Parçalanmış Kişilik Cesedi Birikintisi
Kuralların üstüne yağıyorum bir gece gibi hiçbütün parçalarımla
Ve gecelerle acelesizce seviştik ve çocuklar küstü bize.
Yıllarca bir atı koşturdum bir tren sürdük ve
Biz küfür gibi önemsizdik ağızlardan intihara
teşebbüs etmezdik çünkü biz atıldık hep aceleyle.
Bir hayat yaşıyorum hiçbir vaktin aslı yok
Ve ellerimin izini görüyorum koca şehirde, adı sanı yok.
Doluca dökülüyor parmaklarım ve çirkinim ben
Karanlığım biraz ve ağlama ustasıyım At-til-han gibiyim bu saatlerde
Yalnız uyandım kitabıma bugün, cümleler kayıptı odamda.
Ama ben kimseye sensiz olmaz demedim.
A
T - today,
t i woke up
i my water was
l - just boiled,
h and i,
a brewed my yesterdays.
n
It tastes like
0 notes
Duvarlar Konuşmuyor Anne
çıkmışım iskenderpaşa’dan pis pis yürümeye
bilinir ki iskenderpaşa’da gök turuncudur
iskenderpaşa olmaksa amacım ben göğü mor çizerdim
çünkü bilinir ki mor başlamamış aşk çocuklarının rengidir.
doğadan insanlar görüyorum renk renk
şehirden banklar gibi yaşlı hissediyorum
iki ihtiyar oturmak keyfi bir kar gündüzünde
ve gök tüm şehri oymakta genç hevesiyle.
üstümde atrahasis denen herifin sorumluluğu,
kalbimin sağ çaprazında odyssey’in hasreti
ve diğer çaprazına varmadan karşına aşkını kaybetmiş gılgamış hüznü çıkar
ve ben ki sevmem böyle mistik adamları
ve hayır ben okul okuyorum aramız sıcak olmasa da
istanbul’la sert bakışıyoruz ve beni parasızlar cehennemine yolluyor.
bir universität bahçesinde bile vardır bıyıklılar ve para-sızlar arasındaki kavga
ve ben oturuyorum bu ara yol ağzında
elimde elektronikten bir kağıt, şiir düşünme vakti gelmişti çoktan.
kuru havalarla ilişkim yoktur sevmez beni onlar
ve herkes bilir ki benim nemle aramda şehvetli bir aşk saklıdır
zira sıcak ilişkimizde bizim
asla pis kokular duyulmaz ve belki de bu yüzdendir
denize ve suya olan hasretli bakışlarım
neden rüzgârın arkasından süzülür,
hava söz dinlemez!, rüzgâr tahtına oturmaz!,
ve kalbimin aşk sığdırılmış kocaman parçasına
buzdan bir dikit saplanır.
damlarda bir çocuk uçuşmakta
bir yazarın kulağında beethoven piyanosu
yanından uzandığım işçinin kulağında ahmet kaya resitali
bense istanbul’u dinliyorum, orhan gibi, ve gözlerim kapalı bakıyorum gökten seslere
hayır benim gözlerim gibi dargın değil kulaklarım
kapalı sesleri duymak üzerine doktora yapmış bir martı misali
seksen boylarında genç uzaktan karları izliyor.
ve ellerimde kardan kalem var benim
kenti şiirlere boyarım bütün gece
tütünden mırıltılar kaplamış gökyüzünü
şiirler kırıcı olsa gerek
lakin hayır ben kahve içiyorum gündüz boyu
gececi şair içimde bir kenarda uyumakta
ve kaldırımlar bilir kaç kez okulu özlediğimi
yine de bir duvar kenarına yazıyorum elimde izmaritten kalem
“bu karga kar seviyor olsa gerek.”
ve hayırdır efendim martıların şiir sevmesi,
minik ayakçıklarla karalama yapar ama sor nedendir
benim ellerim bir martı kadar büyük
ve aklım bir ay kadar sönük?
hadi yüce şair bir şehri anlat bana
buralarda duvarların konuşma eğilimi yoktur.
