kime anlatsam ne yapsam içimi rahatlatamıyorum. Tolstoy’a hastanede karısının öldüğünü söylüyorlar ve diyor ya ne yapacağımı bilemedim ve hemen eve koşup karıma anlatmak istedim bana ne yapacağımı söylemesini istedim. Özetimdir bu hikaye. Yarayı açan sensin, yoksun. Ben yine bu derdimi seni bulup anlatmak istiyorum. Şu an senden uzak durmamın tek sebebi varlığımın seni rahatsız etmesi. Bu ne kadar acı veriyor bilemezsin senin benden rahatsız olman.. Böyle günler de mi görecektik? Bugün tarih 27 aralık pazartesi covid teşhisi kondu bana. Bunu da geçerim gibi geliyor da senden geçebilceğimi düşünmüyorum. Ne bir daha beni senin gibi seven olur ne de ben birini seni sevdiğim gibi sevebilirim. Umarım yanılırım ama imkansız.
3 notes · View notes
ilknur-99 · 3 years
Text
ARMUDUN İYİSİNİ AYILAR YER...
Doğan Cüceloğlu Kaliforniya'da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı.
Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün
bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve
itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, 'Armudun iyisini ayılar yer' düşüncesi oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.
Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bi üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.
Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:
'Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
'Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini
'Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?
Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak
kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda
Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'
Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, 'O şahane bir insan;
o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim'
dedi.
O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının erkeğine, 'Sen benim kahramanımsın' duygusu içinde
bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım.
Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum
ve o kişiyi kıskandım.
'Nasıl yani?' dedim.
'Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği
için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa
ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla
buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor.
Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu,
hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede
kalıyor, geceleri ona bakıyor.'
Kendime kızdım.Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım.Ben güya en yüksek
eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala
dış görünüşe göre yargılıyor ve onu 'ayı' olarak görüyordum. İçimdeki
pislikten utandım. Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği
aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama
baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer'
diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık, sık bu benzetmeyi
duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl
etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.
Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los
Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada
oturuyorlarmış. Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup
olamayacağını sordum. 'Kendilerine bir sorayım, eminim
sizinle tanışmak isteyeceklerdir,' dedi ve iki gün sonra, 'Ailemle
konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler,'
dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin
yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara
uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.
Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, 'O gün ben de aileme gidecektim;
isterseniz beraber gidebiliriz,' dedi. Ailesine haber
verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten
sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında
Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık. Sally'nin babası George orada
buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi.
Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.
Ziyaret ettiğim bu güler yüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi
çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un
torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar
doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir
davranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi
konuştuğunu sordum. 'Evet' yanıtını alınca, kendisi
çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum.
'Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da
çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım.
Biz böyle biliyoruz', dedi. Tüylerim diken diken oldu.
Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık
alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek
konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da
vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara
kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına
kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki
öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz
çökerek konuşan dede George'a 'Beyefendi, çocukların göz
hizasına inerek konuşuyorsunuz!' dedim. Bana biraz şaşkınlıkla
gülümseyerek, 'Tabii, onlar küçük insanlar!' yanıtını verdi. Öyle
bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde
bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.
O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.
Bu güler yüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi
Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle
ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme
havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin
zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında
telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten
arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiyle görüşmek
için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş. Başka
bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize
durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta
biriyle dört saat baş başa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le
randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat
etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.
Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği
belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az
işi kadar önemliydi. Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık
duygusu, bir 'keşke' olmayacak.
Sally'e sordum: 'Baban seninle randevulaşır mıydı?'
'Evet', dedi, 'yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla baş başa zaman
geçirirdi. Ve ilave etti, 'Biz böyle gördük, böyle
biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!'. Gülümseyerek,
'Nereden biliyorsun?' diye sordum.
'Biz Frank'le konuştuk' diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan
çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.
Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın
karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da
acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce
kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi
çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı.
Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.
Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle
ilgili düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım
kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne
yapabilirim?' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir.
Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally,
içinde yetiştiği ailede, var oluşun beş boyutunu da doya, doya
yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze
konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen
güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın', mesajı alır ve
çocuğun CAN'ı beslenir.
Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum,
seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu
mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel
mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık
biriyim!' diye yoğrulur.
