Tumgik
#ipek soylu
aigle-suisse · 5 months
Video
Ipek Soylu
flickr
Ipek Soylu par Tobias Froehlich
0 notes
gundemarsivi · 7 months
Text
Tumblr media
İrfan Mutluay
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/irfan-mutluay/
Az önce duydum: Bugün saat 16.30’da Ercan Adsız Konferans Salonu’nda Çanakkale Belediye Başkanlığı için adaylığını açıklayacakmış İrfan Mutluay.
Bir anda yaşanır kentler; adil, demokratik ve barış içinde ülkelerle ilgili duygular, düşünceler, düşler gelip kuşattı her yanımı.
Bir çığlık oldu içim.
Bir şiir yola çıktı kalbimden dilimin ucuna doğru.
Bir şarkı karıştı kanat izlerine kuşların.
Bir tarih denizi ve bir kültürler müzesi aslında. Neden aşkın, barışın, kardeşliğin önemli kentlerinden biri haline gelmesin Çanakkale. Öyle ya!
Hem sevindim, hem şaşırdım hem de heyecanlandım Çanakkale Belediye Başkan yardımcısı İrfan Mutluay’ın Çanakkale Belediye Başkanlığı için adaylığını açıklama kararını.
Mutlaka orada olacağım.
Kurduğum hayaller, içine daldığım duygu ve düşünceler bir süre daha sürsün en azından.
Çanakkale’de bambaşka bir hayatın kurulabileceğine inanıyorum İrfan Mutluay’la çünkü. Onu gördüm… Onun yüreğini, kafasını, bilincini ve aşkını hissettim çünkü.
Çünkü hayalleri var onun.
Çünkü düşlerini Çanakkale’nin güzel insanlarından, aydınlık yüreklerinden, emekçilerinden, duyarlı- donanımlı insanlarından, Kazdağları direnişinden, verimli topraklarından alıyor o.
Çünkü o düşlerini okuduğu kitaplardan, öykülerden, şiirlerden ve sanatın her türünden alıyor.
Ben onu bir korodayken bile dinlemiştim Çanakkale’ye yerleştiğim sıralarda. Türkü söylerken gördüm onun gözlerinin içini.…… Yüzünü sarmışken türkülerin alazı.
İyi gözledim kendisini. Donanımlı bir ziraat mühendisi İrfan Mutluay. Safi insan. Safi yürek. O bir insanlığın oğlu. Ağaçların, suların ve yeryüzünün kardeşi.
Onun güzel bir alnı var. Çanakkale Belediyesi olarak depremde yıkılan kentlere çeşitli türlerde ve çok miktarda tohum gönderme sürecinde ter kan içindeyken gördüm o alnı. O alnı pek çok güzel şey yaparken gördüm.
Onu anlatmak için İçimizde bir insan, bir kentteki vicdan, Çanakkale’deki aydınlık demek ne kadar yavan kalır biliyorum.
Çanakkale onu zaten seviyor. Onunla ilgili; “Öyle bir adamı seçseler Çanakkale bu halde olmaz, Türkiye bu halde olmaz” diyenleri de çok gördüm.
Herkes onun, herkesin kimsesi olacağını bilir ayrıca.
Ama CHP böyle bir irade gösterebilir mi? CHP Genel Merkez yönetimini, CHP İl yönetimi, CHP delege yapısı gerçekten, böylesine ileri, çağdaş bir değişimi içselleştirebilir mi? Alışkanlıklarından bir anda sıyrılır mı CHP?
Yoksa kapılar yine mi tutulur. Bir kez daha çiğ mi kalır kozasında ipek?
Aslında CHP’den bile olsa kimse Çanakkale’de Süleyman Soylu, Melih Gökçek ya da adı oğlu aracılığıyla uyuşturucu kaçakçılığına karışmış 100O Ali gibileri istemiyor.
Onları anıştıracak adaylardan söz ediliyor söz ediliyor Çanakkale’de…
Çanakkale böyle bir bariyeri aşar mı, CHP böyle bir bariyerin aşılmasıyla hepimizin gönül rahatlığıyla oy verebileceği bir parti haline gelir mi?
Sahiden İrfan Mutluay Çanakkale Belediye Başkanı adayı olabilir mi bunca dayatmanın, bunca hesabın ve kasıp kavuran kötülüklerin arasında?
Aday olması halinde kurt kuş bile gitmek ister sandık başına. Bundan adım gibi eminim.
Çanakkale’de yaşanır bir hayatı kurmak, Çanakkale’den bir dünya kenti yapmak aslında Çanakkalelilerin elinde…
Bu biraz da bilgi, birikim ve vicdan meselesi.
İrfan Mutluay’a teşekkür borcum var benim. Bu yazıyı yazarak o borcu ödemeye çalışıyorum. Çünkü CHP’den Çanakkale Belediye Başkanlığına adaylığını açıklayacağını duyunca elimde değil, bir anda yaşanır kentler; adil, demokratik ve barış içinde ülkelerle ilgili duygular, düşünceler, düşler kuşattı her yanımı. Bunu bana yaşattığı için borçluyum İrfan Mutluay’a.
Ülkemizin içine düşürüldüğü korkunç durumdan ötürü nerdeyse hepimiz sevinmeyi unuttuk. Öyle ya, güzel düşler, güzel duygular içinde olalım hiç olmazsa bir süreliğine. Bir haber olsun, okşasın insan yanımızı, ne var sanki?
İyilerin de kazanabileceğine bir örnek olsun İrfan Mutluay. Sonra “karanfil elden ele”… İçimde yine bir şiir, içimde yine bir çığlık, içimde bir şarkı….
Yazım bitti. İrfan Mutluay’ın adaylık açıklamasını dinlemek üzere yola çıkıyorum şimdi de.
Hayrettin Geçkin
0 notes
gundembuca · 10 months
Text
Dokuz Eylül Üniversitesi'nden 'Koza'dan Doku(ma)ya' sergisi
Tumblr media
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda Giyim Tasarım Bölümü Tekstil Tasarımı Ana Sanat Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Neslihan Yaşar'ın 'Koza'dan Doku(ma)ya' isimli lif sanatı sergisi, DEÜ Bayrakbilim ve Türk Bayrakları Müzesinde açıldı. Sergide, Ödemiş'te üretilen ipekli kumaşlar ve öğretim üyesi Doç. Neslihan Yaşar'ın özgün dokuma tasarımları yer alıyor. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda Giyim Tasarım Bölümü Tekstil Tasarımı Ana Sanat Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Neslihan Yaşar'ın "Koza'dan Doku(ma)ya" isimli lif sanatı sergisinin açılışı, DEÜ Bayrakbilim ve Türk Bayrakları Müzesinde gerçekleştirildi. DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, "Hocamızın kozadan ipeğe giden çalışması çok kıymetli. Hem değerlerimizi hem de kültürümüzü bir kez daha gözler önüne serdi" dedi DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Moda Giyim Tasarım Bölümü Tekstil Tasarımı Ana Sanat Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Neslihan Yaşar tarafından hazırlanan "Koza'dan Doku(ma)ya" isimli lif sanatı sergisi, DEÜ Bayrakbilim ve Türk Bayrakları Müzesinde açıldı. Serginin açılışına Buca Kaymakamı Mahmut Nedim Tunçer, Buca Emniyet Müdür Yardımcısı Özgür Dinç, Buca İlçe Milli Eğitim Müdürü Hüseyin Güneş, Buca İlçe Sağlık Müdürü Dr. Murat Köksal, Buca Tarım ve Orman İlçe Müdürü Yasin Soylu, Buca Sosyal Yardım ve Dayanışma Vakfı Müdürü Engin Çalışkan katıldı. DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar, "Hocamızın kozadan ipeğe giden çalışması çok kıymetli. Hem değerlerimizi hem de kültürümüzü bir kez daha gözler önüne serdi. Dokuz Eylül Araştırma Üniversitesi ailesi olarak yaşadığımız şehrin önemli değerlerine sahip çıkmayı ve gelecek kuşaklara bu değerleri anlatmayı kendimize görev edinmiş durumdayız. Bu sergimizde Ödemiş'te üretilmiş olan ipekli kumaşlar, öğretim üyemiz Doç. Neslihan Yaşar'ın özgün dokuma tasarımlarıdır. Yaşar, çalışmalarında dokuya odaklanmıştır" bilgisini verdi.