Tablo: Christ on the Mount of Olives, Francisco Goya
1 note
·
View note
Kahve Buharı Ekspresi
kimse bilmez, kadınların kağıttan olduğunu
erkekler yahut bir su olabilir bakarsınız.
hayat dediğimiz saçmalıklar annesidir
lakin anlayışına göre değişir.
ben insanlara bakınca nefret kemiriyorum, kimse görmez.
bulutlar sarhoşmuş ilhan söyledi
sarhoş anlayışına göre değişir evvela,
sorarsanız eğer sen ne görüyorsun diye
ben kimsesizlik görüyorum,
izmaritten insanlar gibi bir orduda
kimse hissetmez
ama mesele yet each man kills değil
sevdiğinin bakışına göre değişir esas mesele.
iki gözüm iki çeşmedir güneşli bulutlarda
içimdeki saçmalıkların dırdırı kesilmek bilmez
sular mı kesilmiş ne olmuş, gözler dinlemez
ağlama biçimine göre değişse de
kimse duymaz.
susmamak ihtiyacı çıkagelir
sanmamak lazım onların dili susamaz,
bir kulak verirsin alır götürür belki
bazı günler sessiz geçer
bir bakarsın
kimse fark etmemiş.
Tablo: On the Horizon, the Angel of Certitude, and in the Dark Sky, A Questioning Glance; Odilon Redon
2 notes
·
View notes
Ben, Berke ve Bay Samsa
hayatın anlamı çıktı karşıma
sen diyor, beni yok sayıyormuşsun-
-hayırdır? diyor bana.
önce bir sigara yaktım
sonra anlamsızlıklar içerisinde kavrulmaya,
-hayata- atıldım, sigaram bitti
hayatın anlamı yok oldu.
düşünmek tek başınalığa ve kasvete aittir.
üstümde yine bir fransız entelektüelinin hüznü
kafamda binbir türlü sözcük ve
ellerimde kimsesizliğim ile
İstenmeyenler Garı’na yürüyorum.
bugün bir samsa böceği olarak uyansaydım
acaba ne zaman birileri fark ederdi
ya
da
edebilir miydi birisi?
ben, berke ve bay samsa
istenmeyenler garı’nın sonsuzuncu peronundayız,
bu iğrenç gezegende bizi isteyen kim varsa
öldürmeye gidiyoruz.
bay samsa kahrından
berke iğrençliğinden
ben nefretimden boğularak
öldük,
ve kim varsa bizim gibi olan, öldüreceğiz.
kamburu çıkmış onlarında bir çocuk
eğilmiş umut kırıntısı topluyor yerden.
eğilip yerden umut toplama çocuk!
ne insanlık bir kırıntıyı
ne hayat umut edilmeyi hak ediyor,
hepsini at yere çocuk at hepsini!
kahrında, iğrençliğinde ve nefretinde
boğulmak istemiyorsan
umut etmeyi kes çocuk, kes.
ben, berke ve bay samsa
dünyadaki üç anlamsız böcek toplanmış
insanlığı ayaklar altında ezmeye gidiyoruz
tütün ekspresinde istenmeyenler garı’ndan çıkmışız,
bay samsa kahrından
berke iğrençliğinden
ben nefretimden ölmüşüm,
ayıplananlar mezarlığına gömülmüşüz
mezar taşlarımızda “don’t try” yazıyormuş.
ben, berke ve bay samsa
birer böcek olarak uyandık şu iğrenç dünyaya
kahır, iğrençlik ve nefret saçmaktır
tek amacımız.
Tablo: Fck This Structure, Ilo Künst
4 notes
·
View notes
Tütün Ekspresi Dudak Peronundan da Kalkar
düşünmenin kasveti sardı
yine bir pazar gecesi,
gerçi ben günleri pek anlamam
salı da acı çekiyorum cumartesi de,
ama bu pazar
bir kül gibi dağıldım.
