Tumgik
#Rüzgar Kulesi
bunudaburayayazdim · 3 months
Text
İki Kule
Olaylar 528 yılında başlıyor. Galata Kulesi tüm heybetiyle yavaş yavaş İstanbul'un en güzel kızı olan Kız Kulesi karşısında yükselmeye başlamış. Günümüze gelen bu büyük aşk da daha bu sırada başlamış.
Tabi bu büyük aşk, sanılandan da imkansızmış. Aradaki mesafe kavuşmalarını adeta yasak kılmış. Bir gün Galata Kulesi Hezarfen ile mektuplarını yollamak istemiş bu güzeller güzeli kıza.
Hezarfen kabul etmiş etmesine ancak aksilik bu ya rüzgar denizin yakın arkadaşıymış, alıp kaçırmış bütün mektupları denizin derin ceplerine. Kız Kulesi görmüş elbet Rüzgar ile Deniz'in oyununu, kuşlar ile şarkılar söylemiş Galata Kulesi'ne.
Bir akşam vakti, etrafta kimse yokken ansızın kaybolmuş iki kule, tek gecelik bir kaçamak, bir çocuğun doğuşuna sebep olur.
Ancak minareler baskın gelir ve çocuğu uzaklara, Lizbon'a kaçırırlar. Kimse anlamasın, bulmasın diye de adını değiştirip Belem Kulesi yaparlar. Yazıktır ki kaderi değişmez, tıpkı anne ve babası gibi bir hapishane olarak kullanılır bir dönem Belem Kulesi ve sayısız ruhu hapseder içine.
Bu aşkı reddedenler için ise en büyük kanıtı Sunay Akın şu cümlelerle sunar:
Belem Kulesi görünüş olarak aynı babası olan Galata Kulesi'ne benzer ve kayalıklar üzerinde kuruludur, tıpkı annesi Kız Kulesi gibi.
11 notes · View notes
kefenisiyahh · 2 months
Text
Kaç gecedir uyumadım, kaç hayalim yetim kaldı? Şimdi kaç yazdığım şiiri ısıttı karanlığımı aydınlatmaya çalışan bir mum Mari? Peki, hangi bakış açısından bakıyorum uzun zamandır hayata? Bazı zamanlar bir kedi olmak istiyor canım bazen dışlanmış bir köpek.
Bazı zamanlar Galata kadar kalabalık olmak istiyorum, bazen kız kulesi kadar yalnız. Sığdırabildiğim kadar şiirler alıyorum ceplerime, her gün çıkmadan önce olur da birisi beni gerçekten severse diye yazıyorum saatlerce. Tenin kadar beyaz bir sayfaya mürekkep , kağıdı kirletiyor.
Karanlığım beyaz tenine prangalar çekiyor, sert esen bir rüzgar gecenin akordunu bozarken İstanbul Boğazı olsam, sindiremiyorum ruhuma çakılı kalmış bu kasveti. Sonra bir film çekeyim diyorum, altı kırk beş günün en müphem saatlerinde.
0 notes
plusborsa · 1 year
Photo
Tumblr media
🟢#SAYAS Rüzgar türbini kulesi ve aksam üretimi bölgesel teşvik sistemi kapsamına alındı #borsaplus #borsa #BorsaIstanbul #bist100 https://www.instagram.com/p/CloGaUYIrUV/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
34haber · 2 years
Text
Say Enerji, yeni ihale aldı
Say Enerji, yeni ihale aldı
Say Yenilenebilir Enerji Ekipmanları Sanayi ve Ticaret A.Ş, ihale aldı. Kamuyu Aydınlatma Platformuna (KAP) yapılan açıklama şöyle: ”Bilindiği üzere şirketimiz rüzgar enerjisi endüstrisinde dünya liderlerinden Enercon’un onaylı tedarikçisidir. Bu çerçevede Enercon küresel tedarik departmanı tarafından düzenlenen çevrimiçi ihale sonucunda 18 set rüzgar türbin kulesi aksamına yönelik 603.577,50…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
treefifeniner · 2 years
Text
DERS 24: HAVALİMANLARI (TRAFİK PATERNLERİ #2)
Pilotlar havaalanlarından kalkış yaparken veya havaalanlarına inerken standartlaştırılmış bir trafik düzeni kullanır. Trafik düzeninin ana amacı, hava trafiği içindeki unsurların düzenli bir şekilde havalimanına giriş ve çıkışının sağlanmasıdır. Bu, tüm uçakların aynı prosedürleri izlemesi gerektiğinden, havalimanı ortamını daha güvenli hale getirir.
Temel trafik düzeni, bir kontrol kulesi veya kulesiz bir havaalanı tarafından kontrol edilip edilmediğine bakılmaksızın tüm havaalanlarında benzerdir. Trafik düzeni, 5 farklı ayaktan oluşan dikdörtgen bir şekilden oluşur: kalkış, yan rüzgar, rüzgar yönü, zemin ve son. Standart trafik düzeni, sol trafik olarak adlandırılır. Bu, paterndeki tüm dönüşlerin sola yapıldığı anlamına gelir. Bir pist ayrıca, tüm dönüşlerin sağa yapıldığı, standart olmayan veya doğru bir trafiğe sahip olabilir. Çoğu havalimanında, trafik düzeni tipik olarak havalimanının yüksekliğinin 1000 fit üzerinde uçar.
Tumblr media
Pilot, pistin yaklaşma ucuna doğru uçarak rüzgar yönündeki bacağa 45 derecelik bir açıyla paterne girmelidir. Pistten yaklaşık bir mil uzaktayken, piste paralel ve iniş yönünün tersine uçarak rüzgar yönü ayağına girmek için bir dönüş yapılmalıdır. Pilot daha sonra pistteki konma noktasına inerken iki doksan derecelik dönüş (biri üs dönüşüne, diğeri son dönüşe) uçmalıdır. Bu, iniş için uygun şekilde hazırlanmalarına ve kendilerini diğer hava trafiğine göre sıralamalarına olanak tanır.
Kalkış yapan ve pist çıkış istikametine tırmanan bir uçak Kalkış Ayağı'ndadır. Yeterli bir irtifada, pilot ya paternden ayrılabilir ya da Yan Rüzgar Ayağına dönerek patern içinde kalabilir. Paternde kalmaya karar verirlerse, pilot yeterince ara verdikten sonra Rüzgar Aşağı Ayağına geri dönebilir ve başka bir iniş alıştırması yapmak için hazırlık yapabilir.
