Tumgik
#sonra da kabuk oluyor
sarjimaz · 2 years
Text
alt dudağım şişmiş yine
3 notes · View notes
yasamaksarkisi · 10 months
Text
merhaba.
hayat beni iyi insanlarla karşılaştırdı. kendimi yakın hissettiğim insanlar var, biliyorum onlar da bana karşı böyle hissediyorlar ve bu müthiş bir his. az önce iki sevdiğim arkadaşımın yanyana oldukları bir fotoğrafı gördüm ve buna uzun zamandır şükretmediğimi fark ettim. hayat böyle deneyimlenince çok tatlı oluyor. yeni insanlar tanımayı da seviyorum, eskileri ile bağımı güçlendirmeyi de. ilişkiler kesinlikle beni besleyen yerler, öyle değilse uzaklaşıyorum zaten.
bir süredir kabuk değiştiriyor gibi hissediyorum. yeni şeyler yaptığımdan değil, aksine film izleyip kitap okuyorum ama içimde bi değişiklik var sanki. bunu hissetmek çok hoş gerçekten.
okulların açılmasına az kaldı. bu da evime geri dönmem ve koşuşturmanın yeniden başlaması demek (sanki burada hep aynı şeyleri anlatıyormuş gibi hissettim şu an fjsjg hayatımda değişik bir şey olmuyor, evdeyim bütün gün gjsjgkf)
ne anlatıyorum ben ya hissinden sonra ne yazacağımı unuttum önemsiz geldiği için fmsmgjdjfj ufff insan olmak çok değişik. neyse bu da böyle bi post olsun yani ne yapalım. ee ben ne okudum demezsiniz ama diyenler için kissada hisse: arkadaşlarımız iyi ki var. daha yakin olmak istediklerinize nasılsın neler yapıyorsun yazmak güzel olabilir belki. see you.
5 notes · View notes
1meftunn · 2 years
Text
Tumblr media
Bilmem sizde de oluyor mu? Bazen çok uzaklara gidiyor insan en beklenmedik bir anda.. ve öyle basit bir uzak değil kilometrelerce derin; bir şarkı yahut bir nakarat yahut hiç olmadık bir ortamda alınan bir koku. beni bu kadar uzaklığa götüren daha önce bir nakaratını duyupta hiç dinlemediğim anonim bir türkü oldu ne güzel anlatılmış Sevda adlı uçsuz bucaksız cennet parçasının bir cehenneme dönüşünü şöyle anlatıyor; “Gide gide bir söğüde dayandım o söğüdün allarına boyandım, ben o yâre dağlar kadar güvendim, güvendim; güvendiğim dağlar elime geldi… Yüce dağlar size var mı zararım, Yâri yitirdim uğrun, uğrun ararım, Ben o yâri her gelenden sorarım, güvendiğim dağlar elime geldi… yüce dağ başına çadır açarı, çadırın içine güller saçarım, ben o yâri çalar dağa kaçarım, güvendiğim dağlar elime geldi…” uzun uzun düşündüm çoook uzaklarda buldum kendimi ve sigaramı yaktım farkındaydım sigara azalmıyordu benim gençliğim kül olup yavaş yavaş azalıp gidiyordu ve bu olay benim gözümün önünde gerçekleşiyor fakat elimden hiç bir şey gelmiyor seyirci kalmaktan başka oysa şarkıda ne güzel altını çize çize belirtmiş yâr bildiğimiz kişiye ne aşırı anlamlar yüklediğimizi ve o anlamların birer birer zayi olup eriyip gittiğini ama usanmadan, sıkılmadan, bıkmadan acı çeke çeke tekrar bir beklenti içinde olduğumuzu sonra bir an gelir o beklentimizde koca bir dağ gibi duruşunu bir çakıl taşına vermiş bir halde buluruz bu ömrümüz boyunca hep böyle ardalanır bazen unutmak isteriz her şeyi geride bırakıp vazgeçmek isteriz ama bir parçası çıkar veyahut bir anı çıkar karşımıza tekrar başa döneriz yara kabuk tutar ama en hafif darbede bile tekrar kanamaya başlar bu durumda böyle oysa anlatılmalı bu insanlara Sevda işine bulaşmak cesaret ister bu durum hep güzellikle sonlanmıyor eğer uğruna heba edecek bir gençliği göze alıyorsan bu büyük işe kalkış o cesaretin yok ise zaten her halükarda ziyan olacaksın ben çok sonra fark ettim dostlar bu Sevda işleri boyumdan büyük işlermiş yâri sevince anladım sevdasına düşünce anladım onu her gece unutmak için uyumaya çalışıpta sabahı hayaliyle uyandığımı görünce anladım, anladım anladım da işte ne çâre..🍂
19 notes · View notes
ruhkadin · 2 years
Text
İnsan çocukluğunda neyse yetişkinliğininde de o oluyor bence. Sessizce, kendini sıka sıka, kimselere göstermeden ağlamak çocukluğunda varsa yetişkinliğinde de kaderin o oluyor. Koca insan oluyorsun ama yastığı sıkıp nefesini tuta tuta ağlıyorsun, sabah ağlamaktan şişen gözlerine bir kapatıcı çekip hayatına yalandan gülümseyerek devam ediyorsun. Sonra her köşe başında aynı hikaye. Belki de kabullenmemek, kimseden anlaşılmayı beklememek daha kolay. İnsan öyle bir umuda tutununca daha zor oluyor, sanki o kabuk bağlayan yara tekrar tekrar soyuluyor. Hayat da bundan ibaret değil mi zaten?
3 notes · View notes
c00pb4 · 2 months
Text
Bir şekilde yoluma bakıyorum. Önümü de görüyorum, bu yolun nereye çıkacağını da. Aslında mesele hiçbir zaman insanın önüne bakabilmesi olmadı, mesele hep insanın içindekileri ardında bırakabilmesiydi. Bir süre çok mutluydum çünkü "ilerleyemem." dedim. Ben her ne kadar durduğumu sansamda ilerliyordum aslında "oluyor, başarıyorsun galiba" dedim. Ama ben aslında başladığım yere geri dönüyormuşum. Ne seni silebildim, ne de sana dair en ufak izi. Belki de senden kalan son şeyler oldukları için silmek istemedim. Öyle ya yaralarımın kabuk tutmasına bile izin vermiyorum, deşebildiğim kadar deşiyorum hepsini. Sonra da yarayı deşen ben değilmişçesine "bırak acısın, acısın ki geçsin." diyorum, geçmiyor. Üç ay oldu, ilk ayrılığımızı hatırlıyor musun? Sadece üç gün sürmüştü. Ne ben, ne de sen dayanamamıştık. Şimdi ise üç ay oldu. Üç aydır seninle değil, senin bıraktıklarınla yaşıyorum. Bana kızma lütfen, çok denedim. Seni ellerimle alıp, solumdan koparmayı bile denedim. "Gerekirse kendimin katili olurum, yine ezilmem bu aşkın altında." dedim. Görünüşe bakılırsa becerememişim gibi duruyor. Sana ulaşmaya çalıştığım için özür dilerim. Bu davranışlarımın altındaki o kadar eziliyorum ki. Etkinliklere gelmek benim için bu yüzden çok zor çünkü herkesin gözlerinin içinde bana karşı bir nefret varmış gibi hissediyorum. Çünkü suçluyum, çünkü bir alanı, bir insanı istismar ettim. Bunu bu kadar geç kabul ettiğim için üzgünüm. Herkesin gözlerinde yargılayıcı bakışlar görüyorum, ben oraya ait değilim sanırım. Her etkinlik sonunda derin düşüncelerle boğuşuyor, ağlıyorum. Bu anlattıklarımın seninle de hiçbir ilgisi yok, sadece içimi döküveriyorum o kadar. Biraz da kendi yaptıklarımın bedelini ödüyorum. Kaçıyorum bu yüzden kaçabildiğim kadar. Senden, seni hatırlatan her şeyden; geçmişimden, odamdan, kitaplardan, şarkılardan, politik hayatımdan, rüyalarımdan ve uyumaktan. Şimdi ben senin en sevdiğin şarkıların musikisinde kayboluyorum, şimdi ben geçmişimle barışmaya çalışıyorum, ben odamdan çıkmak hiç istemiyorum, ben okuma listeme yeni kitaplar ekliyorum. Ve ben dünyanın en politik, en solcu insanı olmak için uğraşıyorum, olabilirsem tabii. Ben her başımı yastığa koyduğumda, uyuyup rüyalara dalmak istiyorum.
Ben senden kaçamıyorum.
Kaçtıkça sen oluyorum.
Tanrı bana bir ceza verdi herhalde. Onun varlığını unutup, başkasını sevdiğim için. Ne kadar da kibirli diye düşünüyorum bu yüzden çünkü bunca acının başka nasıl bir açıklaması olabilir?
Sana hiçbir zaman kızmadım, hiçbir zaman öfke duymadım çünkü yapamadım. seni defalarca affettim içimde, hiç sayamadığım kadar. Pişman değilim, olmayacağım da bunun için.
Sana olan aşkım ve sevgim hiçbir zaman azalmadı, durulmadı. Belki, bastırmışımdır ama değişmedi. Çünkü seni öyle göğsüme bastırdım ki, soludukça büyüdün. Gün geçtikçe sevgim ve aşkım benliğimden taştı. İlk buluşmamızı hatırlıyor musun? Heyecandan gözlüğümün üstüne oturup kırmıştım. O sıcaklık ve heyecan benle yaş alıyor adeta. Seni görünce çarpan o kalbimin sesini duysan mesela, kanımın akış hızını bilsen? Bunlara rağmen sana bakamamak, olduğun yerden kaçmak ve benim için hâlâ en imkansızı, ağlamak sanırım. Evet, seni gördüğüm çoğu etkinlikte o an, o dakika ağlıyorum. Bunu o kadar profesyonel şekilde yapıyorum ki kimse fark etmiyor :) Güneş gözlüklerim, tuvalete kaçışlarım, ayakkabı bağlama numaralarım. Deli bir sümüklüyle çıkmak gerçekten çok zor olmuş olmalı, seni çok iyi anlıyorum.
Özür dilerim, seni anlayamadığım için. Bu hayattaki tek mücadelem sanırım artık bu. Yoksa yürüdüğün yoldan, adımlarının üstünden basarak yürümemin bir açıklaması yok. Yanlış anlama, vaktimi ve zamanımı da, hayatımı da seve seve harcarım sana. Ama kendimi de unutmam artık bu yolda. Bazen adımlarımız denk düşmeyebilir, hoş zaten bu senin dikkat edeceğin bir şey değil artık. Dikkat etmediğin bir gölgen olacağım sadece.
Sana iletemediğim, içimde kalmasını istemediğim her şeyi buraya yazacağım artık. Belki, bu yazdıklarım sana bir gün ulaşır.
Belki de benimle hiçliğe karışır bilinmez. Ama içimde irin olarak kalmasını istemiyorum.
Şimdilik, hoşçakal.
1 note · View note
bilaldemirkr · 3 months
Text
Limonlu Tart Kek
New Post has been published on https://bilaldemirkr.com.tr/limonlu-tart-kek/
Limonlu Tart Kek
Tumblr media
Limonlu Tart Kek Tanımı İçin Malzemeler
2 adet yumurta
1 çay bardağı şeker
1 çay bardağı süt
1 çay bardağı sıvı yağ
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
2 buçuk su bardağı un
1 limon kabuğu rendesi
Kreması için;
2 su bardağı süt
2 dolu yemek kaşığı un
1 çay bardağı şeker
1 paket vanilya
1 yemek kaşığı tereyağ
Limonlu sosu için;
Yarım çay bardağı limon suyu
4 yemek kaşığı şeker
Yarım su bardağı su
1 tepeleme yemk kaşığı nişasta
1 tatlı kaşığı tereyağ
Çay kaşığın ucuyla zerdeçal
Limonlu Tart Kek Tanımı Nasıl Yapılır?
Not EkleTarifi Yazdır
Merhaba hanımlar tart kalıbımızı önden yağlayıp unlayalım.
