Tumgik
#bunu anlayacak kişi yok
lgeceninincisi · 3 months
Note
Biraz paylaştıklarını okudum, bir şeyleri unutamamış acı çekmişsin bunu paylaşıyorsun farkındasın yani gizlemeye yok etmeye çalışmıyorsun. Sonra da yorumlarını okudum hep birilerine destek amaçlı gibi. Dertlerini anlatsalar kendininkini bırakıp onlara gidebileceksin gibi. Çok tatlısın ama herkesten önce kendini iyileştirmen gerekmez mi?
Eğer aldığın darbenin 10 kat daha fazlasını alacaksan ve bu kesinse kendini iyileştiremezsin, iyileştirmeye gerek duymazsın sadece güçlendirirsin. Kendimi iyileştirmeye gerek duymuyorum artık, belki iyileştirme şansım olmadığı içindir. Hepiniz bir şeyleri fark ediyorsunuz ama en çok anlaşılmak istediğim fakat anlatamayacağım şeyi yazıya döksem bile bir kişi çıkmıyor anlayacak maalesef. Bunları anlaman bile güzel ama :) şifacı derler bana, kendimi dinlemeye ve çözmeye adadım diyelim. Benim derdimi ve dahasını anlatma şansım yoksa özgür olanlarınkini dinlerim. Burda olma sebebim takipçi, eğlence, sohbet ve hatta insanlar bile değildi, hâlâ değil ama bu sefer insanları dinlediğim oluyor. Burda tamamen anonimdim kimse tanıyamazdı gerçi kimse de tanıma çabasına giremezdi, insanlar vardı ama ben görünmezdim. Tanıdıklarım veya beni tanıdığını sanan her kimse burayı bilmezdi beni bulamazlardı. Bu yüzden görünmez olmanın verdiği rahatlık ile hep buraya sığınırdım önceden. Buna fazla uzun bir şekilde hatta konudan konuya atlayarak cevap verdim ama içimden bunları yazmak geldi. Kendine iyi bak :)
10.02.2024
23:00
14 notes · View notes
mesutbahtiyarolacak · 2 years
Text
Tumblr media
21-
Şu dünyaya geldiğimden buyana, hükümlü müydüm gerçekten hayata, yoksa, yok muydu hükmüm bir parça?
Yalnızlığıma sorduğum sorunun cevabını düşüne dursun, karşımdaki kişinin artık gerçekten konuşmaya başlamasını istiyordum.
- Ben boş işleri sevmem. Yok işte zamanım. Ben buradayken sorun sorabildiğinizi, çevirmeyin, döndürmeyin boş yere kelimeleri. Kimmiş bedenim, ismimi kim koymuş, müsamma mı ismim anlamıyla, kaç yıl nefes tüketmişim, neymiş mesleğim… size ne?!!!
Sorun bana, ne yaşadım bu dünyada, kimleri tanıdım, kimlere kapattım gözümü, ellerim neden soğuk, yara izlerim nerede, gecenin koynunda ne yapar insan, nefes almadan nasıl yaşar, neden dudaklarım kıpırdar da dökülmez kelimeler, neden çıktım yıllar sonra odamdan, neden görmezden gelir insanlar?…
Hem kime ne tüm bunlardan, kim şikayet etmiş beni? Kim kâale almış bizi, kim görmüş, kim duymuş sesimizi?!!!
Sordum. Sordukça anlattım, anlattıkça sordum yeniden. Soruya soruyla cevapladım. Cevabı soruyla sordum devamlı.
Anlamadı.
Boş gözlerle bakmaya devam etti gözüme. Ama sonunda başa dönmüştüm yine. Bir soruyla başlayan aydınlanma, birbiri ardından sorulan sorularla kapanıyordu yeniden.
Neden kimse soru sormuyor ki? Diye mırıldandı yalnızlığım.
Ne kadar üzüldüm onu böyle görünce. Küçük bir çocuk gibi sus pus oturuyordu yanımda. Ne söylesem, ne anlatsam dudaklarımdan dökülecek kelimeleri gözlüyordu, ne zaman kendisine sıra gelecek, ne zaman kelimeleri anlayacak bilmiyordu. Sessizce, bir suçlu gibi bekliyordu.
Sır, sırra ermek mi, sırrı çözmek mi? Diye sordum. Sır üstüne sır, soru üstüne soru sormak gibiydi.
Herkese karşı bir duvar ardından konuşmamdandı belki duyulmamışım, anlaşılmayışım. Ama duyan, duymak isteyen, anlamak isteyen insanlardı benim istediklerim. Bundandı belki sessiz sessiz yürüyüşlerim. Herkese değildi sözlerim. Anlayan bir kişi yeterdi bana.
Elinde çiçek dağıtan bir kız çocuğu gibi gülümsemedim ben. Herkesten bir bedel istemedim. Çiçeğe değil kıza gülümseyenleri istedim. Herkese dağıtmadım öyle anlamlarını, alanları alkışlamadım, almaları için gözlerine bakmadım, çenelerinden tutup gözlerine bakmadım.
Başı önde sessizce yürüyenlerin peşinden koştum, nefes nefese tutuşturdum ellerine bir bir harfi ve kayboldum gözden nefes nefese yine. Sokak başında göğe bakanları, kaldırımda oturup gözü dalanları aradım, kahkahaların arasında hüzünle bakan gözleri aradım, elindeki çayı eliyle ısıtanları…
Olmadı yine diyerek elimle dokundum yalnızlığıma. Hadi gidelim boş yere getirdim seni buraya. Hataydı bendeki ama denemedik demeyiz değil mi? Özür dilerim herkes adına senden. Ben bir merasim tertip ederim istersen.
Yavaşça odadan çıktık ikimizde. Kabalığın en büyüğünü yaptım bilerek, bir hoşçakal bile demedim çıkarken. Merak etmezdi ama merakta bıraktım onu. Ama yalnızlığıma yapmamalıydı bunu.
Yanına sokularak herşeyden, tüm konuştuklarımızdan bahsettim yalnızlığıma. Bilmeliydi. Bilmeli ve bana hak vermeliydi. Sonra soğuk yemek gibi kordu önüme bu yaşadıklarımı. Herkes gibi.
Ne yapalım olmayınca olmuyor dedim yavaşça. İnsanlar böyle işte. Ama hata bende, çok erkendi seni o odaya getirmem de. Onlar, konuşurlar herkes gibi seninle, herkese de sen gibidirler aslında. Herkesin özel olduğu bir dünya orası. Sen yapamazsın orada.
Rüzgarın çıkmasıyla, yüzümüzü kapadık ikimizde yakamızla. Gülümsedik koca bir güne. Ne güzel maceraydı aslında, ya anlasaydı bizi, konuşsaydı ikimizle, tanısaydı?…
Ya anlatsaydı bizi herkese, herkese kendini anlattığı gibi…
Odamıza girerken kapattık kapıyı ardımızdan. Bu saate kadar gelemeyen herşey o kapının dışında kalmalıydı, öyle de oldu.
Tümseğin üzerinde hafifçe diz çöktük.
Ve sustuk her şeye.
22 notes · View notes
veveylat · 5 days
Text
Adını bilmiyorum ama Hasan diyeceğim, Hasan olsun adı, ne olur ki? Bahşişçi. Bahşişçi Hasan be. İşe yeni girmiş, biri mi dedi, kendi mi düşündü, her masaya ince ince gülümsüyor, tebessümü, dudaklarının kenarından upuzun bir çizgi olup uzuyor. Daha yaşı da yok, belki on yedi, olsa olsa on yedidir, dedim. Ne aşağı ne yukarı. Sarı sarı da tüyler yanaklarında, saçı kahverengi sarı arası, renk konusunda saçı kararsız kalmış. Ne sanıyor bizi, kodaman mı, çok önemli adamlar, kadınlar mı, ondan mı acaba tebessümü, hata yaparsam buradan affedin mi, diyor? Affederiz. Gerisini, ailesini bilmem ama iyi insan olmuş, iyi yetiştirilmiş, turfanda bir sebze, insanın iştahını kabartan. Bahşişçi Hasan tam da öyle, yaşama iştahını kabartıyor, gülümseme iştahını... İşsizim ama harçlığım var, Hasan'a bir kıyak yapacağım, bahşiş vereceğim, hakkı. Bu insan kaybedilmemeli, gözlerdeki o masumiyetin alıcısı olmalı. İnsan, Hasan gibi başlar hayata, çevresinin içten hesapları ile hayata küstürülür. Haydi, söyleyeyim, bizi bu yoldan geçirdiler. Aynaya düşman olmadık ama sıyırdılar yüzümüzden tebessümü, neşeyi. Hasan, yolun başında ama ne de güzel gülüyor. Yok, yok, kaç kişi gördü Hasan'ı o hâlde, görmediler. Hasan, bir çalışan. İşini yapıyor, gülümsemeli elbette. Müşteriyi memnun etmeli, yok ki hiç kimsenin işi Hasan'la. Onların gördüğü başka şeyler. Modalar, işler güçler, dedikodular... Hasan da zamanla anlayacak ki gülümsemesi onu aptal gösteriyor, öyle diyecekler, mal gibi hep gülüyor... Gülmeyi bırakacak, biri çay kahve getirecek, yüzü gülüyor, işletme hesabı, içten olmayan bir gülümse. İşte o Hasan, masaya koyacak çayı kahveyi, sizi ne bir güzelliğe sevk edecek ne de insanları tekrardan sevdirecek. Dedikodu yapacak, patron hakkında konuşacak, müşterileri tahlil edecek. Buz gibi olacak ortam, hep olduğu gibi. Çıkışta patronuna dedim, bu da Hasan'ın hizmetine falan değil, sıcacık gülümsemesine. Hasan da duydu bunu. Bahşişin bol olsun Hasan, hep gülümse, bakma sen diğerlerine, hiç bakma.
0 notes
bengeceninincisiii · 6 months
Text
Dönüp dolaşıp yine kendimi burda buluyorum. Kafamda sorular geziyor ve bunlara cevap bulamıyorum. Neden sevilmedigimi hissediyorum neden sevemiyorum? Hiç bir şeyden zevk almıyorum, her şeyden kolayca vazgecebiliyorum. Diğer insanlara göre kalpsizin tekiyim ama ben kalpsiz değilim ki üzüebiliyorum mesela. Uçsuz bucaksız evrende beni anlayacak beni hissedebilecek tek bir kişi bile yok mu? İğrenç miyim? Yapmacık ve itici olduğumu soyleyenler de var ama ben böyle olmak istemedim ki yalnızca nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. İnsanları sevebiliyorum ama kendi içimde bunu onlara gösteremem mesela bunu kim kabullenebilir ki? Hickimse. Haklı olarak herkes sevgiyi hissetmek ister elbet. Ama sevgi nasıl hissettirilir bilemiyorum. Ben uzaktan sevebilirim. Kalbimin bir kosesindedir ama belli etmem. Aşk nasıl bir şey? Aşktan da korkarım, aşk bence korkunç. Yine de aşık olmak isterdim. Birini sevmek isterdim. Kafamı durduramıyorum. Saçma sapan cümleleri arka arkaya yazıyorum.. Neyse.
0 notes
fallenangelfromhell · 8 months
Text
Sevgili yedi yaşım,
Biliyorum güya aylar önce seni özgür kılmalı ve artık sana yazmamalıydım. Ancak yapamıyorum. Başka kimsenin beni anladığını hissetmiyorum.
Bugün instagramda dolaşıyordum, klasik kaydırırken bir sürü psikolog postu ve psikoloji içerikleri karşıma çıktı. Evet bunda bir anormallik yok, psikoloji ilgi alanım olmasının yanı sıra önem verdiğim bir sağlık alanıdır. Sorun karşıma çıkan postlardı, başlıklar şu şekildeydi. ‘Travmalarla büyümüş bir çocuksanız’ ‘Travmatize bir şey evde yaşamışsanız’ ‘Anksiyete’ ‘Depresyonda olabileceğinizi gösteren durumlar’ vs vs. En çok travmatize evde büyüyen çocukların özellikleri ve türevleri dikkatimi çok çekti. Sayılan özellikler hiç hoşuma gitmesede hepsine sahiptim. Ve aklımda direkt şu uyandı, bu özellikleri ben bile toksik buluyorsam başkası neden beni sevsin ki?
Geçen haftalarda sevgilimizin bir arkadaşı bize ‘Sorunlusun bence bu yüzden ilişki kuramazsın / seninle ilişki kurulmaz’ demişti. Sevgilimiz de psikoloğumuz da neden bu kadar takıldığımı bunu söyleyen kişinin kendini bilmez biri olduğunu ve önemsenecek biri olmadığını düşünüp beni anlamadılar. Takılmıştım çünkü ona katılıyordum. Bana gerçekleri söylediği için bu kadar canım acımıştı. Aptal çocukluk travmalarım bile o kadar kötü ve toksik özellikler katıyor ki bana.
Neden benimle ilişki kursun ki?
O bile geçmişim yüzünden yaptığım şeyleri görüp beni ikaz ediyor ve bundan rahatsızlık duyuyor. Ve ona ne kadar aşık olursam olayım bu özellikler yüzünden biliyorum ki bir gün onu da boğacağım ve kaybedeceğim. Sırf bunlara tahammülü bitti diye benden gidecek. İşin kötüsü ona kızamam bile. Ben bile kendimde kalmak istemiyorum ki? Ben bile kafama sıkıp bu hayattan varoluşumu silmek isteyecek kadar katlanamıyorum kendime. Ben bile sevmiyorum ki beni. O neden sevsin.
Hemen dönme sırtını bana küçüğüm, sende biliyorsun haklı olduğumu. Biraz sabredecektir çünkü bizi gerçekten çok seviyor. Ama katlanamayacak. Bıkacak. Tükenecek. Şimdiden tahammülü o kadar azaldı ki… Biri gider biri gelir diyecektir insanlar. Birincisi ben başkasını istemiyorum ki. O şımarık bakışları istiyorum. İkincisi ne malum belki hiç düzelemeyeceğiz ve asla ilişki kurabilen biri olmayacağız. Hadi diyelim terapiye gidiyoruz, iyileşiriz o gitse de kendimizi en iyi versiyonumuza getiririz ve başkaları geldiğinde bu yüzden terk edilmeyiz. Bu senaryoda da benim bir başkasına tahammülüm kalmadığını birileri anlayacak mı acaba?
Ben şuan sevilmek istiyorum. Çocukluk travmalarımız yüzünden terk edilmek istemiyorum. Bir başkasını istemiyorum. Bir başkasına seni beni ve diğer yaşlarımı tanıtmak istemiyorum. Ben artık sorunlu biri olmak istemiyorum.
Ben özel olduğumu görsün istiyorum. İçimdeki aşkın saflığını hissetsin ve bundan korkmasın istiyorum. Bütün o cehennem hayatının üzerine hak ettiğim gibi, küçük ve sevimli bir prenses gibi sevsin istiyorum. Ben artık dokunmaya bile kıyamamalarını istiyorum. Göz yaşım için dünyayı yakacak birini istiyorum, beni başkaları için ağlatacak birini değil. Hayatım boyunca fedakarlık yapmışken artık birilerinin benim için fedakarlık yapıp buna değer demesini istiyorum. Duygularımı özgürce yaşadığımda ‘çocuk benliğine geçiş yaptın buna tahammül edemiyor’ cümlesi yerine benim o çocuk benliğimde ağlayaşımı görünce kollarını sarıp ‘sorun yok, güvendesin ve seni çok seviyorum’ denmesini istiyorum. O çocuğa şefkatini verip tahammül yerine bunu zevkle yapmasını istiyorum.
Ben artık sevdiğim gibi safça sevilmek istiyorum.
Çok mu şey istedim yine?
Bunları bekliyorum çünkü bunları hiç görmedim ve hep gösterdim. Çünkü ben yedi yaşım sadece sana değil, dünya üzerindeki bütün çocuklara sarılıp yaralarını sarmak ve onları sevgi ve şefkatimle iyileştirmek istiyorum. Bir kişi de bunu bana yapsa çok mu yani?
Tahammül kelimesi çok ağırıma gidiyor. Ben eğer tahammül edeceği bir şeysem, onun hayatını kötü etkiliyorum demektir. O zaman niye onun hayatındayım ki?
Yine çenem düştü değil mi? Yine gecenin 04.15’inde seni şişirdim. Özür dilerim. Sığınacak başka yerim yokmuş gibi hissettim.
O küçücük ellerinle dokunduğun her buz tutmuş kalp adına ben özür dilerim, o güzel ruhunu gökyüzü en naif şefkatiyle sarıp sarmalasın. Huzurla uyu küçüğüm.
