6, 8, 12, 13, 42, 62
6. who's an artist I really like but I'm embarrassed to admit it?
I'm really not someone with musical guilty pleasures. if I felt ashamed to listen to an artist then I wouldn't listen to them, so I honestly can't come up with someone that I'd be embarrassed to mention
8. is there an artist or song that I like, despite being of a genre I don't usually like?
again I have quite strong opinions on what genres of music I enjoy or don't. I know that I can't understand the appeal of modern electronica at all, but being a completist I did listen to korn's dubstep album from 2011 and I have to admit there are sections of the songs 'narcissistic cannibal' and 'way too far' that I enjoyed. I'd still have preferred them to be in their usual style, but I appreciate the experimentation and the successful blending of two genres that don't often coincide
12. who's the most obscure artist I listen to?
I'm terrible at discerning how obscure an artist is because it's not something I seek out or pay much attention to. I was quite into '90s german death metal and russian coldwave for a while, but such bands like molchat doma have become popular now, at least in online spaces
13. who's the most popular/mainstream artist I listen to?
I listen to some of that late '90s/early 2000s r&b inspired pop music, and singers like gaga, britney, christina aguilera, etc. I remember enjoying that miley cyrus album that had an '80s billy idol feel to it
42. my favourite no-skip albums?
at the moment the albums I've added to the 'perfect records' lists have been
• violator by depeche mode
• dirt by alice in chains
• butcher's coin by traitrs
• shelter by alcest
• belirdi gece by she past away
• medusa by clan of xymox
• ceremony by twin tribes
• transilvanian hunger by darkthrone
• bergtatt by ulver
62. artists/bands I think have an impeccable discography, with no bad albums?
I don't believe that any of my favourite/go-to artists have absolutely no bad tracks. I don't tend to be generous with an artist just because I'll praise their other work so this is another non-applicable question for me
2 notes
·
View notes
Bir buçuk yılın sonunda yine aynı uzun, soğuk ve aydınlık koridorda buldu kendini. Orda olduğunun ayrımına varınca duraksadı. Her şey hem aynı, hem de çok farklıydı.
Bayıltıcı derecede sıcaktı, hastahanelerin tanıdık ilaç kokusu ile birleşen sıcaklık mide bulandırıcıydı. Sağdaki sekreter masası pazar olmasından ötürü boştu. Biraz ilerledi. 3511 numaranın kapısında durdu. Tam 45 gün her akşam bu odaya gelmişti. Ağlayarak çıkmıştı çoğu gece. Bazı günler panikle, çaresizlikle girmişti. Gözünün önünde silinmesini istediği sahneler belirdi. Kovalamaya çalıştı onları.
Hayata dair bütün umutlarını, beklentilerini geçtiğimiz 1.5 yılda yok etmişti. Bu geçici bir şey bir gün her şey sona erecek ve hayat kaldığı yerden devam edecek diye düşünürdü o günlerde. Oysa hayatın bir yerde kaldığı yoktu. O sürekli biçim değiştirerek devam ediyordu. Yeni biçimi buydu. Kabullenmekte hala zorlansa da bunun bilincindeydi en azından.
Özel ambulansın şoförünün sabırsız sesi kendine getiriyor onu. “Abla nereye yatıralım amcayı?”
Tam öğle saatiydi, yeni yemek dağıtılmıştı, koridor ıspanak kokuyordu. Evet, nereye? Hangi oda? Hangi yatak? Sorularının muhatabını bulmak umuduyla koridorda biraz daha ilerledi. Hemşire masasına yöneldi.
-Merhaba, yatış yapacağız.
Başka bir dilde anlamsız kelimeler söylemiş gibi baktı yüzüne hemşire.
-Doktor odasında, doktora bakın. O ilgilenecek.
En sondaki odaya doğru ilerledi, odada kimse yoktu. Ambulans şoförünün tıslamalarını duymazdan gelip doktora bakınmaya devam etti. Pes edip hemşirenin yanına döndü.
-Bekleyin, dedi hemşire umursamazsa. Gelir şimdi.
