Tumgik
#onu yaşatmak mümkün değildir.
e2i4-ud · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
5 notes · View notes
cinaraslan · 2 years
Text
🇹🇷Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.
Cumhuriyet, fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz.
Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslariyle, Türk milletini emin ve sağlam bir istikbal yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur. 1936 (Atatürk’ün S.D. I, S. 372)
Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır. 29 Ekim 1923 (Nutuk II, S. 814-15)
Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak surette muhafazasının mecburî kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet idaresi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir. 1927 (Nutuk II, S. 831)
Bugünkü hükûmetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilâtı ve hükûmettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükûmet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükûmettir. Artık hükûmet ve hükûmet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. 1925 (Atatürk’ün S.D. II, S. 230)
✊🏻 BÜYÜK DEVRİMCİ ULU ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN BİZLERE BIRAKTIĞI VE YAŞATACAĞIMIZ CUMHURİYETİMİZ 99 YAŞINDA. CUMHURİYETİMİZİN 99.YILI KUTLU OLSUN. TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURULMASINDA Kİ EMEKLERİ GEÇEN BÜTÜN KAHRAMANLARIMIZI VE ULU ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü SEVGİ VE SAYGIYLA ANIYORUZ GÖK TENGRİ UÇMAĞA VARSIN 🇹🇷
3 notes · View notes
olumsuzsozler · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Ben bu yeni çağın içinde "anarşizm"i görüyorum. Kanımca kölelikten, ücretli köleliğe ve ücretli kölelikten sosyalistliğe geçen insanlık en sonunda anarşizme ulaşacak ve orada bireyselliğin bütün bağımsızlığını, bütün azametini duyumsayacaktır. Baha Tevfik
Bahâ Tevfik(1884-1914) Osmanlı fikir adamı, yazar ve bireyci anarşist. Vikipedi
Baha Tevfik Sözleri: (1884-1914) Felsefe, istikbalin bilmidir. Baha Tevfik Parasızlık her felaketi doğurabilir. Baha Tevfik İnsan her şeyden evvel kendisini tanımalı. Baha Tevfik Özgürlüğün sınırı bireyin liyakatıyla orantılıdır. Baha Tevfik İnsanlık alışkanlık edindiği geçmiş adetleriyle yaşar. Baha Tevfik Düşünmenin üstünde aşk, aşkın üstünde zevk vardır. Baha Tevfik Bizde felsefeyi kuranlar asla yaşlılar değildir. Yalnızca gençlerdir. Baha Tevfik Sürekli iyilikle kötülüğü tayin eden ezeli ve ebedi bir kural yoktur. Baha Tevfik Gerçeğe ve bilime cidden aşık olanlar da başka bir şey düşünemezler. Baha Tevfik Dünün felsefesi bugünün bilim ve fenni, yarının bilim ve fenni bugünün felsefesidir. Baha Tevfik Daha kısa bir ifade ile özetlenmek istenilirse tüm gençlik karamsarlık içinde ve muhalifti. Baha Tevfik Kadını çürüten bir hapishane, çocukların her türlü yeteneğini mahveden bir mezbahadır. Baha Tevfik Dinler Nietzsche'ye göre insan zaafının, hasta bireylerin çoğalmasına vasıta olan bir alettir. Baha Tevfik Ülkemizde evlilik bir felakettir, felaket içinde de bir felakettir, hatta felaket dışında da felakettir. Baha Tevfik Çünkü insan düşüncesi gizliyi arar. Daima kendini kuşatan nesnelerin gizlerini keşf etmek ister. Baha Tevfik Acaba nereye doğru gidiyoruz? Hayat yolumuz üzerinde sosyalizm mi, yoksa anarşizm mi var? Baha Tevfik İnsan, gelecekten ümitsiz, kötümser, bir sinir bunalımı arasında yuvarlanıyor. Düşünceler, perişan, yorgun. Baha Tevfik Bir insan üzülmek yerine akıllanmayı tercih ettiği zaman ondan korkun. Çünkü söyleyecekleri can yakabilir. Baha Tevfik Eğer dünkü ırki seciyeler ve milli meziyetlerimiz takdire şayan bir şey olsaydı bugün bu halde bulunmazdık. Baha Tevfik Görülüyor ki hükümetin etkinliği meşru da olsa, müthiş ve sürekli bir istibdad oluşturmaktan geri kalmıyor. Baha Tevfik Her yerde hayat ya ilerler ya da geriler. İnsan bazen sefilane bazen de seri bir şekilde gelişen bir bitkiye benzetilebilir. Baha Tevfik Anarşizm demek ancak bireyi yaşatmak ve bireye, bireyin özgün meziyetlerine karşı olan bütün güçleri mahvetmek demektir. Baha Tevfik Daima düşüncelerimle uğraşır onu mahve çalışırım. Fakat heyhat . O beni bozguna uğratır ve umutsuz bırakır; bana galip gelir. Baha Tevfik Gerçek özgürlük hükümetin biçiminden çok bireyin tahsil ve terbiyesiyle irfan seviyesinin mümkün ölçüde yükselmesiyle mümkündür. Baha Tevfik Ben kendi hesabıma ortaçağların vahşi kalıntılarından başka bir şey olmayan bu hayat koşullarının artık yavaş yavaş değişmesini arzu ederim. Baha Tevfik İnsanları kardeş etmek ve onlar arasında eşitlik sağlamak" düsturunu en geniş yetkiyle bağırabilecek ağızlar ancak sosyalistlere özgü ağızlardır. Baha Tevfik İnsanlığın iki temel sorunu var . Adaletsizlik ve anlamsızlık . Birine karşı hukuku bulduk , diğerine karşı sanatı . Ancak insanlar hukuka ulaşamadı. Baha Tevfik Nüfuzlu bir hükümet; eleştirilere tahammül etmeyen, toplumsal fikirlerden korkarak onun sakin ve suskun kalmasını temine çalışan hükümettir. Baha Tevfik Vicdan, manevi ve ilahi bir şey değildir. Herkes kendi bilgisine, kendi maddi ve düşünsel kazanımlarına göre bir çaba gösterir. İşte bu çaba; vicdandır. Baha Tevfik Güçlü bireylerden güçlü hükümetler çıkar, buna karşın yoksun ve miskin bireylerden oluşmuş bir toplumsal heyetten de girişimsiz, aciz yöneticiler ortaya çıkar. Baha Tevfik Doğumumuzu unutmuşuzdur. Bundan dolayı ölümümüz üzerinde de düşünmeyiz. Doğum üzerine düşünmeyince, ölüm üzerine niye düşünelim ki? Her şeye rağmen bunun tek sorumlusu biz değiliz. Baha Tevfik Ben bu yeni çağın içinde "anarşizm"i görüyorum. Kanımca kölelikten, ücretli köleliğe ve ücretli kölelikten sosyalistliğe geçen insanlık en sonunda anarşizme ulaşacak ve orada bireyselliğin bütün bağımsızlığını, bütün azametini duyumsayacaktır. Baha Tevfik
Gif link:
Tumblr media
youtube
0 notes
sterkaciwan · 5 years
Photo
Tumblr media
Ucuz ilişki nedir?
Geriliği davet eden, özgürlüğü engelleyen ilişkilerdir. Bu ilişkiye kul köle olmayı esas alanlar, "vazgeçemeyeceğim anam, babam, kardeşim, eşim var" diyenler, bu düşüncelerin ağır etkisi altında olanlar hiçbir zaman özgür bir devrimci olamazlar, yurtseverleşemezler, demokratlaşamazlar, sosyalistleşemezler. Bu ilişkilerin üzerine çıkmasını bilmek, eşit, özgür ilişkilerin, toplumsal gelişmenin ve siyasal faaliyetin önünde engel olmaktan çıkarmak ve devrimin hizmetine uygun ilişkilere dönüştürmek gerekiyor. Bu konularda kendinizi gözden geçirmeli, ilişkilerinize bu temelde çekidüzen vermeli ve ilişkilere bu doğru temellerde yaklaşmalısınız. Demek ki, her şeyden önce bu konudaki muazzam çocukluğu, bizi geriye iten ilişki anlayışını, içine düşürüldüğümüz ya da düşmek üzere olduğumuz durumları görerek, bundan kurtulmayı başarmamız önem taşıyor. Geleneklerin ağır etkisi altında kalmış olabilir, iradeniz dışında bazı dayatmalar sonucu arzu etmediğiniz bazı durumları yaşamış olabilirsiniz. Bunlara karşı verilecek cevap mücadeledir. En kötüsü, kişinin kendini kaderciliğe terk etmesidir. "Oldu artık, kalkamam, bir şey yapamam" denilmemelidir. Bu, köleliğin kabul edilmesidir, kabul edildiği yerde de devrimcilik gelişmez.
Vatandan kopmakla aile kurtulur mu?
Özgürlüğe hizmet etmeyen hiçbir ilişkinin değeri yoktur. "Yürekçiğimde şöyle bir sevdam var, kafamda vazgeçmeyeceğim şöyle düşüncem var" dememelisiniz. Bunların hepsi birer hikayedir ve gerici hastalık belirtileridir. Bu duygular, bağlar ve kutsal bildiğiniz şeyler, sizleri geliştirmeyeceği gibi doğru da değildir. Tam tersine büyük yanılgı ve köleliğe giden yoldur. Bunu önemle belirtiyorum. Çünkü, yeni ve vatansever bir neslin gelişmesi buna bağlıdır, bizim bütün ailelerimiz ilişkilerini vatana bağlılık temelinde halletmek zorundadırlar. Dünya uluslarının çoktan hallettiği, ama bizim yeni yeni tanımaya başladığımız çok normal bir yaklaşımdır bu. Son zamanlarda bütün ülke boşaltılıyor. Bunun altında bile ailecilik ve sözde aileyi kurtarma sevdası yatıyor. Ama vatandan kopmakla aile kurtulur mu? Tam tersine bu bitiş ve tükeniş sürecine giriştir. Bizdeki aile anlayışı, günü kurtarmaya dayanır. Ama kurtarma dediği nedir? Kendini metropollere atmıştır, her türlü rezilliğin içine itilmiştir, ama ona göre bu yeterlidir. Bu, aile reisliğinin en büyük sorumsuzluğudur. On çocuğu dünyanın en ücra köşesine atıp, sonra da "ben reislik görevimi yaptım, aileyi kurtardım" diyor. Bu suçtur. Neden suçtur? Çünkü vatandan kopmuştur, doğru mücadele yolundan kopmuştur. Bu adam iflah olmaz.
Elbette biz buna karşı çıkacak, bunun doğru bir gidişat olmadığını söyleyeceğiz. Elbette, bizim aileye doğru sahip çıkışımız ve çocuklara doğru bir gelecek sağlamamız böyle olacaktır. Bu, Parti çizgimizin doğal bir sonucudur. Fazla tartışmaya da gerek yoktur. Akıllı olanlar, kendiliğinden bu sonucu çıkarırlar. Bu konuya tekrar değinmenin nedeni sizin bazı geri ilişkileri ısrarla yaşamanızdır, geleneklerin ağır etkisinde kalmanızdır. Hepinizin üzerinde bu etkilerin olmasını yadırgamıyorum, ama bunlarla mücadele etmesini bilmek gerekiyor. Mesele yaşlı veya genç olmak da değil, doğru bir görüşe varmaktır. Doğru görüş temelinde durumunuzu düzeltmektir.
Bu konuda muazzam çocukluğu, düşürülmüşlüğü ve ilişkilerdeki sağlıksızlığı görmek, pratik olarak ne anlama gelir? Gençlerimizi bu hastalıklardan kurtarmak için devrimi dayatmak, onları devrimle beslemek, devrimci ilişkilerle kişilik kazanmalarına yol açmak, onları özgür ilişkiler içerisinde tanıştırmak ve özgür ilişkilere dayalı aile geliştirmek anlamına gelir. Parti içinde bu konuda iç eğitimi geliştirmeliyiz. Sadece olumsuzlukları aşmayla yetinmemeli, eşit özgür ilişkilerdeki olumlu yanlarımızı da geliştirmeliyiz. Yoldaşça ilişkiler egemen kılınmalıdır. Buna cesaret etmeliyiz. PKK, bu konudaki özelliğini yetkinleştirmelidir.
Sahte erkeklik, sahte kadınsılık
Kadın gerçekliğine yaklaşım, bizde güçlü devrimci bir çözüme kavuşturulmuştur. Bunu uygulamak, sahte erkeklik anlayışı ile mücadele etmek gerekir. Erkekliliğin bizdeki oluşumunu, kölelikle ilişkisini iyi görmek gerekiyor. Kadınsılığın nasıl ki kölelikle ilişkisi varsa, ben daha önce onu açmıştım, erkekliğin de ilişkisi var. Kadınsılık sadece cinsellikten ibaret değildir.
Kadınca hareketin, kadınsılığın geliştirilmesi, kadının yüzyıllardan beri her türlü ekonomik, sosyal, siyasal faaliyetin dışına itilerek sadece cinselliğe dayalı alışkanlıklara, ahlaka veya ahlaksızlığa düşürülmesi sonucudur. Bunların da normal özellikler veya cinse bağlı özellikler olduğunu söylemek fazla gerçekçi değildir. Kadınsılığın cinsellikten ziyade, sınıfsal ve toplumsal bir yönü vardır. Kadınlar yüzyıllardan beri egemenlik altında tutulmalarının bir sonucu olarak bu duruma düşürülmüşlerdir. Biliyorsunuz kadınsı erkekler de vardır. Demek ki kadınsılık, boyun eğdirilmişliğin, kişi yerine konulmamışlığın, sürekli düşürülmüşlüğün bir sonucudur.
Erkeklik olayına da böyle yaklaşmak gerekir. Erkeklik de, yalnız cinsel bir olaydan ibaret değildir. Erkeklik, özellikle bizim toplumsal koşullarımızda, diğer ülkelerde biraz aşılmıştır, çok sahte, yapay bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Ben bunu da daha erkenden fark etmiştim. Bizde, erkekliğin en zayıf ve en sahte özelliklerinden birisi de şudur: Toplumda iflas etmiştir. Sağlıklı siyasi ilişkilere sahip değildir. Ekonomik temeli çok zayıftır. O buradaki düşürülmüşlüğü ve bunalımı, sahte erkeklik gösterilerine girişerek gidermek ister. Gerçek erkeklik, cinse bağlı bazı olumlu ve güçlü yanlar varsa ki bu kadın da olabilir, onun da kendine göre güçlü ve olumlu yanları vardır, bunların gereklerini yerine getirmektir. Bu da vatanseverlik yapmaktır, bunun için kuvvet oluşturmaktır. Köleliğe karşı iyi başkaldırmaktır, gerçek erkeklik biraz da budur.
Klasik anlayış belki hep şunu söyler: Kadın deyince %99,9 benim duygularım, benim bakışlarım, benim namusum. Benim, benim, benim olmalıdır! Bu felsefe çok tehlikeli. Çünkü %99 her şeyiyle senin olan kadın, toplumda neye yarayacak, vatanseverlikte ne yapacak? Vatanseverlik için, özgürlük için, örgüt için, hatta savaş için, hatta ekonomik-sosyal yaşam için yapılacak bir şey bırakmamışsın ki. Avucunun içine almış, sıkmış bir limon gibi veya bir içki bardağı gibi hep içiyorsun. Gerçekten kadın da böyledir. Bu kadının topluma, ulusa vereceği hiçbir şey yoktur. Erkeğin de vereceği bir şey kalmamıştır.
Erkeğin özellikle kendini cinsel boyutuyla, cins boyutuyla kendini erkek sandığı ve onun üzerine inşa ettiği hayallerden, ahlaki değer yargılarından hatta düşünce demeyeceğim düşüncesizliğinden kendisini kurtarması gerekiyor. Ölüm budur. Yani yeni yaşama başlangıç yapmak için ölmek denir buna. Kadın için bu daha fazla geçerlidir. Mevcut kadınlıkla bu haliyle hiçbir şey kurtarılamaz. Hatta bana göre kadın mevcut kadınlığı da, mevcut erkekliği de en çok vurması gereken bir kişidir. Çünkü başına bela yağdırmaktan öteye hiçbir değeri yoktur. Her şeyi anlamsız kılıyor, güçsüz kılıyor. Kadınlığı başına bela olmuş, korkunç bir işkence haline dönüşmüş. Erkekliğe sunduğu kadınlık, erkeğe de felaket getirir. Giderek yalnızca tüm topluma, kaba anlamda soy sürdürür.
Bizde gerçek mertçe, erkekçe bir konumu bir erkek yaşamadıkça sahtesine bürünür. Sahtesi ise bıyığına, boyuna posuna, pazu kuvvetine dayanarak güçlülük gösterisinde bulunmasıdır. Erkeklik böyle icra edilmemelidir. Kaba kuvvet, zayıflığın bir belirtisidir. Bununla ancak sahte erkeklik duyguları kamçılanabilir, gerçek erkeklik ve mertlik gösterilemez. Böyle tutumlardan uzak durmak gerekiyor. Kadın kadınsı olmaktan, erkek de sahte erkeklik özelliklerinden kurtulmalıdır. Eğer böyle olursa, daha dengeli ilişki durumu ortaya çıkar. Buna ise, ancak doğru mücadele içinde ulaşılabilir. Doğru mücadele içinde mertçe savaşım, kadın erkek ilişkilerinde sağlıklı bir gelişmeyi yaşamak demektir. Bu, hepinizde ilkesel bir yaklaşım olmalıdır. Bu ilkenin gereklerini yaşamınıza uygulamalısınız. Eşinize dostunuza, yoldaşça bağlı olabildiğiniz gibi, bütün insanlarımıza karşı da bu anlayışla hareket etmelisiniz. Devrimi temsil etmek, ancak böyle olmakla mümkündür.
