Tumgik
#kesintisiz kötülük
seslimeram · 1 year
Text
Tabloidleşmiş Ülke Meseli
Tumblr media
Tabloid bir hayat imgesinin rehini kılınıyor koca bir menzil. Muktedirin güllük gülistanlık her şey yolunda, refah içerisinde bir ülke zaman akışının kenarında ekranlardan taşmaya bir biçimde devam eden suç, yıkım, çürüme hali günü tabloid basın denilenin çerçevesine oturtuyor. Tabloid basının envantere, a3 boyutunda, her şeyin renklendirilmiş, sulandırılıp servis edilmiş bir mizansenini takip eden bir ülke var edilmiştir bugün, bu yerde. Tümden, garez ve kinin, aralıksız hiddet hal ve isteminin kıyısında cerahatle boğulan hayatlar birer imgeye dönüşüyor. İzlenme oranı var denilerek köşe bucak kaçırılan her türden yıkım, bir biçimde ekranlardan gayet sade, normal birer meseleymiş kabilinden aksettiriliyor. Bütün o yaygın medyanın haber bültenleri kasap dükkanları gibi kesilen / biçilen insan hayatları ve hikayeleriyle lebalep kılınır. Lebalep bir nefret, topyekun bir cerahat ahvali kuşatırken, otuzar ellişer saniyelik spotlarla hizada durulsun diye emirler yağdırılıyor. Allah esirgesin lafzına sığınıp her şeyin en kötüsü çoktan bir standarda dönüştürülüyor. Adıyla, sanıyla ol biyopolitik tahakküm tabloid basınla bir kılınmış olagelen şablonlarla birlikte günceyi bir biçimde sınırlandırmak her gün yeniden var edilen ataklarla işlevsel kılınıyor.
Göz dağı ve kindarlıkla bir hayat imgesi doğrulanıp test ediliyor. Hayat bütünüyle belirgin bir biçimde cürmün, çürümenin kılınırken bunları görün ve unutun denilerek var edilmiş her türden hamle yıkıcılığı sağlama alıyor. Yirmi bir yıllık bir iktidarın bütün açık özgürlük taleplerini, bağımsız, düşünce ve savunuyu imkansız kılacak derecede yıkıcılığı tek sabit olarak var ettiği ülke temsili güncelleniyor. Cerahatle yıkımı, yalan dolan anlam, hikayelendirme halleriyle cürmü, bütünüyle nobran bir hilebazlıkla çürüme hattını eksiği gediği kalmadan hayat imgesini tarumar etmeye vesile kılınıyor. Tabloid kılınmış bütün o hayat imgesinin fütursuz, belirsiz bir geleceğe rehin olunduğu unutturulmak isteniyor hali hazırda. Var edilmiş sunulan, paylaşılan hallerle bir biçimde çürümenin etrafından geçilip gidildiği zikrediliyor. Oysa her şey yalın bir biçimde sınırın içinde, sınırın ötesine taşarak hep / daimi bir istemle savunuluyor. Yolun da yordamın da çürümeye ilişik kılındığı, her durumda tahakküm ve akla, fikre yönelik tehdidin dillendirildiği, uygulandığı bir zemini hikayesi hakikattir artık. Tabloidleşen gündelik yaşam idesinin mimarı olarak yeni yüzyıl aksiyonunun her nasıl bir biçimde derin bir karanlığın ta kendisi olduğu gözlerden kaçırılır bir hız, bir hışım, binbir taklayla.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “İstanbul Taksim’de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla düzenlenen eylemde 200 civarında kadının darbedilerek gözaltına alınmasının üzerinden çok geçmeden bu kez de İstanbul Kadıköy’de düzenlenmek istenen 25 Kasım eylemleri polis barikatıyla karşılaştı.
İKD’ye Polis Engeli: Çok Sayıda Gözaltı
İlerici Kadınlar Derneğinin (İKD) İstanbul Kadıköy Süreyya Operası önünde yapmak istedikleri 25 Kasım açıklamasına da polis müdahale etti. Valiliğin yasaklama kararı öne sürülerek açıklamaya müdahale eden polisler aralarında İKD Genel Sekreteri Nuray Yenil ve Türkiye Komünist Hareketi Genel Başkanı Aysel Tekerek’in de aralarında bulunduğu 23 kişiyi gözaltına aldı. Engelleme üzerine basın toplantısı düzenleyen İKD üyeleri, “Mücadelemiz, eşit, özgür, laik ve aydınlık bir Türkiye içindir. Şiddete, yoksulluğa, gericiliğe dur diyelim” dedi.
Kadıköy Rıhtım’da aralarında Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun da yer aldığı çeşitli kadın örgütlerinin düzenlemek istediği eyleme de polis izin vermedi. Engellemeye rağmen kadınlar açıklama yapmak istedi. Polis önce kadınları ablukaya aldı; ardından darbederek gözaltına aldı. Kadınlar “Kadınlara değil, katillere barikat” sloganları atarak polis müdahalesini protesto etti.
Müdahale sonrası Kadın Meclislerinden Dilber Sünnetçioğlu, “Her gün kadınlar öldürülüyor, hiç mi üzülmüyorsunuz? Kadın cinayetlerini durduracağız demenin nesi kötü? Bir kişi çıkıp bunu açıklasın” diyerek iktidara tepki gösterdi.”
Yoğun ve duraksamayan bir cendere hali içerisine Türkiye topraklarının örgütlü belki de tek ve doğrudan muhalif kesimi olagelen kadınlar bir kere daha şiddetle baş başa bırakılır. Taksim’in korunaklı, muhalefet için steril bir serbest kürsüsü kılınan İstiklal Caddesinin, önce mimli muhalefet, sonra Kürd siyaseti en sonunda da Kadınlara kapatılmasının bir başka sureti geçtiğimiz pazar günü Kadıköy semalarında var edilir. Bir tabloide dönüşmüş olagelen devlet aklının, dahiliye nazırının emir eri kolluğunun var ettiği psikolojik şiddet ve bütünüyle bariz işkenceci halleriyle bir kere daha sokaklar gözaltı sahasına dönüştürülür. Temel, evrensel hakların bir darbeci anayasasında dahi lafta dahi var edildiği bir zeminde, genelin, küresel müşterek bir itiraz hakkının önü ancak o cendereye tutsak ederek kadınları var edilmek istenir.
Daha birkaç gün önce iki yüzü aşkın insanın gözaltına alındığı bir şehirde, bir deneme de Kadıköy’de bu her şeyiyle biyopolitik bir ezme, biçme, sınırlama çabasında var edilmek istenir. Bir ölçüde de başarılır. Gelecekteki seçim sathı mahallinde tek bir itirazın dahi var edilemeyecek olduğu gözler önünde darp etme hallerinden, görüntü almaya çalışan basın emekçilerini tehdit / linç etmelerden bariz kılınır. Demokrasi ediminden bahis açıldığı vakit mangalda kül bırakılmayan bir zeminde olan biten yıkımdır, basbayağı cürmün paralelinde despotik bir memleketin binasıdır. Bu hallerle bir kere daha demokrasi gibi bir amaçlarının olmadığını da dosta düşmana belirgin bir biçimde sunar akparti-mhp-ip ittifakı. 50 kadının gözaltına alındığı yekpare bir sessizleştirme / susup itirazsız biat ettirme yakında her yerdedir? Bütün o tabloidlerin suna geldiği mükemmel, kıskanılan, yeni yüzyılına koşa duran ülke bu mudur? Vah haline!
Bianet’ten aktaralım: “Diyarbakır Valiliği, kayıp yakınları ve İnsan Hakları Derneği'nin (İHD), 'Kayıplar bulunsun, failler yargılansın' eylemini 720 haftasında, "eylem ve etkinlik yasağı" gerekçesiyle engelledi.
Her hafta Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde yapılan eyleme polis izin vermedi.
Polis ablukasına alınan parkta açıklama yapan İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Abdullah Zeytun, valiliğin yasak kararına karşı dava açtıklarını belirtti.
İHD ve kayıp yakınları bu hafta düzenleyeceği eylemi 28 Kasım 2015'te Diyarbakır Sur'da öldürülen Tahir Elçi 'ye atfetti.
Kayıp yakınlarının açıklaması şöyle:
“1966 yılında Şırnak’ın Cizre ilçesinde doğan Tahir Elçi, orta ve lise öğrenimini Cizre'de tamamladı. 1991 yılında Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu.
"1992 yılından itibaren Diyarbakır'da serbest avukatlık yapan Tahir Elçi, ceza ve insan hakları hukuku alanında yoğunlaştı. İnsan Hakları Derneği (İHD) üyesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) kurucularından olan Elçi, 1990'lı yıllardaki yargısız infaz, faili meçhul cinayetler, köy yakma davalarında mağdurların avukatlığını yaparken, Diyarbakır ve bölgedeki hak ihlalleriyle ilgili de birçok çalışmayı sürdürdü.
"Birçok STK'nin kuruluşunda yer aldı"
"Tahir Elçi, 1994 yılında 26 kişinin ölümüne neden olan Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin bombalanması, Lice Davası, Temizöz Davası, Roboski Katliamı gibi pek çok davanın avukatlığını yaptı.
"Birçok sivil toplum örgütünün kuruluş ve çalışmalarında yer alan Tahir Elçi, 2012 yılında Diyarbakır Barosu Başkanlığına seçildi. 2014 yılı olağan genel kurulu ile tekrar baro başkanlık görevine seçildi.
"Etkili soruşturma yürütülmedi"
"28 Kasım 2015 tarihinde Diyarbakır Barosu tarafından Diyarbakır Sur ilçesinde yaşanan çatışmalar nedeniyle tahrip olan ve çok ağır zarar gören tarihi eser ve kültürel varlıklara dikkat çekmek amacıyla, Dört Ayaklı Minare önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasına katılan Tahir Elçi, açıklamanın hemen akabinde aynı yerde meydana gelen silahlı çatışma sırasında, kendisine isabet eden kurşunla katledildi.
"Tahir Elçi’nin öldürülmesine ilişkin soruşturma süreci etkili yürütülmedi. Olaya ilişkin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma 4,5 yıl sonra TMK ile yetkilendirilmiş ihtisas mahkemesi olan Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesinde kabul edilen iddianame ile davaya dönüştü. Hazırlanan iddianamenin sevk maddesinde Tahir Elçi’nin öldürülmesi olayı hakkında taksirle insan öldürme suçunun oluştuğu değerlendirilmesi yapıldı.
"Avukatların reddi hakim talebi reddedildi"
"21 Ekim 2020 tarihinde görülen ilk duruşmada; pandemi gerekçe gösterilerek duruşma salonuna avukat ve izleyici kısıtlaması getirilmiş ve bu şekilde kamuoyunun davaya olan ilgisi kırılmaya çalışıldı.
"Duruşmanın başlamasından kısa bir süre sonra söz almak isteyen müşteki ve vekillerinin, mahkeme heyeti tarafından duruşma salonundan çıkarılmakla tehdit edilmesi üzerine, mahkeme heyetinin adil ve usule uygun bir yargılama yapamayacağı konusunda kanaat oluşturdu. Elçi Ailesi avukatları tarafından mahkeme heyetinin tümü için ‘reddi hâkim’ talebinde bulundu.
"Müşteki avukatların ‘reddi hâkim’ talebi ise ret edilmiştir. 15 Haziran 2022 tarihli duruşmada tanık olarak dönemin başbakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun dinlenilmesine karar verilmişse de duruşma dışı müştekiye ve vekillerine herhangi bir bilgi verilmeden ve görüş alınmadan mahkeme tarafından bu karardan dönüldü.
"Ömrünü cezasızlıkla mücadeleye adadı"
"23 Kasım 2022 tarihinde görülen son duruşmada ise avukatların geri alınan tanıklık kararına itirazlarına karşın mahkeme heyeti salonu terk etti. Aradan geçen 2 yıllık sürece rağmen dava dosyasında herhangi bir ilerleme olmamış ve bir sonraki duruşmanın 5 Temmuz 2023 gününe ertelenmesine karar verilmiştir.
"Derneğimiz üyesi, ömrünü cezasızlık ile mücadeleye adayan hak savunucusu Av. Tahir Elçi’nin katledildiği olaya ilişkin hukuk ilkelerinden ve ciddiyetinden yoksun bu davanın, gerçek anlamda adaletin sağlandığı bir davaya dönüşmesi için mücadele edeceğimizi ve takipçisi olacağımızı kamuoyuna saygı ile paylaşmak isteriz. Tahir Elçi için adalet istemekten asla vazgeçmeyeceğiz.”
Her şey yukarıda anlatıldığı gibidir. Düzenin suna geldiği tabloid görünümün kenarında o yıllardır süre giden mücadelenin bir biçimde susturulmasının anahtarı cinayetlerden birisi vardır. Tahir Elçi, bu ülkede sözünü hakikatten yana kuran, insan haklarının tamamıyla ol Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde var edilmesi, kalıcılaşması için çaba sarf eden bir insan, bir avukattı. Tümüyle devletin ezber ettiği, yıllar geçtikçe yüzsüzleşip, arsızlaştığı, umarsızca sömürdüğü, görmezden geldiği bir memleket meseli olan Kürd sorununa nihai, kesin bir barış tahayyülü için çaba sarf etmenin bedelini önce linç edilip, ardından kırıma sevk ve bir cinayetle yok edilmesine varan süreç hep ortadaydı. Bugünün ülkesindeki tüm o bağnaz nefretin, ötekileştirme halinin kaçıncı kurbanıydı Tahir Elçi. Bugün yedi yılın ardından her neresindeyiz, Kürd sorunundaki çözümlemenin, buralar hep meçhuldur, hep muhayyile!
Tabloid bir hayat imgesinin esiri kılınmış memleket sathı mahallinde yaralara dair tek satır kelam yoktur. Hiçbir yarayı iyileştirmek gibi bir gaile söz konusu değildir, halen sözü edilmeyendir. Duraksamayan, dinlenmeyen, sorgulamayan bir menzilde vahamet içinde seyrüseferin suna geldiği yegane şey bir biçimde tabloid basının suna geldiği bir kırım halinin falsolu tekrarlanışıdır. Bütünüyle yaşamdaki ehven olanın tükettirilmesi hal ve isteminde, sitemsiz, yalın bir çöküş allanıp pullanır. Olmakta olanın suna geldiği belki de doğrudan tek bir düzlem, tek bir sabit, tek bir anlam vardır; enikonu çürüme. Sabitliği ile çıkagelen cerahat, cürüm ve cinai bir şebekeye dönüşen devlet aklının eylediği her şey tabloid kılınmış olanın gerçekliğe geçişini de var eder. İyi de böylesinden bir ülke, sahiden de bir yurt, bir memleket var edilebilir mi, bir ev kalır mı sahiden de geriye! Ya bir hak, bir hukuk, bir hürriyet meseli...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel İçin Zorunlu Kaynakça: Bianet
2 notes · View notes
yasinnbb · 9 months
Text
Şiir: KALBİM
kalbimi ikiye açtığını gördüm,
ve kalbim öldü!
oysa beni yaşatan şeydi bir zamanlar,
gel kurtar kalbimi,
içinde çok fazla sen ve hassasiyet var,
çok fazla duygu ve hüzne mahkûm,
hâlâ ısrar ediyor "sen" diye diye,
hâlâ inatçı seni sevmeye,
hâlâ bana hep senin içimde yaşadığını hatırlatıyor,
ne büyük bir hata belki de,
ne büyük bir kötülük kendime yaptığım,
deniyorum ama kandıramıyorum,
kalbimde saklı bir his uyanıveriyor,
seni sevmekten vazgeçemeyeceğimi biliyor gibi...
terk edilmiş bir şehir şimdi kalbim,
ıssız, sessiz ve durağan,
çok acıyor ruhum,
oysa tüm varlığım senindi,
oysa tüm kalbim senindi,
titreşen bir ritimle,
kesintisiz ve doğrudan...
ve içimde hissettiklerim,
kalbimin koruyucusu ve anahtarı,
içimde yeni bir dünya seni sevmek,
ve sen benim yeni dünyamı dolduruyorsun,
hayatın bana verdiği bir güç seni sevmek,
yer açtım sonsuza dek kalbimin bütün odalarında,
kapattım bütün kapıları dış dünyaya,
yalnız seni bekliyorum,
yalnız seni taşıyabilirim,
yalnız senin sevgini ve özlemini...
bir noktada bunun olması gerekiyordu,
yaşanılan hayatlardan biliyorum,
yaşanılan hayal kırıklıklarından ve onları yaşayanlardan,
ama hala ne yaptığımı bilmiyorum,
uyan kalbim uyan soğuma!
uzak bir yıldız gibisin,
soğuk, sönük ve ışıksız,
ihtiyacım var sıcaklığına...
Hep kalbimdesin, içimde hep sen olacaksın,
Kalbimde yaşayacaksın sonsuza kadar...
ve başka bir kalp seni özgür kılmayacak,
ve başka bir kalp seni benim kadar sevmeyecek,
ve başka bir kalp seni hayata döndürmeyecek,
ve başka hiçbir kalp tutkuyla atmayacak...
ben kalbinin sahibiyim,
göğsümde yaşıyorsun hissediyorum,
gökyüzüm hep bulutlu, gri gün batımlarında,
yağmurlar yağıyor kalbimde,
ve hayat sensiz devam ediyor,
tatsız ve tuzsuz geçiyor günlerim,
elvada kalbim elveda,
elveda sevdam,
elvada yüreğim,
elvada kalbimin çiçeği,
elveda kalbimin iklimi,
düşünme, mutlu olduğun anları yeniden yaşa,
kalbine aldığın, sandığın kişiyle,
tıpkı uzak bir yıldız gibi,
soğuk, sönük ve ışıksız...
1 note · View note
falcibaba · 2 years
Text
Tuvalet Büyüsü Nedir? 2022
Tumblr media
Yapılışında tercih edilen yola ve niyete göre ak ya da kara büyüler sınıfına girişi değişen tuvalet büyüsü, yüzyıllardır her ilim sisteminde farklı yollarla uygulanıp kullanılır bir haldedir. Bu çalışmayı halis bir niyetle hane bereketini arttırmak, rızık kapısını açmak gibi bir amaçla yapmak olasıdır. Böyle durumlar için oldukça güçlü ve sonuç veren bir uygulamadır. Ancak aksi şekilde bu işlemden birine kötülük etmek için de ritüel değişimiyle yararlanmak mümkündür. Kara büyü kitaplarında da tuvalet büyüsü yapılışı farklı anlatılarak bir kişinin ölümüne vesile olunması ya da eziyet dolu bir hayat yaşaması sağlanır. Bu ikinci sistemi kullanmak ve uygulamak gerçekten radikal bir karardır. Çünkü hem ağırlığı hem de istenen ritüeller katlanılmaz bir boyuttadır. Eğer net olarak karar verdiyseniz, büyü yaptıracağınız kişinin evinin tuvaletine erişiminizin olması gerektiğini bilmelisiniz. Halis niyetle kendiniz için de tuvalet büyüsü yaptırabilirsiniz. Bu durumda sadece işlemlere medyumun devamı sırasında ruhsal geriliminizin olması beklenir.
Tuvalet Büyüsü Nasıl Yapılır?
Tumblr media
tuvalet büyüsü Halis niyetle yapılan ritüelde sadece işlemin en sonunda tuvalete atılıp suyla ortadan kaldırılması gerekir. Paranın aşırı derecede artması ve kişinin bolluk içinde yüzmesi hedeflenir. Ancak çok güçlü tuvalet büyüsü işleminin kara büyü boyutunda kişinin hayatı zindan edilmeyi ve psikolojisi bozulması amaçlanır. Medyumluk ilmine vakıf her medyum bu işin altından kalkamaz, çünkü yapan kişiye işlem tamamen sonuçlanıncaya kadar kesintisiz manevi huzursuzluk ve iç sıkıntısı verir.             Gizli ilimler kitaplarından tuvalet büyüsü yapılışı hakkında sızdırılan bilgiler oldukça kısıtlıdır. Şeytanî bir büyü olduğu, işlemin yarısının tuvalette geçtiği, bazı hayvan kemik parçalarının kullanıldığı gibi bilgileri paylaşabiliriz. Ancak medyumların bile yapmaktan çekindikleri, iç sıkıntısıyla uğraştıkları bu işlemi bir cesaretle biri yapmayı dener ve kendine zararı dokunur diye, böylesi ağır riskli bir işlemin detayları paylaşılamıyor. Büyü yaptıracak kişinin yaptıracağı kişi hakkında doğum günü, kulağına okunan isim ve anne adı gibi bilgilerini biliyor olması gerekir. Bunun dışında büyüye konu olan kişinin tercihen iç çamaşırını o yoksa da tenine en sık değen eşyalarından birini alması gerekir. En sonunda da büyü yapacağı kişinin yaşam alanına rahat giriyor olması, hatta tuvaletini kullanıyor olabilmesi gerekir. Çünkü en tesirli büyü son aşaması budur.
Tuvalet Büyüsü Etkileri Ve Tutma Süresi?
Medyumlar, kullandıkları metot farklarına da dayanarak tuvalet büyüsü tutma süresi hakkında 7 saat ile 7 gün arasında bir süre uygun görürler. Etki ve belirtilerine geçince, şunları söylemekte fayda vardır: - Kişinin hayatını mahvetmeye, bitirmeye kişiyi ölüme sürüklemeye yönelik bir büyüdür. - Hanede huzur namına hiçbir şey bırakmaz - Para, bereket yolları tıkanır. - Ev halkının karabasanlar görmesine ve uykusuz geceler geçirmesine zemin hazırlar. - Allah inancını zedeler - Öfke ve sinir krizlerini tetikler. - Kişinin sonrasında kesinlikle hatırlamayacağı iş ve davranışları yapmasına zemin hazırlar. - Art arda gelen iş ya da okul yaşantısında başarısızlıklar ve rezalet silsilesi birbirini kovalar. Yukarıda yazılan büyü belirtileri konusunda ne kadar sert etkilerin olduğunu fark ettiniz. Ancak bu etkiler  bir anda gelişmez ve çoğu zaman, “eğer büyü iyi bir medyumdan da çıktıysa” insanlar bu etkileri kötü kader gibi bile tanımlayabilirler. Her şey üst üste gelirken durumun altında bir işlem olup olmadığını araştırmanız gerekliliğini burada vurgulamak istiyoruz.
Tuvalet Büyüsü Bozdurma
En az yapılması kadar zor olan tuvalet büyüsü bozma işlemi, ehil bir medyuma ve ciddi bir bilgi birikimine ihtiyaç duyar. Bozum sürecinde kişi ya da yakınlarından yardım alınması gerekir. Ayrıca belirtilerin görülme oranının da ciddi oranda sertleşeceğini, kişinin bu süreçte yalnız kalmaması gerektiğini de danışacağınız medyum mutlaka size bildirecektir. Bir yakınınıza bu işlemin yapıldığını düşünüyorsanız, yukarıda sayılan tuvalet büyüsü belirtileri içinde onun da yaşadığı birçok bulguya rastladıysanız, onun adına yakını olarak da başvurmanızda bir sorun yoktur.             Pek çok medyumluk hizmeti gerektiren işlemde olduğu gibi tuvalet büyüsü bozumu ve ak büyü sınıfına giren tuvalet büyüsü çalışmalarını yapan medyum Yasin hoca, sizlere bu uygulama hakkında yardımcı olacaktır. Kendisine aklınıza takılan soruları rahatça sorabileceğiniz akla gelen tek isim Yasin Hoca , onun için de tuvalet büyüsü bozma işlemini uygulayacaktır. Read the full article
0 notes
yeshua2019sblog · 4 years
Text
OKUMALAR 2019
YÜCE TANRININ ADIYLA…
Okuduklarını mutlaka uygulasınlar. Önemli olan bunları kendi yaşamlarında uyguluyor olmalarıdır. Değer olarak Tanrının önüne hiçbir şeyi koymasınlar. Yüzleri hep ışığa dönük olsun. Tanrı sevgisi her şeyin önünde olmalıdır.
Tanrı tüm canlılara temiz nefesinden ve saf enerjisinden her an, kesintisiz göndermektedir. Yaşamın temelinde bu temiz kaynak vardır. Karşılığında sizden olumlu enerjilerinizi geri göndermenizi ister. Yani yaşam için O’ndan aldıklarınızı kirletmeden, tekrar saf ve temiz olarak geri göndermeniz gerekiyor. Bu da temiz ve yararlı bir yaşam sürmekle olur.
Her şeyden önce Tanrı gelir, sonra sevgi, sonra güç ve dördüncü olarak da fedakârlık. Sırası böyledir. Bunları okuyucularına bildir.
Geçen 2000 yıl süresinde benim mesajımı tam anlamış insanlarla sürekli temasta oldum ve bu insanlardan istekli ve yetkin olanlarının elçilerim olarak görev yapmalarını sağladım. Halen de bu süreç devam etmektedir. Kapıyı çalın açılacaktır demiştim. Buna karşın adımı bir takım yanlış dinî doktrinlere alet ederek insanların bilinçlerini yaşamın gerçeklerine kapatanlardan ise rahatsız oldum.
Dini gelenekler (kurumsallaşmış dinler) kültürler temellerinde sık sık farklılık gösterir. Ancak benim sözlerim tüm zamanlardan ve tüm kültürlerden olan insanlar için aynı anlamı taşıyor. Bu nedenle beni Hıristiyanların bir sembolü olarak görmeyin. Aslında kültürel gözlüklerinizi çıkarırsanız bunu daha iyi görebilirsiniz. Benim ismime sempati duyanların gidip Hıristiyan olmaları yanlıştır. Beni takip edin. Hıristiyanları değil.
Manevi âlemle temas kurabilme yolu yaratılış gerçeğini arayan tüm yolculara açıktır. Herkes ebedî yaşamı hak etmek için bu dünyaya geliyor. Dünya sınav yeridir. Milletiniz, dininiz, inancınız, cinsiyetiniz, tahsiliniz ve sosyal mevkiniz ne olursa olsun istisnasız herkes sevgiye ulaşmak için buradadır. Herkes Kutsal Ruh dediğimiz Tanrının aktif enerjisinin bir zerresi olma hakkını elde etmek için burada sınavdadır. Bunun yolu da sevgiden geçiyor. Birlik (tevhid) bilincine ancak sevgiyle ulaşılabilirsiniz. Korkunun olduğu yerde ise sevgi yeşeremez. Korku sadece bir insanın hayata takıntılı bir şekilde bağlı olması durumunda ve bilinmeyenden korktuğu zaman yaşanır. Korku da bir egodur.
Tanrı bize özgür irade vermiştir. Bu bize verilen en büyük lütuftur. Tanrı bizi yaratmış ve bize yaşamlarımızla ne yapacağımız konusunda seçim hakkı tanımıştır. Bu hak, Tanrımızı sevip sevmeme seçimimizi de içerir. Tanrı bizi O’na otomatik olarak sorgulamadan tapan robotlar olalım diye yaratmamıştır. Tanrı bize mantıklı bir zihin gücü vermiştir ki bu sayede bir umut O’nun bize olan cömertliğini, iyiliğini ve sevgisini görebilelim ve O’na sevgi ve saygıdan doğan samimi bir inanç ile içsel tapınmayla yönelelim.
Gerçeğe giden yoldaki bir yolcu zihnen özgür olmalıdır. Korkuyu en başta içinden atmalıdır. İnsanın ruhu esasen neyin iyi ve doğru olduğunu bilir. Bunu uygularken de ne için yaratıldığını, nereye gittiğini araştırmalıdır insan. Kör inanç, taklidi inanç olmaz. Önemli olan gerçektir. Dünyevi takıntılar ruhun özgürlüğünün engellemesi demektir. Gerçek sizi özgürleştirir.