Paternin henüz bahsedilmeyen bir ayağı daha var. Bu bacağa Rüzgâr Üstü Ayağı denir ve aynı zamanda piste paraleldir, ancak rüzgar yönünün karşısındaki tarafta bulunur. Bu bacak tipik olarak yalnızca bir pilotun kendilerini diğer trafikten güvenli bir şekilde uzaklaştırabilmeleri için inişlerini iptal etmesi gerektiğinde kullanılır.
Paterndeki pilotlar pozisyonlarını bu bacaklara göre duyurur. Bir pilot, temel ayakta olduklarını ve finale çıkmak üzere olduğunu duyurursa, yerdeki başka bir pilot, o sırada havalanmalarının muhtemelen güvenli olmadığını anlayacaktır. Daha sonra, kalkıştan önce yaklaşan trafiğin inmesini bekleyecekler.
Kule kontrollü havalimanlarında ATC, pilotlara düz yaklaşmaları için talimat verebilir veya pilotların zemin ayak üzerinde girmesini sağlayabilir; ATC, aynı anda sol ve sağ paternleri bile çalıştırabilir. Kulesi olmayan havaalanlarında bu prosedürler önerilmez. ATC standart dışı varış ve kalkışları koordine etmek için orada olmadığında, onaylanmış tam paternde uçmak, trafik çakışmalarından kaçınmanın en iyi yoludur.
07.08.2022
0 notes
simurgx · 2 years
Text
Sevgilim
Ne kadar seninle tanışalı 2 sene 4 ay olmuş olsada sanki sen hep hayatımdaydın asırlardır ruhum ruhunu tanıyor gibi.
Bu gece epey hüzünlüyüm aslına bakarsan çünkü senden vazgeçmem gereken bir gecenin avuç içindeyim. Bazen seninle birlikte olduğumuz ve sildiğim için canım yanan fotoğrafları hatırlıyor ve daha da hüzünleniyorum. Acaba geçmişte bir yerlerde o fotoğrafların içinde yaşamaya devam ediyor muyuz. O zamanlar daki mutluluğun bir tarifi yok ne acı hayatımın en mutlu günleriymiş de haberim yokmuş.
Sana aşıktım… Bana aşıktın… Ve yıldızlar parlıyordu. Artık parlamıyor yıldızlar bir daha da patlayacağını zannetmiyorum.
Biz birlikte olamayacağız başkaları olacak hayatımızda başkalarını sevmeye çalışacağız inanabiliyor musun birini sevmek için çaba göstereceğiz. Aklımıza silinen o bulanık fotoğrafları getirmeye çalışacağız biraz da netleşsin diye kaşlarımızı çatarken bir anıya tutunacağız
O hafta sonu kampı mesela o çadır.. sahil.. dalgaların huzurlu sesi.. o dingin göl… çıplak tenimiz..
Ya da yaptığımız o uzun yolculuk.. Kapadokya.. benim çiçekli pembe elbisem .. uçsuz bucaksız o yol.. o şarkılar… o benzinlikte ki soğuk gece .. o gündoğumu…
Veyahut Bahçeşehir göletteki o yürüyüşümüz… sakızlı martini.. o uzun uzadıya sohbetler…
ofisin karşısındaki o ikinci kat yerdeki yatak.. şarap-cumartesi… mumlar… küçük tüplü televizyon …
Peki ya çay sokak.. en çok da o hak etmiyor mu hatırlanmayı ? Karantina günlerimiz.. yeşil kanepe… o kanepedeki sohbetlerimiz.. gülüşmelerimiz.. oyunlarımız.. sevişmelerimiz..
Bir de balık tutmalarımız var tabii oltanın uzun bir bekleyişten sonra titreyişi.. tenimize değen serin rüzgar … ay’ın denizin üstünde dalga dalga ışıldayışı…
Galata kulesi … galata’daki o teras kafe…
Benim sana okuduğum kitabı heyecanlı heyecanlı anlatışım senin hayran hayran dinleyişin.. birlikte yaptığımız yemekler ..
izlediğimiz diziler filmler.. dinlediğimiz dans ettiğimiz şarkılar.. tutmaya yeltendiğimiz evler .. hevesle aldığımız sinirle kırdığımız eşyalar .. küçük prens kitabı .. santraç takımı.. dört yapraklı gonca kolyem..
ne çok şey yaşadık dünya umurunuzda değildi birbirine aşık bir kadın ve bir erkek her şey nasıl da sonsuz gözükmüştü oysaki .. hepsini tükettik şimdi .. karşı karşıya duran iki uçurum olduk bir köprü kurmaya çalıştık ama aramızda ki boşluk çok açık üstelik köprü de sallanıyor.
Bin yıl geçsede unutamam seni
Sen hiç kurumayacak göz yaşım, yarım kalan şiirim
Hoşçakal …
2 notes · View notes
alyeska-blog · 4 years
Text
Tumblr media
Kız kulesini bilirsiniz şu koca boğazın ortasında yalnız başına bütün zarafeti, afeti ve güzelliği ile insanı büyüleyen yüzyıllardır var olan şaheser. Güzelliği ve aşklara konu olan efsaneleri ile dillere destandır ama Kız kulesi yapayalnızdır. Var olmuş nice aşklar görmüştür ama kendi hep yalnız kalmıştır yıllarca bu yalnızlık onu denizin karanlıklarını görmeye itmiş, ruhunu karartmıştır. Artık ne eski ışıltısı vardır ne denizlerin dalga seslerine, martılara eşlik eden neşesi. Bütün bu yalnızlığı ile sıkılırken karşısına inşa edilmeye başlayan Galata kulesini görür ve bir anda vurulur bu gösterişli kuleye Kız kulesi. Galata kulesi bütün heybetiyle yükseli vermiş Kız kulesinin karşısına Galata kulesi İstanbul'un her bir köşesine hakim ve kudretli duruşuyla öyle yakışıklı görünüyormuş ki, Kız kulesinin ona vurulmaması imkansızmış. Galata kulesi de ilk gördüğü gün aşık olmuş denizin ortasında duran bu nazlı kıza.
İki aşık yıllarca bakmışlar birbirlerinin güzelliğine ama nasıl kavuşur nasıl dile getirirlermiş ki aşklarını, arada kocaman bir deniz varmış. Kız kulesi aşık olduğu heybetli yakışıklıya hislerini anlatamadığı için günden güne daha bir solgunlaşıyormuş, üstelik onun hislerini de merak ediyormuş güzelim kız kulesi ya o sevmezse beni diye kahrından deli oluyormuş. Galata kulesi de aynı merak ve endişe ile büyütüyormuş her geçen gün ona olan aşkını.. Galata kulesi dayanamazmış sevdiğini bu halde görmeye ve bir gün ulaştırırım nasıl olsa diye hissettiklerini yazarmış sayfalarca şiirler, mektuplar.. Yazarmış yazmasına ama ne sesini ne de yazdıklarını hiç iletememiş sevdiğine.. Düşünüp dururmuş, nasıl ulaştırabilirim bu sayfaları diye..