Doğru aile anlayışı
Evlilik, aile diyorsunuz, ben de size şunu söylüyorum; aşksız veya sevgisiz yaşam olur mu? Olmayacağına veya katledildiğine göre biz bunu nasıl yaratacağız? Erkeklerimiz ve kadınlarımız nasıl düşünüyor? Ben bundan acı duyuyorum, hatta iğreniyorum. En başta kendi ailemi de eleştirdim. Bu temelde anamla da, babamla da kavga ettim. Bu nasıl bir ailedir dedim. Ve sonra baktım ki bu tamamen toplumun hikayesidir. Ama buna boyun mu eğelim; yaşamdan, yaşamın tutkusundan, aşkından vaz mı geçelim? O zaman nasıl olacak? Tarihe bakıyorsun, yaşam tümüyle elinden alınmış, ama günümüzde yaşamak istiyoruz. Büyük tutkuları olan, büyük güzellik arayan bir kişiyim. Büyük bir güzellik arayıcılığım da var. Fakat nasıl elde edeceğim, nasıl yaşayacağım? Bunu kaba anlamda, maddi anlamda söylemiyorum. Bu, başlı başına bir ideolojik sorundur.
Aile içindeki yetişme tarzı, bugün bu kişilikleri bir çırpıda imhaya götürüyor. Tabii ki bu büyük bir acıdır. Bir ana, bir oğlu veya kızı için ağlıyor, oysa benim dağ gibi binlerce yoldaşlarım var. Bunları sadece yürekte yaşatmak da yetmiyor, bunları beyinde çözmek ve ömürlerini uzatmak gerekiyor. Bu çok büyük bir sorun. Bunun içinde erkeği bu kadar bitik, bu kadar zayıf kılan nedir? Düşünemiyor, bunun ötesindeki tehlikeyi göremiyor. Bunu biraz aile ile bağlantılı kılıyorum. Bir savaş ihtiyacını çözebilmek için bunu yapıyorum. Burada daha birçok husus var. Benim derdim şüphesiz tüm aileleri kurtarmak değil veya hepiniz gelin ailelerinizle birlikte savaşa katılın demek de değildir. Bu mümkün de değil, gerekmiyor da. Ama kavramı, öncüyü geliştireceğiz, öncü kadını ve erkeği ortaya çıkaracağız. Kadınlara son zamanlarda şunu söyledim; ben de dahil, bize karşı kendinizi iyi örgütleyin. Çünkü kendi gerçekliğimizde erkeği tehlikeli görüyorum. Henüz erkek değişmiş, dönüşmüş değildir. Eşit, özgür, saygılı ve biraz da sevgiyle yaklaşabilecek bir konumda değildir. Yani ben çeyrek bir erkeğim dedim. Bunu her zaman söylüyorum. Ne yapayım kendimi bu kadar geliştirebiliyorum. Eşit ve özgür yaşaması gereken bir kadın için, kendimi çeyrek adam durumunda görüyorum. Yaşımı başımı almış gidiyorum, ne yapayım böyle birisiyim. Önder, Başkan diyorsunuz, ama benim gerçeğim budur. Kadınların hayallerini, umutlarını ve dünyalarını fazla süsleyemem. Bu kadar savaşmama, kadınlar için bu kadar büyük çaba harcamama rağmen bunu ancak bu kadar yapabilirim. Onun için duygularınıza hükmedin dedim. Mümkünse örgütlenin, mümkünse bu erkeği değiştirmek için gücünüze biraz güç katın.
Bir çelişki çıkıyor. Kopuş, yeniden katılım, yeniden paylaşım olacak mı? Olacaksa, erkek kendini bilinçli, özgürlükçü, iradeli ve zaferli yaratmak zorunda. Hep şu örneği de veriyorum. Kuş yuvalarına dikkat etmişseniz, göreceksiniz ki bir insan eli o yuvaya veya içindeki yumurtaya değerse o kuş yuvayı terk eder. Bizim işgal edilmemiş tek bir yerimiz, bir karış toprağımız bile kalmamıştır. Bir kuş beyni kadar beyin olsa, herhalde bu yuvada böyle namuslu aile kurulamaz. Bunu bilmeniz gerekir. Bu gerçeği söylersek diyecekler ki “vay yaşamayalım mı?” Yaşayalım, ama bu gerçeği de görelim ve çözelim. Çözemezsek ne olur? İşte Kürt, toprağında duramıyor, işte herkes ağlıyor. Kürdistan tümden boşaldı. Kürdistan’da “ben Kürt’üm, ben özgür yaşamak istiyorum, ben onurluyum” diyen neredeyse tek bir kişi bile kalmamıştır. O zaman kendi kendimizi inkar etmeyelim, özgür yaşayalım, ama gerçekler karşımızdadır. Buna çözüm gücünüz olmazsa, ülkemizde kalmakta, eşit ve özgür ilişkilerde bilincinizle, iradenizle ısrar edemezseniz.
Eylül 2019 Rêber APO
- www.twitter.com/sterkaciwan_
- www.instagram.com/sterkaciwan_
- https://soundcloud.com/user-507642333/sets/sterka-ciwan-09-2019
- https://anchor.fm/sterka-ciwan/episodes/Ucuz-iliski-nedir----Sterka-Ciwan--Eylul-2019---Reber-APO-e56e2g
- https://open.spotify.com/episode/0vGEhup3U15KghuL0VyHqE
- https://radiopublic.com/strka-ciwan-6r2EZR/ep/s1!27750
2 notes · View notes
musstuffsworld · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
MÜSLÜMAN BİR KIZIN / KADININ AHLAKİ NASIL OLMALIDIR , NASIL DAVRANMALIDIR ?
CEVAP
İslam’ın, hayatın çeşitli alanlarında kadınının nasıl davranması gerektiğine yönelik kuralları, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle belirlenmiş; kadının, anne-baba, akraba, eş, çocuk, komşu, kardeş, arkadaş ve yaşadığı toplumla olan bütün ilişkilerinde ideal davranış biçiminin ne olduğu genel hatlarıyla çizilmiştir.
Öncelikle İslam, ön yargıların aksine, kadını sadece evde oturan bir ev hanımı, çocuk bakıcısı ve ev işlerini evirip-çeviren bir düzenleyici olarak görmez. Kadını aynı zamanda, nesilleri eğitip şekillendiren bir eğitimci, bir davetin öncüsü ve hayatın çeşitli alanlarında toplumun bilinçlenme ve kalkınmasının temel unsuru olarak kabul etmektedir. Yani kadın, ailenin ve bütün bir toplumun diğer yarısı, diğer unsurudur; hatta en önemli direğidir.
Aslında kadın ve erkek ayırmadan, her insanda bulunması gereken erdemler vardır. Bu nedenle konuya kadın-erkek ayırımı yapmadan genel olarak bakmak gerekir.
Bununla beraber, kadının kul olarak Rabbine, ümmete olarak Peygamberine, varlık olarak bütün varlıklara, kız çocuğu olarak anne-babasına, eş olarak kocasına, anne olarak çocuklarına, komşu olarak diğer komşu kadınlara, teyze ve hala olarak yeğenlerine, insan olarak topluma,.. karşı görev ve sorumlulukları vardır. Konuya bu açıdan bakınca, sorunun cevabının bir kitap hacminde olması gerektiği açıktır.
Özetle Müslüman Kız / Kadın:
- Allah’a ve ahiret gününe iman eder. Dünyanın fitnelerine ve şeytanın hilelerine karşı dikkatlidir. Rabbi’ne ibadet eder, emirlerini yerine getirir, yasaklarından kaçınır. Allah’a tam bir teslimiyet içindedir. Rabbi’ne çokça tövbe eder; hata, ihmal ve kusurlarından dolayı bağışlanmasını niyaz eder.
- Aile fertlerine karşı sorumluluğunun bilincindedir. Yaptığı her işte Allah’ın rızasını gözetir. Gücü oranında iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar.
- Kendine karşı görevlerinin bilincindedir. İnsanın akıl, ruh ve bedenden meydana geldiğini ve her birinin kendilerine özgü yapıları ve ihtiyaçları bulunduğunun farkındadır. Bunlar arasındaki dengeye özen gösterir; birine önem verip diğerlerini ihmal etmez. Bu hususta da Allah’ın Kitab’ını, Peygamberinin sünnetini ve büyük zatların yaşantısını kendine rehber edinir.
- İsraf, aşırılık ve kibre kaçmaksızın giyimine özen gösterir. Allah’ın mükerrem kılıp, meleklerinin secde etmesini emrettiği, gökler ve yerdekileri hizmetine amade kıldığı insana yakışır özeni, iç aleminde de gösterir.
- Anne-babasına iyilik ve ihsanda bulunur. Onların kıymetlerini bilir, değer verir. Onlara karşı isyankâr bir evlat olmamaya dikkat eder.
- Kocasına karşı olgun, sevecen ve cana yakın bir eş olur. Kocasının hoşnutluğunu kazanmaya çalışır. Onun ailesine karşı saygılı olmaya, iyilik ve ihsanda bulunmaya gayret eder. Kocasının sırrını saklar. İyilik, takva ve salih amel işlemede ona yardımcı olur. Onun gönlünü doldurur, ona mutluluk ve huzur verir.
- Çocuklarına karşı son derece şefkatli bir annedir. Onların eğitimine yönelik sorumluluğunun farkındadır. Çocuklarına karşı duyduğu sevgi, şefkat ve merhameti onlara hissettirir. Gerektiğinde çocuklarını uyarmaktan, yanlışlarını düzeltmekten geri kalmaz. Böylece gönüllerine güzel ahlakı yerleştirir, onları hayırlı ve şerefli işlere yönlendirerek güzel bir eğitim ile yetiştirmeye çalışır.
- Akraba ve yakınları ile aralarındaki sevgi bağını devam ettirir.
- Komşularına iyilik ve ihsanda bulunur. Onların hâl ve durumları ile yakından ilgilenir. Komşuluk hakkını bilir ve gözetir.
- Kardeş ve arkadaşları ile ilişkileri “Allah için sevmek.” esasına dayalıdır. Bu ise insanın hayatındaki en yüce, en temiz sevgidir. Zira, her türlü menfaat ve şüpheden uzak bir sevgidir. Bu esas üzerine kurulan ilişki, temizlik ve saflığını Kur’an ve Sünnet’in ışığından alır. Bu yüzden Müslüman kadın, kardeşleri ile olan ilişkilerinde dürüst, samimi ve hoşgörülüdür. Bu kardeşlik bağının devam etmesine özen gösterir. Onlarla ilişkilerini kesmez, tartışarak ve sürtüşmeye girerek duygularını incitmez. Mümkün olan hiçbir iyiliği onlardan esirgemez. Onları daima tebessümle, güler yüzle karşılar.
- Sosyal ilişkileri ileri seviyededir. Bu sosyalliğini, dininin esaslarından ve karşılıklı ilişkiler fıkhının üstün ahlaka ilişkin hükümlerden almıştır.
Ayrıca, Müslüman Kız / Kadın:
- Güzel ahlaklıdır. Bütün insanlara karşı doğru sözlü ve dürüsttür.
- Hile yapmaz, aldatmaz, ihanet etmez. Yalancı şahitlikte bulunmaz.
- Nasihat eder. Hayra öncülük eder. Sözünde durur. Haya sahibidir, iffetlidir.
- Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmaz. İnsanların mahrem meselelerini araştırmaz.
- Gösterişten uzaktır. Her durumda adaleti gözetir. Zulmetmez. Sevmediği insanlara karşı da insaflıdır. Hiçbir insanın başına gelen kötülüğe sevinmez.
- Kötü zanda bulunmaz. Gıybet ve koğuculuk yapmaz. Sövmez ve çirkin söz söylemez. Kimseyle alay etmez.
- İnsanlara karşı yumuşak ve merhametlidir. Zor durumda olana yardımcı olur. Cömerttir. Yaptığı iyilikleri başa kakmaz. Zorluk değil kolaylık gösterir.
- Kıskançlık yapmaz. Yapmacık söz ve davranışlardan kaçınır. Güler yüzlüdür. Büyüklük taslamaz, alçak gönüllüdür. Boş işlerle uğraşmaz.
- Hastayı ziyaret eder. İnsanların dertleriyle yakından ilgilidir. Başkalarını kendine tercih eder. Yapılan iyiliğe değer verir ve teşekkür eder.
- Örf ve adetlerini İslamî ölçülere uydurur. Büyüklere ve faziletli insanlara saygı gösterir. Kadınlara uygun olan işleri tercih eder. Erkeklere benzemeye çalışmaz.
- Hakk’a çağırır. Davetinde nazik ve hikmet sahibidir. Saliha kadınlarla birarada bulunur.
- İffetli, hayalı ve edep yerlerini korur. Sadece bedenini değil, gözlerini, kulaklarını haramdan koruduğu gibi, aklını, kalbini, niyetini de her türlü haramdan korur.
- Sabırlı ve ümitvardır. Allah’ın rahmetinden asla ümidini kesmez.
- Dini ve ilmi alanda bilgilidir. Faydasına ve zararına olan şeyleri öğrenir ve ona göre hareket eder.
- Ağırbaşlı ve saygılıdır.
- Fıtridir, doğaldır, olduğu gibi görünür, göründüğü gibi de olur.
Mühim ve tehlikeli vazifelerde asla sarsılmaz, gevşeklik göstermez. Allah’a itimat eder.
- Beden ve ruh temizliğine önem verir ve buna uygun yaşar.
- Kumarcı, içkici, düzenci, oyuncu, aldatıcı, dalkavuk ve hilekâr değildir.
- Bilmediği bir şey hakkında hüküm vermez.
- Her nerede olursa olsun, hatta kendi aleyhine de olsa, hak ve adaletten ayrılmaz.
- Düşmanlarına karşı da adaleti ve insafı bırakmaz, onların düşmanlıkları dolayısıyla adaleti çiğnemez.
- İsraf ve cimrilikten sakınır.
- Ne eliyle ne diliyle hiçbir kimseyi incitmez.
- Varlık zamanında da darlık zamanında da başkalarına elinden geldiği kadar yardımda bulunur.
- Bir kötülük işlemek ister veya bir haksızlık yapacak olursa, hemen
- Allah’ı hatırlayarak O’ndan af ve mağfiret diler, yaptığına pişman olur.
- Kim söylerse söylesin, hakkı kabul eder, ilim ve hüneri, hikmet ve hakikati nerede bulursa alır ve bunda taassup göstermez.
- Tembel değildir. Dünya için hiç ölmeyecekmiş gibi çalışır, yarın ölecekmiş gibi de ahrete hazırlanır;her iki vazifesini eksiksiz yapar.
- Allah ve Peygamber sevgisini her şeyden üstün tutar. Allah sevgisi ve Allah korkusu onun bütün vücudunu kaplar.
- Her ne suretle olursa olsun, şüpheli şeylerden sakınır.
- En büyük gayesi, hakiki bir Müslüman olmaya çalışmak, Müslümanlığın tayin ve telkin eylediği faziletleri yaşamak-yaşatmak ve bu suretle bütün insanlara örnek olmaktır...
İşte İslam’ın, hidayetiyle şekillendirdiği ve gönlünü hikmetle yoğurup, basiretini aydınlattığı kadının şahsiyetinden bazı örnekler bunlardır.
Günümüz İslam coğrafyasının pek çok yerinde kadının, İslam’ın öngördüğü yüksek seviyenin altında olmasının temel nedeni, dinlerinden uzaklaşmaları, cahiliye bataklıklarında bocalamaları ve İslam dışı unsurların peşine takılmalarıdır. Eğer Müslümanlar, fikri ve manevi kaynaklarına dönüp, kana kana o kaynaktan içebilseler ve kendilerine asalet ve üstünlük kazandıran hikmetle azıklanabilselerdi, bugünkünden çok daha farklı bir durumda olacaklardı.
İslam alemine yönelik saldırılar, özellikle kadının şahsiyetini hedef almıştır. Bu saldırılar, Müslüman kadının üzerinden fazilet elbisesini çıkarmaya; bunun yerine onu görünüm, düşünce ve hayat tarzı olarak yabancılaştırmaya çalışmaktadır. Bu uğurda çok yoğun ve sistemli baskı uygulanmaktadır. Ancak, İslam’a yabancılaştırma çabaları, dinini kavramış, bilgili, şuurlu Müslüman kadının karşısında başarısız olmaya mahkumdur.
1 note · View note
aydnorhon-blog · 3 years
Text
KADİR GECESİ
KADİR GECESİ
Sure, Mekke döneminin ilk yıllarında inmiştir.
Sözlükte kadir (kadr) kelimesi, "hüküm, şeref, güç, yücelik" gibi anlamlara gelmektedir.
"Kadir Gecesi" veya "Haşmet Gecesi" kıymet, ölçü, planlama, idare anlamına da gelebilir.
İslam dininde Kur'an-ı Kerim'in Nebi Muhammed'e indirilmeye başlandığı, insanlığın Risâlet ve nübüvvetle son kez buluşturulduğu gecedir.
Gece ve karanlık… Şirk, küfür ve cahiliye karanlığı… İşte İnsanları bu karanlıktan aydınlığa çıkarmak için indirildi.
Kur’an’da, Nebi Muhammed'in ilk vahyi aldığı gece şöyle tanımlanmaktadır.
Kadir Suresi 1-5 Ayet:
1- Biz O'nu (Kur'an'ı) Kadir Gecesinde indirmeye başladık. 2- Kadir Gecesinin (mahiyetinin) ne olduğunu sen nereden bileceksin! 3- Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. 4- Melekler ve beraberinde Ruh (vahiy) o gece Rablerinin izniyle, her iş için inerler. 5- Ta fecrin doğuşuna kadar, o gece esenlik doludur.
"İndirmek" kelimesinden Yüce Allah'ın ilahi makamından indirilişini anlamalıyız.
Surenin konusu: Kur'an vahyinin Kadir ve kıymetidir. Surede geçen "gece" kelimesinden vahyin inmeye başladığı anın gece olduğunu anlıyoruz. Bu gecenin ima ettiği başka bir hakikatte, cahiliyenin karanlık gecesidir. Yüce Allah vahyi ile bu karanlığa ışık tutmaktadır. Dünya hayatını gece gibi düşünürsek, ahiret hayatını da bu gecenin sabahı diyebiliriz. Bu ayetler insanın içine işleyen sevecen, parlak ve sanki bir ışık seli yaymaktadır. Bu ışık Yüce Allah'ın ışığıdır.