Varoluş gerçeği tarafından kabul edilmek kutsal lütfa mazhar olmaktır. Aklın gerçek tarafından kontrol edilmesidir. Kişinin karanlıktan aydınlığa, cehaletten anlayışa, ölümden yaşama, kendinden Tanrıya geçişidir. Kabul edilmiş olan Tanrının inisiyatifinde konuşur. Dönüşüm yaşanmaktadır. Lütuf sebebiyle kişi gerçeğin Tanrısı tarafından ve O’nun sözlerinin gerçeğince kabul edilmiştir. Gerçeğe inanç ve gerçeğin yaşanması Tanrı tarafından kabulün kaçınılmaz yansımalarıdır. Gerçek dönüştürür ve ilahi olana benzetmeye çalışır. Tanrının sıfatları belli bir ölçüde (Tanrının izin verdiği) takınılır.
Bazı insanlar cahildir ancak, bazıları cahil olmayı sevmektedirler. Öğrenmeye isteksizdirler. Adeta hastalıklarını kucaklarlar. Ve bu cahil zihinler saf değildir. Bilgi, karanlığı aydınlatan ve her tür korkuyu yok eden ışıktır. Bilgisiz kişi karanlıktadır ve karanlık içinde sonsuz yaşama ulaşmak söz konusu değildir. Kirli bir kalp zindandır. Oraya lütuf girmez. Cehaletin hüküm sürdüğü yerde lütuf yoktur. Cahil adamın kalbinde Tanrı sevgisinden eser yoktur. Cahil, bilmediği bir şeyi nasıl sevsin? İnancı olmaz, çünkü bilgi inancın içinde olmalıdır. Kör inanç putperestliktir. Tanrı’ya ibadetini doğru yapamaz. Tanrıdan dünyevi şeyler talep eder. İnancı ve ibadeti bir menfaat karşılığındadır. Doğru Tanrıya tapsa bile davranışları yanlıştır. Cehalet tüm günahların köküdür. Cehalet kördür. Cehaletin körlüğü şehveti besler. Cehaletin körlüğü vahşeti besler. Kibrin anası da cehalettir. Cehalet, yanlışa gitmenin nedenidir. Tüm hatalar cehaletle beraber gelir ve cehaletle gelen kibir, devamında cehaleti besler, akabinde bu cehalet, şeytani duygu ve düşünceleri ve yine bu şeytani duygu ve düşünceler de tekrar cehaleti besleyerek bir kısır döngü yaratır. Adeta cehaleti canavarlaştırır. Bencillikte çok ileri gidenlerin doğruya dönmesi zordur. Vicdanları bu yükü taşıyamaz ve en nihayet, Tanrıyı inkâra giderek yaptıklarının sorumluluğundan kurtulmaya çalışırlar. Ancak bu mümkün değildir. İnsanlar vardır artık kaldıramayacağı, taşıyamayacağı derecede çok olumsuz yükler yüklendiklerinden, sürekli kötülükleri yapmaya umursamadan devam ettiklerinden maalesef vicdanları kapanmıştır. Söyledikleri yalan ve iftiralar, yaptıkları kötülük o kadar fazladır ki bu vicdanlarına ağır gelir. Yük, vicdanlarının taşıyamayacağı seviyelere ulaşmıştır. Bu durumda ruhlarının sesi kısılır. Yok olur. Ruhları ile olan bağları kopar. Yaşayan ölü durumuna girerler. Vicdan olmayınca kişiler kendi yalanlarını doğru, haksızlıklarını hak görürler artık. Çünkü sorgulama duygusu olan vicdan devreye girmez onlarda. İflah olma noktası geride kalmıştır. Aklıselim tükenmiştir. Bu tip kişiler gerçekleri duymaya bile tahammül edemezler. Bu sebeple kendilerine doğruyu hatırlatan insanlardan da nefret ederler. Onlara karşı kin duyarlar. Ruhları Tanrıdan kopar ve tamamen kararırlar. Kapkaranlık ruhsal renkleri vardır ve bedensel ölümün ötesinde ruhsal ölüm yani yok oluş onları beklemektedir. Tabii yaptıkları tüm kötülüklerin hesabını verdikten, varlıklara verdiği acıları kendileri de aynı derecede çektikten sonra. Bu ilahi adalettir. Bu tip insanlar fiziksel ölümlerini takiben önce ilahi adalet gereği, çevrelerine verdikleri acıları bire bir yaşamak ve sonunda ise ruhlarının da bedenleri ile dağılmaya bırakılması sonucuyla karşılaşıp yok olacaklardır. Bu yok oluş hükmü bir ruhun hissedebileceği en acı duygudur. Diğer hiçbir ızdırapla kıyaslanamayacak kadar derindir. Bu nesil son şansını kullanmaktadır.
Nasıl ki bir bardak suyun içine bir sinek düşerse tüm su kirlenir, aynı şekilde ruhlar da bir damla olumsuzlukla kirlenir. Dolayısıyla insan hiçbir amacı bahane ederek diğer varlıklara karşı kin, nefret, hasetlik ve öfke duymamalıdır. Bu manada zihninin ruhu üzerinde olumsuz duygularla hâkimiyet kurmasına izin vermemelidir. Daha önemlisi bu kötü duygularını eyleme geçirmemelidir. Öldürmek, tecavüz etmek, her tür eziyet, darp ve gasp, karalamak ve iftira kötülüktür. Bunlarla gerçeğe ulaşamazsınız. Hiçbir inanç, düşünce veya ideoloji bu olumsuzlukları haklı çıkaramaz. Hiçbir dogma zorbalığa haklılık kazandıramaz. Aldatma hiçbir şekilde olmamalıdır. Aldatan aslında kendini aldatır. Cinayet hükümlülerinin bile idam cezası ile katledilmesini Tanrı onaylamaz. Toplumdan tecrit edilmeleri yeterlidir.
Her şeyden önce inanç birincil olarak ruha dayalıdır. En büyük buyruk; Tanrıyı tüm gücünüzle, tüm aklınızla, tüm yüreğinizle sevmektir. İkincisi ise komşunuzu kendiniz gibi sevmektir. Burada kullanılan komşu kelimesi “herkes” anlamındadır. Kutsal Yasa ve tüm peygamberliklerin özü budur. Tüm inanç bu temel öğreti olan sevgi üzerine kuruludur.
İnsanlara sevgiyi, saygıyı ve hoşgörüyü öğrenmeleri gerektiğini söyle. Aksi takdirde toprağın bağrında kaybolup gidecekler. Her vefat eden uyandırılmaz. Her uyandırılan hemen yeniden dünyaya gelme şansı bulamaz. Her gelen başaramaz. Ebedi yaşama giden yolun kapısının anahtarı bendedir. Ancak buluğ çağına gelemeden vefat eden küçük çocuklar doğrudan Tanrı katına gider ve tekrar yarım kalan yaşamlarını tamamlamaları için dünyaya gönderilirler.
İlahi hazineler dünya hazinelerinden bariz bir şekilde çok daha kıymetlidir. Bu gerçeğe uyandıysanız ve bu bilinci zorlanmadan muhafaza edebiliyorsanız, siz ışıkta yürüyorsunuz demektir. Bu şekilde bir bakışa sahip değilseniz, gördüğünüzü sandığınız dünya ışığı (maddi ortamlar, deri, et ve kas) gerçekte yaşam gücü onları terk ettiğinde karanlıktan başka bir şey değillerdir. Bedeni esas alıyorsanız bu durumda siz uykuda geziyorsunuz, yaşam boyu süren bir uykuda yapılan bir gezintidesiniz demektir. Paraya, maddeye tapıyorsunuz ancak uykuda gezdiğinizden bunu fark edemiyorsunuz. Tanrıya, kıyas edilemeyecek farklı değerleri olan gerçek tarafa meyletmek çok daha iyidir.
Bu dünya geçici bir sınav alanıdır. Burada ölümün hükmü geçerlidir. Doğan her şey ölür ancak sonsuz yaşamda yaşam hüküm sürer. Ölüm yoktur. Bu dünya için değil, sonsuz yaşam için yatırım yapın. Aklı olan bu gerçeğe bir an evvel uyansın.
Dünya yaşamının içinde de neden mutluluk olmasın? Neden huzur, güven ve sevgi olmasın? Işığa dönün. Karanlıkta kalmayın. Her tür kötülüğün kaynağı karanlıktır. Kötülükler gizlide, karanlıkta yapılır. Işık nedir? Her şeyin ortaya çıktığı, apaçık görüldüğü yerdir. Bazılarının kötülükleri o kadar fazladır ki bunlar görülmesin diye ışığa çıkmak istemezler. Siz ebedi yaşamı arzulayın. Tanrıya ışıkta kalabilmek ve Tanrının huzuruna erişebilmek için dua edin. Kutsal ruhlar kaynağa ulaşmış ve kutsal halkaya kabul edilmiş olanlardır. Onlar artık yeniden dünyada doğmak zorunluluğu olmayan ölümsüz insanüstü ruhlardır. Benim gerçek öğretilerime sırt çevirmek için mazeret olarak öğretilerimin saptırılmış şekillerini kullananlar, bilin ki sizler benim hiçbir zaman elçilerim değilsiniz. Sizleri tanımıyorum. Benim adımı anmak, beni kabul etmiş olmak yeterli değildir. Önemli olan Babamdan duyup sizlere sunmuş olduğum sözlerimin özümsenip uygulanmasıdır.
Yukarı yükseklere bakın. Derin bakın. Bilinçlerinizi yükseltin. Bilinçlerin yükselebileceği tek yer maddi ddünyadır. Bilinçlerinizin yükselmesi için gerekli olan enerjiyi maddi dünyadaki hareketleriniz sağlar. Tanrıyı her şeyin kaynağı olarak düşünün. Tanrının ışığını düşünün. Doğruları söylemekten korkmayın. Toprağın bağrında kalmaktan korkun. Sonsuz yaşamı arzulayın. Sonsuz yaşamı arayın. Tanrının huzuruna çıkabilmek için dua edin. Tanrının sevgi olduğunu hiçbir zaman unutmayın. Kalbinizde hâkim olan duygu sevgi değilse Tanrının huzuruna çıkamazsınız.
Biz Tanrıylayız. Gerçek budur. Tanrıdan geldik demek yanlıştır. Tanrı tüm yaşam enerjilerinin kaynağıdır. O bulutlar üzerinde oturan, istekleri yapılınca mükâfatlar dağıtan ama isteklerine karşı gelinince öfkelenip ceza veren insanüstü bir ilah değildir. Tanrının Özü sabittir. Hareket etmez ve değişmez. Tanrı konuşmaz. Tanrı her yerdedir. Tanrı yaşam verir, yaşamı devam ettirir ve yarattıklarına kendisini çeşitli şekillerde hissettirir. Her şeyden haberdardır ve hükmü kesindir. Aldığımız nefes, esen rüzgâr O’nun nefesidir.
Tanrı ölülerin değil, yaşayanların Tanrısıdır. Benimle konuşmanın ancak kilise mensubu birkaç kişiye inhisar ettiğini söyleyenler doğruyu söylememektedirler. Ben sürekli dünyaya ruh olarak gelip gitmekte ve sesimi duyurmaktayım. 2000 yıldır bu aralıksız devam ediyor. Bizler için sayı önemli değildir. Sıra dışı ruhlar önemlidir. Tanrıyla beraber sonsuz yaşama kavuşmak sizce bu kadar kolay mı olmalıydı? Hayır ama dünya insanının barbarlığı beni gerçekten şaşırtmaktadır. Bilinçlerin hâlâ bu derece ilkel seviyelerde kalmış olması üzücüdür. Siz dünya insanları belki teknolojik olarak evrende en geri tür değilsiniz ama barbarlıkta evrende en ileri seviyede olan birinci türsünüz.
Gerçek sevgiyi hâlâ hiç kavrayamadınız. Bunu kavrayamadan da varacağınız yer toprağın bağrıdır. Ölüler kervanına katılırsınız. Ruhlarınız da bedenlerinizle birlikte dağılır ve temel elemanlarına, enerjilerine dönüşür. Hâlbuki ben size ebedi yaşamı bulasınız diye gelmiştim. Bunun için işkence gördüm ve yaşamıma kast edildi ama ben dirilenlerdenim ve hâlâ sizinle beraberim. Kapıları çalıyorum ve bekliyorum. Beni kabul edebilecekleri bekliyorum.
Bedenlerinizi de Tanrının hizmetine verin. İtibar ve güç peşinde koşmayın. Tüm güç Tanrınındır. Gücün kaynağı Tanrıdır. Kişisel güç ise kötülük için istenir. Diğerlerine üstün olmak, onlara hükmetmek için istenir.
Tanrı her şeyle iç içedir lakin merkezde yalnız yine kendisi ve ebedi yaşama layık olabilmiş saf ruhlar O’nun huzurunda ayakta olarak bulunurlar. Bunları düşünün.
Dünyanın sonu olacaksa, yani gezegenin sonu, bu maddi boyutta fizik ve uzay fizik kanunları içinde olacaktır. Bu manada, dinsel anlamda kıyamet ve mucizeler yoktur. Mucize yapma yetkisini Tanrı kimseye vermedi ve vermez. Esasen var olan her şey Tanrının bir mucizesidir. Tabiat Tanrının bir mucizesidir ve Tanrı onu insanlardan daha çok sever.
Ben de büyük mucizeler göstermeyi Tanrıdan çok diledim ama dileğim kabul edilmedi. Daha sonra anladım ki şayet bizim düşündüğümüz manada kıyametler olsa, bu bir döngü oluştururdu. Belki kıyametten sonra birkaç yüzyıl insanlar düzelecek ama ardından bozulma yeniden başlayacaktı. Bu kısır bir şekilde sürecekti. Gelişmeden kendi kendini tekrarlayan kısır bir döngü şeklinde sürecekti. Tanrı insana özgür irade verdi ve neticesinde de insanların kendi özgür iradeleriyle ve hiçbir baskı görmeden kendisine dönmelerini istiyor. Böyle bir durumda kıyamet diye bir olaya yer olamaz.
Benim şifa gücüm vardı. Evet, Tanrı bana kaderi değiştirme, insanı ölüm yolundan döndürme yetkisi verdi. Ancak fiilen ölüyü diriltmek değildi bu. Fiilen yaşam kordonu kopan birinin ruhu tekrar bedene dönmez. Bu Tanrının hükmünü kaldırmak olur ki söz konusu bile değildir. Ben ölümcül hastaları tekrar iyileşme sürecine sokabiliyordum. Halen de şifa veriyorum. Tıpkı sana yaptığım gibi. Sen beni gördün. Ölüme çok yakındın.
Şayet ben bir dokunuşta körlerin gözünü açabilseydim, böyle mucizevi bir gücüm olsaydı, o zaman ilk olarak herkesin bana inanmasını ve Tanrıya dönmelerini sağlardım. Ama söz konusu durum böyle değildi. Ben iyileştirebiliyordum ve insanları tekrar toplumun aralarına kabul edebilecekleri oranda bir sıhhate getirebiliyordum.
Tanrının katına kim yükselebilir? Tanrı’nın huzurunda kim durabilir? Elbette sadece elleri temiz, kalpleri saf olanlar.
Her tür kirlilikten, açgözlülükten, ahlaksızlıktan, hayasızlıktan uzak durun. Dünyevi işlerinizde bilimsel düşünceden ayrılmayın ancak bilimle Tanrıya varamazsınız. Bedenlerinizi ve zihinlerinizi onurlu ve temiz olanda kalması için sürekli kontrol altında tutun. Tanrı bilmezlerin yaptıkları gibi dünyevi hırsların ve şehvetlerin peşinde koşmayın. Çok ve gereksiz konuşmalardan kaçının.
İnsanın varlık amacı dindar olmak değildir. Amaç Tanrıyı, Tanrısal gerçeği bilmektir. Dinler doğru başlamış olsalar bile zamanla gerçek olandan sapıp toplumlar üzerinde baskı unsurları haline getirilmiştir. Kendileri gibi olmayanları tehdit eden, katleden şeytani politikalar haline getirilmişlerdir. Korku temellidirler bu halleriyle de insanlığı reddetmektedirler. Gerçek Tanrıdan ve O’nun istediklerinden kopmuşlardır.
Tüm ıstırapların kaynağı bencilliktir. Bencillikten uzak durun. İçinizle dışınız bir olsun. Samimi ve dürüst olun. Evet’ iniz evet ve Hayır’ ınız da hayır olsun. Hiçbir varlığa karşı acı duygular içinde olmayın. Olumsuz duygularınızın her an farkında olun ve onların eyleme geçmesine izin vermeyin. Bilin ki olumsuz dürtülerin sizi kontrol etmesine izin verirseniz ruhunuzu kaybedersiniz.
Bozulmuş, yoldan çıkmış insanlardan uzak durun. Ruhsal tekâmül yolunda cesaret ve disiplin gereklidir. İnsani terbiye bu yolda temel disiplindir. Korkularınızı gerçek bilgi ile yenin. Korktuğunuz şeylerin esiri olursunuz.
Uyanış sadece bu dünyada yaşarken henüz fiziksel beden içindeyken gerçekleştirilebilir. Tanrıya ulaşmak için gerekli enerjiyi hareketle beden ruha yükler.
Sevgi Tanrının yoludur. Benim şahsi yolum değildir. Yüzünüz daima Tanrıya dönük olsun. Yüzünüzü Tanrıdan başka yöne çevirirseniz karanlığa gidersiniz. Tanrıdan sadece iyilik dileyin.
Tanrının affı sonsuz değildir. Aynı yanlışları tekrarlamakta ısrar ederseniz Tanrının sert yüzüyle karşılaşırsınız.
Tanrının huzuru, Tanrının krallığı Tanrının bulunduğu yer demek değildir. Tanrının kutsal gücünün kaynağının olduğu yerdir. Bunları unutmayın.
Sevgi, yolunuz ışık yoldaşınız olsun. Sevdikçe inanır ve inandıkça seversiniz, ışık bilmek ve görmektir. Bunu unutmayın.
Sizlere güvercin kadar saf ve tilki gibi tetikte olun demiştim. Şimdi güvercin kadar saf olursanız Tanrı sizi tetikler diyorum.
Daima sakin ve sabırlı olun. Kalplerinizdeki Tanrı sevgisini hiçbir bencilce duygu ve düşüncenin kirletmesine izin vermeyin.
Size ait olmayana bakmayın. Size ait olmayanı almayın.
Size yapılmasını istemediklerinizi siz de başkalarına yapmayın.
Gerçeğe uyanabilmek için tüm olumsuz duygu ve düşüncelerden uzaklaşın.
Tanrı konuşmaz. Kalbi saf olanlara malum eder. Ezelden seçilmiş elçi yoktur. Kendini bu seviyeye yükseltebilmiş ruhlar vardır. Tanrı kayırmaz. Elçilerde insandır ve kendilerine malum edilenden nefsani sapmalar gösterebilmişlerdir.
Tanrı seven ve kıyandır. Tanrı verendir. Sadece verir. Almaz.
SORU: “Yaşlı adam, hayatı sırasında yedi günlük bir sabiye hayatın yeri hakkında soru sormakta gecikmeyecek ve o adam yaşayacak! Çünkü, birincilerin çoğu sonuncu olacak ve bir olacaktır.” Bu sözlerle ne demek istedin kardeşim?
YEŞUA: Bu sözler benim söylediğim sözler değildir. Doğumumdan önce yaşlı bilgelerce benim için söylenmiş olan sözlerdir.
SORU: Tutku isimli filmdeki işkence ve ölüm sahnesi çok korkunçtu kardeşim. Abartılı mı yapmışlar?
YEŞUA: Daha da kötüydü.
SORU: Korkunç bir şey. Bu ne kadar ağır bir işkence. Acı korkunç boyutlarda olmalı. Normal, sıradan, bizim gibi insanların buna dayanması mümkün değil diye düşünüyorum.
YEŞUA: Hiçbir acı duymadım. Tanrı benim acı çekmeme izin verir miydi sanıyorsun? Vermedi. Hiçbir acı hissetmedim.
SORU: Neden “Baba beni niye terk ettin?” dediniz?
YEŞUA: O an için Tanrı’yla bağım kesildi. İnsan gibi oldum. Bir an panikledim.
SORU: Ölümden dirilip kalkmanız...
YEŞUA: Beni öldüremediler. Bayılmışım. Ben orada ölmedim. Benim ölümüm yeryüzünde olmadı.
SORU: Çarmıhtan alınıp mağara mezara kondunuz.
YEŞUA: Evet. Orada Tanrı beni iyileştirdi ve çıktım.
SORU: Fiziksel bedeninizle mi göğe alındınız?
YEŞUA: Evet. Kısa bir müddet dünyada kaldım. Sonra alındım.
SORU: Şimdi ruhsal âlemde bedeninize ne oldu?
YEŞUA: Yukarıda bedeni terk ettim. Dağıldı.
SORU: Meryem ananın bedeni de göğe mi alındı? Öyle söyleniyor.
YEŞUA: Hayır. Onun bedeni dünyada bırakıldı.
SORU: İlk havarilerin tüm dünya lisanlarında konuşmaya başladığını iddia ediliyor ve bu durumu Kutsal Ruhun kendilerine verilmiş olmasına bağlıyorlar. Bu bana pek inandırıcı gelmiyor. Sen ne diyorsun kardeşim?
YEŞUA: Böyle bir şey olmaz kardeşim. Bu doğru değil. Burada kastedilen benim mesajımın tüm dünya dillerine tercüme edileceğiydi ki bu da gerçekleşti. Ayrıca Kutsal Ruh verilmez. Ruh tam arındığında topluluğumuza Tanrının izni ile kabul edilir ve o ruh artık Tanrının askeri ve ruhsal kardeşliğin bir üyesidir. Bizimle bir olur.
SORU: Sizin üç günlük ölüyü dirilttiğiniz, bir dokunuş ve sözle cüzzamlıları sapasağlam yaptığınız söyleniyor. Bu konu da bana inanılacak gibi gelmiyor. Ne dersin kardeşim?
YEŞUA: Kardeşim, Lazarus ölmemişti. Cüzzam hastalığı son safhasında olduğu için onu mağaraya koymuşlardı. Ben onu oradan çıkarıp iyileştirdim. Yani iyileşme sürecine soktum. Kaderini Tanrının izni ile değiştirdim. Bunu yapabiliyorum. Ancak bir dokunuşla sapasağlam olmaz ama iyileşir hastalığı. Topluma kabul edilecek seviyeye gelir. Aynı şeyi sana da yaptım aksi takdirde sen ölüme yakındın. Tanrı sana ikinci bir şans verdi ve beni sana yolladı. Sen benim geldiğimi gördün. Vefat olayı fiilen gerçekleşince artık o ruhun bedeninde tekrar canlandırılması diye bir olgu yoktur. Yani bu, ölüyü diriltme, yoktur.
YEŞUA: Bazıları hâlâ “Ben ve babam biriz.” sözümü tartışıyorlar. Hâlâ ne demek istediğimi anlayamadılar. Onlara söyle: “Bedenim Oğul, ruhum Baba’dır. Dış görünüşüm insan, özüm Tanrıdır.”
Tanrıya yaklaştıkça insanlar dünyadan uzaklaştıklarını hissederler. Maddeden uzaklaştıklarını hissetmek çoğunu rahatsız eder. Maddi tutkularından uzaklaşmak hoşlarına gitmez. Tanrı isteseydi herkesi istediği gibi yaratırdı ama O insana özgürlük verdi. O insanın özgür iradesiyle yüzünü kendisine dönmesini istiyor. Zorlama yapmıyor.
Mucize sadece Tanrının yapabildiği bir şeydir. Öncede söyledim Tanrı bana mucize gösterme gücü verseydi ilk yapacağım şey herkesin bana inanmasını sağlamak ve yüzlerini Tanrıya çevirmek olurdu. Tanrı bunu istemiyor. O, özgür iradeleriyle insanların kendisini seçmelerini bekliyor. Önemli olan da değerli olan da budur. Seçimin özgür irade ile yapılması.
Dünyanın iyiliğe ihtiyacı var. İstenmediğinizi hissetseniz bile siz sevgi neşretmeye devam edin. Dünyanın buna ihtiyacı var.
Başkalarının duygularını hisseden açık bir insansanız dikkat edin. Burun akması, ağırlık hatta esneme sizin enerji kaybettiğinizi, o ortamın ya da kişilerin sizin enerjinizi tükettiğini gösterir. Bu durumu fark edin ve kendinizi korumaya alın. Bu bir dua olabilir. Negatif konuları hemen değiştirmek ya da oradan uzaklaşmak olabilir.
Sevgi yolunuz ışık yoldaşınız olsun.
Tanrıya yaklaştıkça insanlar dünyada uzaklaştıklarını hissederler. Maddeden uzaklaştıklarını hissetmek çoğunu rahatsız eder. Maddi tutkularından uzaklaşmak hoşlarına gitmez. Bu noktada dönenler olur. Onlardan olmayın. İnsan ruhu ancak gerçeğe ulaşmakla içindeki boşluk hissinden kurtulabilir. Tüm dünyasal tutkulardan ve korkulardan arınmadan huzurlu olmak olanaksızdır. Huzurlu olan ruh Tanrının huzurunda kalır. Huzurda olan ruh doğrudan Tanrıya bağlanmış demektir. Ruh kendi karakterini benimsemeden huzurlu olamaz ve sevgiden uzak, olumsuz duygu ve davranışlarda olan ruhların kendi yaptıklarını beğenerek huzurlu olması söz konusu değildir.
Yok olduğunuz anda tanrısallaşırsınız. Tanrısallaşan olursanız insanların gerçeklerini görürsünüz. Dinler insanları sınırlandırır. Oysa biz size özgürlüğü veriyoruz. Önce sizi eğitiyor, doğruları söylüyoruz. Ve sizi özgür iradenizle bırakıyoruz. İşte sınav ondan sonra başlıyor.
SORU: İnsanlar öbür tarafa geçince akraba ve sevdiklerini görüyorlar mı?
YEŞUA: Hayır. Böyle bir şey yok. Ancak ruh dünyada neyi çok istemişse burada onu zihninde yaratabilir ve gerçek sanabilir. Öbür tarafta akraba görmek isteğide dünyevi bir takıntıdır.
SORU: Şehitlik nedir?
YEŞUA: Böyle bir mertebe yok. İnsan nasıl bir karakter sahibi ise, bilinç seviyesi ve iç dünyası ne seviyede ise buraya aynı şekilde gelir. Ölümle boyut atlanmaz. Savaşta öldürülmüş olması onu ayrıca yüceltmez.
Soru: Tibet’e gittiğinizi söyleyenler var?
Yeşua: Hayır.
Soru: İncil Tanrının sizi insanların günahlarına fidye olmanız için yolladığını söylüyormuş. İnanamadım. Doğru mudur?
Yeşua: Hayır. Ben fidye olarak değil Tanrının sevgisi olarak geldim. Ama hoş karşılanmadım. Şu an bile Dünya nüfusunun 2/3’ü kötü insanlardan oluşuyor. Sevgi ve ışık olan Tanrının düşmanları var. Tanrı tüm iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağıdır. Şu ana kadar Tanrım onları affet ne yaptıklarını bilmiyorlar diyordum ancak artık affet demiyorum.
Soru: Kutsal Ruhun indiği, inananların üzerine döküldüğü söyleniyor?
Yeşua: Kutsal Ruh inmez. Kimsenin üzerine de dökülmez. İnsan bunu hak ederek o makama kendisi yükselmek durumundadır. Kutsanmış kişi, artık olmayan kişidir. “Ben yokum, Tanrı var” kavramına alışmalısınız. İçinize baktığınızda “ben” yoksa, “ego” yoksa mutlak sessizlik, mutlak boşluk varsa, orada Tanrı vardır. Ben dediğiniz anda varoluştan ayrılırsınız.
Soru: Vaftiz nedir?
Yeşua: Kendi aralarında uyguladıkları bir merasim.
Soru: Günah çıkarmalar için ne söylersiniz?
Yeşua: Kendilerince uyguladıkları bir merasim. Bir işlevi yok. Bizim için önemi yok. Günahlar bu şekilde af olmaz.
Yeşua diyor ki: İlişkilerde insanlar gerçek duygularını yansıtmıyor, rol yapıyorlar, bu da sonunda nefrete dönüşür. Gerçek sevgide minnet vardır asla nefret edemezsiniz. Beden çekimi sekstir. İki zihin birbirini çekerse sevgidir. İki temiz ruh birbirini çekerse Tanrıyı bulur. Bu da üst boyutta olur.
