Tumgik
#gazetecilik suç değildir
seslimeram · 2 years
Text
Hayat Yalanın Kılınırken...
Tumblr media
Doğrunun yitirildiği yerde hayat yalanların kılınır. Masallar anlatılmaya devam olunurken gündelik yaşam pratiği zehirlenirken her gün her şey biraz daha eksiltilirken yalan tutulan dayanak kılınır. Doğru kalmamıştır. Topyekun yerine ikame olunanlar ile bariz bir yanlış silsilesi demirbaş kılınır. Düzenin onu var eden kesimlerin, aklın, norm ve normatif ve ol pratiklerinin bozuk plak gibi tekrarla dönüştürüldüğü yerde hakikat çürümenin kılınandır. Hakikat dönüştürüldükçe yalandan medet yükseltildikçe beklentiyle orantılı bir biçimde o mefhum bu sathı mahallin her gününde daha belirgin kılınır. Baş amir ve tek adam idaresi ve yönetiminin bodoslama sunduğu her şeyin bunca afaki yalanlarla kesişimi yeni ülkenin halini de istikametini de belirginleştirir. Her şey bariz bir fasit döngüde yıkılmaya alenen yüz tutar. Hemen her gün yapılan doğrudan müdahalelerle beraber gündelik yaşam pratiği bozguna uğratılır. Hayat felç olunurken cürümler yalan ve tahakkümle yön bulanlar yeni, yepyeni istikametleri günceller. Her güncelleme apayrı yaralara / kesiklere çıkarken. Her teşebbüs apayrı eksiltmeleri doğururken. Her yeni ülke söylemi benzersiz, dipsiz olagelen bir kuyuyu var ederken üstelik!
Yalanların düze çıktığı, ortaya çıkan kepazeliğin üstünü örtmek için daha benzersiz daha da içinden çıkılamayacak yalanların var edilebildiği / anıldığı / bildirildiği bir zeminin ta kendisidir o çukur / kuyu. Yaşam erdeminin yerle yeksan olunduğu yerde, muktedirin tüm o iktidar pratiğini muhafaza edebilmek için savunduğu / var ettiği şeylerin yekununda bu yaralar yalanların nasıl bir istemle yıkıcılığa kavuştuğunu da bildirir. Öyle ya da böyle ve veya şöyle değil doğrudan bir beş yıllık süreci daha kendilerinin kılabilmek için hemen her türden fecaatin altına imzasını atabilecek bir iradeyi görünür kılar bu yalanlar silsilesi. Internet, sosyal medya düzenlemesi nam yapılandırmanın hemen öncesinde gazetecilere yönelik saldırganlık, gözaltı furyasının Bakur Kürdistan’ında var ettiği cerahat bu hallere bir örnektir. 16 insanın tutsak edildiği bir zeminde, suç işleri kolluğunun, “gizli tanıklara” dayanarak ne olduğu belirsiz / muğlak kılarak bir kural tanımazlık örneği sergilediği saha, yer gerçekken hakikati kim görecektir? Örgütsel doküman diye, gazetecilerin kameraları ve lensleri, bilgisayarları, yıllar öncesinde katledilmiş başka gazetecilerin resimleri ve çok eskinin arşiv gazete ciltlerinin paylaşıldığı yerde olmakta olan cürmün farkına varabilmek nasıl söz konusu olacaktır. Ol interneti maniple etme, suskunlaştırma hedefinin yasalaşma yolunda ilerlenen güncellikte asıl derdin Kürd ve öteki halkların hakkaniyetsizce haklarına karşı saldırılardan bihaber kılınması olduğu hakikatini hangi yalan örtebilir ki sahi ama sahiden? Yalanlar her yeri kuşatırken hakikatten meseli kim / nasıl her ne şekil, biçimde açacaktır?
Ruken Tuncel’in Bianet’teki haberini aktaralım: “Cumartesi Anneleri/ İnsanları adalet arayışlarının 899. haftasında 29. yıl önce gözaltında alınıp işkence yapılarak öldürülen gazeteci Ferhat Tepe için adalet istedi
Haftanın açıklamasını gazeteci Reyhan Hacıoğlu, yaptı. Konuşmasına iki önce Diyarbakır’da tutuklanan 16 gazeteciyi hatırlatarak başlayan Hacıoğlu, “Devletin medyayı itibarsızlaştırma, gazetecileri hedef gösterme ve cezalandırma geleneği artarak devam ediyor. Daha iki gün önce yine gazetecilik suç sayıldı ve 16 gazeteci tutuklandı. Basın özgürlüğü, yalnızca gazeteciler için değil, aslında halkın haber alma hakkı içindir” dedi.
"Faili meçhul olarak gömüldü"
Hacıoğlu, daha sonra 19 yaşında Özgür Gündem gazetesi Bitlis muhabirliği yapan Ferhat Tepe’nin hikayesini paylaştı: “Ferhat, 28 Temmuz 1993 tarihinde Bitlis şehir merkezinde silahlı telsizli 3 kişi tarafından kaçırıldı. Ailenin ve gazetesinin ısrarlı başvuruları karşısında devletin ilgili tüm kurumları onun gözaltına alınmadığını söyledi.
