Tumgik
#burası türkiye
LÜTFEN KAMPANYAYI İMZALAYIP HER YERDE PAYLAŞIN❗️👇🙏
Her gün, Türkiye'nin farklı yerlerinden sokak hayvanlarına yönelik şiddet haberleri geliyor. Konya, Mamak, Sivas, Çanakkale, İstanbul...
Bunlar artık münferit olaylar olmaktan çıktı, bir katliama dönüştü...
Görevi hayvanları aşılamak, kısırlaştırmak, tedavi etmek ve aldığı yere geri bırakmak olan belediyeler ya hayvanları doğrudan katlediyor, ya kötü koşullardaki barınaklara hapsediyor ya da ıssız yerlere bırakarak ölüme mahkum ediyor.
Ülkede şu an sokak hayvanlarının yol açtığı sorunlar varsa bunun sorumlusu o hayvanlar değil, yıllardır görevini yerine getirmeyen belediyeler ve kamu görevlileridir.
1- Hayvanları öldüren, işkence eden, aç bırakan, tedavi etmeyen tüm belediye ve barınak görevlileri; ve onlara göz yuman, önlem almayan yöneticileri yargılansın.
2- Hayvan Hakları Yasası, konuyla ilgili çalışma yürüten sivil toplum örgütlerinin katılımıyla yeniden düzenlensin, hayvana şiddet suçunun cezai yaptırımı artırılsın.
3- İhtiyaç duyulan tüm barınakların koşulları iyileştirilsin ve denetimi artırılsın.
4- Hayvanları yok etme değil, kısırlaştırma/aşılama seferberliği yapılsın.
*-*
PLEASE SIGN THE PETİTİON AND SHARE ANYWHERE❗️👇🙏
Every day, news of violence against stray animals comes from different parts of Turkey. Konya, Mamak, Sivas, Canakkale, Istanbul...
These are no longer isolated incidents, they have turned into a massacre...
Municipalities, whose duty is to vaccinate, sterilize, treat and return animals to the place where they were taken, either directly slaughter the animals, imprison them in shelters in bad conditions or sentence them to death by leaving them in desolate places.
If there are problems caused by stray animals in the country, it is not those animals but municipalities and public officials who have not fulfilled their duties for years.
1- All municipality and shelter officials who kill, torture, starve or do not treat animals; and their rulers, who turned a blind eye to them and did not take precautions, should be judged.
2- The Animal Rights Law should be rearranged with the participation of non-governmental organizations working on the issue, and the criminal sanction of violence against animals should be increased.
3- Improve the conditions of all needed shelters and increase their control.
4- Not an extermination of animals, but a mobilization for sterilization/vaccination.
#KatilBelediyeler
#MuratKöseİstifa
#BelediyeGerçekleri
#SoracağızHesabını
#GebzedeKatliamVar
#KonyadaKatliamVar
#HerYerdeKatliamVar
#MamaktaKatliamVar
#TürkiyedeKatliamVar
#HayvanaŞiddetSuçtur
#BarınaklarÖlümKampı
#BarınaklardaKatliamVar
#SokakHayvanlarıSahipsizDeğil
7 notes · View notes
gozlerimdekiparilti · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Buranın kahvesi hayatımda içtiğim en güzel kahve tatlısı da yediğim enn iyi tatlıydı. Fiyatlar pahalıydı ama değerdi gerçekten. Yılda bir gidilebilir... :)
3 notes · View notes
turkudostu61 · 1 year
Text
0 notes
dumydub · 2 years
Text
Ya benim babam dinsiz adam, babama sormuşlar demişler ki “çocuğa ne yazalım¿”
babamda demiş ki “islam yazın”
ben sonra 12-13 yaşıma geldiğimde dedim ki “baba niye islam yazdırdın amık”
dedi ki “oğlum o zaman insanları fişliyorlardı seni fişlemesinler diye islam yazdırdım doğuştan fişlenmek mi istiyorsun sen”dedi
bende dedimki “fişlemeyenin amk lan”
dedi “sen ne biçim konuşuyorsun babanla” sen babam kalk bir tane ağzımın ortasına snjs
dedim ki “dini tercihim veya dinsizliğim bana sorulmalıydı baba sen beni ne hakla müslüman olarak yazdırırsın ondan sonra çıkıyorlar bu ülkenin %99 u müslüman diyorlar o %99 a beni de ekliyorlar baba uyan artık uyan kendine gel baba baş kaldır son yumruk havada”
0 notes
eylulzamani2019 · 6 months
Text
Tumblr media
Burası mescid-i aksa yani yahudilerin ağlama duvarına yakın olan yer bu ev 25 metre kare hani diyorlar ya filistinliler topraklarını sattı külliyen yalan alçakların içimizdeki siyonistlerin uydurması tamaman algı yahudi bu eve
25 milyon dolar teklif etti bu filistinli satmıyor istediği ülkede yaşam hakkı tanıyor ve evini terk etmiyor yahudi tarafından hergün taciz ediliyor ben o eve girdim oturanlarla görüştüm fotoğrafta benim çekimim bizzat yaşadım acı içindeler işgal altındalar buradan kuru sıkı atanlara duyrulur
Tumblr media
Buda filistinde tel avivde bütün sokaklarda asılı israil tarafından asılmış
Yani vadedilmiş topraklar olduğunu idda
Ediyorlar şimdi hatırayı iyice yakınlaştırıp okuyun bu TÜRKİYE haritası iç anadoluya kadar alacaklarını idda ediyorlar..bunuda bizzat ben çektim kendi objektifim şimdi soruyorum bizdemi topraklarımızı SATTIK bugün susarsak yarın ALLAH korusun sıra bize gelecek
Lütfen yorum istemiyorum için çok acıyor Arkadaşlarımla bu bizzat yaşadığımı paylaşmak istedim
167 notes · View notes
endergelisenataklar · 4 months
Text
burası türkiye olum, burada herkes inanmak istediğine inanır.
60 notes · View notes
acid-gramma · 4 months
Note
Nejla
Türkiye de nefret ediyorum
Annem Oğuz türkü baya aşireti falan var dedesinin dedesinin dedesini bile tanıyor ve türk olduğunu biliyoruz ailede Kürt biri ile evlenen tek kişi
Babam da Kürt
Son zamanlarda sosyal medya esat oktay yıldıran editlerine 31 çeken ırkçı ergenlerle doldu ve bu tarz tepkileri ister istemez üzerimde hissediyorum sanki ırkçılık arttı tamamen Kürt olmasam bile bu konuda çok üzülüyorum
Benim büyüdüğüm evde herkes çok apolitik ve bireyseldi non milli değer yani her ikisi içinde devlet kötüdür devlet insanları para ve çıkar için hiç korkmadan ölüme sürer kafası yani en baştan zaten içimde milliyetçi duygular tetiklenememişti sayabileceğim tüm akrabalarım da yurt dışında yaşıyor zaten baba tarafından ırkçlığın onları da yorduğunu duymuştum
Öte yandan annemin de ırk millet falan sikinde değil ki geldiği aileye rağmen babamla evlendi bu şartlar altında beynim ırklar konusundaki fanatizmi anlamıyor her türlü militarist bakış açısını acıma ile yaklaşıyor
Artık hakikaten sıkıldım içimde ırkçılara karşı çok büyük bir kin ve nefret var bir yanim onların tarafından olsa bile ne kendime Kürt diyebiliyorum ne Türk burası benim ülkem vatanım bile diyemiyorum en büyük dileğim Amerikan vatandaşlığı alıp bir ülkeyi doyasıya benimsemeyi deneyimlenmek sanırım içimi dökmek istedim ve düşüncelerini merak ettim
(Türkiye den hiçbi şey olmayacağına emin oldum son günlerde )
ya bilader sen neye takiliyorsun anlamadim etnik kokeni umursayan insanlarla takilma gorme duyma amk yanimizdan irkcilar gecio akpliler gecio duz dunyacilar geciyo herkesin fikri o kadar onemli degil.