Tumblr media
Ödemiş'te üretildi Açılışta konuşan Doç. Dr. Neslihan Yaşar, " İzmir'in kültürel değerlerinden ipekli kumaşları daha görünür kılmak ve sanatçı dokunuşuyla farklılık katmak adına böyle bir sergiyle sizlere ulaşmaya çalıştım. Sergide yer alan kumaşlar, ipekli kumaşlardır ve hepsi Ödemiş Birgi'de üretilmiştir. Ben ayrıca doku katmak için onları biraz daha boyutlu hale getirdim" sözlerine yer verdi. Yaşar daha sonra Rektör Hotar'a kendi tasarladığı ipek kumaşlardan hediye ederken, Rektör Hotar da Yaşar'a DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından tasarlanan hediyeyi takdim etti. Coğrafi işaretli İzmir'in gelecek kuşaklara mirası olan ipekli kumaşlar, Ödemiş'in önemli dokuma ürünleri arasında yer alıyor. Coğrafi işarete sahip ipeklerden dokunan kumaşlar, yüzyıllar boyunca kültürümüzün estetik göstergeleri arasında yer alıyor. Sergide yer alan ipekli kumaşlar, özgün dokuma tasarımlarına sahip. Farklı dokuma yapıları kullanılarak elde edilen hacimli ve hareketli kumaşlara, yün ve ipek elyafı ile keçe tekniği kullanılarak boyut kazandırıldı. Eserlerde ipeğin yumuşak, parlak, dökümlü hali ile yünün mat ve kalın yapısı zıt etkiler ortaya çıkarılarak dokumaya vurgu yapıldı. https://www.youtube.com/watch?v=jjRBFD9zalQ&t=11s Read the full article
0 notes
antalyamemurlarcom · 1 year
Text
Cumhuriyet Mahallesi 1. İpek Sokak Soylu Apartmanı Antakya Yardım
Tumblr media
Cumhuriyet Mahallesi 1. İpek Sokak Soylu Apartmanı Antakya Yardım. Cumhuriyet Mah. , 1.ipek sokak,soylu apartmanı Antakya/Hatay 3 kişi hala enkaz altında hatice talay,ferhat talay,ayşe talay. Sabah kepçe geldi çalışmaya başladı SES GELDİ profesyonel destek gerekiyor.   Read the full article
0 notes
elestirmen-46-86 · 1 year
Text
AŞKIN İPLİĞİ (yeni türkü)
Takılmışım ipek, sevda ipine Aşkın iğnesiyle, dikilmişim benTaze fidan gibi, can suyu içipGönül toprağına, dikilmişim benSevgi kumaşıyım, renk renk bohçandaLisanın nazenin, dildâr lehçendeMeyve olmak için, ilk yaz bahçendeTa kâlû belâda, ekilmişim benGülistanda gül çağrısı duymuşumDavet soylu icabetle uymuşumBu daveti cana muştu saymışımGüller çağrısına, çekilmişim benZamanı zamandan, çaldım…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
bunedycom · 2 years
Text
İpek Soylu, kariyerini sonlandırdığını açıkladı
İpek Soylu, kariyerini sonlandırdığını açıkladı
Sosyal medya hesabından açıklama yapan Soylu, 20 yıllık tecrübesini yeni hedefler için kullanacağını belirtti. Bu sürede kendisini destekleyen herkese teşekkür eden Soylu, şu ifadelere yer verdi: “Tenis bana çok erken yaşta emek vermeyi, mücadele etmeyi, davranışlarımın ve sonuçlarının sorumluluğunu almayı öğretti. Dünyanın her kıtasında bulunmamı, işimi en iyi seviyelerde, işinde en iyi olan…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ruyaevicom · 2 years
Text
Rüyada Atlas Kumaş Görmek
İmam Nablusi Tarafından Yapılan Rüya Tabiri:Daha önce başladığınız bir işi başarıyla bitireceksiniz. Atlas kumaş satın almak, eşini aldatma; atlas elbise giyinmek ise, iyi bir evlilik yapmak demektir. İmam Nablusi Cabirü'l-Mağribî Tarafından Yapılan Rüya Tabiri: Güzel ve soylu bir kadınla evlenmeye, Takva ehli olmaya ve riyasete delalet eder. ( Ayrıca Bakınız; İpek.)Daha önce başladığınız bir işi başarıyla bitireceksiniz. Atlas kumaş satın almak, eşini aldatma; atlas elbise giyinmek ise, iyi bir evlilik yapmak demektir. Daha önce başladığınız bir işi başarıyla bitireceksiniz. Atlas kumaş satın almak, eşini aldatma; atlas elbise giyinmek ise, iyi bir evlilik yapmak demektir.Rüyada atlastan bir elbise ün, mevki olarak yorumlanır. Rüyada atlastan bezeklere (süs esyasi) sahip oldugunu gören kimsenin, dindar, takva sahibi olmasina yahut serefli ve güzel bir kadinla evlenecegine isaret eder.Bir kimse rüyada durulmus bir atlas kumas satin alsa, o kimse bir cariye satin alir yahut güzel cariyelere malik olur. Bir kimse rüyada atlas elbise giydigini görse, Endülüslü ve bekar bir cariye ile evlenir. Fakih kimselerin atlas görmeleri, onlarin dünyayi taleb etmelerine ve halki bidata, davet etmelerine delalet eder. Cabirü'l-Mağribî Read the full article
0 notes
tenisnice · 5 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
2 notes · View notes
yenicagri · 5 years
Photo
Tumblr media
Ladies Open’da şampiyon İpek Soylu ANKARA (DHA) - Uluslararası Tenis Federasyonu (ITF) tarafından Portekiz'de düzenlenen 25 bin dolar toplam para ödüllü Figueira da Foz International Ladies Open turnuvasında mücadele eden milli tenisçi İpek Soylu 12'nci tekler zaferini elde etti.
0 notes
alemicihan · 7 years
Video
youtube
Nike’ın "Kalıplar kırılmak içindir. Kendini yeniden tanımla." sloganıyla yayınladığı 1 dakikalık video, kadınlara yönelik pek çok klişeyi ortadan kaldırmayı hedefliyor.
Milli basketbolcu Işıl Alben, milli triatlet Esra Gökçek, milli tenisçi İpek Soylu, kick boks sporcusu Funda Diken Alkayış, Çisil Sıkı liderliğindeki Dans Fabrika dansçılarının yanı sıra oyuncular Dilan Çiçek Deniz ve Elvin Levinler de reklam filminde yer alıyor. Dış ses ise Ezgi Mola'ya ait.
1 note · View note
aktuelhaberajansi · 3 years
Text
Son dakika haberi: Seyhan Soylu'nun Yaşar İpek'e hakaret davasında mütalaa
Son dakika haberi: Seyhan Soylu’nun Yaşar İpek’e hakaret davasında mütalaa
Toplumsal medya hesabından yaptığı paylaşımlarla Yaşar İpek‘i hakaret ve tehdit ettiği sav edilen Seyhan Soylu’nun yargılandığı davada mütalaasını açıklayan savcılık, ‘tehdit’, ‘hakaret’ ve ‘haberleşmenin kapalılığını ihlal’ cürümlerinden 5 yıl 10 aya kadar mahpusla cezalandırılmasını talep etti. Duruşmanın akabinde açıklama yapan Soylu, “Pandemi sürecinde isimli süreci zahmete düşürüyor bu türlü…
View On WordPress
0 notes
aigle-suisse · 6 months
Video
Ipek Soylu
flickr
Ipek Soylu par Tobias Froehlich
0 notes
tumitutscanlation · 4 years
Text
Heavenly Blessing – 190. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 190: Yüz Kılıçla Delinen Kalp, Yabani Hayalet Şekil Alıyor
Neden ona böyle bakıyorlardı?
Aniden Xie Lian kenardan bir fısıltı işitti.
“Çok benziyor..”
“Sadece benzemekle kalmıyor… tıpatıp aynısı!”
“Sahiden o mu?”
Birisi doğrudan sordu. “Sen… o prens misin?”
Alışkanlık gereği, Xie Lian konuşmaya başladı. “Değilim…”
Ancak daha sözlerini bitiremeden yüzünü saran beyaz sargıların açılmış olduğunu fark etti. Bu esnada, onu sımsıkı sarmakta olan şey de tam olarak o beyaz ipekti. Yüzü şu anda önündeki kalabalığa tümüyle ifşa edilmiş durumdaydı.
Xie Lian’ın kalbi sanki ipin ucundaydı, ama kendisini sertleştirdi ve bakışlara karşılık verdi.
Sadece ona mı öyle geliyordu bilmiyordu ama, ona olan bakışlarında küçük bir parça şüphe görüyordu. Ama en azından, şu anki bulundukları tehlikeli durum nedeniyle, o gözlerde korktuğu gibi bir nefret veya öfke göremiyordu. Ancak, bir an sonra, insan dışı ulumalar tapınağın dışından yükseldi.
Xie Lian hızla başını çevirdi ve ulumanın kaynağının öncesinde bayılttığı İnsan Yüzü Salgınına yakalananlardan yükseldiğini keşfetti. Bir şekilde güçlerini toplamış ve sayıca artmışlardı. Elele, Veliaht Prens tapınağını çevrelemiş, durmadan uluyorlardı. Korkunç bir ritüel mi gerçekleştiriyorlar yoksa delirmiş iblisler oldukları için sadece dans mı ediyorlardı kestirmesi güçtü. Tapınağın içindeki kalabalık mutlak bir dehşetle bir araya gelmişti. Küçük bir çocuk gözyaşlarına boğuldu ve ailesi gözlerini ve kulaklarını kapatarak onu kollarının arasına aldı. Odadaki her yüz korkuyla çarpıtılmıştı.
“Ne yapacağız? Ne yapacağız?”