Tablo: Moonlight, John Atkinson Grimshaw
4 notes
·
View notes
Sefaletin Tohumu Bir Köpek
ay karanlık değil bu gece
herkes uyuyor
her şey uyuyor.
battaniyem bana sarılmadan uyuyamaz
sarıldık uyudu ben uyuyamadım,
şehvetli dört bacağıyla beraber
ayakta uyuyor masam ayakta,
rüzgârlar uyuyor akarken
karlar uyuyor düşerken uyanmıyorlar,
tüm insanlık neşe içinde mışıldıyor
güneş bile uyumuş,
ben içimde bitmek bilmeyen huzursuzluğumla ve
bir ağaç gibi dikili gözlerimle
uyuyan herkesi ve her şeyi izliyorum.
altımda eriyen bu aciz topraklardan
içimde insanlık nefretiyle
bir rüzgâr gibi akarak
bir kar gibi düşerek
bir su gibi uçarak
bir alev gibi parlayarak
yok olacağım,
bir daha var olmak istemiyorum
ne cehennemde, ne boşlukta.
yaşadığım yüzyıllar süresince gördüm ki
şu birbirinden aptal insanların
ebedi rahatlık ve istirahat için
yapmadıkları ibadet
inanmadıkları din kalmadı.
siz aptal insanların neyine istirahat
neyine ebedi zenginlik neyine ölümsüzlük?
inandığınız tanrı bile nefret ederken sizden
kendinizi ne sanıyorsunuz da başkalarını
imansızlıkla yargılıyorsunuz aptallığın dölleri sizi?
hiçbirinizde bir orospunun haysiyeti bile yokken
siz ne olduğunuzu sanıyorsunuz da benim haysiyetsiz olduğumu savunuyorsunuz?
tanrı’nın oğlu mu?
kutsal ruh mu?
peygamber çocuğu musunuz yoksa?
yalanlarla anlattığınız o peygamberiniz bile
sizden o kadar nefret etmişti ki tanrı ile beraber,
sizi cezalandırmak için
merhametten uzak dinler kurdular.
ancak göreceksiniz tüm bunların yalan olduğunu
gökyüzünün turunculaşıp
güneş’in doğmadığı ve
korkunuzdan melek olmaya çalıştığınız
o tüy kadar ince vakitte.
işte o zaman
içine ruhumun sığamadığı kocaman bedenim
güneş gibi parlayıp kaplayacak
tüm gök ve yeryüzünü,
topraklar havalanacak
sular buharlaşacak,
ve göğsümde bir sızıdır ki
yarık gibi açılacak
hiçbir toprak ve vücut parçası
sonsuzluğa fışkıran kanlarımdan kaçamayacak.
kanımla sevişen aptal insanlık
kalbinin en ücra köşesinde
şu sonsuz nefretimden bir kırıntı hissedecek,
kimisi kendini öldürecek.
kimisi abisini kesecek.
kimisi aklını yitirecek.
uzak diyarlardan tüm evrene
bir barut kokusu yayılacak ve,
kafamın bir tarafından girip
öteki tarafından çıkacak bir mermi parçası,
aynı eksende dönecek ve şu aciz bedenime tekrar girerek
kalbimin en orta yerinde
bir çığlıktır patlayacak.
kadavralaşmış beni gören tanıdıklarım
bakacaklardır öylece,
yabancılar kimden bu kadar nefret ettiğimi düşünecek
ama asla gerçeği göremeyeceklerdir,
canlı kalabilen tüm insanlıksa
içlerine bu nefreti sürgün eden tanrılara
bir ömür dolusu lanet sözler edecekler ama
bir aptaldır insanlık,
iman etmeyi sürdürecek
ama asla gerçeği göremeyeceklerdir.
Tablo: Tearing Away From Myself, Ilo Künst
3 notes
·
View notes
Kül Karanlığı Perisi
güneşli günleri artık seviyor olmam
içimdeki bulutların söndüğü anlamına gelmemekle birlikte
sanırım mutlu olmayı önemsemediğim ve
karanlığı -hâlâ- tercih ettiğim anlamına gelir.
odamda biraz
sadece birazcık karanlığa,
aynaya baktığımda gözlerimin söndüğü
çaresizlerin karanlığına ihtiyacım var.
hâlbuki benim şu düşüşümde
artık bir odam bile yok,
sadece karanlığa hasretlik ipi bağlıyorum
diğer ipleri görmüyorum bile.
lanet olsun odada insanlar var,
ayak sesi, nefes sesi var
lanet olsun.
konuşmalar duyuyorum, düşünceler…
hepinize lanet olsun.
bu gecelik sesler kesilsin
ışıklar sönsün, bir aydın tane bile kalmasın!
bu gece hatıralarla
konuşmamız gereken konular var.
