Tumgik
#dede evi
deniz-mehtap · 3 months
Text
güzel bir manzara... gün ağarırken... ;))
174 notes · View notes
cuy-i-ruh · 2 years
Text
Tumblr media
Yıllarca gitmek ya da kalmak istemediğin yeri uzak kalınca gün gelir özlersin...
Özledikçe bakmak için öyleyse...
7 notes · View notes
hazerparem · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Dede evi güzelliği 🤍
42 notes · View notes
Text
Plant names that are used as names or might be nice as names
Abelia (Abby, Bibi, Bel, Bee, Lia)
Achillea (feminine of Achilles; Lea)
Aletris (like Alexis or Beatris; Al, Allie, Tris, Trissy)
Alisma (Al, Allie, Lee, Alis, Lissy)
Alliaria (Al, Allie, Lia, Lee, Ria)
Amaranthus (actual name already; Amy, Mara, Anne, Annie)
Ambrosia (actual name already; Amy, Rosie)
Ammophila (Amy, Phil)
Andromeda (actual name already; Anne, Annie, Andy, Mimi)
Angelica (actual name already; Angie)
Anise (Anne, Annie)
Anthea (actual name already; Anne, Annie, Thea)
Apple (actual name already)
Aquilegia (Gigi)
Aralia (Lee, Lia)
Argemone (Gem, Gemmy, Monnie)
Argentina (Gen, Genny, Tina)
Arisaema (Aris)
Aronia (Ro, Nia)
Artemisia (actual name already; Art, Arty, Mimi, Missy)
Ash/Ashley (actual name already)
Aster (like Esther)
Barley (like Bartley)
Betula (Bett, Bettie, Tula)
Bluet (Blue, Bett, Bettie)
Blossom (actual name already)
Calla (Cal, Al, Allie)
Callirhoe (Cal, Al, Allie, Ro)
Caltha (Cal, Al, Allie)
Calystegia (Cal, Al, Aly, Gia)
Carya (actual name already)
Celastrus (like Celeste; Cece, Cela)
Celosia (like Celeste; Cece, Cela)
Celtis
Chelone (Lonnie)
Cherry (actual name already)
Clarkia (Clark, Kia, Kiki)
Claytonia (Clay, Toni)
Clematis (Clem)
Cleome (Cleo, Clem, Mimi)
Clintonia (Clint, Lin, Toni)
Clover (Clo)
Comandra (like Cassandra; Anne, Annie, Andy, Maddie, Mandy)
Commelina (Mel, Lina, Melly, Lin, Lee)
Cotton
Dahlia (like Delia or Thalia)
Daisy (actual name already)
Dale (actual name already)
Dalea (like Delia or Thalia)
Daphne (actual name already)
Datura (Dottie, Tura)
Della (actual name already)
Dianthus (Dia, Dianne, Anne, Annie)
Dicentra
Drosera (Dro, Ro, Sera)
Dryas
Erigenia (Eri, Gigi, Gen, Genny, Genie, Genia, Nia)
Evadne (actual name already; Eve, Evie, Eva)
Fern (actual name already)
Filipendula (Fil, Filly, Flippa, Penn, Penny)
Flower/Fleure/Flora/etc. (actual names already)
Forest (actual name already)
Gale (actual name already)
Ginger (actual name already)
Grindelia (Dede, Delia, Lia)
Halesia (Hal, Hally, Al, Allie)
Hazel (actual name already)
Heather (actual name already)
Holly (actual name already)
Hydrangea (Hydie, Angie, Gigi)
Iris (actual name already)
Isotria (Izzy, Tria)
Juniper (actual name already; June, Junie)
Laurel (actual name already)
Lavender (actual name already; Lav, Vendy)
Leafie (actual name already)
Lemna
Liatris (like Beatris; Li, Lia, Tris, Trissy)
Lilac (like Lilah)
Lily (actual name already)
Linaria (Lin, Linny)
Lindera (Lin, Linny, Lindy)
Linnaea (Lin, Linny)
Lobelia (Lo, Lola, Bel, Lia)
Lonicera (Lon, Lonnie, Cera)
Lotus (actual name already; Lottie)
Lunaria (Lulu, Luna)
Magnolia (Maggie, Nola, Lia)
Malia (actual name already)
Maple (like Maybel; May)
Meadow (actual name already)
Melia (actual name already; Mel, Melly)
Melothria (Mel, Melly)
Mentha (actual name already)
Mertensia (like Mercedes)
Mitchella (feminine of Mitchel; Mimi, Mitch, Chella)
Monarda (Monnie, Mona)
Montia (like Monty; Monnie, Monty, Tia)
Myrtle (actual name already)
Myrica (like Erica)
Nemesia
Nyssa
Oakley (actual name already)
Olive/Olivia/etc. (actual name already)
Pansy (actual name already)
Peach (actual name already)
Peltandra (Pel, Tandy, Andy)
Persicaria (Persi, Kari, Carrie, Caria)
Petunia (actual name already)
Phyllis (actual name already)
Picea
Pilea
Pontederia (Ted, Teddie)
Poppy (actual name already)
Praline (Lina)
Primula (Prima)
Prunella (Nel, Nelly, Nella)
Robinia (Rob, Robby, Bob, Bobby, Robin, Nia)
Rose/Rosa/Rosaria/Rhode/etc. (actual names already)
Rosemary (actual name already)
Salvia (like Silvia; Sally, Vivi)
Sibara
Sida
Silvia/Sylvie/Sylvaine/etc. (actual name already; Vivi)
Tansy (actual name already)
Thuja
Tilia
Valley (Val, Al, Alley)
Vallisneria (Val, Valli, Al, Alli, Allis, Lissy, Neri)
Verbena