Daha sonra klasik kek gereçlerini karıştırıp kalıba dökelim.
180 derece de 20- 25 dk denetimli pişirelim.
Piştikten sonra kek çıkartıp soğumaya bırakalım o orta kremaya geçelim .
Vanilya ve tereyağ hariç başka gereçleri kaba koyup kıvam alana kadar karıştıralım .
Kaynamaya başlayınca altını kapatıp vanilya ve tereyağ koyalım ılıyana kadar karıştıralım ki üzeri kabuk bağlamasın ben ılıyınca kekin üzerine döktüm.
Kek o biçimde dinlenirken sosu yaptım tereyağ hariç tekrar diper materyalleri kaba koydum kıvam alınca altını kapattım .
Tereyağ ekledim ve onu da ılıyana kadar kaşıkla karıştırdım ılıyınca kekim üzerine.
Döktüm buzdolabına koyup 4- 5 saat dinlendirdim dinlendirincr kıvamı daha şahane oluyor şimdiden afiyet olsun.
Limonlu Tart Kek Tanımı Fotoğraflı Yapılışı
Tumblr media
0 notes
kmszbr · 11 months
Text
Babam bu gece uyuyamadı çünkü yapılanları unutamıyordu gerçekleri kabul etmesi neredeyse 2 yıl olacak ama unutamıyor o da haklı en sevdiğin insanlardan darbe yemek bu kolayca sindirilebilecek bir şey değildi. Babama her ne kadar kırgın olsam da bazı noktalarda anlıyorum yaptığı şeyleri ama diyorum o kadar sevmeseydi her şey daha iyi olucaktı aslında sevgiden de değildi belki de yaptıkları emanetti diye küçükken babasını kaybetmiş kardeşlerinin ölümüne şahit olmuş o yüzden,şimdi hayatta olan kardeşlerine bağlılık yaşamış bunlardan ötürü yaptı belki de onca şeyi,kimseye muhtaç olmasınlar diye çünkü zamanında muhtaçlık nedir öğrenmiş babamın ağladığını kolay kolay görmedim şu yaşıma kadar sadece iki şey için ağladığına şahit oldum onlardan biri de muhtaç durumda olan bir insanı gördüğündeydi... Ama unutamadığım şeylerden biri de kaç yıl önce annemin dertten hasta olmasıydı bunu henüz tam olarak atlatamadım hala bir yerlerimde yaralar kabuk bağlayamadı... şimdi de babam olur diye tedirgin oluyorum (o yüzden ortada bir mevzu varken en başta konuşulmasını istiyorum insan sustu mu işte hep hasta oluyor) mevzu onları kaybetmek değil ölüm hak ve hepimiz o yolun yolcusuyuz bundan korkmuyorum korkum son nefeslerine böyle şeylerin sebep olması Rabbim hepimize güzel ölümler versin amin.Bu hayatta kimsenin en sevdiği insan olmayı hiç istemedim çünkü insan en sevdiğiyle çok ağır imtihan olur bunu bildiğimden istemedim,istemiyorumda.Her daim sadece normal derecede sevilmek istedim kulluk haddimi aşmadan.Birinci sırada her daim Rabbimiz olur Rabbimize olan sevgimizden,korkumuzdan ötürü onun yarattıklarını sevmeliyiz,saygı duymalıyız vs bu şekilde olmalı.Diğer türlü haddi aşmak oluyor.Haddi aştığımız içinde sonra böyle yıkıntılar arasında molozlarla cebelleşiyoruz.
0 notes
Text
Yumurta Kabuğu Yapısı ve İçinde Sakladığı Sırlar
Yumurta Kabuğu Yapısı ve İçinde Sakladığı Sırlar
Tumblr media
#TıbbiBitkiler, #TıbbiVeAromatikBitkiler, #YumurtaKabuğu, #YumurtaKabuğuBitkilerIçin, #YumurtaKabuğuEkolojikKullanım, #YumurtaKabuğuFaydaları, #YumurtaKabuğuGeriDönüşümü, #YumurtaKabuğuGübre, #YumurtaKabuğuKalsiyum, #YumurtaKabuğuKullanımı, #YumurtaKabuğuSağlık, #YumurtaKabuğuTozu, #YumurtaKabuğuYenilebilirMi, #YumurtaKabuğununFaydalarıVe6ParlakKullanımYeri https://is.gd/jGcRIb https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/blog/yumurta-kabugu-yapisi-ve-icinde-sakladigi-sirlar/
Yumurta kabuğu yapısı ve içerisindeki proteinin muhteşem etkilerini hepimiz biliyoruz. Protein içeriğinin harika etkiler yarattığı yumurtanın kabuğunu atarken artık 2 kere düşünmenizde fayda var. Yumurtanın yükselişi başlasın!
Unutmayın yumurta kabuğunun faydaları kadar yumurta kabuğu zarının da bir çok yararı var. Mesela, yaşadığınız basit yanıklar ve kesikler için yumurta zarı kullanarak faydasından yararlanabilirsiniz.
Yumurta kabuğunun içerisinde;
Kalsiyum Karbonat: Yumurta kabuğunun yaklaşık %95’i kalsiyum karbonattan oluşur. Kalsiyum karbonat, kalsiyum ve karbonat iyonlarının birleşimiyle oluşan bir bileşiktir. Bu bileşen, yumurta kabuğunun sert ve dayanıklı olmasını sağlar.
Magnezyum: Yumurta kabuğunda bulunan diğer önemli mineral magnezyumdur. Magnezyum, kemik sağlığı, sinir fonksiyonları ve enerji üretimi gibi birçok biyolojik süreçte rol oynar.
Protein: Yumurta kabuğu, küçük miktarlarda protein içerir. Protein, yapısal olarak yumurta kabuğunun güçlü ve sağlam olmasını sağlar.
Mineraller: Yumurta kabuğunda çeşitli mineraller bulunur, bunlar arasında fosfor, potasyum, sodyum ve demir bulunur. Bu mineraller, vücut fonksiyonları için önemli olan elektrolit dengesine katkıda bulunur.
İlginizi çekebilir: Bitkiye dönüşen ambalajlar, yumurta kartonları
1- Bahçenizde ki bitkileri Haşerelerden Koruyun! Haşere geçirmez bahçeniz olsun.
Artık baharın gelmesinden korkmayın.Yumurta kabuğu ve yumurta zarı, sümüklü böcek, salyangoz ve diğer böcekleri bahçenizde ki bitkilerden uzak tutar. Çiçeklerinizin solmasını önler. Yapmanız gereken yumurta kabuğunu ve kabuk kırıntılarını çiçeklerinizin üzerine ve bahçe kenarlarınıza serpiştirmek. Salyangozlar ve türevi sürüngen canlılar güvenli olmayan bir güzergah kendilerine seçmezler. Yumurta kabukları onlar için bir nevi dikenli tel etkisi yapacak ve bahçenize girmeyeceklerdir. Ayrıca bir çok haşere ve hayvan yumurta kokusundan nefret eder. Burunları bizden hassas olduğu için onları rahatsız edecek olan koku nedeniyle bahçenizden uzak duracaklardır.
Not: Yumurta kabuğu gübresi pH değerini artırabilir, dolayısıyla asidik zemin seven bitkilerde kullanmak yerine nötr veya hafif asidik zemin seven bitkilerde kullanmak daha uygundur.
Yumurta kabuğu gübresi bitkiler için doğal bir kalsiyum kaynağı sağlar ve aynı zamanda toprağı zenginleştirir. Ancak, tek başına kullanıldığında bitkilerin tüm besin ihtiyaçlarını karşılamaz. Bu nedenle, diğer organik gübreler ve besin takviyeleriyle birlikte kullanmak daha etkili olacaktır.
2-Eklem Ağrılarını azaltın ve Boğazınızı yatıştırın.
Haftasonlarını dinlenmek için kullanmaktan gezmeye zaman ayıramıyoruz bir çoğumuz. Hafta içi iş yoğunluğumuz ya da yorgunluğumuz nedeniyle eklem ağrılarımız oluyor. Hele ki konuşmaya dayalı bir işiniz varsa faranjit ya da diğer boğaz rahatsızlıklarından siz de müzdaripsinizdir. Yumurta kabuklarının bir faydası da eklemlere iyi gelmesi. Peki nasıl? Bir cam kavanoza yumurta kabuklarını koyun, sonra elma sirkesi ekleyin üzerine ve kavanozun kapağını kapatıp yumurta kabukları eriyene kadar yaklaşık 2 gün kadar bekletin. Yumurta kabukları, kolajen, kondroitin, glukozamin ve hyaluronik asit gibi, sağlıklı eklemleri teşvik eden besinleri içerir. Bu karışımı ağrıyan eklem bölgelerinize ya da boğaz bölgenizde ovalayarak kullandığınızda ağrılarınıza iyi gelir ve hızlı etki eder.(Karışımı kilerinizde aylarca saklayabilirsiniz.)
3- Kuru tırnaklara ve kenarındaki tırnak derisine iyi gelir.
Tırnaklarınızın çevresindeki deri kuru ve soyulmuş mu? Çare: Bir kaç adet yumurta zarı ve kabuğunu kırarak karıştırın.Kabukların kurumaya başladığını hissetmeye başlayana kadar tırnaklarınıza sürün (zarlı kısmın sorunlu bölgeye geldiğinden emin olun) ve bantlayın. Yumurta zarı hiyaluronan gibi faydalı besinleri içerir, böylece kurumuş, soyulmuş tırnak etleri ertesi gün sağlıklı ve yumuşak olacaktır.
4. Saniyeler içinde bebek gibi yumuşak bir cilde sahip olun.
Bu ucuz maske ile cildinizi tazeleyin. Bir ya da iki yumurta kabuğunu ezerek, bir yumurta beyazıyla karıştırın, ince bir katman oluşturarak tüm yüzünüze uygulayın. Daha sonra ılık su ile yıkayarak, cildinizi kurulayın. Aşındırıcı kabukları hafifçe cildinize uyguladığınızda ölü deriyi ciltten atar ve doğal bir parlaklık sağlar. Ayrıca, yumurta kabuğu ‘kalsiyum’ içeriğiyle hücre yenilenmesini teşvik  eder. Sonuç: Tek bir kullanımdan sonra yumuşak, parlak bir cilt!
5- Evinizdeki Tesisat hakkında size ipuçları verir.
Yumurta kabuklarının küçük parçalar halinde lavabonuzdan içeriye bırakın ve tazyikli su uygulayın. Tesisatınızın tıkalı olup olmadığını kabukların çıkaracağı tıkırtı seslerinden anlayabilirsiniz.
6- Kuşlar için Besin Takviyesi sağlayabilirsiniz.
Bu sene kuşlar için iyi besleyici bir kaynak yaratabilirsiniz. Nasıl? Yumurta kabuğunun faydaları arasında bu da var. Beş yumurta kabuğunu (kuru ama kahverengi olmayanları) yaklaşık 20 dakika kadar 120 derecelik fırında pişirin. Daha sonra küçük parçalar halinde onları parçalayın ve onları serpin, soğumasını bekleyin. Kalsiyum açısından zengin kabukları dişi kuşlar (yaklaşık% 95 kalsiyum vardır) güçlü yumurtalarına yardımcı ve kemik sağlığını korumak için doğal bir ek olarak kullanacaktır.
Not: Yumurta kabuğunun tüketimi kişisel tercihlere bağlıdır ve bazı insanlar için sindirimi zor olabilir. Herhangi bir alerji veya sindirim sorunu durumunda tüketmeden önce bir sağlık uzmanına danışmak önemlidir. Ayrıca, yumurta kabuğunu tüketmeden önce iyice öğütülmüş toz haline getirmeniz ve gıdalara eklemeden önce dikkatlice karıştırmanız önerilir.
0 notes
marketfiyatlari · 1 year
Text
Passiflora Meyvesi Fiyatı
Tumblr media
Passiflora Meyvesi Fiyatı özellikle tiktok yayıncıları tükettikten sonra sıkça araştırılmaktadır. Passiflora meyvesi kg fiyatı merak eden tüketiciler araştırmaktadır. Market fiyatları sitemiz sizler için güncel Passiflora Meyvesi Fiyatı araştırması sağladı. Passiflora Meyvesi Fiyatı araştırmasını güncel olarak sağladık ve sizler için bulduk.