10 dakika sonra doktorun kendini gösterişi, küçücük havasız ıspanak kokulu bir odaya giriş, ambulans şoförünün yatakta çarşaf olmadığına dair serzenişleri, yeni moda adı personel olan hastabakıcıları bulmaya gidiş, keyiflerini bozduğun için personelin tripleri eşliğinde değişen çarşaflar ve yatağa kavuşma. Bu anlarda yine ruhu bedeninden ayrılıp bütün olanları uzaktan izliyor, yaşananlar sanki bir dizi kahramanının başına geliyormuş gibi yapıyordu. Son yıllarda hayattan sıkıldığı, sevmediği, acı veren anlarda bu küçük oyunu oynuyordu. Başka biri yaşıyor da o izliyormuş gibi yapardı.
-Biz gidiyoruz abla, bizden bu kadar. Sesi ile kendine geliyor tekrardan. Pazar günü çalışan sağlık çalışanları mı daha mutsuz yoksa hastalar mı karar vermek güç. Ücreti ödeyip ambulans şoförünü gönderiyor. Doktorun eline tutuşturduğu evraklarla yatış işlemleri bölümüne yollanıyor.
İşlemleri yapacakları kapıda bir yazı “YEMEKTEYİM”. Servis girişindeki güvenliğe elindeki evrakları gösterip geri yukarı çıkıyor. Havasız, ıspanak kokulu odaya dönüyor. Odadaki diğer üç yatak dolu. Başlarında birer kişi. Yemek yeme telaşındalar. Oturacak yer yok, duramıyor. Koridorda volta atmaya başlıyor. Neyse ki koridor yeterli uzunlukta. 5. Turda pes edip tekrar aşağı iniyor.
Doktorun kaldırmadığı blokaj, tekrar doktoru bulma, yatış işlemlerine iniş, bekleme, bekleme ve biraz daha bekleme sonucunda işlemleri hallediyor. Keşke sigara içiyor olsaydım diye düşünerek bahçeye atıyor kendini.
1,5 yıl önce eline tutuşturulan bez reçeteleri ile ilk gecelerinde tek başına ağlama krizine girdiği aynı köşeye gidiyor. Hayır ağlamayacak. Gözlerini kapatıp sakinleşene kadar sayıyor.
Pazar günü çalışan mutsuz insan suratları ve onların kaprisleri eşliğinde en berbat iki saati atlatıyor. Yerleşme bitti, gerisi anlamsız bekleyiş.
4-5 saat boyunca bahçe, koridor ve oda arasında git gel yaparak vakit geçiriyor. Bir işe yaramadığını iyice farkedince gitmeye karar veriyor. Vedalaşıp, onları orada bırakıp eve dönüyor. Durakta tam karşıdaki camlardan hangisinde olduklarını bulmaya çalışıyor. Uzaktan otobüs gözükünce pes ediyor.
Otobüse biniş, dalıp 3 durak geç iniş, boş manasız yürüme, sonunda eve varış.
Anahtarla kapıyı açıyor, içeri girmeden kapının tam karşı odasındaki boş yatağa ilişiyor gözü. Göğsü sıkışıyor. Ayakkabılarını çıkarmaktan vazgeçiyor geri kapatıyor kapıyı. Kendini sokağa atıyor. Yürümeye başlıyor.
4 notes
·
View notes
oha neler oldu bilsen 2: garip bir rüya
Tam bir yıl sonra yeniden buradayım. İnanın bana, anlatacak çok şey var. İnanın bana. Bu kez ikinci defa, hiç de anlatasım yok.
Soon we'll all get by, living in our world of make believe.
"Rüyalarım özeldir, gerçekliğe tercih ederim." Aug 3rd, 2021
Öncelikle bu renkli postla sizi karşıladığım için özür dilerim. Çok sürmez zaten siyah-beyaz postların arasında kaybolup gider diye umuyorum.
Yine uzun bir hiatusun ardından geri dönüşümü yapıyorum. Dolayısıyla sizlere ben buralarda yokken neler olduğuna dair küçük bir özet geçmem gerekiyor.
Yaşadığım şehirde bu dar sokaklar odamın duvarlarını özletmiyor.