"Arayışını sürdüren ailesi ve gazetesi Ferhat'ın ağır işkence görmüş bedenine 13 gün sonra 'meçhul kişi' olarak gömüldüğü Elazığ Kimsesizler Mezarlığı’nda ulaştı.
"AİHM Türkiye mahkum etti"
"Ferhat Tepe’yi Diyarbakır Jandarma Alay Komutanlığında işkenceli sorguda gördüğünü açıklayan 14 tanık vardı ama iç hukukta yürütülen soruşturmadan hiçbir sonuç elde edilemedi.
"Bunun üzerine aile AHİM'e başvurdu. AİHM, Ferhat Tepe soruşturmasında 'şaşırtıcı eksiklikler' olduğu tespitini yaptı. AİHM, gerekli bilgi, belge ve tanıklara ulaşımı sağlamadığı ve etkin bir cezai soruşturma yapmadığı için Türkiye’yi mahkum etti.
"AYM hak ihlali kararı verdi"
"Ailenin son olarak başvurduğu Anayasa Mahkemesi ise 16 Haziran 2016 tarihli kararında Ferhat Tepe dosyasında savcılığın olayı aydınlatacak işlem yapmadığını, delillerin toplanması konusunda gerekli özenin göstermediğini, soruşturmanın sürüncemede bırakıldığını kaydederek ‘etkili soruşturma yapılmadığı’ gerekçesiyle hak ihlali kararı verdi.
“Ancak AYM zamanaşımını gerekçe göstererek dosyanın yeniden açılmasını engelledi. Kısacası AİHM’in ifadesiyle, 'etkili bir soruşturma yürütme hususunda bilinçli olarak gösterilen yargısal direnç' bugüne kadar devam etti.
"Cezasızlığa son verin"
“Ferhat’ın kaybedilişinin 29. yılında bir kez daha hatırlatıyoruz: Kamusal alanı suçtan arındırmak cezasızlık politikalarına son vermekle mümkündür. Devlet aktörlerinin keyfî ve hukuka aykırı şiddetini mahkûm etmeyen yargı sistemi kayıp yakınlarının ve toplumun adalet beklentisini karşılayamaz.
“Kaç yıl geçerse geçsin Ferhat Tepe için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan, 200 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekânımız Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz.”
Bütünüyle yolun / yordamın nasıl eksik gedik kılındığının meselesidir bir kere daha ulu orta sergilenen. Ferhat Tepe’nin doksanların karanlığında Kürd illerinde katledilmiş ve hiçbir zaman katilleri ele verilmemiş olagelen yıkıcı / yok edici süreçte canı çalınan bir temsil olduğunu Batı Türkiye’nin yüzde kaçı haberdardır. Yalanların yekunda sadece ve sadece daha fazla / daha ağır yıkımlara zemin / olanak olarak savunulduğu sunulduğu bir yerde bunca açık / afaki tanıklığa rağmen hesap verme mekanizması neden bunca zaman dilimine / geçen onca yıla rağmen var edilememiştir. Çürüten düzlemin katliamcılığının, hayata dair, hayattan olduğu gibi haberdar edenlerin binbir türlü badireye rağmen burada şu sathı mahalli anlatmaya / sorgulamaya çalıştığı yerde Ferhat Tepe’nin kurbanlığına dair en ufak bir hesap mekanizması işleyecek midir? Etle tırnak gibi olunduğu zikredilen Kürd’ün hakkını / yaşamsal olan hakkaniyeti, yüzleşme ve adalet çağrılarını görmek için daha hangi badireler, daha hangi zamanaşımı tehditlerine rehin davaların sorgulanmasına hacet vardır. Görünen köy de mi kılavuz istiyor! Anayasa Mahkemesi ve tanıklıklar afaki kılınan bir kırıma dair ses verirken, karara imza atarken yalanlarla örselenip görülmezliğe rehin edilmiş olan kaç yıkım böyle örtbas olunacaktır, sahi ama sahiden?
BirGün Gazetesine bağlanalım: “İktidarın yaklaşan seçimler öncesinde TBMM Başkanlığı’na sunduğu yeni sansür düzenlemesine “şerh düşen” muhalefet, Anayasa’ya aykırı düzenlemenin geri çekilmesi gerektiğini bildirdi. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) iptal kararı vermesi ihtimaline dikkat çeken muhalefet, milletvekillerinin, basın örgütlerinin ve konunun birinci derece muhatabı hukukçuların itiraz ve önerilerinin dikkate alınması gerektiğini kaydetti. Muhalefet, kanun teklifinin yaklaşan seçimler öncesinde hazırlanmış olması gerektiğini de vurguladı.