Tumblr media
3 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 3 years
Text
Halide Edip Adıvar / Hakkı Baha Pars şiire, müziğe aşıktı, dürüst düşünürdü, esas meselelerde hiç fedakârlık yapmazdı
Tumblr media
Şair, yazar ve düşünür. Selânik'te Mustafa Kemal'in sınıf arkadaşı. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin Selânik şubesi kurulurken, Mustafa Kemal gizlice Selânik'e gelmiş ve arkadaşları ile Askerî Rüştiye öğretmenlerinden Hakkı Baha Pars'ın evinde toplanmışlardı. Kurucularından olduğu İttihat ve Terakki'ye Mustafa Kemal'i alan da oydu. Halide Edip, Pars'ı anlatıyor...
"Gılluştan beri ol, yârı sadık ol, iyilerden iyilik öğren." Evliya Çelebi
Evliya Çelebi'yi ömrüne süren seyahatinde mübarek bir ses, bir rüyada, insan için herhangi meslekte esas olması lâzım gelen birtakım nasihatlerle uğurlar. Garip tesadüf, bunları okurken Hakkı Baha Pars'ı düşünmüştüm. Belki de bu ne tesadüf ne de garipti. Çünkü Hakkı Baha Pars, şifasız bir hastalıkla hastanede yatıyordu, ve hududlarından hiçbir seyyahın geri dönemediği, meçhul bir diyara ergeç (daha ziyade er) hareketi mukadderdi. Nitekim o gün gözlerini dünyaya kapadı. Haber alır almaz, "nur içinde yatsın" değil, "yolu nurlu olsun" dedim.
Bu beni, belki Hakkı Baha Pars'ı yatar, yani hareketsiz, cansız tasavvur edemediğim için, belki de bu eski dostun etrafına daima tatlı bir ışık saçan bir insan olduğunu hatırlayarak söyledim. Ve, gazete satırlarında, edebiyatta değil hakikaten hayatta boşlukları müşkül doldurulan bu insan örneğini, onun dünya hududlarını geçtiği bugün okuyucularıma tanıtmak istedim. Niçin istedim?
Medenî insanlara elzem esas kıymetleri şahsında toplamıştı
Dünya ve insaniyet bugün bir dönüm noktasındadır. Birçok kıymetleri, gıllugıştan beri, yani objektif bir görüşle gözden geçirmek, bunlardan bazılarını ön sıraya koymak, hayatını onlara göre tanzim etmek mecburiyetinde bulunuyor. Ve bugün, hatta yarın için elzem olan kıymetler, o kadar çok ve birbirinden başka ki, birçoğumuz şu ve yahut bu kıymeti, bu çirkin, bu çetin, bu bin bir yüzlü âlemde bir hatta iki değil, yüzlerce kıymetin seçilmesi, muhafazası ve gelecek nesillere aşılanması lazım geldiğini unutuyoruz. Bütün mânasiyle davaları zorlu bir devirdeyiz. Ne kadar, amma ne kadar başka başka kuvvetlere ve görüşlere ve bunların tam bir ahenk içinde beraber çalışmalarına ihtiyacımız var! Dün, bugün ve yarın, hülâsa bütün zaman için medenî insanlara elzem olan bazı esas kıymetleri şahsında toplamış ve onlara göre amel etmiş bir insan olan Hakkı Baha Pars'ın portresini işte bunun için yapmak istiyorum. Çünkü maddî olduğu kadar manevî kıymetlere ihtiyacımız bugün her zamandan fazladır. Cesaretin, düşüncenin, insanî münasebetlerin her nevini göz önünde tutmak, bu iki nevi kıymetlerin imtizâcını temin etmek hepimiz için bugün mukaddes bir vazife hükmünü almıştır.
Hakkı Baha Pars'la sihrî karabetimiz vardı, fakat insan gerek sıhriyet, gerek kan akrabasından ziyade, fikir ve inançları müşterek olanlara yakındır. Ve işte bundan dolayı Hakkı Baha Pars'la dostluk ve kardeşlik, bu sıhriyetten değil, konuşmak ve tanışmaktan hasıl oldu. Hakkı Baha Pars, meşrutiyetin başlarında, mizacı müsait olsa, gazetelerde ismi büyük başlıklarla görünebilirdi. İttihad ve Terakki'nin müessisleri arasındaydı ve meşrutiyete, yani hükümetin, idare edilenlerin rey ve rızasıyla olabileceğine iman etmişlerdendi. Şiire ve musikiye irsi bir aşkı olan bu adam aynı zamanda vazıh ve dürüst düşünür, esas meselelerde hiç fedakârlık yapmaz bir adamdı.