Veronica (actual name already)
Violet/Viola/etc. (actual name already; Vi, Vivi)
Willow (actual name already; Will, Willie)
Yarrow
Zea
41 notes · View notes
musfika-hanim · 11 months
Text
sabaha kızımın evinde uyandım. onun yaptığı yemeklerden yiyip, hazırladığı yatakta yattım. gece yarısına kadar hoş sohbet muhabbet, mezuniyet kıyafetine bir iki dokunuş (azcık terzi olmamın büyük faydaları) bana kendi odasını verdi malum öğrenci evi. tarifsiz bir duygunun içindeyim, hem çok ağlayasım hem çok gülesim var. bir kaç saate dede, anneanne ve dayı da katılacak aramıza. teyze zaten bizimleydi. sonra da üniversitede mezuniyet törenine katılacağız. sonra misafirleri uğurlayıp üç beş gün daha ailecek birarada olacağız. biraz kafamı dinlemeye aslında hepimizin sakinliğe ihtiyacı var. çekirdek aile olarak burada üç beş gün geçirecek olmamın huzuru ve düşüncesi de ayrı ve kıymetli. elhamdülillah. bu sene ruhsal olarak çok yorulduk. deprem ve sonrası süreç, işler güçler ve ayrıca o korkunun üzerimizde kalan hissi, depremzedelerle olan yakın muhataplığımız.. duygularımız çok yıprandı. çare olmaya çalışırken çaresizlikle karşılaştık çoğu kez, onca kaybı olan, acısı hat safhada olan insanların karşısında kurduğunuz cümlelerin ve yetemenenin çaresizliği.. neyse güzel bir gün bugün. rabbim hayır ve selametle sonlandırsın, sevinç gözyaşları olsun. acı bizden uzak olsun. amin.
16 notes · View notes
sitareblog · 2 years
Text
Tumblr media
|Sezgin Kaymaz, Bakale
Kitabının öyküsü;
"Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti.
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz. Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.
Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
Ne edecekti?
Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş. Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.
Vesile?
“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine.
“Dede?..” dedim, "Bakale ne demek"
Anlattı.
“Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış.
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış, öyle dedi dedem."
...
35 notes · View notes
Text
Askerin üstünü başını görseniz ağlardınız. Ağustos ayı. Hava kavurucu sıcak.
Otlar iyice kavrulmuş, cayır cayır yanıyor. Ayağımız çıplak.
Yanan otları ayağımızla söndürüyor, oraya çöküp düşmana ateş ediyoruz.
Sivrihisar’a yakın bir yerde mola verdik.
Gece gizlice kasabaya gittim, zifiri karanlık.
Bir evi fener ışığı aydınlatıyor.
Evin kapısını çaldım.
Kapıyı açıp açmamakta tereddüt etti.
‘Korkma, ben Türk askeriyim.
Ayağımda ayakkabı yok. Parasını vereyim, ayağıma giyecek bir şeyler ver’ dedim.
Tesadüf, orası yemenici dükkânıymış.
Bana bir çift yemeni verdi.
Sökülünce dikmem için de bal mumu iple iğne de verdi.
Hemen yemeniyi ayağıma sardım.
O kadar rahat etti ki ayağım. Bana artık karada ölüm yok.
Birliğime adeta uçarak gittim.
"Memleketin kıymetini bilin"
“Biz bu vatanı çok zor şartlarda kurtarıp size teslim ettik, kıymetini bilin...”
İstiklal Savaşı'nın son gazisi YAKUP DEDE…
Tumblr media
16 notes · View notes
evita-shelby · 2 years
Text
Between the Shadow and the Soul
Taglist: @joossieisdabomb @johnathancanines @peakyblindas @kissmyquill @whitejuliana1204 @zablife
gif by @retromafia
Chapter 52
Tumblr media
“Is this like when you let me change my birthday?” Gabe asked as Arthur, in his father Christmas suit, handed out gifts on December 7th.
Children in the Riley family were lucky, lucky enough to have their parents let them reschedule their birthdays whenever they wanted.
Eva saw no reason to let the tradition die. Especially when Diane wanted a beach party for her seventh birthday, or Gabriel wanted it a week early so his father couldn’t miss it. Only Florence has no idea it exists or that they rescheduled her third birthday due to a thing that needed her both her parents present.
Charlie refused to move his, said he had a perfectly good date and if his dad couldn’t be there then fuck him. Charlie had ended his eleventh birthday with a scolding from everyone, but most especially, Tommy who had arrived late.
“Will Eddy be there?” Charlie asks setting up the projector signed by Charlie Chaplain that his father had given him for his birthday.