ulkeyi sevmiyosan da git kardesim bul bi yolunu alla alla sinirlendirme adami. turkiye mis gibi ulke bu arada. insanlari sey biraz. bi de sistem. bi de hukuk yok. is ahlaki da yok. bi de can ve mal guvenligi. ama olsun onemli degil kucuk seyler bunlar.
yok vay efendim anam oguzturku babam su soyle biri var vikvik ne anlatiosun nobody cares literally. gercekligini kendin yaratirsin, neye kafa yorup dikkatini verirsen cevren onunla dolar. bunlari dusunmezsen irkcilik da olmaz. gormezsin cunku. gorursen de aa baska bi mal diyip uzaklasirsin amk. guzel kafani vay efendim turkiyeden irkciliktan nefret ediyorum diye yorarsan da algida secicilikle bunlara daha fazla maruz kalirsin
20 notes · View notes
master1wayne · 8 months
Text
Gençlik Öfkesi S1 - B2
BÖLÜM 2 [SAHTEKÂR]
Spiker: ŞURA Holding sahibi Sayın Ahmet Şura Bey ve ailesi yardım balosuna geldiler hemen sizlere çalışanımız Leyal ile aktarıyorum, evet Leyal sendeyiz.
L: Evet Hande Hanım, burası çok kalabalık bir sürü zengin aile Türkiye ve bazı Avrupa devletlerinde büyük işler yapan, zengin isimler hepsi burada, bu gece ki büyük yardım bağışı için toplanmış durumda.
Sp: Gördüğünüz üzere bu gece söylediğimiz gibi. Bir sürü önemli aile, bir sürü insan için mazlumlar ve yoksullar ayrıca hastalık derdi olanlar için büyük bir bağış toplanacak ve gelir vakıf aracılığı ile dağıtılacak.
L: Ahmet Bey, Ahmet Bey açıklama yapmak ister misiniz, bu bağışlar sizce yetecek mi?
Ah: Halkımız merak etmesin! Burada toplanan 1 kuruş bile cebimize girmeyecektir, bütün yardımlar gerekli yerlere yollanacaktır.
L: Ahmet Bey, aileniz ile sizi görmek bizleri şaşırttı normalde her gittiğiniz yerde tek görürdük sizleri.
Ah: Ben de bir babayım yoksulluk çektim azim ettim, zengin oldum ve şimdi buradayım hayatta değişmeyen tek şey ailem oldu bugün onlarla burada olmak istedim.
L: Başka bir açıklama yapmak ister misiniz efendim.
Ah: Fazla insanları bekletmeyeyim Hanımefendi ben artık içeri geçeyim bütün emekçi kardeşlerime iyi geceler.
L: İyi geceler efendim. Evet Hande Hanım şu an burada başka bir gelişme yok sizdeyiz efendim.
Sp: Leyal Hanım'a teşekkür ederiz. İşte gördüğünüz gibi ŞURA Holding sahibi ve ailesi'nin katılımıyla herkes gelmiş oldu sayın izleyenler, ileri ki saatte olacak gelişmelerden sizleri haberdar edeceğiz.
Babamın yaptığı konuşmadan sonra içeri girdik, babam sağına annemi soluna da ablamı almıştı bütün arkadaşları ile, teker teker konuşarak selamlaşıyor, annem ve ablamı onlara tanıtıyordu. Ben arkadan bir masaya geçtim ve kenardan insanları izliyordum.
Babam kenardan hiç olmadığı kadar sakin ve tatlı bir seslenmesiyle kendime geldim.
B: Oğlumm gel arkadaşlarımla tanış!
Hafifçe yerimden kalktım ve yanlarına doğru gittim. Bir adam elini uzattı ve bana "merhaba delikanlı!" dedi.
Ben de kendisine "Merhaba Beyefendi!" dedim. Diğer adamlarla da tokalaştım ve tanıştım. Babam kenardan beni yalandan övüyor ve sevgi dolu yaklaşıyor ablam da, annem de babama katılıyordu.
X: Ee genç adam, böyle bir aileye sahip olmak seni mutlu ediyordur, sonuçta baban hem Türkiye'de hem de Avrupa'daki işlerde başarılı bir adam.
İlk baş biraz bekledim, tam lafa girecekken hemen annemin omzumu sertçe sıkması ile içimden sinirlendim.
Fakat bazı şeyleri belli etmeden, normal bir şekilde cevap verdim.
Evet efendim, çok iyi bir aileye sahibim onlar benim için çook değerlidir (gülerek) hakları ödenemez!
Ablam araya girdi ve; sen istersen etrafta dolaş biz bir şey olursa sana haber veririz!
İyi siz bilirsiniz!
Uzak bir köşeye çekildim fakat ne olur, ne olmaz diye babamın hareketlerini takip ediyordum.
Bir süre sonra şık giyimli, buğday tenli, 1.70 boyunda, güzel bir vücuda sahip mankenleri andıran bir kadın yanıma yanaştı.
Xk: Merhaba!
Merhaba!
Xk: Siz Ahmet Bey'in oğlu olmalısınız!
Evet, siz kimsiniz acaba?
[Elini Uzattı]
Xk: Ben babanızın ortaklarından biriyim, uzun zamandır bizimle çalışıyor, daha doğrusu biz ona çalışıyoruz.
Anladım, siz de mi bağış yapacaksınız?
Xk: Evet, burada toplanacak her para tamamen yerine ulaşacaktır.
Umarım...
Kenardan babam bizi görmüştü hemen yanıma geldi ve yüksek bir sesle "hoş geldiniz, gelin bizim tarafımıza diğer ortaklarla konuşuyoruz hem" dedi.
Kadın "Oğlunuz da pek maşallah yakışıklı çocukmuş!" demişti. Babam da bana sarılıp "öyledir bir tanedir benim oğlum" diyordu.
Bu yapmacık tavırlarından hemen soğumuş, babamı iktirmiştim.
Hanımefendi size iyi geceler, umarım büyük bağışlarda bulunursunuz!
Xk: Çok bağış yapacağız merak etmeyin genç beyefendi iyi geceler!
Hızlı adımlarla yanlarından uzaklaştım. Babamı uzaktan takip ediyordum, aradan biraz süre geçti ve bir an ablam dibime geldi.
A: Babamı mı izliyorsun sen?
Çok bayılıyorum ya zaten babana!
A: Dua et eskisi gibi pek davranmıyor sana, yoksa kapıda köleydin hala!
Derdin ne kızım senin, eğlence merkezi miyim ben? Git aptal olan mal arkadaşlarınla, oyna, takıl ne yapıyorsan yap!
A: Bak Aras...
Ne Aras'ı kızım ha, ne Aras'ı. Benden başarılı değilsin, benim kadar dürüst, adil, akıllı birisi değilsin, insanlar senden nefret ediyor. Sırf baba parası ile buradasın, bentley'e biniyorsun ama haketmiyorsun.
Çevrendeki insanlar seni para için yanında tutuyor. Benim belki bir ailem yok ama bazı şeylere sahibim ve senin bunlara sahip olman çok zor.
A:...
[Babam gözden kaybolmuştu, hemen etrafa bakındım.]
A: Bana baakkk.
Ya bi siktir git.
A:...
Babanı bulunca ağlarsın ona hadi görüşürüz.
Hemen ablamın yanından ayrıldım ve etrafta babamı aramaya başladım. Etrafı iyice arıyor, didik didik ediyordum. Hemen aklıma bir kaç arkadaşına sormak geldi. Yanlarına gidip teker teker soruyordum ama kimse nereye gittiğini bilmiyordu.
Biraz sonra erkekler tuvaletinin olduğu taraftan babam sakince çıkmıştı. Fakat bu sefer dikkat etmiştim ki kravat yoktu. Yeni aldığı kravat yok ve babam o kadar para veriyordu bu kravatlara. İlginç?