“İçeriye girebilirler mi…”
“İçeriye girmeseler bile, bu kadar yakın olduğumuz için yine de hastalık kapmaz mıyız? …Yanlışlıkla hastalık kaparsak ne yapacağız?!”
Xie Lian sargılarıyla savaştı, ama bir parça bile gevşetemiyordu. Görünüşe göre beyaz ipek çoktan güçlendirilmişti ve muhtemelen ruhani güçler taşıyordu.
Süregelen mücadelesi nedeniyle alnındaki damarlar fırlamıştı, kükredi. “Yüzü Olmayan Beyaz!”
Cevap gelmedi, onun yerine buz gibi bir el alnına dokundu. Xie Lian dondu, tüyleri diken dikendi. Gördüğü sahne hareket edememesine neden oldu.
Aşağıdaki insanların ona tuhaf tuhaf bakmasına şaşmamalıydı – sadece yüzü ifşa olmakla kalmamıştı, Yüzü Olmayan Beyaz da tam arkasında oturuyordu, karanlıkların içinde.
Beyazlara bürünmüş bu kadar uç bir karakterin karşısında, dikkatsizce hareket etmeyi bırak, hiç kimse nefes almaya dahi cesaret edemiyordu. Sonuç olarak da Yüzü Olmayan Beyaz onlar neredeyse yokmuş gibi davranıyordu ve, herkesin dikkatli gözleri altında, Xie Lian’ın kalkmasına yardım etti.
Xie Lian yattığı yerden oturur pozisyona geçmişti. Sunağın üzerindeydi, adeta bağlanmış, canlı bir heykeldi. Gözleri ve boynunu hareket ettirmek dışında hiçbir şey yapamıyordu.
Her ne kadar durum korku verici olsa da, dışarıda ulumakta olan Yüz Hastalığı mustaripleri daha korkunçtu. Kalabalığın dikkati dışarıdaki bozuk şekilli yaratıklara dönmüştü.
Birisi mırıldandı. “…Duyduğuma göre, aynı bölgede yaşayanlar birbirlerine bulaştırabiliyormuş, bu hastalık çok hızlı yayılıyormuş! Yakın olunca, kaçınılmazmış!”
Kısa bir süre sonra korkunç bir vebaya yakalanacaklarını düşününce, tapınakta çaresizlik dolup taştı.
Birisi öneride bulundu. “Neden birkaçımız dışarıya çıkarak şekilsiz yaratıkları bayıltmıyoruz, böylece de diğerlerinin kaçması için alan yaratmış oluruz?”
Ancak, o yaratıkları öldürmeyi başarıp başaramayacakları bir yana, dışarıya çıkanların Yüz Hastalığına yakalanacakları bir kesinlikti. Bu kişinin başkalarının hayatını kurtarmak için kendisini feda etmesinin biricik örneğiydi. Böyle kesin bir kadere karşı, kim çıkmaya gönüllü olurdu? Hiç kimse.
Xie Lian olurdu tabi, eğer yapabilseydi. Ancak şu anda Yüzü Olmayan Beyaz tarafından alıkonulmuştu. Her ne kadar bir kerede yedi sekiz tanesiyle baş edebiliyor olsa da, onlarcasını durdurmak çok güç olurdu. Elbet birisi kaçıp Veliaht Prens tapınağına koşacaktı. Yüzü Olmayan Beyaz’ı öldürmeye gelince ise… Bu ihtimali değerlendirmek için aptal olması gerekirdi.
Ancak, birinin herkesi sakinleştirmesi gerekiyordu. Xie Lian sakinleşti ve sükûnetle konuştu.
“Lütfen hiç kimse ani bir harekette bulunmasın! O kadar hızlı yayılmıyor, çözüm bulacak vaktimiz var.”
Sadece ‘o kadar hızlı yayılmıyor’ demesi, herkesi tümüyle ikna etmeye yetmiyordu.
Şaşırtıcı bir şekilde, çaresizliği kaldıran Yüzü Olmayan Beyaz olmuştu. Buz gibi bildirdi. “Yüz Salgınından kurtulmanın ve iyileştirmenin bir yolu var.”
Kelimeler dudaklarından döküldüğü anda, kalabalıktaki insanlar anında başlarını kaldırdılar. “İyileştirilebilir mi? Nasıl?!”
Xie Lian kalbinin durduğunu hissetti.
Yüzü olmayan beyaz sakince düşüncelere daldı. “Neden Ekselanslarına sormuyorsunuz? Ekselansları biliyor.”
Bir anda, yüzlerce göz Xie Lian’a döndü. Bakışların keskinliği içgüdüsel olarak geri çekilmesine neden olmuştu, ama Yüzü Olmayan Beyaz ona engel oluyordu, aksine onu öne itiyordu.
Birkaçının umut dolu sesini duyabiliyordu. “Ekselansları, sahiden biliyor musun?”
Xie Lian daha cevap veremeden, birisi heyecanla bağırdı. “Ben de onun bildiğini duymuştum!”
Şüpheci olanlar da vardı. “Eğer biliyorsa, neden başkent hala..? Tabi, bilip kimseye söylemediyse?”
“Prens, lütfen bize söyle, olur mu?”
Xie Lian hemen inkar etti. “Bilmiyorum!”
Ancak Yüzü Olmayan Beyaz ısrar etti. “Yalan söylüyorsun.”
Öfkeyle dolan Xie Lian sitem etmek istiyordu ama bunun Yüzü Olmayan Beyaz’ı daha fazla bilgi vermeye kışkırtacağından korkuyordu. İçten içe, ister inkar etsin ister etmesin, Yüzü Olmayan Beyaz’ın yine de söyleyeceğini düşünüyordu.
Bir süre mücadele ettikten sonra, yılgın bir halde kabul etti. “Bir yol… yok. İşe yaramaz!”
Bir an duraksadıktan sonra, insan deniz kızışmaya başlamıştı. “Ne demek işe yaramaz? Bize söylemezsen yarayıp yaramadığını nereden bileceğiz?”
Bir damla soğuk ter alnından süzüldü. Xie Lian içinden, Sahiden söyleyemem…, diye geçirdi.
Söylememeliydi!
Eğer gerçek gün yüzüne çıkarsa, o zaman her şey biterdi!
Kalabalığın içinde, birisi en sonunda bıkmıştı ve ayağa fırladı. “Zaten ölümün eşiğinde duruyoruz, saklayacak daha ne var? Burada ölene dek hedef tahtası gibi beklememizi istemiyorsan tabi!”
Nazik bir sesle, Yüzü Olmayan Beyaz öneride bulundu. “O zaman ben size söyleyeyim.”
“Sessiz ol!” Xie Lian bağırmıştı.
Doğal olarak, sesinde bir parça bile tehdit yoktu ve Yüzü Olmayan Beyaz onu duymazdan gelerek devam etti. “Başkentte hangi tür insanların Yüz Salgınından etkilenmediğini biliyor musunuz?”
Kalabalık dikkatle dinledi. Her ne kadar yaklaşmaya korkuyor olsalar da sormaktan kendilerini alamadılar. “N-ne tür?”
Yüzü Olmayan Beyaz cevapladı. “Askerler.”
Bitmişti.
Yüzü Olmayan Beyaz devam etti. “Neden mi askerler? Çünkü hepsinin yaptığı bir şey var. Ancak, bu şey normal insan tarafından yapılmaz, ve bu nedenle de halk Yüz Salgınından etkilenir.”
Kalabalığın gözleri ardına dek genişledi. Nefeslerini tutmuşlardı, sorguladılar. “Ve bu şey de..?”
Xie Lian ona doğru atıldı, ama en fazla, sadece denemiş olmuştu. Kahkaha atan Yüzü Olmayan Beyaz onu geri itti.
“Ne diye mi soruyorsunuz?” Diye mırıldandı. “Cinayet.”
Bitmişti!!!
Söylemişti. Sunağın üzerindeki Xie Lian kalbinin donduğunu hissediyordu.
İlk şoku atlatınca, insanlar inanamayarak tekrarlamaya başladılar. “…Cinayet mi? Bağışıklık kazanmak için öldürmek mi gerekiyor? İyileşmek için öldürmek mi gerekiyor?”
“Yalan olmalı!”
Ne yazık ki değildi, değildi. Yalan değildi!
Nihai gerçek buydu. Xie Lian bizzat doğrulamıştı. Kanla lekelenmiş el, bir hayatı sona erdiren el, Yüz Salgınına bağışıktı.
Hiç kimse bağışıklık kazanmanın çaresinin bu olduğunu düşünmemişti. Kalakalmış, kendi aralarında konuşuyorlardı.
“Nasıl olur?”
“En başından beri tuhaf olduğunu düşünüyordum, ama sahiden ordudan hiç kimsenin Yüz Salgınından etkilendiğini duymadım! Korkarım gerçek bu!”
“Gerçek bu!”
“Ama bunun anlamı da enfeksiyondan kaçmak için, birisini öldürmemiz gerektiği değil mi?”
“Kimi öldüreceğiz?”
İlk soruyu soran kişi hemen payladı. “Ne demek ‘kimi öldüreceğiz’? Sahiden öldürmek istediğini söyleme!”