Eduardo ‘Eddy’ Riley was Francisco’s eldest boy, a clever young boy of twelve with his mother’s courage and father’s steadfast friendship.
Time was the best cure for them, now they were truly fine. Eva supposed they just needed to see that they were all fine with the choices they made and apologize for the hurts caused.
“Yes, and his sisters and baby brother. Your Auntie Ada will be tired because of the new baby, so I need you four little angels to be on your best behavior for her.” Eva explained to Charlie and Gabe who had already gotten into trouble with one of John’s boys.
“Aunt Evie, come quick. Cathy’s mum called, said it’s really urgent!” Katie, now a young woman of twenty, said rushing down the stairs.
“Am I speaking with Mrs. Eva. Shelby?” its not the headmistress, not one of the teachers or a counselor, no it’s a mother. A worried mother.
It hits her when she recognized the voice, Cathy Sander's mum. Cathy was Dia’s best friend , sat beside her in school since nursery school.
“Yes, it’s me, I hope you don’t mind the confusion, my sisters-in-law are here and both are Mrs. Shelbys too. Is something wrong, Lauren?” Eva knew she wouldn’t like the answer.
“Yes, Cathy’s just been diagnosed with TB, caught from one of their classmates. I’m afraid Dia ad Billy may have it too.”
With those words, Eva’s world goes dark.
Tuberculosis was a death sentence. She sees children’s coffins on Christmas Eve.
Eva then remembers she can’t see the deaths of family members. She didn’t see Tío Benjamín falling from his horse on a hunt, she didn’t see Feli dying, didn’t see her baby dying too and worse she did not see Tia Minga dying from consumption almost fifteen years ago. Hell, she didn’t even see her getting sick .
If Diane had TB, then all of them had it too. Gabe was inseparable from his sister, Linda’s boy was in the same classroom and just minutes ago Daisy and Katie had been with her up in her bedroom.
Can spread through a kiss. Polly whispers ominously.
“Thank you for notifying me, Lauren, if you need anything let us know.” Eva says almost monotonously.
“You look sick, Evie, what did Cathy’s mum want?” Arthur asks her.
“Cathy has tuberculosis, some kid in their class had it and now we might have it too.” She feels faint, Eva was stronger than that, but ill news makes her weak at the knees.
Arthur steadies her, but she wants Tommy. Tommy, who was waiting for them in Canada. Tommy who could let her breakdown and just hold her until it passes.
“Eva, Dedee has a fever, she said she felt cold and Katie says she was sick all over the floor.” Esme rushed to tell her.
The house descends into a controlled panic, the children are blissfully unaware of what’s happening, but each parent is aware that come New Year’s Day a child in their family could be dead. Silently everyone prays for the same thing: don’t take mine.
Eva remembers the iciness of the curse passing through her womb that night Tommy gave her the sapphire. Eva remembers the visions she had when the vendetta happened. She hears Vincenzo Changretta whisper, a son for a son.
“I need to call him, need to set up appointments with the doctor, fuck. We don’t have time, my aunt died three days after getting it.” Her hands shake and she’s no longer in control. “Ask Linda to call the institute and the doctor, if there’s a chance Billy and Diane have it, we all have it.”
Eva dials a number that appears in her mind clear as day and breathes out in relief when Tommy picks up.
“Thirteen years married to you and I still can’t get used to that.” Tommy says amused. “Second the door closed behind me, I heard the telephone ringing, love.”
Eva knows he thinks it’s one of those calls where she calls from his office and they fuck through the phone.
“Tom, I need you to get on a boat or one of the company’s planes and come home.” she says with no preamble. Eva tries to hide her worry, but her voice cracks and he hears it. She knows he did. Thirteen years together makes them know each other better than themselves.
“What’s wrong? Evie, I’ll leave now if you need me to, I just need to know why.” Tommy can’t hide the sudden panic. The thing about Tommy was that he needed to plan their next course of action, find a way to fix it. She loved that about him.
Eva takes a deep breath to steady herself and wished someone else could make the call, talk for her, but the panic has taken over Arrow House and she can hear Linda frantically calling the Institute while Esme and Deborah made sure the children were fine.
“She’s sick, Tom. Diane’s friend Cathy contracted TB, they think she might have it too.”
There’s a pause. Neither speak.
“I’ll leave first thing in the morning. I love you, Evie, we’ll get through this.
Tell the children, I love them.” He sounds fine, but Eva knows her husband. He’s being strong for her, just as she is trying to be strong for him.
“I will, don’t do anything rash, Tom.” She reminds him before adding. “I love you too.”
“In the bleak midwinter, frosty wind made moan, Earth stood hard as iron, water like a stone,” Eva hears Polly sing upstairs.
38 notes · View notes
doscozycats · 1 year
Text
Köyde Huzur
Şehir içinde yaşamak uzun zaman sonra yorar insanı. Ruhu besleyen ana etkenler çok uzakta ve ne kadar onlara bağlı olmak istersen de kopuksundur günün sonunda. Bu etkenlerden benim için en önemlisi doğa. Doğa içinde olup şehirden uzak olduğumda kendimi daha mutlu ve huzurlu hissederim. Etrafa baktığımda insanlar ve binalar görmek yerine ağaçlar, bitkiler ve gökyüzünü gördüğümde aklım durur. Aklım durduğu zaman bu sefer duyularım ve hislerim devreye girer. Köye gittiğimde tam da bu olmuştu. Köydeki sevdiklerimle de bunun sayesinde daha derin bir bağ oluşturabildim. Daha önceden küçük yerleri ziyaret etmiştim memleketim ve akrabalarımın olduğu yerler gibi. Hiçbiri köy değildi ama ve 20 yaşımda ilk defa bir köye gittim.