Mütareke senelerinde Kurtuluş Savaşı'na yardım etti
Hükümet adamının, bilhassa buhranlı devirlerde biraz da eldeki insan malzemesine ve durumdaki realiteye göre hareket etmek mecburiyeti vardır. Hakkı Baha Pars bu noktayı vuzuhla görmüş olacak ki kendini en çok faydalı olabileceği sahaya vakfetti. Mütevazı, bir çerçeve içinde düşündüğünü açık söyledi, yazdı, okudu ve muhitine örnek olacak bir dürüstlükle, lâkin hiçbir zaman dürüşt (sert, gücendirici, kırıcı) olmayan, daima etrafına gösterişsiz bir muhabbet saçan bir şekilde yaşadı. Fakat mutlakıyetten meşrutiyete geçen bir rejim yaratmanın, bilhassa Osmanlı İmparatorluğu gibi karışık ve kökleri çürümüş bir köhne idarede tehlikeli kararları vardı. Bunların hepsini sükûnla kabul etti. 31 Mart hâdisesinde ölümle nasıl yüz yüze geldiğini ve nasıl kurtulduğunu içinden bilenlerdenim.
Mütareke senelerinde elinden geldiği kadar kurtuluş savaşına yardım etti. İşte bu senelerde Ankara'da onu en çok tanıdım, sevmeği ve hürmet etmeği öğrendim.
Cumhuriyetin büyük bânisiyle mektep sıralarında başlamış bir dostluğu vardı
İkinci defa bir rejim yaratmanın da -bu defa Cumhuriyet- kendisine göre tehlikeleri vardı. Hakkı Baha Pars'ın Cumhuriyet rejiminin büyük bânisiyle meşrutiyet mücadelelerinde, hatta mektep sıralarında başlamış bir arkadaşlığı ve dostluğu vardı. "Yârı sadık" sıfatına her sınıf dostlariyle münasebetinde lâyık olan bu adam, bu dostluktan maddi bir menfaat beklemedi. Cumhuriyetin bu ilk oluş devrinde Hakkı Baha Pars prensiplerine daha sadık kalmışlar arasındaydı. Ve bu devirde onun en hâkim vasfı softalıkla mücadelesidir. Bundan Hakkı Baha Pars'ın, âmiyane mânasiyle dinsiz olduğu anlaşılmamalıdır. Bilakis hayatında yalnız ve yalnız manevî kıymetler hâkim olmuştur.
İzmir'de geçirdiği son mektep hocalığı seneleri, şamatasızlığına, tevazuuna rağmen en güzel seneleridir. İki evlâdının da, kendi meslek ve inanç yolunda ilerlediklerini gördü. Bir taraftan ders okuturken bir taraftan da mütemadiyen faydalı eserler tercüme etti. Bunların isimlerine göz atmak tercüme ve teliflerinin, ruhiyatın ve bilhassa, kendine itimad ve istikbale inanmak yaratan sahada olduğunu gösteriyor. Bunların ekseriyetini mütevazı hayatından para arttırarak bastırmıştır. Bugün henüz basılmayan eserleri gene ruhiyat ve pedagojiye aittir. Hepsi açık Türkçe ile ve yazdığına inanan bir adamın üslûbiyle yazılmıştır. Bunlar arasında çok inandığı "kooperatif" etüdleri de vardır. Bütün eserlerinin toplu bir halde basılması, ölmeden evvel müracaat etmeğe karar verdiği Maarif Vekaletinin bastırması hem faydalı hem de güzel hayatının layık olduğu takdir ve mükâfatın tecellisi olur.
İyiliklerden iyilik öğrenen bir örnekti
Bugün vücudu toprağa giriyor. Ruhu bizimledir ve isimsiz dahi olsa istikbalin temiz ve verimli manevî bir mayası olarak kalacaktır. Çünkü gıllugışsız düşünen ve duyan bir insan nümunesiydi. Bu, bir seyyaha lâzım olduğu kadar, hangi sahada olursa olsun ilerleyen, yükselen medenî insanların en lüzumlu hassalarıdır. Yabancı ve yeni illere giden seyyah gördüğü yeni şeylerden istifade için nasıl kafasını, kalbini açık tutarsa, her ferd de hayat yolunda ve insanî münasebetlerinde gıllıgışsuz, yani objektif düşünmeğe mecburdur. Böyle düşünen ferdlerin sayısı nispetinde bir millet, ilimde, sanatta, iş durumunda en ileriye gidebilir.
“Yârı sadık” denilen örneğin nümunesiydi. Bu da her zaman, mekân ve sahada elzem olan, işbirliğini mümkün kılan hassalardan biridir. En büyüğünden en küçüğüne kadar beraber çalıştıklarımızla başlayarak, bütün münasebetlerde sözüne sadık olan ferdlerin sayısı ne kadar çok olursa bir millet o kadar her sahada inkişaf edebilir.
“İyilerden iyilik öğrenen” bir örnekti, hattâ iyi örneklerin çoğu kitaplarda dahi olsa.
