Tumgik
#kimse ev değildir
femmelunee · 2 months
Text
Tumblr media
266 notes · View notes
Text
Kimse ev değildir.
85 notes · View notes
sahafbey · 2 months
Text
Kimse ev değildir...
74 notes · View notes
yasemin87 · 1 month
Text
BOŞANMAK
Ben 20 yıldır eşinden ayrılmış bir bayanım.
Neden mi ayrıldım?
İşte sorun burada...
Ben bunu ne eşime, ne aileme 20 yıldır anlatamadım.
Sanılıyor ki boşanmak için dayak yemem lazım.
Kafam gözüm yarılmalı elim kolum kırılmalı.
Yanda aç kalmalıyım, açıkta kalmalıyım
üstüm başım perişan olmalı.
Aldatılmalıyım, ortada kalmalıyım.
Bende öyle değildi...
Ben babasız büyüdüm.
Annemi gördüm.
Bizi nasıl baktı büyüttü, nelerle baş etmek zorunda kaldı.
Bir evin hem anası, hem babası nasıl olunur ondan öğrendim ben.
Evliliğimin 8. yılında farkettiğim şey ben de annem gibiydim.
Bir evin hem erkeği hem kadını. Oysa evlilik müştereklikti.
Bunu eşimle konuştuğumda kızdı dalga geçti, anlamadı.
Ona göre o görevlerini eksiksiz yapıyordu, ben de yapmalıydım.
İşte burada benim için uykusuz geceler başladı.
İlk düşündüğüm, madem bu kadar şeyi tek başıma yapıyorum, o zaman benim bir erkeğe ihtiyacım yok dedim.
Bu da eşime olan saygımı kaybetmeme sebep oldu.
Saymadığınız birisini sevemiyorsunuz.
Bambaşka biri oluverdim.
Bir yere mi gitmek istiyorum, gidiyorum.
Bir şey mi almak istiyorum, alıyorum.
Konuşmak mı istiyorum, konuşuyorum.
Bunun için kimseden izin istemiyorum.
Bu eşimi deli ediyor.
Ona göre ona sormalı, izin istemeliyim.
Doğrusu bence de bu, ama bir kadın her şeyi tek başına yapıyorsa bunları da yapabilir.
İşe gidip geliyorum.
Gecenin bir köründe metrolarda, otübüslerde sarhoşlarla baş etmek zorunda kalıyorum.
Eve geliyorum yemek bulaşık tam bitiyor,
bir de kocanın keyfi.
Kadınım ya!
Ama yan komşumda bir akşam 10’a kadar oturamıyorum çünkü kocası var, ama metro otübüs duraklarında elin serhoşlarıyla oturabilir, yolculuk yapabilirim.
Evde aynı filmi bile birlikte bakamıyoruz.
Aynı şarkıyı birlikte söyleyemiyoruz.
Ya biz dans bile edemiyoruz.
Ya belimi incitiyor, ya ayağıma basıyor.
Ya da sadece sağa sola dönüp duruyoruz.
Az kıvırsam sen dansöz müsün?
Gülsen o ne o***pu musun?
Ciddi olsan kadın kadın değil, 12 ayak buzdolabı.
Ulan ben ne olacağımı şaştım.
Eşimin istediği gibi olayım yuvamda huzur olsun derken bir de baktım ben yittim.
Öyle ruhsuz kişiliksiz bir ucube oldum çıktım.
Hayır dedim, ben ben olmalıyım.
Ben oldum ama eşim beni istemedi.
Ben de onun istediği gibi olamadım.
O da benim istediğim gibi olamadı.
Boşandık...
Şimdi ben kötü müyüm?
Ya da eşim mi kötüydü?
Boşanmak için birinin kötü mü olması gerekiyor?
Ya da evlilik için iyimi olmak gerekiyor?
Hani uyum?
Hani paylaşmak?
İnsanlar vardır balık ruhlu maviyi sever,
derinliği sever, sessizliği sakinliği sever...
İnsanlar vardır kartal ruhlu, uçmayı sever, yüksekliği sever, gücü sever...
İnsanlar vardır kurt gibi sürüyü sever, geceyi sever...
İnsanlar vardır her biri bir başka renk,
bir başka şarkı, nota...
Düşünsenize kalabalığı ve şamatayı seven biriyle sesizliği yalnızlığı suskunluğu seven nasıl bir araya gelir, nasıl mutlu olur?
Eş demek bir ömür demek, bir hayat birlikte yürümek demek.
Yanlış insanla doğru yolda gidilmez.