Hemen hızlıca babama görünmeden erkekler tuvaletine doğru gittim, ilk baş başkaları var mı diye, bütün kapıları tıklattım fakat sonra kapıyı açtığımda hepsinin boş olduğunu gördüm. Aklıma içeride çöp kutusu olduğu geldi ve hemen çöpün kapağını açtım.
Biraz karıştırdıktan sonra babamın kravatı elime geldi hemen çektim ve biraz inceledikten sonra gördüğüm şeyler beni şaşırtmıştı. Diş izleri ve ıslaklık ile beraber küçük delikler vardı. Ayriyeten siyah bir ruj lekesi de belli oluyordu.
Tahmin ettiğim gibi kadın bu bağış balosuna gelmişti, acaba kimdi?
Hemen kravatı cebime koydum ve ellerimi yıkayıp lavabo'dan çıktım.
Hızlı adımlarla birlikte tekrar geri döndüm.
Etrafıma bakıyor, terleme ya da makyajını tazeleyen biri var mı diye. Fakat herkes neredeyse kırmızı ya da koyu tonlarda kullanıyordu rujunu. Büyük ihtimal ile kadını göremeyecek hatta kim olduğunu bulamayacaktım.
Fakat Derya abla bana adrese git demişti ancak ben kadını ilk baş kendi gözüm ile görmek istiyordum. Neden böyle bir düşüncedeyim anlayamıyorum fakat içim içimi yiyordu bir nevi...
[Kısa bir süre sonra]
B-bir dakika, ya az önce konuştuğum kadınsa. İsmini söylememişti!
Allah! Belki o kadın babamın annemi aldattığı kadın dı. Amacım şu an onu bulmak ve ismini sormak olmalıydı ama etrafta görmüyordum.
Düşünüyorum, etrafıma da bakıyorum ama yoktu. 5 dakika düşündükten sonra davetli listesine bakmak gelmişti aklıma. Yavaşça acelem yokmuş gibi kapı'daki görevlilerin yanına gittim, uzun olan adam'a listeyi görebilmek için ricada bulundum.
Adam koca listeyi bana uzatmıştı, iyi ki liste alfabetik sıra ile yazılmıştı. Hemen yukarıdan okumaya başladım.
Sıra ile bütün isimleri gözden geçiriyordum. Biraz daha baktıktan sonra Alya Rhamil isminde bir kadın gözüme çarptı.
Listede tek bu isim A.R kısaltmasına uygundu, hemen telefonumu açtım ve ismini yazdım. Biraz araştırınca da şirketimize çalışan bir kadın olduğunu tamamen teyit etmiştim.
2 dakika hava aldım ve sonra tekrar içeri geçtim. Biraz daha babamı takip ettikten sonra, Alya Rhamil isimli kadın arkadan gelip babamın yanında duruyordu. Annem saf olmasa belki işkillenebilirdi ama maalesef ki anlayamayacak kadar saf kalıyordu bu konumda.
Biraz daha sıkıcı atmosferde bulunduktan sonra arka kapıdan çıktım, telefonumu çıkardım ve Derya abla ile konuşmaya başladım.
Abla.
De: Evet canım?
Kadını buldum!
De: Nasıl orada mı o kadın da?
Evet ismini öğrendim zaten adresi biliyorduk, tek yapmamız gereken şu an bir fikir üretmek. Ben senin yanına geliyorum evindesin değil mi?
De: Evet canım!
20 daikaya oradayım, görüşürüz!
Telefonu kapattığım gibi bir taksi çevirdim ve adresi verip Derya abla'nın yanına yol aldım.
[!Burada, sizleri sıkmamak için olayları Derya'ya anlatılmış olarak gösterdim buradan sonrası plan yapma aşamasıdır!]
De: Peki şimdi ne olacak?
Güzel ve kaliteli bir kamera ve birazcık çaba lazım.
De: Baba'nın videosunu mu çekeceksin?
Başka ne yapabilirim sence kamerayı?
De: Haklısın...
Neyse ablam ben gideyim, kendine iyi bak!
De: Sen de...
De: Şeyy ya da, yani istersen kalabilirsin yarın tatilim var sonuçta.
Hmm? Aslında iyi olur. Hem tekrar dönmek taksi tutmak falan, biraz yorar beni!
De: Aç mısın?
Ne yalan söyleyeyim, evet açım.
De: Lazanya var, gel masaya yiyelim beraber.
Beraber yemek yerken, gözüm hep Derya abla'nın üstündeydi. Derya abla çok güzel bir kadındır keşke bir şansım olabilseydi ona karşı ama bu imkansız gibi duruyor.
De: (gülerek) Neden öyle bakıyorsun bana?
Hiç. Sadece...
De: Söyle bakalım canım benim.
(ne söylesem kifayetsiz kalacaktı, büyük ihtimalle ona olan duygularımı anlayacak ve belki de benden uzak duracak ya da bu düşüncemi kafamdan silmemi isteyecekti)
Y-yok abla bir şey merak etme.
Lavabo ne tarafta acaba?
De: Koridor'da sol 3.kapı canım.
Sakin ve içimde buruk bir duygu haliyle lavabo'ya gittim, kapıyı açtığımda ışık otomatik olarak yanmıştı. Hemen elimi sabunlayıp yıkamaya başladım, nedense içime bir ateş düşmüştü. Yanıyor gibiydim, gömleğimi çıkardım, göğüs kafesimden başlayarak yüzüme doğru soğuk su tutmuş, bir nebzede olsa ferahlamıştım.
Gözüm bir an arkamda duran kirli sepetine takıldı. İçimde olan merak arzusu ile yöneldim hızlıca. Kirli sepetine açtığımda kıyafetleri vardı biraz aşağıya elimi soktuğumda beyaz dantelli içini gösteren bir külot vardı.
Kafamdaki karanlık köşeden bir ses "İçine çek, kokla onu, koklamalısın hadi!" diyordu.
Bir taraftan gelen "Sen bu değilsin, haydi bırak onu yerine" diyordu.
Alnımdan yavaş yavaş terler akıyor, ellerim titriyor, vücudumu tekrar ateş sarıyordu. Kalbimin atışı hızlanmaya ve ortamın gerginliği artmaya devam ediyordu...
En sonunda, kendimi kaybetmiş bir şekilde. Bir canavar gibi burnuma doğru külotunu götürdüm. Sanki hiç nefes almamış gibi kokusunu içime çekiyordum. Gözlerim kapanmış koku içimde dolaşıyor beynimin derinliklerine işliyordu. Kokusu müthişti...
[Bir an çalan kapı sesiyle]
De: Aras! İyi misin?
Bu sesle gözlerim açıldı ve hemen kendime geldim, elimde duran külotu yerine tekrar koydum ve tok bir sesle; İyiyim abla, iyiyim sadece biraz başım dönüyor merak etme.
Elimi lavaboya dayamış diğer elimle de gözlerimi ovuşturuyor boğazımı kaşıyordum.
De: Gelebilir miyim?
Gelebilirsin.
De: İyi misin?
İyiyim abla yok bir şey.
De: Bak bir şey varsa söyle!
Yok abla, hatta ben gideyim!
De: Nereye?
O an cevap vermeden gömleğimi ve ceketimi alıp çıktım, merdivenden aşağı doğru inerken gömleğini giymiş ceketimi de hızlıca giymiştim.
Kapıyı açtım dışarısı yağmurluydu ağır ağır yağan yağmur asfalt zemine mermi gibi düşüyordu.
Bir an yağmura aldırmadan dışarı çıktım yavaş yavaş yolun karşısına yürüdüm, taksi gelmesini bekliyor, yağmurdan ıslanan takım elbisem vücuduma yapışıyor soğuktan titremeye başlıyordum.
Bir an gözlerim gökyüzüne doğru kayarken, gözüm Derya abla'nın evinin camlarına kaydı. Derya abla beni yukarıdan izliyordu.
Onu görünce yine aynı duygular kafamdan geçmeye başladı, içimde o yine daralma ve aşırı sıcaklık duygusu beni kemiriyordu.
