Tumgik
#paris aşıkları
solankent · 2 years
Text
ahmetözbek #aydınlık #izlekler
BİR LEOS CARAX BÜYÜSÜ: "Köprü Üstü Aşıkları"
"Fransız Devrimi'nin 200. yıl kutlamaları için restore edilmeye başlanan Paris'in en eski köprüsü olan Pont-Neuf, sokağa düşmüş alkolik bir eski sirk cambazı Alex, Başarısız bir ilişkinin ardından çektiği üzüntünün giderek körleştirdiği güzel ressam Michèle ve yaşlı eski bir müze bekçisini buluşturur. Bu, yetenekli insanların içinde var olduğu tuhaf bir sokak trajedisidir"
/Çürüyen bir toplumda sanat, eğer dürüstse çürümeyi yansıtmalıdır ERNST FISCHER/
Leos Carax, her ne kadar "Fransız yeni dalgası"nın değişen dönemle birlikte, 'birkaç adım ileriye gitmiş' bir versiyonu olarak anılsa da, insan trajedisinin kapitalizmle olan bağlantısı konusunda dolaylı göndermeler yapan 'bağımsız' bir yönetmen. Sanat dünyasını ciddiye almayan, canı istedikçe film çeken, ama her çektiği filmle de geleneksel yapıyı darmadağın eden bir görüntü çiziyor.Aslında, bazen sanat yapıtı can acısı, yürek yarası olabiliyor. Hele kapitalist dünya, vicdan ve etik yasalarını kendi kurallarına göre düzenliyorsa. Bu, gelişmiş dediğimiz ülkeler için de böyle. Kurmaca eğer gerçek dünyanın bir yansıması ise, bir sanat yapıtı da dünya düzeni, sanat ve vicdan konularına dolaylı bir biçimde ışık tutabiliyor, insanın; kendi emeği/yaratıcılığı, psikolojisi ile yüzleşip yere serilişini, acı, karamsar ve katı gerçeklikle sert bir tokat gibi yüzümüze çarpabiliyor. Leos Carax, deneysel, kavramsal ve de kuralları alt üst eden; doğrusu da sinema dünyasını, ödülleri, ödül törenlerini takmayan, ama gösterişli parıltilıarı da utandıran bir sinemacı. Kanımca da bir dahi. Kendisine yakınlığı bilinen Triffaut'dan ve diğer yönetmenlerden sadece teknik ve anlatım dili konularında akademik bilgiler almış, ama kalbindeki ve beynindeki vurucu anlatımların basamak basamak yükselen seslerini, kendi bireysel yaratım sürecine saklamış.Bizdeki biçimcilik, yapısal anlamda Türk sinemasının en eksik yönü. Bundaki önemli etken bence tek sesli eğitim biçimlerinin kısıtlayıcı ögeleri. Bugün üzerinde durmak istediğim film, Les Amants Du Pont-neuf (Köprü Üstü Aşıkları) .Carax bu filmi 1991 yılında henüz 31 yaşındayken çekmiş. Kıskandırıcı bir iş başarmış ve de. Sözünü etmiştik, onarımdaki bir Paris köprüsünün sokakta sabahlayan müdavimlerinin hemen hepsinin freudyen problemlerle, sanatsal yaratımin acılarıyla tanışık olmaları bir can acıtıcı bir rastlantı…belki de değil. Bazı bilinmedik şeyler, birtakım insanları bazı tuhaf girdaplarda buluşturabiliyor. İçsel acıların dışa vurumunu siz Ravel ile de anlatabilirsiniz Orhan Gencebay'la