Zalimlerin sonu yaklaştıkça zulümleri artar ve iyice azgınlaşırlar. Karanlığın bir parçasıdırlar artık ve o karanlık, kötülüklerini gizlediği için onlara hoş gelir. Her akarsu okyanusa ulaşacak diye bir şart yok zaten. Bazıları yolda kuruyacaktır. Kötüler okyanusa ulaşamaz.
Yaşama teslim olun. Kendinizi koruyun, tetikte olun ama niye oluyor diye elinizde olmadan olanlara da direnç göstermeyin. Direnç kasılmaktır. Kendinizi kasmak, sıkmak da hastalıkları getirir.
Adaletin olduğu ortamlarda oluşan güven ortamı sevgiyi yaratır ve sevgi olan yerde iyilik ve duyarlılık olur. Zekâ gelişir, bilgi birikir ve medeniyet olur.
Evrende varlık tektir. Bu tek varlık içinde varlıklar vardır. İnsan önce kendini, özünü tanır. Kendi özünü bulur sonra Tanrıya bağlanır. Tanrıya bağlanan insanın ruhu şahin gibidir. Birçok boyutta ve durumda yaşayan varlık olur.
İnsanın ıstırap çekmesi egosunun bir yan ürünüdür. Sadece olumsuza odaklanıp olumlu taraflar yokmuş gibi davranmak egoistliktir. Tanrı bizim mutlu olmamızı istiyor.
Sesler içinde bir ses de siz olmayın. Sakin ve sessiz olursanız etrafınıza tanık olursunuz.
İnsanları uyar. Boşuna kabirlere gidip orada taşlardan, ölülerden medet ummasınlar. Oralarda bir enerji yoktur. Orada yatan kutsal bir insansa zaten orada değildir. Enerjisi Tanrı enerjisine karışmıştır. Toprağın altında sadece insan vasfı silinmiş ruhlardan arta kalan karanlık ve dağınık enerjiler kalır. Eşlerine çocuklarına veya diğer insan ve canlılara eziyet etmek onların da enerjilerini olumsuza çevirmeniz, eksiltmeniz demektir. Eziyet görenin enerjisi doğal olarak olumsuzlaşır hâlbuki Tanrı bizden kendimizin ve çevremizdekilerin enerjilerini artıracak, saflaştıracak seçim ve davranışlar bekler. Bu sebeple insanların enerjilerini olumsuza çevirenlerin bilhassa eşlerine sürekli eziyet edenlerin affı yoktur.
Kadın ve erkek bir elmanın iki eşit yarısı gibidir. Birine hak olan diğerine de haktır. Kötülükten uzak durun.
Erkek her şeyden önce adil olmalı ve kendisine hak gördüğü her şeyin kadına da hak olduğunu bilmelidir. Adalet güven ortamını yaratır. Tüm insanlar hiçbir ayrım gözetilmeksizin hak olan (doğru, faydalı, iyi ve güzel) şeylerden faydalanma konusunda eşittir. Tanrı seven ve kıyandır. Bunu unutmayın. Sınırı aşmayın
Kalabalık kördür ve aydınlanmamıştır. Hakikat azınlık taraftadır. Tanrıya ulaşmak cesaret ister. Bilince ulaşırken uyuşukluk olur.
İnsanların çoğu Tanrı konusunda ciddiyetten çok uzaktır. Başlarına gelenlerden dolayı Tanrıyı yargılarlar. Kim onlara Tanrıyı yargılama hakkını verdi? Böyle bir hak yoktur. Tanrıyı yargılayamayız. Tanrıyı sorgulayamayız.
Tanrı konuşmaz, sabittir ve varlığı değişmez. Tanrı yapar, konuşmaz. Ruhunu yeterince arındıranlara kendisini hissettirir. Malum eder. Ruh bunu hisseder.
Bizim içgüdü dediğimiz, olumsuz vesveseler vermiyorsa, korku kaynaklı değilse ruhumuzla konuşmamızdır. İyi ya da kötü hissederiz. Ruhun titreşimi ne kadar yükselmişse bu hissedişler o oranda belirgin olur. Kalp gözünün açılması budur. Çoğunlukla içimize ilk doğan sezgi doğrudur.
Tanrı tüm varlıklara sevgi enerjisini saf olarak aynı miktarda yollar fakat kalpler kirlilik oranlarına göre, Tanrıdan gelen saf sevgi enerjisini kirletiyor. Temiz bir kaynaktan akan su da temizdir ama içenin ağzı kirliyse temiz su da kirlenir.
Bugünlerde Tanrının, kendileri ile baş başa bıraktığı insanların büyük çoğunluğunun yanlışa gitmesinden belli oluyor bu da bir ciddi karmaşa ve büyük bir yargı ve cezanın gelişinin habercisi gibi.
SORU: Kendi kendimizi yargılıyoruz ama sonra hükmü Tanrı mı veriyor?
YEŞUA: Zaten her şeyi Tanrı yaptırıyor. Öz benliğinizi egonuzdan çekip ayırdıktan sonra ona kendi egosunu seyrettiriyor.
SORU: Sizin Tanrıyla konuşmanız nasıl oluyor?
YEŞUA: Konuşma diye bir şey yok. Tanrı konuşmaz ama her şeyi o yaptırıyor. Tek gerçek Tanrıdır.
İnsan ölünce, ölümü takip eden ilk yedi dakikada beyin film makarası gibi tüm hatıraları geri sarar. Özünüze ulaşıncaya kadar ancak herhangi bir halledilmemiş şuuraltı travmanız varsa filim orada kopar. Bu sebeple tüm kötü duygularınızı, travmalarınızı yaşarken hafızanızdan temizleyin. Ölümü takiben hemen herkes uyanmaz. Bu travmaların sonuçları yaşanır. Bağışlamak bu yüzden önemlidir. Sizin için önemlidir. Bağışlamakla siz bu travmaların etkisini yok ederek ölümü takiben yaşayacağınız sıkıntıları ortadan kaldırmış olursunuz. Yani yaşamazsınız. Bağışlamak unutmak değil etkisini ortadan kaldırmaktır.
Zaman kapanıyor. Yan yollar yok artık. Yan yollar kapatıldı. Kişi ya Tanrıya ulaşacak ya da fiziksel ölümünü takiben ikinci ölümü tadacaktır. Ya hep ya hiç. Durumunuz budur artık. Ya Tanrıya ulaşacaksınız ya da her şeyinizi kaybedeceksiniz. Tamamen Tanrıya odaklanın. Aksi takdirde başaramazsınız.
İnsan ruhu bedene girince adı insan olur. İnsan beden değil, bedeni bir ömür kullanan ruhtur. Ruh kendinin farkında olan zaman ve mekân boyutlarının dışında var olan bir enerji birimidir. Kaynağı Tanrıdır.
Ruhun dünyevi manada cinsiyeti yoktur. Benimsenmiş kişilikler vardır ancak tamamen arınan ruhlar artık tüm dünyevi tutkularından ve takıntılarından arınmışlardır. Nefisleri yoktur, bireysel farkındalık vardır ama üstünlük yoktur. Birlik vardır.
Bedenliyken tutkularınızdan tam olarak kurtulmanız mümkün değildir. Ancak onları doğru davranışlara yönlendirebilirsiniz. İstenen ve beklenen de budur.
Dünyada bedenliyken karşı cinsiyetten olduğunu düşünen ve öyle davrananlar akıl hastalarıdır. Onlarla arkadaşlık etmeyin. Onları onaylamak, onlara sempatiyle bakmak, nikâhlarını kıymak çok yanlıştır. Onlarla sizi de yok oluşa götürür. Bu sapkınlık Tanrıya isyandır.
Dünyada ruhunu saflaştırabilen varlıklar ölüm ötesinde gözlerini ışığa açarlar. Onlar ışığa çekilip alınırlar ve orada ebedi yaşama kabul edilirler. Hükmü Tanrı kendi huzurunda verir. Bu ruhlara kutsal(saf) ruhlar denir. Dünyada iken ruhlarını tam saflaştıramayanlar ölüm ötesinde saflık derecelerine göre eğitimlere alınarak Tanrının ikinci ya da üçüncü, sayısını Tanrı bilir, yeni bir reenkarnasyon (dünyada yeniden doğmak) şansı vermesini beklerler.
Öldürmek affı olmayan bir suçtur. Bilerek ya da bilmeyerek olsun, savaş, nefsi müdafaa ve görünmez kaza ile can kaybına sebebiyet vermek dışında can alanların affı yoktur. Ölüm ötesinde bilerek can almışsa ilahi adalet gereği verdiği tüm acılar kendisine aynen çektirildikten sonra ruhları yok edilir. İnsan öldürmenin her halükârda yanlış olduğunu bilmeden can almışsa verdiği acılar katile yaşatılmaz ama o ruhlar da yok edilir. Bu ikinci ve gerçek ölümdür. Ebedi, gerçek ölüm. İçine virüs giren bir programın bilgisayardan silinip atılması gibi düşünebilirsiniz.
Şuuraltına giren hiçbir şey silinmez. Bebekliğinizdeki bazı şeyleri bile hatırladığınıza göre silinme yoktur. Etkisi kalkar. Etkisi kaybolmuş şuuraltı kayıtları da sizi vefat sonrası kabirdeki süreçte etkilemez.
Bilincinizi yükseltirken dalgalanmayın. İniş çıkışlar yaşıyorsunuz. İnsanlar ve olaylar sizi aşağıya çekmesin. Yüzünüz daima Tanrıya dönük olsun. Işığa dönük olsun. Işığın kaynağı Tanrıdır. Diğer insanları durup bekleyebilirsiniz ama siz aşağı inmeyin. Bulunduğunuz bilinç seviyesinde kalın ve yüzünüz Tanrıya dönük olsun. Onların size gelmesini bekleyin. Aşağıya bakmayın.
Tanrıdan yüzünüzü çevirirseniz kaos yaşarsınız. Işıktan mahrum kalırsınız. Yüzünüz daima Tanrıya baksın. Dalgalandığınız müddetçe bir yere varamazsınız.
SORU: Kehanet nedir?
YEŞUA: Falcılık, yani aldatmadan başka bir şey değildir. Tanrı sonsuzlukların Tanrısıdır. Hızı sonsuzdur yani o hızda alana yer kalmaz. Zamana yer kalmaz. Dolayısıyla mutlak huzur ve mutlak duruluk hâkimdir. Her şey andadır. Tanrı anlık hükümler verir. Uzun vadeli planlar yapmaz. İnsan kendi kaderini değiştirebilir. Tövbekâr olabilir ve Tanrıya sığınabilir. Her an her şey değişebilir ve Yüce Tanrı da buna göre her an yeni hükümler verir. Tanrı, sizin için ve sizin yönelimlerinize göre zamanı gelecek yapar.
Bilhassa kapalı odalarda yapılan her türden gösteriler illüzyondur ve göz yanıltmaktır. Bu manada aletsiz ameliyat yaptıklarını söyleyip bunun sosyal medya kanalıyla reklamını yapanlara itibar etmeyin. Benim 2000 yıl önce bedensel olarak aranızdayken böyle şeyler yaptığımı duydunuz mu? Hayır, keza yaptıysam da bunu gizli tutardım. Dünyevi konularda bilimsel düşünceden uzaklaşmayın demiştim.
Kehanet, gelecekten haber vermek kendinizi Tanrıdan üstün görmektir. Tanrı kendisine ait işlere karışılmasından rahatsız olur.
Ruh kendinin farkında olan zaman ve mekân boyutlarının dışında bir bilinç birimidir. Bir enerjidir. Beynin ürünü olan bedensel zihinden ayrı olarak kendi hafızası vardır. Tanrının bize kendinden verdiği saf bir yaşam enerjisidir. Bizim sorumluluğumuz en saf şekilde bize verilen bu emaneti aynı saflıkta çevremize yayıp sonunda da Tanrıya geri verebilmektir. Bunu yapabilirsek sahip olduğumuz kişilik Tanrı tarafından dağıtılmayıp sonsuza kadar bizde kalır. Bu tip saf ruhlara sizler dünyada kutsal ruh diyorsunuz. Bu sıfat sizlerin kullandığı bir kelimedir.
Öte âlemde her şey enerjidir. Enerjinin kaynağı Tanrıdır. Yani tüm yaşam enerjisi Tanrının enerjisidir. Bu manada tek varlık Tanrıdır. Onsuz hiçbir şey var olamaz. O’nun huzurunda olmak O’nun ışığını kaynakta görebilmek demektir ki tarifi imkânsız bir huzur verir.
Bizler Tanrıdan gelmedik. Biz Tanrıylayız. Ruhlarımızı en saf şekilde O’ndan aldık ve yine en saf haliyle O’na teslim etmeliyiz. Ruh Tanrının nefesidir ve bir sonraki nefeslerimiz O’nun lütfu ile olur. O halde yaşamımız her an bitecek gibi ruhlarımızı aldığımız en saf haliyle muhafaza edelim.
Maddi dünya sınav yeridir. Bu nedenle özgür irade ve bunu yönlendirebilmesi içinde kişiye akıl verilir. Ruhsal hafıza yani öte tarafa ait hafıza kapatılır. Duygular verilir ki bu duygular kişiye yönlendirici ivme sağlasın, ancak ruhu ile de bu ivmeleri doğruya yönlendirilsin. Maddi bedende iken hareketlerimiz ruhumuza bilincini yükseltebilmesi için gerekli enerjiyi yükler. Öte alemde bu olanaksızdır.
Kişinin doğacağı yer, ailesi, kültürü ve genleri kaderidir.
Arınmış ruhlar kendiliğinden bilirler. Diğer seviyedeki ruhlar eğitime alınır. Kişi bu maddî dünyada ne ekmişse öte âlemde onun devamını yaşar. Dünyevi takıntıları devam eder. Tamamen arınan ruhlar artık tüm dünyevi tutkularından ve takıntılarından arınmışlardır. Orada ebedi yaşama kavuşurlar. Arınamamış, dünyada iken gerçeğe ulaşamamış ruhlar içinse orada enerjilerin durumuna göre ya bütünlüğü muhafaza edilir ya bölünüp dağıtılır ya da çok kötü ruhlar topraktan ışığa çıkamaz ve hafızaları silinmiş (kendilerinin farkında olma özelliği kalmamış) bir halde yerin altındaki enerjilere karıştırılırlar. Tanrı kötüye kullanılmış kirli enerjileri kabul etmez. Onları tabiat güçlerine karıştırır. Saflaşmış ruhların bir görevi de bu kirletilmiş enerjileri kendilerine çekerek arındırmak ve Tanrıya temiz olarak sunmaktır. Maddi alemde enerjidir. Titreşimleri düşük olan enerjiler.
Sonsuz şekilde dünyada yeniden doğmak yoktur. Bu kısır bir döngü olurdu. Sonsuz yaşam, kazanılmış bir hak değil, hak edilmesi gereken bir hedeftir. Bu manada da insanların, uyanmak demek olan kıyam etmek, kalkmak kelimesini dünyanın sonu gibi anlaması çok yanlış bir yorumdur.
Tüm ruhlar dünyaya ölüm ötesinde gidecekleri yeri bilerek gelir. Bazı insanların dünyaya delicesine sarılıp gitmek istememeleri bundandır. Başlarına gelecekleri hissederler.
Tanrı sevgidir. Sevgiyi eksiksiz özümseyip yaşamadan sonsuz yaşama hak kazanamayız. Tanrının huzuruna eremeyiz.
Her bir insanoğlunun doğuşuyla Tanrı bir diğer yaşayan mabede varlık verir. Bu mabetler vasıtasıyla ve onların içinden Tanrı enerjisi dünyevi boyutta kendisini ifade eder. Tanrı olarak, ancak bu mabet saf ise olabilir. İnsan dünyadaki Tanrı enerjisine mabet olabilecek tek organizmadır. Evrensel zihin insan vasıtasıyla ve insanın içinden şekil dünyasındaki kaynak olarak işlem görür. Maalesef dünya bu gerçekten o kadar uzaklaşmıştır ki bir çocuk doğar doğmaz ona verilen isimle birlikte yanlış kimlikler yüklenmeye başlar. Aile kültürü, yaşadığı toplumun değerleri vs. Elbette bu durumdaki insanlar Tanrının mabedi olamazlar.
Tanrı kaynaktır. İyiliğin, doğruluğun, sevginin, ışığın, bilincin ve yaşamın kaynağıdır. Bizler O’nun saf enerjisi ile varız, o enerjiyi bütün saf vasıflarıyla alıyoruz. Maalesef bu saf enerjiyi çoğumuz kötü kullanmakta ve karanlık enerji girdaplarına sebep olmaktayız. Karşılık ödemeden aldığımız bu saf Tanrı enerjisini olduğu gibi saf olarak yansıtmak bizim asli görevimizken bizler o enerjiyi bencilce kirletiyor ve bize akışını engelliyoruz. Ve ruhumuz kararıp zayıflıyor. Tanrı bu duruma üzülmektedir. Işığının pırıltısı dahi bu üzüntüye paralel olarak azalabilmektedir. Tanrı o kadar yücedir ki bizleri bağışlamak için adeta akıl sır ermez detaylarda dahi iyiliğin kırıntısını arar. Ancak sonunda ilahi adalet kaçınılmazdır. Bu yücelik karşısında bize düşen bir an evvel uyanmak ve istenilen saflığa ulaşmaktır. Tüm olumsuz düşünce ve davranışlardan, kötü sözden ve fiilden uzak durarak sevgi temelli bir yaşamı başarmak ve aldığımız saf enerjiyi aynı saflıkta etrafımıza yansıtabilmek zorundayız.
Biz başardık. Sizlerin de başarmasını ve ebedi yaşama hak kazanmanızı bekliyoruz. Yanınızdayız.
Ruhlar dünyaya yalnız gelir ancak bazıları yalnız dönmez. Başarmış ve kendini tam arındırmış olanlar ışıktan varlıklarca karşılanır. Başaranlar tüm yaşamlarını iyilik ve sevgi üzerine kurmuş ve öyle de yaşamış olanlardır. Esasen bunu başarmakla onların kendileri de ışık olmuş ve sonsuza kadar Tanrıyla beraber ışıktan bedenler içerisinde yaşama hakkı kazanmışlardır. Onlar artık Tanrının askerleri olmuş ve kutsallık kazanmış varlıklardır.
Çoğunluk ise yalnız gelir ve yalnız döner. Ruhsal yoldayız hepimiz. Başarılı olmak için kendimizi disipline sokmalıyız. Gerçek ve değerli olanla geçici olanı ayırt edebilmeliyiz. Birinci olan değerleri birinci olarak almayı öğrenmeliyiz. Bu dünyanın ışığı geçicidir ve gölge yapar. Güneş gidince her yer karanlık olur.
Ebedi yaşamda ise hiçbir şeyin gölgesi yoktur çünkü varlıkların kendisi ışıktır. Bu ışık gitmez. Orada gece yani karanlık olmaz.
Sizler bu dünyada fiziksel bedenler içinde yaşarken adeta uykusunda yürüyen insanların durumundasınız. Tüm yaşamınız sanki uykuda yürüyormuşsunuz gibi geçer. Çoğunuz paraya adeta bir köle gibi hizmet ediyorsunuz. Bunu güç elde etmek için yapıyorsunuz ancak güç sadece Tanrıya aittir. Siz kendiniz için güç peşinde gitmekle ebedi yaşamı kaybediyorsunuz. Kendiniz için güç, söyledim, kötülük yapabilmek için istenir. Siz Tanrının sınırsız değerlerine dönün.
Tanrı ve Kutsal Ruh halkası her şeyi görür ve bilir. Hepiniz yaptıklarınızla apaçık ortadasınız. Saklamak olanaksızdır. Kendinizin farkında olun. Doğruda ve sevgide mi yaşıyorsunuz? Aynı hataları aymazca tekrarlamak kalpleri körleştirir ve Tanrıyla olan irtibatınız gittikçe söner ve sonunda kapanabilir. Maddenin uyuşturucu etkisinden bir an evvel kurtulun. Ruhlar âleminde henüz dünyada doğma şansı bulamayan ruhların mevcut olduğunu bilin ve size verilen bu şansı çok iyi değerlendirin.
Kimseye zararı yoksa yapılabilir sözü yanlıştır. Bir kereden bir şey olmaz sözü yanlıştır. İnsanın kendi bedenini de sevmesi, temiz tutması, tüm uzuvlarıyla birlikte, onlara iyi bakması ve zarar vermemesi şarttır. Esasında tüm canlılar Tanrının hücreleridir. Ama bu hücrelerin bazıları kirletilmekte ve kanser hücreleri misali yok edilmeleri gerekmektedir.
İnsanlar kendi bedenlerine dövme yaptırmaktalar. Bu kabul edilemez. İşareti sadece Tanrı koyar. Siz koyamazsınız. Yine gelişigüzel cinsel ilişkilerle bedeninizi hiçbir şekilde kirletmemelisiniz. Hastalıklara maruz bırakmamalısınız. Bedenlerinizi en temiz haliyle aldığınız gibi Tanrıya iade etmek durumundasınız. Yaşamı ciddiye alın. Yüzlerinizden gülümseme eksik olmasın ama yaşamınızı ciddiyetle devam ettirin.
İnsanın ruhu ölürken büyük acı çeker. Benim çarmıhta çektiğimi düşünülen acılar bunu simgeliyor. Esasen benim tüm yaşamım bir simgedir. Kendinizi dışarıdan seyretmeyi öğrenin. Ben orada acı çekmedim. Kendimi dışarıdan seyrediyordum. Arınmış ruhlar acı çekmez.
Size verilen her şeyi kirletmeden kullanmak ve hiçbir şeye zarar vermeden yaşamak ve aldığınız gibi tertemiz Tanrıya iade etmek durumundasınız.
Siz kendiniz de zarar görmemelisiniz. Aldıklarınızı Tanrıya saf olarak teslim etmelisiniz. Kendi bedeniniz ve ruhunuz bunun dışında değildir.
Dua/ibadet edeceğiniz zaman köşe başlarını tutup herkes görsün diye bağıra çağıra aynı ezberden şeyleri tekrar edip durmayın. Bunları yapanlar putperestlerdir. Siz duanızı evinizdeki bir odanıza çekilip gizliden yapın. Tanrının egosu yoktur. Bu nedenle önünde eğilmenizi istemez. Siz saygıyla ayakta durun yeterlidir. Dualarınız içten, samimi ve size ait sözlerle olsun. Maddiyat istemeyin. Önce Tanrıyı yüceltin, şükredin ve bağışlanma dileyin. O zaten her şeyi bilir. Gösteriş için yaptığınız her şeyin karşılığı yaptığınız gösterişten aldığınız her ne ise o kadardır.
Bir hayvanı Yaratana kurban olarak sunmak, bu en alt tekâmül seviyesindeki insanların yaptığı bir şeydir. Bu insanlar kendilerini hayvanla bir yapmışlardır. Hayvan sunumdan evvel canlı iken sunumunda ölü olur. Tıpkı kendilerini sunanlar gibi. Yüksek bilinç seviyesindeki varlıklar bunu yapmazlar. Onlar kendi dünyasal tutkularını öldürerek, dünyevi arzulardan arınmış diri ruhlarını Yaratana sunarlar. Bu ebedi yaşamı hak etmek içindir.
Sünnet sıcak iklimlerde erken gelişen insanların cinsel olarak erken uyanmaması için insanlarca konmuş bir kontrol mekanizmasıdır. İlkel devirlerde neseplerin korunması ve gençlerin gelişi-güzel cinsel dürtülerinin bastırılmasına yönelik bir kuraldır. Zaman üstü değildir.
Oruç tutmak, insanların nefislerini kontrol etmeyi öğrenmeleri için yapılmış bir uygulamadır. Bilhassa oburluğun ve aşırı yeme alışkanlıklarının kontrolü için düşünülmüş bir düzenlemedir. Zaman üstü değildir.
Tüm bunlar ilkel devirlerde cehennem korkusu ile gerçekleştirilmeye çalışılmış toplumsal kurallardır. Gökten inme değil, akıldan düşünceden doğmadır, o ilkel şartlarda düşünülebilen olgulardır. Sizler şimdi o insanlara kıyasla bilinçlendiniz ve bilimsel düşünceye kavuştunuz. Şimdi, bedenlerimiz mabetlerimiz, ruhlarımız pencerelerimiz, zihinlerimiz rehberlerimiz, hayvani güdülerimiz kurban edeceğimiz şeylerdir. Günde birkaç kere fiziksel kurbanlar sunamayız ama birkaç kere dua edebiliriz, günde birkaç kere mabetlere gidemeyiz ama birkaç kere ruhlarımıza dokunabiliriz. Eksikliklerimize kefaret olarak hayvanları kurban etmek yerine kendi hormonlarımızın şehvetimizi, tutkularımızı ve hayvani dürtülerimizi yılda bir kere değil ama günde birkaç kere kurban edebiliriz.
Dünya bu zamanda bilimsel verilere sahiptir. Kendinize ve diğer canlılara sevgi ile yaklaşın. Tüm varlığın kaynağı tektir. Empati duygusu bu birliğin hissedilişidir. Tanrı ilkel insanların düşüncesindeki gibi çok güçlü bir ilah değildir. Tanrı her şeyin kaynağıdır ve her şeyle iç içe yüce bir kudrettir. İsmi yoktur. Tek olan bir varlığın özel ismi olmaz. Kullanılan isimler insanlar tarafından konmuştur ve “var ve bir olan" anlamındadır. Ve O bize kendisi ile ebedi olarak var olma seçeneğini sunuyor. İnsanın özgürlüğü buradadır. Var olup olmamayı seçmek. Her aklına geleni yapmak değil.
Ruh için Tanrının krallığı ve O’nun işleri daima ilk ve en önemli olmalıdır. Doğru anda derhal tepki vermelidir çünkü Tanrının işleri görev verildiği anda yapılır. Tanrının askeri olan saf (kutsal) ruhlar O’na her zaman hizmet etmek ve görevlerini verildiği anda gerçekleştirmek için O’nun huzurunda ayakta ve tam odaklanmış olarak hazır beklerler. Odaklanmak çok önemlidir. Odaklanmak fiili sürekli olmalıdır. Çünkü bir anlık başka yere kaymak sizin yönünüzü Tanrıdan çevirecektir. Buna da izin verilmez. Sonuçta bu derece bir teslimiyet kolay değildir ve yaşarken tüm tutku ve takıntılardan arınmış, saflaşmış ruhlar olmak gerekir ki bu da tam adanmayı, tam sevgiyi gerektirir. Hiçbir dünyevi tutku, şehvet, mal mülk tutkusu kalmamış olmalıdır. İnsan yaşarken bu bilinç seviyesine tam ulaşamaz ama en azından davranışlarını bu yönde doğrulukta ve iyilikte tutarak olumsuz duygularını kontrol altında tutabilir. Bu insanın kendisinin ötesine taşıyor olmasıdır. Bu ‘olma’ durumuna dünyada yaşarken yaklaşılır ve ölüm ötesinde tam kavuşulup tanrısal halkaya kabul edilir. Bunu başarmak için de bedenliyken Tanrı delisi olmak, Tanrıyı tüm kalbinizle, aklınızla ve ruhunuzla sevmeniz gerekir. Elbette bu durum dünyada yaşamdan zevk alınmaması, inzivaya çekilmesi demek değildir. Önemli olan toplum içinde ve onlarla yaşarken dış şartlar ne olursa olsun insanın kendi içinde, ruhunda bu kontrolü, sükûneti ve adanmışlığı sağlayabilmesidir.