Boğazım sanki düğümlenmiş içim daralmıştı, elimi göğüs kafesime attım, derin derin nefesler alıyordum.
Ama sanki aldığım her nefes beni daha fazla çökertiyordu.
Gözlerim kararmaya ve dengemi kaybetmeye başlamıştım, göz kapaklarım sanki ağırlık altında eziliyor ama yine de ayakta kalmaya çalışan bir asker gibiydi.
Ve bir anda kendimi kaybettim ve yere devrildim...
Herkese merhaba maalesef bu bölümde yine sex yok. Ama merak etmeyin ilk sezon uzun sürecek potansiyelde ve sex olacak.
-HERKESE İYİ SEYİRLER AMINA KOYAYIM-
31 notes · View notes
yasamsallik · 8 months
Text
İstiklal Caddesi’nde ‘yaşasın şeriat’ sloganları
youtube
İstanbul İstiklal Caddesi'nde,
20-25 yaşlarında bir genç,
Elinde "yeşil bir bayrak" açıyor…
Bir anda etrafında,
Afgan
Suriyeli
İranlı
Iraklı
Pakistanlı
Malezyalı "gençlerden oluşan on binler" toplanıyor…
Aralarına yerleştirilmiş binlerce,
Sakallı ve şalvarlılar…
Hep birlikte SLOGAN atıyorlar.
- Burası İslam toprağı…
- Kafir ATATÜRK…
- Kahrolsun LAİKLİK…
Peki,
KİM bunlar?
ORTADOĞU’DA…
ABD’nin,
Terör
Cinayet
Hırsızlık
Tecavüz
Kaos için yetiştirdiği KOMANDO gençliği…
İNGİLİZLERİN…
Din satsınlar,
Gericiliği hakim kılsınlar,
Sömürü düzenimiz devam etsin diye,
Cemaat ve tarikatlarca beslenen uşakları…
İşte bunları!
Resmi - sivil binlerce polis seyrederken,
HALK şaşkınlıkla izleyip,
Caddelere giremiyor…
Bugün,
İstanbul İstiklal Caddesi işgal altında…
Eğer susmaya devam edersek yarın,
Ankara Kızılay Meydanı…
İzmir Konak Meydanı…
Tüm illerin meydanları...
Artık işgal için,
Sayıları yetiyor artıyor bile…
Çünkü,
20 milyon civarında nüfus oluşturuldu bunlara…
VAR EDİLİŞ SEBEPLERİ ise;
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için…
BOP demek?
Emperyalizmin,
Ortadoğu’daki sömürü düzenine,
Yahudi-Arap kardeşliğinin öncülüğünde,
Laikliğin yok edilmesi,
Yerine şeriatçılığın hüküm sürmesi demek…
Nasıl İSYAN etmeyelim?
Çünkü artık!
Güzelim Türkiye’mde,
Şeriat İN…
Laiklik OUT oldu…
İşte bu NEDENLERDEN dolayı…
Bütün siyasi parti başkanlarına İSYAN ediyorum!
Düşün artık Türkiye Cumhuriyeti'nin yakasından…
Milliyetçiyim diye geçinen tüm kurumlara İSYAN ediyorum!
Vatan sevmenin,
Milliyetçi olmanın…
Kabadayılık olmadığını,
Mafyacılık-çetecilik olmadığını,
Emperyalist ruha hizmet etmek olmadığını,
Anlayın - görün artık…
MİT’e İSYAN ediyorum!
Temizleyin artık içinizdeki,
CIA
Mossad
KGB
M16
BND
DGSE
MSS ajanlarını…
Sadece Türkiye için haberleşin…
TSK’lerine İSYAN ediyorum!
Sınırları kapatıp koruyun artık…
NATO şemsiyesi altındaki,
Gayri milli komuta kademesine siz de isyan edin…
PARA babalarına İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince,
Sizi,
Çocuklarınızı,
Torunlarınızı,
Paralarınız KORUYAMAYACAK!
Akademisyenlere - aydınlara İSYAN ediyorum!
Korku yalanın ürünüdür…
Yalan yönetimlerden korkmayın, çıkın artık kabuğunuzdan...
Sivil Toplum Kuruluş’larına İSYAN ediyorum!
Bozun rantçı rahatınızı…
Sanatçılara İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince,
Sanat şemsiyesi altında,
Tanınmışlık sizi sokağa ÇIKARAMAYACAK!
SİYASİLERE İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince…
Ne dokunulmazlığınız,
Ne eşitsiz geliriniz KALMAYACAK!
Sıradan insanlar gibi SÜRÜKLENECEKSİNİZ...
Halka İSYAN ediyorum!
Türkiye elden gidince,
Ortadoğu’daki halklar gibi,
Bombalar altında aç-susuz yaşayıp öleceksiniz…
Hiçbir İNSANCA yaşam hayaliniz,
İsteğiniz OLAMAYACAK!
İsyanımı bastırmamın,
Tek UMUDU,
Tek tesellisi,
Yukarıda isyan ettiklerim değil elbette!
LAİK ATATÜRK CUMHURİYETİ’nin,
Gençleri, Kadınları var hâlâ.
26 notes · View notes
Text
Bu belediyelerin, ot biçmesine, yani aslında güzelim sarılı morlu çiçekleri ve aralarında dolaşan türlü börtüyü böceği katletme, olaylarına neden kimse dur demiyor, neden kimse sesini çıkarmıyor, bu durum kimseyi rahatsız etmiyor mu? Allah aşkına yahu otun çiçeğin böceğin kime ne zararı var? Bakın mesela az önce haberlerde izledim, el kadar bir yavru kirpi, bir vatandaşın bahçesindeki çimleri biçtiği sırada yaralanmış, diğer kardeşleri ölmüş bunun da başına üç dikiş atılmış, daha böyle biçilip giden salyangozları tırtılları falan hiç söylemiyorum... Her çim biçildiğinde benim içim yanıyor ama kimsenin umurunda değil! Biz her gün böyle üzülmek zorunda mıyız bu hayatta? Ağlamadığımız bir gün olmayacak mı bizim? Yağmurda bile her gün suladıkları uzamayan çimleri de biçiyorlar! Bıktım artık bu motor seslerinden, şu güzellikleri yok etmelerinden, her yeri batırmalarından! Bunalıma girdim artık kafayı yiyeceğim! Ne istiyorlar yeşillikten güzellikten ben anlamıyorum dertleri ne?! Koskoca ülkede hiç mi bu durumdan şikayetçi olan aklı başında mantıklı vicdanlı insan olmaz yahu? Biz bari belediyeler artık ot biçmesin, çiçekleri ve hayvanları katletmesinler diye bir imza kampanyası mı başlatsak ne yapsak? Biri bi şey söylesin bi yol göstersin artık lütfen...
2 notes · View notes
hamitbyd-blog · 11 days
Text
Tumblr media
Burası Türkiye;
Türklerle Kürtlerin yüzyıllardır kardeşçe yaşadığı yer.🇹🇷
Ev der Türkiye;
Le welatek e ku bi sedan sal in tirk û kurd bi biratî lê dijîn. 🇹🇷
9 notes · View notes
loverwitchs · 13 days
Text
“Hep bu şekilde olmaz, ama gerçek kötüler hep böyle doğarlar.”