Adam daha fazla konuşmaya cüret edemiyordu. Ancak öncesinde basit bir korkuyla dolu olan ve başka hiçbir şey barındırmayan yüzlerce göz şimdi pek çok duyguyla doluydu. Kimisi merak, kimisi ise şüpheydi.
Xie Lian’ın korkusu da buydu zaten. Yüz Salgınının tedavisi duyulunca, bir şey kaçınılmazdı.
Birbirini öldürmek.
Xie Lian’ın bağışıklık kazanmak için bir yol bulduktan sonra bunu kendisine saklamasının tek nedeni buydu. Öldürdüğün sürece, hastalıktan kurtuluyordun – belki insanların çoğu kendilerine mukayyet olabilirlerdi, ama riski alacak kadar çaresiz olan bir insan elbet olacaktı. Hastalığı önlemek için ilk kan döküldükten sonra ise, arkasından bir ikincisi gelecekti, sonra ise üçüncüsü…
Daha fazla kişi de aynı yola girdikçe, dünya kaosa sürüklenecekti. Eğer sonucu bu olacaksa, katı bir şekilde korumak ve hiç kimsenin öğrenmesine izin vermemek çok daha iyiydi.
Xie Lian çarpık bir şekilde gülümsedi. “Şimdi size neden işe yaramaz dediğimi anlıyorsunuz.”
Kalabalık sessizdi. Xie Lian iç çekti ve tüm gücünü topladı. Nazik bir sesle, yatıştırdı. “Ne olursa olsun, lütfen sakin kalın ve acele hareket etmeyin, yoksa, yaratığın avucunun içine düşeceksiniz.”
Kalabalıkta, soylu görünen bir çift vardı. Kollarında çocuğuyla kadın acı acı haykırdı. “Nasıl böyle oldu? Nasıl bu hale geldik? Neden bunca insan varken biz? Yanlış hiçbir şey yapmadık!”
Yakınındaki birisi lafı çarptı. “Ağla ağla ağla, ne diye ağlıyorsun? Tek bildiğin ağlamak! Buradaki hiç kimse yanlış bir şey yapmadı! Buradaki tek şanssız kendin misin sanıyorsun?”
Kadın öfkeyle karşı geldi. “Ne var, insanların ağlamasına bile izin vermeyecek misin?”
“Rahatsız edecek kadar ağlamanın ne faydası var? Çeneni kapatsan daha iyi!”
Böylesine acınası bir sebepten kavga çıkıyor olması inanılmazdı. Herkes duygusal bir çöküşün içindeyken, bu kadar küçük bir dokunuş bile alevlenmesine neden olabiliyordu.
Xie Lian hızla yatıştırmaya çalıştı. “Kavga etmeyi kesin! Sakin olun! Sadece sakin bir zihin sonuç bulabilir!”
Ancak o kalabalığı sakinleştirmeye çalıştıkça, insanlar o kadar sinirleniyordu. “Sakin mi olalım? Bu durumda nasıl sakin olabiliriz? Eğer çok sakinsen neden sen bir şey düşünmüyorsun? Bakalım ne buldun!”
“…” Xie Lian soruyla susturulmuştu. Elinde ne mi vardı?
Hiç!
Bir cevap için zihnini çaresizce aradı, öyle ki zihni patlayacakmış gibi hissediyordu. Ama önündeki durumu çözebilecek, hiçbir şey düşünemiyordu!
Aniden, yanağında bir sızı hissetti. Bir el yüzünü tutmuş ve çevirerek sunağın altındaki kalabalığa çevirmişti. Xie Lian’ın gözleri şaşkınlıkla açıldı.
Arkasından, buz gibi soğuk bir ses duyuldu. “Kimi mi öldüreceksiniz? Bu yüzü gördükten sonra, hala kimi öldüreceğinizi mi düşünüyorsunuz?”
“…”
Soruyu duyduktan sonra sadece sunağın altındaki hareketler durmakla kalmadı, başının üzerindeki hayalet alevi halkası da durdu.
Yüzü Olmayan Beyaz onlara hatırlattı. “Unuttunuz mu? O bir tanrı. Bunun anlamı da…”
Daha devamını duyamadan, Xie Lian göğsünü yıkayan soğuk bir dalga hissetti.
Donakalmıştı, aşağıya baktı ve simsiyah bir kılıcının ucunun karnını deldiğini gördü.
Kılıç uzun ve inceydi, bedeni siyah bir yeşim rengindeydi. Kenarı, kıvrak gümüş bir çizgi şeklinde ışığı yansıtıyordu. Soğuk çeliğin her bir parçası dondurucu kış geceleri kadar tehlikeli ve donuktu. Şüphesiz ki, nadir ve değerli bir kılıçtı. Xie Lian’ın sahip olmak ve bir daha asla bırakmamak için kafasını patlatacağı türdendi.
Gözlerini ondan alamıyordu, kılıcın ucu yavaşça batmaya başlayarak bir kez daha karnında kayboldu.
“ –Bedeni… ölümsüz.” Diye bitirdi Yüzü Olmayan Beyaz.
Daha hiç kimse tepki vermeye fırsat bulamadan, Yüzü Olmayan Beyaz kılıcı onlara doğru attı. ÇIN! Ucu yere saplandı ve sayısız izleyen gözün altında titreyerek durdu, yoğun, duygusuz halesi yavaşça sızar gibiydi.
Boğazından kanlar taştı ve hayalet alevi topu yarasını sarmak istercesine ona doğru uçtu.
Xie Lian kanı yuttu ve yüzü çarpıldı. “Sen… Sen!”
Görüş alanında dans eden ışıklar vardı, ve sanki bir anda sinirlenmiş gibi hayalet alevi doğrudan Yüzü Olmayan Beyaz’a uçtu. Ancak hayalet, çabasız bir şekilde yakalanmış ve avucunda esir düşmüştü.
“İyi izle.” Dedi Yüzü Olmayan Beyaz.
Bir an sonra diğer eliyle Xie Lian’ın yüzünü çekerek onunla yüzleşti. “Ne olmuş bana? Sıradan insanları kurtarmak istediğini söyleyen sen değil miydin?”
Xie Lian denedi. “Ama, ama ben – ben…”
Ama hiç böyle şartlar altında, insanları kurtarmak için böyle bir yöntem kullanılacağını düşünmemişti?!
Sunağın altında, kanlı sahne yüzünden çoktan korkudan gözyaşlarına boğulanlar vardı, ama aynı zamanda da cüretkar bir şekilde izlemeye devam edenler de.
“…O… sahiden ölmüyor mu?!”
“O haklı… bakın, neredeyse kan yok… hala hayatta, hala hayatta ve önceki gibi nefes alıyor!”
Xie Lian bir diğer yoğun, acı verici öksürükle işkence çekti.
Birisi doğruladı. “Başka bir değişle, eğer onu öldürürsek de ölmeyecek mi?”
“Harika!”
Kutlayan kişi azarlandı. “Harika mı? Bunun nesi harika?”
Azarlanan kişi sessizce konuştu. “Ölmeyeceği için… şimdi bir çözüm yolu bulmuş olmuyor muyuz?”
“Ama birisini bıçaklamak, bu çok…”
“Ama o bir tanrı! Eğer onu bıçaklasak bile ölmeyecek! Biz sadece sıradan insanlarız. Eğer Yüz Hastalığına yakalanırsak, kaderimiz çizilmiş olacak!”
Mücadelenin çözümlenişini izleyen Yüzü Olmayan Beyaz dalga geçti. “Buradaki sıradan insanlar, onları kurtarmanı bekliyorlar. Lütfen, devam et.”
Öfkenin alevleri Xie Lian’ın gözlerinde yandı. “İnsanları kurtarmanın tek yolu senin gibi çarpık canavarların kökünü kazımak!”
Yüzü Olmayan Beyaz alayla güldü. “Sorun ne? Ekselansları, biraz önce güvenle öldürülemeyeceğini söylemiyor muydun? Şimdi korkmuş olamazsın ya? Ölemeyeceğine göre, o zaman kendini feda et ve başkalarının acılarını dindir. Bu güzel bir şey olmaz mı?”
Xie Lian karşılık verdi. “En başından beri planın bu muydu? Bu dünyadaki herkes senin gibi acı vermekten keyif alıyor mu sanıyorsun?”
Sözlerini doğrularcasına, aşağıdaki insanların yüz ifadesi kurtarılmış insanlara ait sevinci yansıtmıyordu; onun yerine tereddüt vardı. Çelişen düşünceler vardı ve hiçbirisi aynı karara varamıyordu. Ancak, aynı zamanda da, hiçbirisi siyah kılıcı çekmeye cesaret edemiyordu.
Onun zihnini okurmuşçasına, Yüzü Olmayan Beyaz kahkaha attı. Başını onaylamaz bir şekilde iki yana salladı ve iç çekti. “Aptal çocuk, saf çocuk.”
Xie Lian başını çevirdi ve onun başını okşamasına izin vermeyi reddetti. Haykırdı. “Kaybol!”