Şimdi dönüp geriye baktığımda bir suçlu aramıyorum, kimseye kızgın ya da kırgın değilim.
Biz sadece farklı insanlardık.
Hem de çok farklı.
Bunu söylediğimde sen kocanı hala seviyorsun belki bir gün gene barışırsınız diyorlar.
Gülüyorum...
Evet kızgın değilim, ama bu onu seviyorum demek değildir.
Ben kendimi seviyorum.
Kendime olan saygımı korumaya çalışıyorum.
Sevgi geçmişin acıları ile değil geleceğe
olan umut ve güvenle yaşar.
Bu gün bakıyorumda evlilikler hala aynı
temeller üzerine kuruluyor.
Ve aynı yanlışlardan dolayı yürümüyor.
Beyler, Hanımlar...
Artık 21 yüzyılda yaşıyoruz.
Kimse kimseye ne muhtaç, ne köle.
Hayat yolunuzu çizin ve çizdiğiniz yola girenlerle devam edin.
Başka yoldakilere göz atmayın, yolundan etmeye kalkmayın.
Bir gün, bilemedin üç beş gün gider o yolu sizinle, sonra sıkılır kendi yoluna döner.
Hanımlar hiç kimse sizi doyurmak, taşımak korumak kollamak zorunda değil.
Bundan vazgeçin artık.
Kocam değil mi? mecbur demeyi bırakın artık.
Beyler hiç bir kadın sizin özel zevklerinizin hizmetçisi egolarınızın hamalı değil.
Karım değil mi görevi, yapacak! ayaklarını bırakın artık.
Önce insan olarak sayın birbirinizi.
Sevgi zaten saygıyla gelir.
Sahip değil yoldaş olun.
Hepinize iyi günde, kötü günde bir ömür mutluluklar diler sevgi ve saygılarımı sunarım.!
Güzide Güleç
Tumblr media
34 notes · View notes
mnsrykt · 8 months
Text
"Herkes mezhebine sahip çıkabilir ama onlar bizim oyuncağımız değildir. Mezhepler okulumuz, tarikatlar aile ocağımız gibidir. Nasıl ki dışarıdan eve gelen bir çocuğun üstünü başını annesi temizler; biz de din konusunda çocuğuz ve büyüklerimiz olan şeyhlerimiz ufak tefek ayarlarımızı düzelten anamız düzeyindedir. Kimse ailesini vatan kabul etmemeli ama ailesinin yanına da tehlikeli ve yabancı yanaştırmamalıdır."
37 notes · View notes
bitmissinmercann · 3 months
Text
Kimse ev değildir.
10 notes · View notes
gunisigi28 · 3 months
Text
Belirsizlik aslında her şeyden çok daha korkunç değil midir? Düşünün evde tek kaldınız küçük bir çocuksunuz ve yanlışlıkla annenizin en sevdiği bardağı kırdınız. Ne hissedersiniz? Eğer anneniz sakin narsist bir anne değilse pek de aklınızı kurcalamaz fakat tam tersi ise eminim kafayı yersiniz. Belirsizlik bütün ihtimalleri barındırır içinde, korku,heyecan, üzüntü,nefret, şaşkınlık.. Belirsizlik bir karadelik gibidir. Sonsuzdur. Ucu bucağı yoktur ve sizi içine çeker. Sürekli aklınızı rahatsız eder. Fakat anneniz eve gelir ve size kızsa bile rahatlarsınız. Çünkü artık belirsizlik yoktur ortada bir olay vardır ve bu olay sonucunda gerçekleşen bir sonuç vardır. En kötü ihtimal bile belirsizlikten daha iyidir her zaman. Bir arkadaşınızın vefat ettiğini öğrenmek mi yoksa arkadaşınızın bir anda ortadan kaybolması veyıllarca haber alınamamaması mı? Seçim sizin. Fakat kendinizi var olan karakter yerine koyduğunuz zaman kesinlikle durumu daha iyi kavrarsınız. Bir örnek vermek istiyorum..