İnsan zihni uykudayken rölantide çalışır. Bu, zihnin en düşük seviyedeki çalışması gördüğünüz rüyaları yaratır. Rüyaların ruhla alakası yoktur. Zihin beyninizin bir ürünüdür. Yani beyin ölünce zihin de dağılır. Bu anlamda ruhla zihin aynı şey değildir. Ruh yaşam enerjisidir. Ölüm ötesinde beynin yarattığı zihin ortadan kalkınca, ruh seviyesine göre, yeni doğan bir bebek annesinden süt emmeyi nasıl biliyorsa, o da kendiliğinden yapması gerekeni bilir. Dünyada yaşarken zihnin karanlık frekansları ruhu ele geçirirse, ruh, kaynağı olan yaşam enerjisini tam alamaz ve güçsüzleşir. Belli bir dereceden sonra o ruh artık çok zayıfladığından ölüm ötesinde uyanamaz, hafızası silinir ve temel yaşam enerjisi de tabiata karışır. Bundan önce, ölüm hadisesini takiben şuuraltı kayıtlarını geri sararken travmalara takılır ve orada acı çeker. Bu sebeple kindar olanlar, tüm olumsuz duygulardan kendilerini kurtaramayanlar orada çok sıkıntı çekerler.
Tanrının yoluna odakların. Gözleriniz bu noktaya konsantre olsun. Başka yöne bakmayın. Yeşua Mesih olarak dünyaya tekrar, eğer ki insanlar sadece Tanrının yoluna odaklanırsa gelirim. İnsanların bu haliyle dünyaya tekrar gelmem söz konusu değil.
Yaratılmış olan her ruh henüz dünyada bedenlenme imkânı bulamamıştır. Bu onların kendi hatalarından kaynaklanıyor. Bedenlenerek varlık sınıfına girebilmeye hak kazanmış ya da henüz kazanamamış sayısız ruh vardır. Ruhlar dünyası tekâmülü sadece dünyaya bağlı ruhlardan oluşmamaktadır ve sınırsız sayıdadır. İnsan sadece insan olarak doğar. İnsan bu günkü insan olarak yaratılmıştır. Evrim yoktur. İnsan bir kerede yaratılmıştır. Tanrının buna gücü yetmez mi sizce? Elbette yeter. Onlardan tek farkınız beyinlerinizi kullanma kapasitelerinizin artmış olmasıdır. İnsan ruhunun hayvan ya da bitki olarak bedenlenmesi yoktur. Bu anlamsız olurdu.
Tek başınalık kabul edilmelidir çünkü o esastır. Üzüntüyü tek başınalık yaratmaz. Tek başına kalmanın gerektiğini düşünmeniz üzüntü yaratır. Tek başınalık özgürlüktür. Yalnızlığı tek başınalıkla, tek başınalığı yalnızlıkla karıştırmamak lazım. Her halükârda varlıklar tek başınadır. Düzen budur. Tanrı da tek başınadır. Bu durum enerji yaratır ve Tanrıya daha fazla enerji yollarsınız. Tek başınalığı becerebildiğiniz andan sonra insanlarla iletişiminiz farklı olacaktır. Tek başınalık Tanrıya mahsus değildir. Tüm canlılara mahsustur. Bunu unutma kardeşim. Sen artık her şeyi yapan değil, tanıksın. Bunu da hatırından çıkarma.
Beni tahta olan bir haçla ölü halde simgeliyorlar. Benim simgem yoktur ama illaki bir simge aranıyorsa bu canlı bir ağaç olabilir. Zaman zaman durgunlaşır, yapraklarını döker sonra yeniden çiçek açıp meyve verir. Üzerinden bulutlar geçer ama etkilenmez. Güneşin orada olduğunu bilir.
Kutsal (Saf) ruhlar kaynağa ulaşmış, görevliler kutsal halkasına dâhil olmuş ruhlardır. Onların ruhlar âleminde, dünyadaki gibi kanlı canlı değil ama insan misali bir görüntüleri vardır. Sizlere ise istedikleri şekilde görünebilirler. Bu saf ruhlar için orada oturmak ya da yatmak yoktur. Onlar orada hep ayakta dururlar çünkü onlar Tanrının huzurundadırlar. Tanrının huzurunun muhteşemliği tarif edilemez.
Sonsuzluk Tanrıya ve kutsal (saf) ruhlara aittir. Diğer her şeyin sonu bir şekilde vardır. Bilincin de çıkabileceği son bir kademe vardır. Rakam olarak on ikinci kademe diyebiliriz. O noktada artık tırmanma bitmiş, zirveye çıkılmıştır. Merdiven bitmiş, düzlüğe varılmıştır. Oradan her yer görünür. Daha yukarısı yoktur. O noktada da aşağı bakıp insanları küçümsemeyin. Yukarı bakın. Işığa bakın. Ben kimim, diye sormayın. Bu bencilliktir. Daima ben neyim, diye sorun.
Bilincimizi tüm zamanların üzerine yayabilseydik sonsuzluğa kavuşurduk. Güzellik de bir anlık sonsuzluğa yayılma duygusu verir ama geçici olduğundan ümitsizliği ve hüsranı da akabinde getirir. Bir an olsun kendinizi unutturur ama sonra gider. Kırılırsınız. Kalıcı sonsuzluk duygusu ancak Tanrının huzurunda olur.
Dünyanın sonu değil, insanların sonu da değil ancak bu insan neslinin sonu geldi. Dünyadaki insanların büyük çoğunluğunun bu bedenlerindeki yaşamları son şanslarıdır ve de çoğu ölüm ötesinde, ruhsal ölümle de karşılaşacaklar. Tanrının da sabrı bitti.
Tanrıyı konuşturmak, Tanrı adına konuşmak, O’nun ağzından konuşmak yanlıştır. Tanrı böyle istedi, Tanrı şöyle dedi gibi sözler kullanmak yanlıştır. Tanrı konuşmaz. Tanrı yapar. Tanrı sorgulanmaz, Tanrı ile ilgili konuşurken espri yapılmaz. Söyledim Tanrı yargılanmaz. Tanrı kimseye kendisini yargılama hakkı vermedi.
Tanrı her şeyin kaynağıdır. Bir özü vardır; mutlak hareketsizlik ve ebediyen
yaratılanlara bilgisi kapalı, bir de enerjisi ki aktif olan ve her şeyin içinde yaratıldığı kısım. O’nu görmek mümkün değildir. O’nu kavramak mümkün değildir. Tanrı öz olarak hareket etmez, varlığında bir değişme olmaz. Sabittir. Enerjisi ışığın kaynağıdır. Tanrı ruhtur. Tanrının takvimi ve zamanı farklıdır.
Sevgi yaratıcı enerjidir. Kaynağı tüm varlığın kaynağı olan Yaratandır. Sevgi engel tanımaz. Kalplerde sevgi varsa bir şekilde bir yerden sızar gelir. Sevgi olmadan, nefsaniyetle olan mücadelenizi kazanamazsınız. Sevginin kaynağı Tanrıdır. Sevgi her şeyi bir arada tutan yaşam enerjisidir. O’ndan gelir. Yaşamın hüküm sürdüğü alan sonsuzluktur. Orada her şey şimdidedir. Gelecek zaman yoktur. Öncesi ve sonrası aynı anda görünür.
Tanrı temizliğin, iyiliğin kaynağıdır. Bu sebeple Tanrıdan kimse için kötülük dilenmez. Beddua edilmez. Lanet dilenmez. Bunu yapanları Tanrı mutlaka cezalandırır. Olumsuz dualar gözle görünmeyen düşük titreşimlerin oluşturduğu alt varlıkları size cezbeder. Hatırlayın: “Düşmanlarınız için de dua edin” demiştim.
‘’Yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü’’ sözü yanlıştır. Tanrı hoş görülecek eksik varlıklar yaratmaz. Onun yarattıkları mükemmeldir ancak kendini Tanrıdan ayıran insan kötülüğe saparak bozulur. Özgür iradesini Tanrıya karşı gelme yönünde kullanarak yanlışa gider. Bu hali ile Tanrının yarattığı değildir. Hoş görülemez. Kötülüklerle mücadele edilmelidir.
Dinî ve felsefî inançlar dokunulmaz değillerdir. Bunlar herkesin zihnindedir. İnsanın nerede doğduğu, nasıl yetiştirildiği, kimlerin kişi üzerinde etkili olduğu bunları belirleyen unsurlardır. Elbette bu durum onların mutlaka doğru olacağı anlamına gelmez. Ya da tüm zamanlarda doğru kalacağı anlamına gelmez. Kişi bunları aklı ile sorgulayabilmelidir. Bunu yapmadan bir de insanları ötekileştirmesi, başkalarının kendi inanç ve görüşlerine inanması için baskı yapması, olmadı iftira atması, tecavüz etmesi, malını gasp etmesi ve öldürmesi tam bir şeytani akıl hastalığıdır. Bunlar ilkel kavimlerdeki yağma anlayışlarıdır. Sizler törelerinizle ve kadim bilgileri yanlış aktarımlarınızla da Tanrının sözlerini kirletiyorsunuz. Bu nedenle uyanın ve kendinizi eğitin. Benlik (ego) boyutunda kalıp kalmamak sizin elinizdedir. Tüm sorgulamadan inanan koyu dindarların ruhları yok edilecektir. Son zamandayız.
İnsanlar gereksiz konuşmalardan kaçınıp Tanrıyı düşünsünler. Yüzlerini ışığa çevirsinler. İnsanlar başkalarının sorunlarını eğer sonuca ulaştıracak bir durumda değillerse gereksiz meraklarla soruşturmasınlar. Boşuna konuşmasınlar. Bu boş konuşmalar enerji kaybıdır hâlbuki enerjinizi Tanrıya yönlendirirseniz daha iyi olur. Tanrı zaten gerekeni gerektiği zaman yapacaktır. Bir de onun görevlendirdiği ruhlar kendilerine verilen görevi verildiği anda yaparlar. Siz, sorunu olan herhangi bir kimseye olumlu katkı yapacak durumda değilseniz bu durumda başkalarının sorunlarını konuşmakla sadece kendinizi üzmüş olursunuz. Bu da enerjinizi düşürür. Bu gibi beyhude meraklardan ve konuşmalardan kaçının.
Yüce Tanrı dünyada erkek ve kadını yaratmıştır. Bunun arası, ortası yoktur ve bu hüküm kesindir. Cinsel ilişki temelde sadece insan soyunun devam etmesi için vardır. Gelişigüzel cinsel ilişkilerden kaçının. Cinsel sapkınlıklar Tanrıya isyandır ve kesin yok oluşa götürür.
Tarihte Sodom ve Gomora ’da cinsel sapkınlıklar o denli yüksek boyutlardaydı ki insanların kendileri mikrop haline gelmişti ve mikroplu şeyler kireçlenir. Tanrı Sodom ve Gomoralıları kireçledi. Bütün cesetler, yapılan arkeolojik kazılar sonucunda tamamen kireçle kaplanmış olarak bulunmuştur. (Arkeolojik kazılar sonucu bu şehrin tüm insanlarının, gelen selin kireçli nehir yatağından taşıdığı kireçli sular ile tamamen kireçle kaplanmış olduğu saptanmıştır.)
Bu tip cinsel sapmalar insanlıktan çıkıştır. Temelinde delilik boyutunda çarpıtılmış seks dürtüsü vardır. Bu tip insanlara akıl hastası gözüyle bakılmalı ve tıbbi müdahaleye sevk edilmelidir.
RUH NEDİR?
Esas varlığımızdır. Tanrının bize kendinden verdiği enerjidir. Zihnimiz beynimizin bir ürünüdür ve fakat ruhumuzu hakimiyet altına alırsa onu kirletebilir. Dünyada iken buna dikkat etmeliyiz. Eyleme dökmediğimiz sürece aklımıza gelen kötü düşüncelerden ruhumuz etkilenmez yine de zihnimizi iyi, olumlu düşüncelerle dolu tutmalıyız. Zihin beynimizle birlikte ölür geriye kalan ruhtur. Dolayısıyla dünyasal kişiliğimiz ortadan kalkar. Tanrı enerjisiyle eğer saflaşabilirse birleşecek olan ruhumuzdur. Bedenler toprağa karışır.
Ruh dünyasal kirler yüklenmişse bu ölüm ötesinde onun için azap olur. Saf kalabilmişse ölüm ötesinde ışığa kavuşur. Tanrı ile ölümsüz yaşama kavuşur. Dünyevi kimlikler, dünyevi bilgiler, cinsiyet, akraba, tanıdık orada yok olur. Kalan sadece temiz ya da kirli ruhtur. Ruh orada riyakatine göre görür, duyar ve kendinden bilir. Bilincinin dereceleri vardır. Bazıları azaptadır, bazıları yeni bir reenkarnasyon için eğitimde ve bazıları da Tanrı katında reenkarnasyon döngüsünden kurtulmuş Tanrının askerleri olarak Tanrı ile sonsuz yaşam ışığında bir olmuşlardır. Bu Tanrı olmuşlar demek değildir. Olan vatanından savrulmuş bir damlanın kirlerinden arınıp tekrar okyanusa kavuşması misali gibidir.
KÜRTAJ GÜNAH MIDIR?
Hayır. İlk aylar tercih edilmelidir. Annenin sağlığı için ya da bu çocuğa gereği şekilde bakılamayacaksa kürtaj olunabilir. Ruh bebeğe doğumu takiben aldığı ilk nefesle girer. Ondan önceki safhalarda cenin annenin bedeninin bir paçasıdır.
YEŞUA’NIN ÖĞRETTİĞİ BİR DUA
Yeşua Mesih’in aracılığıyla ruhum yıkandı ve arındı. Senin adın, senin iraden, senin egemenliğinle Yeşua Mesih’in rehberliğinde huzuruna geldim Tanrım. Gökte olduğu gibi yeryüzünde de senin isteğin olsun. Senin ilahi takdirine güveniyorum. Tanrım bizi her türlü kötülükten kurtar, çağımıza rahmetinle barış getir. Benim değil, senin dediğin olsun Tanrım. Âmin.
Kişisel isteklerinizi de dile getirin sonra akışına bırakın. Mutlaka bir gün bu isteğinizin olacağını bilin ama süre koşulu istemeyin.
KÜFÜRLÜ KONUŞMAK
Küfür etmeyin. Küfür, içi kötülüklerle ağzına kadar dolmuş insanların ağızlarından bu kötülüğün dışarı taşmasıdır.
AYDINLANMAK
Aydınlanmış bir ruh olabilmek için önce birey olabilmek gerekir. Koyunlar gibi sürüyü takip edenler değil ama kendilerini doğru davranışlarıyla tanımlayan bireyler olmak gerekir. Bu manada birey olmak kör inançlara, mantıksız törelere hatta her ne ad altında olursa olsun dogmalara inanmamaktır.
Aydınlanmış insan mutlaka rasyonel düşünür ve hepsinden öte kendi en derin içsel duygularını dinleyerek hareket eder. Koyunlar sürüyü takip eder ama aydınlanmış birey sadece kutsal olan evrensel değerleri gözetir. Her şeyin temelinde evrensel varlık sevgisi olmalıdır. Yerdekilere ne kadar sevgi gösterirsek göktekilerde bize o kadar sevgi gösterecektir.
Tanrı sevgidir. Sevgi her şeyi bir arada tutan güçtür. Tanrı sevgisi ile aramıza başka hiçbir şey koymadan yerdekileri de karınca kararınca kendimiz gibi görebilmeliyiz. Tanrı sevgiyi, şartsız, diğerkam sevgiyi temsil eder.
Karşıdakinin mutluluğu da esastır. Tanrı özgürlüğü temsil eder. Tanrısal olanda karanlık bir nokta yoktur. Her şey aydınlıktır, dolayısıyla korku yoktur. Takıntı yoktur. Kölelik, kulluk yoktur. Kardeşlik vardır.
Tanrıya inanmayanlar geçici olana inanırlar. Bir gün nasıl olsa bitecek bilinci bencilliği, korkuları ve köleliği getirir. Tanrıya inanmayanlar özgürlüğü sadece kendilerine isterler. Buda zorbalığı ve bağnazlığı getirir. Tanrıya inanmayanların sevgisi tutkularla şekillenir. Sevgiyi kendileri için isterler. Kendi egolarının tatminini sevgi sanırlar. Kendilerine kulluk edilmesini isterler. Eşitliğe tahammülleri yoktur.
Gerçek, derin anlayış gerektirir. Ruhaniyet kendinizle ilgili soru sormak iken dinler ilerlemek için kitaplara güvenilmesini ister. Bu durum ise milyonlarca zihni kilitleyerek geri bıraktırmıştır. Dinler adeta köle tacirlerinin ideolojik arka kapıları olmuştur. Tüm dünyadaki kurumlaşmış dinler politikadır.
Her zaman sakın olun. Zihninizdeki cam gibi berrak su gibi olsun. Kendinizi kaynamakta olan bir suda görebilir misiniz? Hayır. Ancak su bir ayna gibi düz ve berrak ise görebilirsiniz. Bu önemlidir. Zihninizde sakın değilse Tanrıdan her yöne akmakta olan yaşam enerjilerinin alamazsınız. Bu yüzden sakin bir zihin yaşamsal önem taşır. Bu enerjileri düzgün alamayanlar sağlıklarını koruyamazlar. Hem fiziksel hem de zihinsel sağlıkları bozulur. Bu nedenle her tür endişelerden uzak durun. Dua etmeniz bu konuda büyük fayda sağlar. Toprak ve suyla bedensel temas da fayda sağlar.
Tanrıyı bilmek insan varlığının amacıdır. Bunu anlayan huzura erer. Ben merkezli arayışlar son bulur. Arayış sona ermiştir. Yaşam kutlanılacak bir hal alır. Varlık sahnesinde oluşumuzun tek bir amacı vardır. Tanrıyla yürümek, Tanrı ile birlikte olmaktır. Aydınlanma kelimesi bazılarınızca süper güçlerin elde edilmesi ile bir anılır. Hayır, aydınlanmak Tanrı ile bir hissetmenin doğal tezahürüdür.
AYDINLAMANIN SORUMLULUKLARI
Aydınlanmak kendinizi kutsal olana açmaktır. Bu açışın beraberinde gelecek tüm sonuçları kabul etmektir. Kendini kutsal olana açan her ruh-insan insanoğlunun ruhsal ıstıraplarına karşı savunmasız, her türlü ayartma ve denemelere karşı tam açık hale gelir. Bu tür insanı saran olumsuz enerjiler yaşadığınız çevrenin kültüründen gelir. Televizyon, internet vs. Kalplerinizi bunlardan korumalısınız ve kalplerinizdeki Tanrı sevgisi olan tüm olumlu enerjilerin kirlenmemesi için dikkat etmelisiniz.
Zihninizdeki tüm zararlı ve asalak düşüncelerin kalplerinizde (ruhunuzda) bir yer edinmesine izin vermemelisiniz. Bu takıntılı dürtüler ve tutkular sizin iblisler dediğiniz şeylerdir.
Oburluk, mutsuzluk, fesatlık, öfke, kibir, umutsuzluk, endişe, para hırsı, açgözlülük, pintilik, hasetlik, asabilik, şehvet düşkünlüğü vs. bunların her biri bir şeytandır. Bu tür şeytanların ruhunuzda bir yer edinmesine ve ruhunuza yerleşmesine asla izin vermeyin. Elinizden hiçbir şeyin gelmediği durumlarda Tanrıya sığının. Ruhunuzu koruması için dua edin.
Tanrı sadece mükemmel olanı yaratır. Onun her yarattığı mükemmeldir çünkü O mükemmeldir. Ancak siz insanlar kötülüklerinizin yüzünden bu mükemmeliyeti bozuyorsunuz. Sizden istenen yaşamı korumanız, yaşamı tüm varlıklar için daha işlevsel hale getirmeniz ve kalitesini yükseltmenizdir.
Dogmalaradan uzak durun. Dogmalar insan bilincine bir aşağılamadır. İnsanlığı karanlığa çekmiştir. Dogmalar insan ruhunu korku temelli olumsuz duyguların ele geçirmesine sebep olmuştur ve bu tip korkular kişilerin acımasız, vicdansız ve kişiliksiz olmasına sebep olurlar. Onlar dünyasal olana taparlar. Diğerlerine hükmetmek en büyük tutkularıdır. Para hırsı en büyük özellikleridir. Tanrının adını boş yere kendi ben merkezli ihtirasları doğrultusunda kullanırlar, amaçları kendi olumsuz tutkuları ve hedefleridir sadece.
Bu tip insanların kötülükle kazandıklarına özenmeyin. Onlara sempati dahi duymayın. Onlar kendi ruhlarını yok etmektedirler. Onları engellemek için elinizden bir şey gelmediği durumlarda Tanrıya sığının. Ruhunuzu koruması için dua edin.
EVRİM
Evren ve insan bir kerede Tanrı tarafından yaratılmıştır. Evrim yoktur. Görünenler görünmeyenden yaratılmıştır.
KENDİNİZİ SEVİN
Kişi kendini benimseyip sevmeden Tanrıyı sevemez. Kendi karakterini ve yaptıklarını sevmesi gerekir. Kötülükte ve yanlışta kalarak bir ruhun kendini benimseyip sevmesi, vicdanının rahat olması olanaksızdır. Bu sebeple kişinin kendini sevmesi için doğrulukta ve iyide olmak şarttır. Sonucunda da Tanrıyı sevecektir.
Her insan Bütünün içinde tamamlayıcı bir bölümdür. Ruhlarımız Tanrıdandır. Kaynağımız Işık ve Kutsiyettir. Tanrı bizim içimizde biz Tanrının içindeyiz. Bu birliktelik dünyasal manada okyanus ve ondan kopan bir damla misalidir. Bedenli dünya yaşamımızda bencil tutkulardan, kibir, kin vs. olumsuz duygu ve düşüncelerden uzak, temiz bir yaşamla, ölüm ötesinde bu birliktelik tekrar kazanılacaktır. Kazanılabilirse kazanılacaktır.
YOL BİREYSEL VE YOLCU TEK BAŞINADIR
Hristiyanlığı ben kurmadım. Yahudi dinini de sevmedim. Amacım farklı bir düşünce akışı yaratmaktı. İnsanları biraz daha sevgiye, şefkate çekmek istedim ama onlar istemediler. Beni havarilerim bile tam anlayamadı. Şimdi bile beni tam anlayabilen birkaç kişi var sadece. Sen beni tam anlayanlardansın kardeşim. İnsanların benim yeni bir din kurmaya çalıştığımı düşünmeleri beni çok rahatsız ediyor. Ben iki bin sene önce de yeni bir din kurmaya çalışmadım. Biliyorsun ben Yahudiydim. Yapmak istediğim, mevcut dindeki yanlışları d��zeltmekti. Yeni bir hareket yaratmak değildi. Benden sonra gelen gibi kendi ismimi öne çıkarmak, adımı yaymak gibi bir niyetim de yoktu. Hatta kendi ismim bilinsin dahi istemedim. İstediğim, insanların yüzlerini Tanrıya çevirmekti sadece. Bunu bilsinler.
Yüzünüz Tanrı’ya dönükse yaşam, dünyaya dönükse ölüm sizi bekliyor. İnsanın seçimine Tanrı karışmıyor. Tercihinizi yapın, bu yolda tamamen özgür ve tek başınasınız.
Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi hür kılacaktır. Gerçeği bilen tüm dünyasal ihtiras, takıntı ve korkularından özgür olur. Varlığın birliği gerçeğini bilmeden kalıcı bir adalet, ahlak, birlik, sevgi ve coşku olamaz. Ruhaniyet ve huzur olamaz. Sadece bu gerçeği bilip ve onu özümseyip yaşamak savaşları durdurabilir. Dünyaya kalıcı bir barış getirebilir.
Bin arasında birinizi on bin arasında ikinizi seçeceğim ve onlar ayakta bir olacaklar. Çok azınız kutsal ruh olmayı başardınız.
Gelen her yeni nesil kendilerinden önce gelenlere kıyasla daha bilinçlidirler.
En doğrusunu Tanrı bilir ve yapacaktır şüphesiz.
YEŞUA MESİH OKUMALARIM 2009/19
Alpaslan Kuzucan
2 notes · View notes
drsmuratakcay · 3 years
Text
DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU
Erişkinde de çocukta da Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu vardır. Teşhis konulmadığında beraberinde bolca miktarda ek psikiyatrik sorun doğurur. Sadece akademik yaşamı değil, sosyal ilişkileri de etkiler.
DEHB sosyal ilişkilere de etki eder çünkü dikkat odağınızı koruyamadığınızda bir sohbete ancak sınırlı bir sürede tahammül edebilirsiniz. Öyle olunca da uzun süreceğini öngördüğünüz buluşmalara gitmeye isteksiz olursunuz.
DEHB basit görünen ve normalde üzerinde düşünülmeden gerçekleştirilen günlük işleri o kadar karmaşık hale getirir ki, sadece günlük hayatınızı idame ettirmek Mars'a roket göndermek gibi karışık ve zihinsel efor gerektiren bir durum haline gelir.
Misal, evden çıkarken cep telefonu, anahtar ve cüzdanınızı alacaksınız. Bu listeye bir de gözlük eklenirse DEHB'si olan bir kişi bunu unutmamak için o kadar yoğun bir zihinsel efor göstermek zorunda kalır ki, ayakkabısını giymeden evden çıkmış vaziyette bulabilir kendini.
O zaman böyle olmaması için bir takım rutinler geliştirmeli; cüzdan, telefon ve anahtar hep aynı yerde olmalı ve hep aynı rutin ile evden çıkılmalıdır. Bu sistemin dışına çıkmak huzursuzluk kaynağı olduğu için DEHB'si olanlar kompansatuar biçimde takıntılar geliştirebilirler.
İlk kez gittiğiniz bir işyerinde gergin hissedersiniz. Alışkanlıklarınız yoktur. Su içmeye gitmek için hesaplama yapmanız gerekir, hiçbir şey otomatize değildir. DEHB'si olanlar hayatlarının genelini böyle bir ruhsal durumda geçirdiklerinden kesintisiz bir kaygı yaşayabilirler.
Yine de en yıkıcı etkileri çocukluk boyunca tanılandırılmamasından kaynaklanıyor bence. DEHB'si olan çocuk dersi dinleyemez, öğretmen tarafından ya yaramaz ya da başarısız olarak damgalanır genelde.
Başarısız olarak damgalanınca iki seçenek var kabaca. Ya isteyip de başaramadığını kabullenecek (içselleştirme). Sonuç olarak da hayatı boyunca özgüveni düşük biri olma riski olacak, depresyona girmeye meyilli olacak.
Başarısız olarak damgalanınca diğer seçenek isteyip de başaramadığını değil, zaten istemediğine kendini ikna edecek (dışsallaştırma). Başarı kavramının kendisine düşman olacak. Dersi sadece dinlememekle kalmayacak, diğerlerinin de dinlemesine engel olacak.
Okulda zorlanacak, arkadaş ilişkilerinde zorlanacak, ailesi tarafından zorlanacak. Zaten basit gündelik işlevlerde zorlanacak. Bu kaygı ile baş etmek için alkol veya maddeye yönelmeye riski de yüksek olacak doğal olarak.
Sonuç olarak ben antisosyal (psikopat) tanısı almış, antisosyal görünen, öyle davranan, öyle tanısı olan, kendisini öyle zanneden ama antisosyallikle alakası olmayan bir sürü tanısı atlanmış DEHB gördüm gerek sosyal, gerek meslek hayatımda.
Özetle çocuklukta fark edilmemiş DEHB içselleştirildiğinde tekrarlayan depresyonlar, dışsallaştırıldığında ise uyumsuzluk ve kural bozucu davranışlar ile erişkinlik yaşamı boyunca kişiyi takip edebiliyor.
Bu minvalde tanılandırma veya ilaç endüstrisi ilişkilerine dair tartışmalar baki kalmakla birlikte, erişkinde de çocukta da DEHB'yi yok saymanın çok büyük kötülük olduğunu düşünüyorum.