Kapının önü
Son yazdığım postun üzerinden çok vakit geçmemişti. Ceplerim boş, aile baskısıyla kendimi sokaklarda iş aramaya çıkmışken buldum.
Konuyu nasıl açacağımı bilmediğimden rastgele şeylerden bodoslama bahsederek üzerimdeki gerginliği atmaya çalışacağım. Bir noktada zaten toparlarım.
Zeynep'le son görüşmemizde hikikomori yaşamını seçtiğimi ve kızlarla işim olmadığını söylemiştim kendisine. O da bundan aşırı rahatsız olup beni onu Taksim'e götürmem için zorlamıştı. Sonradan öğrendim ki kötü emellerine beni alet etmeye çalışıyormuş. Zeynep eski Zeynep değilmiş. Normal bir türk kızı olmuş. Taksim'de peşinde olduğu bi eleman varmış bütün senaryo onun içinmiş. Neyseki umutsuz bir aptal olmadığım için onu Beyoğlu'na götürmedim.
Ona kısaca neden hikikomori yaşamını seçtiğimi, neden onun gibi şımarık bir salakla işimin olmayacağını açıkladım.
"Umarım iyileşirsin Fırat."
Ya bi siktir git Zeynep. Umarım iyileşmezsin.
Zeynep'ten geriye kalan son anılarım bunlar. Gördüğünüz gibi hiç de romantik ve özel değil.
Komik bir detaydan da bahsetmem gerekiyor. Zeynep annemin hoşuna giden tek sevgilim falandı. İkisini de tanıyan eski eski eski patronum da ne kadar benzedikleri üzerinden yorum yaparak bana freudyan nitelikli laf koymuştu.
İronik bir şekilde Zeynep ile olan bu dalaşım, çok geçmeden benzer şekilde annemle yaşandı.
Türkiye'de hikikomori olmak gerçekten çok zor. Annemi öldürüp hapse girmektense evsiz kalmayı tercih ettim.
Evsiz olabilirim ama işsiz asla!
Eğer hikikomori rüyasını yaşayamayacaksam, ben de çalışırım, dedim.
Zeynep'ın ağzından düşmeyen Beyoğlu'nda eskiden iş yapmış bulunduğum bir abimle buluşup ona danışmaya karar verdim.
Bir barda oturup konuşmaya başladık. Abartmıyorum, tam işsiz olduğumu söylemeye kalkmıştım ki başımda çok da uzun olmayan kıvırcık kafalı bir figür belirdi. Dedi ki;
"La Fıro, hiç tanıdık var mı iş arayan, bize güvenilir iyi çalışan bir eleman lazım servise."
Ve dedim ki;
"Valla, ne kadar veriyonuz?"
Çok geçmeden yine gece hayatı işçi sınıfının parlak gelecekli gençlerinden biri oldum.
Beyoğlu'nun en çok ayyaş çeken bölgesi, en ortalama altı barların bulunduğu sokakları Mis sokak ve çevresidir. Bunu aşağılamak adına söylemiyorum, gerçekten Mis sokak = Pis sokaktır. Yavşak ve ayyaştan geçilmez. Tabii her çöplükte olduğu gibi üstüne çamur bulaşmış birkaç değerli eşya bulmanız mümkündür. Yine de çok kendinizi kaptırmayın, çünkü her ne kadar silince parlasalar da o çamur içlerine işlemiştir. Burada yaşamayı beceren bir insan, burada yaşamayı seçmiş insandır.
Eylül bittiğinde yaklaşık 10.000 lira para biriktirmiştim.
Gerçek bir MMORPG oyuncusu grindlamayı bilir. Tek yapman gereken kendini saatlerce aşırı basit, sürekli tekrarlayan saçma işleri halletmek için otopilota almak ve kaybolup giden gençliğini umrundan silip atmak.
Merhaba, Beyoğlu
Aslında bunları yaşandıkları vakitler yazmalıydım. O sıralar yaşadığım yoğun duygusuzluk halini bugün yansıtamam. Zaten insanlardan izole olmayı seçmiş bir insanken, oraya, ortalığa, en sosyal işlerden biri olan garsonluğun içine düşünce bayağı allak bullak oldu zihnim.