0 notes
morkedisblog · 11 months
Text
Tumblr media
Madem düşmanlık dosyamı açtım şu ayı polisi yazıp rahatlayayım bunu nereden buldu hocanın karısı işyerindeki kadınlarlarla arkadaş olup evine davet ediyor millet beleş bedava sever iş çıkışı kıçına takılıyorlar klübe getirip tost ısmarlıyor haz etmediğim işler hoca da aralarına oturup" Hz.Ömer beyoğlunda gezerdi Hz.Osman gözlerini süzerdi Hz. Ebubekir dizlerini döverdi"vaazı veriyor onların vaaz telkin anlayacak hâleri mi var"usul usul sar beni hiç düşünme yor beni madem öyle gel böyle 12'den vur beni" havasındalar(FERDİ ÖZBEĞEN SAYGILAR ONUN ŞARKISIYDI💙)😑 saç kırmızı boya dudak pembe ruj o rengi kullanan kaldı mı acayip bir kadın getirdi haaa ne diyordum pandemi zamanı bu öküz polis beni şikayet etti cimer-sağlık bakanlığı falan hem 4 defa birgün ayıptır demesi karnıyarık yapıyorum zil sesine kapıyı açtım bir polis bir bekçi maske getirdiler sandım hani maske satışı yasaklanmıştı ayda 5 maske kişi başı verip piyadadaki maskeler Usa/İngiltere/Fransa/Almanya gibi yoksul ülkelere CB şahsım adına deyip göndermişti nereden şahsın oluyor vatandaşın parası bizim sağlığımızı düşündüğü yok reklam yapıp hava atacak Don abim(Trump)akıllı adamdır burdan gönderilen maske dezenfektan sağlık malzemesini pkk'ya göndermişti çok takdir edip oooohhh çekip gülmüştüm😂şikayet edin yalan mı yapmadı mı?meğer bu ayı polis beni "pandemi yasaklarına uymamak çevreyi sokağa çıkmaya teşvikten "şikayet etmiş höööösssst polis bizim birselin kayınbiraderiymiş o anlattı bu beni 4 defa şikayet edince mecbur gelmişler kıyameti kopardım sonra bu içti evde masa açıp serseri arkadaşlarını topladı karısı evde yokken eve kadın getirdi polis arkadaşım yalanı söyledi ev sahibi Bakırköyde oturuyor komşular şikayet ettiler evden çıkardı bu mikrop çoşkunun anası dedikodu yaptı ben kovdurmuşum mahalleye tekrar getirdi bilâlin evine o da mhp'li ya Adıgelerin yüzkarası sen adam olsan karın çocuklarını alıp evi terketmez seni boşamazdı karısını koynuna al pislik şimdi evi müteahhide verecekmiş bir daire polise versin onlarla da konuşmuyorum mahallede festival yaptım demediğimi bırakmadım utanma sıkılma yok geçen gün patatesçi gelmiş piyasada iri soğan bulmak zor bulursan 20-30 tl'den aşağı değil ahmet Adapazarından bir soğan getirmiş heyyy yavrum eyyy Maaşalah ⭕🍎elma kadar ben Ermeni Hayganuş teyzem ve Harzıvan yengemden yemek yapmayı öğrendim bir dolma taze fasulye yaparım 4-5 soğan gider birkaç kilo alacağım ama sesimi duymuyor ahmet açmış müziği son ses abooooovvvv bu ayı polis ahmete sesleniyor"...abla sesleniyor"diyor ulan nerden ablan oluyorum insan komşusunu şikayet etmez!Bitirdiler beni onları görmemek için klübe geliyorum buraya da düşüyorlar ahhhh zenginlik gibisi yok paran olacak ağzı sıkı-kurşun sektirmeyen kiralık katil tut sinek gibi döktür yere😍
0 notes
olumsuzsozler · 11 months
Text
Tumblr media
İnsan türünün gelişimini, zihin ve bilinç seviyesini yukarı taşıyamamasının tek ve en etkin duvarı mevcut eski inanç biçimleri dinlerdir. Bu çocuk alışkanlığı dinler, insanın düşünmesini, insan olmasını engeller! #PusulaÖlümsüzSözler Çıkar ve Egosuna düşkün insanın yemeyeceği nane yok! Her dona girer, Mehdi&Mesih bile olur. Yeterki menfaati elden gitmesin “güzelim dini(!)” aslında Taptığı “Paradır” Gerisi laf kalabalığı ve Takındığı Maske. #PusulaÖlümsüzSözler İnsanoğlu yarattığı tanrının özelliklerine kendini benzetmesi ve onları kendinden başka dışarıda sanki somut bir tanrı varda, ona özenmesi, tutarsızlıktır. İnsanın kendisini aldatması ve avutmasından başkası değildir.! #PusulaÖlümsüzSözler Bir ateist hayatı boyunca düzinelerce kitap okur ve daha öğrenecek çok şeyi olduğunu düşünür. Bir dindar ise yarım yamalak okuduğu hatta bazıları okumaktan korktuğu, tek kitap ile hayatın sırlarını çözdüğüne inanır. #PusulaÖlümsüzSözler Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi oldukdan sonra, artık etrafımızda “Psikopatlar, Şizofrenler, Narsistler, Akıl hastalarından” dolmuş vaziyette, normal bir insan bulmak imkansız oldu. #PusulaÖlümsüzSözler Doğumundan 5 dakika sonra ismine, milliyetine, dinine, mezhebine karar verirler ve sen ömrünün geri kalan kısmını şeçmediğin şeyleri savunarak geçirirsin. Bunu kabullenmeyen insanlar ise bunu kabullenenler tarafından taşlanır. #PusulaÖlümsüzSözler 1500 yıldır özellikle Türkiye'deki dincilerin, Entelektüel olarak ağızlarında tek sakız, topu topu birikimleri, öğrendikleri tek bir kelime var “TEMELLENDİRME” Onuda sözel olarak, mana olarak dahi anlayacak, gıram “akıl mantık ve izanları” malesef yok! #PusulaÖlümsüzSözler Aylardır, Günlerdir, Sosyal Medyada; Yazarı çizeri, Aydını, Üyesi, Halktan Vatandaşı, Gazetecisi, Akademisyeni, Siyasal İslamcıların, “İktidarın ve Politikacıların”, Çürümüşlüğünü, Kokuşmuşluğunu, Yolsuzluğunu anlatıp duruyorlar. Sonuç : KOÇAMAN SIFIR. ( 0 ) #PusulaÖlümsüzSözler Bilgi ve kitapdan nefret eden cahil , tembel toplumlar iki şeyin gazına çok çabuk gelirler. “Din ve Mlliyetçilik. Böylesi bir toplum, kişi dedikodusu yapanları kahraman yaparlar. Kaba dayı, kasabalı, dizilerin revaç bulması bundandır. Kişilere saldıranlar hep bunlardır. #PusulaÖlümsüzSözler Gerçekleri görenlerde azınlıkta onlarada deli damgası vuruyorlar etkisiz kılıyorlar. Sistem çöksede koksada yaşatmaya devam ettiriyorlar akılsızlıkları sıra.. Daha dibe vuracak öyle gözküyor! Sözde etkisini kaybetti. Güç zehirler. Gözleri kör eder. Dinde aklı yok eder. Bunların hepsi var. #PusulaÖlümsüzSözler
0 notes
Text
Bi bakıyorum da su geçen 9 aya çok değişmişim hayat diyoruz buna herhalde geçen bu dokuz ayda düşünüyorum da camını vereceğim insanlarla aramız açılmış bunu ben yapmışım yada başkası farketmez sadace AİLEM bu kelimeyi kuracak kadar sevmem ruhuma kadar işlemesi mi yoksa verdiğim zamana geçirdiğimiz vakitlere mi üzülsem asla eskisi gibi olamicaz galiba kurduğumuz hayeller hepsi yarım kaldı
Onu bunu boşver de oluk sevmek kadar kötü bir şey yok ya hayatın alt üst oluyor lan hayatının anası sikiliyor lan bir ay öncesine kadar kontrol elimde değildi la hayatım kayıyor sen izliyorsun sadace ve onu düzeltiyim mi diye bir çaba da göstermiyorsun konuşuyorsun anlamıyorlar sevgilim vefat ettiğin de hasretim ben sana gitme kal diye bağırdığım zamanlar bile bu zamanımdan daha iyiydim sebebi herhalde sadace sevgilim olduğu için belki de duygularımı yoğun hissetmediğimden ama bu dokuz ay yordu be yeni ilişki yaptım sena diye biri ile tamamen karekterimiz zıt biri belki olmucaz ama onunla bir defa buluştum ve o kadar huzurlu ve rahat hissettim ki bu duyguyu özlemişim sadace onunla iletişim içindeyim başka kimse yok o iki saat dokuz ayın belki de en güzel iki saatiydi ama işte geçim önemli bir yerde de tamam kavga severim de bu kızla da hiç mi olmaz abi o hazır bomba ben zaten daha 1 ay olmadı kavga ediyoruz şaşırtıcı
Olayın sonucu şu ben toparladım güçlendim kılıcımı çektim yeni bir savaşa girmeye hazırım hayat bana acımayacak ama unutuyor ki karşısındaki kişi benim ve ben hayatta beklentisi olan biriyim hayattan alacağım bir kaç şey var ve sadace onlar için bile savaşırım bunu kendime bugün saat 02.21 geçe söz verdim ve bu yazı hayatımı değiştirecek bir gün bir konuşmaya çıktığım zaman okuyacam ve herkes anlayacak ve şu sözü dicem
Hayat size acımayacak siz ise buna boyun eğen insanlardan mi olacaksınız yoksa hayattan bir beklentisi olan kişilerden mi bence cevap gayet açık ve net
Her neyse çok uzun tuttuk iyi geceler
1 note · View note
falcibaba · 2 years
Text
Eşinin Seni Deli Gibi Sevmesi İçin Dua
Tumblr media
Eşinin Seni Deli Gibi Sevmesi İçin Dua
Evliliklerde sevgi bağının ve aşkın zayıflamasıyla ve evlilik sorumluluğunun verdiği yorgunluk sebebiyle çiftler zorlu süreçler yaşayabilir. Bazen de kişilerin evliliğe uygun olmayan karakterleri karşı tarafı mutsuz ve huzursuz hissettirebilir. Eşinizin size olan sevgisi veya ilgisinde bir azalma hissediyorsanız bu evliliğinize ve sevginize olan inancınızı yaralayabilir. Elinizden gelen çabayı göstermenize rağmen eşinizin evliliğinize ve size gereken özeni göstermesini sağlayamadıysanız bu sorunun çözümünü duada bulabilirsiniz. Eşinin seni deli gibi sevmesi için dua ile en kısa zamanda çok büyük bir bağlılıkla eşinizin size olan sevgisinin arttığını görebilirsiniz. Tesir gücü oldukça fazla olan bu duanın aynı zamanda evinizin üzerindeki nazarları yok etmekte de koruyucu bir gücü vardır.
Sevgiliyi Kendine Aşık Etme Duası
İlişkilerin insana en çok mutluluk veren yanı hayatınızdaki kişinin size duyduğu aşkı hissedebilmektir. Bu aşk size bir iç huzuru ve güveni getirdiğinden biri tarafından sevilme duygusunu ilişkiniz boyunca kesintisiz olarak hissetmek en doğal hakkınızdır. Ancak sevgiliniz bazı zamanlarda böyle hissetmenize engel olan davranışlarını arttırmaya başladıysa ya da tamamen ilişkinizden koptuysa o zaman bir hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Eğer ilişkinize değer veriyor ve karşılıklı aşk ile devam etmesini istiyorsanız, ancak tüm emeklerinize, çabalarınıza rağmen bunu başaramadıysanız sevgiliyi kendine aşık etme duası ile bu arzunuzu gerçekleştirebilirsiniz.
Tumblr media
En kısa sürede etki eden bu dua ile ilişkinizin ve sizin kıymetinizi bir kez daha anlayacak olan sevgiliniz tutkulu bir aşkla size kopmamak üzere bağlanacaktır. Mutluluğunuzu sekteye uğratacak her davranıştan uzak durarak aşkınıza ve ilişkinize emek verecektir.
Eşini Kendine Deli Divane Aşık Etme Duası
Eşinizin evliliğinize dair heyecanı ve çabası ilk günlerdeki tazeliğini ve yeniliğini korumuyorsa, hatta zaman zaman evliliğinize zarar veren davranışlar sergiliyorsa bu durum evlilik birliğinin geri dönülmez şekilde yıpranmasına sebep olabilir. Böyle bir halin karşısında tüm gücünüzle evliliğinize ve eşinize karşı çaba göstermenize rağmen ilişkinizdeki zedelenmeyi onaramıyorsanız ya da eşiniz sizin bu çabalarınızın aksine size olan sevgi ve aşk bağını zayıflatmaya devam ediyorsa kalbi ve ruhani dünyanızda zorlu bir süreç başlayabilir. Her ilişkinin temel yapı taşı karşılıklı sevgi ve saygıdır. Eğer taraflardan biri bu duyguları kaybeder ya da eskisi gibi hissetmemeye başlarsa evlilik ilişkisi sorunlar yumağına dönüşebilir. Ancak eşini kendine deli divane aşık etme duası ile tüm sorunlarınızı çözmenizi sağlayan iletişimi kurabilirsiniz. Bu güçlü iletişim evlilik hayatınızı zedeleyen sorunları eşinizle ortak bir frekansta buluşarak çözmenizi sağlayacaktır. Ayrıca eşiniz eşsiz bir bağlılıkla odak noktasına sizi alarak başka hiçbir şeye sizin kadar vakit ayırmayacaktır.
Kızı Aşık Etme
Aşkın insanüstü bir duygu olması onu yönetmeni ve kontrol altında tutmayı imkansız hale getirmektedir. Bu nedenle beslediğiniz duyguları kontrol edemediğiniz gibi karşınızdaki kişinin de ne hissedeceğini sizin belirlemeniz imkansızdır. Ancak dua insanüstü kavramlar arasında en güçlü olan kavramdır. Dua karşısında diğer duyguların ya da herhangi bir engelin durması mümkün değildir.
Tumblr media
Sevdiğiniz kızı aşık etme konusunda tüm çabalarınız sonuçsuz kaldıysa ve artık yapacak bir şey olmadığına kanaat getirdiyseniz en umutsuz anınızda dua yolunu deneyiniz. Dua etmenizin hemen ardından aşkınızın sevdiğiniz kişi tarafından fark edilerek değer gördüğünü gözlemleyeceksiniz. Böylece hayalini kurduğunuz iletişim ya da ilişkinin gerçek olması için gereken zemini dua aracılığı ile sağlayabilirsiniz.
Erkeği Aşık Etme Duası
Aşık olduğunuz kişinin kalbinde dilediğiniz gibi bir yer edinmek için çok fazla emek vermeniz gerekebilir. Ancak tüm bu çabalara rağmen herhangi bir şekilde sonuç alamadığınızda bir hayal kırıklığı yaşamakla birlikte sevgi ve aşka dair inancınız da zedelenebilir. Böyle bir durumu yaşamamak adına duanın gücünü kullanarak sevdiğiniz insanın aşkına mazhar olabilirsiniz. Erkeği aşık etme duası ile sevdiğiniz kişinin en kısa sürede size bağlanmasını ve kalbinde size dair bir sevgi beslemesini sağlayabilirsiniz. Tesir kuvveti çok fazla olan ve etki etme süresi bakımında en kısa sürede gerçekleşen dualardan olan bu duanın uygulanışı bakımından takip edilmesi gerek adımları doğru uygulamanız gerekmektedir. Bu teknik adımlar hakkında ayrıntılı bir araştırma yaparak ya da bilgin insanların tecrübelerine danışarak doğru bir yötnem tercih etmeniz şarttır. Birini Aşık Etme Duası Sevginin derinden hissedildiği anlarda insanın mutluluğu katlanarak artmaktadır. Ancak bazen her insanın bu mutluluğu yakalaması mümkün olmadığından karşılıksız aşkların ıstırabı da çok yüksek seviyede bir acının sebebi olabilir.
Tumblr media
Sevdiği halde sevilmeyen insanların günlük yaşam kalitesi bile bu durum yüzünden düşebilir. Öyle ki en kolay günlük işlerini bile bu yoğun düşünce trafiği sebebiyle aksatabilirler. Sevilmeme hissinin rahatsız edici varlığı birini aşık etme duası ile son bulabilir. Etki alanı oldukça geniş olan bu dua en kısa sürede aşık olduğunuz kişinin duygularınıza karşılık vermesini sağlayacaktır. Öyle ki bu duanın yardımıyla ona duyduğunuz aşkın çok daha fazla bir tezahürüne muhatap olabilirsiniz. Böylece karşılıklı sevgilerin verdiği iç huzuru ve mutluluğu hayatınıza katarak yaşam kalitenizi arttırabilir ve mutlu bir ilişkiye adım atabilirsiniz. Read the full article
0 notes
esraakderi · 2 years
Text
Küçükçiftlik Park'ta Zhu Etkinliği
Uzun bir aradan sonra etkinliğe giden bir Esra olarak geldim bugün. 16 Temmuz’da Küçükçiftlik Park’ta gerçekleşen Zhu etkinliği sonrası yorumlarımı buraya yazarak kalıcı hale getirmek istedim. Özellikle pandemi ile ev haline alışan bizim gibi festival sever kişiler beni daha iyi anlayacak ki etkinlikleri son bıraktığımız gibi düşünüyoruz. Büyük üzüntüyle söylemek zorundayım ki maalesef öyle değil. Uzun süredir beni heyecanlandıran bir etkinlikti Zhu. Kaldı ki saat 22:00 gibi çıkan Zhu, başlangıçta tam bir hayal kırıklığı olarak başladı. İlk parçaları, sevmediğim ve herhangi bir tınısı olmayan müziklerden ibaretti. Tam ne oluyor derken neyse ki sevdiğimiz parçalara gelerek biraz daha toparladı ve sonrası güzel bir şekilde devam etti. Beni asıl şaşırtan durum organizasyon kötülüğü oldu. Yıldız isim kim olursa olsun bu kişi sahneye çıkmadan önce çalan müzikler, daha çok kişileri keyiflendiren ve ısıtan müzikler olmalı. Bu her yerde aynı değil midir zaten? Festival olmasa bile herhangi bir mekan dahi olsa bu işin kuralı böyle diye biliyorum. Zhu’dan önce sahneye çıkan kişiler gerçekten etkinlik fiyaskosuydu. Ben bunu çıkan DJ tarzlarına yorumlamıyorum asla. Onları kötüleyerek yaptıkları işleri küçümsemiyorum fakat enerjiyi sabitleyen veya düşüren bir sahne öncesi planı olmamalıydı. Bunu tamamen organizasyon yetersizliği olarak görüyorum. İzleyen kişilerin arasında sürekli yakınan ve kötüleyen yorumları duymak da cabası oldu. Kokteyl Fiyatları Alkol fiyatları artık bana çok fazla gelmemeye başladı. Belki de fiyatlandırma algım bittiği için. Fakat alkolün içine su katıldığı o kadar belli ki önümüzde uzun uzun şov yaparak kokteyl hazırlayan barmenlerin elinden elma suyu ve su içmiş gibi olduk. Sağolsunlar. (Koktely ücreti 170 TL) Nedense artık herkeste bir bıkmışlık ve boşvermişlik seziyorum. Eğlence dünyası da bunu açıkça belli eder oldu. Çok iyi diyebileceğim bir etkinlik yok artık. Zhu’dan biraz bahsetmek gerekirse dinlediğim çoğu live performanslarında (youtube’da) çok keyif alıyordum. Fakat nedense Küçükçiftlik Park’ta Youtube kadar keyif veremedi bana. Bir de yurtdışında tanınan çoğu ünlü DJ, Türkiye’de alakasız setler çalıyor. Türk milleti olarak bizim nasıl farklı bir görüntümüz var ki güzel çalınan setler buraya gelince değişiyor son zamanlarda merak ettiğim konulardan. Şimdi diyeceksiniz ki ya Esra bu kadar mı eğlenmedin peki? Hayır arkadaşlar ben hep eğlenirim bir durumun kötü olması benim o anki eğlencemi fazla etkilemez ama düşüncelerimi etkiler 😊   Bir dahaki etkinlikte görüşmek üzere,   Read the full article
0 notes
icselpatlamalar · 3 years
Text
Özür Dilerim
Uzun süre bir yere gerçekten ait hissetmedim. Hissedince de elimden gitti. Tek bir hata yada problemle. Hep uyumsuz hissetim.
Kimse bana inanamdı dinlemek istemedi. Sürekli bunun için savaştım salak saçma. Belki de savaşmaman lazım diye çok düşündüm. En son savaşmayı kestim, hala rahatsızım, bu yeni hayat çok rahat değil. Komforlu değilim. Güvenebileceğim tek bir insan yok. Kendi kendime yetmek güzel ama tek başıma yaşamak da yetmiyor.