Bu köy küçük ama gelişmiş bir köy. Köyde çeşitli marketler ve mağazalar mevcut. Köyün kahvehanesi, parkı ve kuaförü de mevcut. Çok güzel bir pınarı ve çeşitli hayvanları vardır. Köye akşam saatlerinde geldik mimiyle beraber. Hava baya soğuktu. Eve 8 dakika yürüme mesafesi indiğimiz yer. Eve vardığımızda sıcacık insanlar karşıladı bizi. Bu insanlar anannne ve dede, köyde yaşamlarını geçirmiş iki insan. İkisi de şehirde yaşayan yaşlılara göre çok daha dinç ve güler yüzlüler. Birçok konu hakkında bilgi sahibi ve elleriyle de bir o kadar becerikli insanlar. Böyle insanlara karşı büyük bir hayranlık duyuyorum. Ananneyi ve dedeyi de bu yüzden çok izledim ve öğrenmeye çalıştım hayatlarını nasıl yaşadıklarını ki örnek alayım. Ananne yerinde durmayan bir kadın. Sürekli etrafını düzenler, temizler ve rutinsel olarak yapılması gereken şeyleri yapar. Bunlardan biri de tavukları ve kedileri beslemek. Anannenin 8 kedisi var ve hepsi birbirinden tatlı, vahşi ama tatlı. İnsanlara karşı biraz temkinliler ama akşam vakitleri birini yakalarsan sana sokulmaktan da çekinmezler. Dede de her gün sabah erkenden kahvehaneye gider ve öğleden sonraya kadar çalışır. İşten sonra hayli yorgun olur ve dinlenir. Dede hep kahvehanede çalışmıyordu, ordan önce mesleği kasapçıydı. Kasapta uzun yıllar boyunca çalıştı ve işinde de çok iyiydi. Geldiğimizde sıcak bir tarhana çorbası ve et kavurması olan bir sofraya oturduk. Soba yakıldı ve içimiz de tarhana çorbasıyla ısındı. Bu tarhana çorbası hiçbir restoranda bulunamazdı çünkü bu çorba anannenin sevgisiyle ve yıllarca özenle üreten elleriyle yapıldı. Kattığı malzemelerle oluşan çorba birazcık naneyle ferah bir tat ve köyün taze tarhanasıyla yoğun tarhana tadıyla ağzımı coşturmuştu. Yolculuk yorgunluğu ile kalın yorganın altına girdim ve gözlerime kapattım. Kalktığımda ise mis gibi bir koku ile uyandım.
Köyün ikinci günü köyü keşfetmek için yola koyulduk. Benim aksime bu köy miminin çocukluğunun geçtiği yerdi ve köyü avcunun içi gibi biliyordu. Bana bütün köyü, ırmağı ve küçükken gittiği parkı gösterdi. Gezerken anılarını dinlemek de çok güzeldi. Mimiyle bir şeyler yapmayı bu yüzden seviyorum. Hayat normalde tuzsuz haşlanmış bir tavukken Mimiyle marine edilmiş, baharatlanmış ve özenle ızgaralanmış tavuk oluyor. Köyü gezerken köpekler, kediler ve keçiler eksik olmadı. Bol bol fotoğraf çekmeyi de unutmadık tabii ki de. Bu turdan sonra yazlık eve gittik. Orası da çok tatlı bir yerdi. Köyden 30 dakika yürüme uzaklıktaydı. yanda da komşular var ve arka bahçesi var. Bahçelerinde incir, çam ağacı ve domatesler vardı. Evi biraz toparladıktan sonra Mimi semaveri hazırlamıştı. Semaver hem ellerimizi hem de çayıyla içimizi ısıttı. Eve geri dönme vakti geldiği zaman hava kararmıştı. Köpekler saldırcak diye çok korkmuştum. Bu korkumu hafifletmek için Mimi dikkatimi gökyüzüne yöneltmişti. Kafamı yukarı doğru kaldırdığımda yıldızlarla dolu bir gökyüzüyle karşılaştım. Bu görüntüyü hep arıyorum o akşamdan sonra ve asla aynı görüntüyü göremedim. Tekrar köye gitmem gerekcek ama o zamana kadar hep aklımda.
Daha yazacak çok şeyim var aslında ama bazı şeyleri yazılarla değil fotoğraflarla da paylaşmak isterim. Kelimelerin bittiği yerde resimler hep devam eder. Bundan dolayı sadece yazmak değil aynı zamanda vide ve fotoğraf çekmeyi çok severim. Böyle şeyleri yaşayınca hayatımda daha çok şeyler yaşamak istediğimi düşünüyorum ve gelecek için daha heyecanlı oluyorum.