Yüzü Olmayan Beyaz acıdı. “Yapmayacaklar mı sanıyorsun? Yanlış, istemiyor değiller, sadece hiçbirisi ilk olmak istemiyor, hepsi bu.”
“Ahhhh!”
Sunağın altından acı dolu bir haykırış yükselmişti. Önceki soylu görünümlü kadındı. “Çocuğum, çocuğum!”
Kollarındaki çocuk kontrol edilemez bir şekilde ağlıyordu ve bir yandan da tombul kollarında kara lekeler belirmeye başlamıştı. Etraflarındaki insanlar hemen geri çekilmeye başladılar, aralarında geniş bir mesafe bırakmışlardı.
“Çok kötü, çocuk yakalandı!!!”
Çiftin gözleri bomboştu. İkisi bir an bakıştılar ve ayağa kalktılar. Sunağın önüne ilerlediler, yerden siyah kılıcı çekerek çocuklarının eline koydular. Çarpık bir yüzle Xie Lian’a saldırdılar.
“…!”
Siyah kılıç son derece keskindi, Xie Lian karnındaki işkence eden acıyı hissettiği zaman, çift çoktan kılıcı çekmiş ve yüksek bir çınlamayla yere atarak durmadan özür dilemeye başlamıştı bile.
“Özür dileriz… çocuğumuz daha çok küçük, sahiden… başka yolu yoktu. Özür dileriz, özür dileriz, özür dileriz…”
Hareketlerini telafi edercesine külden ifadelerle, pek çok kez Xie Lian’ın önünde eğildikten sonra kalabalığın arasına çocuklarıyla beraber geri döndüler. Boğazını tıkayan kanlarla, Xie Lian tam kusmak üzereydi ki yanında Yüzü Olmayan Beyaz’ın güldüğünü duydu.
Kanı zorla yuttu ve tısladı. “Ne diye gülüyorsun? İstediğini elde ettiğini mi sanıyorsun? Hepsi senin zorlamanla oldu!”
Yüzü Olmayan Beyaz’ın elindeki hayalet alevi daha büyük bir güçle parlamaya başladı.
Hiç acele etmeden açıkladı. “İnsanların gerçek benliklerini ortaya çıkartmak için zorlamak gerekir.”
Yüz kişinin içinde, artık Yüz Salgınından korkmayan tek bir kişi bile yoktu. Çocuğun kolundaki siyah lekelerin yavaşça solmaya başladığını görünce, etraflarındaki insanlar sessiz ama ağır bir şekilde yutkundular.
Uzun bir süre sonra, ölüm sessizliği içinde, bir genç adam en sonunda öne çıktı.
Duyarsız bir yüzle, sunağa doğru yürüdü. Birleştirdiği elleriyle önünde birkaç kez eğildi ve yalvardı. “Özür dilerim, bunu yapmak istemiyorum. Sahiden bunu yapmak istemiyorum, ama başka yolu yok. Daha yeni evlendim, annem, karım, hala evdeler, beni bekliyorlar…”
Kelime kelime, artık daha fazla ilerleyemiyordu, bu yüzden gözlerini kapattı, kılıcı kaldırdı ve Xie Lian’a sapladı.
Ancak, gözleri kapalı olduğu için kılıç kenara kaydı ve Xie Lian’ın yan tarafına isabet etti. Gözlerini tekrar açtığında ise yerin hayati olmadığını gördü, bir anlık panikle kılıcı delirmiş gibi çekti ve titreyen elleriyle tekrar sapladı!
Dişlerini sıkarak ses çıkarmayı reddeden Xie Lian, bu iki ardışık acıyla sadece küçük bir inleme koyvermişti. Dudaklarının kenarında bir dizi taze kan sızdı.
Ölmeyeceği doğruydu. Ancak bu yaraları yüzünden acı çekmeyeceği anlamına gelmiyordu.
Silahla birleşen her bir parça etinin sesi, sıyrılan her kemiğin hissi onu deli ediyordu, sırf işkenceden kurtulmak için ölmüş olmayı diliyordu. Bu noktada, bir ölümlüden hiçbir farkı yoktu.
İkinci kişi işini bitirdiği zaman, o da aşağıya inmişti, ama bu kez bir kez bile eğilmemişti. Yüzünde, yaptığı işten kaynaklanan pişmanlıkla karışık bir sevinç ifadesi vardı. Hangisinin baskın olduğunu kestirmesi güçtü. Tekrar kalabalığa karıştığında ise, sessizlik geri dönmüştü.
Çok uzun bir süre geçmeden, birkaç kişi daha kendi sebepleri nedeniyle öne çıkacakmış gibi görünmeye başladı. Ancak, onlar daha ayağa kalkamadan birisi araya girdi.
“Artık buna dayanamıyorum.”
Kalabalık sesin kaynağına döndü ve Xie Lian da başını kaldırdı. Konuşan kişi iri yarı sokak sanatçısıydı üstelik.
Azarladı. “Sahiden bu canavarın size söylediği her şeyi yapacak mısınız? Benim gördüğüme göre, sadece saçmalayıp duruyor. Söylediği doğruysa bile, sırf ölmüyor olması bunu bir cinayet olmaktan çıkartmıyor!”
Etrafında izlemekte olanlar ona öğüt verdi. “Dostum, kendine gel, burada herkes ölmek üzere!”
Sokak sanatçısı savundu. “Peki ya ben? Ben de ölmeyecek miyim? Peki ben bir şey yapıyor muyum?”
Bir kısım çenesini kapattı ama bir an sonra, birileri suçlamaya başladı. “Senin gibi birisinin ailesinde yaşlılar veya çocuklar yoktu değil mi? Her koyun kendi bacağından asılır, ama bizim bakmamız gereken ailelerimiz var, nasıl seninle aynı olabiliriz?”
Sokak sanatçısı önayak olan çifti işaret etti ve konuştu. “Karım ya da çocuğum olmadığı doğru, ama olsaydı bile, uğrunda ölmem gerekseydi dahi, bırak kendi elimle onu yönlendirmeyi, asla oğlumun böyle bir şey yapmaya karar verdiğimi görmesine izin vermezdim. Eğer çocuk bir katil olarak büyürse, suçu ebeveynlerinin olacak. Eğer o kadar çaresizseniz, neden çocuğun sizin kalbinize bıçak saplamasına izin vermiyorsunuz?”
Kadının yüzü ıstırap doluydu. “Oğlumu lanetleme! Eğer lanetlemek istiyorsan, beni lanetle!”
Kocası da sinirlenmişti. “Sen delirdin mi? Oğlumun kendi anne babasını öldürmesini mi istiyorsun? Bu ne terbiyesizlik!”
Sokak sanatçısı muhtemelen ne demek istediğini anlamamıştı ve sertçe karşılık verdi. “Öldürmek öldürmektir! En azından oğlunun seni öldürmesine izin vermen cesaret sayılır. Bahsi gelmişken, neden maskeli tuhaf yaratığı öldürmeyi denemiyorsunuz?”
Bunu duyunca Yüzü Olmayan Beyaz kahkahalara boğuldu. Kalabalık korkmuş ve öfkeliydi. Korkuları canavara karşıydı, öfkeleri ise sokak sanatçısına.
Seslerini kıstılar ve azarladılar. “Sen..! Çeneni kapat!”
Ya yanlışlıkla canavarı kızdırırlarsa?
Sokak sanatçısı hemen anlamıştı. “Ah, demek büyük kötü adamı öldürecek kadar erkek değilsiniz, ve onun yerine bir başkasını deşmeyi seçiyorsunuz?”
Tek bir kabadayının aşağılamasına daha fazla dayanamayan birisi meydan okudu. “Bu herif durmadan vaaz veriyor ve ben de gelmiş onun özel biri olabileceğini düşünüyordum. Şimdi bakınca, ölü yüzünde bir damla kan bile yok, bence en fazla bir iki gün dayanır, ve hiç umursamadan gelmiş bizi yargılayacak cesareti buluyor. Eğer bu kadar hak yanlısıysan, neden biz dostlarının yaşaması için kendini feda etmiyorsun?”
Sokak sanatçısı düzeltti. “Kendimi feda etmek istemiyorum, ama başka birisini de. Kim ister? Sen ister misin? Peki sen? Ama en azından, ben hiç kimseyi öldürmeyeceğim.”
Birisi konuştu. “Ama o farklı.”
“Nasıl yani?”
“O bir tanrı! Sıradan insanları kurtarmak için – kendisi söyledi. Ayrıca – Ayrıca, o ölmüyor!”
Sokak sanatçısı karşılık vermek üzereydi ki Xie Lian daha fazla dayanamadı. Zayıfça öksürdü ve seslendi. “D-dostum! Hey, dostum!”
Ağzını açtı, ama önceki yaraları nedeniyle karşılığında dışarıya çok daha güçsüz bir ses ulaşmıştı. Sokak sanatçısı hızla başını çevirdi ve Xie Lian’ın sesi minnettarlık doluydu.
“Teşekkür ederim! Ama… sorun değil.”