Bugün, iyiyi kötüden, eğriyi doğrudan, güzeli çirkinden ayırd eden bir arkadaşımızın vücudu toprağa girdi. Fakat ondan kalan, onun yolunda yürüyen çocukları, talebesi, kitaplarında bıraktığı fikirleri ve emelleri var. İşte, artık bizim için bütün bu ölmeyen şeylerden ibaret olan Hakkı Baha Pars denilen manevî kıymete “Yolun nurlu olsun” diyorum.
(Halide Edip / Akşam gazetesi / 12 Kânunusani 1942 / Sahife 1-5 / Arşiv çalışması: Haşim Akman)
Tumblr media
Mustafa Kemal (ortada), Hakkı Baha Pars (sağda)...
1 note · View note
dzsimsek · 3 years
Text
Kaliforniya’da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak ders verirken
Tumblr media
Kaliforniya’da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu.
Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, ‘Armudun iyisini ayılar yer’ düşüncesi oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi. Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.
Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:’Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum? ‘Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini ”Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin? Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally’nin mahremiyetine ‘burnumu sokuyordum. ‘Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, ‘O şahane bir insan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim’ dedi. O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu.
Güzel bir kadının erkeğine, ‘Sen benim kahramanımsın’ duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım. ‘Nasıl yani?’ dedim. ‘Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor. O hayata farklı bakıyor… ‘Yüzüme tokat yemiş gibi oldum.
Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu ‘ayı’ olarak görüyordum. İçimdeki pislikten utandım. Bir süre sonra Sally’nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, ‘Armudun iyisini ayılar yer’ diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık, sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse, Sally’nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.
Birkaç hafta sonra Sally’e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los Angeles’in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış. Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum. ‘Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir,’ dedi ve iki gün sonra, ‘Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler, ‘dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco’ya gidecektim, Sally’nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.
Bu planımı Sally’e söylediğimde Sally, ‘O gün ben de aileme gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz,’ dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach’ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally’nin ağabeyi Brian’ın evine vardık. Sally’nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi. Brian’ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı. Ziyaret ettiğim bu güler yüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi çekti.
Bunlardan ilki, Sally’nin babası George’un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally’ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. ‘Evet’ yanıtını alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum. ‘Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz’, dedi. Tüylerim diken diken oldu.
Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede George’a ‘Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz!’ dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, ‘Tabii, onlar küçük insanlar!’ yanıtını verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki ‘Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?’ diyordu.
O bakışa karşı bütün yaptığım, mahçup bir gülümseme oldu.Bu güler yüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally’nin ağabeyi Brian’ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles’ta imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14’te gelmek istiyormuş. Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize durumu şöyle açıkladı:
‘Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat baş başa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary’le randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.Brian’ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi. Brian’ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir ‘keşke’ olmayacak.Sally’e sordum: ‘Baban seninle randevulaşır mıydı?”Evet’, dedi, ‘yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla baş başa zaman geçirirdi. Ve ilave etti, ‘Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!’. Gülümseyerek, ‘Nereden biliyorsun?’ diye sordum.’Biz Frank’le konuştuk’ diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu. Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı. Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, ‘bundan sonra ne yapabilirimle ilgili düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, ‘Ne yapabilirim?’ sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally’nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, içinde yetiştiği ailede, var oluşun beş boyutunu da doya doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, ‘Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın’, mesajı alır ve çocuğun CAN’ı beslenir. Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, ‘Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim’, mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, ‘Ben sevilmeye layık biriyim!’ diye yoğrulur.
Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, var oluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN’dır.
Doğan Cüceloğlu
www.instagram.com/dusunenakil
0 notes
ylcn7 · 3 years
Text
ARKADAŞLAR LÜTFEN DİKKATLE OKUYALIM. BEN ÇOK ETKİLENDİM.
Selam ve sevgiler.
Doğan Cüceloğlu bir öğrencinin bana öğrettikleri;
Kaliforniya'da Long Beachşehrindeki Eyalet Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. İkinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, "Armudun iyisini ayılar yer" düşüncesi oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.
Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.
Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:
"Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?
"Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini"
"Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?
Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'
Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, "O şahane bir insan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim" dedi.
O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının erkeğine, "Sen benim kahramanımsın" duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.
"Nasıl yani?" dedim.
"Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi
akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor."
Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu "ayı" olarak görüyordum. İçimdeki pislikten utandım. Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer' diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. İçinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.
Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış. Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum. "Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir," dedi ve iki gün sonra, "Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler," dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.
Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, "O gün ben de aileme gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz," dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık. Sally'nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi. Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.
Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. "Evet" yanıtını alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum. "Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz", dedi. Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede George'a "Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz!" dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, "Tabii, onlar küçük insanlar!" yanıtını verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.