8 notes · View notes
bozuksaatim · 1 year
Text
SOĞUKTAN VEFAT EDEN VAR ACİL YARDIM Pazarcık dede erdek köyü eğlen köyü hasankoca taziye evi acil çadıra ihtiyaç var 05462482746 ali
4 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 2 years
Text
Tumblr media
BAKELE
Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti.
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz. Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.
Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
Ne edecekti?
Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş. Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.
Vesile?
“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine.
“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?“
Anlattı.
“Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış.
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
Öyle dedi dedem.
Sezgin Kaymaz /Bakele
11 notes · View notes
aynodndr · 2 years
Text
Tumblr media
(Dedemlerin evi böyleydi işte...)
Eski evler kadim dostlar gibidir...
Hep hazırdır seni bağrına basmaya...
Kapıları kilit bilmez, açar girersin..
Avlusuna attığın ilk adımda,
karşılar seni tanıdık kokular.
Ah! kaynayan reçel,
Anne şefkati gibi çorba,
Vefâyı anımsatan kahve,
Şifâcı bir el gibi,
dokunur yüreğine...
İçin ısınır aniden...
Teklifsizce dalarsın odalarına...
Uzanmıştır çocukluğun,
ak saçlı ninesinin dizine..
Gezinirken elleri saçlarında,
iyilerin hep kazandığı bir masalda, kötüleri kovarsın Kafdağı'nın arkasına...
Mutfakta pişmiştir akşamın nevalesi...
Çoktan ayrılmıştır komşu teyzenin göz hakkı, illâki..
Hem de en yağlı yerinden...
Birazdan sokak kapısı açılır gıcırtıyla...
Gelmiştir evin babası ve dedesi...
Koşturur çocukluğun, koşturur sevinçle...
Uzatırken terliklerini, sarılırsın dizlerine..
'Bana ne getirdin dede? 'der, açarsın avuçlarını...
Vardır cebinde mutlaka,
kağıda sarılmış bir lokum
yada bir avuç akîde şekeri...
Dışarıda kar boran olsa da, hiç üşümezsin...
Duvarlarına sinmiştir o candan sevildiğin güzel günler...
Sıcacıktır eski evler...
Zaman yorar ya her şeyi,
Yıpranır onlar da gün be gün...
Ama hiç şikayet etmeden
saklarlar anılarımızı..
Dinlemesini de bilirler, kulak verirsek gıcırdayan eski tahtaların o seslerine...
Anlatırlar hep unutulmuş zamanları...
Bilmezler ki;
çoktaaan gözden çıkardık onları..
Bilmezler ki;
Kadim dostlukların bittiğini..
Kimsenin ardına bakmadığını...
Kötülerin Kafdağı'ndan şehirlere indiğini...
Şimdiki evlerin neden bir türlü ısınmadığını...
Yüreklerin hep üşüdüğünü...
Bilmezler ki...
Alıntıdır
4 notes · View notes
Text
Dede evi🍇💕
Tumblr media Tumblr media
4 notes · View notes
traveltourstrips · 1 month
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/hikayeler-yaratan-ev.html
Hikâyeler Yaratan Ev
Tumblr media
Nâzım’ın dizelerinde, Şeyh Bedrettin Destanı’nda tanımıştık, kıyısında çıplak ayaklı bir kadının ağladığı İznik Gölü’nü; çocuk yaştaydık, sonra büyüdük. Zihnimizde ve gönlümüzdeki bu tanışmadan yıllar sonra toprağına ayak bastık İznik’in. 1993 yılı, bir kasım gününde İznik, Çamoluk köyü, Harmancık mevkiinde dâhil olduk hikâyeye.
Hani ’93 Harbi diye bildiğimiz 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı vardı ya, Kafkaslardan, Balkanlardan, uzun ve mihnetli göç yollarından binlerce insan Anadolu’ya akmıştı; hani yakılan türkülere, ağıtlara, nine-dede hikâyelerinin girişine yerleşen o iç yarası 93 Harbi… İşte ta o yıllarda Kafkasya’dan göçen kimi kavimler, çokçası Gürcüler, İznik’te yurtlandırılırlar. Ne ki, dağ insanları göl iklimine ve sıtmaya yabancıdır. Kırılmaya başlayınca, doğaları yükseklere çıkmayı emreder, öyle de yaparlar.
İznik’in dağ eteklerinde yaylalarında, asırlık meşe ormanlarının olduğu yerlere yerleşirler. Baltayla, keserle ama illâki imeceyle meşeleri keser, yontar, ağaç çivilerle üst üste bağlarlar. Kurulur evler, hayatlar yaşanır içlerinde, 100 yıl böyle geçer. Sonra düzen değişir, o eski ata yadigârı ağaç evler yerini modern zamanların beton evlerine bırakır. Sökülen meşeler fırınlara, hamamlara satılır ve yakılır. Anılar da izler de yanar kül olur… Günlerden bir gün Elmalı köyünde 120 yaşında yaşlı ve yorgun bir ev satışa çıkarılır. Kırgındır. Bir İstanbullu talip olur. Boğaz çocuğu, Beylerbeyli Zeki Salıcı evi, ev de onu görür. Bakışırlar. Aşk düşer gözlerden gönüllerine…
Birer birer sökülür güngörmüş meşeler. Sıraları balta ucuyla çentik atıp işaretlenir, kamyonlara yüklenir. Ta karşı tepelere, kamyon lâstiğinin iziyle tanışmamış patikalardan Çamoluk’taki yeni topraklarına taşınır. Yalnızlık çekmesinler diye aynı dili konuşan Gürcü yapı ustaları bulunur civardan, Hasan Usta, İsmail Usta… Ağaçlar yeniden ayağa kaldırılır.