Yine vahyin yaydığı ışık, onların vahyin nuruna ahenkli olarak sunmuş olduğu tanyerinin nurudur. Kur'an'da Kur'an'ın indirilmesinden söz edilen tek gece Kadir Gecesi’dir.
Bu surede sözü geçen gece, Duhan suresinde anılan gecedir. Orada Yüce Allah şöyle buyuruyor.
Duhan Suresi 3-6. Ayet:
Biz bunu bereketli bir gecede (kadir gecesinde) indirmişizdir. Onunla uyarılarda bulunmaktayız. Karara bağlanmış her iş, o gece paylaştırılır. O işlerin kararı tarafımızdan verilmiştir. Biz elçiler göndeririz.
Onlar Sahibinden bir iyilik olarak gönderilir. Çünkü o, sizi dinler ve her şeyi bilir.
Yüce Allah Bakara suresinde de bu gecenin Ramazan gecelerinden birisi olduğunu açıklar.
Bakara suresi 158. Ayet:
Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir.
 Hak geldiğinde batıl yok olur.
İsra 81. Ayet: Ve yine de ki: "Değişmeyen gerçek geldi, sahte ve tutarsız olan yıkılıp gitti; zaten sahte ve tutarsız olan er geç yıkılıp gitmek zorundadır!" Öyle bir yok olur ki; un ufak olur. Enbiya 18. Ayet: Tersine, Biz (gerçek bir yaratma eylemiyle) hakkı batılın başına çarparız da bu onu paramparça eder ve böylece beriki yok olur gider. O halde, (Allah'a) yakıştırdığınız şeylerden ötürü yazıklar olsun size! Şirkin, küfrün, zulmün, adaletsizliğin, haksızlığın tepesine iner. Şuara 227. Ayet: Ama inanan, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan, Allah'ı sıkça anan, (sadece) haksızlığa uğratıldıkdan sonra kendilerini savunan ve haksızlık yapanların, hangi devrimle devrileceklerini er geç görecekleri (konusunda Allah'ın vaadine güvenen şairler) bu hükmün dışındadır! Kur’an’ın inişi neticesinde Mekke toplumuna bir devrim de gerçekleştirmiştir. Mekkelilerin tepesine çökmüş karanlık aydınlandı. İşte bu gece; Kur’an’ın inmeye başladığı gece Mekke’linin Kadir Gecesi’ydi.
     “Bu gece bin aydan hayırlıdır.” Kur'an'da bu gibi yerlerde geçen sayı, olayın değerini sayılarla sınırlama amacı taşımaz. Bu sadece çokluğu ifade etmek içindir. Binlerce yıllar geçmesine rağmen insanların hayatlarında bu gecenin sağladığı değişimlerin nebzesini bile bırakmamıştır.
Bu gece, Kur'an'ın inanç sistemini, yeryüzüne ve vicdanlara yaydığı terbiyeyi içermesi bakımından büyük bir gecedir.
Nebi Muhammed'in Risalet’le buluşturulduğu gece, bu sure ile belirtiliyor. Vahyin mesajıyla buluşan her kişi için yeni bir Kadir söz konusu edilmektedir. Kadir Gecesi, miladi 610 yılında yaşandı. Şimdi de yıldönümleri kutlanmaktadır. Hâlbuki Kur'an'la buluşulan her an Kadir'dir. Muhammed'e iman etmeyen Medine Yahudi’leri, önemli kişilerin yaptıkları ile öğünürlerdi. Müminlere; "İsmailoğluları içerisinde bin ay cihat etmiş kimseler bulunmaktadır." Diye böbürlenirlerdi. Bizimkiler de "Kadir gecesi sizin bahsettiğiniz bin aydan daha hayırlıdır." diyerek karşı atağa geçiyorlar. Tabiri caizse Yahudileri alt ediyorlar.
O gece Allah'tan bir lütuf ve rahmet olmak üzere vahiy Nebi Muhammed'in kalbine zikredilmiştir.
Bu olayın adına da cibril denir.
Bir rivayet paylaşmak istiyorum:
“Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek, Kadir Gecesi’ni ibadetle ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır.”
Bu rivayet sizce doğru mu? Nebi Muhammed’in böyle bir şey söylemiş olması mümkün mü? Böyle bir söz söylemiş olsa; kendisi her yıl kutlamaz mıydı? Vahyin ilk indiği geceyi bilmiyor muydu? Tam tarihi bildiremez miydi? Tabi ki bildirirdi. Ne yazık ki insanlarımızın çoğu, henüz kendisine inmeyen Kur’an’ın inmeye başladığı günü kutluyor. Geceyi ibadetle geçirdiğinde kurtulduğunu sanıyor. Ama yanılıyor. İşçinin hakkını yiyen patronla işçi bir olamaz… Enbiya 47. Ayet: Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.
 Kadir Gecesi’ne kadar yapmadığımızı bırakmayalım; sonra bir gecede sütten çıkan ak kaşık olalım.
Bu size tanıdık gelmiyor mu? Papazın takdis etmesi, günah çıkartmasından farkı ne?
Bir gece ibadet eşittir bin ay ibadete... Bin ay ibadette 83 yıl yapar ki, bir gece ibadetle cennetin kapısını aç.
Hâlbuki Kadir Suresinde anlatılmak istenen bu değil. “Bin” çokluk (çok fazla) anlamında kullanılıyor. Kadir Gecesinin kıymeti, o gece indirilmeye başlanan vahiy nedeniyledir. Vahyin inip bir kenarda durmasından da bir hayır gelmez. Kapınızda son model otomobiliniz var. Direksiyonun başına geçip ondan yararlanmıyorsunuz. O otomobilin size ne hayrı olur. Bir ancak köşede çürümeyi bekler.
Aynen Kur’an’ın da evin bir köşesinin de beklemesi gibi… Ayet bize ne demek istiyor:
“Ey insanlar Kur’an sizler için indirilmiştir. Kur’an’la tanıştığın, rehber tuttuğun, hayatına taşıdığın her gece, her an bir ömür kadar değerlidir.”
Ancak Kur’an bize inmemiş, onunla tanışmamışsak, aydınlanmamız da mümkün değildir. Kutlanılan Kadir gecelerinin bir anlamı da yoktur.
 İnsan normalde bir manen ölüdür. O’na can veren ruh veren vahiydir. İnsan Kur’an’ı ne kadar hayatına taşıyabilirse o insan kadar canlanır. Günümüz Müslüman’ının en önemli sorunu, kendilerine hayat veren Kur'an ile iletişimlerinin bozulmuş olmasıdır. Kur'an Müslüman’ın kalbidir. Kalpsiz yaşam, ölü bir hayattır.
Ne zaman Kur’an’la tanışır, iletişim sağlar, hayatımıza Kur’an’ı rehber edinirsek işte o an Kadir Gecesi’dir.
Yani Kadir Gecesi’ni Ramazan’ın ilk on gününde, son on gününde veya ortadaki on günde aramamız anlamsız. Kadir Gecesini yaşamak ihya etmek istiyorsak Allah’ın vahyine kulak vermemiz vahyi hayata taşımamız yeterlidir.
Kadir Gecesini her an yaşatmak ve yaşamak dileğiyle...
Doğrularım Allah'a yanlışlarım ise bana aittir.                                                     Aydın ORHON
0 notes
vetrium · 4 years
Text
Köpek Seçimi Rehberi, Sana En Uygun Köpek Cinsi Hangisi?
Tumblr media
Köpek
20-04-19
Hayatınıza tüylü bir dost dahil etmeye karar verdiniz. Tebrikler! Ömür boyu sürecek bir arkadaşlığa başlıyorsunuz. Peki hayat tarzınız ve beklentileriniz, minik dostunuz ile uyumlu mu? Köpek sahiplenirken dikkat edilmesi gereken konulardan bir tanesinin de köpek seçimi olduğunu olduğunu biliyor muydunuz? Kendi hayat rutininize göre ona rahat ve sağlıklı bir yaşam verebileceğiniz bir köpek seçmeniz en doğrusu olacaktır. Bunun için de köpek cinsleri ve özellikleri hakkında bilgi sahibi olmalısınız. Sahiplenmek istediğiniz köpeğin karakter özellikleri sizin yaşam stiliniz ve evcil hayvanınızdan beklentileriniz ile uyumlu değilse, o zaman bu birliktelik iki tarafa da mutluluk getirmeyecektir. Köpeğinizi sahiplenmeden önce, köpek seçimi rehberine göz atmanızı öneriyoruz.
Köpek Seçimi için Köpek Özelliklerine Genel Bakış
Köpek cinsleri ve özellikleri listesine geçmeden önce, köpeklerin özelliklerinin nasıl gruplandırıldığına bakalım.
Boyut: Köpeğiniz küçük, orta boy veya büyük olabilir.
Tüyler: Köpek tüyleri de özelliklerine göre farklılık gösterir. Çok fazla fırçalamaya ya da çok fazla fırçalamaya ihtiyacı olmayabilir. Bunun yanısıra tüy dökme durumları da birbirinden farklıdır. Çok fazla ya da neredeyse hiç döken olabilir.
Hareketlilik: Köpeklerin hareketlilik ihtiyacı cinslerine göre değişiklik gösterir. Günlük iki saatlik egzersiz veya birkaç kısa yürüyüşe ihtiyacı olabilir. Bu durum sizin de yaşam terzinizi etkileyeceği için köpek cinsleri ve özellikleri konusunda hareketlilik oranı mutlaka dikkate alınmalıdır.
Köpeğin Doğası: Türler arasında davranış farklılıkları olabilir.Huzurlu bir köpek veya cesur ya da agresif tarafta olabilir.
Eğitime yaklaşım: Eğitilmesi kolay veya daha inatçı olabilir.
Tumblr media
Köpek Seçimi Konusunda Dikkat Edilmesi Gerekenler
Hangi köpek ırkı özelliklerinin sizin için en iyi olacağı, hangisinin en çekici bulduğunuza kısmen bağlıdır.
Ama sadece kısmen!
Hangi özelliklerin sizin için en iyisi olacağı, bu özelliklerin yapmanızı gerektirdiği her şeyi yapıp yapamayacağınıza bağlıdır. Örneğin, bir Border Collie’nin atletizmine ve yüksek enerjisine hayran olabilirsiniz. Ancak, atletizm ve yüksek enerjinin gerektirdiği tüm aktiviteleri ve egzersizi yapabilirseniz, bu özellikler sizin için iyi bir eşleşmedir. Zamanın yok mu O zaman atletizm ve yüksek enerji sizin için iyi bir eşleşme değil – ve atletik, yüksek enerjili bir köpek için iyi bir eş değilsiniz, onu ne kadar çekici bulursanız bulun. Köpek cinsleri ve özellikleri konusuna dikkat etmenizin gerekliliği budur.
İnsanlar genellikle köpek seçerken önemli olan tek şeyin ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadığıdır. Ama bunu düşündüğünüz zaman, bu hiç adil değil, değil mi? Aynı zamanda sizin yaşam stilinizin de onun doğal özelliklerine göre olması gerek. Köpek cinsleri ve özellikleri ile ilgili detaylı bilgi edinmek, her iki tarafa da mutlu bir deneyim yaşatmak için önemlidir.
Ayrıca köpeğin ihtiyaçlarını ve bu ihtiyaçları karşılayıp sağlayamayacağınızı da göz önünde bulundurmalısınız. Her köpeğin farklı ihtiyaçları vardır.
Bazı köpeklerin çok fazla fırçalama veya kırpma yapması gerekir. Buna zaman ayırmanız önemlidir.
Bazı köpeklerin, çocuklar veya kediler olmayan bir eve ihtiyacı vardır. Zaten bir kediniz varsa ya da çocuk planlıyorsanız, belki de o türler size uygun değildir.
Bazı köpeklerin onları kapalı tutmak için ekstra yüksek bir çıt gerekir. Bunu sağlayabilmeniz önemlidir.
Bazı köpeklerin saldırganlığı veya utangaçlığı önlemek için çok fazla sosyalleşmeye ihtiyacı vardır. Sık sık başka köpeklerle onu bir araya getirmeniz gerekebilir.
Bazı köpeklerin hakimiyetle nasıl başa çıkacaklarını bilen deneyimli bir sahibine ihtiyacı vardır. Eğer bu ilk köpeğiniz olacaksa belki de bu türleren uzak durmalısınız.
Köpek Seçiminde Boyut
“İstediğiniz” köpek boyutunu seçmemelisiniz – Ona rahat bir yaşam alanı sağlayabileceğinizden emin olduğunuz köpek boyutunu seçmelisiniz.
Tumblr media
Küçük Köpek Türleri ve Özellikleri
Küçük köpek cinsleri ve özellikleri ile başlayalım. French Bulldog, Beagle, Yorkshite Terrier, Daschshund, Pembroke Welsh Corgi, Miniatüre Schnauzer ve Cavalier King Charles Spaniel bu türlere örnektir.
Minik köpekleri güvende tutmak zor olabilir. Oynarken başlarına bir şey gelmediğinden emin olmanız gerekir. Bu nedenle minik köpeklerden birini alacaksanız, onu yanınızdan ayırmamanız, sorumluluğu aile üyeleri ile paylaşmanız gerekir. Bunun yanısıra minik köpeklerini yetiştirmek ve eğitmek zor olabilir. Güvenliklerine dikkat ederek ince bir çizgiden yürümelisiniz, ancak mümkün olduğunda dört ayak üzerinde durmalarını istemelisiniz. Size bağımlı olmamalılar. Küçük bir köpeği şımartmak, onu bir bebek gibi taşıyarak ya da kaba davranırsa onun adına mazeret yaratmak onu nevrotik ya da iğrenç bir yaratığa dönüştürebilir. Köpek cinsleri ve türleri en kötü özelliklerini eğitimsizlik ile ortaya çıkartırlar!
Küçük köpeklerle ilgili dikkat etmeniz gereken bir başka nokta da onların tuvalet ihtiyaçlarıdır. Mesaneleri küçük olduğu için sık sık tuvalete gitmeleri gerekir. Bu nedenle ona vakit ayırmanız ve onu sıkça dışarıya çıkartmak için zaman yaratmanız gerekir. Aksi takdirde evde istenmeyen kazalar gerçekleşebilir. Köpek seçimi yaparken tüm etkenleri detaylıca düşünmeniz hem onun hem de sizin mutluluğunuz için çok önemlidir.
Tumblr media
Büyük Köpek Türleri ve Özellikleri
Gelelim bir diğer uca. Büyük köpek türleri ve özellikleri de en az küçük köpek türleri ve özellikleri kadar dikkat edilmesi gereken bir konudur. Bu köpeklerin rahatça dolaşabilecekleri yeterli alana sahipseniz, büyük bir köpeği idare edebilir ve kontrol edebilirseniz ve çok fazla sabrınız varsa o zaman evinize büyük bir dost alabilirsiniz.
Great Dane, Mastiff, St. Bernard, Greyhound, Great Pyrenees, İrish Wolfhound ve Leonberger büyük köpek türlerinden birkaç tanesidir. Dev köpeklerin büyümesi uzun zaman alır. İlk 2 ila 3 yıl yavru ve genç gibi davranırlar, yani kabarık ve şakar olurlar ve her şeyi devirirler.
2 veya 3 yıl sonra ise daha sakin, olgun yetişkinlere yerleşirler. Ardından kanser veya kalp hastalığı gibi ciddi sağlık problemleri geliştirirler. Hızla yaslanırlar ömürleri 6-10 yıl arasındadır. Kısa bir yaşam döngüsüne hazır olmak gerekir.
Tumblr media
Tüy Bakım Özellikleri
Köpeğinize yem, şu ve sevgi veriyorsunuz. Yetmez mi? Maalesef… Onların kişisel hijyeni de ilgilenmeniz gereken konulardan bir tanesidir. Köpeklerin tüylerini ve ciltlerini temizlemek, onlarla yakından ilgilenmek gerekebilir. Gelin kimi özel tüy bakımı isteyen türlere yakından bakalım. Köpek seçimi yaparken onun sağlığı için bakımıyla düzenli bir şekilde ilgilenebileceğiniz bir tür seçmeniz çok önemlidir.
Beagles gibi bazı köpek ırklarında, kısa ceketlerinden sadece kır ve gevşek saçları fırçalamanız gerekir.
Golden Retriever’lar gibi diğer ırklar, her hafta fırçalama ve taramayı ve ayrıca bazı düzeltmeleri gerektirir.
Malta gibi uzun bir paltoyla beslenen köpek ırkları, her gün veya daha fazla özel fırçalama ve taramayı gerektirir, aksi takdirde paltoları acı verici keçeleşmiş bir karmaşaya dönüşür. Alternatif olarak, uzun kürklerinin  birkaç ayda bir kısa kesilmelerini sağlayabilirsiniz, böylece fırçalanması kolaydır – ancak bunu yapmayı taahhüt etmeniz gerekir.
Poodles, Bichons, Cocker Spaniel, Minyatür Schnauzers gibi köpeklerde bulunan kürkler ise yılda birkaç kez önemli miktarda kırpma gerektirir.
Tumblr media
Köpek Seçimi için Tüy Dökme Özellikleri
Neden anneleri eve köpek almaya ikna etmek zordur? Çünkü onlar olacakları tahmin edebiliyorlar. Ancak şimdi annenize anlatabilirsiniz: olay doğru köpek türleri ve özellikleri kombinasyonunu yakalamakta bitiyor!