Tablo: Musidora, Thomas Sully
4 notes
·
View notes
Hayat Ağıdı
hayallerim ağlıyor uzaklardan
duyabiliyorum
bir serseri
sanki yokmuş gibi işi
gözleriyle kesiyor beni gece gündüz.
halbuki şu dünyada yapacak
sayılamaz iş varken
bakmak birine ne hususi bir iş oluveriyor.
bu zalim dünya’da yaşamak
beni olmadığım kadar mütehassis etti,
duygularım bir kimsesizin mezarında
adsız susuz yatıyor belirsiz.
ama konuşmayın ki duymasın anam babam
şu kadavradan farksız halimi
şu düştüğüm olmaz olsun kederleri.
zalim dünya’nın zalimden de beter insanları
midemi bulandırmakla kalmadı sadece
kafamı da bulandırdı,
en son ne zaman doğru dürüst düşündüm
ne zaman
ne
zaman
sahici sebeplerle güldüm
hatırlamamakla birlikte
mutlu olmanın ne demek olduğunu
bir yerlerden anımsıyorum ama
çıkaramıyorum.
bir kadın
geçiyor ötemden hızlanarak.
yaşadığı tırsak halini
kemiklerimde hissediyorum
“merak etme kadın, benden zarar gelmez sana
öldürüp seni,
kollarını
bacaklarını koparıp
yakmam,
yarın, öldürülen tüm kadınlar gibi
haberin çıkmaz
merak
etme” demek istiyorum
kollarından tutup bağıra bağıra
“benim yanımda sana kimse zarar veremez!”
demek istesem de
midem bulanıyor
ruhumu
kusacak gibi oluyorum.
söyleyemiyorum!
şu boşluktan hallice hayatım bana
bir sevgiyi bile çok görüyor.
sevgisizlik denen o tuhaf hisler karmaşası
içimi
iliklerime kadar
karanlık gibi sardı yıllar süresince.
ne kadar zalim olursa olsun şu insanlık
istemem kimsecikler
tatmasın damarlarımdan geçenleri.
Tablo: Les Deux Pigeons, Edward Hopper
3 notes
·
View notes
Bir Pesimistin Gözyaşları
bir şiir yazmak istiyorum.
yazmak istiyorum çaresizlerin batmaktaki gemilerini,
uzaklardan
gözlerimin seçtiği uzaklardan gelen ışıkların
nasıl da ulaşılamaz olduğunu,
ellerimin sevmekte olduklarına nasıl uzanamadığını
yazmak istiyorum
içimde sönmek bilmeyen bir ateşle.
gurbette bir işçiyi izliyorum
bir çerez tabağına bakıyorum sonra,
sanki tüm anlamları görüyorum oradan.
telefon çalıyor sanıyorum galiba şu aciz beynim
yine oyun oynuyor benimle,
belki de gerçekten çalıyordur.
bu biralara ne koyuyorlar böyle?
sabahattin ali olmak istiyorum,
sanki nazım’a dönüşmüşüm gibi hiddetle yazmak istiyorum.
kelimeler damarlarımda geziniyor
fırlamak istiyorlar dışarıya, evrene, masalara, çerez tabaklarına, bira şişelerine.
her yere şiir yazmak istiyorum,
dünyada var olmuş her bir metrekareye kelimeler döktürmek istiyorum.
ah, bu havalarda bir şey mi var? alkol katmışlar gibiyim.
şimdi de orhan veli oldum:
bir garip ziya oldum,
tarifsiz ve anlatılmaz acılar içinde kıvranır oldum.