0 notes
bobofaegean · 4 years
Photo
Tumblr media
NAZAR BONCUĞUNUN KÖKENİ Kökeni Sümerler’e, Babiller’e ve Eski Mısır’a uzanan nazar değmesi inanışına göre, insanın taşıdığı olumsuz düşünceler, fikrin dışarıya açılmış biçimi olan gözlerden dışarı çıkar. Bu da, bakışlarla olur. Buna, vurucu güç adı verilir. Vurucu gücü önlemek ve ondan korunmanın yolu ise, “göze gözle karşı gelmek” olmuş. Nazarın ve nazar boncuğunun izleri, Mısır'a M.Ö. 4800-M.Ö. 5000 yıllarına uzanıyor. Dünyadaki tüm kötülükleri gören Mısır imparatoru Osiris'in gözünün, yoksulluğu ve cehaleti uzaklaştırdığına inanılırdı. Oğlu Horus, gözlerini açtığında ortalığın aydınlandığı (iyilik) kapattığında karanlık (kötülük) olduğu düşünülürdü. Şekli gözü andıran her şeyin, insanı kötü düşünceden, nazardan koruduğu inancı yaygınlık kazanmış. Özellikle Eski Mısır’da “Osiris’in Gözü” ya da “Horus’un Gözü”, nazara karşı korunma yollarından önemli figürlerindendir. Güneş tanrısı Osiris'i öldüren Seth'den öç almak isteyen Horus'un gözü, kavga sırasında aynı zamanda amcası olan karanlıklar ve kötülükler tanrısı Seth tarafından parçalanır. Bilimlerin ve tıbbın kurucusu olan Toth parçaları toplar ve gözü eski haline getirir. Ancak 1 / 64'lük parçası eksiktir ve bu parça, Toth'un büyü ve sihir gücü tarafından tamamlanır. Daha sonra Horus'un bu gözünü simgeleyen hiyeroglif resim, uzak görüşlülüğün, beden dokunulmazlığının ve sonsuz doğurganlığın simgesi olarak, gemi, araba mumya, vazo gibi nazardan korunması gereken gereçlerin üzerine çizilmeye başlanmıştır. Mısırlılar önem ve değer verdikleri her şeyi, koruyabilmek için üzerine Horus'n gözünü çizdiler. Bu çizimler daha sonra Anadolu'ya ulaştı ve büyük bir olasılıkla onu ilk defa Fenikeliler (M.Ö. 2500-M.S. 65) cam üzerine geçirdi. Bugün bir nazar boncuğuna bakarken, binlerce yıldır kesintisiz devam eden bir süreci bir saniye daha ileriye taşıyoruz. Birisine nazar boncuğu hediye ederken, aslında binlerce yıldan bu yana devam eden bir geleneği sürdürüyoruz. https://www.instagram.com/p/CFEcwk4glcE/?igshid=17orio2splj8s
0 notes
Text
Diablo 4 Satın Al
Diablo 4 Satın Al
Diablo 4 satın al oyunu, diğer serilerine kıyasla oldukça farklı ve en beklenilen oyunudur. ARPG oyunları Diablo 4 satın al oyunun bu serisini uzun zamandır beklemektedir. İçeriğinde birçok farklı özelliği olan yenilikleri bulunmaktadır. Yeni şeytani özellikler, zor ve farklı görevler hatta büyük bir karanlığın geri dönüşü sağlamaktadır.
Diablo 4 satın al oyununda da tıpkı diğer Diablo 3 serisinde ki gibi uzun yıllar sonra, High Heavens ve Burning Hells'in yaptıklarının birçok insanın can vererek ölmesinden sonra gerçekleşmektedir. Ancak ortaya çıkan güç boşluğu ile ortaya efsane bir isim çıkmıştır. Litith, yani Mephisto'nun kızıdır. Hatta insanların ilk yaratıcısı olarak nitelendirilmektedir.
Tumblr media
Litith’in Sanctuary' ye olan aşkından dolayı tüm erkeklerin ve kadınların kalbine derin bir şekilde işler. Ruhu ile kötülük besler ve dünyayı çok umutsuz, karanlık bir hale getirir.
Diablo 4 Satın Al Oyunu ile Meydan Gelen Yenilikler Nelerdir?
Sanctuary tamamen keşfe açıktır. Hatta Diablo 4 satın al oyunu serisinde, Sanctuary'i daha önce hiç görmediğiniz şekilde keşfetmek için hikaye modu aktif hale getirilmektedir. Tamamen keşfe açık bir alanda, kesintisiz bir şekilde bağlı ve 5 bölge alanında dilediğiniz sırayla farklı farklı maceralar yaşayabilirsiniz.
At ile diğer tüm oyuncular, halka açık bir şekilde görevlerini tamamlamaktadırlar. Tüm bölgeleri gezerek, parti kurmalısınız ve tabi kalabalık şehrin ticaret merkezlerini de araştırmalısınız. Hazineler ve zafer için tüm boss’lara veya diğer oyuncu kitlesine meydan okuyabilirsiniz. Diablo 4 satın al oyununun son serisi, tüm ölümcül kahramanları ile sizleri beklemektedir.
Tumblr media
Diablo 4 Oyunu Sınıfları ve Yenilikleri Nelerdir?
Diablo 4 satın al oyununun lansmanında 5 farklı benzersiz kahramanlar tanıtılmıştır. Hatta BlizzCon'da açıklanan birkaç oyuncu karakterinden bahsedelim.
Yeni gelen karakterler;
Diablo 4 Barbar,
Diablo 4 Büyücü,
Diablo 4 Sorceress,
Diablo 4 Druid, ile birkaç karakterlerin daha açıklanacağı     duyurulmuştur.
Diablo 4 Oyunu Ne zaman Çıkacak ve Nasıl Satın Alınacak?
Son zamanlarda sıklıkla karşımıza Diablo 4 ne zaman çıkacak soruları çıkmaktadır. Tahminler doğrultusunda 2021 yılı içerisinde oyun hizmete sunulacaktır. Oyunu satın almak için kesinlikle Durma Play sitesini tercih etmelisiniz. Durma Play sitesi tamamen oyun satış sitesidir. Ayrıca oyunu buradan satın almanız halinde, çıkış tarihinden önce teslim edilmektedir.
youtube
0 notes
olumsuzsozler · 7 years
Photo
Tumblr media
Mitler ve kurgular, insanları doğumlarından itibaren belirli bir biçimde düşünmeye, bazı standartlara ve kurallara uygun olarak davranmaya ve belirli şeyleri istemeye alıştırırlar.
Yuval Noah Harari
╚►Sözler Gif Linki:
Tumblr media
Yuval Noah Harari Sözleri:
İnsan bilincinin hizmetçisi olarak doğan yazı, giderek insanın sahibi haline geldi. Yuval Noah HarariSevelim ya da sevmeyelim, büyük maymunlar adı verilen gürültücü ve büyük bir grubun üyesiyiz. Yaşayan en yakın akrabalarımız arasında şempanzeler, goriller ve orangutanlar var, ve şempanzeler bunların en yakını. Yalnızca 6 milyon yıl önce, tek bir dişi maymunun iki kızı oldu. Bunlardan biri tüm şempanzelerin atası olurken, diğeri de bizim büyü kannemiz oldu. Yuval Noah Harari Yani bir milyon yıl önce yaşa yan insanlar, büyük beyinlerine ve sivri taşlara rağmen avcı hayvanlar dan korkarak, nadiren büyük hayvanlar avlayarak yaşadılar ve hayatta kalmaları bitki toplayarak, böcek yiyerek, küçük hayvanları avlayarak ve daha güçlü hayvanların bıraktığı leşleri yiyerek mümkün olabildi. Yuval Noah HarariYetmiş bin yıl önce, insan atalarımız, diğer tüm hayvanlarla birlikte Afrika'nın bir köşesinde sadece kendi işine bakan önemsiz hayvanlardı. Oysa ki bugün pek azı, Dünya'ya insanların hükmettiğini reddedebilir; tüm kıtalara yayıldık ve hareketlerimiz Dünya’nın ve hayvan denilen canlıların gidişatını belirliyor. Biz oradan buraya nasıl geldik?  Yuval Noah HarariLüksler zamanla ihtiyaç haline gelir ve yeni zorunluluklar ortaya çıkarır. Yuval Noah Harariİnsanlık, sadece tarihin akışını değiştirebilme değil, tarihi sona erdirebilme kapasitesine de sahip... Yuval Noah HarariYaşamak için bir sebebiniz varsa her şeyle baş edebilirsiniz.  Yuval Noah HarariDünyada artık doğal kıtlıklar kalmadı, sadece siyasi kıtlıklar var. Eğer Suriye, Sudan ya da Somali'de insanlar açlıktan ölüyorsa, bu bazı siyasetçiler böyle istediği için oluyor. Yuval Noah HarariYenemeyen, içilemeyen, dikilemeyen, alet ve silah yapımı için fazla yumuşak bir metal neden bu kadar önemliydi ki? Yuval Noah HarariPara bir eşya değildir, psikolojik bir kurgudur ve fiziksel olanı zihinsel olana çevirerek çalışır.  Yuval Noah HarariEşitlik ancak daha iyi durumdakilerin özgürlüklerini kısıtlayarak sağlanabilir. Yuval Noah HarariSavaşı anlamak istiyorsanız tepedeki komutanlara ya da gökteki meleklere değil sıradan erlerin gözlerinin içine bakmanız gerekir.  Yuval Noah HarariOrdular, polisler, mahkemeler ve hapishaneler kesintisiz olarak insanların hayali düzene uygun davranmasını sağlamak için çalışır.  Yuval Noah HarariDavranışı değiştirmeyen bilgi işe yaramaz. Yuval Noah HarariSonsuza kadar sürecek bir çileyle yaşamayı kim ister ki?   Yuval Noah HarariDuygularımıza daha çok anlam yükledikçe, onların peşinden daha çok koşar ve daha çok acı çekeriz. Yuval Noah Harariİnsanlar bilinmeyenden korktukları için değişimden kaçınırlar. Ancak tarihin tek değişmezi, her şeyin değiştiğidir. Yuval Noah HarariDünyada neden kötülük vardır? Neden acı vardır? Neden iyi insanların başına kötü şeyler gelir?  Yuval Noah HarariFikirler dünyayı davranışları etkileyebildiği ölçüde değiştirebilir. Yuval Noah HarariEğitim daha fazla eğitimi, cehalet daha fazla cehaleti doğurur. Yuval Noah HarariKanunlara göre insanlar iki cinsiyete ve üç sınıfa ayrılırlar: üst insanlar, sıradan insanlar ve köleler. Yuval Noah HarariKurtuluş satın alınamaz. Yuval Noah HarariSerbest piyasa ya duyulan inanç Noel Baba'ya duyulan inanç kadar naiftir. Yuval Noah HarariHiçbir şeyi değiştiremeyeceksek öngörülerde bulunmanın ne anlamı var? Yuval Noah Harari İnsanlar nadiren ellerindekiyle yetinmeyi biliyor. Yuval Noah HarariBaşarı, hırsı ve açgözlülüğü beraberinde getirir.. Yuval Noah HarariGerçek barış sadece savaş olmaması değil, savaşın mantık dışı hale gelmesidir. Yuval Noah HarariHızla ortaya çıkıp kaybolan bir şeyin peşinde koşmanın ne anlamı olabilir ? Yuval Noah HarariAynı tanrıya inanmayan veya aynı krala itaat etmeyen insanlar seve seve aynı parayı kullanıyorlar. Yuval Noah HarariAcı çekmekten tamamen kurtulmanın tek yolu, arzu duymaktan tamamen kurtulmaktır.  Yuval Noah HarariCehaletimiz dışında hiçbir şey bizi engelleyemez. Yuval Noah HarariAcı arzudan doğar. Yuval Noah HarariEğer rahipler ve piskoposlar İsa'ya inanmasalardı Hıristiyanlık iki bin yıl boyunca süremezdi.  Yuval Noah HarariGüç yozlaştırır. Yuval Noah HarariBiz buğdayı evcilleştirmedik, buğday bizi evcilleştirdi. Yuval Noah HarariPeki Tanrıların ve kralların başaramadığını para nasıl başardı ? Yuval Noah HarariHomo sapiens, insanların biz ve onlar olarak ayrıldığını düşünecek şekilde evrildi. Yuval Noah HarariEfsaneler, Mitler Tanrılar ve Dinler ilk kez Bilişsel Devrim sayesinde ortaya çıktı. Yuval Noah HarariYeni dinler araştırma laboratuvarlarında büyüyüp serpilecekler. Yuval Noah Harariİnsanlar gerçek mutluluğa erişmek için haz arayışlarını hızlandırmamalı, aksine yavaşlatmalıdır.. Yuval Noah HarariMaalesef dünyadaki Sapiens rejimi şu ana kadar gurur duyabileceği miz çok fazla şey üretmedi.  Yuval Noah HarariÖlüm kaçınılmaz bir son değil, teknik bir sorundur. Yuval Noah HarariYakın gelecekte siz kitap okurken kitaplar da sizi okuyabilir. Yuval Noah HarariSapiens içgüdüsel olarak insanları "biz" ve "onlar" olarak ikiye bölmüştü. Yuval Noah HarariBugün en büyük zenginlik bilgi haline geldi. Yuval Noah HarariTeist dinler tanrılara tapınmaya odaklanır. Yuval Noah HarariBiz devlete değil, devlet bize hizmet etmek için var.. Yuval Noah Harari Modern ekonomik sistem de, eğer yatırımcıların ve bankerlerin çoğu kapitalizme inanmasaydı kapitalizm bir gün bile süremezdi. Yuval Noah HarariAteşin kontrolü daha sonra olacakların habercisiydi. Yuval Noah HarariAmerikan kültüründen, dininden, siyasetinden nefret eden Usame Bin Ladin ABD Dolarlarının hayranıydı. Yuval Noah HarariEğer Suriye, Sudan ya da Somali’de insanlar açlıktan ölüyorsa, bu bazı siyasetçiler böyle istediği için oluyor.. Yuval Noah HarariHomo sapiens nasıl oldu da evrenin insan türünün etrafında döndüğünü iddia eden hümanist öğretiye inandı? Yuval Noah HarariTek yapmamız gereken bilim insanlarını ve teknisyenleri rahat bırakmak, böylelikle yeryüzünde cenneti kurabilecekler. Yuval Noah HarariYükselen en ilginç din, ne tanrılara ne de insana hürmet ediyor, sadece veriye tapıyor: Dataizm dini. Yuval Noah HarariEvrende hiçbir tanrı, millet, para, insan hakkı, yasa ve adalet insanların ortak hayal gücü dışında var olamaz. Yuval Noah HarariTarih boyunca dinler ve ideolojiler, yaşamın kendisine değer atfetmediler. Yuval Noah HarariHer dinin müritleri kendi inançlarının tek doğru olduğuna inanırlar. Herhalde yalnızca tek bir dinin müritleri haklı. Yuval Noah HarariÇoğu toplumda kadınlar erkeğin malıydı, genellikle de babalarının, kocalarının ve erkek kardeşlerinin. Yuval Noah Harariİnsanlar nadiren ellerindekilerle yetinmeyi biliyor. İnsan aklı hemen hemen her zaman kanaat etmek yerine daha fazlasını arzuluyor.  Yuval Noah Harari20.yüzyıldaki gelişmelere rağmen insanlar kıtlık, salgın ve savaşlarla acı çekmeye devam ediyorsa bunun suçunu tanrıya ya da doğaya atamayız. Yuval Noah HarariBugün insanlar hala "ölüm ayırana dek" evli kalmayı umarak ve çocuk yapıp yetiştirmek üzerine kuruyorlar yaşamlarını. Yuval Noah HarariMutluluğa giden yol, rekabet ya da madalyalardan ziyade, heyecan ve sükunet dengesini korumaktan geçer.. Yuval Noah HarariHayvanların evcilleştirilmesi yüz yıllar geçtikçe giderek daha zalimce bir hâle gelen bir dizi vahşi uygulama sayesinde olmuştur. Yuval Noah HarariTam anlamıyla bir ateist de olsam oldukça zengin bir siyasi, ahlaki ve estetik değerler bütününü kendi içsel deneyimlerimden çıkarabilirim.  Yuval Noah HarariMaddi kazançların tatmini uzun soluklu değildir, öyle ki para, ün ve keyif peşinde körlemesine koşmak bizi sadece daha da aciz kılacaktır.. Yuval Noah HarariOkulların iyi bir evrim teorisi eğitimi vermediği ortada. Buna rağmen tutucu dindarlar hala evrimin öğretilmemesi gerektiğini savunuyor. Yuval Noah Harari Bedenlerimizi, beyinlerimizi ve zihinlerimizi şekillendirecek; cennetler ve cehennemlerden oluşan bütünlüklü sanal dünyalar yaratacaklar.  Yuval Noah Harariİnsanlar belli bir lükse alıştıklarında bir süre sonra onu kanıksarlar. Onu yaşamlarında hep bulundururlar ve bir süre sonra onsuz yaşayamaz hale gelirler. Yuval Noah HarariÖlümün olmadığı bir dünyada Hristiyanlık, İslamiyet ya da Hinduizm'i bir düşünün; cennet, cehennem ve reenkarnasyonun da olmadığı bir dünyada..  Yuval Noah HarariBugün dünyadaki büyük hayvanların (yani ağırlığı birkaç kilogramdan fazla olanların) yüzde 90'ı insanlardan ya da evcilleştirilmiş hayvanlardan oluşuyor. Yuval Noah HarariEtrafımızı şekillendirdik, gıda üretimini artırdık, şehirler yaptık, imparatorluklar kurduk, çok uzak ve geniş ticaret ağları oluşturduk, ama dünyadaki acıyı azalttık mı? Yuval Noah HarariEğer tanrı birinin kendi iradesiyle kötüyü seçeceğini ve bu yüzdende cehennem de sonsuz işkencelerle cezalandırılacağını önceden biliyorsa,onu neden yaratır.  Yuval Noah HarariHristiyanlık ve Nazizm gibi bazı dinler, milyonlarca insanı sadece nefret yüzünden öldürdüler, kapitalizmse milyonlarca insanı açgözlülükle karışık umarsızlıkla öldürdü. Yuval Noah Harariİnsanlar neden paraya inandı?  Cevabı çok basit.  Çünkü komşum inanıyordu.  En önemlisi kralım da buna inanıyordu. Yuval Noah Harariİnsanlar şu veya bu hazzı duyumsarken değil, tüm bunların geçici olduğunu anlayıp özümsediklerinde ve daha fazlasını istememeyi başardıklarında acı çekmekten özgürleşirler.  Yuval Noah HarariKim bilir kaç üniversite mezunu genç çok çalışıp iyi paralar kazanacaklarını düşünerek büyük firmalara giriyor ve ancak otuz beş yaşından sonra bu işlerden ayrılarak gerçek istediklerini yapmaya çalışıyor? Yuval Noah HarariArzular acı çekmeye sebep olur, acı çekmekten tamamen kurtulmanın tek yolu da arzu duymaktan tamamen kurtulmaktır. Bunu yapmanın tek yolu da gerçekliği olduğu gibi yaşaması için zihni eğitmektir. Yuval Noah HarariTektanrılı dinlerin her seyi bilen, her şeye gücü yeten ve tamamen iyi olan bir Tanrı'nın dünyadaki bunca acıyı neden müsaade ettiğini açıklayabilmek için ciddi zihinsel çaba harcamaları gerekir. Yuval Noah HarariTarih boyunca dinler ve ideolojiler, yaşamın kendisine değer atfetmediler. Onun yerime varoluştan üstün ve onun ötesinde olduğunu iddia ettikleri şeyleri yücelttiler. Yuval Noah HarariAskeri düzeni ne sağlar? Bir orduyu yalnızca zor kullanarak örgütlemek imkansızdır;en azından bazı komutanların ve askerlerin tanrı,onur,vatan,erkeklik veya para gibi şeylere inanmaları gerekir.  Yuval Noah HarariDevrim için kalabalıklar asla yetmez. Devrimler çoğu zaman büyük kitlelerle değil olayları ateşleyen küçük guruplarla başlar. Devrim için " Kaç kişi bizi destekler?" diye değil, Destekleyenler ne kadar etkin işbirliği yapabilir?" diye sormanız gerekir. Yuval Noah HarariBinlerce yıl boyunca insanlar dünyanın sunabileceği tüm bilgiye sahip olduklarının iddia eden kutsal metinlere ve antik geleneklere inandıklarından ilerlemeyi amaçlayan bilimsel yolun önüne engel koydular. Yuval Noah HarariDini inançlar konusunda anlaşamayan Hıristiyanlar ve Müslümanlar paraya inançta anlaşıyordu, çünkü din bir şeye inanmamızı isterken, para başkalarının da bir şeye inandığını inanmamızı ister. Yuval Noah HarariEvcilleşmek  Evcil tavuk ve inek evrimsel bir başarı hikayesi olabilir ancak bunlar aynı zamanda dünyada yaşamış en şanssız canlılardır. Hayvanların evcilleştirilmesi yüz yıllar geçtikçe giderek daha zalimce bir hale gelen bir dizi vahşi uygulama sayesinde olmuştur. Yuval Noah HarariMitler ve kurgular, insanları doğumlarından itibaren belirli bir biçimde düşünmeye, bazı standartlara ve kurallara uygun olarak davranmaya ve belirli şeyleri istemeye alıştırırlar. Yuval Noah Harari
youtube
.............................................. ╚►Facebook: https://www.facebook.com/Pusulasoz ╚►Tumblr: http://pusulasozler.tumblr.com/ ╚►Twitter: https://twitter.com/pusula1sozler ╚►Twitter: https://twitter.com/SozlerOlumsuz ╚►Pinterest: https://tr.pinterest.com/szler/ ╚►Site arşiv: https://pusulasozler.tr.gg/ ╚► https://www.youtube.com/channel/UCAX5hFduX25sE6MAETi9raw ╚►Sözler Gif: https://i.hizliresim.com/lW9ZyX.gif ..............................................
0 notes
haberdex · 7 years
Photo
Tumblr media
Cumhurbaşkanı Erdoğan: 15 Temmuz’da oraya gelenler Gezi Parkı gençleri değildi: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ensar Vakfı 38. Genel Kuruluna katıldı. Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen kongrede konuşan Erdoğan, Ramazan ayının hayırlara vesile olmasını dileyerek, “Dualarımız İslam aleminin içinde bulunduğu fitne çukurundan bir an önce çıkabilmesi içindir. Dualarımız tüm Müslümanların dinimizin nefasetine, yüceliğe uygun iklime bir an önce kavuşması içindir. Ramazan ayı ve Kadir Gecesi hürmetine Rabbimden dualarımızın kabulünü niyaz ediyorum” ifadelerini kullandı. Vakıf, dernek ve parti faaliyetlerinin ancak aşk ve sevda ile yapılabileceğini vurgulayan Erdoğan, “Eğer yaptığınız işe inancınız yoksa bu görevler sürdürülemez. Gençliğimizde imam hatiplere olan umudun verdiği güçle 60 yaşındaki piri fanilerin nasıl kollarını sıvayıp hizmete koştuklarını bilirim. Merhum Ali Ulvi Kurucu üstadımız hatıralarında amcası başta olmak üzere bu yolda gerçekten büyük mücadele vermiş büyüklerimizi şöyle tarif ediyor; ‘İnsanlığa rehber olan alemde büyükler, milletleri ruhuyla asırlarca sürükler’. Milletleri asırlarca arkalarından sürükleyecek eserler ortaya koyan büyüklerimizin hakkını ne yapsak ödeyemeyiz. Bu mücadele bize önemli sorumluluklar yüklüyor. Gece yatakhanede üstümüzü gelip örten o 60-70 yaşındaki büyüklerimizi unutmamız mümkün değil. Adeta anne şefkati ile yatakhanemize girer ve açılan yorganlarımızı, üstümüzü örtmek suretiyle bizi takip ederlerdi” diye konuştu. “14 yıldır siyasi iktidarız ama hala sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” Cumhurbaşkanı Erdoğan, siyasi iktidar olmakla sosyal ve kültürel iktidar olmanın birbirinden farklı olduğuna dikkat çekerek, “Biz 14 yıldır kesintisiz hamdolsun siyasi iktidarız ama hala sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var. Elbette ümit verici gelişmeler yaşandı, yaşanıyor. İmam hatiplere olan ilginin artması, tüm okullarda Kur’an-ı Kerim, Osmanlıca gibi derslerin seçmeli okutulması başlı başına güzel şeyler. Bununla birlikte ülkemizin ihtiyacı, milletimizin talebi olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda hala pek çok eksiğimiz bulunuyor. Dilimizden tarihimize kadar birçok alanda ecdadımıza ve kültürümüze duyulan husumetin ürünü bir yaklaşımla hazırlanmış müfredatlar yeni yeni değişiyor. Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hala en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça bu durumdan da büyük üzüntü duyuyorum” şeklinde konuştu. “Umudunu bize bağlamış yüz milyonlarca mazlumun sorumluluğunun üzerimizde olduğunu unutmamalıyız” “Dün hedefimiz belki sadece bir avuç inançlı, imanlı, birikimli nesil yetiştirmekti” diyen Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bugün ise hem bulunduğumuz yer çok farklıdır hem de hedeflerimiz çok farklıdır. Elimizde böyle bir imkan varken hala pek çok yeri boş bırakıyor olmamız aklın ve vicdanın kabul edebileceği bir durum değildir. Bu konuda sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düşüyor. Çünkü insan yetiştirmek her şeyden önce inanç gerektirir, adanmışlık gerektirir, sabır gerektirir. Ağabeylerimizin ellerinin altında belki yeterli bina, araç gereç yoktu ama davalarına olan bağlılıkları hepsinin üstesinden gelmelerine yetiyordu. Onlar güçlerini inançlarından ve milletimizden alıyorlardı. Bugün her türlü imkan var. Tek eksiğimiz bunları hizmete dönüştürecek adanmış kadrolardır. Elbette bugün büyük fedakarlıklarla çalışan her yaştan arkadaşlarımız olduğunu biliyorum. Ama artık biz 80 milyon insanın tamamına ulaşmayı hedefleyen bir hareketiz. Bunun farkında olmalıyız. Bizi birçok şeyler yıldırmamalı, aldatmamalı. Umudunu bize bağlamış, gönlünü bize kilitlemiş yüz milyonlarca mazlumun sorumluluğunun üzerimizde olduğunu unutmamalıyız. Sınırlarımız 780 bin kilometrekare değildir. Bunu böyle bilmemiz lazım. Bundan sonra çalışmalarımızı bu anlayışla yürütmeliyiz. Bize verilenle yetinmek yerine, amacımızın gerektirdiği kadarını yaparak yolumuza devam etmeliyiz. Dünyanın hızla değiştiği bir dönemde başka türlü davranma şansımız yok.” Konuşmasında gençlere de seslenen Erdoğan, “Bayrak yarışında nöbeti sizler devralacaksınız. Doğruyla yanlışın, iyi ile kötünün, hak ile batılın mücadelesinde safını belirlemek her bir gencimizin kendi elindedir. Bizden önceki nesiller tek parti CHP’sinin zulmüne göğüs germişlerdir. Ardından 1960 darbesi bir silindir gibi geçti. 1970’li yılarda pek çok arkadaşımızı kaybettik. Biz 1980 darbesine maruz kalan neslin içindeydik. 28 Şubat zulmünü dinlemişsinizdir. En son 15 Temmuz’u birlikte yaşadık. Bugüne kadar milletimize yaptıkları her kötülük yanlarına kar kaldı sananlar, 15 Temmuz gecesi tarihi bir ders aldılar” dedi. “O gece oraya gelenler Gezi Parkı’nın gençleri değildi” Türkiye’nin bedeli ağır bir mücadelenin sonucunda bu noktaya ulaştığını anlatan Erdoğan, “Milletimiz darbecilerin, cuntacıların, ipin ucu başka güçlerin elinde olan kuklaların kendisine ve ülkesine neler yapabileceğini pek çok tecrübe sonunda gördüğü için bu defa aynı oyuna izin vermedi. 15 Temmuz’un en büyük kahramanlarından biri de gençlerimizdir. Geçmiş hatıraları bizzat yaşamadıkları halde darbe teşebbüsü anlaşılır anlaşılmaz gençlerimiz hemen harekete geçtiler, tankların altından girip üstünden çıkmaktan, darbecilerin işgal ettikleri yerleri kurtarmaya kadar gençlerimiz hep ön saftaydı. Birilerinin artık ‘yeni nesillerden millete ve ülkeye hayır gelmez’ dediği gençler, o gece böyle söyleyenleri mahcup ettiler. O gece oraya gelenler gezi parkının gençleri değildi. Bunu iyi görmemiz lazım. O gece oraya gelenler vatanını seven, milletini seven, bayrağı ve ezanı için yola koyulan gençlerdi” diye konuştu. “Seçimlerde de aynı şekilde gençlerimize fırsat vereceğimizi buradan ilan ediyorum” Cumhurbaşkanı Erdoğan, bazı çevrelerin gençlerin taşıdığı değerden habersiz olduğunun altını çizerek şunları söyledi: “İşte 15 Temmuz bu kesimlere gençlerimizin nasıl bir cevhere sahip olduğunu göstermiştir. İstanbullular fethedecek ruha sahip nice gençlerimiz olduğunu gördüler. Türkiye’nin tüm vilayetleri gördü. Geleceğimizin için umut bu gecede yaşanmıştı, inanıyorum bundan sonra da yaşanacak. Arık 2053 vizyonumuz bir temenniden ibaret olmaktan çıkmış, gençlerimizin gerçekleştireceğine inandığımız yeni kızıl elmamız haline dönüşmüştür. Hamdolsun. Biz de 16 Nisan halk oylamasında seçilme yaşını 18’e indirerek gençlerimize olan güvenimizi gösterdik. Birileri gençliğimizi bir yerlere layık göremeyebilir ama biz gördük. Şimdi daha çok çalışacağız. Gençliğimiz bu ülkeyi, bu milleti nasıl değişim dönüşüme tabi tutulur gösterecektir. Partimizin merkez karar ve yürütme kuruluna gençlerimizin temsilcilerini alarak bu konuda samimiyetimizi ortaya koyduğumuza inanıyorum. Seçimlerde de aynı şekilde gençlerimize fırsat vereceğimizi buradan ilan ediyorum. Gençlerimizin de kendilerini her alanda en iyi şekilde yetiştirerek bu güvene layık olacaklarına inanıyorum. Onun için bütün sivil toplum kuruluşlarımız bu konuda rekabet içinde olmalı.” https://www.haberdex.com/politik/Cumhurbaskani-Erdogan-15-Temmuz-da-oraya-gelenler-Gezi-Parki-gencleri-degildi/386674?utm_source=Tumblr&utm_campaign=386674&utm_medium=sosyal
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Her Gün Eksik
Tumblr media
Her gün biraz daha eksik kılınıyor artık. Erkan-ı muktedirin perspektif diye sırtlandığı, bu sahnede ortaya koyduğu, düzlemin yönünü güncellediği yol haritası bir biçimde bütün bu eksiltme hallerini tekrarlıyor. Bir istikrara kavuşturulmuş olagelen denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsünde mutlakiyet cürümlerle bir ve bütün işlevsel kılınıyor. Her an yepyeni bir baskı unsurunun esiri. Hemen her gün bambaşka bir karanlığın temellerinin atılmasını barındıran bir sahne binası var ediliyor. Her şekilde dolambaçsız, yalansız hilafsız bir hal dahilinde yepyeni yıkımlar şekillendiriliyor. Kim kime nasıl, ne şekilde kırdırılır bunu her gün yeniden deneyimleyen bir aksiyoner tablo var ediliyor. Salgının isminin dahi artık bu sahnede anılmadığı bir güncellikte var edilmiş olagelen her türden felaket bir istikamet bir yol haritası dahilinde öyle ya da böyle o eksiltme hamlelerini sürekli olarak yine, yeni ve yeniden biçimlendiriyor. Muktedirin insafına terk edilmiş, kaderin değil kederin alnın tam da ortasına mıh gibi kazındığı bir tahayyül pratiği olarak eksiltme halleri hep ol sıradana düşürülüyor.