Başarılı olup bir şeyler yapmak istiyorum, ama ne yapıcam tam emin değilim. Bunalana kadar durmak istiyorum, ama zaman akıyor ve ben hala düşünüyorum. Daha kimim tam çözmedim, zamana ihtiyacım var. Fakat herkes kendini biliyor. Ben bilmiyorum. Geride kalmış gibi hissediyorum. Böylece kaıp gitmektense durdum, hala kendimi yetersiz hissediyorum. Neye yeticem ki? Kime? Bu kendini bilenler olmaktansa başka bir şey olmak istiyorum. Evet onlar gibi mutlu olmak istiyorum, bu yüzden duruyorum. Oraya ulaşırken bile zıt gidiyorum.
Güvenmiyorum insanlara, ne zaman güvenebilir mi? Güvenmediğim için yalnızım. Yani, tolere etmek istemiyorum otu boku. Etmeyince de yalnızlık. Yok kendimden bir saniye bile ödün vermek istemiyorum ama cumartesi günlerini yalnız geçirmek de batıyor insana.
Daha erken desem bile kaç yaşına geldim. Daha küçük hissediyorum, çünkü ben bu kadar öz güvenli dünyayı biliyorum diyemem. Korkuyorum çünkü ne yapıcam bilmiyorum. Korkuyorum çünkü tutunabilecek bir şeyim yok. 2 ayak üstünde durmam lazım ama her gün değil. Ama tutununca kayacağımdan korkuyorum, yada tutarsam güçsüz olduğumu kabul etmek istemiyorum. Bu yüzden tutunacak yerimde yok. Zaten yoktu. 
Güvenmiyorum inanmıyorum insanlara. Bu benim suçum değil. Mülkemmel biri olsam tabiki de herkes beni severdi, anlardı, takdir ederdi. Değilim ama. Böyle kabul eden istiyorum. 
Gerçekten bir yere ait olmak istiyorum, ama bir yer bulamıyorum. Sonra bu saçmalıklar oluyor ve boşuna geriliyorum. Sanki bir yer bulunca düzelecek gibi hissediyorum çoğu şey. Fakat orası yok gibi. Bulamıyorum. Bakmaktan da sıkıldım çünkü artık hayal kırıklığına bir an bile uğramak istemiyorum. Bilmiyorum artık.
Bağırmak istiyorum, BİLMİYORUM. NE YAPICAM BİLMİYORUM. Keşke deli olsaydım da her şey kafamda diyebilseydim. Bu daha çok can yakıyor. Çünkü gerçek hepsi, en koyanı da bu. Boşuna kendime yalandan çok iyi durumdasın mülkemmelsin demek saçma geliyor. Mutlu değilken mutlu takliti yapmam. Hiç değilse bu beni rahatlatıyor. Çok eleştirim var ve bunları boş vermektense, bunların rahatsız ettiğini bilmek, kendimi uyuşturup yalan söylemekten daha güzel.
Hiç arkadaşım yok. Ve bazen ailemin arkadaşım olmadığını bildiğini görüyorum, çok heyecanlanıyorlar. Kendimi özürlü gibi hissediyorum. Sanki bir canavar gibi, arkadaşım olanlar bana acıyanlarmış gibi. Çünkü ben kayıp bir deliyim ya. Başka bir kişiliğim hayat hikayem yok. En kötüsü insanlarda bunu yapıyor, atıyorum hayatımdan, bu sefer annem yalnızım diye üzülüyor. 
Hayat zor, kimseyi memnun edemiyorum. Çünkü insanları memnun edecek biri değilim. Ama yalnızlıımın ifşalamasından korktuğum için çok boşa girdim. Belki de gerçek mutluluğu yakalama olanakları kaybettim. Korkuyorum hata yapmış olmaktan. Her adım attığımda, her şeyin yıkılmasından korkar oldum. Tek yaptığım, doğruyu söylemek, kendim olmak ve tüm dünya yıkılıyor. Sıkıldım. Ne zaman biir beni anlayacak? Hala yıllar sonra hala aynı problem aynı bok. Ne yaparsam suçluyum.
Keşke bu dediklerim abartı olsaydı. Bana abartıyorsun diyen insanlar gibi abartsaydım otu boku. Keşke gerçekten ben hatalı olsaydım, Keşke problem ben olsaydım. Kabul edecek gerçekten üzülecek suçlu hissedecek bir şey yapmış olsaydım. İnsanlar özgürlüğümden dolayı özür dilememi bekliyor. Kendimden dolayı. Var olduğum için özür bekliyorlar. Sikerim hepinizin sikko egosunu. Kendilerine gelince öööööööööööööö ben çok acı çektim.
BOK.
BOK.
BOK
HANGİNİZ DİK BİLEKTEN KESİ AMINA KODUKALRIM?
HANGİNİZ EN GÜZEL YALLARINA 4 TARAFTAN SALDIRILDI?
HANGİNİZ HİÇ BİR SUÇU YOKKEN ÖLÜMÜNE YARGILANDI?
HİÇ BİR SİK YAŞAMAMIŞ AĞLAK OROSPU ÇOCUKLARISINIZ.
HİÇ 
AMA HİÇ 
BİR SİK YAŞAMADINIZ
SİKKO SİKKO AĞLAMAYIN.
Hepinizin problemi yarak kürek insanlar olmak. Benim problemim işte, bundan kaçamamak. Sonra neden üzgünsün. Bok gibisiniz. O yüzden. Ama sonran ben bokum. NEDEN? Bir gün dinlendi diye... sikerler...
Sıkıldım. Çok sıkıldım bunaldım. Bu yarak kürek insanların mutlu olmasından, benim burada olmamdan. Ben mutluluk hak ediyorum. bu boku değil. Ne bu amcıklarla arkadaşlık, nede yalnız olmayı. Adam akıllı insanlar hak ediyorum.
Pardon amınakoduklarım hayatta tutunacak hiç bir şeyim yokken ayaım kadığı için. Çok pardon 30 kişi ile aynı anda savaşamıyorum. Çok pardon hepiniz besleyecek kadar zengin değilim. Çok aprdon hepinizin sevgi açlığını besleyemediğim için.
ÇOK ÖZÜR DİLERİM YALAN SÖYLEMEDİĞİM İÇİN.
HEPİNİZ AMCIKSINIZ
4 notes · View notes
Text
Bizde de var ondan.
Demin ablam geldi. Annem de işte “Bak ablan sana geçmiş olsun diyecek” falan diyince yanına gittim. “Neyin var?” diye sorunca dünden beri başımın döndüğünü, midemin bulandığını, kustuğumu söyledim. “aaa” dedi. “Bizde de var ondan.” Ben de “Ben siz değilim.” dedim.
Bakın asıl mesele şu. Birisi hasta olduğunda ya da kendini iyi hissetmediğinde isterse tüm sülalen hasta olsun ona “geçmiş olsun, Allah şifa versin” vs diyebilmek. Bu senin ya da çocuklarının geçirdiği rahatsızlıkla alakalı bir şey değil ya. Bir şekilde sürekli her şeyi kendine, çocuklarına, kendi ya da çocuklarının geçirdiği rahatsızlıklara bağlayamazsın. He bağlarsan da arkandan “Bencil sürtük” diye düşünür insanlar. Ve o denli bencil bir sürtüksündür ki insanların bunu diyebileceği aklına bile gelmez.
Ama ben bu bencilliğe çok uzun zamandır maruz kalmış bir insan olarak o kadar yakından tanıyorum ki onu. Mesela bipolar olduğumu söylesem de bunu bir şekilde kendine ve kendi çektiği acılara bağlayacak bir potansiyel taşıyor. “Sen şimdi bunu yaşıyorsun ama ben neler yaşadım ohooo” mentalitesi asıl insanın canını sıkan.
Bu yüzden de bunu hiçbir şekilde ne ona ne de abime söylemeyi düşünmüyorum bile. İnsanların bana işkembeden nasihatler vermeleri ya da o küçümseyici “biz neler atlattık evladım...” tavırları o kadar yorucu ve can sıkıcı ki. Evet şizofreni gibi bir şey değil. (gerçi bunda da paranoyalar gırla) ama gerçekten zor, çok zor. Ömrümün neredeyse yarısını ölmeyi düşleyerek ve planlayarak geçirmeme sebep olan şey bu.
Ve ben bir gün geberip gitsem bile arkamdan üzülmeyebilir sırf bu bencilliğinden dolayı. Çünkü muhakkak o sırada üzülmesi gereken daha önemli bir konu çıkar. Ama ölüp gitmenin en güzel yanlarından biri de tüm bunları bir daha asla umursamayacak olmak ya... Bütün bencilliklerden azadesin artık. Mesela İsmet Özel gençliğinde sürekli intihar etmeyi düşündüğünü ama bir süre sonra arkasında bırakacağı insanların bunu anlayacak tıyniyette olmadığını fark ettiğini söyler.
Tumblr media
İntihar İsmet Özel’e göre geride kalanların alması gereken ciddi bir mesajdır. Bana göreyse her intihar böyle değildir. Herkes birilerinden intikam almak ya da onları suçlayıcı, itham edici mesajlar vermek için intihar etmez. Bu oldukça yüzeysel, iki boyutlu bir düşünce olur.
Yine böyle intiharı düşünen ve sonunda intihar eden bir yazar olan David Foster Wallace bu konu hakkında şöyle diyor:
“Psikotik depresyonda denilen, kendini öldürmeye kalkışan kişilerin bunu yapmalarının nedeni 'umutsuzluk' klişesi veya 'hayatın getirileri ve götürüleri denk değil' tarzı soyut düşünceler değildir. Ölümün birden cazip görünmesi de değildir kuşkusuz.
Tumblr media
Yanan bir yüksek katlı binada mahsur kalan kişi en sonunda nasıl pencereden atlıyorsa, gözle görülmeyen ıstırabı katlanılamaz bir seviyeye gelen kişi de kendini aynı o şekilde öldürür.
Yanan pencerelerden atlayan insanlardan şüpheniz olmasın. Onların çok yüksek bir yerden düşme korkuları ile sizin ya da benim aynı pencerede durup manzaraya baksak hissedeceğimiz eşdeğer büyüklüktedir. Yani düşme korkusu değişmez. Burada değişken olan ise diğer korkudur, ateşin alevleridir. Alevler oldukça yaklaştığında iki korku içinden düşüp ölmek olanı nispeten daha az korkunç hale gelir. Mevzu düşmeyi isteme değildir, mevzu alevlere duyulan korkudur. Durum böyle iken aşağıda kaldırımda duranlardan hiç kimse yukarıya bakıp da "yapma!", "dayan!" diye bağırmaz, atlama gerekçesini anlayabilirler. Aslında hayır. Düşmenin ötesindeki dehşeti gerçekten anlayabilmeniz için bizzat mahsur kalıp alevleri hissetmeniz gerekir." ... Geçenlerde aklıma Virgin Suicides’taki Cecilia geldi mesela. Yanlış hatırlamıyorsam ilk önce bileklerini keserek intihar etmeye kalkışmıştı. İşte buna bir imdat çağrısı ve mesaj verme isteğidir diyebiliriz. İntihar etmemek, intihar etmeye çalışmak ama başaramamayı, birilerinin onu, o binadan kurtaracağını ummarak bunu yapmak... Cecillia’nın yaptığı da tam olarak bu olabilir.
“Bana bir neden vermenizi umuyorum.” diye düşündü belki.
“Umuyorum ki bu boktan yaşamı sürdürmem için bana gerçekten iyi gelecek bir şeyler sunabilirsiniz, yoksa burada kalmamın hiçbir anlamı yok.”
Sonra Cecilia’nın topluma karışması adına anne babasının düzenledikleri partide bir grup çocuk başka bir çocukla acımasızca dalga geçtiğinde, şimdi neden bunu yaptıklarını hatırlayamasam da Cecilia’nın birden otuduğu koltuktan kalkıp o saniye kararını vermesi, “o an” hafızama kazınmış durumda. Onu artık yaşama bağlayan hiçbir şey kalmamıştı çünkü. Arkasında bırakacağı insanların onu kurtaracak güçte ya da tıyniyette olmadıklarını gördü, bunu fark etmiş olması ise onun için yeterliydi.
Tumblr media
Cecilia da bipolar mıydı, depresyonda mıydı yoksa sadece çok kararlı bir çocuk muydu bilmiyorum.
Ama bazen benim hissettiğim de bu oluyor, insanların zannettiği gibi kötülüklerin tamamının bana isabet etmesi gerekmiyor. Bu travma sende de olabilir. Hatta sende çok daha beterleri de olabilir. Dünya üzerinde o kadar olasılık ve kötülük var ki, ama mevzu bahis şey sadece bundan ibaret değil, sen görünüre bakıyorsun ben içine eğiliyorum.
Belki beyin kimyası ile alakalıdır, belki de insan ruhu zaten buna benzer bir şeydir, zaten kimse bu hastalığın asıl nedenini de bilmiyor ya... Neden böyleyim?
Bir şeyleri görüp geçemiyorum, bazen basit ve komik bulunan bir şeyi bile görüp gülüp geçemiyorum; o beni birden bacaklarımdan tutup dibe doğru çekmeye başlıyor. O basit şey günlerce haftalarca süründürebiliyor beni.
Bana şimdiye kadar psikiyatristlerin azımsanmayacak bir kısmının söylediği şey: gençsin, güzelsin, neden bunlara takılıyorsun? oldu.
Yaşadığım bütün travmaları geçtim, yeni yeni anlıyorum, belki onları yaşamasaydım bile böyle olabilirdim zaten. Gerçekten gençlik ve güzellik böyle duyguları hissetmemek için kafi bir kriter midir?
Ben bu tek boyutlu dünya görüşünü kabullenemiyorum.
En çok ben hissediyorum, acı çekiyorum gibilerinden bir iddiam da yok hani. Acı çekmek herkesin parmak izine benziyordur belki, milyarlarca şekli, gölgesi olan bir histir.
Ama gerçekten yaşadıklarımın parlaklığı ve solukluğu can sıkıcı bir düzeyde. Hiçbir orantı, mantık, rasyonellik içermiyor bile.
Semboller ve bir takım kapılar var orada. Büyüyorsun, küçülüyorsun, ağlıyorsun, o ağladığın yerde yüzüyorsun. Kimse kurtarmaya gelmiyor seni.
Bazen beslediğim bir kedi yaralandığında ağlama krizine girip çığlıklar atarak, sesim kısılıncaya kadar bağırmaktan başka bir şey yapamıyorum. Sonra bir gün annanem ölüyor ve gerçekten oturup üzülmek dahi istemiyor canım. Ağlamam gerektiğini biliyorum, bilmekle alakalı bir durum değil. Ki annanemi gerçekten severdim ben. Halen daha severim. Ama bazen duygusu gelmiyor bir şeylerin.
Sadece etrafa boş gözlerle bakıp delirmemeyi umuyorsun.
4 notes · View notes
bungoustraydogs-tr · 4 years
Text
Bungou Stray Dogs BEAST Novel 3. Bölüm
Çevirilerin büyük bir bölümünü yapan @nabidan27re​ ‘ye teşekkürler. Lütfen kendisini de takip etmeyi unutmayın.
Tumblr media
Adım Oda Sakunosuke. Silahlı Dedektiflik Ajansı’nın bir üyesiyim.
Birisi hakkında daha fazla şey öğrenmek istediğinizde, en kısa yolun onun yaptığı işleri bilmek olduğunu söylerler. Bu düşünmenin rasyonel mantıklı bir yolu, ama benim için, bu kural geçerli değil. Çünkü ben, dedektiflik ajansı için doğru ruha ya da yeteneğe sahip değilim.
Ben, sıradan olmaktan yorulan bir adamım, yere düşen bir sigara izmariti gibi. Değersiz bir dedektifim.
İki sene önce, ”Mavi Kral” vakasını çözdüm ve Dedektiflik Ajansı’na katıldım. O anı çok iyi hatırlıyorum. Her şey sağa eğilmişti, sonra da sola. Kötü bir hareketle, elim sıkışmıştı ve özgürlüğüne kavuşması için savrulması durması için beklemek zorunda kalmıştım.
Sadece, vakayı beklenmedik bir hediye sayesinde çözdüğümü söyleyebilirim. Yine de sınavı geçtim ve Dedektiflik Ajansı’nın bir üyesi oldum.
O zamandan beri, ajansa gelen vakaları çözerek yaşadım. Yetimleri beslerim, kahve içerim, özel günlerde biraz bahse girerim, ve geceleri mutfakta roman yazarım. Hayatım bundan ibaret. Birinin övünebileceğinden çok uzak, mütevazı, küçük bir hayat.
Öyle olsa bile, şu an sahip olduğum hayatı seviyorum.
Ajansın bugünkü iş biraz daha farklıydı. Alışveriş sokağında bir işbirlikçi ile buluşmak için yürüyordum. Günbatımına çok vakit kalmamıştı, sokaklar günbatımının turuncusuyla boyanmıştı ve insanlar, sokaklarda derin su yaratıkları gibi sessizce dolaşıyorlardı. Kaldırım taşlarının sonunda geçen gece birinin bıraktığı kusmuğun izi duruyordu. Gümüş bir bisiklet süren genç bir adam yanımdan geçti ve tekerleri uzay gemisinin parçalarıymış gibi parladı. Şehir manzarası tadı hoş bir kahve gibiydi. Nefret edemeyeceğim bir manzaraydı.
Bugünün işi ajansa yeni gelenle ilgiliydi. Çaylak Akutagawa, illegal organizasyon Liman Mafyası’nın bu bölgedeki merkezine sızmıştı. Bu, kısaca söylemek gerekirse, ancak  vidası gevşek biri tarafından yapılırdı. Kemiklerini bir çekiçle ezmek ve onları hayvankar yesin diye vermek daha normal olurdu. Bu arada, bu çaylağı yeni üye olarak ajansa alan bendim. Her zamanki gibi, kendisini benim yerime koyarak beni taklit etmeye çalışıyordu. Bu kötü, çok kötü bir alışkanlık, öyle ki sadece kabul edebilirim.
Şimdi beni en çok endişelendiren şey, çaylağın canlı olarak gelmesi.