Yazmaya ilk başladığımda ilkokul 3. Sınıftım, kimse çok fazla yazdığımı bilmiyordu. Ne kadar kış varsa göğüs boşluğuma dolan, hepsini yazıyordum. Tabii yaz mevsimlerini de hayal ettiğim gibi yazardım, çünkü istediğim gibi olmazdı. Uzun yıllar boyunca yazdım, birkaç öğretmenimin bana söylememeye direttiği farklılığımı gözlerindeki yarı şaşkın ifadeden anlamaya başlamıştım. Biraz daha tepkilenmeye başladığım dünya, artık benim olduğumdan çok daha hırçın ve kendini herkesin dinlemesini isteyen bir çocuk için içine sığamadığım dar bir sandık gibiydi. Günler geçti, elimdeki esareti büyük cesaretlerim için acımasızca kullandım. Benden çok daha iyi yazanlarla yarışmaya başladım, hatta biriyle çok yakın arkadaş bile oldum. Sonra işler tahmin ettiğim gibi ilerlemedi, bir yazımı yorumlamasını istedim. Uzun süre uğraşmıştım.. eleştiriyi sevmeyen bir çocuk olarak mükemmeliyetçi zihniyetimi fazla sıkı sıkıya tutuyordum. Sonra ondan şu sözleri işittim “bu konuda çok toysun ceren, biraz kendini geliştir. Bu böyle devam etmez” dedi, aslında biz büyük bir kavga ettik ve yollarımız ayrıldı. Bu da, aslında bana daha ağır şeyler söylediğini anlatmaya çalışmamın bir yolu. Sonra üzerinden yıllar geçti, ben yine yazıp çizdim. Baktım ki, gerçekten toyum. Öyle değilsem bile, toymuşum gibi kabul ettim. Fark edilmeye başlandım, bazı artıları vardı tabii. Çok derin yazdığımı söylediler, Buda benim karakterimin kabul etmekten hoşnut olacağı bir gerçekti. Dürüst bir öğretmene denk geldim, bana sen burada olmamalısın dedi. Bana çok cesaret verdi, kendimi o zamanlar pek ifade etmezdim, artık kim gülerse gülsün açıkça konuşmaya başladım. Bir gün, herkesin gülmekten vaz geçtiğini farkettim. Kendimi iyi ifade ettiğim yönünde çok fazla güzel söz işittim. Yani, artık ceren kendini fark etmeye başlamıştı. Sonra kaybettim, bir kez kaybettim yüz kez kazandım. Kimisi herkesin duyduğu zaferlerdi, kimisi sadece benim bildiğim. Ama herkes her zaman hiç kaybetmemişim gibi düşünürdü. Ben böyle isterdim.
Şimdi neler olduğuna gelelim.. burası benim en sevdiğim kısım. Bu konuda çok toy olduğum düşüncesini, Türkiye ikinciliği ile daha çok destekledim. Evet, kırmadım, destekledim. Çünkü ne kadar kötü olduğumu düşünürsem o kadar iyileştiğimi anlamıştım. Artık teklifler bile almaya başlamıştım, şarkı sözlerimi sanatçılara ulaştırmam gerektiğini duydum, ingilizce çevirilerini yazmaya başladım, artık arşivimde küçük cereni aşacak kurgular birikmişti.
Şimdiki zamanı anlatmayı pek sevmiyorum, kısa sürmesinden anlayabiliriz. Yine de şunu söylemeden geçmeyeceğim. Okurlarımdan işittiğim birkaç güzel yorumun ortak noktası şuydu “herkesin okuyabileceği bir kitap değil, gerçekten sindirilmesi gereken değerli yazılar var.”
Kendimle gurur duyuyorum, çünkü onca beyaz kuğunun arasında rencide edilen bir siyah kuğu olmanın en güzel yanının, aynaya bakınca onca siyah kuğunun arasındaki tek beyaz olmakla aynı olduğunu anladım. Şimdi kendime zaman zaman toy olduğumu, ama bunun halledilemeyecek bir şey olmadığını elde ettiğim başarılarla söylüyorum.
4 notes · View notes
turkudostu61 · 1 year
Text
Tumblr media
0 notes
Text
GİBİ 5.SEZON 1.BÖLÜM (SİNEK) ÜZERİNE METAFORİK BİR YAZI
Tumblr media
Çoğumuzun sevdiği “Gibi” dizisinin yeni sezonu yayınlanmaya başladı. Her zaman çok ilgimi çeken, güldüren, düşündüren, bazen hüzünlendiren “Gibi” 5.sezonuna enteresan bir giriş yaptı. Hazır Pazar gününe kadar bir konser yokken, bölümü izledikten sonra kafamda canlanan şeyleri not almaya karar verdim. Evet, burası bir konser bloğu sayfası idi fakat “inside.thecityof.glass” arada bir neden böyle şeyler de yapmasındı? İnternette biraz yorumlara baktıktan sonra tam olarak benim hissettiğim şeyleri ifade eden birkaç kişiyle karşılaştım. Bölümün yayınlanması üzerinden henüz çok vakit geçmediği için, zamanla daha fazla ortak yorumla karşılaşacağımı düşünüyorum. Bu zaman gelene kadar kendi izlenimlerimi yazmaya başlayayım, sonra tekrardan konuşuruz.
-HOLY SPOILER-
Bölümde dönemin siyasi aktörleri üzerinden metaforik bir anlatım tercih ettiklerini düşündüğüm için, anlaşılırlığı arttırmak adına biraz kodlama ve açıklama yapacağım, daha sonrasında akış üzerinden devam edeceğim.
Başlarken, bölüm hakkındaki düşüncelerimde bilinmesi gereken şey bu bölümün sadece arkadaşlık ilişkileri, kıskançlık, çekememezlik, toplum gözünde yükselme ve düşme, çoğu bölümde yapılan “ufacık saçma bir olayın aşırı büyümesi” vs. “Gibi” şeylerin dışında aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin belirli bir döneminden itibaren neredeyse günümüze gelene kadar olan kısmının metaforik olarak anlatıldığıdır. Buna dayanarak bölüm içerisindeki ilk kodlamalar benim düşünceme göre aşağıdaki “Gibi”dir.
Yılmaz (Süleyman Demirel) (S.D.)
Ersoy (Turgut Özal) (T.Ö.) (Bu zaten bet bir şekilde gösteriliyor.)
İlkkan (Bülent Ecevit) (B.E.)
Suna hanım (Sovyetler birliği) (S.B.)
Genç çocuk (Halk)
Servet abi (Amerika Birleşik Devletleri) (ABD)
Misafirler (Diğer ülkeler) (D.Ü.)
Candan abla (Yeni Rusya)
Erol (Liyakat)
Neden bu şekilde düşündüğüme bölümün akışı içerisinde bakalım. İlerledikçe daha fazla kodlama ve birtakım siyaset tarihi açıklamaları yapmaya çalışacağım. Doğru olabilir, yanlış olabilir. Dediğim gibi kolektif bilinç içerisinde bunların hepsini ileride daha doğru noktalara koyabiliriz. Haydi başlayalım!
Tumblr media
BAŞLIYOR!
Yılmaz (S.D.) ve Ersoy (T.Ö.) bıkkın bir şekilde koltuklarında otururken, salonun arka kısmında, yemek masasında İlkkan (B.E.) misafirlerine Tarot falı bakıyor. Diğerlerinin aksine İlkkan’ın keyfi gayet yerinde. Önemli olaylardan bahsediyor, dışarıya açık, aksiyon halinde. İlkkan’ın misafirleri olan iki adet yaşlı teyzemiz, kendisini ilgiyle dinliyor. Tarot falını, İlkkan’ın ileri görüşlülüğü olarak yorumlayabiliriz. Karşısında oturan teyzeler de muhtemelen anlatılan dönem gereği eski Sovyetler birliğini (Komünizm ya da sol felsefe) temsil ediyorlar. Bir teyzemiz eski Sovyetler iken diğeri onun en büyük destekçilerinden belki Çin ya da Kuzey Kore vs. olarak konumlanmış olabilir. Neden böyle düşündüğümü bol bol açıklayacağım.  