Bütün köpekler tüy döker. Eğer tüy dökmeyen köpek cinsleri istiyorsanız, tüysüz köpekler almanız gerek. Tıpkı insanlar gibi, memeli birer hayvan olan köpekler de tüy dökerler. Ancak elbette, bazı ırklar diğer ırklardan daha fazla ya da daha az tüy saçar! Ne yazık ki, çok hafifçe döken sadece yarım düzine köpek ırkı vardır – bunlar alerjisi olanlar için en iyi ırklardır. Köpek seçimi yaparken alerjiniz olmayacak türleri seçmeniz birlikte yaşayabilmeniz için önemli etkenlerden biridir.
Kimi köpeklerle bu sorunu sürekli yaşarsınız. Alman Çobanlar, Jack Russell Terrier, Pug’lar, yılda 365 gün ılımlı miktarda tüy dökerler. Bu türlerde köpek evlat edilecek kişilerin alerji durumuna dikkat etmesi gerekmektedir.
Kimi köpeklerde ise tüy dökme mevsimseldir. Sibirya Husky, Pomeranian ve Newfoundland gibi türler ilkbahar ve sonbahar döneminde dökülme yaşarlar.
Tumblr media
Eğitilebilirlik Özelliklerine Göre Köpek Seçimi
Karışık cins köpekler için neredeyse sınırsız olasılıkları saymazsak, dünya genelinde 300’den fazla resmi olarak tanınan köpek ırkı vardır. Bu farklı ırklardaki her köpek, birçok faktörden etkilenen bir kişiliğe sahip bir bireydir. Herhangi bir köpeğin ne kadar itaatkâr olacağı en çok sosyalleşme süreci ile ilk ayları ve yaşam yılları boyunca gelişir. Bununla birlikte, doğal olarak itaatkar olma eğiliminde olan ve bu nedenle diğerlerinden daha kolay eğitilebilir bazı köpek ırkları vardır.
Border Collie, Poodle, German Shepherd, Golden Retriever, Doberman Pinscher, Shetland Sheepdog, Labrador Retriever, Papillon, Rottweiler, Australian Cattle Dog, Pembroke Welsh Corgi, Miniature Schnauzer, English Springer Spaniel, Belgian Tervuren ve Belgian Schipperke gibi köpekler kolay eğitilebilirlikleri ile bilinirler. Ancak bu köpek cinslerinin kolay eğitilebilir olması tek başına mucize yaratamaz. Onları eğitmek için vakit yaratmayı bilmeniz gerek!
Zeka Özellikleri
Zeki köpeklerin birçok cins olmasına rağmen, diğerlerinin üstünde öne çıkan bazılarının olduğu doğrudur. Ancak, köpeğin cinsi her zaman zekanın bir göstergesi değildir. İyi bir eğitim ve zihinsel stimülasyon köpeğimizin yetişkin aşamalarında çok zeki bir köpek olması için anahtar faktörler olacaktır.
Border Collie, Poodle, German Shepherd, Golden Retriever, Doberman ve Pinscher en zeki köpek türleri arasındadır. Bu köpeklere sıradan bir eğitimin yanısıra farklı numaralar da öğretebilirsiniz.
#kedi #köpek #EvcilHayvan #PetHayvan #HayvanBakım
0 notes
turkiyedenhaber · 5 years
Text
“Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” İşte Atatürk’ün en güzel cumhuriyet sözleri…
Tumblr media
29 Ekim 1923 Türk halkının tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Mustafa Kemal Atatürk 10. yıl nutkunda bugünün en büyük bayram olduğunu belirtmiştir. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, 1925’ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde bayram olarak kutlanmaya başlamıştır. İşte Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhuriyet ile ilgili özlü sözleri… MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN CUMHURİYET İLE İLGİLİ SÖZLERİ * Cumhuriyet, fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. * Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz. * Türk milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslariyle, Türk milletini emin ve sağlam bir istikbal yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur. 1936 (Atatürk'ün S.D. I, S. 372) * Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır. 29 Ekim 1923 (Nutuk II, S. 814-15)
Tumblr media
* Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız. 1923 (Atatürk'ün S.D. III, S. 71) * Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak surette muhafazasının mecburî kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet idaresi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir. 1927 (Nutuk II, S. 831) * Bugünkü hükûmetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilâtı ve hükûmettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükûmet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükûmettir. Artık hükûmet ve hükûmet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. 1925 (Atatürk'ün S.D. II, S. 230) * Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak, kendi hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz haiz olduğu özelliklerini ve liyakatini hükûmetinin yeni ismiyle medeniyet dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeğe muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkiye lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir. * Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından mürekkep büyük ordumuzun vicdanında akıl ve şuurunda kurulmuş olan Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan mülhem prensiplerimizin bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların, Cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olmaz. Benim naçiz vücudum birgün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşıyacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir. 1926 (Atatürk'ün S.D. III, S. 80) * Gelecek nesillerin Türkiye de Cumhuriyetin ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye'nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tesbitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir. * Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyeti kurduk, o on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. 1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında B. H., S. 251) Haberleri instagram'da takip et --> @turkiyeden.haber Read the full article
0 notes
mgmstrateji · 5 years
Text
Taha Parla ve Atatürk’ün Nutuk’u Kitabı Hakkında Değerlendirmeler
Tumblr media
  “Yılan kendü eğrisin bilmez, tevi boynun eğri tir.” İki günden beri Taha Parla’nın Atatürk’ün Nutuk’u isimli kitabını okuyordum. Biraz önce son sayfasını okuduktan sonra bu kitapta yazar ne anlatmaya çalışıyor diye düşündüm ve kitabı genel bir değerlendirmeye tabi tutmaya çalıştım. Kitapta takip edilen üsluptan ve anlatılan hususlardan anladığım kadarıyla yazar, önce kafasında bir genel çerçeve oluşturmuş ve Nutuk’tan bu çerçeveye uygun olduğunu düşündüğü bölümleri ele alarak bu bölümlerdeki ifadeleri sebep ve sonuçlarına hiç değinmeden kendi kafasına göre yorumlamış. Bunu biraz açmaya çalışayım. Yazar kendi kafasında; “Karizmatik liderlerin hepsinde ortak olan bazı olumsuz nitelikler vardır, Atatürk’te karizmatik bir liderdir, o zaman Atatürk’te de her karizmatik liderde bulunan bu olumsuz yönler vardır.” şeklinde bir inanç oluşturmuş ve Nutuk’ta bu inancını ispatladığını düşündüğü bölümleri alarak yorumlamış. Bunu yaparken gayet alaycı bir dil kullanmaya özellikle dikkat ettiği de gözden kaçmıyor. Tezlerini ispatladığını düşündüğü kerameti kendinden menkul fikirlerini ortaya atarken iddiasının gerçekliğine dair herhangi bir şüphesi olmamalı ki, bahsettiği olayları zaman ve mekân açısından, yani olayların yaşandığı koşullar açısından ele alma zahmetine de girmemiş. Kafasında yarattığı bir ideal ortamda yaşanıyormuş gibi bu ideal ortama göre Atatürk’ün kendince bir eleştirisini yapmaya çalışmış.   Fakat bunu o kadar hoyratça ve acemice yapmış ki, kitabı okuyan aklı başında herhangi bir insanın, kendini bilim adamı olarak (sanırım biraz da önemli bir düşünür olduğunu zannediyor) ifade eden birinin nasıl olur da böyle bir şey yaptığını anlaması zor. Bu sebeple, kitabı okurken yazarın yaptığı eleştirilerin bilimsel yöntemlerle yapılan dikkatli bir incelemeden ziyade kendi kişilik yapısıyla ve psikolojik durumuyla bir bağlantısı olduğunu düşünmemek mümkün değil. Çünkü yazar kitabında sadece Atatürk’ü değil, sağcısından solcusuna, en düşük tahsilli kişiden en yüksek tahsilli kişiye kadar tüm Türk halkını eleştiriyor. Hatta eleştirmiyor bile, suçluyor ve aşağılıyor. Bu durum özellikle sonuç bölümünde daha da somutlaşıyor. Bu açıdan bakıldığında, yazarın aslında Atatürk’ü eleştirmekten ziyade şunları söylemek istediği söylenebilir: “Ben her şeyin en doğrusunu bilirim, gerçeği bir tek ben görüyorum, başka hiç kimse görmüyor, bu gerçekleri üstün bir zekâ ve kavrayışla bu kitapta ortaya koydum ama insanlar bunu anlayabilecek kadar zeki, bilgili ve yetenekli değil. Bu yüzden size ne istersem söyleyebilir, nasıl istersem öyle davranabilirim. Bu benim en doğal hakkım.” Bunu da nereden çıkarıyorsun diyenler olabilir. Anlatmaya çalışayım. Yazar Nutuk’u incelediği eserinde; bunun birinci cilt olduğunu ve Türkiye’nin siyasi kültürü hakkında 5 kitap yazacağını söylüyor. Ama nedense, ilk üç kitabı yazdıktan sonra bu fikrinden vazgeçmiş (daha doğrusu verdiği sözden hiçbir sebep göstermeden caymış) olmalı ki 4. ve 5. Ciltleri aradan 30 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen hala yazmamış. Acaba yanılıyor muyum diye internette birkaç defa araştırdım fakat ilk kitabının giriş bölümünde 4. Cilt olarak yazacağını söylediği 1923-1945/50 yıllarını içeren tek parti dönemi ile ilgili kitabı ve Kemalizm’in bütünsel bir değerlendirmesini yapacağını söylediği 5. kitabını yazmamış. Neden yazmadığı hakkında da herhangi bir açıklama yapma zahmetinde bulunmamış. Hâlbuki ilk kitabında bazı yerlerde, konu hakkında diğer kitaplarda ve özellikle de son kitabında kapsamlı açıklama yapacağını söyleyerek yapması gereken (en azından okur olarak benim yapmasını beklediğim) detaylı açıklamaları yapmaktan kaçındığı görülüyor. Bununla birlikte, yazarın 4. ve 5.  Ciltleri neden yazmadığı hakkında bazı ipuçlarını, ilk baskısını 1991 yılında yapan Nutuk hakkındaki değerlendirmesininin 2008 yılındaki 3. Baskısının giriş notunda görmek mümkün. Yazar burada şunları söylemektedir: “İlk basımı 1991-92’de yapılan ve arada birkaç basım daha gören bu incelemenin konusu hakkındaki akademik-entelektüel kamuoyu da, politik –ideolojik bilinç de, gerektiği kadar (ne kadar gerektiğini söylememiş ancak anladığım kadarıyla kendisinin yüce seviyesine ulaşmak mümkün olmadığına göre, kitabına ilgi gösterecek ve onu satın alacak kadar demek istiyor olmalı) ve mümkün olduğu kadar (Yazar burada; bu zeka, bilgi ve anlayış kabiliyetiyle siz alt seviyedeki insanların gerektiği kadar yol alması mümkün olmayabilir ama en azından biraz çaba gösterseniz ulaşabileceğiniz asgari seviye bile ulaşamadınız demek istiyor herhalde.) yol almadığı için, 16-17 yıl geçtiği halde, herhangi bir önsöz ya da retrospektif değerlendirme yazısı yazma gereği duymuyorum. (Yüce yazar,  adeta Zeus gibi yüce bir varlık olduğundan, Olimpos’un tepesinden aşağıya inmek bir yana, biz aşağı seviyedeki ölümlüleri kaale bile almıyor. Bu sebeple bir önsöz veya retrospektif yazmaya bile tenezzül etmiyor. Retrospektif kelimesini de, bu kelimenin ne anlama geldiğini anlayamayabilecek olan sıradan okuru aşağılamak maksadıyla kullanmış olmalı. Kendisi hakkında internet ortamında yazılan yazılara göre Boğaziçi Üniversitesi’nde İngilizce anlatması gereken dersleri bile Türkçe anlatıyormuş. Bu kitabında ise tam aksine çok sayıda yabancı kelime kullanmasının başka bir anlamı olmasa gerek.) Bunlarda ortaya atılmış olan, derinleştirilebilecek ve açımlanabilecek bazı ön tespitlerin ciddi soruşturma, araştırma ve eleştiriye yol açması beklenirdi. Oysa gördüğümüz, daha çok, esaslı bir Kemalizm /Atatürkçülük kritiğini ileri değil geri götüren kullanımlar, kolaycı ve hatta suiistimalci bir yararlanma ve tüketicilik oldu. (Benim yazarın bu cümlesinden anladığım şu: Ben, siz aşağı tabaka insanlardan biraz daha fazla zekâ ve bilgelik beklerdim ama siz benim sizden beklediğim seviyeye uygun hareket etmek bir yana, çok daha aşağı seviyelere bile ulaşamadınız. Hatta kolaycı, suiistimalci, asalak ve tüketici oldunuz.) Milliyetçi, militarist ve aslında anti-laik bir resmi ideoloji ile şiddet tekelini de yanında bulunduran sosyal sınıfların hegomanyasının anlamlı ölçüde zorlanması gecikmiş oldu. (Yani yazar diyor ki; çok yazık oldu, ama sizin için, benim için değil. Çünkü benim söylediklerim mutlak doğrulardır ve bir gün mutlaka anlaşılacak ve kabul edilecektir. Böylece bu gün yaşanan tüm olumsuzlukların sebebi olan sosyal sınıfların hegemonyası zorlanacak ve bu sınıflar varlığını sürdüremeyecektir. Benim söylediklerimin şimdi anlaşılmaması fikirlerimin değerini düşürmez ve bu mükemmel fikirlerin yok olup gitmeleri de mümkün değildir. Sizin bu anlayış kıtlığınız benim bu engin fikirlerimin anlaşılmasını ve düzenin değişmesini sadece geciktirmiştir. Hepsi bu.)” Yazar burada, fikirlerinin sadece önemli değil, aynı zamanda devlet ve toplum yapısında ilerlemeye dönük köklü değişimleri başlatacak devrimci fikirler olduğunu anlatmaya çalışıyor. Yazar daha sonra benzer bazı açıklamalar yapmakta ve yazının sonlarına şöyle demektedir: “Hüküm zamanın ve yeni nesillerindir.” Hâlbuki yazarın kitabında en fazla eleştirdiği ve türlü anlamlar verdiği konuların başında, Atatürk’ün Nutuk’un sonuna koyduğu ve cumhuriyeti koruma emanet ettiğini söylediği gençliğe hitabedir. Bunu, ‘Ben her şeyi yaptım, görevi başardım. Artık onu yaşatmak ve korumak size düşer. Bu sebeple cumhuriyeti ve devrimleri yaşatma ve kollama görevini yeni nesillere veriyorum.’ şeklinde yorumlayan yazar ilginç bir şekilde bu cümlesiyle Atatürk’e isnat ettiği ve eleştirmeye çalıştığı davranış tarzını aynen taklit etmektedir. O da yazdığı kitap ile ideal fikirleri ortaya koyduğunu, artık bu kitap hakkında en doğru hükmü zaman ve yeni nesiller, yani gençlik verecektir diyor. Yazarı çok fazla tanımıyorum, umarım burada birilerinin yıllardır yetiştirmeye çalıştığı ama 15 Temmuz’da ne mal oldukları ortaya çıkan altın nesilden bahsetmiyordur. Ne yalan söyleyeyim, henüz içerikte nelerden bahsedildiğinden tam olarak haberdar olmadığımdan, giriş notundaki bu cümleleri okurken hemen kitabın kaç baskı yaptığına baktım. Çünkü yazarın, muhteşem bir kitap yazdığına inandığını ve bu kitabın peynir ekmek gibi satılacağını beklediğini fakat öyle olmayınca hayal kırıklığına uğradığını düşündüm. Kitabın sadece 3 baskı yaptığını görünce, bu düşüncemin doğru olabileceği kanaatine vardım. Fakat yazarın gerek giriş notunda, gerekse metinde kullandığı ifadeleri okuyunca, olayın bir de psikolojik boyutu olduğunu düşünmeye başladım. Bence yazar bu kitabı, çok satıp çok para kazanma beklentisinden ziyade çok geniş bir kitlenin ilgisini çekme ve hatta ilgi odağı olma beklentisi ile yazmış olmalı. Ayrıca, bu ilginin sadece beğeni ve destek biçiminde değil, aynı zamanda eleştiri biçiminde de ortaya çıkmasını beklediği anlaşılıyor. Yani olumlu da olsa, olumsuz da olsa yoğun bir ilgi beklentisi var gibi görünüyor. Ama kitap, satış rakamları ve yaratmasını beklediği ilgi ve tepki açısından tam bir fiyasko olunca, yazar hayal kırıklığına uğramış ve psikolojik çöküntü içine girmiş gibi görünüyor. Bunun üzerine yazar, kitabının 3. Baskısında giriş notunda açmış ağzını, yummuş gözünü. Böylece, Atatürk’ü pragmatik liderlerin olağan marazi ruh hallerine sahip, kendini beğenmiş ve ben merkezci biri gibi tanıtmaya çalışırken, aslında psikolojide projeksiyon denilen şeyi yaptığını, yani kendisinde bulunan bir olumsuzluğu başkasına yansıtarak rahatlamaya çalıştığını açık etmiş. Üstelik bunu yaparken sadece sizin-benim gibi sıradan insanları değil; akademisyenleri, politikacıları, aydınları, solcuları, velhasıl bütün toplum katmanlarını kendi aklınca küçümsemeye çalışmış. Kendisi mükemmel bir insan, herkesten ileri ve özgür düşünceleri var, muhteşem bir eser ortaya koymuş ama kimse onu anlayamamış. Çünkü kimse henüz onun seviyesine ulaşamamış. Nereden bakarsanız bakın sorunlu bir ruh hali.  Hâlbuki biz sıradan insanların dünyasında normal olan anlayışa göre; eğer kitap ilgi çekmediyse, yazarının kendinde bir şeyler araması gerekir. Hadi sıradan insanların kitap okuma, özellikle de bilimsel olan veya öyle olduğu iddia edilen kitapları okuma alışkanlığı yok diyelim, ama akademisyenler ve diğer okumasını beklediği kişiler de okumamışsa, belki de kitap okunmaya, okunsa bile üzerinde tartışmaya değmeyecek bir kitap olduğu için kimse ilgi göstermemişlerdir. Herkes senin yazdığın kitabı okumaya ve okuyanlar da takdir etmeye veya eleştirmeye mecbur mudur? Öte yandan yazara şunu da sormak gerek. Madem çok büyük bir iş yaptın, madem kimsenin cesaret bile edemediği şeyleri yazdın, madem yeni bir ufuk açıyorsun, madem düşünce dünyamızı zenginleştiriyorsun, neden 4. ve 5. Ciltleri yazmadın? Neden başladığın ve çok önemli olduğunu söylediğin işi yarım bıraktın? İlk üç kitap çok satmadı ve para kazandırmadı diye yazmadıysan çok ayıp. Eğer yazdıklarının tutarsız ve saçma şeyler olduğunu anlayıp bu yolda devam etmekten vaz geçtiysen, bunu da okurlara açık açık söyle. Çünkü ben bir okur olarak bunun nedenini gerçekten merak ediyorum. Şimdi kim bu Taha Parla diye merak edip Google’da aramaya başlayanlar olabilir. Ben bunu yaptım ve şu bilgiler ortaya çıktı:  “1945’te doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da, lise ve üniversite öğrenimini İstanbul’da yaptı. Master ve doktorasını Columbia Üniversitesi’nde aldı. 1976-1982 ve 1991-2007 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı. Eserlerinden bazıları şunlardır: Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm (İletişim Yay. 1989; Deniz Yay. 2009); Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmî Kaynakları, Cilt 1: Atatürk’ün Nutuk’u, Cilt 2: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 3: Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP’nin Altı Ok’u (İletişim Yay. 1991-92; Deniz Yay. 2008 ); Türkiye’nin Siyasal Rejimi 1980-1989 (İletişim Yay. 1993; Deniz Yay. 2009).”                                                                      Bkz. https://www.metiskitap.com/catalog/author/6247 Read the full article
0 notes
zsuluoglu-blog · 7 years
Text
Küçük Bir Tüme Varım Denemesi
Özlemek aslında özlediğin o şeyi yaşatmaktır. Yaşayan bir şey de hep var olacaktır. Enerji yok olmaz ilkesi yani özlem hep yaşayacaktır içimizde. O şeye duyulan özlemin bitmesinin tek yolu, yeni bir özlemdir. Sadece tek şeyi gerçekten özlersin. Aynı anda birden fazla özlem mümkün değildir. Biri hep bir kafa boyu önde olacaktır. Evrim gereği güçlü olan yaşayacak, diğerleri yok olacaktır. O yüzden ilk sıradaki özlem bitsin istiyorsan, ondan daha fazlası olmalı ki onun önüne geçip ikinciliğe yani hiçliğe düşürsün. Bu demek oluyor ki bazen özlemi istememek aslında daha büyük özlemi istemektir. Elinizdeki özlemle yetinmek, onu yaşatmak, daha az özlemek demektir. Sonuç; ya elindeki özlemi sürdür ya da hep daha fazla özlem ile yaşa. Sevgiler...!