Evsiz kalmıştım demiştim, sokakta kalmadım ama. Babamın yıllardır değerlendiremediği atölyesinin üst katına yerleştim. Başımda çatı olduğu sürece yaz çok problemli geçmemişti. Eski bir ev olduğundan serin kalıyordu. Fakat kışın yaklaşmasından ötürü yeni bir yer bulmak zorundaydım.
Eylül ayının arada kalmışlığıyla idare ettim biraz. Soğuk suyla duş almak artık zorlaşmıştı, yazın en azından borularda su ısınıyordu, şimdi de soğumaya başlamıştı.
Avantajım çalışma saatlerimdi belki de, çalışırken havanın soğuması sürekli hareket ettiğimden beni etkilemiyordu çok. Üşüyecek vaktim olmuyordu yani. Gün batarken çalışmaya başlayıp, gün doğarken paydos ettiğimden dolayı eve gittiğimde genelde ayaz bitmiş, dünya ısınmaya başlamış oluyordu. Dolayısıyla battaniyem rahat uyumam için yeterliydi.
Yemek servis altlıklarının alternatif kullanımları.
This is from Matilda
Yine çalışırken, gecenin bir vakti, kendimi teras katına sürülmüş buldum. Normalde teras katına yaşça küçük kim varsa onu sürerdik yazın başında. O sıra çalıştığım mekanda teras katı gecenin o vakitlerinde lubunlar ya da keko taksim halkı tarafından tercih edilirdi.
Kendini mafya sanan gizli homo etnik dayılarla, gürültülü gizli olmayan homolarla ve sürekli benle muhabbet kurmaya çalışan çevre bar çalışanları ile uğraştığım saçma bir geceydi. Trafik çok kararsız, sürekli dükkan doluyor, bir saatliğine boşalıyor, sonra yine yoğunlaşıyordu. İşte o boşluklardan birinde, servis altlarına konulan kağıtlara karalamalar yaparken, onla karşılaştım.
Biliyorum, çok uzattım ama lütfen benimle kal.
Ufak tefek bir kız önümden geçti, terasta köşedeki masaya oturdu. Kalemi bırakıp peşinden gittim, önüne her zamanki gibi küllük ve menü bıraktım. Terasın girişine omzumu dayayıp bekledim sipariş vermesini.
Bir bira istedi.
Birayı hızlıca gidip sisteme girdim, siparişimi alıp masasına bıraktım. Hemen kağıtların arasına gömülüp karalama yapmaya devam ettim.
Bu saatlerde kimse ikinci siparişler vermez, ya da bir şey sormazlar normalde. Ve yeterince bu işleri yaptıysan bir insanın bira bitirme süresini tahmin edebilirsin az çok. Arada göz atarsın, beş dakikada bu kadar içtiyse, dersin, beş dakkaya yanına gider boş bardağını alırım.
Bir anda yanımdaki koltuğa oturdu.
"Güzel sanatlar mı okuyorsun?"
"Evet, sen?"
"Ben de grafik okuyorum"
"Ne güzel."
"Telefonunu kullanabilir miyim?"
Telefonumu verdim, arkadaşını aradı, arkadaşı açmadı.
O an bi şüphe bastı işte, bu arkadaş sanki fazla küçük gözüküyordu. Hani bara girmek için fazla küçük. Dikkatli baktım biraz. Üzerinde pijamaları vardı.
Biranın parasını aldım bundan. Evine dönmek istemiyordu ve saçma salak şeyler anlatıyordu. Eskort olduğunu iddaa etmesi dışında hikayesi gayet yakın geldi bana. Yani ben de o yaşlarda kaçmaya çalışmıştım evden. Anlaşılabilir.