Passiflora Meyvesi Fiyatı
Halk arasında Çarkıfelek Meyvesi Fiyatı olarak ta araştırılan Passiflora Meyvesi Fiyatı diğer meyvelere göre biraz daha pahalıdır. Passiflora meyvesi aynı zamanda çarkıfelek meyvesi, passion meyvesi ve tutku meyvesi olarakta bilinmektedir. İşte Güncel Passiflora Meyvesi Fiyatı; - 4 adet Passiflora Meyvesi Fiyatı 62,10 TL'dir. - Passiflora Meyvesi 8 adet fiyatı ise 80,10 TL üzerinden fiyatlandırılmaktadır.
Tumblr media
çarkıfelek meyvesi fiyatı
Passiflora Meyvesi
Passiflora edulis, çarkıfelekgiller familyasından çarkıfelek cinsinin en yaygın olan türüdür. "Maruçya" olarak da adlandırılmaktadır. Çarkıfelek adıyla bilinen meyveleri insanlarca tüketildiği için tropik bölgelerde ziraati yapılır. Bitki, asma sülüğü gibi helezonik tutmaçlarla tutunarak hızlı büyür.
Tumblr media
tutku meyvesi fiyatı
Çarkıfelek Meyvesi Neye Faydalıdır?
Çarkıfelek meyvesi antioksidan meyveler arasında yer alır ve bu özelliği sayesinde vücudu zararlı maddelerden arındırır. İltihapları temizlerken yeni hücre oluşumunu da destekler. Antioksidan gücünü kullanarak hem zayıflamaya hem de arınmaya yardım eder. Bu özelliği sayesinde kolesterolü de dengelemektedir.
Çarkıfelek Meyvesi Tadı Neye Benzer?
Çok şekerli olmamakla beraber ekşi bir tada sahip olan çarkıfelek, çekirdeklerinin bıraktığı çıtır tadı ile beğeni alır. Birçok türü olan meyve, yaz aylarının vazgeçilmez lezzetlerinden biridir. https://www.youtube.com/watch?v=EXD3ziGcDxs Passiflora Meyvesi Fiyatı
Çarkıfelek meyvesi diğer adı nedir?
Passiflora edulis, çarkıfelekgiller (Passifloraceae) familyasından çarkıfelek cinsinin en yaygın olan türüdür. "Maruçya" olarak da adlandırılmaktadır. Çarkıfelek adıyla bilinen meyveleri insanlarca tüketildiği için tropik bölgelerde ziraati yapılır. Çarkıfelek meyvesi ile ne yapılabilir? Çarkıfelek meyvesinin kabuğu mor ve buruşuk olanları tercih edilir. Ortadan ikiye bölünerek içi kaşık yardımıyla yenir. Yoğurt ve dondurmaya katılarak tüketilebilen çarkıfelek meyvesi tatlılarda da kullanılır. - Antioksidan görevi görür - Kilo vermeye yardımcı olur - Depresyona iyi gelir - Strese iyi gelir - Uykusuzluğu giderir - Seratonin (mutluluk hormonu) yükselmesine yardımcı olur - Göz sağlığını korur - Bağışıklığı güçlendirir - Kolesterol ve trigliseritleri düşürmeye yardımcı olur Not: Her bünye farklıdır. Bu nedenle sizin için yaralı olup olmayacağını doktorunuza danışın. Rusya Alkol fiyatları 100 gramında 10,4 gram lif bulundurmasıyla günlük lif ihtiyacınızın yüzde 28’ini karşılıyor. Güney Amerika’da yetişen bu meyve, A ve C vitaminlerinden zengin oluşuyla antioksidan görevi görüyor. Bu özelliğiyle kilo vermenize yardımcı oluyor. Depresyon, stres ve uykusuzluğa iyi geliyor. Kalorisinin ve şeker seviyesinin düşük olması nedeniyle diyabet hastalarının da tüketebileceği bir meyvedir. Bim ıslak mendil fiyatları Anayurdu Amerika kıtası olan bu harika meyve, tropik sepeti sayesinde kapınıza geliyor. Dünyaca ''passion fruit'' ismiyle bilinen ve dilimizde ''tutku meyvesi'' anlamına gelen bu tropik meyveyi yediğiniz anda ismini fazlasıyla hak ettiğini anlayacaksınız. Amerika Market Fiyatları Kiminle Paylaşırım? Mutluluğu, kiminle paylaşmak isterseniz Çarkıfelek meyvesini de onunla paylaşabilirsiniz! Seratonin yani mutluluk hormonunu yükseltmeye yardımcı olan passion fruit; stresi, depresyonu ve uykusuzluğu da uzaklara gönderiyor. Astım hastalığının doğal tedavisinde bir alternatif olan bu meyve; güçlü bir antioksidan ve lif kaynağı. Nasıl Olgunlaşır? Olgunlaşmış bir çarkıfelek meyvesinin dış kabuğu mor renkte olmalıdır. Kabuk, genel olarak sertliğini korur. Olgunlaşmış halini; 2-7 derece arasında, nem oranı yüksek olan bir alanda bir haftaya kadar saklayabilirsiniz fakat bu meyve o kadar lezzetlidir ki; saklamak yerine anında yiyeceğiniz neredeyse kesindir. Migros Rp Fiyatları Mor kabuklu bir çarkıfelek meyvesini bir bıçak yardımıyla ortadan ikiye kesin; içindeki akışkan lezzetin dökülmemesi için gayret edin. Ardından yayılan nefis koku iştahınızı kabartmaya yetecektir, bir kaşık yardımıyla içindeki, çekirdekli, sulu ve ferahlatıcı iç dolguyu çıkartın ve çıtır çıtır yenilebilir çekirdekleriyle bu meyvenin keyfine varın. İsterseniz içecek ya da tatlılarınızda da kullanın. Çağrı Market Peynir Fiyatları - Çağrı Market Et Fiyatları Read the full article
0 notes
maviikavun · 2 years
Note
bana tiramisu tarifini verir misin 😊
tabii kii 🌸
bir tencerenin içine;
1 litre süt
2 yumurta sarısı
1 su bardağı un
1 su bardağı toz şeker
1 yemek kaşığı nişasta
1 paket vanilya
bu malzemeleri güzelce karıştırarak ocağımıza alıyoruz ve topak topak olmaması için karıştırarak kaynatıyoruz. bu arada su bardağı ölçüsü klasik su bardakları yaptığımız bu krema soğuduktan sonra içine toz krem şanti ve 250 gr labne peyniri koyup çırpıyoruz. soğutma aşamasında kremaların muhallebilerin üzerine streç film konuluyor üzeri kabuk bağlamasın diye ben yapmıyorum çırpıcıya vurunca bir şeycik olmuyor pürüzsüz bir krema çıkıyor yine ama belirtmiş olayım belki yaparsınız :’)
bulduğum tarifte granür kahve kullanılıyordu ama ben kullanmıyorum içine daha az şeker konuluyordu onu da değiştirdim ama güzel oluyor korkmayın :’) 3’ü 1 arada kahveyi normal yapıyoruz 1-1.5 bardak gidiyor kedi dili ıslatma işlemine-siz granür de kullanabilirsiniz aynı mantıkta- kahvenin içine 2 adet küp şeker atıp karıştırıyoruz bir borcama-tercihe göre kuplara da yapılabilir- kedi dili bisküvilerini dizip ıslatıyoruz-ben her kedi dili için bir yemek kaşığı kullanıyorum kahveden- kremanın yarısını döküyoruz sonra tekrar kedi dili dizip ıslatıyoruz ve kremadan döküyoruz en son üzerine kakao serpiyoruz 1 gün önceden yapıp sonra yenirse tadı daha güzel oluyor. kestiğinizde kalın bir dilim isterseniz büyük borcama yapmayın ya da kremayı iki ayrı tencerede yapın iki ölçek yaparım da diyebilirsiniz ama hiç aynı tencerede iki ölçek denemedim. afiyet olsun 🌸
1 note · View note
harepare · 2 years
Text
Kendime ithafen
Sürekli ağlayıp duruyorsun. Bunun seni rahatlatacağını düşünsende bu aptallık. Çünkü sen ağlamak için kendini zorluyorsun ve ağlayamıyorsun bu da daha büyük bir sıkıntı yaratıyor içinde. Durmadan içinde bulunduğun halden şikayetçisin. Ya ailen, ya arkadaşların, ya ülken ya da kendinden şikayetçisin. Herkese verilen bir rol, bir alan var ve senin alanlarında rolünde belli. Aptal aptal mızmızlanmayı artık bırak. On yedi yaşında bir genç kızsın kimse seni çekmek zorunda değil. Kimse senin için çaba harcamak zorunda değil. Kaç yılın kaldı ya da kaç dakikan ölmek için bilmiyorsun ve bu bilmediğin zaman dilimini bu şekilde geçirmenden sıkıldım. Topluma girdiğinde gözler sana çevrildiğinde gözlerinin dolmasından sıkıldım. İnsanlara cahil deyip onların cahil ve aptallığı yüzünden beni daraltmanı sıkıldım. Değişmeni istiyorum ama sen olan sen kal. Güçlü birisin bunu biliyorum. İnsanları sevme çaban var mesela. Ya da insanlardan nefret bile etsen onları üzdükten bir süre sonra pişman oluyorsun. Bu hayat senin Hare. Lütfen beni üzmeden yaşa. Hayallerin geçici şeyler olmasın. Geriye dönüp baktığında ben çabalamışım cidden diyebil. İki yıldır çok yıprandın biliyorum. Kendine bile tahammül edemezken insanlar sana çok yük oluyor biliyorum. Ama daha da çabala. Yaralarının kabuk bağlayacağı zamanlarda gelecek. Kendime kendim yeterim deme hiçbir zaman çünkü yetmiyorsun. Bana Allah yeter de. İnsanlardan şimdiye kadar ne yarar gördün ki sonrasında göresin. Sana iyi gelebilecek biri olsa en zor zamanlarında gelirdi değil mi? Yalnız değilsin. Ben ve ben hep burdayız. Yastığın ıslak kısmını çevire çevire bir hâl oldum. Kendine odaklan ve güçlü olmaya çalış. İnsanları sevmeye ve onlara güzel bakmaya çalış. Her insan sevgiyi hak eder. Sen güzel seven birisin ve insanların buna ihtiyacı var. İnsanların, hayvanların, dünyanın sana ihtiyacı var. Önce kendine sonra çevrene yet. Kendini hep sev. Kötü huyları olmayan kimse yok ama iyi huylarını kullanamayan çok insan var. Onlardan olma. Ben senin hep yanındayım ve seni çok seviyorum. Eminim tanısalardı Eran ve Tae'de severlerdi. Olsun ben onların yerine de severim. Kendine iyi bak <3
7 notes · View notes
cathely-chan · 3 years
Text
55 Dakika
Önceki Sonraki
Bölüm listesi
Tumblr media
17. bölüm
"Ne-... neler oluyor!? Nasıl ya...!?"
Atsushi, gözlerinin önünde gerçekleşen sahneyi izleyerek bağırdı. Her şey ama her şey yanıyordu. Ada, deniz, Yokohama.
Bu sıcak hava dalgası, adanın tam merkezine doğru giderek yaklaşıyordu. Devasa ısı kabuğu sıfır noktasına doğru küçülüyordu. Atsushi'nin bulunduğu yere ulaşmak üzereydi.
"Bu taraftan evlat!"
Wells adlı terörist— sarışın kadın pencereden bağırdı. Destek direklerinden birinin etrafına bir tel sarılmıştı ve kalçasında bir kasnağa bağlıydı.
Kadın cama kurşun sıktı. Acımasız, yuvarlak bir atış yaptığı pencerede dairesel bir çatlak bıraktı.
Cam sayısız parçaya ayrılarak dışarıdaki zemine düştü.
"Ne yapıyorsun!?" Wells onu yanına çağırdı.
"Fakat.....!"