Tumblr media
1 note · View note
belkidebirharfimben · 3 years
Text
Duydun mu atmaya başlamış kalbi Taksim’in?
“Nasıl kâinat söndürülmezse iman-ı İslâmî de sönemez. Öyle de, zeminin yüzünde çakılmış mismarlar hükmünde olan İslâmî şeâir, dinî minarat, ilâhî maâbid, şer'î maâlim itfâ olmazsa, İslâmiyet parlayacak an be an. Herbir mâbed bir muallim olmuş. Tab'ıyla tabâyie ders verir. Her maâlim dahi birer üstad olmuştur. Onun lisan-ı hâli eder telkin-i dinî; hatasız, hem bînisyan.”
Lemeat’tan.
Bana öyle geliyor ki arkadaşım: Sezgiden aklın sonradan haberi olur. Yani ‘sezgi’ aklî uyanışlarından öncesidir. Zeminidir. Evet. Aynen. Yine bir farkediştir ama sırf akılla değildir sanki. Ondan ziyade şuura bakar. İsimsiz esintiler gibidir bu biliş akıl için. Görecek gözleri yoktur onu. Tutacak elleri yoktur onu. “Hava gibi, su gibi, nur gibi…” Bilinenin kendisi yoktur âdeta. Lakin tesiri vardır. Karşı konulamaz bir tekrarla dokunmaktadır. Bu farkındalık işte 'sezgi'dir. Şuurun farkındalığını aklın uyanışlarından ayıran şeyse, bir bilinç olarak değil, daha çok bir sızı/ferahlık olarak yaşanmasıdır. Vicdan azabı dediğimiz şey pek de akıl işi sayılmaz öyle değil mi? Hatta çoğu zaman akla bir ölçüde doğru gelmiş şeylerin yapılmasından dolayı yaşanır bu azap. Mürşidim de der: "Ve akıl dahi, şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülasasıdır."
Şimdi bana "Vicdanla şuurun ne alakası var yahu?" diye sorabilirsin arkadaşım. Haklısın. Orayı biraz daha açmam lazım. Mürşidimin ayak izlerini öperek başlayayım yola o zaman: Bediüzzaman'ın ifadesiyle vicdan da bir fıtrat-ı zişuurdur. Fıtrat ne demek? Böyle söylemek çok kapitalistçe gelse de kolay anlaşıldığından istimal edeceğim: Fabrika ayarlarımızdır fıtrat. Yaratılış özümüzdür. Temiz kalıbımızdır. Hayır üzere varlığımızdır. Sahibimizin nakşındaki muradıdır. İnsan neyin üzerine yaratılmışsa onu yapmak ister. Hikmetinin dışındaki eylemler kulağına söylenen kötü sözler gibidir. Fıtrat bundan rahatsız olur. Bunun için yaratılmadığını sızılarıyla hissettirmeye çalışır. Köy yolunda kullanılan bir Ferrari gibi. Nasıl? Aracın ses çıkarabilen her yeri size bu yol için varolmadığını haykırır. “Beni burada sürme! Ben burada gitmek için yaratılmadım! Beni burada süründürme!” Fıtratınız da size vicdanın sesinden rahatsızlığını haykırır. Kendinize kaldığınız her yerde darlığını fısıldar. Kulağınız ondaysa elbette.
Hele şu söyleyeceğime dikkat buyur arkadaşım: Bu etkileşim aslında her an yaşanıyor. Fıtratımız bizimle konuşuyor. Sesi yüksek değil belki. Ama devamlı. Israrlı. Tekrarlı. Bu yüzden gafil insan yalnızlığı sevmiyor. Uyandırıcılardan hoşlanmıyor. Sessizlik zayıf sesleri de duyulur yapıyor. Uyandırıcılar içindeki uykucunun da yüzüne su serpiyor. Yine mürşidim Mesnevî-i Nuriye’sinde diyor ki: “Herşeyi Allah’tan bilip böylece iz’an ettikten sonra, sürur veren şeye de, zarar veren şeye de razı olman gerekir. Razı olmazsan mecburen gaflete düşersin. İşte bu sebebdendir ki zâhirî esbab vaz’ edilmiş ve gözleri gaflet perdesiyle örtmüştür.” Esbab sahte bir kurtuluş olmuş yani gafile. Arkalarına saklanarak korumuştur yaşatmak istediği uykuyu.
Hem şu da önemli: Sadece bizimle değil birbirleriyle de konuşuyorlar. Evet. Tanışıklığımızdan itibaren sevdiğimiz/sevmediğimiz insanlar da bize bir mesaj veriyorlar. Nasıl? Sanki kendilerinde tecelli eden esma üzerinden, başkalarına dair okumalar yapabiliyorlar fıtratlar. Hangi ismin gölgesini seviyoruz? Bunu net bir şekilde bilemiyoruz. Ama, ne tuhaftır, sevdiğimiz insanların özellikleri de az-çok birbirini tutuyor. Sevmediklerimizin de öyle. En önemlisi de şu arkadaşım: Sahibinin saflığını korumaya çalıştığı bir fıtrat korunmamıştan rahatsız oluyor. Aynı ortamda bulunmayı bile istemiyor. Canı sıkılıyor. Bunalıyor. Belki de fıtratındaki çığlıkları duyuyor. Sesten olmayan sesleri işitiyor. Tıpkı keşfe’l-kubur velilerin gafil mezarından geçmeye çekindikleri gibi. Göreceklerinden üzüldükleri-gerildikleri gibi. Kimbilir?
Tersinde de benzeri bir durum yaşanıyor bence arkadaşım. Nasıl? Açayım: Bence gafilin rahatsızlığı da müttakinin huzurudur. Onun çağrıştırdıklarıdır. Ezan sesidir. Minaredir. İbadettir. Zikirdir. Gürültü, duymak istemediğiniz şeylere engel oluyorsa, elbette ondan değil, yokluğundan rahatsız olursunuz. Disko telaşı istersiniz. Kalabalıkta kaybolmayı arzularsınız. Gözlerinizi kaparsınız. Kendinize bırakılmaktan uçurum gibi korkarsınız. Bundan daha doğal ne var? Çünkü sessiz ortam gürültülerin sıkletinden kurtarıcıdır. Gafil de vicdanını duymamak için gafilane gürültüyü arzular. Uyanıklıktan çekinir. İstemediği manaları çağrıştıranlardan rahatsız olur.
Bu sesler hayatın her yanında arkadaşım. Sezgi dediğimiz şey bu seslere daha duyarlılarımızın yaşadığı düşük yoğunluklu farkındalık. Doğru. Ahirzaman dikkatimizi dağıtacak pekçok ‘geçici olan’ karşımıza çıkardı. Aklımızı başımızdan aldığı gibi sezgimizi de fıtratımızdan aldı. Hayretimizi tırtıklayan birçok “Aaa duydun mu?” var artık hayatımızda. Belki de kalbimize güvenimizi yitirdik. Belki kalbimizi de. Hem sezgi de daha fazla dikkat istiyor. Dönüp dönüp kendisiyle ilgilenilsin istiyor. Beş vakit namaz istiyor. Ezanı istiyor. Minare istiyor. Hem sesi zayıf hem kurduğu cümleler uzun. Zamana ihtiyacı var. Ve bir de cümlesi bitene kadar kalacak bir dikkate. Kalp gibi atması lazım böylesi bir dikkatin. Bunu da şöyle bir parça açabilirim belki:
Akıl dinamik farkındalıkların alanı. Ve bu dinamizm farkındalığın şiddetinin de yüksek olmasını gerektiriyor. Şuur ise statik farkındalıkların alanı. Daha düşük tesirlerden de haberdar. Lakin bu tesirlerden dolayı fiillere teşebbüs etmesi 'bardağı taşıran son damlalar'la mümkün. Evet. Şuurla yapacaksanız bardağı sezgilerle doldurmak zorundasınız. Doğru çağrışımlar hayatınızın her yanından akmalı. Birikmeli. Kuşatmalı. Hamlıklarınız kısık ateşte pişmek zorunda. Minare minare görmek zorunda. Ezan ezan işitmek zorunda. Bu yavaş fakat kaliteli bir farkındalık olacak. Ağır ama isabetli kararlar alacaksınız. Yok, yaşadığınız farkındalık tokat gibi birşeyse, o zaman bardakla uğraşmaya da ihtiyaç yok. Akıl farkındalığının hakkını verecek. Farkındalığın şiddeti eylemeyi hızlandırır. Yalnız şu var arkadaşım: Şuurla yapan sanki yaptığında daha salabetli oluyor. Daha dik duruyor. Terkini daha imkansız görüyor. Allahu’l-a’lem. Allah cümlemizi istikametten ayırmasın. Kendi çağrışımlarından koparmasın. Âmin.
0 notes
demirdenz-blog · 5 years
Quote
Sanal Dünya ve İnsan Herkesin dijital ağlarla birbirine bağlandığı günümüzde, bilgiyle iletişime geçmek, yeni insanlar tanımak her zamankinden daha kolay hale geldi. Özellikle teknolojik gelişmelere ve onun toplumsal hayatta yol açtığı hızlı değişim ve dönüşüme baktığımızda; Toplumların sahip oldukları kültürel alışkanlıklar, tutumlar ve beklentiler de köklü biçimde değişime uğramakta, globalleşme; hızla gelişen iletişim teknolojileri aracılığı ile dünyayı derinden etkilemektedir. Artık, ne ideolojiler, ne dinler, nede etnik kaygılar tek başlarına insanları kategorize etmeye, sınıflamaya yetmemektedir. Günümüz gelişen teknoloji ağı, toplumlar, kültürler ve bireyler arasındaki duvarları kaldırmış, “sanal” olarak adlandırdığımız dünyaya dair pek çok olay da gerçek hayatta etkisini göstermeye başlamıştır. Öğrenme isteği içinde olan insanlar, bu teknolojiler aracılığıyla kıtalar ötesi bilgi merkezlerinden yararlanarak bilgi ve görgülerini artırabildikleri gibi, dünyanın öteki ülkelerini, kültürlerini ve insanlarını da daha yakından tanıma imkanı bulabilmektedirler. Bütün bunlarla birlikte, dünya üzerinde birlikte yaşamanın gerekliliği ve bu gerekliliği sağlayan evrensel değerler de daha bir önem arz ederken, insanların halen evrensel barışa mesafeli durması, toplumsal ve kültürel farklılıkları zenginlik olarak görmemesi, birlikte yaşamanın bir kültür olduğu anlayışını içselleştirememesi ve bireyi yok sayan anlayışın gelişen teknolojiye rağmen halen devam etmesi anlaşılır bir tutum değildir. Dünyadan izole edilmiş bir toplum yapısını sürdürmenin neredeyse imkansız hale geldiği çağımızın küresel dünya düzeninde, bilgi ve kültür alış verişi, tabiattaki biyolojik alış veriş kadar doğal bir durum arz etmektedir artık. Özellikle bilimin ve sanatın öncü olduğu toplumları tanıma, araştırma ve gözlemleme tavrında olan insanların; ideolojik yaklaşımları destekleyen kanıtlar peşine düşmeyi değil, insanlık yararına bir şeyler öğrenmeyi hedeflediklerini söylemek mümkünken; dünyada halen savaşın olması, savunmasız insanların katledilmesi, sanatın yok sayılması, paranın bu çağın efendisi olma yolunda kesintisiz ilerlemesi ve kendi kültürünü, geçmişini yok sayan bir zihniyetin var olması anlaşılır gibi değil. Gelişen teknolojiyle birlikte, globalleşen dünya düzeninde; ”Kültürlerini yaşatmak isteyen toplumların sergileyecekleri en rasyonel tutum; tarihin derinliklerinden miras aldıkları kültürlerinin zenginliklerini ortaya koyup yaşatmak, evrensel boyutta insanlığa faydalı olabilecek kültürel değerlerini toplum tabanına yaymak ve bunları dünyaya tanıtmak olmalı.” Bu aslında hepimizin biricik görevi olmalı. Bu bakış açısıyla; dünya üzerinde ki insan yaşayışlarının faklı ve çeşitli olabileceği de göz önüne alındığında, birlikte yaşamak için ayrıştırıcı değil bütünleştirici bir düşünce anlayışıyla yaşamın içerisinde sosyal sorumluluk bilincine sahip herkese önemli görevler düşmektedir. Yine dünya üzerinde, insan kaynaklı sorunların temelinde kişiler arası farklılaşmaların halen önemli bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz. Özellikle statü, çıkar ve ego önemli bir yer tutmaktadır. Buna rağmen, geçmişten günümüze baktığımızda tarih boyunca insanların arasında soy bağı, ekonomik imkanlar, sosyo kültürel farklılıklardan kaynaklanan farklılaşmalar hep var olmuş, olmaya da devam edecektir. Bütün bu farklılaşmaları, kuşatıcı bir birlikte yaşama kültürünü oluşturmaya çalışmanın daha sağlıklı bir bütünleşme çabası olacağını söyleyebiliriz. Bütün bunları belli bir etkileşim süreci olarak algılayan insan, bütünleştirici ve şenlendirici düşünceleriyle içinde bulunduğu toplum ve kültürün normlarını öğrenerek o toplum ve kültürde kendisine düşen sosyal rolleri yerine getirmesini sağlayacak bilgi, görgü, beceri ve alışkanlıklara sahip olabilir. Kadı ki 21. yüzyıl da, günümüzün küresel iletişim ağları aracılığıyla bireysel ve toplumsal farklılıklar giderek azalmakla birlikte hala insan hakları ve demokrasiyi yeterince özümseyememiş insan sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Temelinde ”Doyumsuzluk, hırs, açgözlülük”kontrol altına alınamayan güdü ve duygular insan yaşamını kabusa çevirmektedir. Halen etnik, ideolojik veya dinsel çatışmalar tüm hızı ile devam etmekte, milyonlarca insan göçe zorlanmakta ve kimi ülkelerde soykırım boyutuna varan ölçüde şiddet olayları yaşanmaktadır. Çağdaş toplumların ve aydınlanmış bireylerin yapması gereken, kendi farklılıklarını ötekine dayatmak değil, onun farklılıklarının farkında olmak, onu olduğu gibi kabul etmek ve uzlaşılabilecek ortak değerler zemininde iletişim kurarak kendini ifade etmektir. Böyle bir atmosferde kendi zenginliklerini karşı tarafa göstermek daha kolay olabileceği gibi, evrensel barış ve huzur ortamının tesisine daha fazla katkı sağlama imkanı da yakalanmış olacaktır. Bütün bu aktarılanlar ve dolayısıyla bütünleşmeyi sağlama gayretiyle sürekli olarak farklılıkları ön plana çıkarmak yerine, asgari müştereklere vurgu yapmanın ve mümkün olduğu kadar geniş bir birliktelik alanına denk düşen kuşatıcı bir birlikte yaşama kültürünü oluşturmaya çalışmanın daha sağlıklı bir bütünleşme çabası oluşturabileceğini düşünenlerdenim. Bununla birlikte bireyi yok sayan bir anlayışın onaylanması bugün artık imkansız hale gelmiştir. Ve bir insanın olabileceği ya da başarabileceği en iyi ve en büyük şeyin kaynağı yine insanın kendisidir.  -Olcay Kasımoğlu-
YENİ SOLUK
0 notes
halkinsesitv · 5 years
Text
Almanya: Erdal Gökoğlu Mahkemede Savunmasını Yaptı!