da. Ancak, dolaylı bir üst sinema dilinin, yaratımın ve yeteneğin ya da derin düşünmenin acısının yaraladığı insanları anlatma ustalığı, Dostoyevski kahramanlarına benzeyen kişiliklerin, hep 'hastalıklı bir üst düzey yapı içeren görüntülerle anlatılması büyük bir saygı uyandırıyor insanda. Bu filme yoğunlaşmamın nedeni, kapitalizm, sanat, insan acısı ve insan ruhunu yok eden bir zulüm dünyasına bakışımızdaki paralellik yönetmenle. Michele, sosyal yapı anlamında belki üst sınıftan genç bir kız, ama kalbi de burjuvazi nimetlerini yutmaya engel bir duyarlıkla örülü. Kayıp bir aşk hikayesi, belki bütün dahilerde görülen uzlaşmazlık bilinci, onu durmadan görme yeteneğini yitirmekte olan gözlerine rağmen, sanatsal yaratımı da terk etmeksizin, bu sefalet mekanına taşımış. Kendisi bir ressam. Alex alkole de meyletmiş bir eski risk cambazı. Üçüncü kişi de eski bir müze bekçisi…Sanatla çok fena tanışmış ve dünyası alt üst olmuş. Öncelikle pek iyi anlaşamayan bu üçlü, sonunda aşkın, sefaletin ve özellikle farklı olmanın kayıp büyüsü ile birbirlerine bağlanacaktır. Ben buradaki anlatım dilindeki bir anlamda serseriliğin zaten dünyaya tanıklık etme cesareti taşıdığı düşüncesindeyim. Alanı resim olan bir insan olarak da her ne kadar resimsel görüntü ikinci planda da görünse, kahramanların giysi renklerinden çekim açılarının tutarlılığı konusuna kadar bu filmde resimsel bir görüntü eksikliği görmedim. Sonuçta dışa vurumculuğun görüntü ve renkleri, 'izm'lerden arınmış renkler çılgınlığına uzanıyorsa da, bu kontrastlardan rahatsızlık duymadım.İhtiras ihtirastır işte. Aşk da süslü salonlardan çıkmış, kanamalı yaralarını sarmaksızın üst bilinç, alt yaşama biçimiyle sarmaş dolaş olmuş ve acılı insanların dünyasına tuhaf bir biçimde gelip konmuş. Paris,eğlencenin karanlığın sefahat ve süslü mekanlar sergilerinin ortamı olabilir de, sanat işte tüm içselliğiyle, tekmelenmiş, yaralı, aç insanların kalbinde daha acı ama daha anlamlı yeşeriyor. Ben bu filmi yirmi yıl gecikmeli olarak izledim. Siz daha fazla geç kalmayın
Ahmet Özbek
0 notes
yeryuzugokyuzu · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Léon Herschtritt: Les amoureux de Paris, 1960
18 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 2 years
Text
Claudine Monteil / Gerçek bir feminist iyi yemekler yiyendir
Tumblr media
Fransa'daki kadın hareketi öncülerinden Simone de Beauvoir'ın yaşamının son yıllarında yanında olan Claudine Monteil, izlerimlerinden ve bu etkileşimden yararlanarak 12 kitap yazdı. Aralarından sadece “Özgürlük Aşıkları” Türkçeye çevrildi. Monteil, "Beauvoir iyi yemeklere düşkündü, bizi de pahalı lokantalara götürürdü" diyor.