Tablo: Girl in a Japanese Costume, William Merritt Chase
8 notes
·
View notes
Yalnız ve Olamayacak Hayaller
çıkmışken beyoğlu’nda bir öğrenci barından
isterim görmek seni kolumda
gerçi içeri beraber girmek de güzel bir rüya olsa gerek.
gerek gerek, öyle olsa gerek.
hava yağmurlu olsun ama
böyle üzgün yağsın, mahzunca düşsün damlalar suratlarımıza
sonra ara sokaktan bir rüzgâr gelsin çeksin bizi tenha yerlere
sen daha sıkı sarıl bana.
soğuk bileklerimizden göğüslerimize uçsun
aşkın hevesinden hafif titrek yürüyelim sanki üşümüyormuşuzcasına.
biz öyle aşık olalım ki
dükkanlar kapansın gördüklerinde
rahatsızlık vermemek için inler cinler kaçışsın
şu camlardan sarkan koca memeli karılar içeri geçsin, bizi konuşamasınlar.
geldik işte istasyonlara, dediğimiz vakit
öyle bir ayrılalım ki birbirimizden
...
buradan sonrasını aklımın tahayyül edemeyişi de
yine şu fena aşkımdan ötürü oluverir.
dönüp baktım yürüdüğüm tenha sokaklara
bu sokaklardan bir Ziya Taşkırmaz geçti, dedim
yalnız ve kafasında olmayacak hayalleriyle.
Tablo: Tokoyami x Asui, Obnubilant
3 notes
·
View notes
Kim Bilir
bir kedi inler yakınlarda
bir pati çalsaydın da
ah kedim
keşke ben inleseydim,
bağrımda bir sızı kesilmez bu gece.
martılar kesilir yine kafamda
hayır efendim hayır, onlar başıboş uçmazlar
her hayvan ki asıl hayvan bizizdir esasında,
işsiz güçsüz değildir.
kediler mesela devletin memuriyeti altında
sokaklara renk ve bencillik katmak için varlardır,
köpekler mesela ben çok severim
onlardan sorulur memleketin sulhu mutluluğu.
şu başıboş devletin temizlikçileri
martı ve bilumum kuşçağızların boklarını temizlemeleri gerekirdi,
tabii biz hayvanların pisliklerini temizlemekten vakit kalsaydı.
velhasıl inekler ve küçükbaşlı dostları da yeşillikten sorumlu ot bakanı olmalılar,
zira bu iş biz hayvanlara kalınca görüyoruz her yer beton.
beton dedim de aklıma geldi,
niye bizler hakim olmaya çalışıyoruz şu kıçı kırık dünyaya?
buralar bizim değil ki onların,
onlar değil mi milyarlarca yıldır burada
bu memurlukları yerine getiren?
bazıları diyecektir onların akılları mı var şair adam!
var, diyeceğim ben de. bunu sorabildiğine göre senin bile var, onların olamaz mı?
buralarda otelden çakma bir yurtta kalıyorum,
bir geçtim içeri tasmalı küçük yosma bir kedi.
işi biliyor tabii, öyle herkese yüz vermiyor,
ha mama verirsen o başka
hayatının aşkını buldu zannediyor kerata.
belki de ben öyle düşünüyordum,
olamaz mı beni kandırıyordur, öyle düşünmemi sağlayacak çocukça hareketler yapıyordur felan, olur tabii niye olmasın.
sırnaştık aylarca bununla, uyku vakitlerinde severken gıkını çıkarmazdı.
ev olsa da bir tane bu çıtırdan,
bir de odyssey misali mahzun bir sokak köpeği getirsek
getirsek de değmesek keyfimize.
gel gelelim benim bir tanem kayboldu.
tasmasının zilleri çınlamaz oldu binada,
sokaktaki diğer kediler merakla etrafa bakar oldu
nerede her gece bize sataşan yosma? diye düşünüyorlardır herhalde.
ah ginger ah,
belki de inleyen o kedi sensindir,
çağırıyorsundur belki beni kim bilir.
Tablo: Unconscious Sleeper, Léon Bazile Perrault
4 notes
·
View notes
On Beş Yaşım Görse Çok Ağlardı
sürüyorken uçsuz bucaksız gece
ardımda bıraktığım pencerelerde bir çocuk var bakıyor.
başka çocuklar da var benzer ona,
ben benzemiyorum.
bir çocuk var diğerlerinden aciz bakıyor, küçümsüyor beni.
kimsin sen çocuk, sen neysin ki bana böyle bakabilirsin
demek istiyorum
turuncu gözleriyle gece izin vermiyor, tırsıyorum belki.
caddeleri aşıyorum gerisin geriye,
kirli gözlü denizlerden yüzüyorum dalgaya karşın.
yaklaşıyorum, görüyorum onlarında bir saf çocuk.
ne olmuşsun böyle, kim olmuşsun sen demek istiyor
dedirttirmiyor ahlak penceresi çocuğun.