Mevsimler geçti, Salıcı Evi, “evimiz” altı senede bitti. Yüz yıllık ağaçlarla yeni bir ev kuruldu. Ne zorlukla, ama ne sevgiyle. Tanığı olmadığımız hayatların hatıraları artık bize emanetti, uzak yıllar ötesinden gelen nefesleri nefeslerimize karıştı. Hayalin sahibi Zeki Salıcı idi, yılmadı, vazgeçmedi. “Su çıkmaz” raporlarına karşın -Zeki jeologdu- o havalide su buldu. Dost, arkadaş annelerinin sandıkları açıldı, nakışlar, danteller yerlerini buldu. Böyle bir güzellik paylaşmadan yaşanmazdı, en iyi bildiğimiz de buydu. Evin hikâyesi, el değmemiş doğa, yurttaşlarımız ve dünyanın dört yanından gelenlerle paylaşıldı.
Leyleklerin göçünü, tilkilerin, sansarların yuvalarını, kartalların hakikaten yüksekten uçtuğunu, adam boyu karda mahsur kalmayı, kuş sesleriyle uyanıp ayın önünden akıp giden bulutlara bakarak uyumayı, güneşin her batışta karşı tepeleri başka renge boyadığını, tabiata hürmeti, ona ait olmayı ve daha pek çok şeyi öğrenerek, dostlarla paylaşarak yıllarca yaşadık, müteşekkirim. O günlere ve Zeki Salıcı’ya hasretle…
0 notes
gallipolidaytours · 1 month
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/hikayeler-yaratan-ev.html
Hikâyeler Yaratan Ev
Tumblr media
Nâzım’ın dizelerinde, Şeyh Bedrettin Destanı’nda tanımıştık, kıyısında çıplak ayaklı bir kadının ağladığı İznik Gölü’nü; çocuk yaştaydık, sonra büyüdük. Zihnimizde ve gönlümüzdeki bu tanışmadan yıllar sonra toprağına ayak bastık İznik’in. 1993 yılı, bir kasım gününde İznik, Çamoluk köyü, Harmancık mevkiinde dâhil olduk hikâyeye.
Hani ’93 Harbi diye bildiğimiz 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı vardı ya, Kafkaslardan, Balkanlardan, uzun ve mihnetli göç yollarından binlerce insan Anadolu’ya akmıştı; hani yakılan türkülere, ağıtlara, nine-dede hikâyelerinin girişine yerleşen o iç yarası 93 Harbi… İşte ta o yıllarda Kafkasya’dan göçen kimi kavimler, çokçası Gürcüler, İznik’te yurtlandırılırlar. Ne ki, dağ insanları göl iklimine ve sıtmaya yabancıdır. Kırılmaya başlayınca, doğaları yükseklere çıkmayı emreder, öyle de yaparlar.
İznik’in dağ eteklerinde yaylalarında, asırlık meşe ormanlarının olduğu yerlere yerleşirler. Baltayla, keserle ama illâki imeceyle meşeleri keser, yontar, ağaç çivilerle üst üste bağlarlar. Kurulur evler, hayatlar yaşanır içlerinde, 100 yıl böyle geçer. Sonra düzen değişir, o eski ata yadigârı ağaç evler yerini modern zamanların beton evlerine bırakır. Sökülen meşeler fırınlara, hamamlara satılır ve yakılır. Anılar da izler de yanar kül olur… Günlerden bir gün Elmalı köyünde 120 yaşında yaşlı ve yorgun bir ev satışa çıkarılır. Kırgındır. Bir İstanbullu talip olur. Boğaz çocuğu, Beylerbeyli Zeki Salıcı evi, ev de onu görür. Bakışırlar. Aşk düşer gözlerden gönüllerine…
Birer birer sökülür güngörmüş meşeler. Sıraları balta ucuyla çentik atıp işaretlenir, kamyonlara yüklenir. Ta karşı tepelere, kamyon lâstiğinin iziyle tanışmamış patikalardan Çamoluk’taki yeni topraklarına taşınır. Yalnızlık çekmesinler diye aynı dili konuşan Gürcü yapı ustaları bulunur civardan, Hasan Usta, İsmail Usta… Ağaçlar yeniden ayağa kaldırılır.
Mevsimler geçti, Salıcı Evi, “evimiz” altı senede bitti. Yüz yıllık ağaçlarla yeni bir ev kuruldu. Ne zorlukla, ama ne sevgiyle. Tanığı olmadığımız hayatların hatıraları artık bize emanetti, uzak yıllar ötesinden gelen nefesleri nefeslerimize karıştı. Hayalin sahibi Zeki Salıcı idi, yılmadı, vazgeçmedi. “Su çıkmaz” raporlarına karşın -Zeki jeologdu- o havalide su buldu. Dost, arkadaş annelerinin sandıkları açıldı, nakışlar, danteller yerlerini buldu. Böyle bir güzellik paylaşmadan yaşanmazdı, en iyi bildiğimiz de buydu. Evin hikâyesi, el değmemiş doğa, yurttaşlarımız ve dünyanın dört yanından gelenlerle paylaşıldı.