Galata kulesi kara kara düşünürken Hezarfen Ahmet Çelebi çıkıvermiş bir gün tepesine ve Galata kulesinden Üsküdara uçacağını anlatmış bu kudretli kuleye. Galata kulesi yalvaran sözcüklerle rica etmiş Hezarfen Ahmet Çelebiye, Kız kulesine yazdığı mektupları, şiirleri uçurması için. Galata kulesinin aşkının gücüne dayanamayan Hezarfen Ahmet bu isteği kabul etmiş. Almış mektupları koynuna ve bırakmış kendini koca kuleden boğaza doğru ama çılgın esen rüzgar ile bir oyana bir buyana savrulurken denize düşürmüş mektupları, Kız kulesi merakla izlerken bu çılgın adamın savurduğu kağıtları Galata kulesinin yolladığını hissetmiş ve martılarla şarkılar söyleyerek keyiflenmiş.
Olan biteni uzaktan çaresiz izleyen Galata kulesi ise üzüntüden ne yapacağını şaşırmış ama görmüş ki dalgalar yardım ediyor aşkına ve mektupları tek tek bırakıyor Kız kulesinin kucağına..
Kız kulesi yalnızlıktan kurtulmanın, aşkına karşılık bulmanın sevinci ile içine güneş gibi doğan bu haşmetli kulenin karşısında günden güne güzelleşiyor ışıl ışıl parlıyormuş.
Aşkının karşılıksız olmadığını gören Galata kulesi de yıllara rağmen daha bir kudretli daha bir sağlam süzüyormuş sevdiğini..
Aşk sadece insanlar arasında, insanlarda olan bir duygu degil, önemli olan aşka aşık olmayı bilmek..
Ve Galata kulesinin Kız kulesine olan aşkı gibi sonsuzca ve tertemiz sahip çıkabilmek aşka..
18 notes · View notes
aynurant · 4 years
Text
Tumblr media
Yağmur yağmıştır,
Güneş açmıştır
Belki de kar fırtına boran...
Martılar haber uçurmuştur sinesinden bazen
Bazen de defalarca ayaklarına kapanmıştır denizin asil kulesinin,
Arsız dalgalar...
Ama yılların bulanıklığına ve yorgunluğuna inat
duruşunu hiç bozmamıştır kız kulesi.
Kim bilir derinlerinde nice aşınmaya rağmen
Hep asil, hep dupduru
hep gidilesi ve hep görülesi...
Kız kulesi...
Rüzgar
6 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing - 90. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 90: Ay Festivali, Mehtap İzleme Arifesinde Savaşan Fenerler
Ancak kötü görünecek bile olsa, yine de en iyisi gitmesiydi.
Yüzlerce yıldır münzevi bir hayat süren Yağmur Ustası gibi değildi, elinde gizli bir görevi olan Toprak Ustası gibi değildi ve canı ne isterse onu yapan Su Ustası gibi hiç değildi. Eğer onlar gibi olmadığı halde dışarı çıkmamakta ısrar eder, sırf istemiyor diye katılmayı reddederse, o zaman bir süre sonra insanlar gücenir ve konuşmaya başlarlardı, ve hatta o umursamasa bile, işleri Jun Wu için zorlaştırırdı. Bu nedenle Shi Qing Xuan’ın davetini hemen kabul etti. “Peki. O gün kesinlikle orada olacağım.”
O zamana kadar Xie Lian, Qi Rong’u adamın bedeninden ayırmak için her tür yöntemi denedi, ama yine de başarılı olamadı ve Qi Rong gittikçe halinden daha da memnun oluyordu. Şükürler olsun ki Gu Zi ‘baba’sını besliyordu, yoksa Xie Lian hiçte onun ağzına bir şeyler tıkacak ruh halinde değildi. Ay Festivali gününde Xie Lian Puji Manastırının dışına bir rün çizdi, kapıyı dışarıdan kilitledi, Qi Rong’u bağlaması için RouYe’yi geride bıraktı ve Cennete gitti.
Mısralarda: “Cennetin beyaz yeşimden kenti, on iki kulesi beş şehri. Ölümsüz başımı okşar, saçlar ölümsüzlüğü taşımalı.” Diye geçen ‘beyaz yeşimden kent’ elbette Üst Cenneti kastediyordu. Ay Festivali sırasında, Üst Cennette her şey yenilenir ve tazelenirdi, ve diğer dahası Xie Lian sokakların, koridorların, terasların artmış sayıda korumayla dolduğunu görebiliyordu; muhtemelen Hua Cheng’in geçen seferki ihlali nedeniyle oradaydılar. Ziyafet ay ışığı altında zarif kokular, elverişli bir hava ve refah bulutlarıyla sarılmış açık havada verilirdi, ve çiçekler kar parçaları gibi havada çırpınırdı, hem eğlence hem mehtabın seyredilmesi için uygun bir ortam oluşurdu. Ölümlü diyarda ayı seyreden bir kişi eğer baş parmağıyla işaret parmağından bir halka yaparsa, ay o çerçeveye sığardı. Ancak cennette ay seyrederken, ay parlak ve yakın bir mesafedeki devasa bir yeşim taşı gibi berrak olurdu, sanki sadece birkaç adımla yakalanabilecekmiş gibi; sahiden ölümlü diyarda görülemeyecek ruhani bir manzaraydı. *ÇN: Bu mısralar Tang şairi Li Bai’ye ait. Kendisi ölümsüz olma takıntısıyla bilinirmiş.
Ziyafetin başında oturan kişi, söylemeye gerek yok, elbette Jun Wu’ydu. Ancak diğerlerinin nasıl yerleşeceği konusunda gizli, girift bir düzen söz konusuydu, bir sıra ve konumlanma metodu; çok önde oturmak doğal olarak uygunsuzdu, ama çok geri oturmayı da hiçbir cennet mensubu istemezdi. Xie Lian bu tür normları sahiden hiç umursamıyordu, ancak kişi Ay Festivalinde usulen giyinmiş olmalıydı, bunun anlamı da ölümlü diyardaki ilahi heykelleri gibi giyinmesi gerektiğiydi. Xie Lian’ın bir tane bile ilahi heykeli yoktu, bu yüzden yine sırtında bambu şapkasıyla beyaz cübbesini giymişti; her ne kadar biraz kılıksız olsa da, sahiden giyecek daha iyi bir şeyi yoktu. Bu şekilde giyinmesi göze çarpıyordu, bu nedenle daha gizli bir yere oturursa daha iyi hissedecekti.