Eğer devam ederse, muhtemelen dayak yiyecekti. Xie Lian geçen seferki yarışmaları nedeniyle adamın taşıdığı tüm yaraları hatırlıyordu.
Suçlu kalbiyle ekledi. “Teşekkür ederim! Öncesinde taş kırma yarışmasında aldığın yaralar iyileşti mi?”
“Ah? Ne diyorsun! Ne yarası? Taş kırma benim yeteneğim!” İri adam gururla bildirdi.
Adamın böyle bir zamanda bile saygınlığını kaybetmekten korkuyor oluşu, kan kusarken ‘ben çok iyiyim’ demekle aynı şeydi. Xie Lian gülmek istedi.
Aniden, birisi sokak sanatçısını işaret etti ve çığlık attı. “Yayılıyor! Yayılıyor!”
Xie Lian donakaldı ve sokak sanatçısı da. Parmağın gösterdiği yönü takip ederek, sokak sanatçısı yüzüne dokundu ve tahmin ettiği gibi, eşit olmayan bir şey vardı.
Etrafındaki insanlar hemen ondan uzaklaştılar. Xie Lian ağzını açtı, sokak sanatçısını çağırmak istiyordu. Peki ya ne yapması için? Onun da kılıcı saplaması için mi?
Kelimeler boğazına dizildi.
Bir an tereddüt ettikten sonra sokak sanatçısı yüzünü birkaç kez ovalayarak tapınaktan dışarıya fırladı. Olayın yaşanmasını izleyen Xie Lian arkasından bağırdı.
“Nereye gidiyorsun? Geri dön! Eğer tedavi edilmezse yayılacak!”
Ama adam çok daha hızlıydı ve geri bağırdı. “Geri dönmüyorum! Yapmayacağım diyorsam yapmayacağım…”
Kısa bir süre sonra şekli gözden kayboldu. Tapınağın dışındaki şekilsiz yaratıklar bir şekilde adamın onlardan birisi olduğunu biliyorlardı ve bu nedenle de yolunu kesmediler. Xie Lian seslenmeye devam etti, ta ki artık gölgesini bile göremeyene dek.
Sunağın altındaki insanlar mırıldandı. “Her şey bitti, o gitti!”
“Gerzek herif! Nereye giderse gitsin yayılacak, çok geç artık! Çoktan hastalığa yakalandı!”
“O… dağdan birini öldürmek için inmiş olamaz sonuçta değil mi?”
Ancak iri adamın ayrılmadan önce söylediği şeyler tapınaktaki insanları tereddüde düşürmüştü. Zaman geçti ve hiç kimse kılıcı almadı. Her şey bir anlığına duraksamıştı.
Xie Lian hissettiği şey neşe mi, tereddüt mü, korku mu bilmiyordu, ama en önemlisi de şimdi ne yapacağını bilmiyordu. Zihnindeki savaş sürerken, birisi ayağa kalktı.
“Bir şey söyleyebilir miyim?”
Orta yaşlı bir adamdı. Xie Lian başını kaldırdı ve adamı nedense tanıdık buldu, ama nerede karşılaştıklarını hatırlayamıyordu.
Hatırlamaya çalışırken, adam bir anda duyurdu. “Tüm dürüstlüğümle, o beni daha önce soymaya kalktı!”
“…”
O adamdı!!!
Kalabalık şok oldu.
“Soymak mı?”
“O prens değil mi? Bir tanrı değil mi? Hırsızlık mı yapmış?”
Adam onayladı. “Doğruyu söylüyorum.”
“Yani? Ne demeye çalışıyorsun?”
“Hepsi bu. Sadece herkese onun hırsızlık yapmaya çalıştığını söylemek istedim!” Adam tekrar oturdu ve konuşmasını bitirdi.
Tapınak tekrar ciddi bir sessizliğe bürünmüştü ki, ardından infilak etti. Tek bir cümleyle, kalplerine karanlığın tohumları ekilmişti.
Hırsızlık…
Aniden, sunağın altından bir diğer uluma yükseldi.
Birisi çığlık attı. “Bacağım, bacağım! Bir… bir tuhaf!”
Yine mi?!
Onları şaşırtan, sadece tek bir kişi de olmamasıydı. Aynı anda bir diğer daha haykırdı.
“Benim de! Sırtım! Lütfen birisi sırtıma baksın!”
Hiç kimse o ikisine yaklaşmaya cüret edemiyordu, onları birbirlerini incelemek üzere bırakmışlardı. Birisi bacağını sıyırırken diğeri üstünü çıkarttı. Bedenlerinin durumunu açık bir şekilde gördükten sonra, kalan insanlar korkuyla bağırdılar.
Bu iki kişinin üzerindeki yüzler, şekil almayı tamamlamışlardı!
“Nasıl bu kadar hızı büyüdüler?!”
“Unuttunuz mu? Uzun zamandır buradayız!”
“Ama nasıl fark etmediler?!”
“Bariz bir yerde değillerdi ve sadece biraz kaşındı. Bu hale geleceğini nereden bilecektim!”
“Bitti, bittik. Muhtemelen bizim üzerimizde de çoktan çıkmaya başlamışlardır.”
“Çabuk! Herkes kontrol etsin! Tüm vücudunuza bakın!”
Veliaht Prens tapınağında mutlak kaos hakimdi. İncelerken çığlıklar havayı dolduruyordu. Tahmin edildiği gibiydi! Çoktan pek çok kişinin vücudu yüzlerle sarılmıştı, sadece daha önce fark edememişlerdi. Şimdi baktıktan sonra, yeni yüzlerin tümüyle geliştiğini, hatlarının tamamen oluştuğunu fark ediyorlardı!
Sanki durumu biliyormuş gibi, Veliaht Prens tapınağının dışındaki şekilsiz yaratıklar daha da vahşice dans etmeye başladılar, el eleydiler hala. Ancak, içeride, her yönden korku ve endişenin yoğun sisleri yükseliyordu. Xie Lian’ın kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi hiç durmadan çarpıyordu.
Hatırladığına göre, Yüz Salgınının yayılması için bir süre geçmesi gerekiyordu, neden şimdi bu kadar hızlanmıştı?
Yüzü Olmayan Beyaz, Yüzü Olmayan Beyaz olmalıydı!
Başını hızla her şeyi başlatan soğuk gözlü izleyicinin tarafına çevirdi. Daha ağzını açamadan birisi ayağa fırladı.
Ağır bir şekilde nefes alarak, kızarmış gözleriyle yargıladı. “Sen… sen bir tanrısın, bir prenssin, ama yine de hırsızlık yapmaya cüret mi ediyorsun?”
Xie Lian kalakalmıştı, bu haldeyken neden bu adamın konuyu açtığını anlamıyordu, cevapladı. “Ben…”
Adam sertçe onu kesti. “Sana dua ediyoruz, ve sen ne yapıyorsun? Hırsızlık! Ne getirdin? Bir veba!”
O mu veba getirmişti?
Şok Xie Lian’ın yüzünden okunuyordu. “…Ben mi? Ben yapmadım?! Ben sadece…”
En sonunda insanların sabrının sınırına ulaştığı noktaya gelmişlerdi.
Gözlerinin kenarı kızarmış bir halde, yüz insan etrafını sardı. En yakınındaki yerdeki siyah kılıcı çekti. Xie Lian nefes almayı bıraktı.
Adam siyah kılıcı titreyerek yakaladı, bir yandan mırıldanıyordu. “Sen… Sen bağışlamamızı isteyeceksin değil mi? Günahlarının kefaretini vermeyi, değil mi?”
Çok fazla insan vardı. Eğer her biri ona bu kılıcı saplarsa, nihayetinde ondan geriye ne kalacaktı?
Sayısız kez delinmek, geride binlerce delikten oluşan ve ayırt edilemez bir et yığını bırakmak dışında, daha bile çok korktuğu bir şey vardı. Eğer onların istediklerini yapmasına izin verirse, kalbindeki bir şey, bir daha asla eski haline dönemeyecekmiş gibi hissediyordu.
Daha fazla düşünmek istemeyen Xie Lian haykırmaktan kendini alamadı.
“Yard –”
Ancak daha ‘yardım edin’ tümüyle şekillenemeden, aynı buzdan siyah kılıç bir kez daha bedenine saplandı. Xie Lian’ın gözleri korkuyla açıldı.
Ardından jilet kadar keskin kılıç kabaca geri çekildi. Ardından gelen sonraki kişi bir saniye bile harcamadı ve kılıç neredeyse aynı yere gömülmüştü. Xie Lian’ın boğazında hapsolan ses en sonunda özgür kalmıştı ve uzun, acı dolu bir çığlık tüm bedenini parçaladı.
Çığlığı o kadar içlerine işlemişti ki etrafındaki insanların tüyleri diken diken oldu. Gözlerini kapatarak, başlarını çevirenler bile vardı.
“…Bağırmasına izin vermeyin. Hızlanalım ve çabucak bitirelim!”
Xie Lian birisinin ağzına bir şey tıktığını ve elleri ile ayaklarının tutulduğunu fark etti.