Leyleklerin göçünü, tilkilerin, sansarların yuvalarını, kartalların hakikaten yüksekten uçtuğunu, adam boyu karda mahsur kalmayı, kuş sesleriyle uyanıp ayın önünden akıp giden bulutlara bakarak uyumayı, güneşin her batışta karşı tepeleri başka renge boyadığını, tabiata hürmeti, ona ait olmayı ve daha pek çok şeyi öğrenerek, dostlarla paylaşarak yıllarca yaşadık, müteşekkirim. O günlere ve Zeki Salıcı’ya hasretle…
0 notes
mnovenia · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Day 9 - Friday 12 Jan, perdana ga barengan seharian ga ketemu huhu
Pas sore abis norman & eldwin, aku WA kamu dimana? Dia blg di sanur sm hyosong. Daengita. Trus aku blg aku lg dinner sm Yooni and dia bales: charanta-ing^^ seneng bgt akutuh ky dibilang goodjob sayang wkwkkww maaf ya bucin..
Trus pas mlm aku tnya kamu makan apa? Cuma steak aja, aku blg kamu pasti laper, aku bliin ini dr papaya, makan ya aku taro di depan pintu: jangan sampai kurus. Dia cm komen bissaaa, richNe? terima kasih... and goodnight, aku ngerti banget kan kamu laper hehe..
Besoknya dia juga sibuk RUTC, aku ke ubud seharian ga kontak, aku cuma diem aja tp aku aga pinter ya psen bali jibbap titip yooni. hahhaa. Malemnya dia wa pake translatrion: shela aku mau pulang, makananmu sama aku, kira2 aku sampe jm 10. Aku pdhl ngarep mau doa bareng sm sejong grup lagi tp dia kynya jg cape bgt, yawdalah aku give him freedom and dia cm tinggalin banyak bgt makanan2 dan uang laundry+print (huhu agak kesel aku bsnernya, ky sm siapa aja, tp inget km blum nikah marsh wkwkwk). Aku tanya besok forum gmn? Dia blg tidak apa2. Kocak banget salah translate dia bilang: jangan sentuh aku ?? Gw bales siapa yg mau sentuh kamu yawla..
Trus aku pikir dia cape bgt kan seharian kmaren, eh minggu pagi kirim ke group udah nangkring aja di ibadah pagi sm efry, dede, ke grandlucky segala gaada capeknya. Trus sore aku tnya dimana? mau makan gak? jam 3an gt abis coram deo + kebaktian pagi aku liat han jibsa ngom bhs indo haha.. trus dia blg ayo berangkat.. trus pas aku temuin, hai2, dia ga ky biasanya: lemes. Untungnya aku kok lagi good mood banget, aku ceria ktawa2, krn abis baca firman n feel so secure pdhl pagi evie ngajakin nongki tp abis gt dia sakit. Aku hahahihi sm GW, eh dia jadi seneng lagi, aku dngerin dia ngapain aja kemaren, himdereo kenapa, dia ceritain smua, sm hyo, RUTC smpe mlm cm ngbrol2 sm ibu kim ga bantu banyak gmn, cm it seems like 2 hari itu dia ga ktemu org yg ngertiin dia banget. Pas ketemu aku, he feels like he is home again and can be himself again. Trus kebetulan ga macet, dia blg kok cepet noona, kita kemana dulu yuk.. trus aku blg ice cream mau ga? Noona sajukke, dia seneng lagi, aahhh gmna noona oereowoo.. aku haha hihi gwaenchana gwanghuiya.. trus makan es, dia gum2 kok gede bgt jual eskrim doang, share eskrimnya sm aku pdhl aku tau dia shiro share2 gt hihi thankyou darling.. trus dia bukain pager lagi, cerita kok mahal ya naik grabcar kmaren k sanur ky di korea, aku gmn ya naik motor tp smpet dapet yg bahaya liat2 hp sampe aku tegur heii hati2 (ngakak), trus pengen yoheng k ubud dll..
Di gereja dia tuh slalu smangat, ga pernah ngantuk pdhl ga ngerti bahasanya, trus aja nyatet etc, hebat sih.. trus kita forumnya chill n nyenengin bgt, dia jg hahahehe,,, foto tent, makan2 sm hyo jg, trus pas ada tamu dr korea yg jg coram deo, jadi ngbrol2 n aku dropin k grand lucky jd dia cerita: ya ky gini lah aku kl komunikasi sm noona, campur aduk bahasa, tp aku jg ajarin dia bahasa korea nakal k dweji sekki HAHAHA..