Tam oturmak için gelişigüzel bir köşe bulup oturmuştu ki, başını kaldırdığında Feng Xin’in oraya doğru geldiğini gördü. Her ikisi de bir an duraksadı, birbirlerine başlarını salladılar ve bunu bir selamlama olarak kabul ettiler. Feng Xin birkaç adım daha attı ama sonra arkasını döndü ve sordu. “Neden buraya oturuyorsun?”
Xie Lian yanlış bir yer seçtiğini düşündü ve ayağa kalktı. “Herhangi bir yere oturabiliyoruz sanıyordum?”
Feng Xin tam konuşacaktı ki Xie Lian uzaklardan Shi Qing Xuan’ın ona önlerde el salladığını gördü. Shi Qing Xuan kadın formundaydı ve Feng Xin dönüp onu gördüğünde sanki kötü bir şey hissetmiş gibi göründü. Şaşkın görünerek Xie Lian’ı kendi halinde bıraktı ve aceleyle gitti. Shi Qing Xuan bağırdı. “EKSELANSLARI, BURAYA!”
Rüzgar Ustası Üst Cennette açıkça popüler biriydi ve doğal olarak oturduğu yer en iyilerinden birisiydi, Jun Wu’ya yakındı. Bu el sallayışı ve bağırması pek çok cennet mensubunun oraya bakmasına neden oldu ve bir elini yanağına dayamış sessizce oturmakta olan Jun Wu da Xie Lian’ı fark etti, ona doğru başını eğdi, bu nedenle Xie Lian’ın oraya gitmekten başka şansı kalmamıştı. Yolda, tahmin ettiği gibi Lang Qian Qiu’yu görememişti; görünüşe göre Qi Rong’un nerede olduğunu bulmak için uzun zaman önce Ay Festivaline gelmeyi reddetmişti. Shi Qing Xuan, Xie Lian için hemen yanında bir koltuk buldu, en iyi yeri seçmişti ve Xie Lian oraya uygun olmadığını düşündü, ama Rüzgar Ustası tutkulu bir şekilde lütufkar olduğu için, onu çoktan itip oturtmuştu ve konuştu. “Ziyafet bittikten sonra seni çocuğa götürürüm. Biraz çirkin, ama oldukça uysal.” Bu noktada tek yapabileceği teşekkür etmekti. Başını çevirdiğinde ikisinin yanında Ming Yi’nin oturduğunu gördü, kasvetli bir suratla yeşim bir fincanla oynuyordu ve o küçük kapla oynayan eli yeşim fincandan daha beyazdı. Yüzünün rengi yeterince normaldi, görünüşe göre Hayalet Şehirde aldığı yaralar iyileşmişti. Xie Lian selamladı. “Toprak Ustası, sizi iyi gördüm.”
Ming Yi bir kez başını salladı, konuşmak istemiyormuş gibi görünüyordu. Shi Qing Xuan ise tam tersiydi. Herkesi tanıyordu ve önüne, arkasına, sağına, soluna oturan herkesle birkaç kelime ediyordu, hatta daha uzaktakilerle de. Xie Lian onun her rütbeden bu kadar çok cennet mensubunun ismini hatırlayabilmesiyle şaşkına dönmüştü. Xie Lian’ın hemen yanında on sekiz, on dokuz yaşlarında genç bir adam vardı, uzun bir burnu, kalın kaşları ve hafifçe kıvrılan kuzguni saçları vardı. Xie Lian onu tanımıyordu ve o da Xie Lian’ı. Bir süre birbirlerine baktılar, Xie Lian’ın uydurduğu rastgele selamlamaların ardından biraz kaybolmuş hissettiler ve garip bakışmalarını sonlandırdılar. Xie Lian biraz daha etrafına bakınca Feng Xin ve Mu Qing’in birbirlerinden olabildiğince uzak oturduklarını gördü ve tam önünde birbirleriyle samimi bir şekilde sohbet eden üç cennet mensubu vardı.
Sol taraftaki siyahlara bürünmüş bir literatür tanrısıydı, saygılı kaşlarıyla, cömert bir görüntüsü vardı ve kelimelerin arasında beş parmağı düzenli bir ritimle nazikçe masaya vuruyordu, adamın yüz ifadesi durgun ve sakindi, tanıdık geliyordu; ortadaki kişi elbette fazlasıyla tanıdığı Pei Ming’di; ve sağ tarafta beyaz cübbeli bir beyefendi vardı, elindeki yelpaze nazikçe sallanıyor ve yelpazenin önünde su için ‘shui’ kelimesi yazıyordu, arka tarafına üç dalgalı çizgi çizilmişti, kaşları ve gözleri Shi Qing Xuan’a oldukça benziyordu, nazik görünüyordu ama gözleri açıkça hiç kimseyi umursamadığını bildiriyordu. Bu ‘Su Tiranı’ndan başka kim olabilirdi ki?
Xie Lian anlamıştı: Onlar ‘Üç Yumru’ydu.
Siyah cübbeli literatür tanrısı Ling Wen’in en güçlü formu olmalıydı ve sahiden etkileyici derecede kurallara bağlı görünüyordu. Üçü birbirlerini selamladılar ve yerden göğe kadar birbirlerini övecek ve iltifat edilebilecek her tür şeyi kullandılar, öyle ki Shi Qing Xuan alçak sesle homurdandı. “Sahte. ÇOK sahte.” Xie Lian ise daha çok komik bulmuştu. Tam bu sırada ziyafet masalarının önünde dört tarafı kırmızı sahne perdeleriyle örtülmüş küçük, güzel bir çardak olduğunu fark etti ve sordu. “O nedir?”
Shi Qing Xuan gülümsedi. “Ah, bilmiyorsun, Üst Cennette oldukça popüler bir oyundur. Gel, gel, izle, başlıyor!”
Göklerin altından yuvarlanarak gelen gürleyen fırtına sesleriyle sözleri kesildi. Jun Wu gökyüzüne baktı, bir bardak şarap döktü ve aşağıya uzattı. Ardından gürleyen göklerle, oturmuş cennet mensupları kahkahalar atmaya ve bağırmaya başladılar, şarap kadehini uzatırken sesleniyorlardı. “Bana verme! Bana verme!”, “Ona ver!”