Henüz anne karnındayken feminizmle tanışmış Claudine Monteil. Bir akademisyen olan annesinin 1948 yılında Claudine'e hamileyken, Simone de Beauvoir'ın "İkinci Cins" kitabını okuduktan sonra kendini artık yalnız hissetmediğini anlattığı 'özgür kadın' ideallerini dinleyerek büyümüş. Ve hep bir idol olarak gördüğü Simone de Beauvoir'ın kapısını çaldığı 1968 yılının baharında ise 20 yaşındaymış. Beauvoir ise 62. Beauvoir'la yaşamının son yıllarında yakın dostluk kuran Fransa'nın önde gelen kadın hakları aktivistlerinden Claudine Monteil, "Fransız Baharı 2006" etkinlikleri çerçevesinde Fransız Kültür Merkezi'nde Beauvoir üzerine bir söyleşi yaptı. Kültür merkezinin bahçesinde sohbet sırasında yediği brownie'den ısrarla ikram eden Monteil, o yılları şöyle anlattı; "Beauvoir, 'İyi bir feminist, iyi yemekler yiyendir' derdi. Biz parasız birer öğrenciyken bize Paris'in en iyi lokantalarında yemek ısmarlardı." Bu yıl Paris Belediyesi tarafından Saint Nehri üzerine kurulacak yeni bir köprüye de Simone de Beauvoir adının verileceğini söyleyen Monteil, bunun Fransa tarihinde Paris'te bir kadının adını taşıyacak ilk köprü olacağını da hatırlattı. Batı'da kadın hakları konusunda ilk büyük adımları atan yazar olarak tanıdığımız Simone de Beauvoir'la tanışmak sizin için büyük bir şans gerçekten... İlk tanıştığınız günü hatırlıyor musunuz?  - Fransa'daki kadın hareketleri 1968 öğrenci hareketleriyle başladı. O dönemde siyasi partilere güvenmiyorduk. Çünkü hepsi erkekler tarafından yönetiliyordu. Cezayir'in Bağımsızlık Savaşı'ndan çıkılmıştı. Cezayirli kadınlar ülkelerinin bağımsızlığı için savaşmıştı. Savaştaki rolleri bittikten sonra ise evlerindeki görevlerine dönmüşlerdi. Sovyetler Birliği'ndeki kadınların şartlarının iyi olmadığını da biliyorduk. Bütün bu çerçeve Beauvoir ile karşılaşmamı anlatmak için önemli. Feminist hareketin en gençlerinden biriydim. Beauvoir benimle tanışmak istediğini söylemiş.  Beauvoir'ın dikkatini nasıl çektiniz acaba? - O dönemde işçi kadınlarla bazı çalışmalar yapmıştım, bunu duymuş olmalı. Bu arada ben Fransa'da bilimle uğraşan bir anne babanın kızıyım. Annem de akademik çevrelerde önemli bir noktadaydı. 1948'de evlendiklerinde babamın arkadaşları ona 'Evinin kadını olacaksın herhalde' demişler. O da 'Öneriniz için teşekkür ler ama hayır' yanıtını vermiş. Annem bana hamileyken Beauvoir'ın 'İkinci Cins' kitabını okuduktan sonra 'Yalnız değilim,' diye düşünmüş. Bunu tanıştığımızda ona da anlattım. 'İşte ben bu İkinci Cins'in çocuğuyum,' dedim, o da bana 'Yaramaz çocuksun yani' dedi. Hep bir Beauvoir hayranı olarak büyüdüm ve onun gibi heyecan verici bir hayatım olmasını istedim.  1968'in özgürlük rüzgarı eserken, Fransa'da genç bir kızın Beauvoir'dan etkilenmemesi düşünülemez herhalde..  - Evet, düşünün 20 yaşındayım, idolüm Simone de Beauvoir'ın kapısını çalıyorum. Bana tam saat 5'te gelmemi söylemişti. Tam 5'te geldim. Kapıyı kendisi açtı ve 'geç kaldınız', dedi. Korkunç bir çalar saati vardı, hep 7 dakika ileriydi.  Beauvoir'ın dakiklik takıntısı meşhurdur... - Evet, çünkü Sartre ve Beauvoir herkesin görüşmek istediği kişiler oldukları için yazmaya zaman kalmayacak diye korkarlardı. Ben de zaten korku içindeydim, bir de böyle karşılanınca iyice heyecanlandım. Ben bu görüşmeye yapacağımız eylemleri dinlemek için gitmiştim, ama o bana 'Fransız kadınları için ne yapalım,' diye sordu. Çok hızlı düşünen ve çok hızlı konuşan birisiydi. Ben de aynı süratte cevap vermem gerektiğinin farkındaydım. Eğer öyle yapmasaydım, hayalkırıklığına uğrayıp ilgilenmeyecekti. Beauvoir ile hikayemiz böyle başladı. Bu dostluk tam 16 yıl sürdü.  Onun dikkatini çekecek ne tür cin fikirler geldi aklınıza?  - O yıllarda Katolik dininin etkisiyle kürtaj bir tabuydu, kesinlikle yasaktı. Bir manifesto yazmaya karar verdik, bu ünlü manifestonun ismi de "343 manifestosu'' ydu. Çünkü 343 kadın imzaladı. Hiç kürtaj olmamıştım, ama dayanışmaya katılmak için ben de imzaladım. Kürtaj kelimesi de 24 saatte günlük hayatın içine girdi. Bir sonraki seçimlerde de yasak kalktı.  Toplantıları Beauvoir'ın evinde mi yapıyordunuz?  - Evet, her pazar günü toplanıp yapacağımız eylemleri konuşuyorduk. Çok sade bir insandı, ama güzel yemekler yemeyi severdi. Evde yemekleri hep çok iyi bir aşçı da olan, ressam kızkardeşi Helene yapardı. Beauvoir özellikle çikolatalı sufleye bayılırdı. Yemekten sonra kızkardeşine 'Sen gerçek bir burjuvasın' derdi. Lokantaya gittiğimizde de çok iyi yemekler ısmarlardı 'İyi bir feminist iyi yemek yiyendir' derdi.