Salı günü 5 Şubat 2019 tarihinde Erdal Gökoğlu'nun mahkemesi devam etti.
Mahkeme saat 09:00-12:30 arası sürdü, öğlen yemek molasından sonra 16:00'ya kadar devam etti.
Erdal Gökoğlu savunmasının başında Buca, Ümraniye ve Ulucanlar katliamlarının, 19-22 Aralık katliamın fotoğrafları ve videolarını, 2000-2007 arasında süren Büyük Ölüm Orucu direnişinden Canan ve Zehra, Ahmed İbili, Cengiz Soydaş, Gülsüman ve Şenay annelerinin fotoğraflarını gösterdi.
Sergül Hatice Albayrak'ın şehit düştükten sonra ki zafer işareti yapan elinin fotoğrafını ve bedeninin fotoğrafını gösterdi. Bu fotoğraflar üzerinde ülkemizde yaşanılan zulmü, baskıyı ve direnişi anlattı.
Dünya'da açlık grevinin halklar tarafından benimsenilen bir direniş yöntemi olduğunu, Roma döneminden, İran'dan, Hindistan'dan, Bolivya'dan ve ülkemizden verdiği örneklerle somutladı.
İkinci bölümde Türkiyedeki avukatların 2 yıldır tutuklu olduğunu ve dünya avukatlar gününde açlık grevine başladıklarını anlattı.
Savunmanın ikinci bölümünden Erdal Gökoğlu'nun kaleminden yazılanları, mahkemede dinlediğimiz kadarıyla aktarıyoruz:
"Adalet sadece adalet saraylarına sığdırılamıyormuş."
"Türkiyede açlık grevi, siyasal hak arama yöntemidir."
"İlk kez 20. yüzyılın birinci yarısında Nazım Hikmet 1938 yılında 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmış. Nazım tutsaklık döneminde de düşüncelerinden vazgeçmez. Çeşitli sosyalist örgütlenmeler ve partiler Nazım Hikmet ile kampanya başlatmış ve 1950 yılında tahliye olur."
"Malta sözleşmesi hekim müdahalesini yasaklamaktadır. A.G. grevi direnişinden dolayı yakalandığım wernicke-korsakoff hastalığından dolayı Türkiye hapishanesinden tahliye edildim. Siz Malta sözleşmesini bir kenara koyarak beni yargılamaya çalışıyorsunuz."
"Değerlerimiz için öldük. Devrimciliği yeniden tanımladık. Bu direnişler emperyalizm dayatmalarına teslim olmayacağımızı gösterdi. Demokrasi maskelerini düşürdü. Sosyalizm öldü demagojilerini yerle bir etti. Ezilen halklara her koşulda direnilebileceğini gösterdi. Aksi ise çürüme ve yok olmadır. Bugün Anadoluda baskı ve zulüme karşı direnenler varsa, bu direnişler sayesinde. Bugün Türkiye hapishanelerinde hala açlık grevleri yapılıyor. Hapishane koşullarında bir tutsağın kullanacağı başka bir şeyi yok. Kimse demagoji yapmasın. Bir insan canını ortaya koyuyorsa orada söylenecek söz bitmiştir. Bu direnişlere katılmış biri olarak kimse bana neyin doğru neyin yanlış olduğu anlatmasın. Ben morglarda öldü diye arananlardandım. Suçların en büyü bana ve arkadaşlarıma karşı işlenmiştir.
Siz hiç 'Artık yaşamın sonuna geldik' diye düşündünüz mü?
Bayılıp, ayıldığınızda 'Ölüm böyledir her halde ' dediniz mi?
Yanık insan kokusunu soludunuz mu?
25 kiloya düşmüş bir yetişkin bedenini omuzlarınızda taşıdınız mı?
Bir mezarlık bekçisi için ölü görmekte, diri görmekte bir farkı yoktur. 
Düşünün 122 tabut arka arkaya çıkıyor. Her tabutun 3m olduğunu ve 10 kişinin taşıdığını, 1km lik bir yol düşünün. Asfalt değil insan bedenleri ile döşenmiş bir yol. Özgürlüğe, Adalete döşenmiş bir yol.
İzolasyonun ne olduğunu en iyi siz bilirsiniz. F-Tipi tecrit hapishaneleri ölümün ve zulmün adı olmuştur. 1990'lı yıllarda F Tipi Hapishaneleri tartışması başlamıştı. 2000li yılların tutsakları ve aileleri tecrit, baskı ve işkence demiş. İstediğiniz ölüm ise, ölmeye hazırız, insanlara korku ve göz dağı vermekten vazgeçin deyip feda eylemi yapmışlardı.
Şimdi siz neden faaliyetlerine devam ediyorsun diye soruyorsunuz. Zararı yok, sormaya devam edebilirsiniz. 122'lerden hangisini sayayım. Birçokları ile ekmeğimizi ve hayallerimizi paylaştık. 19 Aralık'ta Ahmet İbili'yi örnek verdi. Ahmet İbili'nin yanan bedenine karşılık, karşı tarafın cevabı neydi? Yanan bir bedeni kurşunlamaktı.
İşte iki taraf, iki ideoloji, iki sınıf!"
Gülsüman, Şenay annelerden ve Canan ve Zehra’dan örnek verdi. "Evet bu insanlar benim için canlarını verdiler. Ben Avrupa’ya geldikten sonra hiç bir şey olmamış gibi olsaydım Gülsüman ve Şenay'ın çocuklarının, Canan ve Zehra'nın babasının gözlerinin içine nasıl bakacaktım? Siz olsaydınız bakabilir miydiniz? Artık unutun bunları mı demeliydim onlara?"
"Başka bir örnek daha: Sergül Hatice Albayrak. 122 arkadaşımdan biriydi. Gencecik, hayat dolu bir kadın idi. Almanya’da doğup, büyümüştü. Anne ve babası ayrılmıştı. Sokakta büyümüştü. Uyuşturucu ve yozlaşmanın batağındaydı. Maceradan maceraya koşuyordu. Korkusuz, çılgın bir kadındı. O bataklığa saplanıp kalmadı. Devrimciler ile tanıştı. Ülkeye gittiğinde gözaltına alındı, işkence gördü ve tecavüze uğradı. Sonra tutuklandı. Hapishaneye geldiği gün ben karşılamıştım onu. Gözaltına her türlü muameleyi yaşamıştı. Kendi ana dilini tam olarak konuşamıyordu. 18 yaşındaydı, ama hapishanede devletin zulmünü tanıdıkça olgunlaştı. Faşist devleti ve hayatı orada tanıdı. F-Tipini ve Ölüm orucunu orada tanıdı. Yaşadıklarını unutabilmesi mümkün değildi. Tahliye olduktan birkaç gün sonra evinden kaçarak kendini Taksim meydanında yakmıştı. Tecriti kaldırın, ölümleri durdurun diye yazıyordu dövizde. Hapishaneden çıkmıştı. Tahliye olmuştu. Kimse onu bir şeye zorlamamıştı. Gerçekten siz anlamayabilirsiniz, normaldir. Daha birçok örnek anlatabilirim. Her insanın hayatı basılmamış bir kitaptır. Yazılmamış olsa da yaşanmıştır, Kimse unutturamaz.
Ben şanslıydım, arkadaşlarım vardı. Arkadaşlarımdan biri ise Mehmet Akdemirdi. Şuan mahallelerde uyuşturucuya, fuhuşa ve yozlaşmaya karşı olduğu için tutsak. Bana en çok yardım eden bu arkadaşımdı. Siz ne yapıyorsunuz? Bunlara dava açmaya çalışıyorsunuz. Bu kadar şeyden sonra, böyle şeyler düşünmem yaşadıklarımı unutmamak, anlatmak katilin hesabının sorulmasını istemek. 122leri yaşatmak. Yaşamak için yeterli gerekçelerdir."
"Bozuk düzenin bir parçası olmak yerine, onu değiştirmek için mücadele etmek. Burjuva mahkemesi olsa dahi insanın ruh halini anlamak gerekmez mi? Ne yazık ki baktığınız her yerde terörden başka bir şey görmüyorsunuz.
Sevdiklerimi ölümüne sevmek mi suç?
Açlık grevimi suç?
Ölüm orucu mu suç?
Zulme karşı direnmek mi suç?
Adalet aramak mı suç?
Ceza istemek mi suç?
Hukukçunun görevi ne olmalıdır? Yasalara bakarım, görevimi yaparım mı diyor?
Yasalar ve hayatın gerçekliği birbirine uymuyorsa, ne olacak mesela?
Her mesleğin bir ahlakı vardır, sadece bir görev değildir. Nasıl yapıldığı ve kimin için yapıldığıdır. Hitler döneminde Almanya Brecht'e dar edildi. Adalet halkın ekmeğidir demiştir Brecht. Bir kere değil her gün lazım bize demiştir Brecht.
Brecht halklarındır, bizimdir. Bende aynen Brecht gibi Adalet Halkın Ekmeğidir Diyorum Ve Yaşasın Halkın Adaleti Diyorum!" Diyerek savunmasını bitirdi.
Musa Aşoğlu'na Özgürlük Komitesi- Freiheitskomitee
Halkın Sesi TV http://bit.ly/2RNtqjQ
0 notes
keremulusoy · 7 years
Text
Azerbaycan’ın düş böreği, lüle kebabı, şekerburası, karabağ ketesi ve şah pilavını tatmak için çok uzaklara gitmenize gerek yok. Hem aşçılığı hem azeri mutfağını merak edenler; yönünüzü Sultanahmet’e, Zeferan’ın mutfağına çevirin.
Farkında mısınız? Ünlü şefler adeta rock yıldızlarıyla yarışır halde. Time Dergisi’ne kapak olup “Dünyadaki  en etkili 100 kişi” arasına giriyorlar. Ee haliyle günümüzün en havalı, yaratıcı ve popüler mesleği olan aşçılığa göz dikenlerin sayısı da günden güne çoğalıyor. Ben de o meraklı kişilerden biri olarak aşçılığı ve Azeri mutfağını ustasından öğrenmek için yolumu Sultanahmet’e, Zeferan Restaurant’ın mutfağına çeviriyorum…
ARANIZDA AŞÇI OLMAK İSTEYEN VAR MI? Alayım onları şöyle bir kenara, diyeceklerim var zira. Darılmaca, gücenmece yok! Ben ekranlarda şıkır şıkır giyinmiş, sizi özendirmek için sevimli mutfaklardan birinin içine kurulmuş bir şefin yanına gitmedim. İşini daha iyi yapabilmek adına gecesini gündüzüne katan hatta ülkesinden uzakta, Azeri yemeklerini tanıtabilmek için ter döken Ramin Nuriyev’in kapısını çaldım. Bildiğiniz üzere profesyonel aşçılık her geçen gün rağbet gören meslekler arasında. Son 15 yıl zarfında mutfak kursları, meslek yüksekokulları hatta üniversitelerin gastronomi bölümleri hızla artan talebi karşılamaya çalışıyor.
Bir insan kitaplardan okuyarak yemeğin kimyasını, hijyen kurallarını öğrenebilir, uluslararası mutfak terminolojisini ezberleyebilir ama yemek yapmayı kitaptan okuyup, ekrandan seyrederek öğrenemez. Çünkü profesyonel mutfaklar ekiple birlikte, dayanışma içinde hizmet sunulan yerler. İşte bu dayanışmayı yakından hissetmek ve ter dökmek için Ajwa Otel’in ünlü şefi Ramin’in yanında aldım soluğu…
Azerbaycan’ın Bakü yöresinden İstanbul’a yolu düşen bu genç adam 32 yaşında, evli ve 4 çocuk babası. Yaşının genç olmasına aldırış etmeyin. 14 yaşında başlayan mutfak serüveni; Bakü’den Kazakistan’a oradan Moskova’ya kadar uzanmış. Kendi deyimiyle kardeş ülke Türkiye’ye adım atmasına ise aldığı teklif vesile olmuş. Saray kültürünü ve Azeri mutfağını yaşatmak adına Sultanahmet’e açılan Ajwa Otel’den teklif alır almaz kolları sıvamış.
Marmara Life ekibi olarak, Ramin Nuriyev ile hem pişirdik, hem koyu bir sohbete daldık.
Şah Pilavı; dışı incecik el açması hamur içine kuzu eti, kestane, kurutulmuş kayısı ve üzüm ile safranlı pilavın harmanlanmasıyla yapılan ve 2.5 saatte pişirilen enfes bir lezzettir.
Meslek hayatına Hyatt Regency Bakü’de başlayan genç ve yetenekli şef Nuriyev, Kazakistan’da ve daha sonra Bakü’de butik otellerin executive şefliğiyle devam eden kariyerini Zæfæran Restaurant’ta bir başka boyuta taşıyor.
80 kişi kapasiteli restoranda Azerbaycan mutfağının farklı bölgelerine ait, birbirinden şaşırtıcı ve lezzetli yemekleri tatmak mümkün. Lüle kebabı, tike kebabı gibi lezzetler en geleneksel usulle hazırlanıyor.
Patlıcan Sarma
Turşu Tabağı
Elliden fazla pilav yemeği bulunan Azerbaycan mutfağında aynı zamanda tatlı-tuzlu her yemekte meyve, bolca sebze, yeşillik ve et tüketiliyor.
Şah Pilavı ( Hazırlanan iç malzeme 2,5 saat boyunca fırında pişirildikten sonra servis ediliyor.)
“DUYDUNUZ ZİLİN SESİNİ” Japon, İtalyan, Fransız gibi uluslararası mutfaklara da hâkim olan Nuriyev, geleneksel Azerbaycan mutfağının inceliklerini yansıtan bir menü ve kaliteli bir ekiple misafirlerini ağırlıyor. Ben de önlüğümü giyip bir gün boyunca onunla birlikte ter dökmeye karar veriyorum. Hem pişiriyor, hem koyu bir sohbete koyuluyoruz. Sipariş yetiştirme telaşında birbirine omuz atan aşçılar mı istersiniz, cayır cayır yanan ocaklar ve her bir gözü dolu fırınla saunaya dönmüş bir mutfak mı? Evet, duydunuz zilin sesini. Aşçı olmayı hayal edenler için hatırlatmakta fayda var.
Bu meslek yemez, yedirir! “Aşçı olmak eğlenceli mi?” diye sorduğumda cevabını bu şekilde veriyor Ramin Nuriyev. Peki, mutfağa girmek kimin fikriydi diyorum, “Abim sağ olsun, pastacılık okuluna yazılıp eve geldiğinde anlattığı o büyülü dünya beni içine çekti. Çocukken televizyonda gördüğümüz bir reçeteyi (tarif ) annem evde yokken yapmaya karar verdik. İdareli olmak adına malzemeyi azar azar kullandık.
Tadı çok güzel olmuştu hatta o lezzet annem eve döndüğünde bizi papara yemekten kurtarmıştı. O günden sonra artık mutfak benim için vazgeçilmez bir yaşam alanı oldu” diyor. İlerleyen zamanalarda bu aşk onu aşçılık okuluna sürüklemiş, 14 yaşında girdiği mutfaktan hala çıkmamış. İlk günkü hevesle yemek yapmaya devam ediyor. Yılların bilgi birikimini, kendi ülkesinin yemek kültürü ile harmanlayarak enfes lezzetler ortaya çıkarıyor. Hazırladığı menüyü de bu bilgi birikimi ile oluşturmuş. Zeferan’ı, İstanbul’da Azeri yemek kültürünü hakkıyla veren yerlerden biri haline getirebilmek için; çalıştığı ekipten, kullandığı ürünlere varana kadar her şeyi özenle tek tek seçmiş. “Bu projenin cazip gelmesi ise ülkemi ve kültürünü tanıtabileceğine inanmam, ayrıca bana bu ülkenin yakın gelmesiydi. Her şeyi hazırlarken dikkat ettim. Sunum tabaklarım bile babaannemin kullandığı ürünlere benziyor. Geçmişle modern olanı harmanlayarak güzel bir sunum yapmayı başardığımıza inanıyorum.”
PİLAVIN EN LEZZETLİ HALİ Ramin Nuriyev ile sohbetimizi çay kahve eşliğinde yaptığımızı düşüneniniz varsa koca bir ”aşk olsun”. Enfes yemekler yapma konusunda iddialı olmasam bile benden iyi bir yamak olacağına hiç şüpheniz olmasın. Kolları sıvayıp, önlüğümü üstüme geçirdiğim an yeni kimliğime adapte olmak için sarımsak soymaya başlıyorum. Elimiz çalışırken dilimiz boş durmasın diye de Ramin Nuriyev’i aşçı olmak isteyenler adına soru yağmuruna tutuyorum. “Bugünlere gelene kadar çuval çuval soğan ve patates soyduk. Hiçbir meslek kolay değildir ama işin içinde insan sağlığının olduğu bir iş daha fazla özen ve dikkat gerektiriyor. Sadece bunlar değil kendi öz değerlerimizi bilmek de büyük bir erdem ve sorumluluk demek. Bana soracak olursanız, kültürünü tanımayan bir aşçının başka kültürleri derinlemesine kavraması mümkün değil. Aşçı olmak isteyen herkese mesleğe bir de bu açıdan bakmalarını tavsiye ediyorum” diyor ve ekliyor; “Şah Pilavını yapmaya hazır mısın?”
ŞAH PİLAVI Azerbaycan’da pek sevilen Şah pilavını yapmak için hazırlanıyoruz. Bir yandan da soru yağmuruna tutuyorum Ramin’i, “iki kültürün birbirine olan benzerliği yadsınamaz. Zaten aynı ceddin torunlarıyız, sizin mantı dediğinize biz düşböreği demişiz” diyor. Ve soğanları ince ince doğrayıp o lezzetli pilavı yapmak için ocağın altını açıyor. Hem şah pilavının hem de aşçı olmanın detaylarını anlatmaya devam ediyor.