O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.
Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş. Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat başbaşa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.
Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi. Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir 'keşke' olmayacak.
Sally'e sordum: "Baban seninle randevulaşır mıydı?"
"Evet", dedi, "yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa zaman geçirirdi. Ve ilaveetti, "Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!". Gülümseyerek, "Nereden biliyorsun?" diye sordum.
"Biz Frank'le konuştuk" diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.
Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.
Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle ilgili düşünmeye karar verdim. İşte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne yapabilirim?' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, içinde yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da doya doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın', mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.
Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık biriyim!' diye yoğrulur.
Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.
Doğan Cüceloğlu
HUZUR İÇİNDE UYU BÜYÜK İNSAN!!🙏🙏
0 notes
captainekigo · 4 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
                                                   PHİ PHİ ISLAND 3 
    Normalde 4 günde bir yer değiştiriyordum fakat phi phi de 6. günün sabahına uyandım. Phil dün ayrılmıştı. Erken uyanmıştım ve Emily ve ekibinin gitmek üzere hazırlandığını gördüm. Artık ilk gün tanıştığım ve beraber vakit geçirdiğim grubun son parçası da gidiyordu. O sabah onlarla vedalaştıktan sonra kahvaltı esnasında artık benimde ayrılma zamanımın geldiğini düşündüm. Saat sabah 8 civarları bugün için ne yapsam dediğim esnada kaldığım yerin hemen bitişiğinde sürekli gördüğüm portekizliye selam verdim. Bugün için planım olup olmadığını sordu. Sabah sabah ne diyor falan diye düşünürken adanın çevresinde ki yerleri kapsayan bir turdan bahsetmeye başladı. Daha tam kendime gelemediğim esnada karşılaştığım ısrarlı tavsiye üzerine tamam dedim. Zaten ısrar etmese bile balıklama atlayacaktım çünkü gerçekten o gün için aklımda en ufak bir düşünce yoktu. Ne zaman diye sorunca biraz sonra yanıtını aldım ve gidip üstümü değiştirip çantamı hazırladım. 
    Bizi korsan gemisine benzetmeye çalıştıkları bir gemiye bindirdiler ve yola çıktık. Gemiye doğru yürüdüğümüz sırada bir kaç insanla tanıştım. Zaten yolculuğun en kolay kısmı arkadaş edinmek diyebilirim...  İlk olarak Monkey Beach de maymunlarla takılmak için bizi bindirdikleri küçük tekneler ile kıyaya çıktık. Maymunların profesyonel soyguncu olduklarına dair uyarılar sonucu telefon gibi hiç bir şeyi yanımıza almadık. Gerçekten kurnaz hayvanlar... Monkey Beach de biraz olay şov gibiydi. Maymunlar insanlara alışmış ve çekinmeden omuzdan omuza atlıyorlardı. Yinede onlarla vakit geçirmek insanı keyiflendiriyor :) 
   İkici durak olarak bizi  Leonardo Dicaprio'un oynadığı The Beach filminin çekildiği Maya Bay'e götürdüler. Götürdüler diyorum ama kıyıya çıkamadım çünkü verilen hasarlardan dolayı insanların adaya girmesini yasaklamışlar. Yinede size bir nostalji havası veriyor . Hele ki Dicaprio hayranlığınız varsa benim gibi kendinizi bir parça olayın içinde hissedebilirsiniz. 
   Bu arada gemi içerisinde ki bardan bir şeyler içiyordum. Sabah tanıştığım Natalia bira mı ödemek istedi ve söylediğine göre İspanyol kızlar böyle yaparmış. Baskın karakterli olduklarını Ersoy abi bana anlatmıştı ama bizim Türk erkekleri misali olabileceklerini düşünmemiştim... Natalia ve Azahara’ya bir parantez açmak isterim çünkü her ikisi de hoş insanlar . ( Natalia ile arada sohbet ediyorum ve içinde bulunduğumuz karantina günlerin de İngiltere’de  hastanede çalışıyor umuyorum her şey yolundadır. ) 
    Pileh Lagoon... Bir sonraki noktada durduğumuz yer ve tur için verdiğim parayı tek başına karşılayabilecek tek nokta. Kayalıkların arasında saklanmış sulara kayak yaparak ulaştım ve güneşin aralıklı vurduğu  berrak ve balıklarla dolu olduğu suya atladığım anda hissettiğim keyfi ve huzuru maalesef yazıya dökmem çok zor. 