Erkeklere hiç güven olmaz
Kadın hareketinde 35 yılda nereden nereye gelindi? Günümüzde bütün sorunlar çözüldü mü? - 1975'e kadar çok yoğun bir hareketti bu.. Her gün hakarete uğrayıp gülünç duruma düşürülüyor, fiziki zorlamalarla karşılaşıyorduk. O dönemde Fransız toplumunun bir duvar olduğunu ve o duvara çarptığımızı düşünüyorduk. Biz skandal yaratıcılar olarak görülüyorduk çünkü... Erkekler ve Fransız toplumu için ise hiç sorun yoktu. Bizim hareketimizde kadın sorunları yüksek sesle konuşulup topluma yayılmaya başlandı. Bugünse bütün sorunların çözüldüğü söylenemez. Kadın erkek arasındaki maaş farklılığı hala devam ediyor. Fransa'da tek sorun ücret farklılığıysa hemen gelelim... - Sadece bu kadar değil tabii... Savunma Bakanı çok saygı gören bir kadın ama çok az kadın milletvekili var. Parlamentonun sadece yüzde 13'ü kadın. Kadınların ekonomik özgürlüğü var, doğum kontrolü serbest ama Fransız toplumu parlamentoda daha fazla kadın görmek istiyor. Üniversitelerde de erkek öğretim üyesi sayısı yüzde 87'lerde.. Yani aşılacak çok uzun bir yol var. Ama 35 yıl geriye baktığımda büyük yol kat edildi. Yine de her an uyanık olmak lazım, çünkü kazanılan her hakkı kaybedebiliriz. Erkeklere hiç güven olmaz. Beauvoir'ın fikirleri günümüz gençliği için hala önemli mi? - Beauvoir'ın düşünceleri hala çok modern. 'İkinci Cins' kitabı hiçbir zaman günümüzde olduğu kadar çok başka dillere çevrilmemişti. Genç kadınlar isterlerse erkekler kadar heyecanlı bir hayatları olabilir. Sadece hayallerinin peşinden gitmeleri gerekiyor. Simone de Beauvoir bize hep şöyle derdi: 'Hiçbir şey kazanılmış değildir, özellikle kadın hakları. Bir ekonomik veya siyasi kriz anında kadın hakları sorgulanabilir. Bütün ömür boyu uyanık olmak gerekiyor.' Kadınlar hayatlarının kontrolünü kendi ellerine almalı.