Koltuğa yatırdım bunu, üstüne de bi hoodie attım. O uyuklarken mesaimin geri kalanını bitirdim. Çıkarken bunu uyandırdım. Ben yokken orda kalamazdı. Üstelik underage bi kızı koltukta uyuttuğumu duyan olursa çok da güzel bi izlenim olmazdı çevreme. Bir yandan da ortalığa salmak istemedim, pedo tecavüzcünün tekinin eline geçerse saçma salak şeyler de yaşayabilirdi. Peşimden o da çıktı, sesimi çıkarmadım. Otobüs durağına geldiğimizde konuşmaya başladık. Dedim ki;
"Benle gelebilirsin ama yarın evine döneceksin."
Yani yaptığımın sorumsuz bir şey olduğu tartışılabilir ama o an çok umrumda olduğunu söyleyemem açıkçası.
Beraber otobüse binip atölyeye geçtik. Önce zorla buna bir şeyler yedirdim. Yedirirken de nasihat verip durdum. Üst katta kanepeden derme çatma yaptığım yatağımı hazırladım. Kendim de yere minderler serip yattım.
Uyandığımda o hala uyuyordu. Rutin hazırlığımı yaptıktan sonra onu da uyandırdım. Yine otobüse binip Beyoğlu'na döndük. İşe gitmeden önce çok az vaktim vardı. Buna bi ıslak hamburger ısmarlayıp son konuşmamı yaptım. Evine döneceğinden emin olduktan sonra evine giden otobüse bindirdim. Giderken de telefon numaramın yazdığı bir kağıt verdim. Annesi nerde olduğunu merak edecekti.
Biliyorum, dünya sıkıcı bir yer ve ben dünyadan daha sıkıcıyım.
Kısacası küçük kardeşimize istediği o havalı macerayı yaşatmadım. Ertesi gün annesi aradı beni, teşekkür etti. Kızından bahsederken kullandığı isim farklıydı. Sordum isminiz nedir diye. Bana annesinin ismini söylemişti kendi ismi gibi. Bundan bahsettim. Çok geç olmadan bir psikoloğa yollamasını önerdim. Benle tanışmak istediğini söyledi. Ben de uygun bir günde neden olmasın, dedim.
Ekim yeniden saldırır
Daha ertesi günü patronumla dalaştım. Küçük kızın iflah olmaz veletliği içimde bazı hisler uyandırmış olmalıydı. Belki de bu hisler ondan ötürü değil de, ona nasihat verirken olmadığı bir şeyi yansıtan benim kendime tepkimden kaynaklıydı.
Ona tavsiye verirken yukardan bir dil kullanmamıştım. Başarısızdım ve neden başarısız olduğumu anlattım. Ailenle iyi geçin dedim, bedava bakıyorlar sana. Onlara karşı kazanacağın hiçbir savaşı gerçekten kazanmıyorsun. Sadece kaybediyorsun.
Yani ailen varsa tabii, ben çok yakın bi zamanda farkettim asla ailem olmadığını, o da ayrı bir postun konusu.
İşten çıktım bu patronla dalaşmanın üzerine. Başıboş bir sokak köpeğiydim artık istediğime hırlayabilirdim. Tabii köşe başında, gerçekten, kelimenin tam anlamıyla köşe başında sıradaki sahibim tasması elinde beni bekliyordu.
Kendime dayanarak kendime dayanıyorum, yoksa yıkılacağım.
Çatılarda gezmeyi severdim eskiden. Bakın tesadüf işine inanmıyorum ben. İlk iş konusunu açtığımda iş teklifi gelmesi, küçük veledin ortaya çıkışı, işten ayrıldığım an başka bir iş teklifi gelmesi.
Evet telefonum çaldı, daha bir gün bile tatil yapmamıştım. Yeni bir iş teklifi geldi. Arsen Lüpen'den. O gün eksik eleman kalmışlar ve yardıma ihtiyaçları varmış. Ben de çıktım gittim. Otobüs durağında indim ve eski iş yerimin önünden geçip ilk köşeden sola döndüm. Biraz yürüdüm ki o gece çalışacağım binanın karşı kaldırımında eski sevgilim, biricik ablam önünde bira masada oturmakta.
Çok düşünmedim o an. Kaderimin ipleri benim değil Tanrı'nın ellerindeydi zaten, bunu da anlamıştım. Yoksa bana kalsa odamdan asla çıkmazdım. Yanına gittim, birileriyle oturuyordu.