Sadece diğerlerini izleyerek bile Xie Lian kuralları aşağı yukarı öğrenmişti, Demek Tantanalı Çiçek Geçişi buymuş, diye düşündü. Kalabalık Jun Wu’nun onlara verdiği şarabı dökmeden elden ele dolaştırıyordu, şarap herhangi birine uzatılabilirdi ama tekrar aynı kişiye verilmemeliydi. Gök gürültüsü dindiğinde şarap bardağı elinde kalan işi eğlenmek için seçilecekti, ancak ne tür bir ‘eğlence’ olduğunu anlayamamıştı. Xie Lian’a göre bu dostane bir oyun değildi. Şarap kadehini uzattığın kişi alay edilen kişi olabilirdi, bu nedenle herkes yakın olduklarına uzatmalıydı. Ancak kendisi mevcut cennet mensuplarının çoğuyla samimi değildi, bu yüzden nasıl vurdumduymaz bir şekilde diğerleriyle birlikte eğlenebilirdi? En fazla Rüzgar Ustasına uzatırdı, peki ya ona kadehi uzatan Rüzgar Ustası olursa ne yapacaktı?
Umarım kimse bana uzatmaz, diye içinden geçirdi Xie Lian, Ama belki de fazla büyütüyorum. O daha ağzını bile açamadan ilk tur bitmişti. Herkesin yoğun bakışları altında şarap kadehi Pei Ming’in elinde durdu. Pei Ming alışmışa benziyordu ve kükreyen kalabalığın tezahüratları arasında bardağı tek dikişte bitirdi ve cennet mensupları alkışlardı ve bağırdı. “KALDIR! KALDIR!”
Yoğun tezahüratların arasında, cezbedici çardağın perdeleri dört taraftan da yavaş yavaş kalkmaya başladı. Platformun üzerinde uzun bir general duruyordu, başı yukarıda, adımları geniş, görkemli derecede etkileyici. Altındaki hiçbir cennet mensubunu fark etmiş gibi görünmüyordu, ne de cennetin tuhaf derecede güzel manzaralarını. Birkaç adım attı ve mısralar okumaya başladı, yüksek sesli ve coşkuluydu.
Görünüşe göre bardak kimin elinde durursa, çardak ölümlü diyardan o cennet mensubu üzerine yazılmış oyunlar getirir ve herkesin görebilmesi için sahnelerdi. İnsanların işleri birbirine karıştırma sevgisi nedeniyle, kim bilir nasıl berbat bir oyun göreceklerdi ve kimse kimin seçileceğini bilmiyordu, bu nedenle de oyun hem heyecan hem utanç vericiydi.
Ancak eğlence de bu şekilde ortaya çıkardı. General Pei’nin her oyunun oldukça neşeli olduğunu söylemek gerekirdi, çünkü her seferinde kadınlar değişirdi. Bazen ilahi bir varlık, bazen bir iblis, bazen evlenmemiş bir genç hanım; her kadın diğerinden daha güzel olurdu ve hikayeler de bir öncekinden daha utanmaz. Cennet mensupları büyük bir ilgiyle izlediler, kadının sahneye çıkmasını bekliyorlardı. Sahiden de siyah cübbeli bir kadın sahneye girene dek çok beklemeleri gerekmemişti, kadının sesi altın bir asma kuşu gibiydi ve iki oyuncu birbirlerine şarkı söylediler, sözler yüzsüz derecede işveliydi. Ancak izledikçe bir şeylerin yolunda olmadığını hissetmeye başlıyorlardı ve birbirlerine sormaya başladılar. “Bu oyunun adı ne?”, “General bu sefer hangi kadını baştan çıkartıyor?”
Tam bu sırada sahnedeki ‘General Pei’ seslendi. “Soylu Jie–”
Sahnenin altında, hem Pei Ming hem Ling Wen şaraplarını püskürttüler.
‘Soylu Jie’ başka kim olabilirdi ki? Ling Wen’in tam adı Nang Gong Jie’ydi. Tüm cennet mensupları şaşkındı: Bu ikisinin sahiden bir geçmişi mi vardı?!
Ling Wen bir mendil buldu ve dudaklarının kenarını sildi ardından düz bir şekilde konuştu. “Üzerinde düşünmeye gerek yok. Uydurma zaten.”
Her ne kadar söz konusu iki kişi de biraz acı çekiyormuş gibi görünse de, yine de yeterince vurdumduymazlardı. Oyun sahnede ‘eevee eeeettt evvveee eet’ diye devam etti ve ikisi de hiçbir şey görmemiş gibi davrandılar. Shi Wu Du ise bu kadar kolay kaçmalarına izin vermeyecekti ve gülümsedi, yelpazesini salladı. “Ne kadar heyecan verici bir oyun. Siz ne dersiniz?”
“Pek sayılmaz.” Ling Wen cevapladı. “Eski bir oyun. O zamanki ilahi heykellerim şimdikiler gibi değildi. Sadece bir halk hikayesi. Halk hikayelerinde, kadın olduğu sürece bizim yaşlı Pei kimi baştan çıkartmaya çalışmadı ki?”
Herkes tüm samimiyetiyle katılıyordu. Pei Ming konuştu. “Hey, öyle diyemezsin. Halk hikayelerinde aşağı yukarı herkesi baştan çıkarttığım doğru ama, böyle bir şey yapmadım. Günahımı alıyorlar.”
Ling Wen iğneledi. “Senin mantığına göre, hiçbir şey yapmadığım halde ölümlüler benim bir sürü erkek cennet mensubunu baştan çıkarttığımı söylüyorlar diye, şu anda diken üzerinde oturuyor olmam gerekmez miydi?”
Ling Wen cennette görevlendirildiğinden beri, halk hikayelerinin hepsi onun cennet mensuplarını baştan çıkartarak yükseldiğini anlatıyordu, bu aynı zamanda ilk başlarda Ling Wen Sarayının çok az sayıda tapınanıyla soğuk ve sessiz bir yer olmasının nedeniydi. Hatta yoğun bir itiraz döneminde, yerin dibine dek lanetlenmiş ve küfredilmişti, ve hatta bağış kutusuna kanlı çamaşırlar ve sutyenler bile atılmıştı. Ancak eğer erkek bir cennet mensubu benzer söylentilere hedef olursa, çekici unvanı kazanırdı ve tüm bunlardan keyif alabilirdi. Her ne kadar benzer durumlar olsa da kadınlar ve erkekler arasında bir fark vardı ve farklı sonuçlar doğuyordu.
