"Sandıkla gidecekler, artık tükendiler, elbette hesap verecekler gibi türlü kolaycı, slogana benzeş tahayyüllerle bu da gelip geçer denilen şeylerin yekunda hiçbir yere gitmediği son kertede apaçıkken, olmakta olanın pratiği zaten bütün meseli de özetliyor. Hiçbir yere en azından zoru var etmeden gitmeyecek, dahası hesap vermek bir yana paramiliter güçlerini harekete geçirebilecek kadar olağan addeden bir erkin, kalkıp oy sayımlarında mimlenmiş illa ki bir yerlerde kaydırma, oy çırpma, eksik kaydetme ve nicesi oyunla şark kurnazlığı tabirini canlandıran bir mekanizma mı tek hamlede gidecektir. Mümkün mertebe böylesi, bariz bir sığlıklar cenahına dönüşmüş, günbegün daha aşağıya kendini çeken bir yerde ol demokrasi idesinin karşısında bina edilmiş olan denetimin, gözetim ve tahakküm halinin suna geleceği şey bugünün de meselesini oluşturur. Hayatın daraltımı sadece seçimlerdeki o şaibeleri bir türlü aşamayan, sadece baş amir ve şürekasının tam da istediği mız mız mız bir muhalefetçilik anlayışı vesair ile dönüştürülürken olmakta olanın yıkım gerçekliğidir. Bu bahsin üstünde yükseltilen cerahatin nesnel kılınmasıdır. Öyle ya da böyle sadece erki bağlayan bir iktidar olur / olmaz oyunun kıyısında gündelik yaşam ediminin hiçe yazılan bir meseleye dönüşümü güncellenirken, o yıkım dört bir yana taşırılır." sesli meram
Aşırı doz neşeden öteki dünyaya gidip geldiğim bir sabah olduğu için bugün hem size hem de kendime aşırı şen şakrak bir şarkı bırakmak istedim (!) Bıraktım, şimdi geri gidiyorum. Görüşürüz, kendinize iyi bakın.
"Bildiklerini unut.” diyor DOST. ” Gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne bilgilerini silmekle başla. ” ” Zanlarını, yargılarını, önyargılarını ve dahi bütün genellemelerini koy bir çuvala ve hepten terk et. Gıybet etme sakın,… bil ki dedikodu denilen şey mıknatıs gibi kötü enerji çeker.
Kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın.
Birini nekadar çok aşağılar yahut dışlarsan, onun durumuna düşme ihtimalin o kadar artar.
Kainatın matemetiğidir. Bir koyar, bir alır insan. Bilmeden kendi hesabını dürer ” diyor DOST… ” Hiçbir konuda emin olma ” diyor DOST… ”
Kendini ayrıcalıklı sayma. Konumuna ya da mevkine, ismine veya şöhretine güvenme. Şu hayatta tüm zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir.
Nazlı nazlı yükselir köpük, derken pat diye sönüverir. Herzaman başkalarından öğrenmeye açık ol. En iyi bildiğin konularda bile köşeli düşünme, büyük konuşma.
Cümlenin sonuna nokta değil, ünlem değil, virgül yahut üç nokta koy. Açık bir kapı bırak daima.
Ne kadar bilsen de hiçbirzaman yeterince bilemeyeceğini unutma. Tevazudan şaşma. Ancak ozaman kurtulabilirsin bilginin cehaletinden. ” diyor DOST…
Birgün insan virgülü kaybetti; o zaman zor ve uzun cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı; cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti.
Sonra ünlem işaretini kaybetti; alçak sesle ve ses tonu değiştirmeden konuşmaya başladı. Artık ne bir şeye kızıyor, ne de bir şeye seviniyordu. Hiçbir şey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.
Bir süre sonra da soru işaretini kaybetti ve artık soru sormaz oldu. Hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu; ne evren, ne dünya, ne de kendi apartmanı umrundaydı.
Birkaç yıl sonra iki nokta işaretini kaybetti ve olayların nedenlerini başkalarına açıklamaktan vazgeçti
Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız tırnak işaretleri kalmıştı. Kendine özgü tek düşüncesi yoktu. Yalnız başkalarının düşüncelerini aktarıyordu.
Düşünceyi unuttu ve böylece son noktaya erişti.
Bütün bunlar çok güzel bir öyküdür. Fakat ufak şeylerin hayatta ne kadar kıymetli olduğunu göstermez mi?