Yeni üye… Akutagawa güçlü bir yetenek kullanıcısı. Ek olarak, doğruca bir savaşa girebilir. Mafyanın savunmasını kolayca püskürtüp kardeşiyle bir araya gelebileceği bir yeteneği var. Ama başka bir şey daha var. Akutagawa’nın günlük hayatı bir daha eskisi gibi olmayacak
Liman Mafyası şehrin en karanlık yerlerinde esen gece esintisi gibidir. Sokaklardan Mizokawa’ya kadar, titizce kontrollülerdir. Akutagawa kız kardeşiyle bir araya gelip binadan kaçsa bile, Liman Mafyası kesinlikle onları bulacak ve yol üstünde baş aşağı asacak. Bir kancayla şahdamarlarından asılacaklar, abisi de kardeşi de, mafya ile karşı karşıya gelen insanların kanlarının nasıl sokak boyunca yayıldığı herkese gösterilecek.
Bu yüzden başkan bir emir verdi. Akutagawa’ya yardım edin, kız kardeşinin hayatını kurtarın ve güvenle ajansa geri dönün.
Ben ‘kaçıştan sonrası’ ile sorumluyum.
Mafyanın Akutagawa ve kardeşini bağışlaması imkansız. Bu bir onur meselesiydi çünkü. Eğer zorla binaya giren Akutagawa’yı affederlerse, dış imajları ve eğer kız kardeşinin ayrılmasına izin verirlerse, iç imajları düşecektir. Bu ne para ne de suyun temizleyeceği bir şey. Öyleyse neye ihtiyaçları var?
Bir süre düşündükten sonra, sonuca vardım. Tehdit. Geriye bir tek o kalıyor. Bilgiyi iletmek ve onu hükümetin ajanlarına teslim etmekle mafyayı tehdit etmek. O zaman bilgiyi iade etmek şartıyla Akutagawa’ya yapılan misillemeyi geri çekerler.
Bu içten bir işbirlikçi gerektirir. Ama sadece mafya ile birlikte çalışan biri olmamalı. Mafyanın merkezinde olan biri olmalı… Özel olarak mafyanın parasal kalbi olmalı.
Para mafyanın kanıdır. Kan zehirlenirse, hayatta kalma şansları olmaz.
Karanlık topluluğun adamlarını takip ettim ve o kişiye ulaştım. Mafyanın güvenliğinden sorumlu bir hazineci, uzun zamandır mafyanın aklanmasında yer alan güvenilir emanetçi bir yaşlı adam. Hobileri bonsai ve şogi*
Kararlaştırılan buluşma yeri arka sokakların birisindeki eski bir bardı.
Günbatımı vakti. Hala dükkanın önündeyim. Nasılsa, ahşap kapı, işbirlikçisinin eliyle açıldı. Kapıdan içeri girdi ve merdivenlerden bodruma indi; karanlık ve kuru yeraltına giden merdiven geçmişe doğru giden bir yol gibi görünüyordu. Zayıf müzik dükkanın arkasından duyuluyordu.
Bar, bir porsuğun ini kadar sessiz ve dardı. Bar tezgahı, tabureler, çeşitli markaların likör şişeleri duvarda sıralanmıştı. Dükkanda hiç çalışan yoktu.
Bar tezgâhının altındaki taburede, işbirlikçi çoktan oturuyordu.
Melankolik gözlerle likör bardağıma baktım ve parmağımı bardağın ucuna kaydırdım. U şekilde bakmaya devam ettim.
“…Sen kimsin?”
Orada karşılaştığım yaşlı adam değildi.
Sesimle, adam yüzünü kaldırdı ve bir mesafeden bana baktı. Kısa bir süre için, gülümsedi.
“Selam, Odasaku. Uzun zaman oldu.” dedi siyah kabanın içindeki genç adam. “Bir içki için çok mu erken?”
**************************
Korkuyorum.
Korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum.
Karanlıktan, o beni kovalıyor.
Çaresizce kaçtım. Akciğerlerim zorlansa da, ya da uyluklarımdaki kaslar yırtılsa bile fark etmez. Çaresizlikle koştum. Kaçtım.
“Kesinlikle… İşe yaramaz, Atsushi-kun”
Geçmişten bir ses kafamın içinde yankılanıyor. Bu ses? Dazai-san. Beni tamamen zincire vuran o lanet ses.
“Kesinlikle… İşe yaramaz, Atsushi-kun”
Asla kaçamam. Biliyorum. Bu sonsuza kadar devam edecek. Bağırabileceğim bir boğazım yok. Ağlayabileceğim gözlerim yok. Bedenim korku içindeyken, kendimden kaçmaya devam ediyorum. Ama kendimden kaçamam. Bu dünyada, kim kaçabilir ki?
Atsushi mafya binasının içinde koşuyordu. İleri doğru eğilmişti, neredeyse bir canavar gibi duvarı tekmeledi ve dik bir açıda koridoru döndü. Merdivenleri tırmandı ve bina boyunca hareketli koridorda koştu. Atsushi Akutagawa’ya ulaşacaktı. Ancak böyle, Kyouka’yı kurtarabilirdi. Diğer her şey kafasından silinmişti.
Koridorun sonunda, silahlı Mafya üyelerinin hareket ettiklerini gördü. Yolu tıkayan yaklaşık sekiz kişi vardı.
“Geri çekilin!” canavarın kükreyişiyle, Atsushi gruba doğru koştu.
Kasırga gibi, koridoru geçti. Bu kasırga tarafından vurulan mafya üyeleri duvara çarptılar ve ne olduğu hakkında neredeyse hiçbir fikirleri olmadan bayıldılar. Bir anlığına hareketi fark eden bir gangster, refleks olarak silahını doğrulttu; ancak, silahı Atsushi yanından geçtikten hemen sonra parçalara ayrıldı. O bunu fark ettiği anda, kollarından ve vücudundan kan fışkırmaya başladı. Atsushi bir kasırgaya dönüştükten sonra, geride ayakta olan hiçbir mafya üyesi kalmamıştı. Atsushi ne yaptığını neredeyse fark etmemişti. Ama, ilerlemeye devam etti. Korkudan kaçabilmek için.
“Kesinlikle… İşe yaramaz, Atsushi-kun”
Önünde, Akutagawa görüş alanında girdi. Atsushi korkuyordu, bu yüzden hızlandı ve devam etti. Uğursuz sesle, Akutagawa arkasına döndü. Yeteneğinden bir kumaşla kendini korumaya çalıştı ve kendini savunmak için bir duvar oluşturdu, ama bundan önce, Atsushi kendini yerden itti ve zıpladı. Dağılan kumaşla birlikte, Akutagawa kendini fırlattı.
“Kesinlikle… İşe yaramaz, Atsushi-kun”
Atsushi kükredi.
“AAAAAAARR!”
“Olamaz…”
Akutagawa’nın şaşkın yüzüne, Atsushi bir yumrukla çarptı. Akutagawa’nın boynu sınırına dayanmıştı ve bir araba tarafından çarpılmış gibi koridordan aşağı uçtu. Akutagawa duvara çarptı ve bir anlığına bilincini kaybetti ve ipleri kesilen bir kukla gibi, yere düştü. Ama yere çarpmadı. Çünkü Atsushi yüksek hızda onu yakaladı ve omzunun üzerinden attı.
Canavar kükredi.
Akutagawa’nın omuzlarını duvara bastırdı ve bir yumrukla Atsushi, durmadan Akutagawa’nın vücuduna vurmaya devam etti. Yumrukladı, yumrukladı, yumrukladı, yumrukladı, yumrukladı. Makineli tüfeğin ateşi gibi olan yumruk sağanağı Akutagawa’ya vurdu. Atsushi, onun bedenini itti ve arkasındaki duvarda çatlaklar oluşmasına sebep oldu. Akutagawa’nın vücudu sarkaç gibi sallandı. Atsushi’nin yumrukları bir top mermisini sadece elleriyle kırabilecek kadar güçlüydü ve sadece biri bile insan vücudu karşısında ölümcül olabilirdi. Yine de tekrar tekrar Akutagawa’nın vücuduna yağıyorlardı. Kaç kere vurursa vursun, Atsushi durmadı. Açık gözlerinde, şimdiki korkusu doluydu. Elleri titriyordu, dişleri gıcırdıyordu ve soğuk ter vücudunun her yerindeydi.
Korku, korku, korku, korku, korku
“Kesinlikle… İşe yaramaz, Atsushi-kun”
Atsushi saldırmayı durduramadı. İstese bile durduramadı. Korku tarafından yönlendirilen vücudu kendi iradesini reddediyordu. Atsushi’nin parçalanmış ruhu çığlık attı, duramadı. Ruhu hala çatlıyordu ve geçen sene boyunca bu böyle olmuştu.
“B…u…”
Atsushi’nin yumruğu durdu.
Akutagawa’nın dudakları küçük kelimelerle hareket etti.
“Anlıyorum… sen… korkmuyorsun.”
Bir titreme Atsushi’nin vücudundan geçti. Nefes alışverişi durdu.
“Sen… suçluluk… hissediyorsun.”
Atsushi beyaza boyalıymış gibi baktı. Duyguları aklını kaybedecek kadar sınıra dayanmıştı.
“Ona…”
Bir ses vardı… Öğretmeninin sesiydi…
“Bu senin üstünden bir emir.” Geçmişinin sesi. Onu bağlayan kara zincir. “Kesinlikle. Yetimhaneye geri gitmemelisin, Atsushi-kun… Tamam mı?”
O gün, bana verilen emri çiğnedim.
Mafyadan gelen bir emir. Dazai-san’dan gelen bir emir. Katı bir şekilde itaat edilmesi gereken bir emir.
Yetimhaneye saldırdım.
Bir sene önce, hücum birliğinin bir üyesi olarak, çoktan geniş sayıda astları taşıyacak bir pozisyondaydım. Şehir polisindeki işbirlikçilerden bilgi alıp verme ve saldırılarını gizleme gücüne sahiptim.
O gücü sadece bir kere kullandım, Geçmişimi yakmak için.
Herkesin kafasının içinde bir çocuk vardır.
Benimkisi bu. Ben karanlıkta ağlayan bir çocuktum. Beni anlayacak kimsem yoktu, güvenecek kimsem yoktu, sadece çocuktum. Yetişkin olan ağlayan çocuğu rahatlatmak için ne yapmalıdır?
Ne kadar da insanlık dışı.
Benim durumumda, onu ağlatan geçmişin hapishanesini yakıyordu ve şeytanı öldürüyordu. Gerçekte, çok kolaydı. Adamlarımı alana yaklaşmak için kullandım ve yetimhaneye saldırdım. Telefon hattını kestikten sonra ve park edilmiş tüm araçları tahrip ettikten sonra, kaplana dönüştüm ve yatak odalarına girdim.
Korkuyordum, ama bu günah işlemenin korkusu değildi. Bu müdürü yenebilecek olamayışımın korkusuydu. Bu, aklını kaybedene kadar kan yoluyla vücut boyunca yayılan bir korkuydu. Bu korkunun üstesinden gelmek benim için uzun zaman aldı. Tekrar tekrar sinir bozucu bir plandı. Ama o gün, o korkuyu yendim.
O cesarete sahip olmam için birkaç sebebim vardı. Diğerlerinin bakış açılarının rahatsız edici olması onlardan biriydi. O gün benim doğum günümdü. Bu yüzden doğum günüme yeni bir doğum vermek istedim.
Üç buçuk sene sonra ziyaret ettiğim yetimhane küçük ve çok kötü bir durumda görünüyordu. Duvarlar çatlamıştı, yollar taşla döşenmemişti ve zemin korumasızdı; su kuyusu kuruydu. Kurumayı bekleyen ısırılmış bir kemik gibi görünüyordu.
Ancak, o yere her yaklaştığımda, tenimdeki anı kanımı kaynattı. Dişlerimi kırana kadar beni dövdükleri veranda, duvarların, onları tırmalayan tırnaklarla işaretli olduğu ceza odası, azarlanma korkusu daha büyük olsa bile yiyecek çaldığım yemek deposu.
Hafızamdaki çocuk onu yakana kadar ağlamayı bırakmayacaktı. Herhangi birinin anlayacağı kadar kolaydı bu. O gün benim doğum günümdü. O gün yeniden doğabilmek için hapishanemi yaktım.
Kalpten bildiğim yetimhanenin içinde koştum ve bu diyarı kontrol eden şeytan kralın, müdürün ofisine vardım, çarparak kapıyı açtım.
Hemen sonra, kalbim dondu.
Müdür doğrudan bana bakıyordu. Kolları kavuşturulmuş, odanın gerisindeydi.
“Geç oldu, 78 numara.”
Bu bir tuzaktı.
“Ben 78 değilim.” dedim. Yapabileceğim en güçlü şekilde.
“Görünüşe göre mezuniyet zamanın geldi.” dedi müdür, bana bakıyordu.
“Mezuniyet mi?”
O anda, arkamdaki kapı kapandı. Sağlam çelik kapı, gürleyerek otomatik olarak kapandı. O zaman bilmiyordum, ama müdürün ofisi otomatik olarak kilitliydi. Benim açabilmemin tek sebebi önceden kilidi kaldırmasıydı.
O anda, bir siren sesi duyuldu.
Yemek vaktinden sonra yapılan temizliği bildiren sirendi bu. Bir anlığına, vücudum üzerinde sahip olduğum kontrol, otomatik olarak temizliğe başlamak için kaybolmak üzereydi.
“Özledin mi?” dedi müdür bana bakarken. “Bir emrin sesi. Bir düzen altında olduğun hakkında seni bilgilendiren ses.”
“Öyle görünüyor.” Müdürden nefret ettim. “Bu yerde hiç saat yok. Bu yüzden ne yapacağımıza karar vermek için sadece bizi usandırmış bu ipucuna, sese sahiptik. Ve bu evde bizi bu saate bağlayan tek kişi…sendin.”
Yukarı, duvardaki saate baktım. Eski kızıl bir sarkaç saatti. Değişmemişti,  saniye ibresi tanrılar tarafından oyulmuş gibi görünüyordu.
“Bir saate sahip olmak insanlığının zehirlendiğinin kanıtıdır.” Müdür yüzlerce defadan sonra yine zikretti. “Bu yüzden…”
“Bu yüzden, kendin için bir saate ihtiyacın yoktu, kurallı ve eğitimli biri olmak amacıyla yaşadığın için.” Cümlenin devamını ben söyledim. “Bunu söyleyerek, bir saat sahibi olmayı yasakladın. Kendi parasıyla bir saat almaya çalışan mükemmel bir öğrenci vardı,. Kovuldu. Neredeyse ölünceye kadar dövüldükten sonra.”
“Doğru. Fakat sen bu aptallığa kalkışmadın, 78 numara. İtaatkardın.” Bunu söyledikten sonra, müdür masanın üstündeki ahşap kutuyu aldı.
Bu hatırlamadığım beyaz bir kutuydu. El avucundan biraz daha büyüktü, süslemesi yoktu.
“O kutu ne?” Sesim titredi.
“Ona bak,” dedi müdür açıkça. “mezuniyetle alakalı.”
Bir tuzak. Kutu. Kötü bir his boğazımda yukarı çıktı.
“Mezuniyet? Ne mezuniyeti? O kutu da ne?! İçinde ne var, benden ne istiyorsun?!”
Kutuyu tutarken, müdür ilerledi. Tüm vücudum soğuk terlerle kaplıydı. Kutunun içindeki bir silah olabilirdi. Ama benim vücudum hareket etmiyordu.
Sakin ol. Umutsuzlukla söyledim kendime. Kısa mesafede dövüşürsem, kazanacaktım. Kutunun içindekiler silah olsa bile, küçük bir silah ölümcül bir yaraya sebep olmazdı. Ama, müdür benim gelişimi biliyordu. Aynı zamanda kaplanın gücüne sahip olduğumu da biliyordu. Bu yüzden…
Bu bir bomba mı?
Eğer bomba bu, kapalı odada patlarsa, patlama yankı yapacak ve yıkıcı güç birkaç kat artacak. Eğer yüksek performansta bir patlamaysa, kaplanın yenilenme yeteneği ortaya çıkmadan kafamı patlatacak. Saldırmak için kaplanın işitsel gücünü aktive ettim, vücudum donmuştu. Duyma kapasitemin genişlemesiyle, kutunun içinde birkaç defa tikleme sesini duydum. Tik, tik, duyduğum şeydi.
Bu kötü.
“Benim öğretilerimi hatırlıyor musun?” müdür ilerledi. “Diğerlerini korumayanlar yaşamayı hak etmezler.”
“Yeter,” dedim titreyen sesimle. “Uzak dur.”
Müdür önümde durdu ve büyük bir kontrolle iki elini uzattı.
Bir adım ilerledi.
Bu kader. Bu kişinin direnemeyeceği bir kader.
Hayır, hayır, hayır, hayır.
Diren, diren, diren, diren. Diren, Atsushi. Direnmezsen öleceksin.
Tüm vücudum titriyordu. Kalbim göğsümde çarpıyordu.
Korku vardı. Ruha oyulmuş, mutlak bir emir olarak.
“Bugün, eğitimim tamamlanıyor.”
“Yeter!”
Diren, diren, diren, diren.
Diren!
Vücudumdaki tüm hücreler çığlık attı.
“Aaaaaah!”
Islak bir şeyin sesi geldi.
Kollarım onu deldi. Müdürün göğsünü. Parmaklarım arkasına ulaşana kadar ileri gittim.
“-“
Müdür bir şey söyledi.
İçeriği kulaklarıma ulaşmıştı, ama beynime değil.
Zihnimde, parlak kırmızı bir alarmın yanında “diren” kelimesi yankılanmaya devam ediyordu.
---AAAAAAAAH!
Müdürün odanın diğer tarafına düşen vücudunu çektim. Darbe, darbe, darbe. Yere saçılmış çok fazla kan vardı. Hayal kırıklığı hissimi yansıtsa bile, yumruğumu durduramadım.
Hareketsiz bedene bir müddet vurduktan sonra, yumruğumun yerin sertliğine vurduğunu hissedebildiğimde durdum.
Aniden, tahta kutu yere düştü ve görüş alanımda bir köşeye girdi. Kutunun kapağı çıktı ve içindeki yerde yuvarlandı. Onu gördüm.
Bir saatti.
Bir kağıt parçası yanına düştü.
‘Doğum günün kutlu olsun.’
Ne?
Bu da ne?
Neden bu sözcükler yazılmış? Neden içinde bir saat vardı?
“Bir saat sahibi olmak kendi iradenle iyi yetişmiş bir insan olduğunun kanıtıdır.”
Yeni bir saat. Bu yetimhanenin şartları içinde, bu kadar iyi kalite bir saat almak hayli masraflı olmalıydı.
“Buradan mezun olduğun için.”
Birden, müdürün son sözleri aklıma geldi.
“Anlıyorum… Sorun değil.”
Müdürün bana kollarını uzattığı o anda. O bir kucaklamaydı… bir babadan.