önümde görünce fark ediyorum masumluğunu
gözleri beyaz bir perde, hayat tokat atmamış hiç.
dudaklarımız hareketsiz olsa da konuşuyoruz
o saf gözleriyle, ben fazla kızarmışlarımla.
hayrullah mahallesi geçiyor önümden, dalgacı bakışlarıyla
aşıklar parkı’nın kahkaları uzaktan tırmalıyor başımı
gazi’nin sonsuz bahçesi suratıma bir top fırlatıyor
korkumdan titriyorum.
keşkelerle geçen hayatıma bir keşke daha eklerim
keşke yaşatmasaydı hayat bunları.
küçücük gözlerinde yıllarım geçti o saniye
havada sabah sessizliği uçuşuyor,
bulutsuz daha kirlenmemiş bir gökyüzü masumluğunu çerçeveliyor
güneş doğacak ağlamadan etmeden.
ben doğarken ağlamışım dedi küçük,
gözlerimde bir bulutluk yaş,
ellerim ağzımı tutsak etmişti
sen hep ağlayacaksın diyemedim kelimeler bıçakladı dilimi sustum kaldım.
fark etmesem de bunca yıl
güneşli bir sabah çok şey anlatırmış meğersem.
Tablo: Vanity, Ben Shahn
2 notes
·
View notes
Yitmiş
sığmadım şu istanbul’a hiç.
nedir ki bir şehir, asıl
şu koca vücudum istemezken beni?
cümleler kim ki anlatabilsin, zaten
kelimeler dişlerimde titret susar kalırım.
sorular voltalar yağmur yağar ıslanırlar
lambaların ardında cevaplar yoktur
gözlerim anlamaz bakakalır.
bu gece uykuyu değil
düşüncelere sığınmayı seçiyorum,
kurtarın beni kafamda titreyen seslerden.
yitik savaşçı son defa biler baltasını
taş duvarlara savrulur darbeler, yıkılmaz taşlar derindir.
ah bu gece de yorulur şu yitik aklım
savaşçı kınına çekilir o da yitiktir
ne caniler vardır ne ölümler yaşanır içimde
mezarcı hariç kim şahit olabilir kafamdakilere?
bugün bitmese de ben bitiveriyorum ey mezarcı,
sen günü bitirebildin mi?
turuncu karamsı bir gökyüzü iskenderpaşa’da
küsmüş cevap arayanlardan,
ne beşiktaş’ın sokaklarında bir kadın
ne beyoğlu fark eder aranan cevaplardaki karamsarlığı.
fark eder şu zihnim ama, sahici bir gece gibi kararır ettikçe.
şimdi dinliyorum da ne dediklerimi
hepsinin sonu tenha bir cümle, kimsesiz.
bir kadın beşiktaş’tan, sahici karamsar gece
alın götürün şu cevapları gözümün önünden
bu gece huzurlu olmak istiyorum.
Tablo: Brooklyn Bridge, George Luks
3 notes
·
View notes
Terk Et Beni Kadın
terk et beni kadın
uzaklaş benden, konuşma benimle.
ben anlamam şu bu işlerden,
çok öyle ince hareketlerim olmaz
boş bir adamım ben yaklaşma bana.
eskidekiler gibi çiçek mi istersin mesela,
ben anlamam istediğini, anlayamam.
gözlerinle işaret mi edersin beni? bak anlayamadım işte.
tek bildiğim sevmektir seni,
o da benim gibi tek başına anlamsız kalıyor.
terk et sen de beni kadın!
ben ilişki kuramıyorum seninle işte.
yanında sevgimin eseri saçma bir hareket yapsam
kendince utanıp soğursun benden,
ben istemiyorum bunu, lütfen git başımdan.
kelimeler dilime dolanır çoğu zaman,
ha bir de ben öyle süslü cümleler
diyemem yüzüne karşı,
anlamıyor musun, olmaz benden işte.
bu bir haftalık ömrümüzde
bırak da sevgimle beraber kalayım,
işin içine sen girince elim ayağım dolanır
rezil olurum sana bana karşı.
hayır, yüzüm taranmıyor ki diğerleri gibi olayım.
haydi kadın, sen de terk etmiş ol beni
hayalinle baş başa kalayım!