Yılmaz ve Ersoy, arkadaki konuşma devam ederken yine sıkılgan tavırlarla bir sinek problemleri olduğundan bahsediyorlar. (Belki “Ecevit hâkim” sol politikalardan ya da arka planda kalmaktan sıkıldılar, yeni bir oluşum lazım.) Ersoy dört tane muz yediğinden ve Roma dondurmacısına gittiğinden bahsediyor (Çikita muzu memlekete ilk defa Turgut Özal getirmiş. “Roma” belki de Özal’ın dışa açık politikalarını, dış sermayeyi, özelleştirmeleri vs. vurgulamak için kullanılmış. Ya da müthiş politik, sosyolojik, ideolojik fikirlerin, jikler, izmler ve istlerin, her bokun o döneme dayandığını, oradan çıktığını belirtmek için.) Sovyetler birliğine benzettiğimiz Suna Hanım (S.B.) için İlkkan; “Suna ablacığım, sen olmasan bu Dünya yok olur gider, her şeyi bir arada tutan bir enerjin var” diyor. Sanırım gözümüzde bir şeyler canlanmaya başladı. Hakikaten de çift kutuplu, kısmen güç dengeli Dünya düzeni, birçok ulusu bir arada tutan Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte hapı yuttu. Sol ideoloji çöktü, kapitalizm yeni tanrımız oldu. Suna hanım, bakılan Tarot falı için ödemesi gereken ücreti İlkkan’a sorduğunda, İlkkan kendisinden para istemediğini, ücretsiz rehberlik yaptığını söylüyor. Para istenmemesi ve karşılıksız yardım gibi kavramlar Yılmaz’ın canını fazlasıyla sıkıyor. Para almadan bir iş yapılması, Yılmaz’a (Sağ ideoloji, kapital düzen, sermaye piyasası vs.) Tarot falı kadar anlamsız geliyor, bu işi kafasında anlamlandıramıyor.
Tumblr media
Evden kafeye geçildiğinde İlkkan’ı, karşısında oturmakta olan bir genç çocukla konuşurken görüyoruz. Çocuk İlkkan’ın kendilerine bir ümit olduğundan bahsediyor ve İlkkan’ı övüyor. Bu çocuğu köylü sınıf, tarım sınıfı ya da hiç bunlara da girmeden dümdüz “Halk” olarak konumlandıralım. Çocuğun bu övgüsüne daha fazla katlanamayan Yılmaz, İlkkan’a “paran var mı”? Diye soruyor. Yani bu işler, sevgi gösterileri, köylü şehirli el ele ayakları, sol ütopyalar bir yere kadar sürer. Senin paran var mı? Sermayen var mı? Bu değirmeni döndürebilecek misin? Ondan haber ver diyor. İlkkan, biraz parası olduğunu söylüyor. Yılmaz bunun üzerine sinek ilacı almaktan bahsediyor. Sinek burada önemli bir öğe olabilir. “ANAP” logosunu hatırlayalım. Petekten oluşan bir Türkiye haritası üzerine konmuş arı görseli gözünüzde canlanmıştır. Burada anlatılmak istenen şey arıyı sineğe benzetip bu yapıyı eleştirmek mi? Ya da “ANAP”tan belki ilelebet kurtulmak, bunu bir sorun olarak görmek? Veya tam tersine desteklemek fakat doğru kişiyle desteklemek mi bilinmez. Dönemi okuyalım ve büyüklerimizden dinleyelim. Sonuç olarak bu durum Yılmaz’ın fazlasıyla canını sıkıyor.
Tumblr media
Meşhur 3’lümüz yolda yürürken, bence bilinçli şekilde daha batılı bir “Cast” olarak seçilen (Hatta beyaz ABD’li denilebilecek, kafasında bir tek yıldızlı şapkası eksik olan Sam amca.) Servet abiyle (ABD) karşılaşıyor. (“Servet” seçimine dikkat.) Ersoy, Servet abiyi evlerine davet ediyor. (Yabancı sermaye ülkeye davet ediliyor.) Servet abi çok hevesli, motive “hemen gidelim” diyor. Yılmaz bu tutuma karşı temkinli yaklaşıyor. (Belki ülke henüz hazır değil.) Servet abiyi ilk başta bir bahane uydurarak uzaklaştırma ve içeriye almama gayesinde. Yılmaz ayrıca Ersoy’un kendisine hiç danışmadan “sürpriz bir inisiyatif alarak” bu işe kalkışmasına ayrıca kıl oluyor. Sonuçta Servet abi bu işe çok sinirleniyor, İlkkan naif bir şekilde özür diliyor. Yılmaz buna da kızıyor. Servet abi eve gelmek için şartları çok fazla zorluyor, niye gelemediğini kesinlikle anlamıyor, anlamamakta ısrar ediyor hatta neredeyse güç kullanacakmış “Gibi” tavırlar bile sergiliyor. Yılmaz evin içerisindeki (ülkenin içerisindeki) problemi anlatmak zorunda kalıyor. Sinek probleminden bahsedildikten sonra Servet abi durumu anlayışla karşılayıp bir sinek ilaçlama numarası veriyor fakat bu numara yalan yanlış uydurma bir numara. (ABD’nin meşhur yardım olmayan yardımlarından, verilen kredilerin bin misli faizle geri alımından, ödenemeyince verilen imtiyazlardan vs. bahsetmek için çok güzel bir anlatım, kuvvetli bir sahneleme.)
Tumblr media
Evimize geri dönüyoruz. Yılmaz, Ersoy’u Servet abiyi eve çağırdığı için azarlıyor. (İç siyasette konuşulmadan, ortak karar verilmeden, danışıklı dönüşümlü, kapalı kapılar ardında gizli kapaklı işler yapılmadan öyle dış sermayeye kucak açılmaz.) Ersoy tabi ki Servet abiyi savunmaya, zararı olmadığını anlatmaya, (özelleştirmeye, dışa açılmaya, borçlanmaya vs.) devam ediyor. (Ülkenin hayrına olacak.) Yılmaz böyle bir şeye müsait değilim derken, (en azından henüz) İlkkan misafirlerini (D.Ü.) beklediğini, seansının olduğunu, diğerlerinin içeriye gitmesi gerektiğini söylüyor. Bu, takdir edersiniz ki evin diğer liderleri tarafından kabul edilmiyor. Yılmaz bunun önceden konuşulması gerektiği kanaatinde. (Parlamento? Kapalı kapılar? Pazarlıklar?) Yılmaz burada muhafazakâr kanadı temsil ediyor. Geleni gideni olmadan, etliye sütlüye karışmadan, kendi küçük Dünyasında, evinde oturup televizyonunu izlemek istiyor. Misafirler geliyor, kartlar İlkkan tarafından yeniden dağıtılıyor. Kalabalık misafir ekibi içerisinde bu sefer Suna Hanım yok. Belli ki Sovyetler dağılmış. Bu misafir ekibini Avrupa birliği ya da diğer Dünya ülkeleri belki G8 vs. diye konumlandırabiliriz diye düşünüyorum. İlkkan övülmeye devam ediliyor. Yılmaz sıkılgan bir şekilde çoraplarını çıkarıyor (Muhafazakârlar kolları sıvadı) İlkkan bu işe çok sinirli. Bizi dış güçler önünde “takunyalarınla” rezil ediyorsun pozlarında. Bu ana kadar sessizce koltukta oturmakta olan Ersoy kapı zilinin çalmasıyla birlikte ayaklanıyor. Kapı Ersoy tarafından açılıyor ve sürpriz! Servet abi kapımızda! (Demokrasi geldi hanım!)
Ersoy tarafından hoşça karşılanan Servet abi, eve türlü bahanelerle davet edilmediği için çok kızgın. Herkesin içeride olduğunu öğrenmiş ve kapıya dayanmış. (X bir yerde önemli bir şey; savaş, kriz, maden, para, servet, vs. varsa eğer “ABD” orada olmadan olmaz.) En nihayetinde Servet abi içeriye Ersoy tarafından buyur ediliyor fakat öyle olmasaydı bile gerekirse zor kullanıp yine de içeriye girebileceğinin sinyallerini bize oyunculuk olarak veriyor. Bütün misafirler (Diğer ülkeler) İlkkan’la birlikte ayrı bir yerde, Servet abi Yılmaz ve Ersoy ayrı bir yerde konumlanmış durumda. Servet abi Yılmaz’ı azarlıyor, “herkes burada, ben nasıl yokum” diyor, Ersoy, Servet abiyi sakinleştirmeye çalışıyor. İlkkan’ın misafirlerle masada oturduğu sahne “Son akşam yemeği” tablosunu çağrıştırıyor, bu kısımda ayrıca bir metafor daha var.