Atsushi tereddüt etti. Onun niyetini anlamamıyordu. Ayrıca güvenebileceği biri olup olmadığını da bilmiyordu. Ayrıca, yaklaşan sıcak hava dalgasından kaçabilmelerinin olası bir yolu olabileceğini hayal bile edemiyordu.
"Arkadaşlarını kurtarmak istemiyor musun!?"
Arkadaşlarım.
Ajanstaki herkesin yüzleri zihninde canlandı. Bu adada bir yerlerde olan arkadaşları. Beni kibarca kabul eden insanlar. Atsushi hareket etti. Wells'in elini tuttu.
"Aşağıya!"
Wells ve Atsushi kırık pencereden atladılar ve havaya uçtular.
Kulenin en tepesinden yere doğru indiler. Etraflarındaki dünya yaklaşan kırmızı kabukla kaplanmıştı. Kaynayan deniz. Isı dalgası aniden Atsushi'nin boğazını yaktı. Denizden gelerek anında buharlaşan ve genişleyen su buharı, gök kabuğundan önce ulaşan bir şok dalgası oluşturdu.
Manzara, dünyanın sonuydu.
Hâlâ havada olan Wells teli çözdü, sonra sarı saçlarını sallayarak yere indi. Atsushi, ondan hemen sonra indi, kolları ve bacakları kaplanın canavarsı formuna dönüşmüştü.
"Orada, ormanın içinde, bodruma bir giriş var! Çabuk oraya git!"
İndikten sonra Wells ormanı işaret etti ve tek kelime etmeden Atsushi harekete geçti.
Bodrum katına giriş, zemine gömülü iki dev demir çifte kapıydı. Ortada zincirlerle kapatılmış devasa bir kilit vardı.
"Isı dalgası on saniye içinde bize ulaşacak! Anahtarla açmaya vakit yok, ben kendim açacağım!"
Wells, kıyafetlerinin içinde bir yere gizlenmiş askeri bir bıçak çıkardı. Kenarı zincirlere soktu ve onu bükerek açmaya başladı.
Bu şekilde asla yapamazlardı.
"Lütfen kenara çekilin!"
Atsushi, Wells'i kenara itti ve öne çıktı. Dönüştürülen kaplan kollarını kullanarak pençeleriyle zincirlere şiddetle vurdu. İki vuruşta, üç vuruşta, en zayıf halkalar koptu ve kilit açığa çıktı. Atsushi kilidi kavradı.
"Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaargh!"
Kaplanın kolları aniden genişledi. Çok geçmeden, dökme demir kilit, kaplanın gücü altında gıcırdadı, sonra kaynağında çatlamaya başladı.
Atsushi'nin gücüne dayanamayan kilit, bir çığlığı andıran bir sesle ikiye ayrıldı. Wells hemen demir kapıları tuttu ve tüm vücut ağırlığını kullanarak açtı.
"İçeri gir!"
Söylemesine gerek yoktu. Sıcak dalgası çoktan kaşlarını kavurmuştu.
Aşağıda ne olduğunu düşünmeden, Atsushi kendini çukurun karanlığına attı.
18. bölüm
"Higuchi! Neredesin? Cevap ver!" diye bağırdı Akutagawa ormanın içinden.
Isı dalgası kirpiklerini yaktı. Sıcak rüzgarlara dayanamayan ağaçlar, etrafındaki her şeyi kendiliğinden tutuşturdu.
"Demek bu İmha Silahı..." dedi Akutagawa sıcak hava dalgasının ortasında. Sıcak su buharı üzerine indi, boğazını yaktı ve sadece kuru bir vızıltı çıkarabildi.
Isı dalgası tenini kavuruyor ve gözbebeklerindeki nemi buharlaştırıyor, delici bir acıya neden oluyordu. Ancak Akutagawa hafifçe gülümsedi.
"Anlıyorum... demek bu benim ölümüm. Benim sonum." Alev alev yanan ağaçların arasında Akutagawa'nın ifadesi huzurluydu. "Hayal ettiğimden çok farklı....... ne kadar beklenmedik."
Daha da şiddetli bir ısı dalgası yükseldi.
Akutagawa'nın siyah giysisi, sanki gerçeklik çarpışıyormuş gibi çok boyutlu bir şekil alarak kıvrıldı. Ortaya çıkan şey, ceketinin karanlığından oluşan dev bir oraktı.
Siyah orak, Akutagawa'nın önündeki boşluğu biçti. Denizden gelen sıcak hava dalgasını hemen engelledi, böylece artık ona ulaşamazdı.
Boş alanı parçaladı. Akutagawa'nın yeteneği ‘Rashomon’ her şeyi paramparça edebilirdi. Bu, kendisi boş uzayla karşı karşıyayken bile böyleydi. Ayrık düzlemlere bölünen hava, artık hiçbir şeyi, dünyayı yok eden bir ısı dalgasını bile iletemiyordu.
"........Ve yine de..." diye mırıldandı.
Havadaki boşluk kapandı ve yine, ısı dalgası üzerine doğru ilerledi.
Havadaki kesintiler sadece birkaç saniye sürdü. Akutagawa'nın kendisi bile, ezici ölümcül derecede sıcak rüzgara karşı sonsuza kadar savunamazdı.
Akutagawa ormanda yürüdü.
Havayı yavaş yavaş kesmeye devam etti ve kendi etrafında bir tür sığınak yarattı.
Isı dalgası, yanan ağaçlar ve hatta eriyen binaların damlacıkları Akutagawa'ya saldırdı. Akutagawa hepsini kesip, ardından etkiyle karşılaştığında yeniden keserek yürümeye devam etti.
Bununla birlikte, ölümü gelmişti. Adanın yüzdürme gücü bir düşüş yaşadı ve batmaya başladı, yerdeki sarsıntılarla eşleşemezdi. Akutagawa dizlerinin üzerine düştü.
"Bir kişi sonsuz rüzgarda yıkansa ve büyük denizde sadece köpük haline gelse bile kim olduklarını bilmeden—veda bile etmeden..." diye mırıldandı Akutagawa, sanki bir şiir okuyormuş gibi yüzünü gökyüzüne çevirerek, "...kalp kıpırdamaz, çünkü o, hiç bilmeden geçip giden yalnızlığın yanında bir hiçtir."
Kabuk neredeyse onun üzerinde uçuyordu. Çevredeki ısı dalgası zaten birkaç yüz Fahrenheit derecesini aşmıştı. Uzaydaki gözyaşlarının köşelerinden bir ısı üflemesinden fazlası geçmedi, ama eti anında köpürdü ve yandı. Ama o zaman bile Akutagawa gülümsedi.
"Şu anda... beni üzen tek şey bu."
Asla bir başka ruha ulaşamayacak olan bir gülümsemeden fazlasını yapamayan Akutagawa'nın vücudu, alevlerin içinde kayboldu.
19. bölüm
Atsushi boşluğa çömeldi.
"Ahh..."
Demir kapıları geçerek delikten aşağı atladıktan sonra, yeraltındaki dev bir odaya girmişti. Çıplak taş zemine çarptığında düşüşünden dolayı elleri ve ayakları acıyla karıncalandı.
"Uyandın mı?"
Odanın ortasından gelen bir ses duydu. Loşlukta tek bir masa duruyordu ve yanında sarışın kadın vardı. Sıra dışı bir boşluktu. Kare odanın duvarları, zemini ve hatta tavanı bile çıplak taştan yapılmıştı. Tek ışık kaynağı masanın üstündeki bir nesneydi. Atsushi, ne olduğunu hemen anlamadan önce bir şeylerin tuhaf olduğunu hissetti: Oda sıcak değildi. Dışarıdaki sert rüzgar saçları yakacak kadar kavurucuydu. Yeraltında ne kadar uzakta olursa olsun, adadaki hiçbir yer bu kadar serin olmamalıydı. Üstelik gürültü de yoktu. Kesinlikle şimdi bile, Kabuk adayı kavuruyordu. Binaların gürlemelerini ve hatta adanın kendisinin yok edilmesini bile duyamamaları bir anlam ifade etmiyordu. Ve yine de sessizdi.
"Neredeyim?" diye mırıldandı Atsushi, kendi kendine soruyormuş gibi. "Artık adada değil miyiz?"
Wells, odanın ortasında dururken, "Maalesef hâlâ adadayız," diye itiraf etti. Kadın olduğunu gizleyen düz sesi duvarlarda yankılandı. "Bu oda da yakında kaybolacak ama benim yeteneğim zamanı geciktirmek ve dışarıda olanları yavaşlatmak."
Wells elini ışık kaynağına koydu. Gözleri karanlığa alıştıktan sonra, Atsushi sonunda onun ne olduğunu anlayabildi. Bir kameraydı. Wells'in boynuna astığı şey şimdi masanın üzerinde duruyordu ve flaş ampulünden yayılan soluk bir ışık odayı aydınlatıyordu. Atsushi önce yanlarına, sonra yukarı baktı. Üzerinden geçtikleri demir kapıları görebilmeliydi, ama artık orada değillerdi. Odaya sadece karanlık sızıyordu. Tavan eriyordu.
Wells aniden, "Vaktimiz yok, o yüzden kısa keseceğim," dedi. "Silah etkinleştirildi ve bu ada, yakındaki araziyle birlikte artık var olmaktan çıktı. Patlama yirmi iki mil yarıçapındaki her şeyi yok etti. Kabuk'un maksimum sıcaklığı yaklaşık yüz sekiz bin Fahrenhayt derecedir. Önceki hesaplamalarıma göre yaklaşık dört milyon insan öldürüldü."
"Dört...!?" şaşkınlıktan Atsushi'nin soluğu kesildi. Dört milyon insan Yokohama'daki neredeyse herkesin öldürüldüğü anlamına geliyordu.
"Bunun tek sebebi İmha Silahı —Kabuk— olarak bilinen savaşın sonunda yaratılan bir silah. Birisi silahı adaya kaçırdı ve patlattı. Onu durdurmak için adaya gizlice girdim ama başaramadım. Ve... gerisini biliyorsun."
"B-bekle!" Atsushi araya girdi. "Yani sen terörist değil misin? Ve o silah hakkında bu kadar çok şeyi nasıl biliyorsun ki?"
"Cevap basit—çünkü onu ben yarattım."
"…!"
Atsushi ne yapacağını bilemez haldeydi. Wells, tarafsız bir tonda açıkladı, "Avrupa ulusları, on dört yıl önce belirli bir yetenek kullanıcı grubunu savaşa gönderdi. Hugo, Goethe ve Shakespeare—bilindiği gibi Aşkınlar—çatıştı ve tarihteki en fazla savaş zayiatı ve hasarla sonuçlandı."
Atsushi tek kelime edemedi. Savaşı biliyordu, ancak yetenek kullanıcılarının dahil olduğunu ilk kez duyuyordu.
Wells sakince, "İngiltere'de yetenek-silahı geliştirmede mühendis olarak çalıştım," diye devam etti. "O sıralarda İngiltere'de yetenek tekilliklerini kasıtlı olarak uyandırarak onları silahlara entegre eden deneyler yapıyorduk... Beceri tekilliğine aşina mısın?"
Atsushi, olmadığını söyledi.
"Tekillik, iki becerinin birbirini iptal etmesi ve her iki beceriden de farklı bir şey yaratmasıdır. Diyelim ki birisi rakibini her zaman kandırma yeteneğine sahip, ancak rakibi her zaman gerçeği ortaya çıkarma yeteneğine sahip—ne olurdu? Ya enerjiyi tek bir noktaya yoğunlaştırma yeteneğine sahip biri, yeteneğini enerjiyi dağıtma yeteneğine sahip biriyle aynı anda kullanırsa? Genellikle, bir yetenek diğerine üstün gelirdi. Bununla birlikte, nadir durumlarda, her iki yetenek de etkileşime girecek ve normal yeteneklerin yapabileceğinin ötesine geçen inanılmaz derecede derin sonuçlar üretecektir. Bu yetenek tekilliğidir."
"O zaman… o göksel küre bir yetenek tekilliğinden mi yaratıldı…?”