Bütün, büsbütün mahvın kılınıyor aralıksız bir biçimde. Esamesi okunmayacak şeylerin, hiç aralıksız köpürtülüp gündem kılındığı bir zeminde mutlak, doğrudan, ayrıştırılmazın esas yara verenin mesele edilmesinin önüne setler bina ediliyor. Hiçbir şey mevzubahis olunmasın isteniyor. Tekerleme kıvamında seçme saçmalamalar ile birlikte doğrudan ve hiç kesintisiz bir biçimde eksiltmelerin sürekli kılındığı yerde hayatı kuşatan, yıkan ve açık bir biçimde nefessiz koyanın kim / kimler / ne, hangi eylem olduğu sorgulanmasın isteniyor. Alametifarikası yıkım / zulüm olarak güncellenmiş akp-mhp ikilisinin ulaştığı merhale, var ettiği seviye, ekonomik, sosyopolitik, güncel hayat bahislerinde her nasıl bir gerilemenin esiri olunduğunu da gösteriyor artık. Lak, lak, lak, laf, laf, laf edilip dururken cürüm güncelleniyor. Her şekilde sineye çekilsin denilerek günbegün, anbean yepyeni hiç kesintisiz bir cürüm hali var ediliyor. Genel geçer olmayanın, bu sahnede sunulagelen her bir devletli tescili mefhumun / eylemin rotası bu istikametler gözetilerek, inşa ediliyor.
Eksiltmelerin düze çıktığı bir menzilde hayat yağmalanmaya mahkum edilmiştir. Yirmi bir yıllık iktidar pratiğinin sunduğu her dönemeç, her yeni evre bu tahayyülü biçimler iş bu sahnede. Bir sabit kılınan tüm o yağmacılık, kuşatma, derdest etme hallerinin yekunu sıradan insanlara ödettirilen bedellere dönüştürülür. Tahakküm biçimlendirildiği hallerin ötesine taşınarak bir eksiltmeye dönüştürülür. Her gün bir cenderedir doğrudan, apaçık. Her gün bir sınav kılınır, her anlamda. Her şey, her an değişime tabi tutulurken, sağcılığı çoktan ulusal bir faşizm ile taçlandırıp, üstüne de din sosu boca edilerek eksiltmeler birer ikişer bir istikamet olarak ileri sürülür. Madun siyasetin hesap vermek bir yana, afaki bir hesapsız kitapsız halde daimi kıldığı eylemlerin yekunu o eksiltmeleri de beraberinde net bir biçimde kalıcılaştırır. Bianet’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis’te basın toplantısı düzenledi.
Konuşmasının önemli bölümünü ekonomik krize ayıran Oluç şunları söyledi:
“İTO’nun açıkladığı enflasyon son 27 yılın rekoru”
“Dün İTO Ekim ayına ilişkin enflasyon verilerini açıkladı. Ekim ayında yüzde 4, yıllık bazda 108,77 olarak bu rakamları verdi. Yani İstanbul Ticaret Odası’nın enflasyon oranı yüzde 109’a gelmişken, TÜİK’in enflasyonu yarın açıklanacak ki geçen ay açıkladığı enflasyon yüzde 83’te idi.
“İTO’nun enflasyon açıklaması her zaman daha inandırıcı ve gerçekçi bir açıklama olmuştur. Yüzde 109’a ulaşmıştır. Bu oran son 27 yılın rekorudur. TÜİK de aşağıda tutmak için her türlü çabayı gösteriyor ama ona rağmen rekor üzerine rekor açıklıyor.
“Enflasyon dünya ortalamasının en az 10 katı”
“Nurettin Nebati, “Enflasyonu dünyadaki gibi algılamıyoruz” dedi. Doğru, çünkü en az dünyadaki ortalamanın 10 katı Türkiye’de. Dünyadaki gibi algılamıyoruz gerçekten en az 10 katını algılıyoruz.
“Belli ki Nebati, AKP Genel Başkanını da bu konuda etkilemiş. O da biraz evvel yeni ekonomi modellerinin başarı ile sürdüğünü söyledi. Nerede sürüyor başarıyla saydı; yatırım, istihdam, üretim ve cari fazlaya dayanan. Cari fazla mı var? İnsaf, daha geçen gün açıklandı dış ticaret verileri.
“İhracatımız arttı diye bas bas bağırılıyor, ithalatın ne olduğu konuşulmuyor. İhracat 2022 Eylül ayında bir önceki yılın aynı ayına göre 9.2 artmış. İthalat yüzde 38,1 artmış, 32 milyar doları aşmış ithalat. Dış ticaret açığı yıllık bazda yüzde 268 artmış Sayın Erdoğan, neden bahsediyorsunuz?
“Dış ticaret açığı yüzde 156 arttı”
“Ocak - Eylül döneminde dış ticaret açığı yüzde 156 artmış. 83 milyar dolar yükselmiş 32 milyardan. Dış ticaret açığından bahsediyoruz. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2021 Ocak-Eylül döneminde yüzde 83 imiş. 2022 Ocak Eylül döneminde yüzde 69,4 olmuş. Neden bahsediyorsunuz siz Sayın Erdoğan? Halkı açıkça aldatıyorsunuz.
“Bütçe açığı rekor kırıyor, carı açık rekor kırıyor, dış ticaret açığı rekor kırıyor. Siz bunlara dayanan yeni ekonomi modeli çok başarılı bir şekilde sürüyor diye anlatıyorsunuz. Doğru değil bu, halkı kandırıyorsunuz. Rakamlar ortada ya da sizi kandırıyorlar size yanlış bilgi veriyorlar. Yeni ekonomi modeli çökeli epey oldu, işlemiyor.
“Açlık sınırı, asgari ücretin üstünde”
“Büyüme dediğiniz de bir hikayeye döndü. Kimin için büyüdüğü ortada. İşçi, emekçi, emekli ve orta gelir kuşağında olanlar için, düşük gelirliler için bir büyüme yok ortada.
“TÜRK-İŞ yeni açıkladı. 4 kişilik ailenin açlık sınırı 7 bin 425 lira, asgari ücretin üstüne çıktı. 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı 24 bin 185 lira TÜRK-İŞ'e göre. 4 tane asgari ücretle yoksulluk sınırına ulaşamıyorsunuz.
“10 milyonun üzerinde asgari ücretli var. 10 milyon emekli ve işsizle birlikte Türkiye’de 30 milyonun üzerinde insan bugün açlıkla mücadele ediyor.
“Hangi büyümeden bahsediyorsunuz, hangi istihdam artışından bahsediyorsunuz? Bunların hepsi ama hepsi güzel bir masal. Seçim dönemine girdiğimiz için bu masalı anlatıyorsunuz.
“Bu konudaki verilere ve halkın sofrasındaki duruma, çarşı pazara gittiğinde karşı karşıya kaldığı felakete bakarak ekonomiyi değerlendirmeye devam edeceğiz, sizin masallarınızı dinleyerek değil.”
Enflasyon verilerinin ışığında dahi nasıl bir eksiltmeye rehin olunduğu gözler önüne bariz bir biçimde serilir. Düzenin yirmi birinci yılında, sıradan olana reva gördüğü kötücül hali betimlemeye artık hacet yoktur. Her gün memleketin bir yanından bir fecaat, el aman açık ve yalın bir imdat çığlığı yükselirken, devlet / devletli kurumlarının suna geldiği düşük hep düşük enflasyon rakamlarının vurduğu yerde bıraktığı iz meseledir. Saruhan Oluç’un da bildirdiği gibi, otuz milyon kadar insanın açıktan, açlıkla imtihan olunduğu kalan en az bir on milyonun da yakında, çok yakın zamanda o gruba dahil olabileceği bir zeminde hayat mefhumu eksik kılınandır. Hep eksik, hep eksilerde seyrüsefer eyleme hali sıradana reva görülür. Karın tokluğu, fatura ve kira ücretlerinin ötesinde tek bir düşün kurulmaya derman bıraktırmayan yerin meselesi barizdir zaten. Masallar zikredilip, uçuyoruz, her dem kaçıyoruz, herkesler bizi kıskanıyor lafları yükseltilirken, cilalanıp parlatılan halden ne kadar uzağa düşüldüğü kendiliğinden, kendi yaşamlarımızdaki o gölgelemelerden bir biçimde ifşa olur. Memleketin kan emici sermayedarlarından birisi olan Sabancı Holding 2022'nin ilk 9 ayında 27,2 milyar TL net kar açıklar. Bu 2021'in aynı dönemine göre %297 artış anlamına gelir bilgisini geçer ekonomi portalları. Sadece bu kısacık cümledeki gibi iki arada bir derede sermaye transferleri yapılan bir zeminde sıradanın hakkının da tüm hukukunun da eksiltilmesi bir yandan, bir de açlığın bir standarda dönüşümü diğer yandayken bir de sermayenin semirtilen bir mefhuma dönüşümü var edilir. Bu hallerin yekununda ne eksik değildir ki, yaralarıyla güncelliği var edilen bir menzilde değil mi?
Mustafa Bildircin’in BirGün Gazetesindeki haberidir: “
Yüksek enflasyon karşısında azalan satın alma gücü sofralardan en temel ürünleri eksiltti. Aralık 2021 ile Ekim 2022 arasında temel gıda maddelerinin fiyatlarında yaşanan değişim, krizin sofradaki etkisini ortaya koydu. Aralık 2021’de 17,90 TL olan ayçiçek yağının litresi Ekim 2022’de 48,50 TL’ye, pirincin kilosu 31,90 TL’den 53,29 TL’ye fırladı.
Bu yıl iki kez zam yapılan asgari ücretin fiyat artışları karşısında kuşa döndüğünü söyleyen CHP'li Burhanettin Bulut, “Enflasyonu yenmeden, 'Vatandaşı enflasyona ezdirmeyeceğiz' sözü boş laftır” dedi.
Aralık 2021’de 2 TL’ye satın alınabilen ekmeğin fiyatı Ekim 2022 itibarıyla 5 TL’ye yükseldi. Aralık'ta belirlenen 4 bin 253 TL’lik asgari ücretle 2 bin 127 adet ekmek alınabilirken bu sayı 5 bin 500 TL’lik asgari ücret ile Ekim ayında bin 100’e kadar düştü.
Benzer bir tablo ayçiçek yağı ile yumurtada da yaşandı. Aralık 2021’de maaşı ile 237,5 litre ayçiçek yağı alabilen bir asgari ücretli Ekim 2022 itibarıyla maaşıyla ancak 113,4 litre ayçiçek yağı alabilecek duruma geldi.
Bu yıl iki kez zam yapılan asgari ücret fiyat artışları karşısında kuşa döndü.
Dar Gelirli Enflasyona Ezildi
Fiyatlarda yaşanan değişim ve giderek artan hayat pahalılığıyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Bulut, şu ifadeleri kullandı:
“Asgari ücretliler, dar gelirliler, enflasyonun altında ezildi. İşçi, memur, emekli ayın sonunu zor getiriyor. Faturalarını, kirasını ödeyemiyor, en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor. Geliri giderini karşılamayan vatandaş da mecburen bankaların kapısını çalıyor. Vatandaşların bankalara ve finansman şirketlerine olan borcu ekim ayı itibariyle 1 trilyon 371 milyar TL’ye yükseldi. İcra dairelerinde milyonlarca dosya var. İktidar her fırsatta, ‘Vatandaşı enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz’ diyor. Bu mu ezdirmemek?”
Her gün biraz daha eksik kılınıyor. Behemehal var edilenler, birbiri ardına çıkagelen her bir eyleme / kararname, hüküm birbirinden beter olana çıkışı var ediyor. Vatandaş hiçbir surette ezdirilmedi, ezdirmeyeceğiz denilirken sadece İstanbul’da üstün körü yaşama ait enflasyonun yüzde iki yüzlere çıktığı bir zemin güncelleniyor. Her şey eksiltiliyor. Her an yepyeni bir kuşatma hali var ediliyor. Baş amir ekonomi kalkınıyor dediği yerde insanlar, uzun uzadıya ekmek kuyruklarında sıra bekliyor. Yerli araba ile gururlanması telkin edilip durulurken, bir şeylerden daha fazla mahremiyetin adı konulmadan var edilmesi söz konusu kılınıyor. Yeniden değerlendirme oranı olarak biçimlendirilen giyotinin bir başka türlüsü, cebe girmiş her kuruşu geri alma yollarından birisi yüzde 122 arttırılıyor. Bir yanda dünyanın kıskandığı ülke denilirken, insanların kendi bütçelerine göre uygun, çıplak vergisiz, algısız bir biçimde iki adet telefon ücreti yerine sadece kullanacağı alet için ödeme yapmasına engel çıkartılıyor. Bir telefon alınırken, illa bir telefon parasının devlete hibe edilmesi için kayıt ücreti altı bin liralara yükseltiliyor. Her yandan hemen her fırsat olarak görülen şeyde bu habis bencillik, bu bildiğiniz apaçık hırsızlık kural kaidenin ta kendisi ilan ediliyor. Hayat eksiltiliyor, umutlar çalınıyor. Gel gelelim, telefon için hak olarak görülen bu deli dumrul soygunculuğundan bürokratlara ikinci, üçüncü maaşlar illa ki huzur hakları vesaireler çıkartılıyor. Böyle düzen, böyle bir karar mekanizması, bu kadar aç gözlülük mü olur, oluyor işte, yaşanıyordur.
Basitten zora gidiyor memleket. Eksiltmeler, azaltmalar, müşterek olanın kökünü alenen kazınmasına vesile bildiriliyor. Yurttaşını, hiç ötekileri katmadan, kendisinden saydığını, her ferdini yolunacak kaz olarak görmeye devam eden bir zihniyet arzı endam eyliyor bir kere daha. Yirmi birinci yılının içindeki bu madun siyaset figürünün her anlamda, ceplere girmiş olana müdahilliği, onu da bir biçimde geri toplama heveskarlığı, sürdürülen bütün o hanedanlık güncesinin de nasıl var edildiğini açığa düşürüyor. İktidarın klikleri bunların var edilmesini söz konusu ederken, eline kan oturmuş, yapışmış sermaye de koçundan ol sabancısına, şu şahenkinden bilmiyoruz kimine hangi efendilere / hanımefendilere yepyeni sömürü kanallarını var ettiriyor. Eti sizin kemiği bizim denilerek sunulan çıraklık eğitimi gibi, hayatın eti de sütü de yumurtası da sermayenin kılınıyor. On saatin üstünde her emeğin gasp edilmeye hazır olunduğu bir zeminde açlık sınama olarak çıkartıla geliyor. Malum sermaye çok yaşasın, malum hanedanlık daha da semirsin, malum iktidar yoluna tekinsiz, palaspandıras devam etsin denilerek her gün biraz daha eksiltiliyor. Anılan ve anlatılmaya devam olunan şeyler hepimizin ortak hikayesi. Bir yazgı kabilinden sunulanın aslında insan eliyle şekillendirilmiş bir cerahat sarmalından ötesinin olmadığı bugün kesinlik kazanıyor. Hayat eksiltiliyor, düpedüz, apaçık. Gelecek olanın ol karanlığının neye tekabül ettiği artık afaki. Yol, yordam, anlam, mana, ehemmiyet verilmesi elzem olan yarının neye dönüşeceğidir. Bugünün kader diye pazarlananı, sineye öyle de böyle de çekersiniz diye bildirileni yarın kaderimiz kılınamasın diye itiraz etme ne zamandır, hangi zaman?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Türkiye Sefalet Endeksinde Birinci – Evrensel Gazetesi – Fotoğraf – DHA
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Ülkeyi Dönüştüren Nefret - Burası Neresi?
Tumblr media
Geniş tanımlı bir nefret söyleminin, suçunun, karinesinin ortalık yerde günbegün arasız ve fasılasız güncelliği içinde yaşam var ediliyor. Öylesine, laf olsun diye değil doğrudan kesintisiz bir biçimde fasık bir aklın var ettiği, öne sürdüğü hallerle her güne bir düşman, düşmanlık halleri var ediliyor. Kimlerden olunduğu, ne söylendiği, ne adına var edildiği, bahsinin açıldığı, meram eylendiği söz konusu edilmeden, göz ardı edilerek cürmün bariz bir yıkımın refakatinde, çalakalem bir yok ediş, nefret sembiyotiği var ediliyor. Buraların en büyük, en aşılmaz, en kalıcı hallerini bildiren bir temsili nefret hakikatin parçacığı, tek belki de yegane istikamet olarak tanımlanıyor. Her gün soyulan, düzülen, sıkıp suyu çıkan çıkartılan, ezilen ve ekonomik, sosyal, siyasi anlamda baskılanan menzilde, sıradan insan ile diğer sıradan ama öteki sanılanlar arasında bir nefretin varlığı keskinleştiriliyor.
Güz sancılıdır, onun var ettiği dönemeçlerin en belirgin sureti Eylül’ün takvim yaprakları arasına sıkıştırılmış olagelen günlerin, geçmişten bugüne taşan yıkımların, acının suretini barındırır. 6-7 Eylül 1955 misal bir örnektir. Cerahatli kolun, mükemmel bir organizasyon olarak değerlendirdiği, sahiplenip gizliden, örtük imrendiği, bugün olsa yeniden yapsak bir kere daha diye çıkageldiği şablonun en yıkıcı suretlerinden birisinin zamanıdır misal. Yahut da, kenti çoktan terk etmiş olan işgal ordusunun ardından, kentte yaşayan insanların aralıksız öteki sanıldığı için denize dökülmesinden, 13 Eylül 1922 yılındaki ol yüz elli kadar Ermeni yetimin de aralarında olduğu binlerce insanın yakılarak yok edildiği büyük İzmir yangını gibi dönemeçler karşımıza çıkar. Daha yepyeni acı / yıkım / yok ediş üçlüsüne sahne olmuş Eylül kırımlarının hazinlerinden, buralarda otuz yıllık bir rövanşın ta kendisi diye alay edilen / goy goyuna düşülen Artsakh / Nagorno Karabakh itlafının var ettiği yepyeni bir cenderenin 13 Eylül 2022 tarihindeki suretini ekleyebiliriz mesele sancılı güze. O Güzün var ettiği yıkım, yaprakların solması gibi canların tükenmesinin var ettiği eşikte, filizlendirip, semirtilen bir nefret halihazırda bütünüyle “yurttaş” olunsun ya da olunmasın gayrimüslime şiddetle birlikte imal edilir.
Ne hakaretler biter, ne tanımlama diye çıkagelen sıfatlardaki düşüklük. İnsan olmanın hal ve erdeminden çoktan vazgeçip, kayıpları, kaybedilen insan, mekan, makam, ses ve sözün hepsini bir kerede alt edebilecek gücü kendilerinde bulduğunu zikredenler eliyle sinkaflar havada uçuşur. Meraklısına değildir pek söylenenler, nefretin tamamlayıcısı damgalayıcı her ne varsa misal, orospu çocuğu, gavat, haysiyetsiz piç, vatansız kahpe, allahsız it, onun ve bunun maşası, sikimin anteni, beyinsiz, kansız, kancık, karı, amına koyduklarım bir dolu ve bir dolu şekilsiz, şemalsiz sesleniş, nida, ünlem gibi Türkçe alt yazısız hakaretler silsilesi ile nefretin tasarımı güncellenir. Sokakta yer etmiş olan ayrımcılığın artık arasız, fasılasız yeniden sökün ettiği bir garip zamanların ifşasıdır o kelimelerle çıkagelen her tür argo. Düşüncenin bir örnek olmadığı hallerde savunulanlara yanıt diye var edilmiş şeyleri bir başka kültür, kimlik, inanç, görüş vs. üstünden aşağılamak, onu yermek, yendiği sanma halleri içinde cerahat boy verir. Bu hallerle geçtiğimiz bir buçuk haftadır bu satırlar ile meramını var etmeye çalışanı da hedef kılarlar. Oysa 2007 19 Ocak’ından bu yana süre giden bir zamansız, hiç kimseler için değil, hiç kimselere ait olmayan bir sözü taşımaya çalışırken nedir ki yani mesele?
Bitimsiz bir döngü dahilinde, hınçla, ötekileştirme ve nefretle tutuna tutuna bir cerahatli hale ülkenin görüşü denilmesi beklenir. Bütünüyle kaskatı kesilmiş, ezberlerle birlikte var edilmiş olan düşmana karşıtlık üstünden, yaralar delik deşik olunur. Bununla kıvanç, illa ki zafer nidaları yükseltilir. Her atılan adım, her ortaya serilen söz, yazı, tweet vesair ileti, gönderi ya da sunu bir biçimde o mutlak iktidara / iktidarın olur verdiğine biat için sürekli olarak yinelenir. Tahakkümün eğip büktüğü, düşünmek yerine olduğu gibi biat etmeyi tam ve eksiksiz tercih edenlerin sunduğu hiddet / nefret ve söylemlerin yekununda çıkagelen ol ırkçılık ile hayat tarumar edilir. Nefret göndere çekilir. Kalemi keskin bir yazar olan dostumuz / ağabeyimiz Murat Uyurkulak’ın dediği gibi “Üç tarafı deniz, dört tarafı düşmanla çevrili, hayatla kavgalı, her an şehadete hazır, medeniyeti es geçmiş, ırkçılığından bihaber, hırsızlara ve katillere hayran bir koca kütle olarak yaşayıp öleceğiz belli ki.”
Geçtiğimiz 12 Eylül gecesi var edilmiş olagelen bir yıkım / tahribat / düşük yoğunluklu bir savaş yeniden var edilir. 22 Aylık hassas bir sessizlik sonrasında, Azerbaycan tarafının kötücüllüğünü göstere gelen, bir odak yerine onlarca farklı odaktan pek çok sınır kentinden Ermenistan’a yönelik bir saldırı gerçekleştirilir. Agos Gazetesinden aktaralım: “Ermenistan Azerbaycan'ın dün gece üç bölgede topçu saldırısı başlattığını açıklamış Başbakan Paşinyan gün içinde yaptığı konuşmada, 49 askerinin hayatını kaybettiğini söylemişti. Yükselen tansiyonla ilgili Ermenistan'ı suçlayan Azerbaycan Savunma Bakanlığı, 42 Azerbaycan askerinin ve sekiz askeri personelinin hayatını kaybettiğini açıkladı.
Öte yandan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'i 'saldırıları durdurmaya' çağırdı.
Blinken, Aliyev'le yaptığı telefon görüşmesinde, "ABD'nin Ermenistan ile Azerbaycan arasında savaşın derhal durdurulması ve barış anlaşması için baskı yapacağını" vurguladı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Larvov da Azerbaycanlı mevkidaşı ile yaptığı telefon görüşmesinde, 2020 ateşkes anlaşmasının tam olarak uygulanmasının önemini vurguladı ve 'bölgede çatışmadan kaçınmanın gerekli' olduğunu söyledi.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ise çatışmanın başlamasından bu yana yaptığı ilk açıklamada, hayatını kaybeden askerlerin ailelerine başsağlığı diledi.
Aliyev kayıpların intikamının alındığını sözlerine ekledi.
"Durum gergin, yoğunluk azaldı"
Öte yandan Ermenistan Savunma Bakanlığı Sözcüsü Aram Torosyan saat 21:00 itibariyle Ermenistan-Azerbaycan sınırındaki durumun gergin olmaya devam ettiğini söyledi.
Torosyan bununla birlikte, Ermeni mevzileri, yerleşim birimleri ve sivil altyapılara yönelik bombardımanın yoğunluğunun önemli ölçüde zayıfladığını söyledi.
Sözcü, Nerkin Hand, Verin Shorzha, Artanish ve Sotk yönündeki yoğunluğun hafiflediğini belirtti.
Bu arada Ermenistan-Azerbaycan sınırındaki duruma ilişkin BM Güvenlik Konseyi toplantısının 14 Eylül Çarşamba günü yapılması planlanıyor. Fransa konuyu BM Güvenlik Konseyi gündemine getireceğini açıklamıştı.
BM Genel Sekreteri António Guterres Ermenistan-Azerbaycan sınırında yeniden başlayan çatışma raporlarından derin endişe duyduğunu sözcüsü aracılığıyla açıkladı.
Genel Sekreter, tarafları gerilimi azaltmak, azami itidal uygulamak ve çözüm bekleyen sorunları diyalog yoluyla ve mevcut formatlarda çözmek için acil adımlar atmaya çağırdı.
Bu arada bağımsız Azerbaycan medya kuruluşu Mikroskop, hükümet yanlısı medyanın ve milletvekillerinin Azerbaycan'ın Ermeni topraklarında bir "tampon bölge" oluşturma fikrini normalleştirmeye çalıştığını öne sürdü.”