Tam Xie Lian bunları düşünürken bir sonraki tur başlamıştı. Shi Wu Du biraz önce gülüyordu, ama bu kez sıra ondaydı. Yanındaki iki Yumru aynı anda kutlama jesti olarak ellerini kaldırıp onun önünde birleştirdiler. “Eli çabuk karma. Nezaketle kabul et.”
Shi Wu Du’nun kaşları çatıldı, şarabı içti ve perdeler bir kez daha kalkmıştı. Perdeler daha en yükseğe ulaşamadan içlerinde iki haykırış duyuldu:
“Karıcııııııımmmm!”
“Kocişiiimmmmm!”
Son derece tutkulu, şefkatli sesler dönüp dolaştı, özlem havada asılı kalmıştı.
Xie Lian kendi gözleriyle Shi Wu Du ve Shi Qing Xuan’ın tüylerinin diken diken olduğunu gördü.
Shi Qing Xuan ayağa fırladı. “GE – !! ÇABUK DURDUR ŞUNU!”
Shi Wu Du hemen bağırdı. “KESİN ŞUNU! HEMEN KESİN ŞUNU!”
Görmeden bile insan seçilen oyunun Su Lordu ile Rüzgarın Hanımını karı koca olarak gösteren bir halk hikayesi olduğunu tahmin edebiliyordu. İnsanların hikayelerinde aşk ve nefret her daim en çok tercih edilen konu olmuştu. Herhangi biri zaten varsa iyiydi. Eğer yoksa, daha da iyiydi, çünkü kendileri uydurabilirlerdi. Teknik olarak tanrıların kendilerinin yaptığı şeyler basmakalıp efsanelerdi, ama bazen ölümlülerin onlar için buldukları şeylere denk gelir ve sahiden ne kadar efsanevi olduğuna şaşırmadan edemezlerdi.
Shi Wu Du konuştuğu anda perdeler sahiden düştü. Tüm cennet mensupları kahkaha atmak istiyorlardı ama cüret edemiyorlardı, gülmelerini gizlerken acı çekiyorlardı. Xie Lian ise gülümsedi ve sordu. “Rüzgar Ustası, perdelerin inmesi için seslenilebildiğini bilmiyordum?”
Shi Qing Xuan hala titriyordu, cevapladı. “Evet, çok önemli bir şey değil. Sadece yüz bin merit bağışlamak gerekiyor!”
“…”
Xie Lian oturdu, konuşamıyordu, ve üçüncü tur başladı. Bu kez gök gürültüsü çok uzun sürmedi ve şarap bardağı Xie Lian’ın yanında oturan genç adama uzatılmıştı.
Bunu görünce tüm cennet mensuplarının yüz ifadesi tuhaf bir hal aldı. Coşkulu değillerdi ama soğukta değildi, daha çok oyunu görmeyi sahiden istiyor ama belli etmek istemiyorlardı. Genç adam oyunla pekte ilgileniyormuş gibi görünmüyordu ama yine de şarabı içti. Bardağı bıraktı ve perdeler bir kez daha yükseldi.
Sahnede iki kişi duruyordu; birisi taştan bir aslan yelesi gibi kıvırcık saçları olan genç bir generaldi ve her ne kadar aşırı abartılı görünse de, yine de bir kahraman gibi hayat dolu görünüyordu, bu yüzden o genç cennet mensubunu canlandırıyor olmalıydı; diğerinin sivri dudakları ve maymunumsu yanakları vardı, berbat bir palyaçoya benziyordu, sahnede zıplayıp duruyordu. Genç adam onunla yüzleştiğinde, ciddi ama yapışkan ve tiksindirici davranıyordu, genç adam başka tarafa döndüğünde, alay ederek yüzünü farklı şekillere sokuyor ve onu sırtından bıçaklamak için kılıcını çıkartıyordu, iki yüzlü, kurnaz bir kötü adamı oynadığı aşikardı.
Palyaço enerjik ve aşırı abartılı bir şekilde oynadı aptalca, komik bir oyunmuş gibi görünüyordu, ama izleyen cennet mensuplarının yüz ifadeleri tümüyle bambaşkaydı. Xie Lian düşük rütbeli cennet mensuplarının hepsinin kükreyerek güldüğünü gördü, Shi Qing Xuan ve Shi Wu Du gibi yüksek rütbeli olanlar ise tek kelime etmeden kaşlarını çatmış, hiçte komik bulmuşa benzemiyorlardı. Aynı zamanda yanındaki genç adamın aniden yumruklarını sıktığını fark etti ve Xie Lian irkildi. Her ne kadar sahnede neler olduğunu anlayamasa da, yine de birisiyle alay edildiğini tahmin edebiliyordu. Ayrıca her ne kadar kimin kim olduğunu bilmese de, sadece oynanışta bile insanın rahatsız hissetmesine neden olan bir şey vardı. Genç adam yumruk atacakmış gibi görünüyordu, bu yüzden Xie Lian masadan bir yemek çubuğu aldı ve perdeleri kontrol eden ipe doğru fırlattı.
Pek keskin olmayan yemek çubuğu ipe değdi ve sahiden kesti. Perdeler gürültüyle düştü ve tüm cennet mensupları şaşkınlıkla haykırdı. “Bu nasıl olur?!”, “Neler oluyor!” Herkes Xie Lian’a döndü, bazıları ayağa bile kalkmıştı. Xie Lian tam ağzını açacaktı ki bir an sonra bir şey kulaklarında patladı. Görünüşe göre genç adam elindeki beyaz yeşim kadehi kırmıştı.
Görünüşe göre oyun onu öfkelendirmişti ve bir anda kadeh parçalarını bir kenara attı, ayağa fırladı, masanın üzerine çıktı, ayaklarıyla iterek zıpladı ve çardağın üzerine indi, perdelerin içine dalmıştı. Bir çok cennet mensubu perdeleri kaldırmak için koştu ama içeride kimse yoktu. Bir hengame koptu. “OLAMAZ OLAMAZ, EKSELANSLARI QI YING YİNE İNSANLARI DÖVMEYE GİTTİ!”
Xie Lian merak etti, Qi Ying? Qi Ying Sarayı? Batının Savaş Tanrısı Quan Yi Zhen? Ve aceleyle Shi Qing Xuan’a sordu. “Rüzgar Ustası, neler oluyor? Ekselansları Qi Ying yine insanları dövecek ne demek?”