"Küçüğe acıyıp acımadığımı sordun, değil mi? Cevabım, artık acımıyorum, olacak. Çünkü bu zor gelse de, cezalandırıldığı andan itibaren içi rahatlamıştır. Asıl dün mutsuzdu, zavallı atı kırıp ocağa attıktan sonra evdeki herkes onu ararken, her an, her dakika bulunacağı korkusuyla yaşıyordu. Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar korkunç değildir. Kızımız da cezası kesinleşir kesinleşmez hafifledi. Ağlaması seni şaşırtmamalı, bu sadece bir boşalmaydı, önceden baskı altında içinde duruyordu. İçte tutulan gözyaşları akıtılanlardan daha acıtıcıdır. O eğer çocuk olmasaydı veya içini en gizli noktasına kadar görme olanağımız olmasaydı, inanıyorum ki aldığı cezaya ve döktüğü gözyaşlarına rağmen, dün olduğundan çok daha hoşnut olduğunu görürdük. Oysa dün, görünürde kaygısızca ortalıkta dolaşıyordu ve kimse onu suçlamıyordu."
Yazı Stefan Zweig'in "Korku" adlı kitabından alınmıştır. Sayfa 45. Türkiye İş Bankası Yayınları. Kitabın konusunu da aşağıya bırakıyorum.
Evli ve iki çocuklu Irene Wagner, varlıklı bir avukatın eşidir. Hizmetkârların ve dadıların her işi gördüğü evinde geçirdiği tekdüze hayatın onu tatmin etmediğini bir davette genç bir piyanistle karşılaşınca anlar. İdeal aile gibi görünseler de bu yüzeyin altında, sırlar, tatminsizlikler, hatalı kararlar yatmaktadır.
9 notes · View notes
aynodndr · 3 months
Text
Tumblr media
LÜTFEN DİKKAT
OKUMANIZDA FAYDA VAR.
Geç bir vakitte, Messenger’e gelen mesajı ve mesajı gönderen kişiyi görünce, ekranın karşısında kala kaldım.
Mesaj yazan daha on beş, on altı yaşlarında küçücük bir kızdı ve “Benimle arkadaş olur musun?” diye yazmıştı.
Tekrar şaşkınlıkla saate baktım.
Bu saatte, bu kızın yatağında olması gerekmiyor muydu?
Onu sosyal medyada arkadaş aramaya kadar iten yalnızlık nasıl bir yalnızlıktı?
“Merhaba kızım.” dedim. “Öncelikle yaşını öğrenebilir miyim?”
“On beş.”
“Ben kaç yaşındayım, biliyor musun”
“Hayır bilmiyorum.”
“Ben de elli yaşındayım ve hemen hemen senin kadar bir kızım var. Kusura bakma ama böyle geç bir saatte, internette arkadaş aramana çok şaşırdım.”
Önce bir süre cevap gelmedi.
Ardından “Ben çok yalnızım.” diye yazdı.
Bilmiyorum neden ama o anda içim acıdı.
Ben kalabalığı da yalnızlığı da çok iyi bilirim. Gel gelelim, bir çocuğun kendini bu denli yalnız hissetmesi bana çok farklı gelmişti.
“Annen baban neredeler?”
“Uyuyorlar.”
“Peki, sen neden uyumuyorsun?”
“Konuşmak istiyorum.”
“Ne üzerine?”
“Fark etmez. Ne olursa artık.”
Bu sefer de ben sustum bir süre.
Ne yazayım diye kara kara düşündüm önce.
“Annenle ve babanla konuşsan daha iyi olmaz mı kızım? Bak bu saatte, sosyal medya da, karanlık sokaklara benzer. Karşına kimin çıkacağı belli olmaz. Belki sana yaşlı bir adamın abartısı gibi gelecek ama inan seni üzerler.”
“Ben de çok isterim annemle, babamla konuşmayı ama onların hiç vakitleri yok ki. Hep çok yoğunlar. Hep gelenimiz gidenimiz var. En ufak bir şey sormaya kalksam, kızıyorlar bana. Mesela bugün okulda bir çocuk beni merdivenlerden aşağı itti. Sonra da küfür ederek yanımdan geçti gitti. Okuldan eve gelir gelmez bunu anlatayım istedim ama annem telefonda arkadaşıyla konuşuyordu, babamsa bilgisayarının başındaydı. Konuşamadım. Sustum.”
Sohbet derinleştikçe, karşımdaki zavallı kızı daha iyi anlıyordum.
Adını hatırlamıyorum. Bir yazardı sanırım. Şöyle demişti.
“Yalnızlık, yanında kimsenin olmaması değildir. Yalnızlık, yanında seni dinlemeyenlerin, anlamayanların ve sevmeyenlerin olmasıdır.”
Kız gerçekten çok yapayalnızdı.
Yoksa neden gecenin en karanlık saatlerinde, içinde bir umut kırıntısıyla, arkadaş peşine düşsün?