Ermenistan Savunma Bakanlığı Sözcüsü Aram Torosyan dün gece şu açıklamayı yaptı:
"13 Eylül günü saat 00:05'te Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri birlikleri topçu ve büyük kalibreli ateşli silahlardan Goris, Sotk ve Jermuk yönünde Ermeni mevzilerine yoğun bir şekilde ateş etmeye başladı."
Sözcü, İHA'ların da kullanıldığını söyledi.
Aram Torosyan ilerleyen saatlerde yeni bir açıklama yaptı ve topçu ateşinin devam ettiğini Ermenistan ordusunun ateşe karşılık verdiğini söyledi.
Azerbaycan Savunma Bakanlığı ise, 12 Eylül'de Ermenistan silahlı kuvvetlerine bağlı birliklerin Azerbaycan-Ermenistan devlet sınırının Taşkasan, Kelbecer ve Laçın yönlerinde büyük çaplı sabotajlar gerçekleştirdiğini, bölgede mayın yerleştirmeye çalıştığını açıkladı. Açıklamaya göre bu durumu önlemek için Azerbaycan birliklerince alınan tedbirler neticesinde çatışmalar yaşandı.
Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmalar sonucunda "silahlı kuvvetler personeli arasında kayıplar, askeri altyapıda hasar meydana geldiği" söyledi.
Azerbaycan yaralılar ve kayıplar hakkında henüz ayrıntılı bilgi vermedi.
Paşinyan'ın konuşması
Ermenistan Başbakanı Paşinyan bu sabah Parlamento'da yaptığı konuşmada Ermenistan ordusunda 49 can kaybı olduğunu açıkladı. Bu sayının artabileceğini belirten Paşinyan gerilimin 'biraz sakinleştiğini', ancak Azerbaycan taarruzunun birkaç cephede devam ettiğini söyledi.
Ermenistan Acil Durumlar Bakanlığı üç sivilin yaralandığını, birinin durumunun ciddi olduğunu açıkladı.
Öte yandan Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın dün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefonda görüştüğü bildirildi.
Ermenistan medyasına göre Paşinyan, Azerbaycan tarafının eylemlerini kabul edilemez olarak değerlendirdi ve uluslararası toplumun tepkisinin öneminin altını çizdi.
Ermenistan Savunma Bakanlığı, sabahın erken saatlerinde yaptığı açıklamada Azerbaycan silahlı kuvvetlerinin Ermenistan-Azerbaycan sınırının çeşitli yönlerinde ilerleme sağlamaya çalıştığını bildirdi.
Ermenistan Hükümeti, gelişmeler üzerine Rusya’ya, BM Güvenlik Konseyi’ne ve Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ne başvurdu.
Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada ise şu ifadelere yer verildi:
“Daha çok önceden net bir şekilde ifade ettiğimiz gibi, ihtilafın askeri bir çözümü olamaz.Tüm askeri operasyonların derhal durdurulması çağrısında bulunuyoruz.”
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kanaani ise Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sınır gerilimlerinin ve çatışmalarının tırmanmasından duyduğu endişeyi dile getirerek, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların barışçıl yollarla ve uluslararası hukuka dayalı olarak çözülmesi çağrısında bulundu.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, İran İslam Cumhuriyeti'nin Azerbaycan Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasındaki sınırlarda yapılacak herhangi bir değişikliği kabul edilemez bulduğunu yineledi.”
Ertesi gün, çatışmalar yer yer devam eder. Saldırılar güncellenirken, Azerbaycan’ın resmi rakam olarak bildirdiği elli kayıp karşısında Ermenistan yüzün üstünde can kaybını bildirir. Sınır içinde on kilometrelik bir alana tekabül eden, işgalin var edildiği resmen ol başbakan Paşinyan tarafından duyulur. İş bu raddedeyken, kaybın insani olana dair iki satır ses edebilmenin karşısında, memleketin tek sahibi olduklarını zanneden bir avuçtan az ırkçı / gerici / faşist saldırılara sevinç nidalarını katarak sorgulayanlara tepkilerini pek de modern koşullarda var ederler. Birkaç satırlık şu merama verilmiş olan da buna dair bir ihtimal en doğrudan nefret / ayrım / şiddet sarmalının da ifşasıdır. “Ermeni'nin acısı, Türk'e nasıl düğün bayram oluyor bunu görmek dâhi insanlık mefhumunu yitiren sahneyi gösteriyor. O nasıl hakaretler, o nasıl cümleler... En ağır olanı da soykırımı var eden paşalar ile mesaj vermek. (Sahiden) yetim konulan bir halka bunla mukabele etmek. Ne fena” Tek başına alıntılanarak güncellenen, yeniden üretilen sözün karşısına çıkartılmış olan cerahatle birlikte Ermenilik ve Ermeni olmanın karşısında yeniden nefret tomurcuklanır. Geniş tanımlı bir nefret söylem ve tavrının, Azeri ve Ermeni halklarına hiçbir faydası dokunmayacak cerahatli bir yeni nesil, eşek şakasıyla birlikte, her şeyle alay etmenin adının dramatik bir biçimde mizah sayıldığı zeminde olan biten lince vesile kılınır. Hayatın dramatize edilmesinin en yalın hali söz konusu edilmez varsa yoksa, derin bir tehdit dili, aralıksız nefret söylemi ve acılarını üstünde tepinerek yol bulmak, yön tayinine girişmek!
2020’nin karanlığına bir anda geri dönülen gel gelelim, ne Ermenistan, ne Azerbaycan ne de iki arada bir derede kalakalmış Artsakh ile Nagorno Karabakh arasında, üstünde yaşam mücadelesi veren insanlara en ufak bir katkısı olmayan bu kara güncellik bu sınırlardaki o nefret söyleminin de boyutunu artık kalıcı bir halde bildirir. Zafer partisi nam yapıdan bir biçimde kendilerine Atatürk imgesini benimseyen, gel gelelim Nihal Atsız gibi bir karakterin var ettiği ayrımcı / kafatasçı ilkesizliğiyle çıkagelen davullu zurnalı nefrete can siperane savunu o yıkımı şu raddede bu ülkenin halini de görünür kılar. Bir insan hiçbir zaman tanımayacağı, bilmeyeceği bir başka insanın canını nasıl bunca rahatça önemsiz bir mesel addedebilir ki? Dahası da vardır, Paşinyan’ın 16 Eylül günü açıkladığı gibi can kaybı sayısı 135’e yükseldiği bildirilirken buna da oh olsun çekilir mi? Telegram üstünden bilinçli bir biçimde paylaşıma açılan Azeri askerlerin, katledilmiş bir Ermeni, Kadın askerin naaşına yaptığı işkence, parmaklarını kesip, ağzına sıkıştırma, iğrençliğin de ötesinde bir düşmanlaştırma halinin kalıcılığı, bu da olur mu derken, mitlerin hakikatin ta kendisine dönüşümü ile çıkagelen hale dahi ne var canım Ermenidir ölüsüne de dirisine de rahat yoktur yazılan bir yerde çürümeyi nerede arayabilirsiniz ki!
Bir dönüşüm halinin ortasında nefret kendisine yepyeni eşikler açmaya devam ediyor. Bir açmazlar ülkesi olagelen Türkiye’nin istikametinin de ne kadar karanlık kılındığını artık afaki bir biçimde suna gelen her karşılaşma, hemen her vakada bu bahis bir kere daha en kestirmeden güncelleniyor. Bugün iş bu raddede karşımıza çıkan irinin, oluşturulan cerahatin, temellerinden yoksun salt ve açık bir biçimde köpürtülüp durulan şiddet / aralıksız çağrılan kötülük hallerinin tamamlayıcısı ilan edilen nefret hayatı zehirliyor artık. Emin olabildiğimiz yegane şey, bütün bu karabasan sarmalın, nefrette mülhem ülke gamının artık sıradana hiçbir biçimde yaşam hakkı bırakmadığıdır. Konu ne olursa olsun, yaralar neye dönüşürse dönüşsün, eksik, gedik olmayan bir biçimlendirme halinde / istikametinde elim olanın istikameti her gün bu sınırda yaşayanlara pay ediliyor. Geleceğini nefretten imal etmeye devam diyecek bir menzilde kime / nasıl / ne şekilde bir hayat verilecek bu muamma kılınırken üstelik. Sorgusuz, sualsiz, derin ve kalıcı bir nefretin esiri kılınıyor memleket. Kayda geçsin.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Ahmet MUXTAR v/ Amnesty International
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Köşelerinden Kırılan Hayatlar
Tumblr media
Ülkede sabahtan akşama kadar var edilen tüm ol yıkıcı gündemin farkında dahi olmayan milyonlarca yurttaşın varlığı söz konusu ve hâlâ seçimle gidecekler bahsinden başka bir tahayyül hakikat kılınmış değil. Sahiden emin misiniz, son kararınız mı bunca demokrasi katledilmişken. Sahiden emin misiniz, hayat aralıksız bir biçimde kuşatma altına alınırken ve kuşatılmışken. Sahiden emin misiniz, ekranlardan gazetelere yedi gün yirmi dört saatin tamamında kendi propagandasını örgütlerken kalan herkesi düşman diye kodlarken erkanı muktedir. Basitçe bir demokrasi kırımının, adalet gasbının, nihayetinde hürriyeti tehlikeye atan çabaların toplamında tam da kestirmeden bedene / akla / fikir ve eylemselliğe karşıt, dediğim dedik çaldığım düdük diye çıkagelen bir iktidar pratiği karşısında seçim / sandık ve oy neye yarayacaktır ki? Her şekilde bunca dipsiz karanlıklara rehin edilmiş olagelen bir yerde, şimdiki ev sahiplerinin siyasal islamcı tavırlarının, kural kanunu – şeriata kadar tanıya gelenlerinin paylaşımları, eylemleri bir yandayken nedir ki seçim tek başına. Bir de o kimlik karmaşıklığından nereye yaslanacağını artık karmaşık kılan kurucu önder partisi ve onunla birliktelik sergileyen altılı grubun suna geldiği birbirinden betere çıka gelen ol tavırlarla / aynısının laciverdi arasında hayat her nereye konumlandırılabilir ki?
Ülke sabah ayrı, akşam apayrı karışırken, vurdu ve kırdı hallerine rehin edilmişken bir yandan da ekonomik cendereye alınmışken, şafaksız, yarınsız konulurken sahiden hayat ne haldedir, soran eden kalmış mıdır? İstikrarlı bir çabayla süre giden ekonomik daralma, yersiz / gereksiz bir para simsarlığından mülhem faiz operasyonların, al gülüm ver gülüm halleri ve nicesinden bildiğimiz swap nam paraya, parayla artı faizle alınan milyarlarca dolarlık çarçur etme hallerinin ortasında kim farkındadır ki memlekette yaşam hakkının bir biçimde daraltılması. Ötekileştirmenin, yoksulun yoksula kırdırıldığı bir zeminin de ta kendisine eklemlendiği bir yerde, cürüm, cürmü kovalarken, Türk kendisinden görmediği herkese ama her bir kimliğe kelimenin sözcük anlamının tamamıyla düşman kesilirken bir bu bildirilirken onca vahim olanın farkında olan kalmış mıdır? Ülkeye yapılmış olagelen tüm kötülüklerin siyaset kullanılarak, ama öyle ama böyle bazen bir söylev, bazen tek bir işaret, bazen de doğrudan eylemsellik ile var edildiği yerde, hayatın abecesi tarumar edilir kesintisiz bir biçimde.
Bilal Çelik'in Diken.com.tr'de yayınlanmış haberidir: Diyarbakır Kilisesi’nden çıktıktan sonra iki kişi tarafından, “Siz Müslüman değil misiniz, ne işiniz var kilisede” denerek silahla tehdit edildiklerini söyleyen üç kişi karakolda şikayetçi oldu.
Mağdurlardan S.Y., “Karakolda özellikle ‘Hizbullahçı’ dememe rağmen tutanaklara bu ifade eklenmedi” dedi. Tehdit edilen yurttaşlar Diyarbakır’ı terk ederken, kilise yönetimiyse, polislerin gelip kameraları izlediğini ve mağdurları kendilerine ‘gaspçı’ diyerek tanıttığını anlattı.
21 Haziran’da Diyarbakır’ın Sur ilçesi Lalebey Mahallesi’ndeki Diyarbakır Kilisesi’ne giden S.Y., kardeşi H.Y. ve yeğeni N.Ç., kilisede yaklaşık 45 dakika kaldıktan sonra ayrıldı.
İddiaya göre S.Y., kiliseden dört beş sokak sonra silahlı ve şalvarlı iki kişi tarafından durdurularak, “Siz Müslüman değil misiniz, ne işiniz vardı kilisede” diyerek tehdit etti. S.Y.’den, “Sana ne bundan, belki değilim” yanıtını alan şüphelilerden biri, silahını göstererek, “Gitmeyin kiliseye, sizi öldürürüz” diyerek tehdit etti. Yanındakinin, “Dur bir şey yapma” demesiyle olay yerinden uzaklaşan mağdurlar, polise giderek şikayetçi oldu.
Ardından polis, Diyarbakır Kilisesi’ne giderek görüntüleri izledi ve söz konusu üç kişinin kiliseye geldiklerini tespit etti.
Kilise yöneticileriyse, polisin söz konusu üç kişiyi kendilerine ‘gaspçı’ olarak tanıttığını anlattı. Tehdit edenlerin ‘Hizbullahçı‘ oldukları şüphesi şikayet tutanağında yer almadı.
Polis, ‘Hizbullah’ı tutanaklara eklemedi
Diken’e konuşan S.Y., polisin kiliseye ‘gasp’ diye bilgi vermesine tepki göstererek, “Biz özellikle ‘Hizbullah giyimli’ dememize rağmen bizim karakolda verdiğimiz ifade nasıl ‘gasp’a dönüşmüş, anlamıyorum” dedi.
“Sizin ‘Hizbullahçı’ olmaları yönündeki şüphenizi tutanağa eklediler mi” sorunaysa S.Y., “Bizim ısrarla söylememize rağmen ‘Hizbullah’ kelimesini geçmiyorlardı…” yanıtını verdi.
İnanç anlamında bir arayış içinde olduğu için sık sık kiliseye gittiğini söyleyen S.Y., olayın ardından kardeşi ve yeğeniyle birlikte kenti terk etmek zorunda kaldıklarını ekledi. S.Y., son dönemde tutukluyken serbest bırakılan Hizbullahçılar hakkında da, “Bunları iktidar serbest bırakmamalı” diyerek yakındı.
‘Polis mağdurları ‘gaspçı’ diye anlattı’
Diken’e konuşan Diyarbakır Kilisesi’nin önderlerinden Ahmet Güvener, olayın ardından polisin kiliseye gelerek kamera kayıtlarına baktığını ve tehdit edilen üç kişinin ‘gaspçı’ olduğuna dair kendilerine bilgi verildiğini söyledi. Güvener, polislerin söz konusu üç kişinin bir çocuğu gasp ettiği için izlediklerini anlattı.
‘Hizbullah da gelip dinliyor’
Polisin paylaştığı bu bilgiye tepki gösteren Güvener, şunları söyledi: “Bize gelen herkese hiç çekinmeden kendimizi anlatıyoruz. Biz kimsenin hangi grupta olduğunu bilmiyoruz. Herkese kendimizi ve inancımızı tanıtıyoruz. Bizimle ilgili halkın bir sıkıntısı yok. Ama demek ki birilerinin bir sıkıntısı var ki bu şekilde çocukları tehdit ediyor. Hizbullah’tan da geliyor, kendilerini saklamıyorlar. Biz de açık açık onlara anlatıyoruz. Biz hiçbir zaman insanlara kapalı bir yapıda değiliz. 1996-97’lerde tehdit, saldırılar oldu, iki defa suikast yaşandı. Onun dışında bugüne kadar benzeri bir olay olmadı. Bazı sözlü saldırılar oldu ama kapıyı gösterdik biz de. Tehditkar konuşanlar da oluyor…”
Son saldırı Kasım 2013’te
Hizbullah yanlısı HÜDA PAR üyeleri, en son 2 Kasım 2013’te, Batman’ın Petrol Mahallesi Cizre Caddesi üzerinde bulunan iş yerine bildiri aşmak istemiş ve iş yeri sahibiyle tartışmıştı. Ardından araçlarla tekrar mahalleye gelen Hizbullah üyeleri, mahalle sakinlerine bu sefer uzun namlulu silahlarla saldırmıştı. Açılan ateşte iş yerini işleten 28 yaşındaki evli ve iki çocuk babası Özcan Temel ensesine aldığı kurşunla olay yerinde yaşamını yitirmişti. 16 yaşındaki Şükran Akgül, 18 yaşındaki Mert Kasar ve isimleri öğrenilemeyen iki kişiyse yaralanmıştı.”
Düpedüz yalın bir ötekileştirmenin şimdi bir kere daha sahnelendiği bir zemindeyiz işte. Her şekilde, hemen her durumda öteki olarak tanımlanan / bilinen / bildirilen karşısında o yirmi dört saatte unutturmaya çalışılan şey bir topraklardaki inanç özgürlüğünün enikonu daraltımıdır. Fundamentalist, siyasal islamın iktidar olmasından güvence bulan / arka alan yön açan bir zorbalık mefhumu var edilir. Bütün güncelliğiyle 1915’in karanlığının her ne şekilde var edildiği, hangi rotalar ve izler ve eylemler takip edilerek Diyarbakır’da bir kere daha icra edildiği artık afakidir. Adaletin hiçbir zaman var edilemeyecek bir meselin ta kendisine dönüşümüyle birlikte cürümler de peyderpey kılınır. Ermeni ve Süryani halkı için bir zamanlar bir yok olma / hayattan silinme menziline dönüştürülen binlerce yıllık bir ev bir kere daha kentteki Protestan Hristiyan azınlığa karşı / ilgilenen / bilgi edinmek isteyenlere karşı tehditlerle, yukarıdaki örnekte olduğu gibi şiddetle çıkagelir. Hesabı sahi ama sahiden de ne olacaktır. Bunu da mı yirmi dört saati geçmeden unutacaktır iş bu ülke. Kent değiştirmek zorunda kalakalan üç insanın bundan sonrası için bir güvenceleri söz konusu edilebilecek midir? Burası herkesin eşit olduğu bir yurt savı sabah akşam, akşam sabah zikredilirken, var edilmiş olan karanlığın yarınlara bırakacağı iz ne olacaktır, kim sahiden de fark edecektir daha kaç defa 1915!
İşhan Erdinç’in Agos Gazetesindeki haberini ekleyelim: “Üsküdar’da ikamet eden Arlen Demirhan, bir grubun saldırısına uğradı. Yolda yürürken bir kişi ‘Sen eşime mi baktın’ gerekçesiyle Demirhan’a saldırdı. Olaya dört kişilik bir grup daha dahil oldu. Yüzünden ve vücudunda yaralar alan Demirhan, hastanede tedavi altına alındı. Olayla ilgili bir kişi gözaltına alındı.
Olay, 22 Temmuz Cuma günü Üsküdar Fıstıkağacı’nda meydana geldi. 21 yaşındaki Arlen Demirhan, akşam saatlerinde anneannesinin evinden ayrılarak evine doğru gidiyordu. Yolda eşiyle birlikte yürüyen bir kişi, Demirhan’a ‘Sen eşime mi baktın?’ diyerek saldırdı. Şahıs, ıslık çalarak bir başka grubu da olaya dahil etti. Tekme darbeleri de alan Demirhan’ın yüzünde ve vücudunun çeşitli bölgelerinde yaralar oluştu.
Olayın ardından polisler Demirhan’ın ifadesini aldı, olay yerinde bulunan mobese kameraları inceleniyor. Patrikhane'de yapılan açıklamaya göre olayla ilgili 1 kişi gözaltına alındı. Diğer saldırganlar aranıyor.
Ambulansla hastaneye kaldırılan Demirhan, böbreğinde oluşan hasar nedeniyle ameliyata alındı. Anneanne Pırlanti Yaldız, Agos’a verdiği bilgide torununun sağlık durumunun iyiye gittiğini ve yakın zamanda taburcu edileceğini söyledi. Yaldız “Saf bir çocuktur. Pazar günleri Üsküdar Surp Haç Kilisesi’nde ayinlerde görev alıyor. Onun için dua ediyoruz. Doktorlar, karaciğer ve böbreğini yormaması gerektiğini söyledi. Taburcu olduktan sonra evinde istirahat edecek”
Olayın ardından Üsküdar Surp Haç Kilisesi, Facebook sayfasından paylaşımda bulundu. Kilise yönetimine göre saldırıda ırkçı bir yön olup olmadığı bilinmiyor.. Açıklamada “Yapılan bu hain saldırıyı Üsküdar Surp haç kilisesi ailesi olarak kınıyor faillerin yakalanıp adalete teslim olmalarını temenni ediyor kendisine ve yakınlarına geçmiş olsun dileklerimizi iletip Allah'tan şifa diliyoruz. Not: Saldırı sebebi net olarak bilinmemektedir. Vuku ırkçı bir saldırı olarak algılanmasın” dendi.
Patrik Sahak Maşalyan adına Patrik Vekili Kıdemli Peder Krikor Damadyan da saldırya uğrayan gencin annesi Arşaluys Demirhan’la telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Patrikhane'den yapılan açıklamada şöyle dendi:
"Kıdemli Peder Krikor görüşme esnasında, Patrik Hazretleri’nin üzüntülerini iletirken, Arlen’in sağlık durumu ve olay hakkında bilgi aldı. Olaya müdahil olan emniyet güçleri, olayla alakalı olarak tahkikata başlamışlardır. Tanıklardan edinilen bilgiler değerlendirilerek saldırganlardan biri gözaltına alınmıştır. Emniyet yetkilileri olayla ilgili takibatlarını sürdürmektedirler."
Ne şok şok, ne flaş flaş, ne de başka bir seslenişle duyurulan bir elim vaka diye geçiştirip bir an evvel sümen altı edilmek istenen kaçıncı saldırıdır Arlen Demirhan. Yaşama bunca engelli / otistik denilerek tutunmaya çabalayan bir insanın canının yakılması neden hiçbir haber değeri taşımaz. Günler sonra si en en türk ekranlarında bir muhabirin çabalarıyla bir ya da birkaç dakikalığına bildirildiğinde ancak görünür kılınan bir vahşetin ardından hangi söz yaraya iyi gelebilir? Arlen Demirhan’ın kendiliğinden var edilmiş bir hayat arama ve yakalama çabasının önüne kurulan setin, bu beş benzemezliği ile nam salmış ola gelen kötülüğün hesabı sahiden ne olacaktır? Kime / neye baktığı sorulduğunda kadına baktığını ama kötülükle olmadığını izah eden, böbrek ve karaciğerinde ciddi sıkıntıların baş gösterdiğini bildiren Arlen’in hakkını kim nasıl verecektir? Ailenin mahcubiyet duyup, acısını kendi içerisinde yaşamaya çalışmasının psikolojik şiddeti ne yana düşer. Yahut da gün aşırı “Ermeni’yi” joker olarak küfre özne, sebep, sıfat, hakaret etmek için en kolay seçenek addeden, siyasetinden sokağına, ekranından sanal alemine rahatça kullana gelen bir yerde hak, hukuk, adalet kimleri kapsar, kapsayacaktır ki? Ne olur ki böyle?
Dünden şimdiye, şimdiden de yarına çıkamayan gündelik dertlerin tortusunda ilerliyor bir sahne. Her yan balçık, her gün biraz daha karanlığa çıka geliyor. Ne meseller doğrudan var edilebiliyor, ne akıbetleri için en ufak bir ortaklığa imza atılıyor. Sandıkla gidecekler ta işte o kadar kısmının ötesine geçebilmiş, sadece birkaç örnek değil, aralıksız yağmanın, punt bulundu mu icrasına düşülen nefretin, birbirini tamamlayan iktidarın kayıkçı kavgası ve birbirilerinin ipliğini pazara çıkartma seansları arasında hakikati kim görecektir. Ne baş amir, ne bay kemal ne de bir başkasının şu gündelik kılındığı, geçip gittiği söylenen onca yaraya dair doğrudan bir müdahalesi söz konusu mudur, olacak mıdır? Yaşam edim ve eyleminin kapsamı günbegün daraltılırken, hayat bu cihet dahilinde kendi cehennemini her gün yeniden bina ederken, nedir ki yarına çıkacak olan? Anlam, anlamları beraberinde getirirken ortaya çıkan imgenin göz korkutucu hali hiç mi bir şeyleri izah etmemektedir hiç mi! Kötürüm kılınmış bir hayat imgesi gerçekken, her şey muktedir ve avenesinin tüm o gümbürtüsü içinde unutturulmaya sevk edilirken, hayatın hakikatinden kim ne zaman hangi şartlarda bahis açacaktır. Bütün bilmek istediğimiz şey bu kısır döngü içerisindeki sıralı yıkımların, ısrarla sürdürülen ötekileştirmelerin, aralıksız kin / nefretin yaşamı daha nereye kadar sınırlandıracak olmasıdır. Görünen köye kılavuz hacet(tir) artık... Duyuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Vênus Sculptures, Replica – Sarah IZIDORIO
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #240 - Karşı Radyo (26.07.2022)
Tumblr media
"Örnekler öylesine pektir ki hangi birisinden bahsetsek bir başkası eksik kalacaktır, tüm bu tarumar edicilik artık bir yerli ve milli olanın var ettiği yeni bir virüs temsilidir. Tümden şu toprak parçasını enfekte eden, zehirlemelerle gününü gün eden bir tahayyül toplamıdır o mesele. Berkay Türkmen isimli bir insanımsı varlık, Ermenistan’ı ziyaret eder. Kendisi, öğretilmiş olanlar doğrultusunda düşmanının / kötünün merkezine bir seyahati var eder! Geçtik, yüz yedi koca yıldır inkar olunan / inkar edilirken helak olmaktan kurtulup da bir yandan içten içe savunulan soykırıma dair yapılan, Tsitsernakaberd (Kırlangıç Yuvası) sahasını / müzeyi de dahil gezer. Nefretle, ırkçılıkla bütünleşik olan bir temsilin en olur, en olmaz anlarda var ettiği gibi, uluma kaydı paylaşır kendileri. Bir yas evinin ortasında uluyunca, sorunları alt ettiğini, Ermeni’nin yarasından bir parça daha koparttığını ve nihai anlamda bir zafer kazandığını zannedecek kadar zavallıdır kendisi. Dönemin devletinden olagelen Talat, Enver, Cemal’lerin, yol verdikleri çetecilerin isimlerinin yer aldığı holü de ziyaret edip, Ermenileri kuyu kokoreç yapan 12 yiğidimiz diye yazar. Birbirini takip eden tiktok videoları boyunca bu nefretten el aldığını / yönlendirildiği güruh eliyle de nasıl da rahatça nasıl olsa kimseler anlamıyor diyerek bir halka hakaretler yağdırmasına tanıklık edilir. Her kayıt bir suçtur oysa. Her kayıtta bir kere daha bir kimlik ötekileştirilendir bir de bir kere daha kendi yurdunda." sesli meram
podcast image credit: armin wegner at tsitsernakaberd:::andranik kochar:::arnold alahverdian
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Yarayla Kim Nasıl Yüzleşecek
Tumblr media
Tarumar ediliyor her şey, el birliğiyle. Muktedir ve avenesinin suna geldiği, savunduğu ol istikamet diye yutturduğu güzergah dahilinde bir memleketteki hayat mefhumu tastamam tarumar ediliyor. Bütünüyle cerahatin kollarında bir o yana bir bu yana savrulan zeminin hakikati var ediliyor. Yangınlar doğadaki olduğu kadar kentlerin ortasında da çıkıveriyor iş bu güncellikte. Arsız, umarsızca yağma, çürümeye rehin edilen merkezler / kentler ve dahi hayatlar söz konusu edilmiyor. Mesel dahi bilinmiyor. Bütünüyle iç içe geçmiş olanı bir karaşınlık silsilesini yeniden yeniden imal ederek daha düze çıkılacağı iddia ediliyor o ekranlardan. Muktedir ve yaygaracı tayfanın bildirdiği ile hayatın sıradana ait olan kısmı, kesintisiz bir tarumar etmeye rehin biliniyor. Bir tek bu doğrultu var ediliyor artık. Eldeki son kalanlar da gözler önünde iç ediliyor, taksim ediliyor, gel gelelim hayattan ne mesele, ne bildirimler söz konusu ediliyor.