Tumblr media
Burada dönen konu Servet abinin ilgisini çekiyor, seansın ücretini soruyor. Seansın ücretsiz olduğunu, “sevgi ve saygı karşılığında” bakıldığını Yılmaz’dan öğrendiğinde, Servet abi “iyi” diyor ve gözleri parıldıyor. Tam da bu noktada çok kritik bir an yaşanıyor. Servet abi belki gözüne İlkkan’ı kestirmişken, Yılmaz ayağıyla bir sinek yakalıyor ve olayın bütün seyri değişiyor! Yakaladığı şey belki “ANAP” belki başka bir aktör, belki iç ve dış siyasete yeni bir soluk, belki sermaye kazanımı, belki bunların hepsi ya da hiçbiri. Ama bence Yılmaz’ın yakaladığı ya da bulduğu esas şey “Liberalizm”… Bunu zaten ilerleyen bölümlerde yine bet bir şekilde gözümüze sokularak görme fırsatı yakalıyoruz. “Liberalizm” ve “Liberal” politikalar sayesinde birçok şey mümkün kılınabilir, anlatılabilir, sevimlileştirilebilir. Zaten günümüzde yaşadığımız birçok sıkıntıda yanlış uygulanan bu politikaların artçılarından ibaret. Velhasıl kelam öyle de olsa böyle de olsa, sonuç olarak bunların hepsi aslında sadece bir “Sinek”…
Tumblr media
Yılmaz’ın yakaladığı sinek ve dolayısıyla Yılmaz, bir anda evin içerisindeki herkesi inanılmaz etkiliyor. Bu olayı çok yüksekten yaşıyorlar. Sanki bir bayram havası var. Bir keşif yapılmış, maden bulunmuş, savaş kazanılmış “Gibi”. Bu bayram havası içerisinde en büyük gazı tabi ki Servet abi veriyor ve Yılmaz’la Servet abi nihayet barışıyor. (We're all living in Amerika!) Bütün misafirler Yılmaz’ın yanında toplaşıyor, bu olayın en büyük “şakşakçısı” tabi ki Ersoy oluyor. Bu arada İlkkan arka planda kalmış, unutulmuş, modası geçmiş pozisyonda kalıyor. Mutfakta (Mecliste?) Yılmaz ve Ersoy cephesiyle İlkkan ters düşüyor, kavgalar, gürültüler çıkıyor. İlkkan bu olayın “bir seferlik şanstan ibaret” olduğunu söylüyor, diğerleri buna karşı “olmamış “Gibi”mi davranalım?” diyor. (Para bir kere gelir, har vurup harman savurursak eğer bir daha gelmeyebilir ve hiç de hoş olmayan sonuçlarla karşılaşabiliriz aklınızı başınıza alın demek istiyor. Bu ve bunun “Gibi” söylemler muhafazakâr sağ kanadın hiçbir zaman kanadında olmadı, olmayacak. Varken harca, nasıl harcarsan harca.) İlkkan mücadeleye devam edeceğinin sinyallerini veriyor ve yumruğunu duvara vuruyor. (Masaya değil.) Halkın bütün kesimlerinde Yılmaz’ın popülaritesi artıyor. İlkkan hala “o öyle her zaman olmaz, şans oldu şans” demeye, insanları tırnak içerisinde “uyarmaya” devam etse de artık ortada yakalanmış bir sinek olduğu için bu uyarılar kimseye geçmiyor. Üretmeden tüketmek, yalan yanlış yatırımlar, “lale devri” had safhada.
Tumblr media
Misafirler tekrardan eve geliyor fakat bu sefer İlkkan ve seansı için değil, Yılmaz için oradalar. Herkes evin içerisine doluşuyor (Dış sermayeler ülkeye giriş yapıyor.) Yılmaz, ayağıyla tekrardan bir sinek yakaladığında, Ersoy aşırı heyecanı sonucunda çayları deviriyor ve resmen yanıyor! (Turgut Özal öne çıkarıldı ya da atıldı ve sonunda yandı?) Tam da bu noktada Ersoy’un sırtında beliren Turgut Özal şeklindeki lekeleri görüyoruz. İlkkan artık masada yalnız hatta karamsar, depresif bir şekilde otururken diğer tarafta resmen zafer sarhoşluğu yaşanıyor. Burada giren müzikler ve kutlama havaları bana kazanılan bir seçim, kampanya süreçleri, balkon konuşmaları vs. “Gibi” atmosferleri anımsatıyor. Hemen Star Wars’tan bir alıntı yapayım; “Demek ki demokrasi böyle ölüyormuş. Alkış ve tezahüratla”. İlkkan’ın Yılmaz ve Ersoy’un yatağına koyduğu “Ölüm” kartları bir uyarı niteliği taşıyor. (Olacaklara karşı millet ve meclis uyarılmaya çalışılıyor?) Bunların da pek bir etkisi olmuyor tabi. Hangi uyarı dinlenmiş bugüne kadar? İlkkan mutfakta hüzünlü bir konuşma yapıyor ve bence sol siyasetin gerçek manada ilk defa ülkede uygulanmış olduğundan, hayata geçirilmeye yakınlığından ve sonrasında bunun nasıl elinden alındığından bahsediyor. Bu hissiyatlar Yılmaz’a geçmiş gibi görünüyor. Seksen sonu, doksanlı yılların başı siyasetinin “ayrı fikirlerde olabiliriz ama biz aynı gemideyiz” söyleminin o yıllarda hakikaten yaşanmış olan halini uygulamada görüyoruz
Yılmaz ve Ersoy, İlkkan’ın göz önünden düşmesinden rahatsız olmuş olacaklar ki İlkkan’ı biraz daha yükseltmek, eskisi gibi olmasa da kendine getirmek için kontrollü hamleler planlıyorlar. Bu iş için Candan abla (Yeni Rusya) seçiliyor. (Eski soldan düşman olmaz mantığı?) İlkkan sanki Candan ablaya yardım ettiğini hissedip mutlu olacak. (Dağılmış Sovyetlerin küllerinden doğan yeni Rusya’ya destek atılacak.) En azından plan buna benzer bir şey. Yılmaz, sinek yakalamaktan bir süreliğine vazgeçeceğini ancak uygun zaman geldiğinde, ileride devam edeceğini söylüyor. Böyle bir şey bırakılamaz. “Liberalizm” bırakılabilecek bir şey değil. Bırakıldı zannedersin fakat tekrar tekrar seni “liberize” eder. Bu bölümde müzik olarak Cem Karaca’dan “Raptiye Rap Rap” şarkısı kullanılsa çok yakışırdı diye düşünüyorum. Hep birlikte sözleri hatırlayalım.
Maaşla gırtlak gırtlak gırtlağa rap rap. Bir de kitap okuyor bakın şu çatlağa rap rap. Liberal, miberal malı kap, götür al rap rap. Eriyor liralar, mark kap, dolar al rap rap. Bul bir kaşalot, toriğini işlet rap rap. Bir koy üç al, üçünü de beşlet rap rap. Raptiye rap rap zaptiye zap zap rap rap. N'aber nitekim gene geldi şapka rap rap.