Adam tekrar emretti. “Tutun ve düşmesine izin vermeyin. Ayrıca, yanlış yerlere saplamayın, eğer hayati olmazsa işe yaramaz!”
“Tek sıraya geçin, kimsenin hakkını yemeyin! Size geçmeyin dedim, ilk ben gelmiştim!”
“Neresi hayati? Sayılıp sayılmadığını nereden bileceğim?”
“Her neyse, sadece kalp, boğaz veya karnını hedef al yeter!”
“Eğer hayati bir yere sapladığından emin değilsen, bir daha dene!”
“Olmaz! Eğer ikinci kez saplarsa, o zaman diğerlerine nasıl sıra gelecek?”
Başlangıçtaki tereddüt ve gönülsüzlük, yerini kayıtsızlığa bırakmıştı. Zaman ilerledikçe, hareketleri daha da kolaylaşıyordu. Kılıcın sayısız saplanışının ardından, Xie Lian’ın gözleri ardına dek açılmış ve yüzü ağır ter damlalarıyla kaplanmıştı. Kalbinin derinliklerinde, bir ses usulca çığlıklar atıyor ve haykırıyordu.
Yardım edin.
Yardım edin, yardım edin, yardım edin.
Yardım edin, yardım edin, yardım, yardım, yardım, yardım, yardım, yardım, yardım, yardım, yardım, yardım, yardım, yardım, yardım, yardım edin!!!!!
Acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, acıyor… acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, acıyor, ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR ACIYOR!!!!!!!!
Neden ölemiyorum.
NEDEN ÖLEMİYORUM?!!!
En acı sesiyle haykırmak istiyordu, ama boğazında tek bir harf dahi yoktu, muhtemelen çoktan tümüyle kesildiği içindi. Acıdan delirmek istiyordu. Sanki birkaç ömürlük acıyı çekmiş ve bundan sonra, artık başka hiçbir acıyı hissedemeyecek gibiydi. Hiçbir şey göremiyordu, dünya kapkaranlıktı, sadece yanında öfkeyle yanmakta olan hayalet alevi vardı. Daha parlaktı ve güçlenmişti. Ancak Yüzü Olmayan Beyaz’ın avucunun içinde, kaçmayı başaramıyordu.
Kendi dehşet dolu çığlıklarını duyamıyordu ama onun yerine bir diğer iç parçalayıcı haykırışı işitmekteydi, ve sanki bu ses alevlerden geliyordu. Her ne kadar ona ait olmasa da, duyduğu bu acı onunkiyle aynıydı, sanki o sesi çıkaran kendisiydi.
En sonunda, daha fazla akıl sağlığını korumayı başaramadı. Boğazında bir uğultu vardı ve bilinci tümüyle parçalandı. Aynı anda, bir patlama yükseldi ve öfkeli alevlerden bir dalga Veliaht Prensin tapınağını yıkadı.
“AAAHHHHHHHHHHHHHH!”
Kalın ve tiz çığlıklar birbirlerine girmişlerdi. Kızgın alevler kükredi ve her yeri ateşe verdi, herhangi birinin kaçmasını imkansız hale getirmişti. Hayalet alevi canlı bir şekilde titredi. Bir saniye içinde, Veliaht Prens tapınağının içinde bulunan yüzlerce yaşayan beden, yanarak yüz sıra kömür karası kemiğe dönüşmüştü!
Alevler en sonunda yatışıp, tekrar bir araya geldiği zaman, ilk baştaki küçük hayalet alevi topu çoktan yok olmuştu. Onun yerinde belli belirsiz şekillenmiş genç bir adam silueti vardı.
Genç sunağın yanmış, kara yüzeyinin önünde diz çöktü. Yerlere kadar eğilmişti, her iki eliyle başını tuttu ve muazzam, kahredici bir acıyla feryat etti.
Sunakta yatmakta olan kişiye ne olduğuna bakmaya cesaret edemiyordu, çünkü artık orada yatan şey bir insana benzemiyordu.
Kemikler ve kafatasları Veliaht Prens tapınağının içinde yerlere saçılmışlardı. Yüzü Olmayan Beyaz dönüp tapınaktan çıkarken kontrol edilemez kahkahalara boğulmuştu. Öfke alevleri ise sadece Veliaht Prens tapınağına uğramamıştı, dışarıdaki delirmiş, şekilsiz yaratıklar bile kuru ceset ve artıklara dönüşmüşlerdi. Sanki görmüyormuş gibi, Yüzü Olmayan Beyaz bu kömürleşmiş, külden kalıntıların arasından geçip gitti.
Tüm orman, hayır, tüm dağ titriyor ve ıstırapla haykırıyordu!
Sayısız siyah gölge gökyüzüne uçtu. Onlar, artık yaşam barındırmayan bu yerin, korkudan aklını yitiren ve kaçmak için çabalayan ruhlarıydı. Güçlü bir esinti ise onları her yöne savurmuştu. Veliaht Prens tapınağının üzerinde, huzursuzca gürleyen büyük bir siyah bulut katmanı, sanki devasa bir iblis gözüymüşçesine yavaşça dönmekteydi.
Bu şeytani bir yaratığın doğumuydu, yabani bir ruhun şekillendiğinin habercisi!
 Çevirmen: Nynaeve
152 notes · View notes
habersunum · 5 years
Photo
Tumblr media
İpek Soylu Tayland’da zafere ulaştı
0 notes
Text
İpek Soylu Tayland’da zafere ulaştı
İpek Soylu Tayland’da zafere ulaştı
Habererk.com’un yayınladığı habere göre
Milli Tenisçi İpek Soylu, Uluslararası Tenis Federasyonu (ITF) tarafından Tayland’da düzenlenen 25 bin dolar ödüllü ITF Pro Circuit 1 Presented by SAT turnuvasında Çinli rakibi Yue Yuan’ı 7-6, 6-1 skorla yenerek şampiyonluğa ulaştı. Soylu, Tayland’da geçen hafta da Bulgar partneri Aleksandrina Naydenova ile birlikte çiftlerde şampiyonluğu göğüslemişti.
Tumblr media
K…
View On WordPress
0 notes
keremulusoy · 6 years
Text
KÖKLERİ FRANSA ORTAÇAĞINA KADAR DAYANSA DA, GÜNÜMÜZ MODERN TENİSİNİN BAŞLANGICI OLARAK 1800’LER İNGİLTERE’Sİ KABUL EDİLİR. O GÜNLERDEN BUGÜNE DE TENİS SPORU, KESKİN KURALLARIYLA VE BU KURALLARA BAĞLILIĞIYLA, ŞEHİRLİLEŞMENİN, MODERNLİĞİN, ZENGİNLİĞİN BİR SİMGESİ OLARAK ŞEKİLLENMİŞTİR.
Yaklaşık 2 yüzyıl boyunca dünya üzerinde oldukça yaygınlaşan ve sevilen bir spor kültürü haline gelen tenis için düzenlenen birçok turnuva var. 1896’dan bu yana (arada 60 yıl boyunca dışlansa da) yaz olimpiyatlarında da yer alıyor.
Bu yazımda, 1871 yılında İngiltere’de Wimbledon Tenis Turnuvası ile başlayan 4 büyük tenis turnuvasını yani Grand Slam turnuvalarını tanıtacağım. Grand Slam Uluslararası Tenis Federasyonu tarafından düzenlenen dört büyük tenis turnuvasından her birine verilen isimdir. Major (önemli) veya Slam turnuvalar olarak da isimlendirilen bu turnuvalar her sezonda gerçekleşir. “Grand Slam” terimi, aynı zamanda, bir sezon içinde yapılan bu dört büyük tenis turnuvasının hepsini aynı tenisçinin kazanması durumunu da ifade eder. Tenis 1896 tarihinden beri yaz olimpiyatlarında da oynanmaktadır. Grand Slam elde etmiş bir tenisçi, yaz olimpiyatlarında da şampiyon olursa “Golden Grand Slam” sahibi olur. Bu arada dünya üzerinde Golden Grand Slam unvanına sahip tek kişi, Alman tenisçi Steffi Graf’tır.
Grand Slam turnuvalarına katılan ilk Türk sporcu Nazmi Bari’dir. 1959 yılında Wimbledon’a, 1963 yılında da Amerika Açık’a katılan Nazmi Bari 2008 yılında vefat etmiştir. Maalesef ki, Nazmi Bari’den sonra, 2004 yılına kadar (41 yıl boyunca) Grand Slam turnuvalarına Türkiye’den katılım sağlanamamıştır. Bu yıldan sonra İpek Şenoğlu’nun Amerika Açık’a katılmasıyla birlikte, özellikle de 2010 yılından sonra, Türk tenisinde bir kıpırdanma olmuş, dünya standartlarının çok aşağısında kalmış olsak da, Grand Slam turnuvalarına katılım yönünde epey artış yaşanmıştır.