Wells sarı saçlarını karıştırdı ve başını salladı.
"Aynen öyle. Yeteneğim, zamanı yerel olarak manipüle etmemi sağlıyor. Bu yeteneği çeşitli sihirli efektlerle birleştirdik—bu durumda, ateşli bir kabuk üreten bir tılsım yaratma yeteneği. Bu iki yeteneği birleştirip bir tekillik oluşturduktan sonra, yetenekler sınırlarının çok ötesine geçti.”
Yürürken Wells, "Belirsizlik ilkesine aşina mısın?" diye devam etti.
"'Belirsizlik ilkesi'…?"
“Yetenekler ne olursa olsun, bu dünyada zaman ve enerji arasında bir belirsizlik vardır. Kısa bir zaman diliminde meydana gelen ∆E enerjisinin çarpımı ile ∆t—∆E ve ∆t yalnızca Planck sabiti h ile orantılı sabit bir değer alabilir. Çarpım sabittir, dolayısıyla ∆t sabit bir değere yakınsar ve ∆E dağılır ve büyük bir değer alır. Eğer ∆E sabit bir değere dönüşürse, ∆t eş-uzaylı hale gelecektir. Bu belirsizliktir."
"Um..." Atsushi biraz utanarak kekeledi. "Gerçekten üzgünüm, ama... neden bahsettiğin hakkında hiçbir fikrim yok."
"Ah," diye yanıtladı Wells başını sallayarak. Hiç aldırmamış gibiydi. “Basitçe söylemek gerekirse…yanan bir kibritin olduğunu düşün. Saniyenin trilyonda birinin trilyonda birinin trilyonda birinin ve başka bir saniyenin bir trilyonda biri kadar bir süre için, bir kibritin küçük alevi bile dünyayı ateşe verecek kadar yüksek bir enerjiye, tabiri caizse enerjinin dalgalanmasına sahip olabilir. Bununla birlikte, enerji ne kadar büyük olursa, var olabileceği süre o kadar kısa olur. Bu nedenle, dış dünyayı asla etkilemeyecektir.”
Atsushi onun söylediklerini anlamak için beynini zorlamaya başladı. Çok kısa bir süre için var olan büyük miktarda enerji… Zamanı manipüle etme yeteneği… ve tekillik…
“Oh…!”
"Şimdi anladın mı?"
"Yani o kısa süreli güçlü enerji patlamasını büyük bir ateş topuna zorla dönüştürmek için yeteneğini mi kullandın?"
Wells başını sallayarak, "Aslında işin özü bu," dedi. “Zamanı manipüle etme yeteneğine hükmeden makine olan bu kamerayı ayarladım ve ∆t'yi genişlettim, böylece belirsizlik ilkesini kırdım ve bu devasa ateş topunu gerçek dünyada kilitledim. Kulağa kolay geliyor ama…”
Ama Wells cümlesini bitirmedi. Asla söylenmeyecek sözlerin havaya uçup gitmesine izin verdi. Bir an düşündükten sonra Atsushi konuştu.
"Ve birisi—ki bu birisi sen değilsin—o korkunç silahı ele geçirdi ve adada patlattı."
"Evet." Wells hafifçe kaşlarını çattı. "Kim olduklarını veya neyin peşinde olduklarını bilmiyorum, ama esasen silahın yerini daralttım—adanın en iç kısmında bulunan çok gizli bölgenin beşinci bodrum katı. Yine de tam olarak hangi odada olduğundan emin değilim."
Wells daha sonra ellerini çırptı ve Atsushi'yi şaşırtan bir şey söyledi:
"Geçmişe döneceksin, bu işin arkasında kim varsa bulacaksın ve silahı çalacaksın."
Atsushi'nin şaşkınlıktan dili tutulmuştu.
"……Ne?"
"Üzgünüm ama vakit yok. İstesen de istemesen de gideceksin."
"L-lütfen bekle," diye yalvardı Atsushi panik içinde. "'Geçmişe dönmek'? 'Silahı çalmak' mı? Neden bahsediyorsun?"
"Aynen daha önce açıkladığım gibi." Wells elini havaya kaldırdı. “Varoluş belirsizliği. Bunu, zaman miktarı (∆t) kısaldıkça enerjinin (∆E) nasıl büyüdüğü açısından düşünün. Küçücük bir enerjinin varlığı geçmişten geleceğe yayılabilir. Aynen böyle."
Kameranın merceğinden yansıtılan radyal bir ışık ve havada soluk bir ışık diyagramı çizdi.
"Zaman bir nehir olsaydı, o zaman enerji—bu dünyadaki tüm madde—suyun sessiz yüzeyindeki bir dalgalanma gibi olurdu. Dalgalanmanın halkaları etrafında birlikte varız. Varlığın zaman ekseninde tek bir nokta olduğuna inanmak kolay olsa da, dalgalanma gibi biraz daha geniş bir ölçekte varız. Varoluş, yukarı akıştan—geçmişten—aşağı akışa, geleceğe uzanır. Tabii ki, dalga merkezden uzaklaştıkça zayıflar ve sonunda yok olur. Ama bahsettiğim gibi, zaman aralığı—dalgalanma—enerji ne kadar büyükse o kadar küçüktür. Az miktarda enerji ise, dalgalanma büyüktür. Dolayısıyla geçmişten geleceğe daha geniş bir düzlemde var olurlar. Benim yeteneğim Zaman Makinesi, bu dalgalanmanın genliğini kullanır ve dünyanın enerjinin merkezinin—varlığın—geçmişte olduğunu düşünmesini sağlar."
Kamera aniden akıntı yönünde akan sessiz bir nehrin hologramını yansıttı. Ortada küçük bir dalgalanma belirdi.
"O dalga sensin," dedi Wells, işaret ederek. "Tek bir insanın sahip olduğu enerji çok büyüktür, bu yüzden gördüğünüz gibi dalgalanma son derece dardır. Geleceğe veya geçmişe yalnızca birkaç saniye gidebilirsin. Bir saate yakın geçmişe dönmek isteseydiniz, enerjinizin çok daha küçük olması gerekirdi. Önceki örneğimi ele alalım. ∆t ve ∆E sabit olduğundan, zaman aralığını artırmak istiyorsanız enerjiyi küçültmeniz gerekir.”
Wells parmağını salladı ve nehirdeki dalganın boyutu birkaç kez yavaşça dalgalanana kadar büyümesine neden oldu.
Atsushi, "Zamanda birkaç düzine dakika geriye gitmek için enerji miktarını azaltmamız gerektiğini anlıyorum," diye başladı, "ama bu nasıl mümkün olabilir ki?"
"Kolay. Sadece insan olmayı bırakmalısın," dedi Wells dürüstçe.
“…Ha?”
“Bütün bir insanı geçmişe göndermek yerine, küçük bir kısmını göndereceğiz. Bu şekilde geçmişe gidebilir ve silahın harekete geçmesini önleyebilirsiniz.”
“Bekle, 'küçük bir parça'…? Tam olarak ne demek istiyorsun?"
"Gerçekten basit." Wells başını işaret etti. "Hafıza sinyallerini geçmişe göndereceğiz."
Atsushi onun ne demek istediğini anlayamadı.
"Benim ne…?"
"İnsan düşüncesi ve duygusu, beyinde ateşlenen nöronlardan başka bir şey değildir. Anılar, bu elektrik sinyalleri aracılığıyla beyin hücrelerinde kök salmaktadır. Başka bir deyişle, verilerdir. Hafıza sinyallerinizin enerjisi kendi başına son derece zayıftır.”
Wells, projeksiyon görüntüsünü değiştirerek parmağını bir kez daha kaydırdı.
“Kütle-enerji dönüşüm denklemi E = mc² kullanılırsa, altmış kilogram ağırlığındaki bir kişinin enerjisi yaklaşık 5,4 kentilyon joule'dür. Bu, geçmişe göndermek için çok büyük olur. Bununla birlikte, sinirsel ateşlemelerin enerjisi, birkaç düzine milivoltluk bir potansiyel fark boyunca hareket eden sodyumun elektrik potansiyelinden başka bir şey değildir. Zamanı manipüle eden bir beceriyle koşulsuz olarak kıyaslanamaz olsa da, güneş ile hapşırma arasındaki enerji farkı gibidir.”
Atsushi tam olarak anlamasa da yalan söylüyor gibi görünmüyordu. En azından, planın onun yeteneğini kullanarak anılarını geçmişe göndermek olduğunu anlamıştı.
Wells aniden bakışlarını tavana çevirdi.
"Zamanımız dolmak üzere."
Atsushi yukarı baktığında, tavandan çakılların düşmeye başladığını fark etti. Odanın içindeki zaman dış dünyaya yetişiyordu.
“Beynin anılarından geçmişe sinyaller gönderirken, onları ancak güvenli bir şekilde otuz üç yüz saniye—tam olarak elli beş dakika geri gönderebilirim. Bu senin ikinci başlangıç ​​noktan olacak.”
Atsushi aniden kameranın ışığının güçlendiğini fark etti. Bir zamanlar loş olan oda şimdi gün gibi aydınlıktı.
"Sana güvenmemin nedeni kendimi geçmişe geri gönderememem. Yeteneğim sadece bir kez birini göndermeme izin veriyor ve ben zaten savaş sırasında kendimi geri göndermiştim." Wells'in sesi ışık tarafından yutulurken yavaşça azaldı. “Bu yeteneğimi kullanarak kaçınmak için kullandığım çok sayıda olaya ve kazaya tanık oldum. Aslında o kadar çok kazaya karıştım ki insanlar artık bana terörist muamelesi yapıyor.”
Parlak ışık o kadar güçlüydü ki Atsushi artık gözlerini açık tutamıyordu. Yüzünü elleriyle kapattı ve kör edici ışıktan kaçınmaya çalıştı ama gözlerini ne kadar sıkıca kapatırsa ya da yüzünü ne kadar örterse örtsün engelleyemedi.
"İstesen de istemesen de seni geri göndereceğimi söyledim ama mümkünse nasıl hissettiğini duymak isterim. Silahı durdurmak, insanlarını kurtarmak ve arkadaşlarını korumak istiyor musun?”
Atsushi dayanılmaz ışıkta boğulurken bile, sözleri açıkça onun kalbine ulaştı. Ama onun açıklamasını dinlerken çoktan kararını vermişti.
"Evet," Atsushi kesin bir şekilde yanıtladı.
"İyi." Wells'in ciddi ifadesi biraz gevşedi. "Son bir şey. Bildiğin gelecekten kimseye bahsetme. Mümkün olduğunca yalnız çalış. Eylemlerini büyük ölçüde değiştiren bir kişi bir başkasını etkileyebilir. Bu küçük bir ada. Düşmanın neler olup bittiğini öğrenmesi uzun sürmeyecektir... Şimdi, şimdiki zamanımızda patlama zamanı öğlen on ikiydi. Ancak arkadaşların eylemlerini değiştirirse, düşmanın da fikrini değiştirmesi ve böylece silahı daha da erken patlatması kuvvetle muhtemeldir.”
Işık o kadar güçleniyordu ki Atsushi onun kendisine doğru baskı yaptığını hissedebiliyordu. Cevap vermek için ağzını açtı ama sesi ışık tarafından boğuldu. Onun baskısı altında bile duramaz hale gelmesi uzun sürmedi. İşte o zaman Atsushi bunu fark etti. Bu ışık değildi. Bu, kameradan çıkan ve ışık şeklini alan yeteneğin gücüydü.
"Sana güveniyorum."
Bir nedenden dolayı sadece Wells'in soğuk sesi Atsushi'ye ulaştı. Bunun üzerine odayı koruyan zaman üzerindeki kontrol ortadan kalktı. Dışarıdaki zaman odaya yetişti ve kavurucu rüzgarlar yeraltına doğru esti. Yüzlerce Fahrenhayt derece olan şiddetli esintiler her şeyi yok etti. Hepsi kıpkırmızı siklon tarafından yutuldu. Sonunda, Kabuk'un kendisi odanın üzerine alçaldı ve kalan her şeyi buharlaştırdı. Wells ve hatta kamera bile eriyip yok oldu. Bir an önce, gökten karanlık bir gölge düşmüş gibi görünüyordu, ama kontrol etmenin bir yolu yoktu. Atsushi'nin gördüğü son şey buydu. Her şey gözden kayboldu. Bilinci bile yok oldu...