İyi de,
Ya ona denk gelen ben değil de, başka biri, başka niyetleri olan bir herif denk gelseydi. Ve kız da o herife inansaydı, onunla sohbet etseydi, hatta daha da ileriye gidip buluşmaya, görüşmeye kalksaydı.
Aklıma küçücük yaşlarında tecavüze uğrayan, işkence gören ve öldürülen kızlar geldi.
O kızların gözlerini hayal ettim.
Umutlarını, düşlerini, gülüşlerini düşündüm.
Sanki kalbime bıçak saplanır gibi oldu.
Ya bu kız da…
“Ah güzel kızım. Seni anlıyorum. Yalnız şunu unutma lütfen. Benim yaşımda olan erkeklerin seninle paylaşacak çok şeyi olmaz. Hele de bu kirlenmiş, kimin ne olduğu bilinmeyen, kötülüklerin fır döndüğü sosyal medyada hiç olmaz. Senden ricam, lütfen şimdi yatağına git ve güzelce uyu. Yarın sabah uyandığında annene ya da babana bu gece benimle yaptığın sohbeti anlat…”
Sözümü kesti.
“Hayatta olmaz. Çok kızarlar bana.”
“Kızsınlar” dedim. “Sen yine de anlat. Onlara de ki, Tamer amca diye biriyle tanıştım. O bana dedi ki ‘Bütün işler bekler ama çocuk kalbi beklemez.’ Ve selamlarımı ilet.”
Durdu, düşündü ve “Tamam söz söyleyeceğim.” dedi.
Birbirimize iyi geceler diledik ve ayrıldık.
Sonra bir haber alamadım.
Baktım hesabını da kapatmış.
Şimdi nerededir, kiminledir, hala yapayalnız mıdır?
Bilmiyorum.
Bildiğim tek şey var.
Bu yüzyılın asıl bahtsızları çocuklarımızdır.
Onlar boyunlarından büyük bedeller ödeyerek büyümeye çalışıyorlar.
Sevgisiz bireyler, sevgisiz toplumlar, şiddet, ölüm, savaş, tecavüz, taciz, hastalıklar, ekonomik sıkıntılar, internet, telefon, bilgisayar oyunları, tüketim çılgınlığı ve kalabalık yalnızlıklar.
Onlar,
O çocuklar yürekleri ağlaya ağlaya büyüyorlar.
Neresinden tutacağız, neresinden tutup da çocuklarımızı düştükleri yerden kaldıracağız?
Kimse bilmiyor.
Ve bilmemek bizi dirhem dirhem öldürüyor.
N’olur, çocuklarımızı gece yarıları kimseye “Benimle arkadaş olur musun?” yazdıracak kadar yapayalnız bırakmayalım. Varsın paraları, işleri, güçleri, evleri, kredileri, taksitleri, dolarları, altınları onların olsun. Hepsinin canı cehenneme..!🙏🙏💖💖
Yadigâr Gidici
7 notes · View notes
yurrtssuz1i · 3 months
Text
Kimse ev değildir.
9 notes · View notes
femmelunee · 1 month
Text
Tumblr media
125 notes · View notes
dolunayysurat · 3 days
Text
Kimse ev değildir
2 notes · View notes
hivronrojger · 8 days
Text
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıktan yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin.
Düşündüm: "Gökte herkesin bir yıldızı olduğu doğruysa, benimki çok uzakta, karanlık ve pek önemsiz bir şey olmalıdır. Belki de benim hiç yıldızım yok!" Dünya, ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum.
Çıplak tenimi soğuğa teslim etmiş, kendi kendime dolanıyordum. İşte bu sırada delirdiğim düşüncesi aklıma geldi. Kendime, bu yaşama gülüyordum. Biliyordum ki dünyanın bu büyük tiyatrosunda, herkes, ölüm gelip çatana dek bir tür oyun oynar. Ben de bu oyunu önüme almış, oynuyordum.
Uyumak, bir daha uyanmamak istiyorum, rüya görmek de istemiyorum.
Hayat bana tek ve değişmez bir mevsim oldu hep. Bu hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti adeta, öyle ki bağrımda hep aynı alev vardı ve o beni bir mum gibi eritti.
Bazı kimselerin ölümle savaşı daha yirmisinde başlar; birçokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler.
Ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim? Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için.
Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. Hayatın derinlerinden seslenir, yanına çağırır bizi. Ve biz, henüz insanların dilini bile anlamadığımız yaşlarda, ara sıra oyunlarımızı yarıda kesiyorsak, bunun nedeni, ölümün seslenişini duymuş olmamızdır.