Gerçek açıktı. Fakat gerçeğin ne kadar hızlı kalbimi parçaladığının önemi yoktu, kafam hiçbir şeyi anlamamaya çalışıyordu.
Müdür yerde ölüydü.
Bir daha hiçbir şey söyleyemezdi. Bir daha asla.
Bazı sebeplerden, aniden bir şey fark ettim. Büyümek ve güçlü olmak zorundaysam, ne kadar övüldüğüm fark etmeksizin, ikinci seferi hiç söylemedi.
Aferin ve… fena değildi.
Bir ihtimal vardı. Ben yaşadığım sürece, bir güm.
Ama o bir daha bir şey söyleyemeyecek.  
Bu dünyada en çok duymak istediğim sözcükler için ikinci bir sefer olmayacak.
Çünkü ben onu öldürdüm.
“AAAAAAAAAH!”
**************************
Bunu hatırlamamla, bir seri olağanüstü şey gerçekleşti.
Bir insan-yiyen olduğumu asla bilmedim.
Müdür ve yetimhanedeki herkes de insan yiyenin gerçek kimliğini benden sır olarak sakladılar. Yetimhaneyi mahveden ve bazı insanları yaralayan şiddetli bir beyaz kaplandı. Kaplanların sıklıkla serbestçe dolaştığı bilinen bir şeydi. Bu yüzden en azından öğretmenlerimiz benim gerçek kimliğimin farkında olmalılardı. Ama bunu kimse bana açıklamadı.
Bununla ilgili daha sonra düşündüm ve sebebini buldum.
Yetimhaneyi gizlice keşfetmeye gelen müfettişi kaplan öldürmüştü. Uzun, duman gibi beyaz  saçlı ve elma gibi kırmızı gözlü bir araştırmacıydı. Eğer ölüm halka açıklansaydı ve olaya polis dahil olsaydı, kaplan şeklinde bir canavarın sebep olduğu bir kaza olarak gösterilecekti ve bu hata için beni asılmaya mahkum ederlerdi.
Müdür bu kazanın üstünü örttü.
Araştırmacının bedeni nehre atıldı ve eşyaları yakıldı. Ve hiç kimse yetimhaneyi araştırmak için ziyaret etmediğinden yetimhanedeki herkes daha rahat hissetti.
Ve dönüşüm ile ilgili hiçbir anım olmadığını onayladığımda, yer altındaki bodrumda kalmama karar verildi. Bundan sonra, kaplanın çıldırdığı her seferde, müdür dönüşümden önce gözlem yaptı. Kimseyi yaralamamak için ve bu yüzden çevremdekilere zarar vermemek için bodrumda saklandım. Böylece kaplanın uzak bir yerden gelen bir canavar olduğuna inandım.
Müdür beni herkesten daha iyi tanıyordu.
Kendimi kaplan olarak bilseydim, buna dayanamazdım.
Korunmak için kilitli kalmaya devam etmek zorundaydım, kaplanı kabul edip kontrol edebilecek kadar büyüyene kadar…
********************************
“Sen…suçlusun.” dedi duvara bastırılmış olan Akutagawa, hırıltılı bir sesle.
“A…” Atsushi’nin gözleri kocaman açıldı. “Aa….aa…..aaaaaaaaah!”
Atsushi bağırdı ve Akutagawa’nın vücudunu att��, kinayesi gibi uçtu ve normal olmayan bir şekilde düştü, zıpladı ve binanın sonundaki pencerelerden birinin yakınına yuvarlandı. Akutagawa’nın bedeni sırtı üstü düştü ve Atsushi onun üstüne zıpladı. Atsushi onun üstünde pozisyon aldı ve meteorlar gibi iki yumruğuyla ona vurmaya başladı. Akutagawa’nın sırtının altında, yer radyal olarak kırılmaya başladı ve kumaş dağıldı. Akutagawa’nın ceketi artık savunma işlevinde değildi. Bu karşı konulamaz ezici bir yıkımdı, insan krallığı üzerinde sürekli düşmeye devam eden meteorlarla eşdeğerdeydi.
“Hayır! Hayır! Hayır! Hayır! Hayır!” diye bağırdı Atsushi hala vururken. “Hayır! Bilmiyordum! Başka seçeneğim yoktu!”
“Bu zayıf olanların söylediği bir öz savunma!” Akutagawa aniden bağırdı.
Soluk bir ses.
Atsushi’nin kolu dirsek yüksekliğinden kesildi ve kan yolu içinde yerde yuvarlandı.
“Oh…?”
Akutagawa’nın etrafında, yaşıyormuş gibi kıvranan bir kumaş katmanı vardı. Kısa bir süre sonra, bıçak Atsushi’nin omuzlarını, karnını, boğazını ve uyluklarını delip onu arkalarındaki duvara gömen bir mızrağa dönüştü.
“Tch,,,”
Akutagawa bir hayalet gibi yavaşça yükseldi.
Tüm vücudu kanıyordu, ama güvenli tempoda ilerledi.
“Neden…?” dedi Atsushi kanlı bir tonla. “Saldırılar… Ne zaman…”
“Sen bana saldırmadan hemen önce, yeteneğimi tenimin altına koydum. Böylece, darbelerin etime ve kemiğime gelmesini engelleyen bir boşluk yarattım.” Dedi Akutagawa cildini sıvazlarken. “Bu benim, son savunma kozum. Bu kadar çabuk kullanmak zorunda kalmayı beklemiyordum.”
Bir grup kumaştan çıkan bıçaklar Atsuhi’yi bıçakladı, eti sökülüyormuş gibi hissedip Atsushi’nin çığlık atmasını sağlamak için bükülüp genişlediler.
“Korku ve kefaretle dolu bir yetenek.” Dedi Akutagawa Atsushi’ye doğru yürürken. “Senin korkunu, ben bilmiyorum. Bu dünyada yanlış olan bir şey varsa, pişmanlıktır. ‘eğer’ler hakkında düşünerek yaşamak cehennem gibidir.”
Onun sözlerine tepki olarak. Atsushi’nin ifadesi terörle doluydu. Akutagawa Atsushi’ye yaklaştı, gözleri ustura gibi parlıyordu.
“Ama, şu anda sen sadece kardeşime doğru giden yolda önümdeki bir bariyersin. Onu görmeye çalışmazsam her zaman bundan pişman olacağım. Bu sebeple, seni binlerce parçaya böleceğim ve yoluma devam edeceğim.
Akutagawa’nın kumaştan bıçağı Atsushi’nin önünde yükselen geniş bir giyotine dönüştü.
****************************
Mafya binası kat 35, merkez kontrol gözetleme odası.
Karanlık odaya kapı açıldı ve Gin nefes nefese içeri girdi.
Gin ağırca yürüdü, denetleyici kontrol levhasının yakınındaki duvara ulaştığında, dizlerindeki kuvveti kaybetti ve yavaşça yere oturdu.
“Abi…” Gin dizlerini sararak duvara yaslandı, karlı bir dağda terk edilmiş bir insan gibiydi.
Oda ne korunuyordu, ne de çok fazla ışığı vardı. Sadece duvara yansımakta olan, binanın bir gözetleme videosu, odaya soğuk bir ışık düşürüyordu. O görsellerden biri Akutagawa ve Atsushi’yi gösteriyordu. Atsushi’yi duvara çivilemiş olan Akutagawa, yeteneğiyle onun hayatını almaya hazırdı.
“Abi…artık, dur.” Zayıf bir sesle, abisinin görüntüsüne doğru konuştu. “Öldürmeye devam edersen, geriye dönemeyeceksin…”
Gin titriyordu. Ama, soğuk değildi. Beceriksizce ayağa kalktı ve izleme odasının kontrol paneline yürüdü.
“İnsan olsan bile.” Gin nazikçe kontrol panelinin kontrol anahtarlarını çevirdi ve düğmeleri tuşladı.“Sen yaşarsan, ben iyi olacağım.”
Ardından çağrı sistemini masaya yerleştirdi.
“Dur, abi,” dedi Gin çağrı sistemine. “Sadece evine geri dön.”
*************************************
“Dur, abi,” Gin’in sesi Akutagawa ve Atsushi’nin olduğu koridorda yankılandı. “Sadece eve geri dön.”
“Gin.” Akutagawa arkasına döndü, sesin kaynağına bakıyordu. “Gin, neredesin?”
“Benden vazgeç, eve git.” Gin’in sesi duygularını ifade etmeyi reddetti ve ölümüne düzdü. ”Anlamıyor musun? Seni tekrar görebilecek miyim diye merak ediyordum. Dört yıl önce kaçırılmadım, ama yalnızlığımda liderin davetini kabul etmeye gönüllüydüm. Senin ortaya çıkmama sebebin, benim senin için önemli bir insan olmamamdı.”
“Ne?” Akutagawa’nın kafası karışmıştı, yoktan çıkıyormuş gibi görünen Gin’in sesini arıyordu. “Ne demek istiyorsun?”
“Senin yıkım şeklin mafyanınkinden farklı. Mafyanın yıkımı kasıtlı ve akılcı. Ama seninki değil. Senin şiddetin sevdiklerini de kapsıyor ve her şeyi yok ediyor. Beni bile. Çünkü benim abim…” Gin’in kelimeleri kesildi. Bir anlığına sessizce nefes aldı, cesaretini topladı ve yeniden konuştu. “Çünkü benim abim kötülüğün tarafında doğdu.”
Akutagawa’nın elleri durdu. Yüzü kaygılı bir ifadeye sahipti, ailesinden ayrılan bir çocuğunki gibi.
“Ben kötü müyüm? Neden geri gelmiyorsun?” dedi Akutagawa karmaşık bir seste. “Anlamıyorum, Gin. Hiçbir şey anlamıyorum. Ne söylemeye çalıştığını anlamıyorum.”
Ses karşılık vermedi.
“Gin, cevap ver bana! Benimle ilgili yanlış olan ne? Seni nasıl tekrar kazanabilirim?”
Ses cevapsız kaldı, çünkü bağlantı kesilmişti.
“Anlamıyorum… Gin! Cevap ver bana! Yalvarıyorum, Gin!”
Aniden, duvar kırıldı ve döküntüler etraflarına yağdı.
Akutagawa hızlıca arkasına döndü, ve Rashomon’un kumaşı kırıldı. Canavar kükredi. Oradaki Atsushi değildi. O bir insan bile değildi.
“Ne…” Akutagawa şaşkınlık içinde gözlerini açtı. “Beyaz bir kaplan mı?!”
Küçük bir arabayla kıyaslanabilecek büyüklükte devasa vücut Akutagawa’ya vurdu. Adam da hayvan da pencere camına çarptılar ve onu kırdılar. Önlerinde hiçbir şey yoktu… havadan başka. Akutagawa ve beyaz kaplan mafya binasından dışarı fırladılar.
**************************************
“Uzun zaman oldu, dedin.” Ona doğru ilerlerken adama sordum. “Hiç görüşmüş müydük?”
Barda bekleyen adamın doğduğundan beri kullanıyormuş gibi görünen yumuşak bir gülümsemesi vardı.
“Hayır. Bu ilk seferimiz.” dedi, buzlu bardağını sıktı. “Bu benim bu bara geldiğim ilk sefer, ilk defa burada içiyorum ve ilk defa seninle burada buluşuyorum, Odasaku.”
Bara tekrar baktım. Sigaralar yüzünden is kaplamış duvarlar, zamanla neredeyse kararmış kolonlar, duvarlar ve ışıklandırma; ilk kez kullanılan bir yer için fazla eski gözüküyordu. Bar küçüktü ve koridorlarda, müşteriler zorlukla yan yana geçebiliyorlardı. Bardaki alanı oluşturan tüm unsurlar sessiz ve samimiydi. Bu mekan biriyle gizli vakit geçirmek için yaratılmıştı. Barda yankılanan caz müzik üzücü bir veda hakkında bir şarkı söylüyordu. Kötü bir yer değildi. Ancak, mafya içi bilgiyle ihanet sürecini konuşmak için uygun bir yer olduğunu söylemek zordu.
“Sana bir şey sormak istiyorum.” diyerek sordum. “ ’Odasaku’ benim lakabım mı?”
“Öyle.” Genç adam biraz utanmayla gülümsedi. “Hiç bu isimle çağırıldın mı?”
“Hayır.” Direkt olarak cevap verdim. “Çoğu kişi beni Oda diyerek çağırır. Biri beni o garip isimle çağırsaydı unutmazdım.”
Adam bana baktı ve gülümsedi, başını eğdi. Bu benim için olan bir gülümseme değildi, kendi içindi. Gülümsüyor gibiydi çünkü başka hangi ifadeyi takınması gerektiğini bilmiyormuş gibi görünüyordu.
Garip bir adamdı.
“Her neyse, Odasaku, otur.” Adam yanındaki tabureyi gösterdi.
“Ne içiyorsun?”
“Gimlet. Acı değil.”
Daha sonra, işaret edilen koltuğun tersine oturdum, adamın yanına. Ne olur ne olmaz. Adam düşünmeye başladı ve yanındaki boş alana baktı, daha sonra kendine sake doldurmak için tezgahın öteki tarafına geçti. Kendini Dazai olarak tanıttı. Dazai isimli genç adam yerine geri döndü ve tokuşturmak için bardağını havaya kaldırdı. Ancak, ben bardağımla karşılık vermedim, çünkü güvenilir olup olmamasıyla ilgili hiçbir fikrim yoktu.
Bir süreliğine, Dazai sessizlik içinde içti. Sadece bardağının içindeki buzların dönmesinin sesi diyalogların yerine geçiyordu.
“Odasaku, anlatacak ilginç hikayelerin var mı?” genç adam birden sordu bana.
“Ne?”
“Bir keresinde, patlamayan mühimmat almayı dilemiştim.”
Genç adamın yüzünü izledim. Genç adamın gözleri ciddi görünüyordu. Bakışı yoğundu ve direk bana doğru yönlenmişti.
“Hayal gerçeğe dönüştü. Tesadüfen patlamamış bir mermi aldım. Sana söylemem gerektiğini düşündüm.”
‘Evet’ dedim. Cevabım aptalcaydı. Ancak, bu konuşmanın nereden geldiğini veya buradan nereye gideceğini düşünemiyordum.
“Bir şey daha. Sana yedirmek istediğim sert tofuyu geliştirdim. Tadı ve sertliği yüzde otuz yükseldi! Adamlarıma tattırmayı denedim, ama biraz dişlerini kaybettiler, bu yüzden sen de denerken dikkatli olmalısın!”
“Gerçekten o kadar sert mi? Onu nasıl yiyebiliyorsun?”
“Açıkçası, bilmiyorum!” dedi genç adam ve kahkaha attı. Çok mutlu görünüyordu.
Güldüğü zaman önceden olduğundan çok farklı görünüyordu. Onu çocukmuş gibi tanımlayabilirdim. Sonunda evini bulan kayıp bir çocuk gibiydi.
“Doğru, önemli bir hikayeyi unutmak üzereydim… Odasaku, ‘Yeni Roman Yazarları Ödülleri’ne gittiğini duydum?”
Söylediği beni etkilemişti. “Bu bilgiyi nereden aldın?”
“Bulamayacağım bir şey değil.” Genç adam gizemli bir şekilde gülümsedi.
Kafamı kaşıdıktan sonra konuştum. “Bu bilgi biraz farklı. Romanın senaryosu sızdırıldı ve özel bir yayımcının gözü önüne geldi. Benden bir kurgu roman yazmam istendi. Ama dürüst olmak gerekirse, emin değilim.”
“Neden?”
“Yazmak istediğim sadece bir hikaye var. Burada.” Parmaklarımla kafamı hafifçe vurdum. “Ama onu gerçek dünyaya yansıtmak için gerekli olan malzemelere ve teknolojiye sahip değilim. Bu küçük bir tırmanıcının dünyadaki en yüksek zirveye sadece bir buz baltasıyla ulaşmayı denemesine benziyor.”
“Sen zaten araçlara sahipsin.” dedi saydamlıkla. “Kendin için yazamıyorsan, başka kimse için yazamazsın. Seni temin ederim. Kendine güven.”
“Teşekkür ederim, zar zor bildiğim biri bana bunu söylediğinde yeteri kadar ikna edici olmuyor.” Bunlar aklıma gelen tek sözcüklerdi.
Genç adamın bardağı çınladı. Ona bakarken, genç adam bardağı sıkıca tuttu. Tek elinde bardağı olmasına rağmen, çocuksu bir görünüşle, nefes almayı durdurmuş gibi göründü, donmuş gibi. Bir anlığına, imkansız bir şeyi düşündüm. Önümdeki genç adamın ağlayacağını hissettim. Ama durum bu olamazdı. Öyle hissediyordum.
“Haklısın.” Daha sonra genç adam orijinal yüz ifadesine döndü. “Sadece merak ediyordum. Unut gitsin.”
Oğlanın yüzünden, çocukluğa dair her türlü iz gitti. Bazı düşüncelerden sonra, ana konuya değinmeye karar verdim.
“Astım bir krizin içinde.” dedim. “Ana şeyi duyduğunu düşünüyorum, ama bu mafya merkez binasında küçük bir probleme sebep oldu. Oradan canlı olarak ayrılmayı ve tüm bunları başarırsa mucize olur. Ama canlı olarak geri dönse bile, mafya sürekli canını almak için onu arayacak. Ben bunu önlemek için buradayım. Benim için işe yarar bir şey yapacağını umut ediyorum.”
Bana baktı. Bakışı gelecekten, bin yıl sonradanmış gibi duruyordu.
Daha sonra sessizce söyledi. “Akutagawa-kun iyi bir akıl hocasıyla tanışmış gibi görünüyor.”
“Ne?”
“Akutagawa hakkında endişelenme. Yarından itibaren hiçbir mafya üyesinin ona zarar vermeyeceğine emin olacağım. Kusursuz bir barış olacak, istisnalar veya özel şartlar olmadan… Demek istediğim, en başından beri bu şekilde olmalıydı. Eğer hayatta kalır ve o binadan ayrılmayı başarabilirse...”
Yine genç adama baktım. Başından beri bunu yapacağını söylemişti. Bu sözcükleri duymamla bir düşünce geldi aklıma. Çok garip bir düşünceydi. Fakat tüm parçalar uyuyordu.
Bu yüzden daha cüretkar olmaya karar verdim. “Akutagawa’yı neden mafya binasına çağırdın, Dazai?”
Bu soruyla, zayıf bir çatlak genç adamın yüzünde çizildi. Sadece bir anlığına, kalbine hücum eden hayret yüzüne yansıdı. Ama bu sadece bir andı. Hemen, iki bin yıldır ona sahipmiş gibi göründüğü gülümsemesine döndü.
“Fark ettin.” dedi genç adam.