"Atsushi, pruvada dikilip ne yapıyorsun?! Eğer denize düşersen, seni geride bırakırız!"
Atsushi'nin kalbi ani sesle atmaya başladı. Nefesi, kalbi, kanı sanki her şey durmuş gibi hissetti. Konuşamadı. Kafası boştu ve neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Uçsuz bucaksız okyanusun üzerinde durdu. Yüksek hızlı katamaran dalgaları keserek Atsushi'yi deniz suyuyla sıçrattı.
"Ah...hm..."
Atsushi konuşmaya çalıştı ama ağzı açılıp kapanmaktan başka bir şey yapmadı.
"Atsushi? Hayallere dalıp gitme zamanı değil. Okyanusa düşmeyi cidden o kadar çok mu istiyorsun?"
Kunikida'nın sesini duyabiliyordu ama arkasına dönemedi.
“Kunikida…”
Titreyen boğazından çıkarabildiği tek kelime buydu. Okyanus göz alabildiğine maviydi. Martılar yukarıda gökyüzünde ciyakladı. Denizin üzerinde asılı tehlikeli bir şey yoktu. Kabuk yoktu. Isı dalgası yoktu. Hiçbir şey yoktu.
"Bugünün hava koşulları %0 yağış ihtimali olduğunu belirtiyor. Rüzgar güneyden güneydoğuya doğru esiyor ve dalga yüksekliği 1 metreden 1.5 metreye ulaşıyor, ek olarak—"
"Kunikida," dedi Atsushi sonunda döndükten sonra, "saat kaç?"
"Ne? Saat 11:05. Neden ki?"
Öğleye elli beş dakika vardı.
"Her halükarda, sana içeride ihtiyacım var. Bu bir tatil değil, bilmeni isterim. Son işimizle ilgili bir toplantı yapmak üzereyiz," diye bağırdı Kunikida defterini kapatırken. Atsushi daha sonra kararsız bir şekilde onu içeri doğru takip etti.
20. bölüm
Kunikida'yı kabine kadar takip ettikten sonra, Atsushi diğer ajanların zaten içeride beklediklerini gördü. Tanizaki, Naomi, Yosano, Kenji—her biri kendi yollarıyla zaman öldürüyordu. Atsushi neler olduğunu anlayamadı. Her şey görüş alanındaydı, ancak beyninin etrafından bilgi süzülüyordu, bu da herhangi bir şeyi anlamayı reddediyordu. Atsushi kabinde değildi. Deneyimleyemeyeceği anıların içindeydi.
—"Yaklaşık dört milyon insan öldürüldü."
—"Geçmişe döneceksin, bu işin arkasında kim varsa bulacaksın ve silahı çalacaksın."
"Herkesin dikkatine! Şimdi toplantıya başlayacağız," dedi Kunikida yüksek sesle. Ancak, tek bir ajan bile ona bakma zahmetinde bulunmadı. Tanizaki inliyordu, Yosano fotoğraflarını seçmeye kendini kaptırmıştı, Kenji uyuyordu ve Naomi kardeşi dışındaki insanları umursamıyordu bile.
Atsushi bile dikkat etmiyordu. Eğer bu bir rüya değilse ve gerçekten olacaksa...
Öğlene elli beş dakika vardı. Sadece elli beş dakika.
"Atsushi. Orada mısın?"
Kunikida'nın sözleri Atsushi'yi aniden kendine getirdi.
"Ah... Üzgünüm," diye yanıtladı Atsushi telaşla. "Ne hakkında konuşuyorduk?"
"Cidden mi?" Kunikida kaşlarını çattı. "Lütfen odaklan. Tatilde değiliz."
"Üzgünüm," diye özür diledi Atsushi neredeyse duyulmaz bir sesle. "Hey, Kunikida... Aslında..."
—"Bildiğin gelecekten kimseye bahsetme."
—"Fakat arkadaşlarınız eylemlerini değiştirirse, düşmanın da fikrini değiştirmesi ve böylece silahı daha erken patlatması muhtemeldir."
"Ben, uh..." Atsushi sözlerini yuttu. "Önemli değil."
"Ah... Bu uzun bir kaç gün olacak. Bizim işimiz bu vapurun gittiği adadaki hırsızları yakalamak. Müşterimiz bizi orada bekliyor olacak."
"Tamam."
Atsushi başını salladı. Tabii ki, bunu zaten biliyordu ve nasıl olacağını da biliyordu.
Kunikida not defterini karıştırırken, "Müvekkilimizin polis yerine bize, özel dedektiflere bu işi vermesinin nedeni, esas olarak adanın işleyişinden kaynaklanıyor," dedi. "Standart Ada'nın yüzen şehri, Almanya, İngiltere ve Fransa tarafından ortaklaşa bir yelkenli ada olarak tasarlandı ve toprakları üç ulus tarafından yönetiliyor. Ada tamamen kendi kendine yetiyor..."
Atsushi, hepsini daha önce duymuş olmasına rağmen, Kunikida'nın açıklamasının çoğunu anlayamadı bile. Düşünürken uzaktan denizin dalgalarını dinler gibi bilgiyi dinledi. Bombanın patlamasını durdurmak daha önce düşündüğü kadar kolay olmayacaktı. Başlangıç için, silahın nerede olduğunu bile bilmiyordu. Wells çok gizli bölgede olduğunu söylemişti, bu da içeri girmek için bir altın paraya ihtiyacı olduğu anlamına geliyordu. Sorun, onda olmamasıydı, bu yüzden silahın yanına yaklaşamayacaktı. Hırsızları kovalarken "son sefer" bir altın para alanına girmenin ne kadar zor olduğunun acı bir şekilde farkına varmıştı. Atsushi, önce tam teçhizatlı muhafızları ve gözetleme kameralarını halletmezse, silahı arama şansı bile bulamazdı.
"Atsushi. Dinliyor musun?"
Atsushi'nin bilgisi yoktu ama kontrol etmesi gereken çok fazla şey vardı. Belki de sadece elli beş dakikada her şeye bakmak bile mümkün olmazdı. Wells'le buluşabilir miydi acaba? Ama o bir terörist olarak kabul ediliyor, bu yüzden kesinlikle gölgelerden hareket ediyordur. Ayrıca, kendini geçmişe gönderemeyeceğini söylemişti. Başka bir deyişle, buluşsalar bile Atsushi'nin gelecekten geldiğini bilemezdi. Onunla temas kurmaya çalışmak, bu işi çözmenin dolambaçlı bir yolu olurdu—
"Atsushi, orada mısın? Gezip görmek için o kadar heyecanlısın ki, düşünmeden edemiyor musun yoksa?"
Atsushi, Kunikida'nın yakın gelen sesiyle irkildi.
"Odaklanmana ihtiyacım var. İş hakkında ne dediğimi duydun mu? O adada—"
Ancak Kunikida not defterinden okuyamadan Atsushi araya girdi:
"Bir tatil adası iken, aynı zamanda Almanya, İngiltere ve Fransa tarafından ortaklaşa tasarlandı, bu yüzden toprakları üç ulus tarafından yönetiliyor, değil mi?"
Kunikida, Atsushi'nin, okumak üzere olduğu notları harfi harfine okuduğunu duyunca irkildi.
"E-evet. Ama ek olarak—"
"Ayrıca adada gömülü vericilere sahip belirli madeni paralar olmadan girilemeyecek bölgeler var. Turistler bile bakır madeni para bölgelerine girebilirken, gümüş madeni para bölgeleri yalnızca çalışanlar içindir ve altın madeni para bölgeleri yalnızca seçkin bir azınlığın girebileceği gizli alanlardır."
"‘Altın para bölgeleri’ mi?" Kunikida'nın eli sayfayı çevirirken dondu. "Benim defterimde bununla ilgili hiçbir şey yok!"
"Ama gerçek bu."
Kunikida birkaç dakika defterine baktı ama çok geçmeden inledi. "Şey... Beni etkiledin. Hazırlıklı geldiğini ve iş konusunda çok hevesli olduğunu görebiliyorum. İyi çalışmaya devam et."
"Evet efendim."
Atsushi başını kaldırdı ve vapurun adaya yaklaştığını fark etti. Belki de devasa metal yığınını yüzen bir makine olarak adlandırmak daha uygun olurdu. Adanın ortasındaki uçan köprü ve yel değirmenleri tekneden görülebiliyordu.
"Neredeyse geldik," dedi Atsushi, Kunikida'ya. "…Sorun nedir?"
Kunikida koltuğunda kambur duruyordu, başını pirinç başağı gibi sarkıtmıştı.
Yan taraftan bakınca, cansız kül gibi yanmış görünüyordu.
"Defterime yazılmayan...bir şey vardı...? Ve Atsushi bunu benden önce bildi...? Hayatım bitti... Öldürün beni..."
Kunikida ölmek üzere olan bir adam gibi inledi, sonra koltuğuna yığıldı.
21. bölüm
Kunikida'nın cansız bedenini ayağa kaldırmayı başardıktan sonra grup, tekneden indi. Adaya ayak bastıkları an, Londra'dan ilham alan eski moda mimariyle karşılandılar. Gelip giden arabaların yanı sıra tuğla evler ve arnavut kaldırımlı kaldırımlar vardı. Ancak Atsushi'nin bakış açısından bu yeni şeyler çoktan etkisini yitirmişti.
Görünüşe göre ölümden döndükten sonra Kunikida, "Biraz daha gitmeden önce herkese bunlardan bir tane vereyim" dedi. Cebinden birkaç gümüş para çıkardı ve Atsushi dahil herkese birer tane verdi. Gümüş para güneş ışığında donuk bir şekilde parladı.
Altın para elde etmenin bir yolu yok muydu? Biraz güç kullanmak gerekse bile önemli değildi. Altın parası olan birini bulup ondan çalmak, gizli bölgeye girmenin en kolay yolu olabilirdi.
Atsushi başını salladı. Bu uzun vadede ona yardımcı olmayacaktı. Silahı aramak istiyorsa askerler ve içerideki güvenlik kameraları hakkında bir şeyler yapması gerekiyordu. Bu nedenle, yapılacak en iyi şey, altın parası olan birini bulmak ve ondan yardım istemek—ona bir silahın patlayıp adayı yok etmek üzere olduğunu söylemekti. Ama kimin altın parası olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Dazai bile birini çalamadığını söylemişti. Ve Atsushi gerçekten birini yardım etmeye ikna etmeyi başarırsa, muhtemelen yaptıklarına bağlı olarak gelecek değişebilirdi. Ayrıca, yardım etmesini istediği kişi suçlu çıkarsa durum daha da kötüleşecekti.
Bu risk olmasaydı... Sadece elli beş dakika olmasaydı... Wells, ona arkadaşlarından yardım istemeden yalnız çalışmasını söylemeseydi...
O anda üstü kapalı bir araba, Atsushi ve diğerlerinin önünde durmadan önce takırdadı.
"Ahh... Bu Silahlı Dedektiflik Ajansı, sanırım?"
Atsushi abartılı bir iç çekişle karışan sese sıçradı.
Ahh, doğru. Nasıl unutabilirim? Onunla burada karşılaşacağımı zaten biliyordum.
Mavi iş elbisesi giyen genç bir adamdı. Otuz yaşlarında görünüyordu, ama tavırları onu hâlâ çok çok daha yaşlı gösteriyordu. Ancak Atsushi ona bakınca bambaşka bir şey gördü.
Güvenlik kamerasındaki tabanca...
Duvara sıçrayan kan...
“Ben...ahh...Standart Ada'nın kaptanıyım. Bana Kaptan Walston diyebilirsiniz. Ben...ahh...hepinizin gelmenizi ayarlayan müşteriyim. Sizinle tanışmak bir zevk."
"Ah, demek kaptan sizsiniz." Kunikida bir adım öne çıktı. "Bizi almaya geldiğiniz için teşekkürler. Bu arada… çok yorgun görünüyorsunuz. İyi misiniz?"