Onlar özgür aşıklardı            
Simone de Beauvoir ile uzun yıllar kadın hakları uğrunda savaş veren Claudine Monteil'in Beauvoir ile Jean-Paul Sartre arasındaki ilişkiyi anlattığı 'Özgürlük Aşıkları' kitabı geçen yıl Can Yayınları tarafından Elif Gökteke'nin çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Beauvoir ile Sartre'ın yaşadıklarının büyük bir aşk hikayesi olduğunu söyleyen Monteil "Sartre'ın çok fazla metresi olduğu halde Beauvoir'a aşıktı. Beauvoir'ın zekası onu etkiliyordu. Yazdıklarını ilk ona okuturdu. Beauvoir da çok acımasız bir eleştirmendi. Eğer beğenmez ve 'Hepsini tekrar yazmalısın' derse, Sartre ona önce kızar, sinirlenir 'Senden nefret ediyorum' derdi, ama ertesi sabah kalkınca hepsini baştan yazardı. Simone de Beauvoir, Sartre'ın yazdıklarına bu eleştirileri yapabilecek tek kişiydi. Birbirlerine aşıklardı ama bu başka aşklar yaşamalarına engel değildi. Aralarında bir özgürlük anlaşması vardı."         
(Figen Yanık / 7 Mayıs 2006 / Sabah)
1 note · View note
Text
şimdi bu tumblr diğerlerinden biraz farklı, çünkü tekirdağ ankara paris arasında sıkışıp kalmış bir kenar mahallenin aşıkları var burada.
1 note · View note
bilmiyorsan-com · 7 years
Photo
Tumblr media
http://bilmiyorsan.com/sevgililer-gununun-tasarruflu-olani-makbuldur/
Sevgililer Gününün Tasarruflu Olanı Makbuldür
Birazdan okuyacaklarınız herkese hitap etmeyebilir ancak ekip arasında yaşananlar ele alındığından,
“Gerçek Olaylardan Esinlenilmiştir.”
Başlayalım;
Dünyada “Sevgililer Günü” adı altında kutlanan özel bir gün bulunmaktadır. Bazılarına göre bu çok gereksiz bir gün olsa da, her iki tarafta içten içe bu gün için ‘özel’ bir şeyler bekler. “Aman ne gerek var?!” demeyin. Emin olun, beklerler.
Ancak tıpkı Dünya genelinde olduğu gibi ülkemiz de ‘Fırsatçılar Ülkesi’ olması sebebiyle 14 Şubat demek ticari anlayışı aşmış olan insanlar için ‘aşıkları kazıklama‘ günü olarak tanımlanabilir.
Bu gün için özel planları olan çifte kumrular her geçen yıl deneyim kazanarak bir sonraki sevgililer günü için masaya yatırdıkları plan ve projelere dayanarak Şubat’a kalmadan Aralık sonunda harekete geçerler. Nasıl mı?
Madde 1 – HEDİYE
Heryerde kırmızı, kalpler fışkırmış, tüylü ve sevimli dekorların olduğu dükkanlar… Direk akla sevgililer gelir. Dükkanın önünden geçen kişiyi içeriden bir şeyler dürter ve dükkana doğru adımını atar. Dükkan sahibi hoş bir ses tonuyla “Hoş geldiniz” der. Karnında buluşturduğu ellerini hafifçe ovuşturup sizi ‘Sevgililer Gününe Özel’ indirimli bölüme yöneltir…
Ama bu arkadaş öyle acemi değil, yılların deneyimi var. Dükkan sahibine şöyle pis bir bakış atıp hızla uzaklaşır, o sadece Aralık ayında aldığı hediyenin fiyatını kıyaslamak için dükkana uğramıştır.
Madde 2 – YEMEK
Sevgililer günü aç geçecek değil ya, sevgilinin kalbine giden yol kesinlikle midesinden geçer. Bu yüzden birlikte romantik bir mekanda yemek planları akıllardan geçer. Romantik derken? Mum ışığı, klasik şarkılar, loş ışıklar, belki masada gül yaprakları, kalpler… Tabi yanında bir sürü çift, kikirdemeler, aşk fısıldaşmaları, hediyeleşmeler, vıcık vıcık tipler… O Sevgililer Gününe Özel menü de ne? O nasıl bir fiyat yahu?
Neyseki genç aşıklar bu işi çoktan çözmüştür. Sevgililer günü büyüsü bozulmasın diye kutlama yemeklerini bir veya iki gün önceden yemişlerdir. Onlar şimdi şaraplarını yudumlarken sıcacık evlerinde romantik bir film izliyorlar.