Shi Qing Xuan daldığı düşüncelerden çıktı ve cevapladı. “İnsanları dövecek demek… insanları dövecek demek. Ehem. İnanmaya bilirsin ama Qi Ying sık sık kendi inanlarını döver.”
“…”
Hayatında ilk kez kendi tapınanlarına saldırmaya cüret eden bir cennet mensubu olduğunu duyuyordu, sonuçta böyle bir şey inanların gözlerindeki imajlarını mahvederdi. Biraz daha sorgulamak istiyordu ama uzaklardaki düşük rütbeli bir cennet mensubunun hoşnutsuzlukla konuştuğunu duydu. “Quan Efendi sahiden çok toy. Sadece eğleniyorduk, biraz işbirliği yapsa olmaz mıydı? Kim seçilmedi ki? General Pei, Ling Wen Zhen Jun’a da gülünmedi mi? Ayrıca dalga geçilen o bile değildi, neden bu kadar kızdı ki?”
“Evet, sahiden kendini çok abartıyor. Kızmış olsa bile şu anda çılgına dönmesine ne gerek vardı? Ziyafet eğlenceli bir olay, kimse buraya onun sinirini çekmeye gelmedi! Sahiden…”
“Tamam, tamam, çocuk çocuktur. Artık burada bile değil ve onsuz daha eğlenceli olur zaten.”
Xie Lian onları dinlerken düşüncelere daldı. Şölen sadece geçici olarak bozulmuştu ve Ling Wen çoktan Quan Yi Zhen’e göz kulak olması için birisini göndermiş gibiydi. Bazı cennet mensupları gelip diğerlerini sakinleştirdikten sonra, ziyafet ve oyunlar devam etti. Bu nedenle, gökler gürledi ve Tantanalı Çiçek Geçişinin dördüncü turu başladı.
İlk başta Xie Lian sadece diğerlerinin oynayışını izliyordu; araya giremiyordu ve diğerleri de ondan uzak duruyordu. Tam Shi Qing Xuan’la sohbet edecekti ki beklenmedik bir şekilde, tam bu sırada, bir el aniden ona uzandı ve ona beyaz yeşimden bir şarap kadehi uzattı.
 Çevirmen: Nynaeve
125 notes · View notes
ilkerergun · 7 years
Photo
Tumblr media
#rüzgar #kulesi #gözetimi #wind #turbine #tower #inspection
1 note · View note
Photo
Tumblr media
The Tower of the Winds, Athens (Greece). 18th Century Rüzgar Kulesi, Atina (Yunanistan), 18. Yüzyıl. . . Love history? Become one of our patrons by pledging $1/month and support the historical gems we uncover on a daily basis. http://bit.ly/2CK2tWB #ottomanempire #ottoman #tarih #Allah #syria #palestine #türk #history #İstanbul #islam #osmanlı #photo #photography #photographer #photooftheday #picoftheday #picture #turkey #türkiye #love #painting #paint #ayasofya #malaysia #singapore #indonesia #pakistan #egypt #bosnia — view on Instagram http://bit.ly/2HfkzW9
19 notes · View notes
iremsuysl-blog · 5 years
Text
Sen kız kulesi ben galata
Aslında galata ve kız kulesini çok andırıyoruz biz. galata kız kulesine aşkından ölür ama gidemez yanına bende öyleyim okyanusum ölüyorum sana aşkımdan ama gelemiyorum yanına korkağın tekiyim belki de.
Galata kız kulesine aşkını içinde daha da büyütünce mektup yazmaya karar verir ona her yazdığı mektubu rüzgardan ona götürmesini ister ama bilmez ki rüzgarda aşıktır kız kulesine rüzgar belli etmez galatanın yazdığı tüm mektupları farklı yerlere estirir.Yıllarca cevap gelmesini bekler galata.kız kulesinin özleminden yanıp tutuşur. Ama bilmiyor ki kız kulesine mektupların ulaşmadığını. Umudunu yitirir aşkı kalbinde yavaş yavaş ölür. Kız kulesini kalbinden silip atınca öğrenir kız kulesi ve rüzgar birbirine aşıktır. Şimdi gel hasret nedir anlatayım sana sen kız kulesi ben galata...... (irem uysal)
(Kendime aittir)
1 note · View note
easytravelturkey · 5 years
Video
XVII.yy'da İstanbul'u kasıp kavuran yangınlardan herkes haberdar olsun diye Kule'den "kös" vurdurulmaya başlanmıştır. Yangını gözetleyelim derken yüzyılın sonunda Kule'nin kendi de yanar. Sultan II.Mahmud'un emriyle dört tarafında camlı köşkçükleri bulunan, içinde sofası, divanhanesi, birkaç da odası olan bir "cihannüma" yaptırılmıştır. XIX.yy başlarında bu cihannüma da yanar. Kule'nin üst kısmı bir kez daha yeniden biçimlenir: Kemerli, büyük pencereli bir sofa, onun üstünde çepeçevre bir balkonun gerisinde daha küçük kemerli pencereli olan bir çekme kat ve çok sivri, konik külahlı bir çatı. 1875'te rüzgar, o çok sivri külahı uçurunca, yerine çok köşeli, iki küçük katçık yaptırılarak; çirkin bir görünüm kazandırılır. 1960'lı yılların ortasında yaptırılan çok kapsamlı bir restorasyonla Kule çağdaşlaştırılmıştır. 2000'li yıllara girilirken Kule'nin bir kez daha yenilenip, daha ağırbaşlı işlevler edinip, korunmasına çalışılmaktadır. 📍 #turizmisev #easytraveltr #adnanuzan #easytravelturkey #geziyorum #instatravel #adventure #yollarda #gezinti #travel #trip #travelph #Travelgram #tourist #tourism #vacation #traveling #travelblogger #wanderlust #ilovetravel #instavacation #traveldeeper #getaway #wanderer #adventuretime #Travelphotography #roadtrip #mytravelgram #igtravel #traveler (Galata Kulesi) https://www.instagram.com/p/BrTMpoAg117/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=1pngudnwdi70x
1 note · View note
mriya2014 · 2 years
Text
Yüzer Elektrik üreten Rüzgar çiftliği
Yüzer Elektrik üreten Rüzgar çiftliği
Norveç Kuzey Denizinde Eyfel Kulesi yüksekliğinde Yüzer Elektrik üreten Rüzgar türbin çiftliği geliştiriliyor Foto Wind Catching Systems Norveçli şirket Wind Catching Systems başladı tasarım yaklaşık 80.000 eve elektrik sağlayabilecek güce sahib bir yüzer rüzgar türbin çiftliği projesi geliştirdi. Tasarım, çerçeve üzerinde bulunan yüzden fazla rotor sağlar. Yüksekliği yaklaşık 300 metredir ve bu…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
susogutmakulesi · 2 years
Video
vimeo
Soğutma Kulesi CTP Panelleri - CTP Mühendislik from SU SOĞUTMA KULELERİ on Vimeo.