"Bu gece Arsen Lüpen'de çalışıyorum, uğra istersen!"
Bu kısmı aşırı hızlı geçeceğim. Beynimi geçen sene ekim ayında kapattım ve geri açalı anca bi ay olmuştur.
Yeniden beraber yaşamaya başladık, nasıl oldu anlamadım bile.
O gece yanıma uğradı, bu civarın lokal gruplarından ZERO'nun sahnesi vardı. Arsen Lüpen'i tıka basa dolduran iki üç gruptan biriydi o sıralar. İş gece üç-dört gibi bitmişti. Çıkıp beraber gezmeye başladık. Saatlerce konuştuk. Görüşmeyeli bayağı zaman geçmişti.
Aklıma şimdi geldi, bu blogda ağustosun üçünde attığım bir post var.
Yani rüyalarımın çıktığını falan söyleyip tamamen şizofrene bağlamak istemiyorum ama hani, dostum biraz bariz değil mi artık bu noktada?
En sonunda zorla koptuk birbirimizden. Bir daha görüşmeyiz diye düşünüyordum açıkçası. Görüşürüz gibi gelmiyordu bana.
Öyle olmadı ama, iki üç gün sonra mesaj attı bana, yine Arsen Lüpen'de misin, diye. Öyleydim. O gece beni evine götürdü. Sonrası zaten belli işte. Yatağa girdiğim gibi ağlamaya başladım.
Hayatımı sikeyim.
Kendi kaderim üstündeki bu etkisizliğim ve son bir iki senede biriken onca şey, eninde sonunda o birikmiş her şey bir anda kendini bıraktı. Ben de tutmadım zaten. Rahatlamak istiyordum. Ama eski kız arkadaşım kendisiyle ilgilenmemi daha çok istiyordu sanırım, bi noktada kendime gelip dönüp gönlünü almam gerekti. Yani çok hoş özel bir an yine utanç verici saçma bir ana dönüşüp raftaki yerini aldı.
Yaşamayı mı sevmiyoruz yoksa yaşadığımız hayatı mı?
Arsen Lüpen benim için her zaman bir hapis, bir hücreye koyulma hali ya da cezamı çekmek için sürgün edildiğim bir yer olarak kalacaktır anılarımda. Sadece yorulup, daha çok yorulup asla eğlenmediğim, beraber çalıştığım bi iki kişi dışında herkesle düşman olduğum, memnun olmadığım nefret dolu lağım gibi bir yerdi orası.
Ve tabii ordan ayrılırken darbemi vurmadan da olmazdı.
Asla, hiçbir yerden etkimi bırakmadan gitmedim. Gidemem de. Bunu anlarlar mı anlamazlar mı orası muamma tabii. Hepimiz bu büyük oyunda rolünü oynayan piyonlar değil miyiz zaten? Sikindirik hayatlarımıza kendi kendimize anlam yüklüyoruz.
Yani joker profil fotoğraflı bir manyak gibi gözükmüş olabilirim önceki paragrafta. Ama hislerimi cidden dile getirmenin başka yolunu bulamadım. Özür dilerim.
(Japanese City Pop starts playing)
Gerileme dönemi
Bu sene okula geri dönmeyi denedim.
Biliyorum artık komik olmayı bıraktı. Sürekli bırakıp, geri dönüp bırakıp, geri dönüyorum. Bu son, söz veriyorum.
Bir daha okula tekrardan başlamayacağım.
Zaten istesem de başlayamam. Zaten hayatta kalmak için çalışmam gerektiğinden, çalıştığım için okula gidememiştim. Daha sonra gitmek istemediğim için gitmedim, daha sonra da gitmek istediğim halde okula gidemedim çünkü pandemi vardı.
Komik tesadüfler.
Pardon tesadüf değil, Tanrı'nın oyunu.
Tanrı'nın oyunu sağolsun yakın zamanda 84,000'lik bir borcum ortaya çıktı sigorta şirketine.