     Saatler ilerliyor ve artık tüm enerjinin biteceği, sahilde futbol oynamaya ve bembeyaz kumlara kendimi bırakmak için Bamboo Island'a atladığım kayık ile yanaştım. Kayığı kuma çektikten sonra Natalia ve Azahara ile adanın içerisinde bir tur attım. Sonrasın da bir gördüm ki saha kurulmuş . Ağır messi ya da gökdeniz karadeniz misali girdim sahaya ve yerliler , gezginler karma bir maç yaptık. En son terden sucuk halde bacaklarımda ki son kuvvetle koşarak attım kendimi suyun içine. Kayık ile tekrar nasıl gemiye döndüm hala bilmiyorum... 
    Güneş batmaya başlamış , hafif bir müzik ve elde buz gibi bira... Gün için ideal bir son diyebilirim. Ama gün o şekilde bitmedi çünkü güneş batması ile gemide parti başladı. Bir çok unutulmaz hissiyat için portekizliye ve keyifli bir gün geçirmemi sağlayan gemide ki herkese tekrar teşekkürler... 
1 note · View note
minesoydesign · 4 years
Photo
Tumblr media
İLHAMI NEREDEN, NE ZAMAN ALACAĞINIZ HİÇ BELLİ OLMAZ. Bazen içinde bulunduğumuz kötü durumlar, gerçek yeteneklerimizi keşfetmemize yardımcı olur. Böyle bir durumdayken hayalini kurduğumuz, ulaşmak istediğimiz hedeflerimizin aslında bizi yansıtmadığını fark edebiliriz. Tıpkı hukuk #okumak isteyen, geçirdiği rahatsızlık sebebi ile hastanede kalmak zorunda olan ve bu zorlu günlerinde vakit geçirmek için kâğıt ve #suluboyalar ile haşır neşir olup, #ressam olmaya karar veren ve dünyaca ünlü bir ressam olan; Henri Matisse gibi. Matisse; Hastanede geçirdiği zorlu günlerin sonunda kendisine #hayat boyu sevinç verecek bir #meslek seçmiş, duygularını yansıtmak ve aktarmak için bir yol bulmuştu. Konuşmayı sevmeyen, konferanslara katılmayan #ressam , çok nadir zamanlarda söylemiş olduğu sözleri ile de resimlerine derinlik katmıştır. “Ben nesneleri değil, aralarındaki ilişkileri boyuyorum. Görüntüyü ve doğal görüneni değil, kavradığımı ve duygularımı aktarıyorum.” Demiştir. Bu derin bakış açısını yapmış olduğu çalışmalara nasıl aktardığını hissedebilirsiniz. Gördüklerimize odaklanmak yerine, duygularımıza odaklanırsak kendimizi ve doğayı anlama imkanı bulabiliriz. Yeteneklerimizi keşfettiğimiz ve duygularımızı anladığımız bir gün olması dileklerimle...🙏 . #kendiniiyihisset #artlife #henrimatisse #fovizm #hayatevesigar https://www.instagram.com/p/B-PJpJvATGC/?igshid=o0n0fuwp55ee
0 notes
kimneder · 4 years
Text
Preeklampsi (Gebelik Zehirlenmesi) Nedir?
Tumblr media
Preeklampsi hastalığı gebelik zehirlenmesidir. Preeklampsi hastalığı diyabet ve obezite gibi nedenlerden dolayı ortaya çıkabilir. Hamile kadınların 35 yaşın üstünde olması hastalığın ortaya çıkmasında temel nedenler arasında yer alır. Yapılan araştırmalara göre gebeliklerin yüzde 14’ünde gebelik zehirlenmesi görülmektedir. Gebelik zehirlemesi kadınların ilk hamileliklerinde daha sık görülür. İleriki hamileliklerde görülme riski daha düşüktür. Gebelikte meydana gelen zehirlenmelerde ölüm oranın yüzde 20’dir. Hastalığın yüksek tansiyon ile de doğrudan ilişkisi olduğu bilinmektedir. Genellikle hamileliğin 20. Haftasından sonra ortaya çıkar. Bebek doğduktan sonra bile zehirlenme nadiren meydana gelebilir.
Preeklampsi Belirtileri Nelerdir?
Preeklampsi hastalığı belirtileri şu şekilde sıralanabilir: Hızlı kilo alımı, Yorgunluk hissi,Halsizlik, Karaciğer fonksiyonlarının bozulması, Uzun süreli baş ağrısı, Şiddetli baş ağrısı, Vücudun şişmesi, İdrar çıkışının azalması, Mide bulantısı,Kusma, Midede ağrı, Nefes alıp verirken zorlanma, Bilinci kayıp etmek, Görme sorunları, İdrarda aşırı protein görülmesi. Bu belirtiler görüldüğü zaman en kısa zamanda hekim kontrolüne gitmek gerekir. Preeklampsinde hastalığın ilerlemesi tedavi açısından olumsuz etki yaratır.