“Gecemiz gündüzümüz birbirine karışabiliyor ama yemeği yiyen misafirin tek bir kelimesi sizi mutlu etmeye ve şevk vermeye devam ediyor. İşinizi sevin, eleştirilere kulak verin ki daha iyisini elde edebilin. Mesela bu restoran İstanbul’da Azeri mutfağını hakkı ile yapan tek yer. Çünkü her ürün özenle seçildi. Eğer Türkiye’de muadilini bulamazsak yemeğin tadından ödün vermemek adına Azerbaycan’dan getiriyoruz. Bizim kuzular kekikle beslenir, dağlarda otlanır. Tadı da haliyle daha yoğun ve lezzetli, Türkiye’de ise ona yakın lezzeti Balıkesir’in kuzularında bulduk. Biz uzun bir yoldan geçtik ve 1 seneden daha fazla denemeler yaptık.
Her şeyi özenle seçip, denedikten sonra ünlü şefleri ve gurmeleri davet ettik. Çünkü biliyorduk, eleştiri işinizi daha iyi yapmanızın en doğru yoludur…” Sohbet ilerlerken pilav da demini almaya ve fırına girmeye hazırlanıyor. Evet, doğru duydunuz bu pilav sizin bildiğinizden pek bir farklı, içinde kestaneden kayısıya, zerdeçaldan sarıeriğe varana kadar envai çeşit malzeme var. Lezzetli olmasının sebebi hazırlık sürecindeki zahmetten kaynaklanıyor.
Yaklaşık 2 saat boyunca fırında kaldıktan sonra sofranın baş tacı oluyor, çünkü pilav Azeri kültüründe ehemmiyet teşkil ediyor. Düğünlerde bile assolist misali sofraya en son o teşrif ediyor. Gerçekten bu kadar lezzetli mi diye soranlarınız var, duyar gibiyim. Pişirirken başında beklediğim bu lezzet sofrada destan yazıyor desem yeridir. Ha bu arada “denizden babam çıksa çiğ çiğ yerim” diyen arkadaşlara da tavsiyem var: Sevgili şefimizin tütsülenmiş balıkları da pek bir leziz, pek bir enfes! İyi bir bilgiye sahip olunmadan deneme yanılma yoluyla da bazı işler öğrenilebilir. Ancak emin olun ki bazı tarafları eksik kalır. Hiçbir şey eksik kalmasın diye elinden geleni yapan araştıran, deneyen bir lezzet ustası ve ekibinin elinden Azeri mutfağının en güzel tatlarını yemek için kapısını çalın ve ikram edeceği feyhoa şerbetinden için derim…
NOTLAR:
*“Aşçılık bir zanaattır. Ustalarınızın söylediklerine önem verin. Özellikle aşçılığın ilk yıllarında bolca eleştirilirsiniz. Bunun sizi kırmasına izin vermeyin. Eleştirileri dinleyin ve işinizde daha iyi olmak için kendinizi zorlayın. İşinizi sevin. Her yemeğin emek istediğini, çalışma saatlerinin uzunluğunu, aşçılığın dünyanın en anti-sosyal mesleklerinden biri olduğunu ve bir işin sadece tutkuyla yapıldığında değer taşıdığını hiç unutmayın.”
AZERİ REÇETELERİ » ŞAH PİLAVI » PATE » PATLICAN SARMA » PİP DOLMASI » LÜLE KEBABI » KÖFTE BOZBAŞ » PİTİ » ŞEKERBURA » KARABAĞ KETESİ » ŞERBET
*Ramin Nuriyev: “Araştırma aşamasında olduğum bir projem var. Azerbaycan’da yöre yöre dolaşıp eski reçeteleri (tarifleri) toplamaya çalışıyorum. Bizim oranın insanı hala evinde eski usul yemek yapar. Bu kültür ve reçeteler kaybolmadan toplayıp, kitap haline getirmeyi istiyorum.”
  Yazı: Dilara Gülşah Azaplar
Bu yazı Marmara Life Sayı 104’te yayımlanmıştır.
EN YAHŞİ MUTFAK Azerbaycan’ın düş böreği, lüle kebabı, şekerburası, karabağ ketesi ve şah pilavını tatmak için çok uzaklara gitmenize gerek yok.
0 notes
musstuffsworld · 5 years
Text
Tumblr media
EVLİLİK- NİKAH
Kadın erkek karışık ve davullu-zurnalı, çalgılı düğünlere katılmak caiz midir? İslâm'a / sünnete uygun düğün nasıl olmalıdır?
- İki bacanağım birbirleriyle hısım oldular ve yakın da düğünleri var. Düğün çalgılı ve salon da olması dolayısıyla (karışık) katılmak istemiyorum. Bunun sonucunda büyük bir ihtimalle dargınlık olacak. Ne yapmamı önerirsiniz?..
- İslama uygun olmayan düğünlere gitmek caiz midir?
CEVAP
Evlenmek, Peygamberimizin (asm.) hem kavlî, hem de fiilî sünnetidir. Bunun için evliliğin bütün safhaları; nişandan nikâha, çeyizden düğüne kadar nasıl olacağı, nasıl yapılacağı, nelere dikkat edilmesi gerektiği bütün teferruatıyla hadislerde bildirilmiştir. Düğün merasimi de evliliğin önemli bir safhasıdır.
“Düğünlerinizi mescitlerde yapınız.”(Feyzü’l-Kadîr, II/11; Hadis no: 1198)
hadis-i şerifi, düğünlerde nelere dikkat edilmesi hususunda önemli bir ölçüyü vermektedir. Demek ki, mescidde yapılması yasak olan şeyler düğün merasimlerinde de yasaktır. Diğer bir ifade ile, mescitlerde yapılamayan, düğün salonlarında da yapılmamalı.(Mehmet Paksu, Kadın, Evlilik ve Aile)
Bugünkü düğün salonlarında ise, çalgılı, danslı, kadınlı-erkekli merasimler yapılmaktadır ki, bunun ne sünnette yeri vardır, ne mescitlerde...
Ayrıca kutsal bir müessese olan aile; günah, hata ve yanlış bir temel üzerine kurulursa, doğacak neslin bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Uygun bir zemine ekilemeyen tohumdan nasıl verimli bir ürün alınamazsa, sünnete aykırı olarak yapılan düğün ve nikâhlardan da sünnete göre yetişecek nesiller beklemek hayal olur.
Bundan dolayı kendi inanç ve tercihlerinizde haklı olarak ısrar etmeniz size çok şey kazandıracaktır. Böyle bir ısrarınız Allah ve Resulünü (asm) razı edeceği için aynı zamanda bir ibadet, sünnet çerçevesinde hareket ettiğiniz için de sizi vicdanen huzur ve rahata götürecektir.
Ayrıca hakkın hatırını gözettiğinizden dolayı başkaları için canlı bir örnek oluşturmuş olursunuz. Yoksa, “Delidir, ne yaparsa yeridir.” sözünde olduğu gibi, “Düğündür, ne yapılsa mübahtır.” şeklindeki bir yaklaşım, ölçüsüz bir harekettir ve kimseye bir faydası yoktur.
Buna benzer meselelerde baştan sıkı tutulmaz, tavizler verilmeye başlanırsa, “Taviz tavizi getirir.” sözünde olduğu gibi, her yanlış hareket için bir kılıf ve bahane bulunur, aile hayatı önü alınmaz sıkıntılarla çalkalanır durur.
Netice olarak, böyle bir uygulamaya rıza göstermediğinizi, kabul etmediğinizi, mes’uliyet de alamayacağınızı belirtir, açık tavrınızı bildirirsiniz.
- Sünnete uygun bir düğün nasıl olmalıdır?
Sünnete uygun bir düğünü, aslında tercihlerini sünnete göre yapmaya duyarlı halkın örfü belirlemelidir ve nitekim belirlemiştir.
Örf, halkın belirli sosyal davranışları ve toplumsal tercihleri kabul edip benimsemesi, yaygınlaştırması ve gelenekleştirmesidir. Bin yıldan beri Müslüman olan toplumumuzun tercih ve kabullerini sünnete göre yeniden kritize etmek ve sünnet şablonuna uyan toplu davranış biçimlerini yaşatmak aslında en mâkul olanıdır. Bilhassa düğünler toplum reflekslerinin en canlı örnekleridir. Halkın dinî ve inanç yapısını, yaşayış biçimini, tercihlerini, zevklerini, anlayışlarını ve hoş görülerini ilk bakışta düğünleri ele verir.
"Sünnete uygun bir düğün" diyerek dar bir şablon çizmek, aslında en başta sünnete uygun düşmez. Düğün şablonumuz, her şeyden önce tüm haramlara kapalı, tüm mübah tercihlere açık olmalıdır. Nitekim söz konusu olan düğündür ve bunu halk yapar. Halk ise Müslümandır. Müslüman halkımız, gelenekleriyle taşları aslında yerli yerine koymuştur.
Öyleyse, Müslüman toplumun tercihi olan program alınır, sünnet açısından göze batan noktalar varsa düzeltilir; ama mübah davranış kalıpları daraltılmaz. Bulunduğumuz yörenin haram olmayan tercihlerini ve günah unsuru taşımayan geleneklerini yaşatmamızda sünnet açısından hiçbir sakınca yoktur.
Meselâ, zaten örf ve geleneklerimizde var olan; kızı Allah’ın emriyle, Peygamberin kavliyle istemek, kızın olurunu alan kız tarafının bu talebe uygun cevap vermesi, tarafların bu evliliğe yardımcı olmaları, köstek olucu davranışlardan uzak durmaları, kızın mehri konusunda erkek tarafının elinden geldiğince cömert olması, zorlukların anlayışlı yaklaşımlarla aşılması, tarafların birbirlerine karşı mütevazı olmaları ve sevgi ile yaklaşmaları, birbirlerinin hatâlarını örtmeleri, karşılıklı hazırlıkların yapılması, düğün gününün birlikte tesbit edilmesi, halkımızın adına yer yer “okuntu” da dediği ve imkânlar ve örf ölçüsünde küçük hediyeciklerle birlikte dâvetiyelerin dağıtılarak insanların düğüne çağrılmaları, düğün öncesi sünnete uygun davranışlardır.
Düğün esnasında nelerin sünnet olduğunu hatırlayalım:
1. Düğün programının yeri, şekli, tarzı, muhtevası düğüne katılacak insanların meşrû çizgileri de dikkate alınarak karşılıklı rızâ ile tesbit edilir. Halkın gönlü hoş tutulmaya çalışılır. Haram bir şey istenmedikçe, halkın istek ve dileklerine cevap vermeye gayret edilir.
2. Düğünün amacı, evliliği halka duyurmaktan ibârettir. Nitekim Peygamberimiz (asm) buyurmuştur:
“Evliliğin alâmeti nikâhın îlân edilmesidir.”1
3. Düğünde yemek vermek sünnettir.
Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm, Abdurrahman bin Avf radiyallahü anhın üzerinde zâferân kokusu (düğünde sürülen koku) görünce sordu:
“Bu ne hal?”
Abdurrahman bin Avf radiyallahü anh:
“Bir kadınla bir miktar altın mehir karşılığında evlendim.” dedi.
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm:
“Allah mübârek eylesin. Fakat bir koyunla da olsa düğün ziyâfeti ver.” buyurdu.2
Enes bin Mâlik radiyallahü anh anlatmıştır:
Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir düğününde annem yemek hazırlamış, göndermişti. Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm bana:
“Onu koy. Git filanı, filanı, filanı ve karşılaştığın herkesi çağır.”
buyurdu ve bir çok adamın ismini söyledi. Gittim, Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm’ın adlarını söylediği kimseleri ve rastladığım herkesi çağırdım. Üç yüz kadar kişi geldiler.
Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:
“Onar onar halka yapsınlar ve herkes yesin.”
buyurdu. İlk gurup doyuncaya kadar yedi, kalktı. Sonra diğer gurup doyuncaya kadar yedi, sonra diğer gurup yedi. Herkes yedikten sonra Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:
“Yâ Enes! Sofrayı kaldır!”
buyurdu. Ben de sofrayı kaldırdım. Fakat yemeği ilk koyduğumda mı daha fazlaydı, yoksa kaldırdığımda mı fazlaydı; bilemedim.”3
Sabit el-Buhânî radiyallahü anh anlatmıştır:
Hz. Enes’e: “Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm Zeyneb radiyallahü anhânın düğün ziyafetini ne ile yaptı?” diye sordum. Hz. Enes radiyallahü anh:
“Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm sahabelerine doyup terk edinceye kadar ekmek ve et ziyâfeti verdi.” dedi.4
4. Düğün ziyâfetinde fakîrler ihmal edilmez, muhakkak çağırılır. Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur:
“Yemeğin en şerlisi fakîrlerin çağırılmayıp, zenginlerin çağırıldığı düğün yemekleridir.”5
5. Düğünde harama girmeksizin meşrû çerçevede eğlenmeye imkân verilir. Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur:
“Gayrimeşrû birleşme ile meşrû evliliği birbirinden ayıran şey, def çalmak ve ilân etmektir.”6
Rubey binti Muavviz radiyallahü anhâ anlatmıştır:
Ben gelin olduğumun kuşluk vaktinde Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm evlenme törenime geldi. O sırada küçük kızlarımız deflerini çalmakta ve Bedir günü şehit düşen atalarının kahramanlıklarını nağme ile dile getirmekte idiler. Nihayet içlerinden biri: “Aramızda yarını bilen bir Peygamber vardır.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm:
“Bu sözü bırak da bundan önce söylediklerini söylemeye devam et.” buyurdu.7
6. Evlenen çiftler tebrik edilir ve hayır duâ edilir.
Ebû Hüreyre radiyallahü anh bildirmiştir: Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm evlenen insanı tebrik edeceği vakit:
“Allah mübârek etsin. Tebrik ederim. Allah sizi mutlu kılsın ve sizi hayırla bir araya getirsin.” buyururdu.8
Yukarıda zikredilen temel ölçüler çerçevesinde, imkânlar ölçüsünde, Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifâdesiyle, ulvî hüzünleri ve Rabbânî aşkları seslendirecek biçimde9 meselâ ilâhîler, kahramanlık türküleri veya geleneklerimizde olduğu şekliyle mevlitler okuyan bir grup varsa düğün programına alınabilir. Günün anlam ve önemini belirten ve eşler arası görev ve yükümlülükleri konu alan kısa konuşmalara yer verilebilir. Küçük parodilerle, skeçlerle, eğlendirici ve düşündürücü oyunlarla, ulvî zevkleri tahrik eden şiirlerle ve hoş vakit geçirmeye yönelik küçük çaplı yarışmalarla düğün programı zenginleştirilebilir. Harama girmemeye, nefsi ve şehveti tahrik edecek biçimde kadın-erkek karışık şarkı, türkü, oyun ve sâir eğlencelere yer vermemeye, düğünün bütün safhalarında düğün gerekçesiyle de olsa israftan ve savurganlıktan kaçınmaya azamî özen gösterilmelidir.
Düğün sonunda evlenen çiftler tebrik edilmeli, hayırlı bir evlilik hayatı ve hayırlı nesiller dilemelidir.
Dipnotlar:
1. Nesâî, Nikâh, 72;
2. Nesâî, Nikâh, 74, 75; Müslim, Nikâh, 79, 80; Tirmizî, Nikâh, 10;
3. Mektûbât, s. 114; Nesâî, Nikâh, 84; Müslim, Nikâh 94; Buhârî,4/234;
4. Müslim, Nikâh, 91;
5. Müslim, Nikâh, 110;
6. Tirmizî, Nikâh, 6;İbn-i Mâce, Nikâh, 1896;
7. Tirmizî, Nikâh, 1096;
8. Tirmizî, Nikâh, 7;
9. İşârâtü’l-İ’câz, s. 72.CÜBBELİ AHMET HOCA'DAN DÜĞÜN AÇIKLAMASI
Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, kızı Yüsra Ünlü’nün düğün töreninde gelinlik giymesine asla razı olmadığını söyledi.
Kendi sosyal medya hesabından kızı Yüsra Ünlü’nün Bolulu iş adamı Esat Palazoğlu ile hayatını birleştirdiği düğün törenine ilişkin eleştirilere yanıt verdi.
"BECEREMEDİK ACİZ KALDIK"
Cübbeli Ahmet Hoca, "Malum bir düğünümüz oldu, kızımızı evlendirdik. Bu hususta ileri geri yorumlar olduğu haberini aldım. Bir açıklama yapma zorunluluğu hissettim. Benim açık sözlü olduğumu, hakkı söylemekten imtina etmediğimi bilirsiniz. Tabii biz erkek tarafı değiliz. Düğünün tertibi erkek tarafına ait idi. Onlar da ellerinden gelen en mükemmeli olsun diye gayret ettiler. Benim müdahale edemediğim durumlar oldu. Tesettür şekilleri farklıdır fakat bizim şehir kılığında çarşaf kullandığımızı biliyorsunuz. Tabii laf geçmiyor. Kızlarımızın bazısı çarşaf giyiyor, bazısı giymiyor. Beceremedik aciz kaldık. Mum dibine ışık vermez misali, insan kendi çocuğunu yönetmekten aciz kalıyor. Bu düğünde dedik kadın erkek ayrı olsun. Bunu şart koştuk. Tamam dediler. Fakat bizim kızın bu şekil gelinlik giymesinden asla razı olmadım" dedi.