Cam elyaf takviyeli plastik (CTP), cam elyafı ile birleştirici olarak kullanılan doymamış polyester bazlı reçinenin bir araya getirilmesi sonucu elde edilen kompozit bir inşaa materyalidir. Soğutma kulesi yüzeyi CTP Levhalar ile kaplıdır. Soğutma kulesi yüzeyi, ara bölme ve rüzgar bölmesi korozyona karşı direnç sağlayan, kolay yaşlanmayan, kolay deforme olmayan, estetik görünümlü ve uzun ömürlü jel-coat ile kaplı CTP levha ile kaplıdır. CTP Levhalar bakım için demonte edilip tekrar monte edilebilirler. Çarpma ve kırılmaya karşı yapısal mukavemeti yüksektir. Ayrıca yüksek rüzgar hızlarına ve vibrasyona dayanıklıdır. Herhangi bir hasar olması halinde lokal olarak kolayca tamirat yapılabilir.
CTP Mühendislik Genel Müdürü Eyup OLGAÇ tarafından CTP Paneller hakkında bilgi verilmiştir.
susogutmakulesi.com.tr/CTP-Profil.html
susogutmakuleleri.com/5&ctp-paket-sogutma-kuleleri.html
0 notes
architectsarchive · 2 years
Text
Galata Kulesi
Tumblr media
(Bu inceleme 2eylül2021'de efil ile yapılan istiklal-galata-tophane-dolmabahçe gezisinde verilen bir görevlendirme doğrultusunda yapılmıştır. Yeterince yapısal fotoğraf çekilemediği fark edilmiş olup, İstanbul sarhoşluğu ile içerideki müzeden de pek bilgi edinilemediği anlaşılmıştır. Ez cümle, bir daha gezilsin.)
MS 507-508… ilk olarak Bizans İmparatoru Justinianos tarafından inşa edilmiştir.
1348 – 49… kuleyi Cenevizliler Galata surlarının bir parçası olarak yeniden inşa etmiştir.
1445 – 46… kule yükseltilmiştir.
1500'ler… depremden zarar görerek, Mimar Murad bin Hayreddin tarafından onarılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde hapishaneye çevrildi. Kasımpaşa tersanesinde çalışan mahkumlar burada tutuldular bir süre. 1500’lerin sonlarına doğru ise Takıyüddin Efendi tarafından buraya bir rasathane kuruldu.
1700’ler… III. Selim döneminde kule tekrar onarılır, üst katına bir cumba eklenir. Yangın gözetleme kulesi olarak kullanılır
Tumblr media
Melling (1763 – 1831) gravüründen bir parça. III. Selim onarımı.
1831… kule bir yangın daha geçirir, II. Mahmut kulenin üzerine iki kat daha çıkar ve külah biçiminde olan ünlü dam örtüsüyle kulenin tepesi kapatılır.
1967… tekrar bir onarım görmüştür.
2020… Vakıflar Genel Müdürlüğü* tarafından yeniden restore edilmiş, sonradan eklenen betonarme unsurlar ve kafeterya kaldırılarak, müzeye dönüştürülmüştür.
*5737 sayılı Vakıflar Kanununun 30. Maddesine göre “Vakıf yoluyla meydana gelip de her ne suretle olursa olsun Hazine, belediye, özel idarelerin veya köy tüzel kişiliğinin mülkiyetine geçmiş vakıf kültür varlıkları mazbut vakfına devrolunur.” 2008 yılında çıkan bu kanuna göre toplam 400 taşınmaz Vakıflar Kuruluna devredilmiş, Galata Kulesi de bunlardan biri (2020)
Tumblr media
> 2013 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne dahil edilmiştir.
> On yedinci yüzyılda Hezarfen Ahmet Çelebi*, uçuş denemeleri yaptığı Galata Kulesinden, tahtadan yapılan kanatları sırtına bağlayarak gerçekleştirdiği uçuşunu Üsküdar’da tamamlamıştır.
Evliya Çelebi, eserinde, Hezarfen Ahmed Çelebi'nin uçuşu ile ilgili, şu ifadeleri yazmıştır: ''İptida Okmeydan'ın minberi üzere, rüzgar şiddetinden kartal kanatları ile sekiz, dokuz kere havada pervaz ederek talim etmiştir. Badehu Sultan Murad Han Sarayburnu'nda Sinan Paşa Köşkü'nden temaşa ederken, Galata Kulesi'nin taa zirve-i belasından lodos rüzgarı ile uçarak, Üsküdar'da Doğancılar meydanına inmiştir. Sonra Murad Han, kendisine bir kese altın ihsan ederek: “Bu adam pek havf edilecek (korkulacak) bir ademdir. Her ne murad ederse, elinden geliyor. Böyle kimselerin bekası caiz değil, ” diye Gazir'e (Cezayir) nefyeylemiştir (sürmüştür). Orada merhum oldu.''
Tumblr media
> Galata Kulesi yığma moloz taş örgü sistemde inşa edilmiştir. Dış cephe taş örgüdür. Yüksek giriş katından sonra dokuz katlı bir yapıdır. Silindirik gövdesi üzerindeki pencereler tuğla örgülü yuvarlak kemerlidir. Külah çatının hemen altındaki son iki katın gelişimi silindirik gövdeyi çevreleyen profilli silmelerle vurgulanmıştır. Külah çatının altındaki katı sarmalayan, metal süslemeli şebekeli seyir balkonu mevcuttur. Alt katında ise derin nişli payelere oturan yuvarlak kemerler ve içerisinde tuğla örgü yuvarlak kemerli pencereler mevcuttur.
Bugün yapının üçüncü kata kadar olan kısmının Ceneviz, diğer katlarının Osmanlı karakteri taşıdığı gözlenmektedir.
Tumblr media
Mimarlık Dergisi 158 No’lu Sayı (1979), Köksal Anadol,1967’deki restorasyon projesinin mimarı, Rölöve Çizimleri
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/istanbul/gezilecekyer/galata-kules
https://www.tarihiistanbul.com/tarihi-galata-bolgesi-ve-galata-kulesi/
https://www.arkitera.com/haber/galata-kulesinin-1967-tarihli-restorasyonu/
0 notes