Preeklampsi Nedenleri Nelerdir?
Preeklampsi hastalığı nedenleri şu şekilde sıralanabilir: Bazı genler, Yetersiz kan akışı olması, Bağışıklık sistemi hastalıkları, Kan damarlarının hasar görmesi. Bu hastalığın kesin nedenleri bilinmemektedir. Yukarıda belirtilen nedenlerin hastalığa etki eden baş faktörler oldukları bilinmektedir. Uzmanlar hastalığa plasenta ile ilgili bir problemin yol açtığını söylemektedirler. Gebelik başında plasentanın kan akışını alması için kan damarları gelişmektedir. Bu kan damarlarının yeteri kadar gelişmemesi ya da çalışmaması probleme yol açar. Bu kan damaları normal kan damarlarına göre daha dar olur. Hormonlar kan miktarının akmasına engel olabilir. Kan damarları farklı gelişir.
Preeklampsi Nasıl Engellenir?
Preeklampsi hastalığının engellenmesi için gebe kalmadan önce risk faktörlerinin belirlenmesi gerekir. Eğer yüksek tansiyon hastası iseniz, bu durumun hastalığa neden olabileceğini bilin. Yüksek tansiyonunuzu kontrol altına aldıktan sonra gebe kalın. Eğer fazla kilolu iseniz, daha rahat bir hamilelik geçirmek ve hastalıklarda korunmak için fazlalıklarınızı verin. Eğer risk altında iseniz, hekiminiz size düşük dozda aspirin almanızı önerebilmektedir. Ancak hekime danışmadan kesinlikle ilaç kullanılmamalıdır.
Preeklampsi Hastalığının Tanısı Nasıl Konur?
Preeklampsi hastalığının tanısını koymak için kan testleri başta olmak üzere çeşitli testler talep edilebilir. Hekimlerin hastalığın tanısını koymak için aşağıdaki testlerden faydalanır: Bebeğin solunum, hareket ölçümü için biyofizik profil testi, Bebeğin kıpırdarken kalp hareketlerinin kontrol edilmesi için nonstres testi, Kilo alımı, amniyotik sıvı miktarının ölçülmesi için fetüs ultrasonu, İdrardaki protein miktarının belirlenmesi için idrar testi.
Preeklampsi Hastalığının Tedavisi Nasıl Yapılır?
Preeklampsi hastalığının tedavi edilmesi için bebeği doğurmak gerekir. Bu tek tedavi yöntemidir. Bebeği erken doğum ile doğurmayın. Bu durum bebek için risk teşkil eder. Hekiminiz size doğum yapmak için en uygun planı sunacaktır. Eğer hastalık hafif seyirde seyir ediyorsa, hastanede ya da ayakta tedavi yapılması uygun olur. Hekim doğumdan önce kontrollerin daha sık yapılmasını ister. Doğum 37 haftadan sonra başlatılabilir. Eğer hastalığın şiddetli bir seyri varsa, hastalığın hastanede tedavi yapılması daha uygun olur. Hastalık kötü giderse doğumun 34 hafta sonrasında başlatılması uygun olur. Bu sırada tansiyon ve olası nöbetlerin kontrol altına alınması çok önemlidir. Bu amaçla hekiminiz, duruma göre size ilaç verebilir. Bu hastalığın yönetilmesi ancak hekim ile mümkün olur. Hastalık enderdir ve herkes için farklı bir seyri olur. Bu hastalığa sahip olan kadınların çok sağlıklı bebekleri olabilir. Ancak gebelik süresince ve sonrasında çok dikkatli olmak ve olası risklerden korunmak gerekir.
Preeklampsi Hastalığının Önlenmesi için Alınabilecek Önlemler Nelerdir?