Tablo: Ophelia, Jules Bastien-Lepage
2 notes
·
View notes
Öyle İşte Olmuyor Sensiz
çehren gözlerime kazılı
bir türlü çıkmıyor gördüğümün önünden.
ellerim titrekleşiyor seni yazmak istediğimde
korkuyor bana yaşattıklarından
kendisi de yaşar diye varmıyor parmakları.
kollarım uzanamıyor sana sarmak için
tek kalınca bükülmüşler.
gözlerim terk ediyor beni
seni son defa görebilmek için.
sensizliği uzun uzun yazmak
artık hiç olmadığı kadar acıtıyor,
ama yazmak istemiyorum artık
seni binlerce kez anlattığım için
kendime binlerce kez özür diliyorum.
Tablo: Medusa, Frank Mason
2 notes
·
View notes
Benim Yıkık Arkadaşım
ey benim yıkık arkadaşım
habersiz atmışlar seni bu cehenneme
hayattan habersiz de yaşıyorsun şimdi,
aldığın nefes olsa bari burada
son nefesini ne zaman vereceksin onu bile bilemiyorsun,
yıkık!
ölenle ölünmez derler ama
onu bir de ölüye sormak lazım.
zira bazen ölüm başındakilerden kurtuluştur, değil mi yıkık arkadaşım benim?
sen ne zaman kurtulacaksın ha?
umrunda olmayan ölüm var ya o işte
seni kafandakilerden bile kurtaramayacak.
sonsuz acı inanmadığın kaderin olacak!
ey benim yıkık arkadaşım
hayatı kendinden mi ibaret sanıyorsun sen?
senin kararların başkaları için önemli mi sanıyorsun sen yoksa?
hayır yoksa sen değer verdiklerinin seni görmek isteyeceğini mi sanıyorsun yani bu mudur?
sen yıkıksın be çocuk, benim arkadaşımsın bir kere, anla artık.
ey benim yıkık arkadaşım
aşk veya sevgi senin neyine!
gözlerin kuru yaşlardan kararmış artık
ağlamışsın şu vakte dek olmayacağını bildiğin aşklarla yüzleşerek,
nerede? yok mu hiçbir gurur tanesi şu küs kalbinde de çıkmayasın karşılarına.
yıkık!
sen bomboş kalbinle ne diye gerçek insanların aşklarına yelteniyorsun ha?
senin kalbinin neyine bir vücut dolusu kan?
my friend of misery
do you trying to do things not supposed to be done,
or do you want to end your life’s absurdity,
even do other’s flowers laugh in your face,
yet do you really try to compose poem in english?
ah, such a misery boy! smothered with miserableness
ended up with the vanity of a miserable life.
Tablo: Summer in the city, Edward Hopper
6 notes
·
View notes
Soğuk Bir Battaniye Sarılır Sonra
dakik bir adamım ben hep öyle oldum
kahıra dakik, unutulmaya dakik.
hatıra gelmemişlikten daha kötüsü var mı bulutlar, söyleyin,
kaç gecemiz kaldı birlikteliğimizi unutacağımız?
çiçeklerin ve böceklerin cezasını versin hangi tanrı veriyorsa.
yalnız biz kalalım cezası doğmadan verilmiş
düşünmeye mahkûm iki drama parçası olarak,
ben ve bulutlar.
soğuk havaları titretir belki gözlerimiz
an gelir ki şu kırıcı soğuklar kopar bizden,
gözlerimiz diyorum...
söyleyin ey koca göğü patlatmış kırbaşlılar
siz ne zaman terk edeceksiniz beni?
Tablo: Those Unknown, Ben Shahn
3 notes
·
View notes