Sebebi aracımla alkolün etkisinde yapılan bir kaza. Araç sahibi olduğum için de sorumlu benim. Komik olan asıl şey, aracın iznim ve haberim dışında şehir dışına çıkarılması.
Polise vermek istemedim. Onun yerine aracı yok ettim, kredi çekip borcun büyük kısmını ödedim. Faizlerle beraber 89k krediden ötürü bankaya, 10k kadar da hala sigorta şirketine borçluyum.
Her neyse
Hadi gelecek hakkında konuşalım biraz.
Ben hala barda çalışıyorum. Geçen yazdan bu yana tam bir sene geçti. Artık barmenim. Fakat geçen yaz kazandığım kadar kazanmıyorum garip bir şekilde. Beni şu anlık rahatsız etmiyor bu durum. Çünkü planlarım var!
Zam istedim.
Arsen Lüpen'de serviste bir süre çalışıp sonra gayri resmi şef konumuna sonra bara geçmiştim barboy olarak. Tabii bu da uzun sürmedi işletmenin genel yükünü üzerime aldım. Bu da dikkat çekince şu an çalıştığım yerden teklif geldi. Karar vermek zor olmadı.
Arsen'de ne alıyorsan o kadar, günde iki öğün yemek ve sarhoş olmadığın sürece istediğin kadar içebilirsin. - Meto
Fakat geçtiğimiz senede asgari ücrete gelen zamlar ve enflasyon sağolsun artık kazandığım para biraz az kaldı. Ben de zam istedim. Eğer zam düşündüğüm rakamın üzerine çıkarsa kredi borçlarımı öderken zorlanacağımı sanmıyorum.
Aylık 6,000 kadar bir para kazansam yeterli şu anlık. Kredi çektikten sonra enflasyon ve yeni zamların etkisiyle aylık ödeyeceğim meblağ git gide küçülecektir diye umuyorum.
Ayrıca müşterilerimden biriyle konuştum geçenlerde. Ev sahibi kiraya zam yaptığından bir ev arkadaşı düşünüyormuş. Airbnb yapmak istemiyor ve rastgele birini evine almak istemiyor. Ben de stüdyo-çalışma alanı olarak kullanabileceğim bir yer istiyordum bir süredir. Bugün onla konuşup bu işi netleştireceğiz. Bir sene sonra nihayet kendime ait bir alanım olacak gibi duruyor.
Damla da geçen gün evindeki odalardan birini Airbnb yapmayı teklif etti bana. Kabul ettim. Haftaya başlamayı düşünüyorum. Ev çok güzel bir konumda. Sorun çıkmazsa ek gelirim olacak gibi. Bu da beni fazlasıyla rahatlatacak.
Ve yine, Tanrı'nın bir oyunu, yeni bir iş teklifi aldım.
Yatıp kalkıp dua ediyorum bu iş teklifinin pozitif sonuçlanması için. Eğer bu da kesinleşirse -ki ekim ayına kadar kesinleşecek, sadece haftada bir gün şehir dışına çıkarak çok iyi para kazanabileceğim bir ek işim olacak.
İş şu; lise ve üniversite yaş gruplarına "Manga ve ilüstrasyon" eğitimi vereceğim. Aşırı prestijli bir iş ve günübirlik uçak seyahatlerim iş veren tarafından karşılanıyor.
Eğer her şey tıkırında giderse aylık gelirim nihayet 15,000 üzerine çıkacak ve bilin bakalım bu rahatlığı elde edince ne yapacağım.
Beklemekten yoruldum. Hayatımda bir kez bile mutlu olmadım ben.
Borçlarımı hızlıca ödeyip kendimi hikayelerime adayacağım tabii. Başka ne yapabilirim ki? Başka seçeneğim mi var hayatım bu noktaya beni sürdükten sonra? Yok tabii.
Tek dileğim bir kez daha çuvallamamak. Çok yoruldum artık.
Kişisel blogumu okuduğunuz için teşekkürler. Umarım başka bir ayrılık, başka bir hiatus olmadan burayı güncellemeye devam edebilirim. Kendinize dikkat edin.
2 notes
·
View notes