Yol da yordam da tükenişin sınırlarına taşındığı zeminde tarumar edilen gündelik bir hali bildiriyor apaçık, her anlamda. Durum öylesine stabil halde var ediliyor ki tarumar etme, çürüme ve yangın yerine dönüştürülmüş olanın akıbeti sorgulanmıyor. Bunlara sıra artık hiç gelmiyor. Mamafih süre giden bir fasit döngü dahilinde zorbalık ele alındıkça, tehdit, tahakküm, yıldırı biçimlendirilip yeniden yeniden kuşatmalara evriliyor artık. Gelişi güzel değil doğrudan ince ince hesaplanarak, her daim yeniden biçimlendirilerek hep ama daimi bir istemle / bütünlüklü bir mahvediş sahneye konulur. Birbirini tamamlayan her eylem iş bu sahadaki yaşam eriminin de köküne kibrit suyu dökülmesine vesile teşkil eder. Yolun ta kendisi yerle bir edilirken, hakikat tahrif edilirken dört bir yandan tarumar edici olana ait / dair vakalar vuku bulur. Bütün parçaları birleştirdiğinizde belirsiz / muğlak değil artık aleni bir biçimde sorgusuz sualsiz icrasına düşülen kötülük, tahribat ve tarumar eden haller karşımıza çıkartılır. Dönüp dolaşıp başa sardığımız vakti, her dem suç ve cürümlere arka çıkılan ülke bir kere daha görünürdür.
Örnekler öylesine pektir ki hangi birisinden bahsetsek bir başkası eksik kalacaktır, tüm bu tarumar edicilik artık bir yerli ve milli olanın var ettiği yeni bir virüs temsilidir. Tümden şu toprak parçasını enfekte eden, zehirlemelerle gününü gün eden bir tahayyül toplamıdır o mesele. Berkay Türkmen isimli bir insanımsı varlık, Ermenistan’ı ziyaret eder. Kendisi, öğretilmiş olanlar doğrultusunda düşmanının / kötünün merkezine bir seyahati var eder! Geçtik, yüz yedi koca yıldır inkar olunan / inkar edilirken helak olmaktan kurtulup da bir yandan içten içe savunulan soykırıma dair yapılan, Tsitsernakaberd (Kırlangıç Yuvası) sahasını / müzeyi de dahil gezer. Nefretle, ırkçılıkla bütünleşik olan bir temsilin en olur, en olmaz anlarda var ettiği gibi, uluma kaydı paylaşır kendileri. Bir yas evinin ortasında uluyunca, sorunları alt ettiğini, Ermeni’nin yarasından bir parça daha koparttığını ve nihai anlamda bir zafer kazandığını zannedecek kadar zavallıdır kendisi. Dönemin devletinden olagelen Talat, Enver, Cemal’lerin, yol verdikleri çetecilerin isimlerinin yer aldığı holü de ziyaret edip, Ermenileri kuyu kokoreç yapan 12 yiğidimiz diye yazar. Birbirini takip eden tiktok videoları boyunca bu nefretten el aldığını / yönlendirildiği güruh eliyle de nasıl da rahatça nasıl olsa kimseler anlamıyor diyerek bir halka hakaretler yağdırmasına tanıklık edilir. Her kayıt bir suçtur oysa. Her kayıtta bir kere daha bir kimlik ötekileştirilendir bir de bir kere daha kendi yurdunda.
Mutlak ezberlerle, tarih boyunca ve lakin özellikle de son bir asrında olmadık badireleri yüklenmiş olan bir halka küfür / kıyamet, zorbalıkla bütünleşik yakıştırmalar, yaftalar ol Berkay Türkmen eliyle bir kere daha cismani kılınır. Kendisi için hit elde edici, tıklanma rekoru kırmaya vesile olan şeylerin bir asırdan uzunca bir zamandır kanatılmaya devam edilen yaralar olduğu gözlerden kaçırılır. Ne Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın ne Akparti Genel Başkan Yardımcısı, Sivil Toplum ve Halkla İlişkiler Başkanı, Vekil Avukat Özlem Zengin’den tek satır açıklama çıkagelir. Bütünüyle bu topraklarda yaşayan bir halkın içerisi / dışarısı fark etmeksizin nefrete / kine / kötülüğe yem edilmesinden bu kadar afaki rahatsızlık duyulmaması derttir, dert oysa! İnanması akla zor / kabullenmesi apayrı nice badireler atlatmış bir halk bir kere daha sınanıyor. Dün uluyan tipleme, dün hedef kılınırken Ermeni denilmesine alınan Prof. Mehmet Ceyhan. Hep başa sarıyoruz. Yıkım, yıldırı, yağma hep bu yana düşüyor. Kim neyin hesabını sahiden verecek? Ya şu aşağıdaki her neyin nesidir allasen?
Agos’tan aktaralım: “Surp Haç Tıbrevank Lisesi'nden Yetişenler Derneği’nin (SHTYD) Narlıkapı’daki lokali tahrip edildi.
Bir süredir tadilatta olan dernek lokalinin camını keserek içeri giren kimliği belirsiz kişiler, dernekte bulunan bilgisayarları, projeksiyon cihazın��, televizyon ekranını ve kupaları çaldı.
Dernek Başkanı Nubar Dinçöz Agos'a verdiği bilgide derneğin tadilatının bitmek üzere olduğunu bu nedenle de büyük zarara uğradıklarını söyledi. Dinçöz, söz konusu kişilerin lokalde bir süre yaşayarak tahribatı daha da artırdıklarını ifade etti. Dernek yöneticileri yaşanan saldırıyı Emniyet’e bildirdi. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.”
Tarumar ediliyor her şey el birliğiyle bir kere daha. Nicesinde var edilmiş kötülüğü bir kere daha denenmiş olanı var eden bir kuşatma şekillendiriliyor bir yerlerde ol Surp Haç Tıbrevank Lisesinden Yetişenler Derneği mülkünde. Dönüyoruz dolaşıyoruz her dem en başa sarıp bu mutlak terörize etme / öteki sanılana karşıtlığın en olmadık suretlerinde kendimizi arşınlar buluyoruz. Düzen, yöneten katı, bu ülkede herkes kadar eşitsiniz diyerek söze başlarken, bırakalım eşitliği, adaletsiz, haksız, hukuksuz, biçare konulanın kim / hangimiz olduğunu şıp diye buluyoruz bir kere daha! Basit gibi görünen suç halleri ve akitlerinin nasıl başat bir yönelim / yönlendirme aracı kılındığını tam da o nefret söylemi ihtiva eden, hakaretlerle bir asırdan uzun yılların yarasına tuz ruhu döken tiktok üyesi gibi tiplemelerin kötülüğünün de bir uzantısı olduğu gözlerden kaçırılmamalıdır hiç ama hiçbir zaman. Basit gibi görünen bir soygun girişiminin akıbetinin bunca yalın bir hal ve biçemle unutturulmaya çalışıldığı bir zeminde Ermeni’nin yarasıyla kim her nasıl her ne şekilde yüzleşecektir, sahiden? Nefret kültürü bunca yaygınlaştırılıp bir biçimde tavrın ta kendisine dönüştürülmeye, normalleştirilmeye devam edilirken hayatın hakkı her nasıl tanzim edilecektir? Kim verecektir ki bunca yaranın hesabını sahiden ama nasıl? Kendini mütemadiyen tekrar eden bir nefret sarmalı içerisinde hayata yer kalır mı? Hiç ama hiçbir biçimde bırakılır mı? Ermeni’nin hedef alınmasının yanı sıra, bir hafta gibi kısa bir sürede Hasköy Musevi Mezarlığı saldırısı, Denizli’de linç edilmek istenen, ölümle tehdit olunan o Kürd aile, At*man kardeşliği denen oluşum üstünden tehdit edilen gazeteci Lindsey Snell, Zaxo’da Türkiye mahreçli, biri bebek dokuz insanın canına mal olan katliamcılık, bitimsiz ittihatçı zihniyetin ama kurucu özne ve takipçisi ırkçı hizipler, ama bugünkü o siyasal islami suretlerinden çıkagelen hakaretler, yaralar, bereler. Bütünü bir araya getirdiğinizde her şey her nasıl apaçık bir halde tarumar ediliyor görülüyor. Peki bunca can kırığı, bu kadar afaki cürüm, cinayet ve suç ekseninde bir hayat her nasıl muhafaza edilebilir ki? Bunca tehdit unsuru olaraktan atanan / görünen / bilinen halkların karşısında yükseltilen o nefret simyası her şeyi tarumar ederken bir iyi gün söz konusu edilebilir mi? Düşünür müydünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Aziz Krikor Kilisesi / Ani: “Eastern Side Of The Saint Gregory Chapel Of Ani, Circa 1893, From The Book “Armenia: Travels And Studies”, By H. F. B. Lynch” v/ @armenianvisuals
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Çıkmazlara Çıkan Bir Fasit Döngü... Yol Nereye!
Tumblr media
Bir güncellik hasıl oluyor her yanı bitimsiz çıkmazlara çıkan bir fasit döngü dünden şimdi ve şu ana, şimdiden de yarına mütemadiyen yineleniyor. Ne yol, ne yordam konuluyor. O izan, şu izahat devri geçeli çok oluyor. Tahayyül olunan cerahat isteminin üstünden şimdi güncellenen pratiklerle hayat erimi mutlak yargıların sahnesi kılınıyor. Bir güncellik hasıl oluyor. Her şekilde hayatiyet kısmı pas geçilip duruluyor. Medeniyet bahsinin yalın bir hal ve istemle birlikte cürümlerle, muktedirin bizatihi çabasıyla derdest edilmesi mesele edilmiyor artık. Yalanlara hep yalancı hallere tutunup güncel anlamda bet / fenanın yolu, yönünde yürüyen bir sarmal ile güncellik kuşatılıyor atık. Doğrudan icrasına düşülen her bir halle birlikte yönelimi dünden devralınmış tahakküm, tehdit ve yıldırı hallerinde bariz buluşan, birleşen bir çukura dönüştürülen bir yerde uçurumun kıyısına itilen hayatlar açık bir hakikat kılınıyor.
Bir günce muktedirin güç zehirlenmesi halinin refakatinde hayatı dönüştürürken var ettiği facialar arasında sıkıştırılıyor. Hayat hiç olmadığı kadar zor bir meselin ta kendisine açık, alenen dönüştürülürken ne yol, ne yordam konuluyor. Çözüm yerini çözümsüzlüğe terk-i diyar ediyor. Koca bir karanlık halin ta kendisine ülke deniliyor. Bir günce var edilirken, mutlakiyet biyopolitik cürüm ekseninden imal ediliyor. Her şeyiyle karabasan kılınan bir yer ülke diye pazarlanıyor. Eski yenilenirken, yinelenirken halen! Kurucu iktidarından şu memleketin son yirmi bir yılını bir çırpıda zehirleyen / zehir eden sureti temsile bütünüyle birlikte / keskin, sonsuz bir karanlık girdabın ta kendisi ülke olarak sunulmaya çalışılıyor. İçinde yaşayanına saygısı kalmayan, hakkı, hukuku salt yönetime, ayrıcalık düzeyindeki o seviyelere / sınıflara göre belirleyen bir zeminde bir normatif de bırakılmaz, kalmaz. Epey aralıksız bir biçimde güncellenmiş olan her yeni tahayyül, doğrudan öyle ya da böyle açık bir biçimde devam olunan ayrıştırma, nefret, ırkçılıkla birlikte bir fabl olarak zikredilmiş ol memleket belirgin bir kabus sarmalının ta kendisi haline dönüştürülür, her dem yavaş, yavaş.
Şalom Gazetesinden aktaralım: “Kimliği belirsiz kişiler tarafından 36 mezar taşının tahrip edildiği olayla ilgili Türk Yahudi Toplumu Twitter’dan açıklama yaptı.
Türk Yahudi Toplumu İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliği’ni de etiketlediği açıklamasında ‘‘Hasköy Mezarlığımıza gece yarısı girilmiş, 36 tane mezar taşımız tahrip edilmiştir. Konu tüm resim ve gece kayıtları ile ilgili makamlara iletilmiş olup, bu vandalizmi yapanların bir an evvel yakalanmasını beklemekteyiz’’ ifadelerine yer verdi.
Birçok devlet büyüğü de Hasköy Musevi Mezarlığına yapılan saldırıyı kınadı:
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ''İstanbul Hasköy Mezarlığı'ndaki menfur saldırıyı kınıyorum. İstanbul Emniyetimizin titiz çalışmasıyla faillerin 2'si gözaltına alındı, olayla ilgili soruşturma devam ediyor Bu tür provokatif saldırılarla birlik ve beraberliğimizi bozmaya çalışanlara asla müsaade edilmeyecektir.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın Twitter’dan yaptığı açıklamada, ‘‘Bu menfur saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Faillerin bulunması için ilgili birimler harekete geçti. Kutsal değerlere saldıran ve toplumumuzda fitne ve husumet tohumları ekmeye çalışanlara asla müsaade etmeyeceğiz’’ dedi.
Ak Parti Başkan Yardımcısı Av. Özlem Zengin, ''Mezarlıklara hürmeti olmayanların insana topluma hürmeti olamaz. Bu saldırıyı kınıyorum. Failleri muhakkak bulunacaktır. Ve hiç kimse yüzyıllardır huzur içinde yaşayan insanlarımızı tedirgin edemez. Toplumsal barışımızı bozamaz'' dedi.
Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı, Parti Sözcüsü Ömer Çelik, ''Yahudi vatandaşlarımıza ait Hasköy Mezarlığı’na gece yarısı girilerek, 36 tane mezar taşının tahrip edildiği barbar saldırıyı kınıyoruz. Türkiye’de vatandaşlarımıza ait değerlere saldırılması asla kabul edilemez. Türkiye farklı dinlerden tüm vatandaşlarımızın değerlerinin korunduğu güvenli bir ülkedir. Bu saldırı ve provokasyon geçmişte olduğu gibi yine boşa çıkarılacaktır. Yahudi vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz'' dedi.”
Bir fasit döngü bina ediliyor. İçinde kalakaldığımız kötürüm memleket tahayyülünden en kestirmeden çıkışı ötekisine hınç duyarak, öç almayı önceleyip, nefret ederek, ırkçılığı bir duruş addederek var ediyor kimileri. Bu halleri var eden temsillerin sırtlarını sıvazlayarak onlarla dostane ilişkiler kurduğu zaten belirgin olan suç işleri bakanından, sokağa gölgesi değmiş olan zafer nam parti yapısına, daha yeni ırkçı olduklarını zikredemeyen temsilleri ile çıkagelen akut insanlık düşmanlarının görünür olduklarını her anlamda zikrettikleri ol buduncu nam yapılarına ve pek çok şeye, bir memleket tahayyülünün çürütülmesi kesinti nedir bilmeden aralıksız devam olunandır. Yurt içinde senelik değerlendirmelerde Ermeni halkı gibi nefretin orta yerine rehin edilmiş, küfre özne addedilmiş olan Yahudiler için de bir sınav daha çıka gelir. Hasköy’de yaşları on sekizden küçük beş çocuğun onca mezarı, mezar taşını kırıp döktüğüne inanılması beklenir. Olayın alelacele derlenip toparlanmasını bir biçimde hemen üstünün örtülmesi için şıpın işi adaletin tecelli ettiği bilgisi geçilir. Beş çocuk ifadelerinin ardından ailelerine teslim edilirler.
Bir biçimde İstanbul Valiliği makamınca da zararın tanzimi noktası tesis edildikten sonrası işte geçip gitmesi beklenir bir yıkımın. El kadar bebelerin, kendi boylarının üstündeki bir koruma duvarını aşabilmesi, bir ara geçit bulmasını geçtik, onlarca mezar taşı, katafalk ya da mozoleye zarar verebilecek gücü kendilerinde bulabilmesi mesel edilmesin istenir. Bir biçimde kim ya da kimlerin bu nefreti örgütlediği, var ettiği sorulmasın buyrulur. Bir asrı aşkın bir zaman diliminde içinde yaşayan öteki sandığı halklara reva gördükleriyle, daimi bir biçimde yaralara yepyeni yaraları ekleyen, bunu sormayan, hesabı ne olur diye düşünme ediminden zaten uzak kalmış bir menzilde hayat gidene de mi zul edilecektir? O son yolculuk da mı rahatsız edilebilecektir nedir ki yani? Trakya Pogromundan, 6-7 Eylül kalkışmasına soykırım sonrası memlekette dizginler asıl kimin elinde diye çıkılan güzergahta var edilmiş kötülüklerden hangisi için adalet hakiki bir biçimde var edilebilmiştir, sahi ama sahiden?
Bianet’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, İstanbul Hasköy Mezarlığı’nda Yahudilere ait mezar taşlarının tahrip edilip kırılmasını Meclis gündemine taşıdı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması talebiyle soru önergesi veren Paylan, “Ermeni kiliselerine ve mezar yerlerine yönelik saldırılar da düşünüldüğünde, azınlık toplumlarına yönelen bu ve benzeri nefret saldırılarının 'münferit' eylemler olarak değerlendirilemeyeceği ortadadır” dedi.
Paylan’ın Oktay’a yönelttiği sorular şöyle:
Hasköy Yahudi Mezarlığı’na düzenlenen nefret saldırısı, nefret kültürünün bir sonucu değil midir?
Yahudi ve Hristiyanlara karşı işlenen nefret suçlarını durdurmak için ne yapacaksınız?
Nefret siyasetinin, nefret suçlarına yol açtığının farkında mısınız?
Azınlıklara karşı işlenen nefret suçlarına neden olan, nefret söylemlerini durdurmak için ne yapacaksınız?
Türkiye Hahambaşılığı Vakfı, dün (15 Temmuz) Beyoğlu'nda bulunan Hasköy Mezarlığına gece yarısı girildiğini 36 tane mezar taşının tahrip edilip, kırıldığını duyurmuştu.
Yasada Cezası Var
İbadethane ve mezarlıklar Türk Ceza Kanunu (TCK) kapsamında koruma altında. TCK 153'üncü madde de "İbadethanelere ve mezarlıklara zarar verme" suçunu düzenliyor. Yasaya göre;
(1) İbadethanelere, bunların eklentilerine, buralardaki eşyaya, mezarlara, bunların üzerindeki yapılara, mezarlıklardaki tesislere, mezarlıkların korunmasına yönelik olarak yapılan yapılara yıkmak, bozmak veya kırmak suretiyle zarar veren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada belirtilen yerleri ve yapıları kirleten kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(3) Birinci ve ikinci fıkralardaki fiillerin, ilgili dini inanışı benimseyen toplum kesimini tahkir maksadıyla işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.”
Tarihçi, Yazar Ayşe Hür’ün derlediği bir listeyi de bu habere ilaveten eklemeliyiz iş bu merama. “Dün İstanbul-Hasköy'deki Yahudi Mezarlığı'ndaki 36 mezar taşının kırılmasını kınarken, hafızamızı tazeleyelim.
29 Ekim 2010: Çanakkale-Gökçeada’da Panaiya Rum Mezarlığı'ndaki 78 mezar kimliği belirsiz kişiler tarafından tahrip edildi.
23 Kasım 2010: Elbistan’daki Gariplik Mezarlığı'nda yaklaşık 30 mezar kimliği bilinmeyen kişi veya kişilerce tahrip edildi.
19 Ağustos 2011: Can Yücel'in Datça Belediye Mezarlığı'ndaki anıt mezarı balyozla parçalandı.
19 Aralık 2017: Bitlis merkeze bağlı Yukarı Ölek (Oleka Jor) köyündeki Garzan Mezarlığı yıkıldı, 282 cenaze ailelerinden habersiz çıkarıldı, 261 cenazenin plastik kaplara konularak Kilyos Mezarlığı'nda kaldırıma gömüldüğü çok sonra öğrenildi.
31 Mayıs 2018: Tekirdağ'ın Malkara ilçesindeki Hacıevlat Mahallesi'ndeki tarihi Üçler Mezarlığı’nda 60’ı aşkın mezar taşı kırıldı.
2 Temmuz 2019: Bursa'nın İnegöl İlçesi’nde, İshakpaşa Külliyesi'nde Osmanlı Dönemi'ne ait mezarlar kimliği belirsiz kişilerce tahrip edildi.
29 Aralık 2019: İzmir'in Bornova İlçesi’ndeki Işıkkent Mezarlığı’nda yüzlerce mezarlık kimliği belirsiz kişi veya kişiler tarafından tahrip edildi.
15 Şubat 2020: Ankara’da Ortaköy Mezarlığı’nda bulunan 66 mezardan Hıristiyanlara ait olan 19’u tahrip edildi.
5 Ağustos 2020: Denizli-Buldan İlçe Mezarlığı'nda, bazı mezarlardaki fotoğraf ve amblemler söküldü.
6 Ağustos 2021: Teslim Töre’nin İstanbul Karacaahmet Mezarlığı’ndaki mezarındaki fotoğrafı ve "Fabrikalar, Tarlalar, Siyasi İktidar Her Şey Emeğin Olacak" yazısı söküldü.
14 Kasım 2021: Ahmet Kaya’nın Paris’te Père Lachaise Mezarlığı'ndaki kabrinin mezar taşları kırıldı.
18 Ocak 2022: Azra Erhat’ın İstanbul Bülbülderesi Mezarlığı'ndaki kabrine ikinci saldırı. (İlki Ekim 2020) Lahit kapağı söküldü, üstündeki seramik kuş figürü parçalandı.
22 Şubat 2022: Uşak’ta Şekerevleri Mezarlığı’nda 45 gün içerisinde toplam 40 mezar taşının, kimliği belirsiz kişi veya kişilerce kırıldığı tespit edildi.
27 Mayıs 2022: Yarbay Ali Tatar’ın Ankara Karşıyaka Mezarlığı'ndaki mezar taşına saldırı düzenlendi.
21 Haziran 2022: Kocaeli'nin Darıca ilçesinde, Nene Hatun Mezarlığı'nda 7 mezar taşı kimliği belirsiz kişiler tarafından tahrip edildi.
Not: Yukarıda andığım saldırıların hepsi (daha uygun terim bulamadım, özür) “meşru” şekilde ölen kişilerin mezarlarına yönelikti.
Ayrıca çok sayıda tekil mezar saldırısı var. Sadece vandalizm, ırkçılık, nefret suçu ve kont-gerilla faaliyeti (çoğu kez bunların kombinasyonu olarak) gerçekleştiğini düşündüklerimi (Ahmet Kaya'yı ise Türkiye'deki saldırıların parçası olarak gördüğümden) hatırlattım.
Bir de resmi terminoloji ile “etkisiz hale getirilenlerin" mezarlarına yönelik saldırılar var. Ekim 2021'de Uluslararası Mezopotamya Adalet Gözlemevi (Mezopotamia Observatory of Justice-MOJUST) ile Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) tarafından ortak hazırlanan ve BM’ye sunulan rapora göre 17 Eylül 2015-4 Nisan 2020 arasında: “En az bin 644 mezar tamamen yok edildi, 2 bin 926 mezar ise tahrip edildi. Şırnak ilinde 900 mezar tamamen yıkıldı, bin 475 mezar tahrip edildi; Diyarbakır’da 143 mezar tamamen yıkıldı, 340 mezar tahrip edildi; "Batman'da 200 mezar tamamen yıkıldı, 369 mezar tahrip edildi; Dersim ilinde 150 mezar tamamen yıkıldı, 3'ü tahrip edildi; Van'da 41 mezar yıkıldı, 69 mezar tahrip edildi; Siirt'te 200 mezar tahrip edildi; Mardin'de 232 mezar tahrip edildi; "Bitlis'te 267 mezar tamamen yıkıldı; Hakkari'de 54 mezar tamamen yıkıldı; Muş'ta 27 mezar tamamen yıkıldı ve 8 mezar tahrip edildi; Bingöl'de 80 mezar tahrip edildi. Ağrı ilinde 'Şehit Suat Tekin Kızılay Mezarlığı helikopterlerle hava bombardımanı sonucu tahrip edildi.”
Süryani Hak Savunucusu David Vergili'den de iki ilave gelir;
Kasım 2016 - Adıyaman Mor Petrus Mor Paulus Süryani Kilisesi’ne bağlı olan mezarlıkta bazı mezar taşları tahrip edildi.
30/6/2022 - Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Yemişli köyünde #Süryaniler’e ait en az bin yıllık mezarlar tahrip edildi.”
Birbirine geçmiş çoktandır bu menzilde bir hakikate dönüştürülmüş olan ötekisine ne diri, ne ölüsüne saygının vardığı eşik düşündürücü değil midir? Gayrimüslimlerin varlığını bu topraklarda bir hiçten ötesi olmayacağını vurgulayan kurucu temsilin yıllar sonra verdiği, resmi gazete yoluyla duyurduğu şu bahislere ne demelidir? 1934 yılında dönemin mülteci politikası; - Türk Soylu olmayanlar istediği yere yerleşemez. - Anadili Türkçe olmayanlar müstakil mahalle kuramaz, işçi ve sanatçı kümesi oluşturamaz. - Ecnebilerin bir Belediyedeki nüfusu %10’u geçemez.” Ya da “Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. memleketiniz sizindir, Türklerindir. bu memleket tarihte Türktü, o halde Türktür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır” diye bahse tutuşan bir kurucu lider portresi. Bitimi sonu getirilmeyen bir Türkleştirme, düşman addedilen insanların karşısında yükseltilen bir ırkçı nefret sarmalı. Dönüyor, dolanıyor memleket bir kere daha ezberlerinin ortasında buluyor / birleşiyor. Ermeni, Yahudi, Rum, Kürd fark etmeksizin, öteki addedilen, öylesi bilinene karşıtlığını zulüm haline demirliyor menzil. Beyaz soykırım tezahürünün vardığı eşiğin korkunçluğu bir yandan, yaşatmayan, yaşamdan geçip gidene de rahat bir uykuyu dahi çok gören bir toprak toplamı var ediliyor. Bir fasit döngü var ediliyor her günü aynı, her günü apaynı yıldırı, yok etme, çürümeye çıkıyor, bütünüyle farkına varıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Türkiye Hahambaşılığı Resmi Hesabı
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #234 - Karşı Radyo (14.06.2022)
Tumblr media
"Dönüp dolaşıp yirmi koca yılın ezberlerle ne hallere konulduğunun kaydını düşmektir ol mesele misal. Her şekilde bir ülkenin dönüşümünün nasıl en bet, en feci, en katran karası hallerle birlikte var edildiği yeterince örnekleriyle gündelik bir mesel kılınmıştır. Hazretin ve ekip arkadaşlarının kurdukları düzenek sıradan insanların hayat haklarının sıfırlanması bahsini lokomotif eylem kılar. Biyopolitik eylemlilik o ana lokomotifin devamlılığındaki bu ülkede var edilmiş cerahatin çatısıdır. Kürd’ün özlük hakları talan edilirken, Ermeni’nin varlığı küfre meze kılınırken, Süryaniler köylerinde kovalanmaya, Diril Ailesi gibi akıbetlerinin / başlarına getirilen fecaatin konuşturulmamasına bir dolu örneklem var edilir. Bunlar kesmez, Roman’ın hakkı çalınır, Rum milli ve yerli düşman kataloğundaki o en sağlam yerini muhafaza eder. Yahudi binlerce yıllık denilen bir dostluğun izlerini en kestirmeden yok etmek için uydur kaydır tevratların pazara satıldığı bir dini motif kılınır. Dahası da vardır, Ezidilerin başlarına getirilmiş Fermanların sonuncusundaki katkının ta kendisi devlet kaşesiyle beslenen tiplemelerle var edilir. Düzenin öteki addetiği her kimse, her neredeyse, her ne şekildeyse onar karşıtlığın koşulsuz / sınırsız hallerinin hep ama her dem yekunudur mesele / meselemiz."
podcast image credit: old but gold (heart):::rafaela biazi:::unsplash
0 notes