“Sadece tahmin ettim.” dedim. “Ancak sağlam bir temeli vardı. Akutagawa’nın adını biliyorsun. Akutagawa üzerine görüşmeden bahsettiğimi sanmıyorum ve sen başından beri misilleme yapmaya istekli olmadığını söyledin, bu yüzden önceden Akutagawa’nın mafya binasına gireceğini biliyordun. Sadece bir kişi bunu bilebilirdi. Dedektiflik Ajansı’na mektup ve fotoğrafı yollayan mafya lideri.”
Bardağı tezgaha koydum. Ve yanına da bir kılıf yerleştirdim. Dazai’nin bakışları onun üzerindeydi.
“O nedir?”
Silahtı. Dazai’ye doğrulttum.
“Bu konuşmanın bitişinin duyurusu.” dedim sessizce. “Biraz garip ve bir düşmana nişan almak zor ama bu elimde olan tek şey bu.”
Eski bir silahtı, fakat iyi korunmuştu. Bunu bir arkadaş olarak görebilecek kadar uzun süre kullandım. Bu silahı kullanarak, gözlerimi kapatır ve ateş edersem mermi, hedefe ulaşır. Genç adam silahtan hoşlanmamış gibi görünüyordu.
“Silahını indir.”
“Bu tartışılabilir bir konu değil. Karşımdaki kötü bir insan.” dedim, parmağım hafifçe tetiğin üstündeyken. “Bana eşlik eden kişi, bu şehrin gecesinin somutlaşmış hali, Liman Mafyası’nın lideri. Bu buluşmanın kendisi bir mafya tuzağı olsaydı iş çok daha ciddi olurdu.”
“Lider olmayı ben istemedim.” Genç adamın gözleri beni delip geçti. “Ciddiyim.”
Gözleri kelimelerinin bir yansıması olarak çok ciddilerdi. Ama eğer o mafyanın efsanevi lideriyse, benim gibi ucuz bir dedektifi tek solukta kandırmak daha kolay olurdu.
“Görünüşe göre Akuatagawa’ya yardım etmek için, diğer elimi burkmam gerek,”dedim. “Tabi, bardan canlı çıkabilirsem.”
“Seni oyuna getirmeyi hiç düşünmedim.” Dedi genç adam.
Kulağa samimi geldi. Eğer biraz daha itaatkar olsaydım. Eğer gözlerimi kapatsaydım artık görüşülecek bir konu kalmayacaktı.
“Odasaku. Bana onu neden mafya binasına çağırdığımı sordun.” dedi. “Bu dünyayı korumak içindi.”
“Bu dünya?”
“Bu sayısız dünyalardan birisi.” dedi, gözümün içine bakarak. “Başka bir dünyada… Gerçek olanda, sen ve ben arkadaştık. Bu barda içip konuştuk.”
Bu ihtimali düşündüm. “Bu doğruysa bile-“ dedim, “-Bu dünyada Akutagawa’ya hiçbir şey yapmadığın anlamına gelmez.”
Genç adam bir şey söylemeye çalıştı, bunu yapmak için çalışırken, konuştu, “Odasaku, dinle, ben…”
“Bana Odasaku deme.” sesim şaşırtıcı bir şekilde keskindi. “Düşmanın beni bu şekilde çağırması için hiçbir sebep yok.
Tumblr media
Genç adam birden zorla nefes alıyormuş gibi göründü. İfadesi bozulmuştu ve bakış açısı havada anlamsız şekiller çiziyordu. Ağzını açtı ve kapattı. Görünmez bir şeye karşı savaştı.
“Zordu,” dedi genç adam. “gerçekten zordu. Mimic organizasyonuna karşı savaştın, Mori-san’ın amacını başarıya ulaştırmak için ve organizasyonu geliştirmek ve düşmanları bastırmak için. Bu dünyadaki her şey…”
Dazai’nin sözcükleri nefes darlığıyla havada kayboldu. Duygularının kalıntıları havada yüzdü. Bir anlığına, ikisi de bir şey söylemedi. Sessizlik hakimdi. Barın müziği piyanonun üzücü melodisiyle uyum halinde bir veda şarkısı çalıyordu.
“Seni son bir defa, veda etmek için çağırdım,” dedi genç adam uzun zaman sonra. “Veda edebileceğin bir arkadaşın olduğu hayat iyi bir hayat. Bu ortağa veda etmek çok acı vericiyse, söylenecek daha fazla bir şey yok. Yanılıyor muyum?”
Bir süre düşündükten sonra, haklı olduğunu söyledim.
Dazai rahatlamış belirsiz bir ifadeyle ayağa kalktı.
“Gidiyorum.” Dazai sessizce silahın ucuna sonra bana baktı. “Beni vurmak istiyorsan, vur, ama bana son bir dilek hakkı tanırsan, burada yapma. Başka herhangi bir yerde yap. Beni başka herhangi bir yerde vurabilirsin.”
Dazai’ye baktım. Neden bilmiyorum, ama onun ricasını kabul edecek ruh halindeydim. Silahımı kenara koydum.
“Teşekkür ederim.” Dazai gülümsedi, döndü ve yürümeye başladı. “Elveda, Odasaku.”
Dazai asla arkasına bakmadı, barın merdivenlerini tırmandı ve sonunda görüş alanımdan kayboldu. Kapının kapanma sesi mekanda sessizce çınladı.
**********************
Akutagawa ve kaplan boşluğa düştüler.
“Tch…”
Akutagawa Rashomon’un kumaşını genişletti. Otuzuncu katın üstündelerdi. Tercihen, tüm vücudu ile yere çarpmak istemezdi. Kumaştan bıçakları duvara gömülebilir ve onların tüm ağırlığını taşıyabilirdi. Ancak, duvara olan mesafe birkaç metreydi çünkü hatırı sayılır ölçüde güçle dışarı atılmıştı. Akutagawa tüm kumaş bıçaklarını duvara doğru harekete geçirdi.
Kumaşın ucu duvarın yüzeyine ulaşmaya çalıştı… Biraz daha.
Kaplan vücudunu duvara yasladı ve kendini Akutagawa’ya itti.
“Gah!”
Akutagawa kan kustu. Vücudundaki tüm kemikler çatırdadı. Akutagawa’nın vücudu, ondan on kat daha ağır olan beyaz kaplanın darbesine tepki olarak duvardan daha da uzaklaştı. Yandan yana, sağdan sola, etrafında nereye bakarsa baksın şüphesiz, mükemmel gökyüzünün tam ortasındalardı.
Çok geçti. Akutagawa yanan gün batımına düştü. Rashomon kendi başına çok güçlü olmasına rağmen, kendi kıyafetlerinin biçimini bozabilmesini, ulaşabileceği alanın sınırı vardı. Tam uzunluğuna genişletse bile, başaracağını bilmiyordu. Bu nedenle yapacak başka hiçbir şey yoktu. Duvara ulaşmaya çalıştı, ama kaplan onu engelledi. Kaplanın dişleri Akutagawa’nın omuzlarını baştan sona delmişti.
“---Aaaagh!”
Kocaman çenesi omuzlarını yiyip bitiriyordu. Kan etrafa yayılıyordu. Kaplanın ağzında, kemikler kırılıyormuş gibi geliyordu kulağa.
Kırık. Kritik vasküler hasar.”
Eğer kaplan yavaşça kafasını sallarsa, omzu kolaylıkla yırtılacaktı. Akutagawa kumaşı omzundaki teninin altına geçirdi ve anlık bir koruma tabakasına dönüştürdü. Kaplanın ısırışındaki kas gücü, bir çatırtı oluşturarak Akutagawa’nın yeteneğinin kırılmasına sebep oldu. Bu esnada, iki beden serbestçe düşmeye devam ediyordu. İrtifaları çoktan 20.katın altına düşmüştü.
“Kahretsin…!”
Akutagawa berbat bir durumdaydı. Yere çarpsa bile, kaplan, Atsushi, hayatta kalacaktı. Güçlü bir vücudu ve yenilenme yeteneğine sahipti, ama Akutagawa kesinlikle ölecekti. Uzaysal süreksizlikle, çarpmanın şoku kendisi yere kesebilirdi. Ama o zaman bile, vücudunun düşme hızı ve çarpışma anındaki ani ezilme durdurulamazdı. Eğer bu hız değişimi anında vücuda uygulanırsa, beyin ve iç organlar yükü destekleyemeden çökeceklerdi. Bir kutunun içinde korunuyor olsa bile, çarpışmanın gücü aynı olacak. Öyleyse, bundan önce kıyafetlerini duvara doğru gererse ne olur? Bu da ayrıca imkansızdı. Anlık bir çözüm olmasına rağmen, süreçte bunu yapmak omzunu yırtacaktır. Bu durumda düşmeden önce ölecek.
Sonuç olarak, ölümden başka bir son yoktu.
“…Bırak beni,” dedi Akutagawa kanlı bir sesle. “serbest bırak beni, bırak beni, bırak beni! Ölmeyeceğim! Kız kardeşim için yaşayacağım!”
“Onu sormamanın sebebi, senin için önemli biri olmamasıydı.”
Akutagawa’nın sesi durdu.
“Benim kardeşim.”
“İnsanlara karşı iyi olamazsın. Bunu anlayabilirsin.”
Doğru değil.
“Bir kızı rehine olarak aldın ve onu tehdit olarak kullandın, kendi arzularını görmüyorsun, amacın zamanla yıkım için arzuya dönüştü.”
Hayır! Hayır, hayır, hayır!
“İntikam mı? Bu sebep uğruna ölmen sorun değil mi? Ölümünden sonra… bu şehirde arkanda bıraktığın küçük kız kardeşin nasıl bir hayata sahip olacak? Hayal edebiliyor musun?”
Bu…
“Çünkü benim ağabeyim kötülüğün tarafında doğdu.”
Bir kükreme geldi Akutagawa’nın ağzından.
Bu…
Ah.
Şimdi anlıyorum.
Bu Gin’in demek istediği şey.
Bu yüzden benimle birlikte gelemezsin.
Gerginlik Akutagawa’nın yüz ifadesinden ayrıldı. Parmaklarının arasındaki kaplanın tüylerini sıkıca kavradı. İkisi de düşmeye devam ediyorlardı. Uçuruma doğru. Sessizliği kesintiye uğrattı. Akutagawa’nın hemen yanında, mimari çelik bir kütle uçtu ve mafya binasına saplandı.
“Ne…”
Şaşkınlıkla, Akutagawa çelik iskelete baktı. Sıradışı olmayan bir yapıydı, tabi çelik iskeletin şehrin öteki ucundan uçarak geldiğini görmesi haricinde. Bunun gibi uçan şeylerin merkezinde, öteki tarafta…
…hiçbir şey yoktu.
Caddenin karşısında, inşa halinde çok katlı bir bina vardı. Biri katların tam ortasındaydı. Kolunun altında bir çelik iskelet vardı.
“İşte! Yakala!”
Bağıran kişi dedektif Kenji Miyazawa’ydı. Kenji çelik kolonu kaldırdı ve bir cirit atıcısı gibi omzuna yerleştirdi. Ve öyleymiş gibi koştu.
“İmkanı yok!” Akutagawa’nın gözleri büyüdü. “O mesafeden mi?”
“Hooooop~!” Kenji çelik kolonu fırlattı.
Bir yetişkinin iki katı boyundaki çelik kolon gökyüzünü böldü ve sokağın karşısından uçtu. Top mermisi gibi bir yörüngede, çelik kolon Akutagawa’nın ayaklarının hemen altından kaydı ve mafya binasının dış duvarını deldi. Duvar kırıldı ve tüm bina sallandı.
Bu…bu ulaştı.
Akutagawa sersemlemiş inancı odaklandı ve yeteneğinin kumaşını kirişin çerçevesine genişletti.Kkıyafetinin biçimini değiştirerek bir şekilde çelik strüktürün ucuna ulaşabildi. Kumaşı bir pençe gibi kıvırdı ve sıkıca kancaladı. Akutagawa bedeninin yanına uygulanan gücü hissetti ve duvara ulaşmak için kumaşı kullandı. Kaplan takip etti. Bu sefer çenesi Akutagawa’yı kaçmasını önlemek için boynundan yakaladı.
“Rashomon…’Dikenler’.”
Akutagawa’nın savunmaya yönelik kullandığı yeteneği, kaplanın burnunda sayısız iğnelere dönüştü. Patlayarak büyüdü ve çenesinin içinden yüzünü delip geçti. Korunmasız burnu vasıtasıyla delinen kaplan, bağırdı. Akutagawa onunla çelik kolonun üstünde karşılaştı, sarkaç gibi hareket etti ve yatay olarak duvara indi. Kumaşı kanamayı durdurmak için tampon malzemesi olarak kullanırken, vücudunu dik tutmak için duvarı kumaş bıçaklarla deldi. Son andaki umutsuzluk krizinden kaçınan Akutagawa, biraz nefes aldı. Eğer kaplan bu şekilde düşerse, önemli miktarda zaman kazanabilirdi. Kız kardeşini bu binadan dışarı çıkarmak için yeterli zamanı olurdu.
Akutagawa kaplanın varlığını onaylamak için arkasına döndü. Kaplan havada hiçbir yerde değildi.
“Ne…”
Sonraki anda, Akutagawa farklı bir yöne sertçe çekildi. Onu duvara karşı tutan kumaşı görmek için döndüğünde, bir figür kumaşın diğer ucunu tutuyordu.
“Kaybetmeyeceğim,” dedi Atsushi. İnsan formuna dönmüştü ve Akutagawa’ya arkasından saldırıyordu. “Kaçmana izin vermeyeceğim, Akutagawa.”
Kumaş sertçe çekildi. Atsushi’nin ağırlığı Akutagawa’nın tüm vücuduna karşı bastırıldı ama Akutagawa katlanmaktan başka bir şey yapamadı. Atsushi ayrıca sarkaç hareketi yaparak duvara inmişti. Ayak ve el parmaklarını kaplan pençesine dönüştürdü, bedenini dik olarak düzeltti/sabitledi. Mafya binasının duvarında, iki yetenek kullanıcısı çarpıştı. Atsushi elleri ve ayaklarıyla dört ayak üstünde bir hayvan gibi duvara tutundu. Akutagawa duvarı delen yeteneğinin kumaşı tarafından tutularak duvarda çaprazlamasına ayağa kalktı.
“Bir saniye de olsa yaşamana izin veremem.” Atsushi Akutagawa’ya baktı. “Çünkü patronla olan sözümü tutmalıyım.”
Kestiği kolu saniyesinde yenilenmişti ve orijinal haline geri dönmüştü. Bu kaplanın gücü sağolsun, süper yenilenmeydi.
“Seni birçok kere bıçaklasam bile, olduğun hale geri dönüyorsun.” Akutagawa nefesini tuttu, omzunu kavradı. “Liman Mafyasının Beyaz Azrail’i.”
Kaplanın dişleriyle oluşturulan boynundaki ve omzundaki yaralar için, yeteneğinin kumaşıyla acil bir tedavi yaptı. Ancak, bu kaybettiği kanın yenileneceği, ya da kırılan kemiklerinin iyileşeceği anlamına gelmiyordu. Akutagawa’nın vücudu sıradan ve kolay incinirdi. Atsushi ve onun sonsuz yenilenmesiyle savaşmaya devam ederse, bu durum kan kaybına bağlı olarak bilincini kaybederek sonlanır ve sonuçta ölürdü.
Güçlü.
Atsushi’nin kalesi iradesiydi. Amaçları için güçlü bir yeteneği vardı ve dört buçuk senelik deneyim biriktirdiği meslek hayatı vardı ve hepsinden öte, savaşmak için motivasyonu vardı. Lanet gibi olan geçmişinden bir ses. Şiddetli bir pişmanlık.
Ya kendisi?
Kız kardeşini kurtarmak istemişti. Öyle sanıyordu. Bu kuşkusuz bir yemindi, güçlü, ve kendiliğinden kırılacak bir yemindi.
Ama.
“Kaplan. Sen düşmansın. Seni öldürmek istiyorum.” dedi Akutagawa acı dolu bir yüz ifadesiyle. “Ama, eğer önümdeki düşmanı öldürmek benim gerçek mizacımsa, bu kız kardeşimin söylediği ’kötülük’tür. Ne yapmalıyım? Kendim için, ne yapmalıyım?”
Olduğun canavarı takip etme.
Oda ona bunu söylemişti.
Bunu biliyordu. Devasa bir canavar içinde, pusuda bekliyordu. O gün, dört buçuk sene önce, kötü bir canavar doğdu, ‘kalpsiz köpek’ duygularını kaybettiği zaman. Kız kardeşini terk etti, ölüme çekildi ve her şeyi yok etti.
Bu yüzden, ‘siyahlar içindeki adam’ onu seçmedi.
“Aaaaaaah!” Akutagawa bağırdı, ve kendini öne doğru attı. Tepki olarak Atsushi duvardan itildi.
Duvarda dikine koşarken ayakkabılarının tabanındaki bıçaklara odaklandı, merkezde bir canavarın dörtnala koşmasıyla karşı saldırıya geçen Atsushi ile çarpıştı.
Akutagawa’nın kıyafetleri değişti.
“Rashomon… Gümüş Kurt!”
Dirseğinden, bir kurdun kafası belirdi ve onunla dönen bir yumruk vurdu. Atsushi üstteki ve alttaki çenelerden kendini koruyabilmek için iki kolunu da havaya kaldırdı. Gümüş dişler kollarına nüfuz etti.
Tumblr media
“Agh!”Atsushi bir acı çığlığı attı.
Kurt sallandı ve büyüdü.
Akutagawa dövüşmeye devam ederse, ölene kadar daha fazla kan kaybedecekti ve kazanmak için sadece bir şansı vardı. Rakibine karşı zıplamaya ve yakın mesafeden delicesine bir güçle saldırmaya cesaret etti. Sadece buna sahipti.
“Ugh…!”
“Ngh…!”
Kanın, yeteneğinin kullanımıyla akması arttı ve Akutagawa vücudunun her tarafından kanamaya başladı. Buna rağmen, saldırısını sürdürmeye devam etti. Kurt devasa oldu ve daha fazla dişlerle, hırladı.
“Ne?”
Kurdun ağzı açılmaya başladı. Atsushi, içeriden, iki koluyla kurtulmaya çalıştı.
“Yolumdan çekil!” Atsushi’nin gözleri parlak sarıya döndü.
“Kurt bir engel… Benim… patrona verdiğim sözü… Korumam… AAAAR!”
Atsushi’nin kolları ayrıldı. Kurdun çenesi kırıldı ve yetenek ortadan kayboldu.
“Oh hayır--!”
“Yolumdan çekil!”
Kısa bir mesafeden, Atsushi yumruk attı.