Trus kita ke livingworld, dia sneng jg, pas kluar dr mobil aku suru take picture kita parkir dmn, sneng deh ada temen n pelindung gt ya Tuhan.. trus liat2 motor, kt dia murah ya.. ktemu anak2 trus kita decide makan gogo curry, dia blg kita harus bayarin ya noona, ini kencante, murah ya 400rb buat 6 org uda sama rabokkin, corndog etc.. Aku bilang: gwang2, manyakge neo obseomyoen, na otteoke? dia jawab: halsuisseo, sambil senyum.. isaid: aaaa anii.. antdwae..
foto2, aku kasih makananku ke dia n dia abis, dia ngecengin noona laper ya kok tumben abis.. trus kliling2 bentar fun world, foto, kkv, dia biananta krn dia liat2 adidas bentar n anak2 nungguin..
Abis gt pd pulang n kita berdua lagi.. and again he is being himself again when its just the two of us.. kadang aku jg bingung ya Tuhan kok bisa kita seconnect itu, trus dia perdana tepuk2 pegang lengan aku, noona knapa td nungguin aku.. Trus ke giordano liat kemeja2 abu yg style dia tp dowo krn di bali.. aku blg igeoneun jjinja neo styleya? keuci? dia blg: ottoke arra? trus toko2 uda mau tutup, dia sempetin kita cek2 ipad vs galaxy tab, buat aku.. dia tanya2in ke mas nya, harga giga etc lengkap bgt dia pgen aku cepet beli biar lebih convinient utk hidupku.. dia blg, noona tuh perlu buat client noona kan..
Trus kita buru2 ke tous les jour tp uda close ga terima order, akhirnya k starbucks n dia spt biasa psen AA tengah malem buta ngrauk es, pas uda mau tutup kita butakke ke mbok nya, dia becanda2 pake bhs korea trus dikasih akhirnya.. tp gabs pake sbucks card korea, aku plg pake aku punya aja, tp dia gamau.. trus dia sneng banget sampe foto2 kopi.. Trus liat2 mobil hyundai stargazer yg gaada di indo.. Duh Tuhan aku kok visioner banget itu adalah dia di bbrp bulan lagi or kapanpun Tuhan mau kasih, dia dan aku ke dealer mobil untuk beli mobil baru yang gedean untuk keluarga kita (DALAM NAMA YESUS AMIN YA KALAU TUHAN IJINKAN). Trus pulang, seneng bgt di lift bareng ngaca2 aku brasa ky pacaran n naik lift ke apt di korea, aku sampe senyum2 n dia realize: wae wae? aku blg, gpp hehe.. sneng aja,. masuk mobil lagi, ngobrol2 lagi di dlm jeongwon yg sungguh menjadi kereta kencan.. lancar bgt hari itu cerita apt dia d korea, dia yg rent to payback so he can own apt, eventhough mahal bgt rentnya, dia aja ga pernah tinggal/pake jatah dia, tp syukurnya selalu kesewa. Dia blg di KR budongsan cm 1%, noona enak bgt 5%, rumah jg 2M kok bs dapet luas + suyong jang.. trus aku cerita ttg deposito aku, kl aku uda dapet interest besar aku pake buat bli ipad gmn? dia jdnya tau tabunganku 300jt lebih, noona wanjon richne.. tp kok gamau spend buat hal2 yg sbnernya jg penting loh, itu bs menunjang kerjaan noona jg.. aku tau noona beda, org lain walau ga punya mreka spend demi gaya hidup, aku jg ga punya sebanyak noona tp kl merasa penting ya aku beli, aku tau cape banget loh nahan2 mikir2 kl mau beli sesuatu, jadi noona sbnernya ada di capasitas yg gpp kl mau beli hal2 yg toh masih wajar.. Disini tuh murah loh noona, aku d KR beliin AA aja uda 50man won buat sunmoim, belum cake dll..
Duh Tuhan kok smua yg dia blg ada benernya ya.. dia bner2 kasih arahan yg jelas and full of wisdom, dan itu aku realize gabs datang dr smua org, tp hanya anak Tuhan Allah yg diberkati.. walau kendala bahasa tp kita bs share hal2 seprincipal itu.. mlm itu aku seneng bgt krn aku merasa HOME untuk dia, setiap aku ketemu dia pun never tires me, we can always connect, feel alive again when we're together, nyanyi2 bareng lagi, saling ngajarin bahasa lagi and SELALU membahas kebaikan Tuhan, berbagi wisdom Tuhan to each other, share KASIH TUHAN to others (youth members) dan aku akuin sampe aku blg km kok bisa ya punya jihye ky gitu.. daebak gwang2.. pokoknya hari itu I feel secure banget, aku percaya Tuhan akan menjadikan apapun yg Dia kehendaki, tugasku adalah melawan suara setan yg berusaha attack 24jam.. Dan pada saat aku bisa kalahin, aku bner2 bisa menikmati janji Allah bersama Gwanghui.. thank you for another great day God, thank you for being with me here gwang2.. Trus sperti biasa ditutup dg kasi snack bruno.. sambil bilang: pindah duluan gih kamu ke Tenten.. aku jawab: shiro, gatchi ga... (ala2 cewe manjalitah yawla).. kok bisa ya seorang marsela yg kuat setrong independent di depan cowo manies manjah gitu, ampyunn :'') it's about time kynya..
besokannya dia pagi mau ke Tabanan/sanur jadi aku suru tidur cepet.. dia sih of course gwaenchana2..
0 notes