Kimse göründüğü kadar dayanıklı değildir. Sadece görünmeyen yangınlar, duyulmayan fırtınalar, gizlice çürüyen ruhlar vardır.
Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir. Duvardan doğru eğilmiş, yazdıklarımı oburca yutmak, yok etmek isteyen gölgeme.
Istırap, korku, dehşet ve yaşama arzusu, hepsi bitmişti bende. Tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu.
Lakin tek korkum; yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan..
Nedir günler, nedir aylar? Benim için bir önemi yok. Mezarda olan için zaman, anlamını kaybeder.
-Sevgili Sadık Hidayet, Kör Baykuş (En sevdiğim alıntıları)
2 notes · View notes
Text
Tumblr media
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılmaz bu dertler. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. Düşündüm, herkesin gökyüzünde bir yıldızı varsa, benim yıldızım uzak, karanlık, anlamsız olmalı. Belki de hiç yıldızım olmadı.İçimde müphem bir arzu: Bir deprem olsa da, bir yıldırım düşse de, sakin pırıl pırıl bir dünyaya yeniden doğsam? Azap çeken bir ruh gibi bekliyor, kolluyor, arıyordum, lakin boşuna! Dünya, ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum. Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Gönlümde düğümlenen bir şeydi bu ıstırap, bu kederli hal; kasırgadan az önceki havayı andırıyordu.
..
Kimse göründüğü kadar dayanıklı değildir.
2 notes · View notes
onderkaracay · 10 months
Text
Tumblr media
🗣️ Öğretmenlik
Cumhuriyetin yetiştirdiği öğretmenler Atatürk'ün istediği gibi halka yakın olmadılar.
Halka tarikat cemaat ve imamlar yakın oldu ve halkın çocuklarını bu boşluğu ele geçirerek kullandılar.
Bugün imamlar okullara kadar dayandılar öğretmenlerin elinden mesleklerini alıyorlar.
Bir gün öğretmenlik tamamen kalkar ise kimse şaşırmasın.
Bu toplum yaşananlara sessiz ve korku içinde adeta destek veriyor.
Öğretmenlik bencillik değil toplumsal bir görevdir.
Çocukların kafalarını bilgi ile doldurup maaş almak ev geçindirmek kendi çocukları için iyi bir yaşam sağlama işi değildir öğretmenlik.
Bu suçun tamamı öğretmenlere ait değil. Siyasi baskılar, başka niyetlere hizmet eden müfredatlar da öğretmenlik mesleğini rayından çıkardı.
Bugün öğretmenlik siyasi bir meslek oldu.
Yönetim kademesine gelmiş her öğretmen siyasetin (iktidarın) okul kolu görevini yapıyor.
Yüzleşerek iyileşeceğiz.
Öğretmen deyince benim aklıma köy enstitüleri öğretmenleri ve onların etkisinde kalan öğretmenler gelir. Bugün öğretmenlik yok bir geçim kapısı öğretmenliği söz konusu.
Baş öğretmeni Atatürk olmayan her öğretmen oturup aynada kendine bir bakmalıdır öğretmenliğin gereğini hakiki bir şekilde yapabiliyor muyum diye?
Toplumunda nasıl bir öğretmen istediği çok daha önemli.
İmamlar okullara öğretmen olarak atanmaya başladı. Öğretmenlik elden tamamen gidiyor. Ne toplumdan ne öğretmenler arasından biri çıkıp bu rezalete itiraz etmiyor edemiyor. Maaş ağır basıyor.
Oysa Atatürk bu vatanı ve Türk ulusunu kurtarmak için tüm makamlara veda ederek mücadele edip başarıya ulaştı.
] Önder KARAÇAY [
9 notes · View notes
arvenim · 1 month
Text
Kimse ev değildir.