Herhangi bir alan bırakmak için hiç vakit yoktu!
Performanslarını üç katına çıkardığı kumaşlara rağmen, Atsushi Akutagawa’ya vurdu. Bedeni binanın temellerini kırarak ve camları binlerce parçaya kırarak dikine uçtu. Darbeyle bilincini kaybetti, duvara vurduğunda delicesine ağrıyla bilincini geri kazandı, duvarı kesmenin acısıyla bilincini kaybetti, sonra yeniden acı yüzünden geri kazandı. Akutagawa, silueti neredeyse gözden kaybolana kadar bunu on kez yaşadı. Atsushi avını takip ederek binanın duvarlarında uçtu.
Beyaz Azrail kükredi.
“Seni yeneceğim!”
Atsushi yumruğunu salladı. Tam çarpmanın gerçekleşeceği zamanda… Akutagawa’nın kıyafetleri tepki verdi. Darbeye karşılık yeteneğinin kumaşı duvara karşı bir yüzey yarattı, Akutagawa’nın bedeni itildi. Atsushi’nin Akutagawa’ya vurması gereken yumruğu duvara çarptı; duvarın malzemeleri binlerce parça moloza ayrıldı.
“Ben… ben söz verdim…” Atsushi bağırdı. “İnsanları… ölmekten koruyacağım…!”
Atsushi’nin çığlıkları havayı titretti. Bu bağırmalarla, yeteneğiyle havada süzülen Akutagawa, hafifçe gözlerini açtı.
“Rahomon…” neredeyse kapalı olan gözleriyle, bir kolunu kaldırdı ve yüksek sesle söyledi. “Yağmur!”
Tel gibi sayısız küçük bıçak Akutagawa’nın bütün vücudundan çıkıyordu. Bu iğneler- dar alanı bile parçalayacak güce sahipti- Atsushi’ye bir grup halinde saldırdı. Atsushi’nin ayakları, yüksek hızda, ani iğne yağmurundan kaçındı. Suyun yüzeyine çarpmışcasına, duvarların malzemeleri yok edilmişti. Atsushi iğne yağmurundan kaçınmaktan nefret etti. Ağırlığı yeteneğinden bağlarla desteklenen Akutagawa, havada süzülüyormuş gibi Atsushi’yi takip etti. Gözleri neredeyse yarı kapalıydı.
İkisinin de bedenleri sonunda binanın zirvesine ulaşmıştı. Çatı helikopterlerin inişi için düzdü. Helikopter yoktu. Çatı, helikopterlere mükemmel inişler için kırmızıya boyanmış bir kılavuzdu. Atsushi çatının ucuna ulaştı ve saldırdı. Bundan sonra, Akutagawa belirdi. Sayısız iğneyle binanın içinde delerek, incelikle uçtu; yüzü ifadesizdi ve uyuyacakmış gibiydi. Yeteneğinin ipleri etrafını sarmıştı ve garip şekilde bir gülünç bir adam gibi karıncalandılar. Arkasında, günbatımının kırmızısı yanıyordu. Akutagawa, arkasındaki kırmızı gökyüzüyle, dünyanın sonunu bildirmeye gelmiş olan bir şeytan kral gibi görünüyordu.
“Akutagawa…” Atsushi şeytan krala baktı. “Seni öldüreceğim!”
Atsushi zıpladı. Yukarı çaprazındaki Akutagawa’ya doğru inanılmaz bir hızda, yumruğu Akutagawa’nın yüzüne çarptı. Yüzü ezilmeden hemen önce, nasılsa, Atsushi’nin yumruğu uzaysal bir boşluk tarafından bloke edildi. Kırılmış uzay her şeyi engelledi, hiçbir saldırı kırığın ötesine ilerleyemedi.
Ama.
“Aaaaaaaaggghhh!”
Kırığın yüzeyinde… Bir çatlak vardı.
Atsushi’nin vücut kaslarının hepsi kabardı. Tüm gücünü yumruğunda yoğunlaştırdı, bu anlamsız kırık olgusunu sonlandırmak için acele etti.
“Aaaaaaaaar!”
Etki gücü altında, ikisinin giysileri çırpındı. Atsushi’nin ceketi patlayacak gibi görünüyordu ve kablosuz telsiz içinden düştü. Çatlak yayıldı. Uzaysal kırık parçalanacaktı.
“Nnn…b…bu…”
Atsushi o anda inanılmaz bir şey gördü. Akutagawa yakında gözlerini kapatacakt. Nefes alış verişi çok üstünkörüydü ve tüm vücudu zayıftı. Savaşta hiç gerilim yoktu. Akutagawa bayılmıştı. Sınırını aşarak savaş gücünü kaybetmişti ve savaş şimdi yeteneği tarafından yönlendirilen bir kalıntıdan başka bir şey değildi.
“Sen… Sen böyle bir… sona…” Atsushi’nin gözleri şaşkınlık içinde genişledi. Ama bir sonraki an, dövüşme şevkinin alevi gözlerine geri döndü. “Öyleyse… Hadi bunu sona erdirelim!” kasları tekrar solucanlar gibi büküldü. “Aaaaaah!”
Tiz bir ses ve bir ışık patlaması parlaması uzayı kırdı. Sonunda, yumruğu diğerinin yüzüne ulaştı. Akutagawa bir etkiyle sürüklendi, bir meteorun düşüşü gibi. Yere düştü ve yuvarlandı, enkazları saçarak; çatının sınırına yuvarlandı ve orada durdu. Sonlandırıcı bir darbeydi. Akutagawa’ya zararı önceki saldırılardan daha büyüktü. Atsushi sessizce Akutagawa’ya doğru yürüdü. Düşüşte bilincini kaybetmişti. Yeteneğinin otomatik savunması çoktan limitini aşmıştı ve eğer bir kumaş bıçak şekillendirmeyi denerse, yeteri kadar güce sahip olmadığı için kendini mahvederdi.
“Bitti.”
Atsushi, tırnaklarını, kaplanın tırnaklarına dönüştürdü.Gökyüzü düşmüş Akutagawa’nın hemen yanındaydı. Akutagawa’nın yüzünde artık sert bir ifade yoktu.
“Kunikida-san! Bir tane daha atabilir miyim?”
“Bekle,Kenji! Akutagawa çok yukarıda! Bu yükseklikten nişan alsan bile, Akutagawa’yı vurabilirsin!”
Kenji ve Kunikida mafya merkez binasının önündeki, inşaat halindeki binanın orta katında bağırdılar. Kunikida Akutagawa’nın yerini doğrulamak için dürbün kullandı. Kenji çelik çerçeveyi tutuyor ve sonraki talimatı bekliyordu.
“Kahretsin… Akutagawa hareket et! Ama bu mesafeyle sadece, korumayı deneyebiliriz…”
Başkanın emrini alan Kunikida, buraya Akutagawa için gelmişti. Ancak, önceki gibi ona çelik kolon atmayı denese bile, çatıdaki Akutagawa’ya kesin koruma sağlamak imkansızdı.
Kunikida dişlerinin arasından homurdandı.
“Yapacak başka bir şey kalmadı…!”
Akutagawa’nın gözleri kapandı. Ağrı ya da acı yoktu. Savaş uzun bir film olmaktan çok uzaktı ve bilinci kapanırken küçücük bir ışık süzmesi yoktu.
“Yakında öleceğim.” Diye düşündü. Ama hiçbir şey yapmadı. Hiçbir şey hissetmedi.
Akutagawa, bir keresinde Oda’ya öldürmek istediği iki kişi olduğunu söylemişti. Birisi siyahlar içindeki adamdı. Kız kardeşinin kaçırılmasının ve uzun zaman boyunca kardeşinden ayrı kalmasının sebebi olan adamdan nefret ediyordu…
Yani diğerinden…
Bu kişinin adı Ryuunosuke Akutagawa’ydı.
Kız kardeşinin kaçırılmasına seyirci olmaktan başka bir şey yapamayan adam. Hayatını anlamsızca yaşayan, düşmanlarını ve arkadaşlarını öldürmekten zevk aldığını söyleyen berbat birisi. Lanet bir rakip. O dört buçuk yıl önceki gecenin kalpsiz köpeğinde ilk duygular bir canavarla beraber doğdu.
Akutagawa Oda’nın kendisine söylediklerini düşündü, “Olduğun canavarı takip etme. Çünkü kazanamazsın, kimse onu tek başına yenemez.”
Ama berabere kalabilirsin.
Gözlerini açmazsan kaplanın pençeleri boğazını kesecek.
Böylece intikam son bulacak.
Sadece bu gerçekleşirse kalpsiz bir şekilde uyuyabilirim.
Karanlıkta büyüdü, hiç kimse ona güvenmedi, saygı duymadı ve kininden ve umutsuzluğundan vazgeçmekten başka çaresi yoktu.
Sonunda kurtulmuştu.
Sonunda, arkadaşlarıyla aynı yere gidebilirdi.
Öyle olacaktı…
O sırada bir ses duyuldu.
“Silahlı Ajansın dedektifi, ayağa kalk, Akutagawa.”
Gözlerini açtığında bir telsiz tam önüne düştü. Atsushi’nin savaşta düşürdüğü telsizdi bu. Telsizden gelen sesi duyabiliyordu.
“Mafya binasının güvenlik ofisine elimde kanca silahıyla girdim. Oradan konuşuyorum.” Arkadan Kenjii’nin sesi, gürültüler ve silah sesleri duyulabiliyordu. “Kalk, Akutagawa. Sana bilmiyorum diyemem. Seni kurtaracak birileri varsa, Ajansın dedektifleri dünyanın en güçlüleridir.”
Ben Ajansın bir dedektifi değilim.
Söylemek istiyorum ancak sesim çıkmıyor.
Dedektiflerin özünde “kötülük” yoktur.
“Sen kötü değilsin.” Dedi, Akutagawa’nın aklını okuyan Kunikida. “Henüz kötü değilsin. Bizimle iyi tarafa geç. Resmi olarak kabul edildin. Şu andan itibaren ajansın bir dedektifisin.”
Akutagawa gözlerini açtı. Önünde kavgaya hazırlanmış bir pençe vardı. Kar kadar beyaz ve yavaşça inen beyaz kaplanın pençesi…
“dedektif olduğuna gerçekten inandığın zaman dedektifsin demektir. Bu sana her zaman güç veriri. Sadece inanman gerek.”
“…A…A….Aah”
Akutagawa ağzını açtı. Boğazından bir hırıltı çıktı.
“Aaaaaah!”
Bedenindeki kumaş patlayacakmışçasına gerildi ve Akutagawa'nın sağ koluna dolandı. Kalktığında Atsushi'nin yumruğu tam ona doğru gelmesine rağmen kolunu salladı. Bu Akutagawa'nın güçleniş yumruğuydu.
"Roshouman... Ejder Savaşı!"
İki yumruk birbirleriyle çarpıştı. İki gücün yarattığı rüzgar esti ve etraftaki her şeyi yıktı. Çatı zemini çatladı ve merkezden çevreye doğru kırılmaya başladı.
"Ugh...!" Atsushi homurdandı. Elinden geldiğinin en iyi şekilde yeteneğini kullanıyordu. "İm...imkansız. Yine mi?!"
Akutagawa'nın genişleyen yumruğunun etrafında bir grup bıçak oluşmaya başladı ve daha fazla büyümeye başladı.
"Roshoumon!" Akutagawa'nın yumruğu beyazımsı bir ışıkta parladı. Yeteneğinin geçiş evresi boşluğun kapladığı fiziksel değişmezleri engelliyordu. Büyük bir şok dalgası tek bir noktaya odaklandı. "Gümüş Kurt!"
Akutagawa yumruğunu salladı. Aynı zamanda ceketinin gümüş yakalığı Atsushi'nin yumruğunu sardı ve onu geriye sürükledi.
"Aaaaaaah!"
Yakalığın dolanmasının darbesiyle Atsushi'nin boynu kırıldı. Gökyüzü gümüş bir ışıkla kaplıydı. Titreşimler tüm binayı sarstı, içerideki mobilyalar sanki deprem oluyormuş gibi sallandı. Darbenin gürültüsü ve parlaklığı bir meteorun çarpması gibi Yokohama'nın herhangi bir yerinden hissedilecek kadar olağanüstüydü. Çarpışma bittiğinde ve etrafa dağılmış molozlar yuvarlanmayı bıraktığında, çatıda kıpırdayan ya da tozla ve enkazla kaplı hiçbir şey yoktu.
Atsushi yerdeydi. Bıçaklar kolunu yok etmişti ve kalkacak gücü yoktu. Kaplanı kontrol etmek için takılmış olan tasmanın yarası yenilenme yeteneğini büyük ölçüde azaltıyordu. Sadece nabzının atmasını sağlayabilirdi. Akutagawa ayaktaydı. Kanaması dayanabileceği sınırlarının üstündeydi ve ara vermeden yeteneğini kullanmak onu ayakta zar zor durabilmesine neden olmuştu. Ama bilincini kaybetmemişti. Yaralı bedeniyle Atsushi'nin yanına geldi.
"Öldür beni..." dedi Atsushi, göğsündeki hırıltıyla. "Patrona verdiğim sözü tutamadım. En azından canımla bunu telafi edeceğim."
Atsushi'nin ifadesi acıdan ekşi bir hal aldı. Direnmeyi bırakmıştı. Şimdi, onu öldürmek kolaydı. Akutagawa acımasız gözlerle yanında duruyordu.
"İyi." Akutagawa Atsushi'nin boynuna baskı uygulamak için ayaklarıyla bastı.
"Ugh..."
Kan damarlarına ve soluk borusuna baskı uygulanılıyordu ve Atsushi'nin yüzü acıyla buruştu. Ancak elini kaldırıp karşı koyacak gücü yoktu. Eğer biraz daha fazla baskı uygulansaydı oksijen yetersizliği ve kan kaybından ölümü daha da kolaylaşacaktı.
"Pat...ron..." Atsushi'nin gözlerinden bir göz yaşı aktı. "Özür dilerim, patron... İyi bir... kukla... olamadım..."
"..."
Akutagawa sessizce ona baktı. Bakış açısı hafifçe kaydı.
"Hayır." Akutagawa ayak tabanını geri çekti.
Atsushi öksürdü ve kafasının karıştığını belli eden bir ifadeyle Akutagawa'yı seyretti.
"Neden...?"
"Dedektif Ajansı kuralları öldürmeyi tavsiye etmez." Bunu dedikten sonra Akutagawa çıkışa doğru yürümeye başladı. Atsushi gözleriyle onu izledi.
"Bu savaş geçmişten bir kaçış ve ağlamaya devam etmekten ibaretti. Kan akıt, kaplan. Kan dökmeye devam et. Eğer sondan korkup yenilirsen karşısına dikilip sana güleceğim... o güne kadar, bekleyeceğim."
Aniden belli belirsiz bir alkış sesi duyuldu.
"Tebrikler."
Kısa bir alkış sesi binanın çatısında yankılandı. Akutagawa ve Atsushi yakında sesin kaynağını bulacaktı.
"İkinizi de tebrik ederim. Muhteşemdi. Bilinen tüm meşhur savaşlardan daha harika bir kavgaydı."
Siyah ceket giymiş uzun bir figür vardı. Yeraltı dünyasının hükümdarı havada asılı duruyormuş gibi karşılarındaydı.
"Dazai-san."
"Siyahlı Adam!"
Liman Mafyası lideri Dazai Osamu ikisine doğru sakince yürüdü.
"Dört buçuk yıl boyunca kin tutan Akutagawa bunca zaman sonra kazandı, huh?" Dazai belirsiz bir gülümsemeyle yürüdü. "Ama dört buçuk yıl boyunca kendini eğiten seni yendi? ... Yoksa Dedektif Ajansının gücü müydü? Dürüst olmak gerekirse muhteşem bir çıkmazdayım."
Dazai Atsushi'ye yaklaştı ve dönük bir sesle konuştu, "Atsushi-kun, kovuldun."
Atsushi şaşkınlıkla gözlerini açtı, sonra yine kapattı. "...peki."
"En azından, git yurt dışında yaşa. Sana bakacak birisini ayarladım. Dünyanın ışığına çık."
"Huh?!" Atsushi şaşkınlıkla başını kaldırdı.
"Niyetin nedir, siyahlı adam?" Akutagawa savaşa hazır bir pozisyon aldı. "Beni buraya yönlendiren sen miydin? Mektubu ve Gin'i yem olarak kullandın... Ama sadece beni öldürmek isteseydin daha kolay pek çok yol vardı. Amacın nedir? Savaş bittikten sonra neyi görmeyi istedin?"
"Bugünkü savaş mı? Hatalısın, Akutagawa-kun" Dazai yürümeye devam etti. "Sadece bugünlük olan bir şey değildi. Dört buçuk yıl kadar önce, kız kardeşini senden kaçırdığımda, tüm unsurlar bugünü tasarladı. Her biri..."
"Ne...?" Akutagawa şaşkındı.
"'Kitabı' biliyor musunuz?" Dazai ikisine bakıp sordu. "Sıradan bir kitap değil. Kendi türündeki tek 'kitap'. Üzerine yazılanları gerçekleştirdiği söylenen boş bir edebi 'kitap.'"
"Yazılanların gerçekleştiği... mi?"
Dazai'nin sesi mutluydu.
"Evet. Ama yazdıklarınız asıl niyetinizden farklı olsa dahi gerçekleşecek. 'Kitap' bu dünyaya kök salmış, bir yerlerde. Nerede olduğuna dair ihtimaller sonsuz. Dünyaya dallanmış bu ihtimallerin tüm değişken seçenekleri ve durumlarıyla son derece birbirine yığılmış ve iç içe haldeler. Ayrıca birisi kitaba yazdığında, dünyayla alakalı içerik 'dönüştürür'. Gerçek dünyanın yerini kitapta yazılan 'muhtemel' dünya alır."
Akutagawa da Atsushi de tepki vermekten acizdi. Gelişen ani olaylar onların anlayabileceklerinden çok üstteydi. Şu an, ikisinin de gerçekten anladığı tek bir şey vardı. Dazai böyle bir durumda yalan söylemezdi.
"Bu, 'kitabın dışındaki' fiziksel gerçeklikte olan dünya ve kitaba 'kitaba yazılan'  sayısız muhtemel dünya yığılmış. Seçenekler sonsuz. Bu yüzden..." Dazai hiçbir vurgu yapmadan doğal haliyle konuştu. "Bu dünya ihtimal olan dünya. 'Kitabın' sonsuzluklarından sadece birisi."
Atsushi ve Akutagawa donmuştu, tek bir parmağını bile kıpırdatamıyorlardı. Dazai'nin gözleri sert bir ciddiyet ve zekayla parıldadı. Yalan söylemiyordu. İkisi de bunu çok iyi anlamıştı, en azından sözde...