CENTİLMENLİK TURNUVASI ‘WIMBLEDON’ İlki 1868 yılında düzenlenen Wimbledon Tenis Turnuvası, yazılı olmayan centilmenlik ve nezaket kurallarıyla tam bir İngiliz aristokrasisi ürünüdür adeta. Bunları sıralamak gerekirse; oyuncular beyaz giymek zorundadırlar, oyuncuların korta giriş ve çıkışları belirli bir protokol dahilinde gerçekleşir, seyirciler ralli sırasında oyuncuların konsantrasyonunu bozmamak için kesinlikle ses çıkarmazlar ve aksi davranış çok büyük bir ayıp olarak algılanır, pazar günleri maç yapılmaz. Ve daha bunun gibi yüz yıldan fazla sürede uygulanan kurallarıyla, tipik bir İngiliz olarak gelenekçidir. Ayrıca Wimbledon, çim kortta oynanan tek Grand Slam turnuvasıdır. Turnuvayla gurur duyan İngilizler için Wimbledon uzun zaman ulusal mizah ve üzüntü konusu oldu. Tek erkeklerde 1936’da Fred Perry ve tek kadınlarda 1977’de Virginia Wade’den beri hiçbir İngiliz sporcu turnuvada şampiyonluk kazanamamıştı. Ancak 2013 Temmuz ayında yapılan turnuvada Andy Murray’in tek erkeklerde şampiyonluğu kazanmasıyla 77 yıllık tek erkekler şampiyonluğu özlemi son buldu.
EN SERT TURNUVA ‘AMERİKA AÇIK’ Her şeyiyle dopdolu, hareketli, canlı, ilgi çekici bir dünya şehri olan New York’un sanki başka bir ilgi odağına ihtiyacı yokmuş gibi duruyor. Fakat bu büyük metropol en eski ikinci Grand Slam tenis turnuvasına, Amerika Açık Tenis Turnuvası (US OPEN) adıyla, ev sahipliği yapıyor; hem de 1881’den beri. Her yıl Ağustos-Eylül ayında gerçekleştirilen turnuva (bu yıl 28 Ağustos-10 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek) 1978 yılından bu yana sert zeminde oynandığı için, en sert vuruşların, en zorlu çekişmelerin yaşandığı turnuvalardandır. Dolayısıyla seyir zevki ve heyecanı yüksektir. Turnuva, 1978’den bu yana “USTA Billie Jean King National Tennis Center”da düzenlenmektedir. Amerika Açık’ın final maçları ile seri başı mücadeleleri, bu merkezin Arthur Ashe Kortu’nda oynanmaktadır. Arthur Ashe Kortu, 22.547 kişilik kapasitesi ile en yüksek seyirci kapasiteli Grand Slam kortu olma özelliğini taşımaktadır. Kort, ismini Afro-Amerikan tenisçi Arthur Ashe’den almaktadır.
SEYİRCİ DOSTU TURNUVA ‘ROLAND GARROS’ Paris meşhur Eyfel Kulesi ile kocaman bir ikon, modaya yön veren merkezlerden biri, dünyanın bilinen en popüler aşk şehri. Tüm bu etiketleri Paris hak ediyor mu bilemiyorum ama bu şehir 1891’den bu yana tarihin en önemli tenis turnuvalarından birine, Fransa Açık Tenis Turnuvası’na ya da diğer adıyla Roland Garros’a ev sahipliği yapıyor.
Fransa Açık Tenis Turnuvası, orijinal ismi ile Tournoi de Roland-Garros (Roland Garros Turnuvası), her yıl Mayıs ayında Paris’te bulunan Stade Roland Garros’da düzenlenen, dört dünya Grand Slam tenis turnuvasından sezon içinde düzenlenen ikincisidir.
İlk olarak 1891 yılında düzenlenen turnuva, kronolojik olarak diğer Grand Slam turnuvaları olan Avustralya Açık’tan sonra, Amerika Açık ve Wimbledon’dan önce düzenlenmektedir. Fransa Açık, toprak (kil) zeminde oynanmaktadır. Adını, bir Birinci Dünya Savaşı pilotundan alan Stade Roland Garros’da düzenlenen turnuva, her yıl Mayıs ayının 3. haftası başlar (bu yıl 22 Mayıs-11 Haziran tarihleri arasında düzenlenecek) ve tüm Grand Slam turnuvaları gibi 2 hafta sürer. Fransa Açık, toprak kortta oynanan tek Grand Slam turnuvası olma özelliğini taşımaktadır. Toprak kortun özelliği nedeniyle topun diğer kort tiplerinden daha yavaş hareket etmesi, turnuvanın uzun maçlar ve uzun rallilerle ün yapmasına neden olmuştur. Melbourne uzak dünyanın ilgi çeken şehri, Victoria Eyaleti’nin başkenti, okyanus kıyısındaki yemyeşil bir dünya. Ayrıca,  Avustralya  Açık Tenis Turnuvası adıyla da “en seyirci dostu tenis turnuvasının” son sahibi. Son sahibi diyorum çünkü ilk düzenlendiği 1905’ten bu yana turnuva, Okyanusya’da farklı farklı şehirlerde ve ülkelerde gerçekleştirilmiş. Avustralya Açık, her yıl ocak ayında Melbourne Park’ta düzenlenen (bu yıl 16-29 Ocak tarihleri arasında düzenlenmiştir), dört dünya Grand Slam tenis turnuvasından ilkidir. Kronolojik olarak diğer Grand Slam turnuvaları olan Wimbledon, Fransa Açık (Roland Garros) ve Amerika Açık’tan önce düzenlenmektedir.
Avustralya Açık, plexicushion olarak adlandırılan sert zeminde oynanmaktadır. Amerika Açık’tan sonra en yüksek katılımlı ikinci tenis turnuvasıdır. Turnuva, “seyirci dostu” Grand Slam olarak bilinirken, özellikle 2000’li yıllarda her sezon, bir önceki yıl elde ettiği biletli izleyici rakamlarının üzerine çıktı. 1989’da Flinders Park’ın 2. yılında 287 bin olan seyirci, 1998’de 434 bin 807’ye, 2000’de 501 bin 251’e, 2006’da ise 550 bin 550’ye yükseldi. 2010’da 653 bin 860 kişi ile seyirci rekoru kırıldı.Ancak son dönemde seyirciler arasında artan gerginlikler yüzünden Tennis Australia’ya uluslararası federasyondan uyarı geldi. Avustralya Açık 2008’in 4. günü olan 17 Ocak 2008’de, Melbourne Park’a akın eden 62 bin 885 seyirci ise, tenis tarihinde bir turnuvaya tek günde gelen en yüksek seyirci olarak kayıtlara geçti. Bu yıl Avustralya Açık muhteşem finallere sahne oldu. Tek erkeklerde Roger Federer – Rafael Nadal finali ve tek bayanlardaki Serena Williams – Venus Williams finali adeta nefesleri kesti. Bu karşılaşmalarda, Roger Federer ve Serena Williams gülen taraflar oldular.
AMERİKA AÇIK TENİS TURNUVASI’NIN ŞAMPİYONU İPEK SOYLU 2014 yılındaki Amerika Açık Tenis Turnuvası gençler kategorisi çift kadınlar maçında İsviçreli takım arkadaşı Jil Belen Teichmann ile birlikte çıktıkları final serisinde 5-7, 6-2’lik setlerden sonra süper tie-break setinde 10-7 üstünlük sağladıkları Belarus asıllı Vera Lapko ve Slovak asıllı Tereza Mihalikova çiftine karşı şampiyonluğun sahibi olmuşlardır. Soylu bu sonuçla Türk tenis tarihinde Grand Slam turnuvalarında bir kategoride şampiyon olan ilk Türk sporcu unvanına sahip olmuştur.
EN PRESTİJLİ GRAND SLAM TURNUVASI Wimbledon, Londra’nın güneybatı-orta kesiminde yerleşmiş, küçük bir kasaba havasındaki semtidir. Ayrıca, kendi ismiyle anılan, dünyanın en eski, en prestijli tek Grand Slam turnuvasına da ev sahipliği yapar. Genellikle sakin olan bu bölge, her yıl turnuvanın düzenlendiği Haziran Temmuz ayının 2 haftası boyunca (bu yıl 3 -16 Temmuz arasında düzenlenecek) bambaşka bir hal alır.
GRAND SLAM TURNUVALARI VE TARİHLERİ: » Avustralya Açık Tenis Turnuvası (Melbourne – Ocak) » Fransa Açık Tenis Turnuvası (Paris – Mayıs, Haziran) » Wimbledon Tenis Turnuvası (İngiltere/Wimbledon – Haziran, Temmuz) » Amerika Açık Tenis Turnuvası (New York – Ağustos, Eylül)
Grand Slam Şehirleri KÖKLERİ FRANSA ORTAÇAĞINA KADAR DAYANSA DA, GÜNÜMÜZ MODERN TENİSİNİN BAŞLANGICI OLARAK 1800’LER İNGİLTERE’Sİ KABUL EDİLİR. O GÜNLERDEN BUGÜNE DE TENİS SPORU, KESKİN KURALLARIYLA VE BU KURALLARA BAĞLILIĞIYLA, ŞEHİRLİLEŞMENİN, MODERNLİĞİN, ZENGİNLİĞİN BİR SİMGESİ OLARAK ŞEKİLLENMİŞTİR.
0 notes