2 notes · View notes
1sairbisikletle · 1 month
Text
Meursault'la Konuşmalar 25
Geçen gün ev süpürme öncesi odamı toparlarken aynanın önünün ne kadar karıştığını fark ettim. Daha doğrusu odada olduğum her gün her dakika farkında olduğum, sinirimi aşırı bozan düzensizlikle nihayet ilgilenecek bir modda buldum kendimi. Ayna boy aynası dolayısıyla önündeki kısım da yerden bir karış yukarıda. İnanılmaz toz oluyor ama odamda bunları koyacak başka yer de yok. Birkaç yıla evleniriz diye derme çatma kurduğumuz ve yıllar içinde bir türlü düzeni oturmayan öğrenci evimizde her şey gibi kremlerimi vs. de idareten yerleştirmiştim oraya zaten. Bu oda önceden kullanılmıyordu, annemler gelince yatılacak bir odaya dönüştürdük, biraz ablam kaldı sonra o diğer odaya geçince ben burayı sahiplendim. Hiç rahat değil yattığım yer ama evde bana ait bir alan kalmaması beni o kadar boğmuştu ki buna mecbur kaldım. Bunun da beni ne kadar öfkelendirdiğini seansta kabullendim, sonra doktor bu odayı kendime ait bir alana çevirmem için söz verdirdi bana. Dolayısıyla burası zaten bütün alanları ağzına kadar dolu bir oda. İki alan var, biri masanın kitap yığınlarından geriye kalan 30x120'lik boş alanı diğeri de o aynanın önü. Dolayısıyla oraya mecburum. Neyse.
Toz alırken bir gayret giriştim, her parçanın üzerinde biriken tozu tek tek sildim sonra yıllar önce cüzdan alırken kendime hediye paketi yaptırdığım için evde olan kutuyu vitrinin altından çıkardım içini oraya koydum, kutuyu da aldım ayna önü kozmetik kutusu yaptım. Hiç pratik olmadı ama aynanın önü düz değil boşluklu olduğu için hiçbir şey dengede ve düzende durmuyordu, şimdi en azından bir yerleri var ve düzenli görünüyorlar.
Tumblr media
Geçen gece gözümün biri uykuda diğeri açıkken aniden çiğköfte çekti canım ki hiç tükettiğim bir şey değildir. Uyuyamadım isteğimden. Tuttum sipariş verdim, gelince yataktan çıktım ağzıma bir tane atıp uyudum. Pisboğazlığımın depresyon aşağılara indikçe yukarı çıkması tesadüf mü, elbette değil.
Ramazanın başından beri 3,5 kilo vermişim gibi görünüyor. Spora devam ediyorum, onun etkisi muhtemelen ödem falan ondan bu kadar çok. Gerçi evdeki tartı güvenilir değil, belki de vermedim, hiç bilmiyorum.
Kızın biri geçen tivitırda kıvırcık nane çayı övmüştü, doktoru önermiş falan, biraz araştırıp influence oldum ve sipariş verdim. O arada chado'nun aylık sürpriz çay kutularına da abone oldum. Kimse bana hediye almadığı için kendime böyle sürprizler yapıyorum mecbur. Bu ayın kutusu geldi dün, çok tatlı ama içindekileri demleme ve keşfetme konusunda en ufak heves yok. Bir de çıkarıp demlemeye kalksam annem parayı boş şeylere harcadığım konusunda bir saat konuşacak. Otuz yaşında olmam ve yakın zamana kadar tek başıma evi çekip çeviriyor olmam dışında sorun yok. Kıvırcık çayı da üç gündür içiyorum inşallah vadedildiği gibi bir etkisi vardır.
Hiç çalışamıyorum. Sabah kalkıyorum akşama kadar kendimi bir şeylerle oyalıyorum. Akşam olsun diye bekliyorum sadece. Akşam çalışırım diyorum o da yok. Biliyorum bu bir lüks, çalışmama lüksüm var gibi görünüyor ama aslında sadece kaygım aşırı yüksek olduğu için böyleyim. Yoksa işler yığılıyor ve ay sonuna kadar bitirmezsem sonu hiç iyi olmayacak. Bir an önce kendime gelmem gerekiyor. Ben hiç böyle olmazdım, oruç açlık susuzluk konusunda çok etkilemediği için günlük rutinlerim pek bozulmazdı uyku dışında. Geldiğim hale bak.
Bugün çalışmamak için iftara bir saat kala temizlik videoları izlemeye başladım. İnsanlar leş gibi evleri çiçek gibi yapıyor kendilerine ait bir hayat kuruyorlar. Ben ise temelde bizim olan bu evi bir gram bile kendi evim yapamadım 8 yılda. Sebebi çok. Sonra yine "benim ne zaman kendime ait bir hayatım, evim, düzenim olacak" sorusu gelip bir yumru olarak oturdu boğazıma. Sonra ezan okundu çok şükür de soruyla baş başa kalışım yarıda kesildi.
Yıllar önce bir duvar yazısı çekmiştim, şöyle yazıyordu: Boş ver dün de sevilmemiştin. Bu ara aklımdaki sonsuz düşünceler hep bununla son buluyor: Boş ver dün de sevilmemiştin.
4 notes · View notes