"Yine de, gerçeklik gerçekliktir. Bu dünyanın güçleri 'dış dünya' ile aynı. 'Kitabın' dünyanın köküyle bağlantısı olduğuna dair kanıt var. Ancak bu dünyanın 'kitabı'na televizyon kanalı da denilebilir. 'Kitap' dış dünyadan verilen emirlere cevap olarak yazılanlara göre kendi dünyasını yeniden yazıyor ya da yıkıyor. Ve yakında, yurt dışındaki güçlü organizasyonlar 'kitabı' elde etmek için Yokohama'yı istila etmeye başlayacak."
Akutagawa içgüdüsel olarak sordu. "Nasıl biliyorsun?"
"Biliyorum, çünkü diğer tüm yetenekleri etkisizleştiren bir yeteneğim var. Yeteneğimin bu tuhaflığını kullanarak, iki dünyanın ayrılması gücüyle ayırıcı bir bağlantı noktası kuruldu. Ve 'kitabın' dışındaki kendimin... anılarını okuyabilmeyi başardım."
"Ne?"
Kendi anılarını mı okumuş?
Orijinal kendisi'nden... ayrı mıymış?
Aklının ermesi için çok fazlaydı.
"Şimdiden itibaren birlikler, sıçanlar, güçlü organizasyonlar kitabın peşinden gidecek. Sizler 'kitabı' korumak için her birini yenmelisiniz. Eğer bir şey yazmaya kalkışırsanız bu dünya kaybolur ve yeniden yazılır."
"Anlamıyorum." Dedi Akutagawa kafası karışmış bir biçimde. "Eğer hikayen doğruysa, öyleyse... neden kız kardeşimi benden ayırdın? Bunun hiçbir mantığı yok."
"Çünkü ikinizin gücüne ihtiyacım var." Dedi Dazai. "İkinizin birliğinden doğan eşsizlik ve ruhlarınızın birliği bilinenin çok üstünde bir şey... Bunun için beraber savaşabilmenize ihtiyacım var. Birbirinizle ölümüne yüzleşmeniz ve diğerinin kim olduğunu anlamanız bir zorunluluktu."
Dazai binanın ucuna doğru yürüdü. Düşmeyi engelleyen bir çit ya da duvar yoktu. İleride sadece boşluk vardı. Düşseydi, hiçbir şey onu durduramazdı.
"Dazai-san..." dedi Atsushi titreyen sesiyle. "Orası tehlikeli. Lütfen geri dönün."
Size birkaç tavsiye vereyim. Burada konuştuklarımızı başka kimseye anlatmayın. Sadece ikiniz bilin. Eğer üç ya da daha fazla insan aynı anda öğrenecek olursa dünya kararsız bir hale gelecek ve bu dünyanın 'kitaptan' silinme olasılığı artacak. Yani... size kalmış bir şey."
Dazai ileriye doğru bir adım attı. Cehennem sınırda, boşluktaydı.
"Üç kişiden fazlası..." aklından bunu bilenlerin sayısını saydıktan sonra Atsushi Dazai'ye baktı. "Dazai-san, lütfen bekleyin, başka yolu yok."
"Sonunda buradayım." Sırtı rüzgar tarafından okşanırken Dazai rahatlamış bir şekilde gülümsedi. "5. Kısım, planın son bölümü. Garip hissediyorum. Eve dönmeden önceki günmüş gibi hissettiriyor."
"Siyahlı adam..." Akutagawa kaşlarını çattı Ve sordu. "Bana bir şey söyle. Neden yaptın? Neden bu dünyanın yok olmasını durdurmaya çalıştın?"
"Açıkçası... bu dünyaya özel bir ilgim yok. Bu kaybolmadan önce bilebileceğim bir şey değil. Başka bir güvenli muhtemeldeki kendim bunu söylerdi. Ama anlayacaksınız."
Dazai gözlerini kapattı ve yüzünde özlem dolu bir gülümseme belirdi.
"Burası yaşadığı ve romanlarını yazdığı tek dünya. Bu dünyanın yok olmasına izin veremem."
Rüzgâr şiddetle esti.
Dazai'nin bedeni geriye yaslandı.
Tumblr media
"Ah," Dazai gözlerini kapattı ve hayali bir gülümseme verdi. "Sonunda geldi, beklediğim an. Memnunum... gerçekten memnunum. Ama bir pişmanlığım var. Bitirdiğinde romanını okuyamayacağım." Dazai'nin bedeni sınırı geçti. Tepeden zemine uzun bir mesafe, yerçekimi tarafından çekildi... Zamana karşı uzun bir mesafeydi... Çarpma sesi binanın tepesinden duyulamadı. Akutagawa tereddütle yaklaştı ve çatının sınırından zemine baktı. Rüzgâr şiddetle esiyordu. Kırmızı günbatımı... Kırmızı asfalt... Liman Mafyası'nı yöneten adam ve Yokohama'nın karanlığı... Herkesin kaderine el koymak ve kontrol etmek için oluşturulan planının sahibi olan bir adam... Güneş battı. İstediği yere gitti. İnsan yaratılışının anlayabileceğinden çok uzak, çok çok uzak olan adam, en sonunda kimsenin ulaşamayacağı bir hayata adımını attı. Akutagawa bunun gerçekten değip değmediğini yargılayamazdı. Sadece rüzgar, sadece Yokohama'yı kaplayan ferah rüzgar her şeyi biliyor ve yargılıyordu.
125 notes · View notes
okyanustakibulut969 · 3 years
Text
Bir arabanın kendisine çarpması ile ölebileceği ihtimâlini herkez kabul eder ama mevzu aynı arabanın sadece kendi yolunda ilerlerken ve kendisine çarpmazken onu öldürebilme ihtimâlini kabul etmesiyse kişi bunu reddeder.Çünkü ölmek için arabanın altında kalması parçalanması gerek ona bunu öğrettiler ama anlayacak ölmek için arabanın altında parçalanmasına gerek yok.
7 notes · View notes
iamfacky · 3 years
Text
Her insan kendine sormalı ben hangi ülke olurum diye?
İlle de günümüzde hüküm süren bir ülke olmasına gerek yok yıllar önce yaşamış ve ölmüş bir ülke de olabilirsiniz. Fırsatlar dünyasında karar sizindir, sizin kalacaktır. İster Rusya olun ister Uganda ister Bizans. Kim tutabilir ki sizi? Hiç kimse.
İki yüzlü, iyi bir aşçı, sanatçı mısınız? İtalya olun. Ciddi, çalışkan ve planlı mısınız? Siz Almanya'sınız. Tebrikler, herkes Almanya olamaz. Almanya kaliteli bir ülkedir hem de sarışınlar vardır. Kendi içinde gelişmiş, eğitimli ve soğuk biriyseniz Finlandiya'sınız. Fakir, eğitimsiz ve yıkık biri misiniz? Hiç üzülmeyin, kendinizi bu sıfatlardan uzak tutup ben Brundi'yim deyin. İnsanlar sizin yıkık olmadığınızı düşünecektir ama bu düşünce en fazla üç saniye sürecektir. O da bir şeydir.
Dinine sıkı sıkı bağlı, zengin, yemeği elle yiyen görgüsüz bir ayı mısınız? Suudi Arabistan'sınız. Bunu Abd'de demeyin. Malum olaylar karışık. Garip garip huylarınız varsa ve sistemli biriyseniz Japonya'sınız. İçinizde timsahından tutun da kangurusuna kadar türlü türlü hayvanlar yaşıyorsa bir doktora gidin ve doktorunuza ve Avustralya'yım deyin. Ne demek istediğinizi gayet iyi anlayacak ve size bazı psikolojik ilaçlar verecektir. Almayı ihmal etmeyin.
Çok mu yalnızsın? İste sana sosyalleşmen için bir fırsat. Yeni biriyle tanış ve ben Pitcairn Adaları'yım de. Bu ülkede yaklaşık 60 kişi yaşıyor. En az insan olan ülke. Büyüdün büyüdün ama gelişmelerden geri kafalılığın yüzünden geri kalıp çöktün mü? Selamın aleyküm Osmanlı. Uyuştucu mu satıyorsun? Satma, bu yasal değil. Neyse bunu bir kenara bırakalım. Sen Kolombiyasın.
Ana mesajı anlamışsınızdır. Her insana karşılık gelecek bir ülke elbet vardır. Size denk gelen ülkeyi bulun ve orada yaşayın. Ya da yaşamayın beni ilgilendirmez. Sonuçta ben İsviçre gibi bir şeyim. İki Dünya Savaşı'na da katılmamış, soğuk ama girince ısınıyor olan, kaliteli, güzel bir ülkedir İsviçre. Dünya, ülkelerle, sevgiyle ve nefretle dolu. Siz siz olun iyi bir ülkede sevgiyle ve nefretle kalın, hoşçakalın.
2006, Fransa Berné l'ras Şarap Tadım Evi, Emekli Üzüm Tohumu Satıcısı Furkan Emre
1 note · View note
muserrefakkaya · 4 years
Text
an ve an
Bir yanımda babam bir yanımda annem, sımsıkı tutuyorum ellerinden. İzmir fuarına doğru yürüyoruz. Aklım evden çıkarken bana söz verilen parkta. Ve evet, verilen sözlere değer vermem, tutulmasını beklemem ve verdiğim sözlerden dönmemem hep sahip çıkmam küçüklükten alıştığım bir durum, böyle öğretildi böyle büyüdük biz. bu yüzdendir kolay söz vermem ben :) verince yapmak zorundalığım doğar çünkü, kimseye karşı değil kendime karşı zorundalık hissi bu. Herneyse, aklım parkta tabi ve ilk gördüğüm salıncağa atlamakta. Bir parkta en sevdiğim şeydi salıncakta sallanmak. Öyle her çocuk sever klişesi gibi değil ama baya çok sevmek. Başka hiçbir oyuncağa uğramadan eve gelmek kadar her seferinde. Sanırım bu sevgiden dolayı, parka kadar da sabredemeyeciğimi düşünmüş olacağım ki, birden ayaklarımı yerden kesip kendime salıncaklı bir his yaşatmışım (ne demişler birinin seni parka götürmesini bekleme kendi parkını kendin yarat :)) alın size küçüklükten edinilen bir huy daha, beklentiye girmemek, birşeyi çok istiyorsan olan imkanlarla kendi çözümlerini bulmak, iyi yada kötü) ve akabinde müthiş bir acı. Sonrasında basıyorum feryadı, sonra ağlama, sonra doğru doktora...
Doktora vardığımız ana dair hatırladığım en net şey annemin benden fazla ağlaması. Yahu çıkık benim kolumda, acı benim acım, canı yanan benim, babasından rahat durmadığı için paparayı yiyen de benim, annem niye benden fazla ağlıyor.
A aaa resmen rol çalmak bu :)
Şaka bir yana, bu olay bende hep buraya kadardı. Taki annem az önce odama gelinceye kadar!!!
Kendimi günlerdir berbat karmaşık ve sıkışmış hissediyordum. Değer yargılarım değişmedi, ama ben aksi yönünde hareket ediyorum. Kendi kendime ihanet etmişlik hissi. Bunun ağırlığı altında kaldım. İstemediğim bir yöne çevrildiğimi ve o yönde canımın çok yanacağını, daha doğrusunu yakılacağını hisseder gibiyim. Çünkü biliyorum ki, gardımı indirdiğim an, ruhumu açtığım an, insanlar acımasız, insanlar çok kolay yalan söylüyor, olamayacak şeylere olur diyor, olurmuş gibi yapıyor, istemedikleri şeyleri rahatlıkla yapıp hiçbirşekilde yaratacağı tahribatı düşünmeden istiyormuş gibi görünüyor, doğruluk dürüstlük en kolayıyken zor geliyor insana bu, biliyorum ki söze gelince herkes iyi insan, herkes anlayışlı, ooooo herkes en en en seni anlayanı.. Ama sana baktıklarında bedenin içindeki canı değil eti görüyorlar, gözlerine baktıklarında hayatı değil sadece bakış görüyorlar, düşüncelerini duygularını neler hissettiğini, neler hissettirdiklerini önemsemiyor çoğu kişi, görmüyor, herkes bir başkasının acısını çıkarıyor diğerinden çoğu zaman farkında olmayarak, en ufak bir çaba bile sarf etmiyor bunun olmaması için, ama çok güzel mış gibi yapabiliyorlar, işin kötüsü sende mış gibi yapmak yok bu konularda, en zayıf olduğun yerden yara alıyorsun bu yüzden. İşte tüm bunları bile bile kapıldığım bir rüzgar çok sersemletti beni günlerdir, kendime gelmem için düşünmem gerekti. Düşünmek yetmeyince biraz ağlamışta olabilirim :) Ve biraz da abartmış olabilirim bu ağlama işini, ki annem diğer odadan iç çekişlerimi duyup odama gelmiş :)
O an odamda ışık hızıyla karşı karşıya gelseydik bana saygı duyardı, çok hızlı bir şekilde kendimi toparlamamı alkışlayabilirdi bile :) Ne oldu ağlıyormusun faslını bir kaç bahane ve asla gerçeği yansıtmayan bir açıklamayla atlattıktan sonra biraz uyusam iyi olcak dedim. Tam odadan çıkacakken annem, aniden, kendimin bile anlayamadığı bir şekilde, çok üşüyorum anne dedim.
Hava güzel yahu, sende hep olmadık günlerde üşüyorsun, soğuk havalarda sıcak, sıcak havalarda soğuk diyorsun, hastamı olcan acaba diye minik minik söylenerek , ayak ucumda duran örtüyü örttü üstüme. Bu esnada hıçkırarak ağlayabilirdim, anne çok kötü hissediyorum, hiç iyi değilim diyebilirdim. Bunu yapmakla yapmamak arasında incecik bir çizgi vardı ve ben o çizgide birkaç saniye kaldım. Bunu bir benzetmeyle anlatmaya çalışsam, ip cambazı olmayan birinin ip üstündeki durumu diye alıntılardım :) Ama yapmadım, çünkü benim canım nasıl acıyorsa şuanda, kötüyüm dersem, bu annemin canını iki kat daha fazla acıtırdı. tıpkı kolumun çıktığı o gün ve sonrasında olan binlerce gün gibi... Rol çalmadığını, ben üzüldüğümde, benden daha çok üzüldüğünü artık anlayacak zamanlardayım şükür ki...
Ağlamadım, kötüyüm demedim sana sadece gülümsedim. Başka birinin sana bu denli içten duygularla bağlı olması muhteşem birşeydi, buna gülümsedim. Odamdaki varlığına gülümsedim, bilirsen can acılarımı, içimdekileri, kendimle bukadar hesaplaşmalarımı, benden çok üzülürsün annem, bunları görme, bilme diye gülümsedim. O an zordu gülümsemek ruhum için, bunu senin beni görmemen anlamaman için yaptım.
-bu gülüşün bana kolunun çıktığı günü anımsattı, hatırlıyormusun o günü dedi. doktorun yanında gülümsediğin gibi gülümsedin bak şuanda dedi.
Hafızamda böyle bir an yoktu.
-o gün ağladığımı hatırlıyorum ne gülümsemesi anne yaaa, gülünecek anmıydı Allah aşkına o an dedim.
o gün annemin benden fazla ağladığını görünce çocuk aklımla yada yüreğimle, korkmuş olucağım ki anneme,
-Ağlama annecim bak geçti..uf yok. Bak öpcez şimdi, geççek, bak geçti geçti. birşeyim yok korkma ben iyiyim kiiii" gibi şeyler söylemişim. Ve ağlamayı kesmişim bir anda.
Ama hiç hiç hatırlamıyorum bunu, en ufak bir sahne belirmiyor hafızamda bununla ilgili. 
doktor gülmeye başlamış annemde gülümsemiş o sözlerime. sonra gülümsediğini görünce olsa gerek ağlamaya devam etmişim :) tabi neticede canı yanan bir çocuğum, olgunlukta bir yere kadar dimi :) 
Bu sefer sahiden gülümsedim annem anlatınca bunu. gerçektenmi anne yaaa dedim. öylemi yaptım ben:)
ananen gibisin dedi. şaşırdım biraz. nadirdir ananemden bahsetmesi çünkü. oda sen gibiydi çok sulugözlüydü ota böceğe kuşa gelene gidene geçene filme şarkıya hep ağlardı ama birini ağlarken görmesin yada üzgün, hemen güçlenirdi teselli edecek kadar sağlam bambaşka biri olurdu dedi. annemin gözleri doldu ama hiç kolay ağlamaz o. Sadece annemde değil, bizim ailede kimse ağlamaz kolay kolay ve ben bugün anlıyorum kime benzediğimi... Demekki hiç tanıma fırsatım olmayan ananeme çekmişim.. İsmini aldığım, tanımadan sevdiğim kadına bi yanımın benzemesi çok hoşuma gitti... 
gerçi istediğim şeylere karşı net duruşumu, inatçılığımı ve hamaratlığımı :P da çok benzetirler:)
Ve bugün anneme sorsalar, en çok ananemin bakımlı ve süslü olmasına benzememi isterdi. ki çoğu dışarı çıkışımda yeri gelir ve bu laf yapıştırılır bana :) keşke biraz ananen gibi süslü olsaydın :) paspalsın git bir aynaya bak demektir bu ve ben asla bakmam o aynaya:)
Annem odamın kapısını kapatırken, demek hep böyleymişim bende diye düşündüm. Ne zamanki zayıf güçsüz düşse yanımda biri , benim de yıkılacağımı düşündükleri o anlarda düştüğüm yerden yuvarlansam bile sesim çıkmaz benim, ya sahiden güçlenirim yada güçlüymüşüm gibi yaparım. İki yüzlülük değil ama bu, sadece insanlar kötü durumdayken "korkma geççek" "korkma bu sefer iyi olacak" diyen samimi birine nasıl ihtiyaç duyarlar iyi bildiğimden.
Şimdi nasıl nezaman olduğunu hiç anlayamadığım, bu sıkışmışlık hissi, bu belirsizlik, istemeden bir kara deliğe çekilir gibi hissettiren bu mükemmel boşluk, "Korkma, ben varım" denilmesiyle alt üst olabilir belki...
Tek bir cümleyle, içimde altüst olan herşey yerli yerine oturabilir. Belkide iyice dağıtır bilmiyorum.
Çünkü bu cümleye ahir ömrümde bir kere inandım. bir kez daha inanırmıyım bilmiyorum... Bir kez daha inansam bu sefer iyi olur mu onuda bilmiyorum.
Bildiğim tek şey, bu mükemmel boşluk canımı okuyacak. Bunu çok çok iyi biliyorum...
5 notes · View notes