Tumblr media
Foto “Liberal”de, Ersoy’un sırtındaki Turgut Özal’a benzeyen lekenin fotoğrafları çekiliyor. Ersoy, seçim propagandasına hazırlanır gibi pozlar veriyor. Yılmaz “güzel” diyerek onaylıyor, fotoğraflar arasından seçimler yapılıyor. Fotoğrafçıya ödenen parayla alakalı bir konuşma geçiyor. Yılmaz’ın önceden fotoğrafçıdan 36 lira alacağı varken 73 lira vereceği oluyor. Sonuç olarak dükkândan para ödemeden ayrılıyorlar. Eczaneye gidiliyor, Ersoy’a alerji ilacı alınacak. Dükkânda çalışan Erol (liyakat) arkada konumlanırken, ön tarafta Yılmaz, Ersoy ve sonradan dükkâna giren Canan hanım kentsel dönüşüm konularını konuşuyorlar. Yılmaz ve Ersoy bu dönüşüm olayından aşırı mutlu. (Betona yatırım her zaman mutlu eder.) Canan hanımın eski binası yıkılmış (Sovyetler birliği) geçici olarak bir yerde kalıyor, sonra yeni binasına (yeni Rusya) geçecek. Erol bu muhabbetlerden rahatsız oluyor ve Yılmazla Ersoy’a parayı ödeyip gitmelerini söylüyor. Yılmaz ve Ersoy, Canan hanıma, İlkkan’a yardım alma kisvesi altında yardım edebilir mi diye soruyorlar. Canan hanım “tabiki” diyerek bu yardım işini hevesle kabul ediyor. 427 liralık ilaç ücreti Yılmaz tarafından kabul edilmiyor. Onun gözünde bu ilacın parası daha az olmalı (İşi ucuza kapatmaya çalışmak, devlet kadrolarının ödeme çıkmaması, meclis lokantası fiyatlarına alışık olup gerçeklikten kopmak?...)
İlkkan, Candan hanıma evin kapısını açıyor. Candan hanım İlkkan tarafından hoş bir şekilde karşılanıyor. Candan hanım inanılmaz zor bir dönemden geçtiğini söylüyor ve İlkkan’la neredeyse flörtleşir gibi konuşuyor. Yılmaz ve Ersoy kafede otururken, Erol’un ilacın kullanımını yanlış yazdığına dair bir muhabbete girişiyorlar. (Kesinlikle liyakatli insanlara, doktorlara, mühendislere, bilim insanlarına güvenmiyorlar, kendi bildikleri en doğrusu. Doğruyu söyleyen, bilimin ışığında ilerleyen, akıl mantık sahiplerinin onların Dünyasında bir yeri yok. Bunlar her zaman sorun çıkaran, istemezükçüler… Bu ve buna benzer olaylara yaşamak zorunda olduğumuz dönem gereği çok hâkimiz.) Yılmaz başta o kadar negatif değilse bile, eczaneye geri dönüldüğünde başka bir yanlış ilaç vakasıyla karşı karşıya kalan teyzemizi görünce fikirleri hemen değişiyor. Erol aksini iddia etse de, bu ilacı doktorun yazdığını söylese de bunların hiçbiri işe yaramıyor. Yılmaz’ın gözünde Erol, Dünyanın yanmasından sorumlu, zararlı, toplumda yeri olmaması gereken suçlu biri. Derhal polis, güvenlik güçleri aranıyor. (Muhafazakâr iktidarda asla yeri olmayan, hapse atılan fikir, ilim, bilim insanları, düşünce suçluları?) Ersoy’un yaşadığı bu alerjinin ve kendisine yanlış bir tedavinin uygulanmasını düşünmesinin, kaygılanmasının Turgut Özal’ın zehirlenme teorileriyle bir ilgisi var mı bilmiyorum. İlkkan’ın kendini camdan attığı haberi duyulunca Yılmaz ve Ersoy evin önüne doğru koşturuyor.
Tumblr media
Candan hanım İlkkan’ın ırzına geçmeye çalışmış. Candan hanımın beyanına göre kendisi İlkkan’a çamaşır asmayı gösteriyormuş. İlkkan buna karşılık olarak “saçmalamayın çamaşırları zaten ben asıyorum” diyor. Burada karşılıklı bir uyumsuzluk söz konusu. (Türk ve Rus sol yapıları temelde belki aynı ilkelere dayansa da arada kültürel farklılıklar var. Dışarıdan alınma felsefeler, ideolojiler, vs. bizde her zaman eklektik durmuştur, açıkçası bir boka yaramamıştır. Zaten burada söz konusu olan yeni Rusya ve bana kalırsa Don’t fuck with the Russians…) Güvenlik güçleri tekrar çağırılıyor. Suna hanımın durumundan İlkkan’a bahsediliyor. İlkkan artık Suna hanımı hatırlamıyor bile. (Good old Soviet days RIP…) Tam bu esnada Servet abi kadraja giriş yapıyor. İlkkan için, “bu uğursuzun falına inanan kaldı mı sorarım size diyor” Ee… Solculuk molculuk bitti. Artık sarılmamız gereken şey sadece kapital düzen, sermaye piyasası, şiştikçe şişen üretim ve tüketim bataklığı, ahlak yoksunluğu, materyalizm, Mc Donald’s, Coca cola, Metallica! Yılmaz bize bunu neden yapıyorsun diye çaresizce Servet abiye soruyor. Ne kadar haklı bir soru değil mi? Candan abla kaçmış, Yılmaz bağırıyor. “Ambulans çağırın, yardım edin, yardım edin bize!... (Çünkü bu saçmalıklar arasında ölüyoruz. Ölüm korkusuyla birlikte bilin bakalım neye sarılırız…)
Evet… En sonunda liyakat haklı çıkıyor tabi ama artık her şey için çok geç oluyor. Yılmaz, İlkkan eğer isterse Servet abiyi dövdürtebileceğinden bahsediyor ama İlkkan “Allah’ından bulsun” diyor. Ersoy yüksekten düşme kaygılarından bahsediyor. İlkkan, ölmeyeceğini bildiğini söylüyor fakat sürüneceğine dair sinyalleri sonrasında söylediği birbiriyle alakasız, saçma sapan sözlerle kanıtlıyor. Türkiye’de kendisini “Solcu” ya da en hafif tabirle “Muhalif” olarak tanımlayan kesimin kendi aralarındaki fikir ayrılıklarını, binlerce fraksiyona bölünmelerini, asla ortak bir zeminde birleşememelerini, herkesin kendi kesimine dair müthiş ideoloji, ideal ve ütopyalarının olduğunu bundan daha iyi hiçbir cümle açıklayamazdı diye düşünüyorum. İlkkan bize muazzam bir muhalefet özeti geçiyor. İktidarda olanlar ise tam aksine tek bir cemaat “Gibi” hareket ediyor. Bunun sonucunda senelerdir aynı sonuçlarla yüzleşiyoruz. Muhafazakârlar giderek çoğalırken biz giderek azalıyoruz. Bu bahsettiğim durumu sadece siyasette değil, yaşantımızın hemen her alanında, her alt kültürde gözlemlemek mümkün. Fazla okumak ve düşünmek belki demokrasinin açığını kullanan mutlak cehalete karşı her zaman yenik düşecektir bilemiyorum. Bunu zaman gösterecek. Elimden geldiğince bu bölümü kendimce yorumlamaya çalıştım. Sabırla okuyan arkadaşlara kucak dolusu teşekkürler. “Gibi”nin beşinci sezonu aşırı sinematografik, metaforik ve başka bir sürü “ikler” şekilde devam ediyor. Diğer bölümleri izlemenizi de tavsiye ederim, belki bir ara onları da yazma fırsatı yakalarım. Hoşça kalın!    
youtube
3 notes · View notes
bugunsongunn · 9 months
Text
Bende istiyorum aşk acısı çekeyim yemeden içmeden kesileyim ama burası Türkiye dertler bitiyo mu ona sıra gelsin
8 notes · View notes
oluruvar · 11 months
Text
Yarını düşündükçe midem bulanıyor, çok geriliyorum. Burası Türkiye olmaya devam mı edecek yoksa suri/afgan/paki/İran karışımı araplarla mı dolacak :(((((( lanet olsun bizi bu hale getiren, getirilirken minicik katkısı olan herkese
11 notes · View notes