Madde 3 – OTEL
Bu sevgililer gününde farklı bir şeyler yapmak isterler ve baş başa romantik bir gece fikri akılları çeler. Hayallere dalınır; el ele şık bir otel kapısından girip o ‘romantik’ odaya doğru yola çıkılır. Eller sımsıkı tutuluyor, kalpler pır pır atıyor. Yatağın üzerinde taze gül yaprakları, baş uçlarında yanan kokulu mumlar, kalp şeklinde çikolatalar…
Çıkışta kol gibi fatura, yemek dahil değil, su içseniz 1 kilo kıyma parası!
“O parayla sonra yurt dışına çıkarız yahu!” diyerek çifte kumrular Sevgiller Günü sonrası o gece biriktirdikleri para ile tatile çıkarlar.
Madde 4 – ÇİÇEK
Taze aşk mı, ölümsüz aşk mı? Sevgilisini bir buket gül ile taçlandırmak isteyen beyfendinin gözlerine kırmızı kadife yapraklar dolar. Çünkü kırmızı güller pek çok işe yarar; karşı tarafı gülümsetir, yüzünü sevinçten pembeleştirir, hatta yüzüne kan getirir! Hoş bir öpücük ile ödüllendirilmeyi de sağlar.
Ama o gün alınacak çiçek yerine daha sonra sevgiliye MAC’ten ruj alınır. Gül kırmızısı rengi… Bu yüzden sevgiliye çiçek yerine, çiçekli bir çerçevedeki fotoğrafını hediye edilir. Ölümsüz en şık hediye…
Madde 5 – TAKI
Çiçek ölümlü ama takı ölümsüzdür, diyerek mücevher dükkanın önünden geçerken çok fena tahrik olunur. Sevgililer Gününe özel %50 indirim afişleri de cezbeder. İçeriye adım atılır ve dükkan sahibi hemen gülümser ve ışıldayan o takılara doğru yöneltir. Fiyatlar, indirimler havada uçuyor! Ama o ne ister; kalp mi ister, melek mi? Kalın zincir mi?
Bunlar inmiş fiyatlar mı?! Rahat olun, adam olayın farkında. Çoktan almıştır takıyı, o sadece adres sormak için Sevgililer Gününde dükkana girer.
Madde 5 – YURTDIŞI
Romantizmin, RO’ sundan bahsedilirken hemen biri bağırır: PARİS! Sevgililer gününde yurt dışı denilince hemen Paris hayalleri kurulur. Ancak uçak biletlerinden tutun kalacak otellerin de fiyatları çoktan tavan etmiştir. Uzun uzun Paris resimlerine bakılır ve Sevgililer Gününden bir veya iki hafta öncesine biletler alınır. Daha az parayla daha çok gezilir.
Sevgiller gününün tasarruflusu makbuldür, o gün dışarıda çok atraksiyon yapmayın, bekleyin sonra doya doya eğlenin.
Bir dost.
Sevgililer Gününüz Kutlu Olsun!
2 notes · View notes
beautyperrycom · 6 years
Text
L’oreal Paris Şeker Peelingleri İncelemesi
BeautyPerry.com BeautyPerry.com - BeauytPerry | Güzellik Periniz Peeling aşıkları, cilt bakımı yapmaya bayılanlar, yüzünü ışıltılı görmek isteyenler! Hazır mısınız? Sizleri L’oreal Paris’in şeker peelingleri ile tanıştırıyorum. Peeling zamanla ciltte oluşan ölü derinin ciltten temizlenmesi ve alttaki temiz, canlı ve sağlıklı derinin ortaya çıkmasını sağlayan bir tür maske uygulamasıdır. Cilde uygun güzel bir peeling, düzenli kullanımda sonuç verir. L’oreal Paris şeker peelinglerini inceleyecek olursak, içeriği […] L’oreal Paris Şeker Peelingleri İncelemesi yazısı ilk önce BeautyPerry.com üzerinde ortaya çıktı. http://dlvr.it/QVZG5X
0 notes