“Ah… Endişeniz için teşekkürler. Ancak… ahh… bu benim normal halim. Ah… Lütfen bunun için endişelenmeyin.”
"Her neyse, Kaptan Walston, şimdi bize görevin ayrıntılarını verebilir misiniz?"
Aniden, donuk bir elektronik zil sesi duyuldu. Atsushi, bunun kaptanın telefonunun, bir ramen tezgahının şal flütünün zil sesi olduğunu farketti.
"Alo? Ah, evet! Çok üzgünüm! Onu bulacağım! ...Evet, kesinlikle! Kimsenin rahatsız olmamasını sağlayacağım! Söz veriyorum!"
Kaptan özür diledikten sonra telefonu kapattı. Atsushi, kaptanı izlerken biraz düşündü. Bunu daha önce hiç düşünmemişti ama kaptan neden öldürülmüştü ki? Takım elbiseli bir terörist onu vurmuştu. Başka bir deyişle, onu Wells öldürmüştü. Ama neden? Görevi silahı bulmak ve geri almaktı, adadaki işçileri öldürmek değil.
Güvenlik kamera görüntülerinde Wells'in cansız gözleri görülüyordu. Atsushi hemen bir cevaba ulaştı: Kaptan bir şüpheliydi. Bunun arkasındaki insanlardan birinin o olduğuna inanmıştı. Aslında, silahın kesinlikle onda olduğunu düşünmüş olmalıydı. Onu öldürerek milyonların ölümünü engelleyebileceğini düşünmüş olmalıydı.
Ama yanılmıştı. Kaptanı vurmak, silahın patlamasını engellememişti. Bunun arkasındaki kişi o değildi. Wells düşmanı aramak için kendini geçmişe gönderemezdi. Başka bir deyişle, bu onun ilk ve tek girişimiydi, bu yüzden düşman hakkında ayrıntılı bilgi alamadığı sonucuna varılabilirdi. Ama olaya farklı bir açıdan bakacak olursak…
"Lütfen içeri gelin. Bu aslında son derece uzun bir bekleme listesiyle adanın en popüler oteli. Her neyse, lütfen istirahat edin..."
Kaptan onları otele götürmeye başlar başlamaz, Atsushi sessizce sordu, "Kaptan, üzerinizde... bir altın para bulunuyor, değil mi?"
"Ha?!" Kaptan şaşırmıştı. "B-bunu nereden duydun?!"
"Atsushi, geliyor musun yoksa gelmiyor musun?" diye sordu Kunikida otele doğru ilerlemeye devam ederken.
"Ah, üzgünüm. Bensiz devam edin! Hemen geleceğim!" Atsushi bağırdı. Kunikida'nın ilk zaman çizelgesinde duymadığı herhangi bir şeyi duymasını engellemeye çalışıyordu.
"Peki... altın parayı nereden öğrendin?" diye sordu kaptan, kıpırdanırken.
"Ah, şey..." Atsushi daha önce bulduğu bahaneyi kullandı. "Biz, dedektiflik ajansındakiler buraya gelmeden önce araştırmamızı yaptık. Adada gizli bir bölge olduğunu ve içeri girmek için özel vericili bir altın paranızın olması gerektiğini öğrendik. Her neyse, adanın kaptanı olduğunuz için sizde vardır diye düşündüm."
Kaptanın bir altın parası olması gerekiyordu. Wells'in muhtemelen silahın onda olduğunu varsaymasının nedeni, en azından bir altın paraya sahip olmasını gerektirecek bir pozisyonda olmasıydı. Altın paraya sahip olmaması, onu Wells'in ortaya çıkardığı suç profilinden önemli ölçüde ayırırdı.
"Ah, şey... Evet. Bende... bir tane var. Evet."
Kaptan cevap verirken hata yaptı. Atsushi aniden kaptanın telefon görüşmesini düşündü.
—"Çok üzgünüm! Onu bulacağım!"
Geçen sefer, kaptanın telefon görüşmesi pek dikkat çekmemişti ama kaptanın ne kadar depresif göründüğüne bakılırsa…
"Kaptan, siz… altın paranızı kazara kaybetmiş olabilir misiniz?"
"Eee!" Kaptan şaşkınlıkla sıçradı. "Hayır, uh..." Atsushi'ye baktı, sonra pes ederek derin bir iç çekti. "Ahh... Lütfen diğer çalışanlardan hiçbirine söyleme. Bu son derece değerli bir altın para ve kimsenin bundan haberdar olmaması gerekiyordu, ama... sanırım biri onu çaldı."
"Çalındı mı?"
"Ne zaman üzerimde olsa çok dikkatli davranırdım, ama… Ah… Alabildiğim tek şey bir rütbe düşmesi olsaydı şanslı olurdum… Bu neden benim başıma geldi…? Her gün adanın koruyucu meleğine dua ediyorum…”
"'Koruyucu melek'?"
"Kurulduğu günden beri adadaki insanları gözetlediği söylenen efsanevi bir koruyucu var. Efsaneye göre gücü adanın şeklini özgürce değiştirebiliyor ve bunca yıldır onu yabancı düşmanlardan koruyormuş. Ahh… Odamda her gün dua ettiğim bir haçın yanında süslenmiş bir koruyucu heykeli var, bu yüzden tek istediğim bu seferlik bana yardım etmesi."
"Anlıyorum…"
Görünüşe göre her bölgenin kendi efsaneleri var. Ama son teknolojiyle dolu bir adada yerel bir tanrıya sahip olmak gerçekten mantıklı mıydı ki? Ayrıca gerçek tanrı bir ada efsanesi ve haç için dua edildiği için kızmaz mıydı…? Her halükarda, kaptanın neden iç çekmeden duramadığı artık açıktı.
"Kulağa zor geliyor." Atsushi anlayışlı bir şekilde gülümsedi. "Altın para çok değerlidir, bu yüzden onu kim çaldıysa gizli bölgeye girebilir ve—"
Atsushi durakladı, çünkü birden bunun düşmanın adada çalışan biri olması gerekmediği anlamına geldiğini anlamıştı. İlk başta, silah bir altın para bölgesinde patlatıldıysa, düşmanın girme izni olan biri olması gerektiğini düşünmüştü. Ancak kaptanın altın parası çalınmışsa ve söz konusu kişi silahın bulunduğu alana gizlice girmişse, olası şüphelilerin listesi katlanarak artacaktır.
"Altın paranın tam olarak ne zaman çalındığını biliyor musun?"
"Ahh... Bu sabah giyinirken yanımdaydı, yani muhtemelen devresel raporlarımdan biri sırasında...ya da turistik bölgede dolaşırken... Ahh..."
Kaptan mahzun bir bakışla derin bir iç çektikten sonra başını Atsushi'ye daha da eğdi.
"Bulursan lütfen bana haber ver. Yalvarırım."
Önceki Sonraki
Not: Sadece çeviri bana aittir!!!
22 notes · View notes
bilaldemirkr · 4 months
Text
Magnolia
New Post has been published on https://bilaldemirkr.com.tr/magnolia-5/
Magnolia
Tumblr media
Magnolia Tanımı İçin Malzemeler
1 litre süt
2,5 yemek kaşığı nişasta
2 yemek kaşığı un
1 adet yumurta sarısı (Ekleseniz de olur eklemeseniz de olur)
1 su bardağı şeker
1 paket vanilya
1 paket sıvı krema
200g bebe bisküvisi
1 çay bardağı fındık
Çilek ya da kivi çok bekletmeden tüketilecekse muz da olabilir
Magnolia Tanımı Nasıl Yapılır?
Not EkleTarifi Yazdır
Ben tüm materyalleri 2 katına çıkartarak yaptım anca yetti. Tanımı büşra atalar’ın tanımından deneyip yaptım ve nitekim bağımlılık yapıyor.
Vanilya ve krema hariç tüm gereçleri tencereye ekleyip uygunca karıştıralım.
Karıştırarak pişirmeye devam edelim ben pişirirken olağan kıvamdan biraz daha cıvık yapıyorum dolapta bekledikçe de yoğunlaşıyor kıvam aldıktan sonra ocağı söndürüp soğumaya bırakalım orta ara karıştıralım.
Kabuk bağlamasın soğuduktan sonra vanilya ve kremayı da ekleyip güzelce mikser ile çırpalım.
Önceden blendırdan çektiğimiz cici bebe ve fındığı kuplara azar azar ekleyelim doğradığımız çilekleri etrafına dizelim ve muhallebimizden ekleyelim.
Sonra tekrar cici bebe döküp muhallebi ekleyelim.
En son kata tekrar cici bebe döküp hepsini bu formda yaptıktan sonra buzdolabında bekletin. Mümkünse 1 gece bekletin. Daha da hoş oluyor vaktiniz yoksa da soğuduktan sonra servis edebilirsiniz.
Magnolia Tanımı Fotoğraflı Yapılışı
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
Text
varız, yaşıyoruz ama fark edilmiyoruz çoğu zaman. düşüyoruz ama düştüğümüz an da değil de dizimizdeki kanlardan sonra anlıyorlar düştüğümüzü. düşerken yanımızda değil de yaralarımızın kabuk tutmuş kısmı dökülürken yanımızda rolüne giriyorlar. cümleler kuruyorlar hepsi sahtelikten ve hiçlikten ibaret. mutlu oluyoruz hep yanımızdalar birlikte gülüyoruz ama ağladığımızda yanımızda olmaktan vazgeçiyorlar. bir şey oluyor sen anlatmadan anlamak için dahi çabalamıyorlar. bazılar ise tek cümlenden mutsuz olduğunu. tek cümlenden mutlu olduğunu, sinirli olduğunu anlayabiliyor. her zaman aynı döngü olur mesela " iyi misin" sorusunu sorarlar. "iyiyim" cevabını aldıkları anda bende iyiyim yazarlar. ama kimse gerçekten iyi mi sorgulamak istemez çünkü dertleri, acıları, kızgınlıkları dinlemekten korkanlar var. "hiç çekemem onun derdini tasasını diyen insanlar :)
6 notes · View notes
sibercocuk · 3 years
Text
Zaman makinası olsaydı ve kendi geçliğime, mesela 17 yaşıma dönseydim kendime şunları
Söylerdim
En önemli şey aşk onu doya doya yaşa, bu bir.
Ne yapmayı sevdiğini bul ve sonra o
Sevdiğin şeyi yapabiliyormusun ona bak.
Yapmıyorsan boşuna enerjini tüketme, yapabilenler yapsın.
Yapıyorsan,
Dünyanın en şanslı insanlarından birisi dilini ısır kimseye söyleme.
Sevdiğin insanlar bul, işlerini onlarla yapmanın yollarına bak.
Hayat yap, et, çalış, başarla geçiyor.
Ve bu maroton çok sevdiklerinle geçerse
Iş yapmamış sürekli aşk yapmış olursun.
Bi kaç kişinin elini sıkı sıkı tut.
Onların dertleriyle dertlen,
Mutluluklarıyla uç, dediklerine kulak ver.
Onları kaybetme.
Herşey değiştiğinde senin en orjinal
Halini bilip sevenlere ihtiyacın olacak.
Kendini onunla bununla karşılaştırma.
Başkalarının kriterlerine göre seçim yap
MA!
O zaman başkalarının gideceği yerlere gidersin.
Oralarda ne işin var, senin yolun başka yokuşların başka!
Konu komşu ne der diye dinleme.
Komşu senin hayatın hakkında topu topu 15
Dakika konuşacak, Sense ölene dek onu yaşayacaksın.
Hareket et, hergün hareket etmeyi alışkanlık haline getir.
Bir spora kafayı tak, dansa kafayı tak, satranca kafayı tak.
Kafaya taktıkların ileride yaldız olup
üzerine yağacak, yaldız olup üzerine yağacak.
Hergün oku, herşeyi oku.
Ağaç olmak nasıldır, Van
Gogh olmak nasıldır, ikinci dünya savaşına katılmış olmak
Nasıldır, öğren!
Bir gün hepsi yapboz gibi yapışıp
Sana inanılmaz gerçekleri gösterecek.