Preeklampsi hastalığının önlenmesi için alınabilecek önlemler başında yağlı besinlerden uzak durmak yer alıyor. Preeklampsi hastalığının oluşmasında önemli bir etkisi olan yüksek tansiyon, yağlı gıdaların tüketilmesi ile daha kötü bir hal alıyor. Diyetiniz içinde yağlar yer almalıdır. Ancak bu yağların sağlıklı olduğundan emin olun. Diyetinizde süt ürünlerine yer vermeniz tansiyonunuzun düşmesine yardımcı olarak hastalığın oluşma riskini aza indirecektir. Taze meyveleri, tahılları ve süt ürünlerini dilediğiniz gibi tüketin. Bol miktarda su için. Eğer gün içinde terliyorsanız, kayıp ettiğiniz suyu geri yerine koyun. Read the full article
0 notes
barkoturktv · 5 years
Text
Oktay: İstanbul'da yarın eğitime devam edilecek
Tumblr media
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, İstanbul Valiliği'nde düzenlenen basın toplantısında İstanbul'da yaşanan depreme ilişkin açıklamalarda bulundu. Oktay, İstanbul'da yarın eğitime devam edileceğini söylerken, "Bulunduğunuz yerde 'afete hazır mıyım' sorusunun cevabı 'evet' olana kadar hazırlıklarınıza devam edin" dedi. İstanbul'da bugün gerçekleşen 5,8 büyüklüğündeki depreme ilişkin İstanbul Valiliği'nde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanı Mehmet Güllüoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun katılımıyla bir basın toplantısı düzenlendi. Fuat Oktay, "Yarın okullarımızı tatil etmemizi gerektiren herhangi bir bulguya rastlamadık" diyerek İstanbul'da yarın (27 Eylül 2019) okulların açık olacağını belirtirken, hizmet gruplarının çalışmalarını sürdürdüğünü açıkladı. Fuat Oktay'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle: "Herhangi bir can kaybı ve ciddi bir hasar yok. Bizim Türkiye Afet Müdahale Planı çerçevesinde haberleşme, ulaştırma, arama kurtarma, barınma, beslenme, altyapı,  güvenlik ve trafik, tahliye, yerleştirme ve planlama gibi birçok hizmet grubumuz mevcut. Yapılan işlerin raporlanması için geliştirdiğimiz bir hizmet grubumuz var. Satın alma, kiralama, nakliye gibi hizmet gruplarımız ilgili bakanlıklarımız ve kurumlarımız tarafından kontrol ediliyor. Burada psikososyal destek alanımız da var. Saymadığımız hizmet grubumuz varsa da zaman itibariyle burada saymıyorum. Son 1,5 saattir de bu gruplarla birlikte çalışmış durumdayız. "Çalışmalar sonucunda değerlendirmelerde şunu görüyoruz. İhbar hattımıza çatlaklarla ilgili ne var diye baktığımızda, 172 ihbar almış durumdayız. Silivri Devlet Hastanesi gündeme gelmişti, yapılan çalışmada uzmanlarımız binanın kullanılabilir olduğunu bize bildirdi. Sağlık hizmetlerimiz orada da devam edecek. Bahçelievler'de 2 bina tahliye edildi. Avcılar'da bir caminin minaresi yıkıldı. Sağlık Bakanlığı'mızdan aldığımız bilgiye göre de 28 kişiye müdahale edildiği, bunlardan sadece 2 yaralımızın kırıklar sebebiyle hastanede olduğu, belki de uzun süre kalabileceği, 2 kişinin de gözlem amaçlı hastanede olduğu belirtildi. Uzun süre kalabilecek dediğimiz vakalar panik sonucu yaşanmıştır. "Toplanma alanlarına baktığımızda, 98 spor tesisi açık alanımız, 700 okul bahçemiz, 2864 park ve bahçe alanımız mevcut. Toplanma alanlarında herhangi bir şey olduğunda vatandaşlarımızı buraya alıp ilgili tahliye ve barınma alanlarına alıyor olacağız. Okullarımız ve kamu binalarımızın yüzde 92'sinin büyük bir depreme hazır olduğu görülüyor. Bunlar barınma alanlarıdır aynı zamanlarda. Yarın itibariyle de, sadece bu 5,8 değil, tüm Türkiye'deki hazırlığımızı gözden geçirmek üzere tüm hizmet gruplarımızı görevlendirmiş bulunmaktayız. Bu toplanma alanlarının nerede olduğunu e-devlet'e girdiğinizde öğrenebilirsiniz. E-devlet hesabı olmayanlar için de web'den görülebilmesi için kolaylık sağlanmasını hedefliyoruz. "Yarın okullarımızı tatil etmemizi gerektiren herhangi bir bulguya rastlamadık. "Panik oluşturabilecek haberler hiçbirimize fayda sağlamayacaktır. Haber niteliği teşkil edebilir ama bir vatandaşımızın burnunun kanamasına, hayatını kaybetmesine sebep olabiliriz. Panikleyecek hiçbir şey yok, rahatlatıcı ve hizmet gruplarımızın daha sağlıklı çalışabilmesi için eğitici faaliyetlere katkı verebilirseniz... "Tüm bireylerden ve ailelerimizden şunu rica ediyorum: Kendi evinizi, yuvanızı, okulunuzu, sınıfınızı, yurdunuzu, kamu binanızı ve çalıştığınız yeri afete hazır mıyım sorusunun cevabı evet olana kadar hazırlıklarınıza devam edin." Read the full article
0 notes