"İÇKİ OLUR MU ALLAH MUHAFAZA"
Düğün töreninde dua yapmaya çağrıldığını hatırlatan Cübbeli Ahmet Hoca, "Dua etmeye çıktım fakat o tarafa bile dönmeden sırtımı vererek mahmur şekilde dua etmek durumunda kaldım. Yağmur nedeniyle düğün dışarıda olamayınca son dakika içeri alındı. Ben tabii pek takip edemiyorum. Hadisi şerifler okundu, Kuran-ı Kerim tilaveti oldu. Kaside ve ilahiler okundu. Fakat yorumlar iftira boyutuna varacak kadar. Kokteyl mi varmış, içki mi varmış gibi haşa. İçki olur mu Allah muhafaza. Tabii fitneciler durmadı. Kızımın gelinlik giymesinden de rahatsız oldum, nikahın orada kıyılmasını da istemedim ama sözümüz tutulmadı. Yani diyeceğim biz aciz kaldık. Ben bir kızın gelinlik giymesine asla razı olmam, kızım da olsa bu yanlıştır" ifadelerini kullandı.
0 notes
leventgelegen · 7 years
Photo
Tumblr media
New Post has been published on http://sunsavunma.net/guncel/yeni-bir-musluman-sembolu-r4bia/
YENİ BİR MÜSLÜMAN SEMBOLÜ R4BİA
YENİ BİR MÜSLÜMAN SEMBOLÜ R4BİA
Kürdistan’ın Bağımsızlığı ve Barzani’nin Türk Versiyonu R4BİA Hırsızlığı
Yazar: Dawn Perlmutter, 8 Eylül 2013
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 5 Temmuz 2017
Orta Doğu’daki protesto ve gösteri yürüyüşleri ile sosyal medya ağlarında sıkça rastlanan yeni bir İslami sembol ortaya çıkmıştır. Dört parmaklı el işaretini gösteren sembolün ilk kez, Morsi taraftarı protestocular tarafından Mısır’ın Rabia al-Adawiya Meydanında kullanıldığı iddia edilmektedir. El işareti, genel olarak parlak sarı zemin üzerinde siyah el olan bir imaja dönüşmüş durumdadır. Bu sembol, R4BİA İşareti olarak adlandırılmaktadır. İngilizce lisanında büyük harflerle yazılmaktadır ve ‘‘A’’ harfi ‘‘4’’ rakamı ile değiştirilmiştir. Bu işaret, Morsi taraftarlarının, 14 Ağustos 2013 tarihinde Rabia al-Adawiya Meydanında katledilmelerinin sembolü haline gelmiş durumdadır. Bu yeni işaretin zaten bir tarihi, efsanesi ve gizemi vardır ve İslamcıların özellikle şehitlik olmak üzere benimsedikleri bütün nitelikleri içermektedir.
Halka yaptığı bir konuşmada R4BİA işaretini yapan Recep Tayyip Erdoğan
Sembolün tasarımı İslam dinindeki kutsal karakteristikler esas alınarak yapılmıştır: sarı renk, Kudüs kentinde bulunan Kubbet-üs Sahra binasının sarı renkli kubbesini, siyah renk ise Kâbe’nin üstündeki örtünün rengini simgelemektedir. R4BİA web sitesine göre işaretin anlamı:
Bu Rabia işaretidir. Rabia Arapça’da dört veya dördüncü anlamına gelmektedir. Bu meydan adını, Allah’ın dindar hizmetkârı olan kutsal kadın Rabia al-Adawiya’dan almıştır. Bu kutsal kadına, ailenin dördüncü çocuğu olduğu için Rabia ismi verilmiştir. Onun hatırasını yaşatmak için bu işareti kullanıyoruz. Bu işaretin, neden önem taşıdığının diğer bir nedeni de Mohamed Morsi’nin, Gamal Abdel Nasser, Anwar Sadat ve Hosni Mubarak sonrasında Mısır’ın dördüncü başkanı olmasıdır. Bu işareti, insanlara onun başkan olduğunu hatırlatmak için yapıyoruz. İlave olarak, Tahrir meydanında askeri darbeyi desteklemek üzere toplananlar ‘‘V’’ zafer işaretini tercih etmişlerdir. Biz o insanlarla aynı olamayız. Biz, kendimizi onlardan ayırmak maksadıyla Rabia işaretini kullanıyor ve yayıyoruz.
R4BİA web sitesine göre sembolün anlamını açıklayanlar, çadır kentte haftalarca kamp kuran diğer Müslüman Kardeşler taraftarları ile birlikte öldürülmüşlerdir. O vahşi olay ve onu simgeleyen işaret doğaüstü nitelikler ile donatılmıştır. Dört rakamına, meydanın adını, Mısır başkanlarının sırasını ve Rabia al-Adawiya’nın ailenin dördüncü çocuğu olmasını gösteren mistik çağrışımlar kazandırılmıştır. Katledilen Morsi taraftarlarına kahraman ve şehitlik statüsü verilmiştir ve onlar şimdi Rabia Şehitleri olarak anılmaktadırlar. Acımasızca katledilen Mısırlı protestocuların dökülen kanlarından yeni bir İslami Efsane doğmuştur.
Türkiye- Düzce Belediyesi tarafından kentin ortasına dikilen RABİA heykeli.
R4BİA Nedir?
R4BİA işaretinin anlamını Türkiye’de ve şimdilerde bağımsızlık referandumu için hazırlanmakta olan Irak Kürt Bölgesel Yönetiminde bazı kesimler; TEK MİLLET, TEK BAYRAK, TEK VATAN, TEK DEVLET olarak kabul etmektedirler.  www.R4BİA.com sitesi ise dünyadaki bütün Müslümanların yorumlarından yapılan derlemelere göre R4BİA kelimesinin anlamlarını aşağıdaki şekilde sunmaktadır:
R4BİA bir özgürlük sembolüdür, özgürlük ve adalet için yeni bir hareketin doğuşudur.
 R4BİA yeni bir dünyanın doğuşudur, Müslümanların dünya sahnesine dönüşüdür.
 R4BİA adalet, özgürlük ve bilinç demektir, Batının sözde değerlerinin çöktüğü yerdir.
R4BİA Mısırlı kahramanların ölerek özgürleşmesi demektir.
 R4BİA Mısır, Filistin, Suriye ve bütün İslam coğrafyasıdır.
 R4BİA ölümleri ile İslam dünyasını ayağa kaldıranların adıdır.
 R4BİA insanların ölümün yeniden canlanma olduğunu gösterdikleri yerdir.
 R4BİA kızımız Esma’dır, Hasan Al Banna’nın torunudur.
 R4BİA dünyayı değiştirecek çocuklarımızın yeni adıdır, insanlık için yeni nefestir.
 R4BİA çürümüş Batı değerlerine karşı çıkanlar için adalettir.
 R4BİA özgür bir erkek ve kadının ruhudur, adam gibi bir adamdır.
R4BİA üzüntü ve ağlamanın göz yaşlarıdır, neşedir, mutluluktur, iyi haberdir.
 R4BİA katliamları destekleyen münafıkların sonudur.
 R4BİA birlik olmaktır, kardeşliktir, yeni dünyadır, İslam Dünyasının birleşmesidir.
 R4BİA şeyhlerin, kapitalistlerin, Siyonistlerin ve ahlaksız medyanın sonudur.
 RABIA şehitlik arenasıdır, şehitlerin anasıdır, gülümseyen şehitliktir.
Sosyal medyada birçok insan, R4BİA işaretinin ilk kez Mısır’daki askeri darbeye resmi olarak itiraz eden Türkiye’de görüldüğünü iddia etmektedir. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, sembolün yayılmasına, halka hitap ettiği bir konuşması esnasında işareti yaparak katkıda bulunmuştur. Türk futbol oyuncularının da gol attıktan sonra işareti kullanması sembolün sosyal medyada kısa sürede popüler olmasını sağlamıştır.
Gol sevincini R4bia işareti yaparak paylaşan futbolcular
Bir işaretin sembol haline gelmesi normal olarak yıllarca sürerken günümüzde İnternet ve sosyal medya sayesinde bu süreç oldukça kısalmıştır. Orijinal olarak katledilen protestocuları simgelese de sembolün anlamı süratle radikalleşerek İslamcı propagandanın temel konseptleri olan İslami halifelik kurmak için şeref, kahramanlık ve şehitlik haline dönüşmüştür. R4BİA sembolünde artık, parmakların yerini alan tüfeklere, elde siyah renkli cihat bayrağına ve İslami Halifelik çağrısı yapan yazıya rastlamak ta mümkündür.
R4bia İşareti yapanlar arasına katılan ve en doğru işareti kendisinin yaptığını iddia eden sürgündeki FETÖ Lideri İmam Fethullah Gülen.
Belki de afişlerde, tişörtlerinde R4BİA işareti olanlar ve parmakları ile bu işareti yapanlar radikal anlamların içeriğini bilmiyorlar. Tıpkı Filistin kurtuluş hareketinin sembolü olan ve film yıldızları ve öğrenciler tarafından giyilen Arap başlığı gibi R4BİA işaretini de güzel ve dayanışma sembolü olarak görüyor olabilirler. Fakat Müslüman kardeşler gerçek İslamcı ajandasını gizlemenin öneminin farkında ve bu nedenle adını Adalet ve Özgürlük Partisi yaparak logosundaki Kuran ve çapraz kılıçları çıkarmıştır.
R4BİA işareti tehlikesiz bir barış sembolü değildir, bu sembol; direnişin, İslamcılığın, şehitliğin sembolüdür. Sarı zemin üzerindeki siyah renk bize otoyollarda uyaran TEHLİKE ikaz işaretlerini anımsatmaktadır.
Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve tamamen yazarın düşüncelerini yansıtmaktadır. Yazının çevrilmesi, kesinlikle çevirenin ve Sun Savunma Net sitesinin yazarın düşüncelerini paylaştığı anlamına gelmemektedir.
Türkiye ziyaretinde ayağının altına kırmızı halılar serilen ve bağımsız Kürdistan bayrağı altında ölmek istediğini söyleyen Barzani de yürüttüğü referandum propagandasında R4BİA’nın Türkçe versiyonu olan TEK MİLLET, TEK BAYRAK, TEK VATAN, TEK DEVLET sloganını kullanmaktadır. Barzani’nin istediği sloganı kullanma hakkı vardır ve bu sloganı tercih etmesinin de mutlaka bir nedeni vardır.
Fakat Barzani’ye yakınlığı ile bilinen RUDAW televizyon kanalı, yukarıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi hava durumunu sunarken, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin tamamını ve Doğu Anadolu bölgesinin tamamına yakınını ‘‘Kürdistan’’ haritasına dahil etmekte, yayınlanan haritada; Erzurum, Sivas, Ağrı, Van, Malatya, Hatay ve Mersin kentlerimiz Kürdistan sınırları içinde yer almaktadır.
‘‘Petrolün Laneti’’ başlıklı makaleden. http://sunsavunma.net/:26 Şubat 2017 tarihinde Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ve beraberindeki heyet İstanbul Havalimanına inerler. Barzani Türkiye’yi birçok kez ziyaret etmiştir. Fakat ilk defa IKBY bayrağı Türk semalarında Türk bayrağının yanında dalgalanmaktadır. Hem havalimanında hem de Başbakan Binali Yıldırım ile olan görüşmesinde.
Eleştiriler ağırdır. Başbakan Binali Yıldırım, bayrağın asılmasını savunur. Savunur ama aynı bayrak, Barzani’nin Recep Tayyip Erdoğan ile olan görüşmesinde nedense Türk semalarında görülmez.
Kerkük Eyaleti mahalli meclisi, 28 Mart 2017 günü bir araya gelir, 16 Arap ve Türkmen üye oturumda yoktur. Oturuma katılan 25 Kürt üye oybirliği ile bir karar alırlar; IKBY bayrağı Irak bayrağı ile birlikte resmi binalarda göndere çekilecektir. 1 Nisan 2017 günü Irak parlamentosu bu kararı reddeder, oylama öncesinde Kürt üyeler parlamentoyu terk etmişlerdir.
Türk Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yapar: “IKBY bayrağının vilayetteki tüm resmi dairelerde Irak bayrağıyla birlikte asılmasına ilişkin kararın kabul edilmesini doğru bulmuyor ve endişeyle karşılıyoruz. Vilayet Meclisi’nin Türkmen ve Arap üyelerinin boykot ettikleri oylamada alınan kararı doğrudan Kerkük’ün ihtilaflı statüsüyle ilgili ve Irak anayasasına aykırı tek taraflı bir tasarruf olarak değerlendiriyoruz. Farklı kimliklere mensup Irak vatandaşlarının ortak varlığı olan Kerkük’ün statüsüyle ilgili tek taraflı adımlarda ısrarcı olunması uzlaşı, diyalog ve anayasal süreçlere bağlılık kavramlarına zarar verecektir. Bu tür yaklaşımlar, ülkede kalıcı güvenlik ve istikrar çabalarını da olumsuz etkileyecektir. Irak’ın geçmekte olduğu kritik süreçte ilgili tüm tarafların sağduyu, sorumluluk ve itidal içinde hareket etmesi gerekmektedir.”
Barzani kendisini ziyaret ederken IKBY bayrağını astırmayan Erdoğan, Kerkük’te mili bayrağın dışında ikinci bir bayrağın asılmasını “bölücülük” olarak tanımlar. Zonguldak’ta konuşan Erdoğan, Irak Kürt Bölgesel Yönetimine seslenir; “Hemen o bayraklarınızı indirin, yoksa bedeli ağır olur” der.
Türkiye’de IKYB bayrağı astırdığında, ağır eleştirilere cevap olarak; ‘‘Bugünlerde bir bayrak hikâyesidir, gidiyor. Irak anayasasına göre, Kuzey Kürdistan Bölgesel Yönetimi özerk bir yapıdır. Parlamentosu vardır, başbakanı, bakanları, ayrı bayrağı vardır. Dünyada da bu şekilde tanınır. Sanki yeni bir teamülmüş, yeni bir uygulamaymış gibi bunu gündeme getirmenin iyi niyetle izahı mümkün değildir. Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğüne sonuna kadar saygı duyar. Irak anayasasının gereği neyse ona da saygı duyar. Bizim bunun dışında başkaca bir diplomatik teamül geliştirmek, buna göre yeni usuller ortaya koymak gibi bir uygulamamız olmadı, olamaz” diyen Başbakan Binali Yıldırım fikrini değiştirerek bu sefer de: 
“KERKÜK TÜRKMEN YURDUDUR”. Irak Kuzey Bölgesel Kürt yönetimi durup dururken kendi bayraklarını çektiler. Bu yanlış bir şey. Bu Irak anayasasına aykırıdır. Kerkük Türkmen yurdudur. Arapların, Türkmenlerin itirazına rağmen bu kararı aldılar. Irak merkezi yönetimi bunu tanımıyoruz dedi’’ açıklamasını yapar.
Yurt dışındaki düşünce kuruluşları ise, Türkiye’nin de artık istikrarlı ve daha otonom bir Kürdistan’ın gerekliliğini anlama noktasına geldiğinden bahsetmektedirler. Almanya’dan sonra en fazla dış satım yapılan yerin Irak Kürdistan’ı olduğu ve giderek çok daha fazla petrolün buradan alındığı iddia edilmektedir. Ve sıkı durun; yavaş yavaş oluşturulacak bağımsız bir Kürdistan’a Türkiye’nin karşı çıkmayacağı öne sürülmektedir.
Açıklamalar şöyle: ‘‘Türkiye, Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına olan itirazından; kendi iç politikaları, enerji ihtiyacı, ekonomik zorunluluklar ve Irak ile Suriye’de giderek artan belirsizliklerden kaynaklanan nedenlerden ötürü vaz geçmiştir.’’
Sivil Türk hükümeti, geçmişte askerlerin hâkim olduğu rejimler gibi Türkiyeli Kürtleri artık bir tehdit olarak görmemektedir. Kürt liderler de bağımsızlık yerine artık otonom bir Kürt bölgesi talep etmektedirler. Bu gelişmeler nedeniyle Ankara, bağımsız bir Irak Kürdistanı’nın kendi Kürt nüfusu içinde ayrılıkçı akımları körükleyeceği korkusunu artık bırakmış durumdadır.
RAND Raporuna göre; ‘‘Türkiye, Haziran 2015 seçimlerinde, Kürtlerin hâkim olduğu bir partinin başarı kazanarak, iktidardaki partinin çoğunluğu kaybetmesine neden olması sonrasında geri adım atmıştır.’’ Türkiye’nin bölgeye yaptığı yatırımlar nedeniyle Irak Kürdistan’ı giderek artan oranda önemli bir ekonomik ortak konumuna gelmiştir. Türkiye’nin büyüyen ekonomisi petrol ve doğal gaza ihtiyaç duymaktadır. Güney sınırlarında istikrarlı bir Kürdistan Türkiye’nin yararınadır ve Türkiye Bağdat’taki Şiilerin hâkim olduğu hükümete güvenmemektedir.’’
RAND raporunda, bağımsız Kürdistan devletinin aniden ilan edilmemesi, yavaş ve dikkatli hareket edildiği takdirde Türkiye’nin buna itiraz etmeyeceği, hatta bu durumun Türkiye’ye çok büyük ekonomik ve politik avantajlar sağlayacağı iddia edilmektedir.
Bakmayın Türkiye’de IKBY bayrağı astırıp da şimdi açıklama üstüne açıklama yapan yetkililere. Kürtlerde bu kadar petrol ve para olduktan sonra, yakında bağımsızlık ilanını da ‘‘ağır eleştiriler ve ciddi endişeler’’ ile geçiştiririz. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Binali Yıldırım’ın dediği gibi, Kürtler bayrağı durup dururken çekmediler ki.
8 Nisan 2017 günü yaptığımız değerlendirmeler bu şekilde. Küstah Barzani bağımsızlık için referandum kararı aldı ve R4BİA’nın Türkçe versiyonu olan TEK MİLLET, TEK BAYRAK, TEK VATAN, TEK DEVLET sloganıyla propaganda faaliyetlerine başladı bile… Türkiye olarak, bayrak astıklarında ağır eleştiriler yapmış ve ciddi endişeler taşıdığımızı açıklamıştık. Şimdi referandum kararı sonrası yine ağır eleştiriler yapıyor ve ciddi şekilde endişe duyuyoruz. Korkarım bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde de çok ağır eleştiriler yapacağız ve çok ciddi endişeler içinde olacağız…
0 notes