Kızlar; zekadan, çalışıp başarandan, ve espiriden hoşlanır.
Erkekler; güzellikten, edadan ve huzurdan hoşlanır.
Hayat alışkanlıklıklarla yürüyor.
Birşeyi iyi yapmak istiyorsan hemen alışkanlık haline getir.
Alışkanlıksa la oluyor.
Beyin böyle programlanıyor.
Birşeyi sürekli yaparsan başka şeyi düşünmüyor, onu hep öyle yapıyor.
O yüzden alışkanlıklarına çok dikkat et!
Neyi alışkanlık yaparsan hayatın ondan oluşacak unutma.
Erken kalkmak kulağa berbat geliyo,
Biliyorum ama erken kalkan yol alır hayatımda
Duyduğum en doğru şey.
Bazen saat 8:
30 da üç şey bitirmiş oluyorsun ve
Inanamıyorsun zamanın göreceliğine.
Dedikodu yapma!
Dekikodu nasıl birşey biliyor musun, b
öyle evinin içine çöp boşaltmışsın gibi.
Ağzını, içini, evini kokutuyor.
Rahatlatır sanıyorsun ama pisletiyor insanı.
Gül geç.
Hem dedikodu yapanların başına mutlaka
Ayıpladıkları, beğenmedikleri, çekiştirip
Durdukları şey gelir unutma.
Hayatın mizah anlayışı böyle.
Kızlar güzel mi güzel bi kadın olduğunuzda kendi atınız olsun.
Kendi paranızı kendiniz kazanın, onu şakır şakır harcayın.
Böylece ayrılıklarla ve boşanmalarla attan inip eşeğe binmezsiniz.
Atınızı kimse altınızdan alamaz.
Dört nala başka yere gidebilirsiniz.
Erkekler; yakışıklı mı yakışıklı bir
Erkek olduğunuzda kadınlara çocuklara ve hatta
Birbirinize asla el kaldırmayın.
O güç, güç değil!
Kaba kuvvet o.
Korkudan kaynaklanır.
Kaybetme korkusundan.
Ve kimseyi avucunuzda sıkarak elinizde tutamazsınız.
Tam tersi avucu apaçık bırakacaksınız.
Kimseyi suçlama suçlamak; nasıl diyeyim, zehirli bi duygu.
İnsanı frenler, insanı kurban piskolojisine sokar.
Atıl bırakır.
Hatta şimdiden duvara " kendimi suçlu hissetmiyorum" yaz.
" Kendimi suçlu hissetmiyorum.
Kendimi suçlu hissetmiyorum.
Kendimi suçlu hissetmiyorum" yaz.
Çok faydasını göreceksin.
Ceplerden,
Bilgisayarlardan televizyonlardan uzak bir saat ayır kendine.
Kendinle sosyalleş yoksa unutursun nasıl biri olduğunu.
Hayatın, sana başkaları tarafından yansıtılmayan bi aslı var.
Onu dinle deniz kabuğu dinler gibi.
Yalnızlığını kimseye verme.
Yalnızlığın hariç herşeyi paylaş.
Çünkü hayat paylaşınca güzel.
Hergün şükret!
Teşekkürü dualarından asla eksik etme.
Teşekkür kadar insana iyi gelen birşey yoktur.
Birşeyi istemekten dilemekten bile iyidir.
Sıcacık yapar ruhunu.
Bendeki bana yeter, hatta artar bile dünyanın en güzel felsefesinidir.
Birinden birşey isteme onun yerine birine
Birşey ver, bak neler olacak seyret sonra.
Karanlık günler olacak.
Düşeceksin de.
Yaralar da açılacak.
O zamanlarda şunu unutma; Tünel bitecek.
Kalkacaksın da, kabuk da bağlayacaksın.
Sevdiklerine bıkıp usanmadan "
Seni seviyorum.
Seni çok seviyorum" de.
Hatta " sen ne yaparsan yap, kim olursan ol seveceğim" de.
Korkmaktan korkma.
Ödün bile kopsun.
Sonra kapa gözünü bas karanlığına.
Belki biri taş döşemiştir, kim bilir...
Böbürlenme, Kibirlenme, Köpürme.
Abart, Çoğalt, Parlat.
Böbürlenme, Kibirlenme, Köpürme.
Abart, Çoğalt, Parlat.
Hergün bir yazar tarafından
Hayatının hikayelendirildiğini düşün ve dinle.
Böyle bir kahraman olmak ister miydin?
İstiyorsan başarıyorsun.
Ne mutlu sana...
6 notes · View notes
captain-aysha · 3 years
Text
Aşkmeran
Uyandığımda
Alnımı karışlıyor gibiydi yalnızlık, bir Hadisle..
Hadsiz iniltileri güldürüyor
Yalnızlık sebeplerini kırbaçlıyordu acemi bir iblis
İrkildim, aramızdaki meridyen endamını yitirdi..
Cennete gidemeyecek kadar uzak bir kentteydim
Ve kirpiklerimden çekiyordu Hades
Di’li di’li gömüyordu anıları, geçmişin toprağına..
Ütüsü bozuluyordu en özenilmiş anlarımın, basınca benden geçmişin toprağına
Sevmek gibi örneğin
Beklemek gibi mesela
Tarihi soykırımların sayısı artıyordu yeryüzünde o gece..
Kırıyordu kursağım hevesimin yumruğuyla soyadımdaki iki sesli harfi
Ecdadından siliniyordu yirmi dokuz kez kurşun bir kalem,çabuk büyüyordu
acı ve aniydi tenimin kâbus gördüğüm zamanlardaki terleme süreci..
Uyuya kaldığımda
Aklıma kelepçe takıyor gibiydi geçmiş sürgünü bir hapishane
Halsiz dünsel hadiseleri yeriyor
Karanlığı hırpalıyordu usta bir iblis
‘‘Hadi sene’’ diyen bir sesle irkildim, aramızdaki saat eşkâlini yitirdi..
Cehenneme yürüyerek de gidilebilirdi bu kentten
Saçlarımdan çekiyorken bu kez Hades
Orağıyla mezar kazdı
Tıka basa gömdü sonra Azrail beni,
Giderken son, gelirken ilk bastığın o toprağa..
Sanırım toprak kaymasıydım
Yıldız kaydırağı bir gece yarısında
Yaprak düşmesi kadar başıboş
Gözbebeğimi bir camii avlusuna bırakan
Ezandan birkaç dakika önceyi fırsat kollayanın sevdalısıydım..
Yüzyıllar yüzümü astı
Bir yalnızın yaşadığı ev gibiydik artık seninle
İki ayrı yüz ıslanmıyordu lavaboda
Kurulanmıyordu eller aynı havluyla
Bir dev gibiydi aramızdaki mesafe mesela
Bastığı yerden artık şiddetli ve korkunç sesler getiriyordu..
Yüzyıl önce
Bugün gibi
Hatırımda
Şiir kıtaları kıt kanaat bir saltanatı sürmeye başladı
Kırık kanatlarla da uçmayı öğrendi ölü serçeler..
Kırk haramilerin eşkıyalığında
Kaza süsleri kayboldu..
Ölüler birbirini kıskanmıyor
Kış kanmıyor sıcağın vefasına
Resmi kayıtlara ‘‘geçmiş’’ diye geçmişti o gece,dün.
Ve yaramdaki salgından haberdar değilmiş gibiydi ömrüm..
Bütün uykuların sersemi bendim
Sendeki kör bir mahmurluktu..
Alaca ve çıyan rüyalar görürdüm biliyorsun
İki gözün şahitti..
Yüzyıl öncem kadar bölücü
Gece kan
Gece kir
Gece kum
Ay güneşi kirletir
Bu yüzden hep gün gecikir..
Biri, kir olur elimin mürekkepten
Birikir kapı koluna diğeri, dışımda tuttuğum birisinin gelişini özlerken..
Sonra yine bir sulu yara açılır nabız yerimde
Hades,kör müyüm diye ışık tutar gözlerime
Uyuma der,karanlık serper iblis üzerime anıların açmazından..
Sokak çıkmazında lades kemiğimi kırar aşk
Işık ve karanlık sahiplenir gölgemi, saçlarının sızdığı duvarların
bedeninde kalırım
Dibine kadar düşerim düşlerimin
Tam ağzıma kadar doluyum
Aklım ermiyor, hala ham..
Biliyorsun
Aklımda uykum gibidir
Kaçabilir ya da gelebilir..
Kaçınabilir bir rüyadan
Uyanabilir bir şiir kafiyesi masaldan..
Dudaklarının arasına al beni
Hades gitti az önce
Sesini kes yüzümde
Bir sigara kadar bağımlı kal
İşin bitince söndürüp atacak kadar bencilce
Dudaklarının arasına al beni..
Ciğerini delene dek kemir nefesimi
Dişlerinin arasında gezdir
Hades gelmeden
Gel
Dudaklarının arasına al beni..
Fesat sözler dizdim ardı ardına
Ardı bozkır bir karaya
Ve karalar basınca zemheri vakti gırtlağa
Çilehanelerde yatalak
Yalanların çöllerinde kutsanarak kaldım
Öyle ki her acıyı senden sanarak,ben başıma..
O’nlar
Kimsem yoktu biliyorsunuz
Varlığım kimsesizdi
Hades ve iblis
İçinizden birisinin yoluna düşmedim diye dışladınız
Dışınızda kaldım diye içinize almadınız
Göremediniz iç yüzümü
O birisi ya siz olsaydınız?
Hanginiz pıhtıları iskele etmiş kanlı bir denizden yar yüzü görmek uğruna
yüzdünüz?
Yüz yıldır yüzüyorum ve biliyorum yetmedi
Yüz yıldır yüzüyorum derimi ve kazıyorum benliğimi
Yıllar canidir ki ben felçliyim el’den aşağım tutmuyor
Uykum da bu yüzden firari
Uykum kan
Uykum kir
Uykum kum
Hepsini gözlerime kaçır
Gel dudaklarının arasında salla beni
Uyurum belki..
Sus deyip sustu
Dur deyip durmayan ve giden
Gelip giderken tökezleten
Sallanırken düşer miyim endişesi gibi
Ölürken dirilmenin mucizevî beklentisi kadar düşsel
Delil yetersizliğiyle yetinen
Kendi aklının dar geliriyle geçinen kimlik kadar gerekli bir kadın..
İşte bu yüzden
Eşidir kan,yaranın
Bir gün mutlak kabukla aldatılan..
Kan yaranın kusma durumudur,
Öyle ki tüm yaralar kan kusar
”Beni kan tutar” diyen bir yaraya denk gelemezsiniz
Kan tutmaz yarayı,akar
Pıhtıdır yaranın tek yoldaşı, sargıdan önce yarayı kendisi sarar..
Kan yaranın ağlama durumudur
Öyle ki tüm yaralar kan ağlar..
Yara,izinin ceddidir ve geçmeyen bir geçmiş kadar ciddidir..
Dün, an’ladığındır,gider anlamadan üzerine gün örttükçe
Ki gün gelir birlikte içilen şaraplar bile bir şarapnel parçası kadar can
acıtabilir böylece..
Geçmiş, geçmeyen yaraların tekil adıdır..
Akar
Ağlar
Kusar
Kabuk olur bağlar
Sulanır göz göz, bunu en iyi gözü ardında kalanlar anlar..
Yüzyıldır kirpiklerimden çekiştiren Hadesten
Uzaktaki cennet ve yanı başımdaki cehennem Arafından
Aklıma asılı kalmış hadisten düşen sözlerden
İrkildiğim sesten
Kırbaç vuran iblisten bir adım öteye gidemem..
Bu kan
Bu kir
Bu kum
Yüz yıllarım
Kaçan aklım
Gelmeyen uykum anlasın artık;
Biz,
Aşk ile yürek kanseri
Yara ile ten veremiydik..
Tanrı ikimizi hep çok sevdi
Çünkü ölecektik..
Geçmiş,
Suç aleti oluyor bu kadar uzun ve yalnız düşününce
Dudaklarının arasına al beni..
Geçme..
6 notes · View notes