Düzenleme Saray'ın Rolünü Arttıracak
Gazetecilerin soyut gerekçelerle en az üç yıl hapiste kalmasına yol açacak, sosyal medya ağlarının erişimlerini tamamen engelleme yetkisi verecek ve basın kartları konusunda Saray’ın rolünü artıracak düzenlemeye karşı muhalefet şerhi hazırlayan CHP, “Anayasa’ya aykırılık” vurgusu yaptı. TBMM Adalet Komisyonu’nun CHP’li üyelerince kaleme alınan şerhte, “Gazetecilere hapis cezası öngören düzenleme başta olmak üzere, kanun teklifi, ifade özgürlüğü sınırlarındaki alanlara müdahale içermektedir” denildi. Gazetecilerin sansür ve otosansür ile karşı karşıya kalacağını bildiren CHP Milletvekilleri, “Düşünce ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğüne baskı uygulanmasına meşruluk kazandırılacaktır ki bunun da her an toplumsal bir kaosu tetiklemesi kaçınılmazdır. Basın mensuplarında oto sansüre neden olacağı, bunun da kanaat oluşturulması yönünde ikame edilemez bir konuma sahip olan basının görevini yapamamasına yol açacağı nettir” ifadelerini kullandı.
Özgürlük Ortamı Yok Ediliyor
TBMM Adalet Komisyonu’nun HDP’li Milletvekilleri tarafından hazırlanan muhalefet şerhinde ise iktidarın var olan sınırlı özgürlükleri yok etmek için çaba gösterdiği ifade edildi. HDP Milletvekilleri, “Sansür ve susturma yasası” olarak tanımladıkları kanun teklifine karşı çıktı: “Konserler yasak, gösteriler yasak, toplumun yaşam tarzına müdahale var, bu hususlara itirazlara karşı bu kanun teklifi gündemde. HDP’yi kapatma, Kobani Kumpas Davasına karşı yükselen itirazları baskılamak için bu kanun gündemde. Cemaatlere ait vakıf ve derneklere aktarılan kaynakların sorgulanması ve bu konularda haber yapılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bu yönüyle bir sansür ve susturma yasasıdır. AB ve İngiltere gibi ülkelerde sosyal medya platformlarına yaklaşım geleneksel medyaya yaklaşım gibi ele alınarak devlet ve bürokrasinin mümkün olduğu kadar dışında kaldığı yöntemler kullanılmaya çabalanmış, ifade özgürlüğünü kısıtlamayacak ama kişisel güvenliği sağlayacak tedbirler alınmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de ise AKP hükümetleri ve AKP-MHP hükümetinin medyaya yaklaşımı her dönem özgürlükleri kısıtlamak üzerine olmuştur. Geleneksel medyanın önce sahiplik yapısını kendi yandaş sermayesi lehine değiştirerek ve ardından el koymalar ve kapatmalarla basının özgürlük alanını ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.”
Özgürlük, demokrasi, hürriyet konularında naralar atılırken, asıl varılmak istenen tek tip, tek ses, tek renk, tek doğrultuda yürüyen bir istikamet olduğu bir kere daha sökün eder. O düzenleme nam kanun koyucunun var edeceği yegane şeyin çok daha kalıcı bir biçimde bu sahnede sözün önünü kesmek adına olduğu yinelenir. İletişim işleri başkanlığı, bilişim teknolojileri kurumu, saray, kurmay partiler vesairenin itirazları ve bunca açıktan süreğen kılınan bodoslama propagandaya rağmen hakikatin bir yerlerden sızıyor olmasına itirazı, tahammülsüzlüğü bu yasa tasarısı ile var etmeye uğraşır muktedir. Alışılageldik olan tüm o yalanlarla, handiyse her günü apayrı yıkımlara rehin edilen bir ülkede her şeyin ama her bir şeyin yolunda gittiği sanrısı var edilir. İtirazlar ya algı operasyonudur ya dış mihraklar oyunu. Bunlar tutmazsa içimizdeki hainlerden girilip repertuvara ezan, bayrak, vatandan çıkarak oluşturulan tekillik, düşmez, inmez, bölünmezle ayrıştırılmaya def edilmeye bir hışım çalışılır. İşin özü ezcümle tahakküm tahayyül edilenin ötesine geçerken tek bir ama tek bir itiraz var edilmesin istenir. Batı’da ekonomik yıkım, düzenin var ettiği çürüme, ol Bakur Kürdistan’ında sınır ötesinde var edilen düşük yoğunluklu savaşların yansıları hiç bitmeyen bir ötekileştirme ve yeniden ekonomik bozgun faaliyetleri gibi nicesinin var ettiği yaralar konuşulmasın diye bir yasa çıka gelir. Bütünüyle gazeteciliği, basın emekçisi ya da sıradan yurttaşı namümkün kılabilmenin zemini yoklanır. İyi de hangi yalan, hangi tantana bunca çürümeyi saklayabilir ki sahiden?
Doğrunun zayi edildiği yerde yalanlar hayatı kuşatmıştır çoktan. Bütünüyle her anlamda, her yerde, her şekilde o cerahatin üstüne eklenmiş yepyeni cürümlerle yalanlara tutunarak bir yol / yön tayinine girişilir. Bir ülkenin dünü neydiyse, şimdi yeni, yeni, yepyeni denile geleninin de aynı, hep aynı olduğu kanıtlanır. Yasalar teferruat addedilirken, sorgulama hal ve istemi imkansız kılınmak isteniyor. Cerahat bir sicime dönüşürken buna da alışırsınız diye çıkageliyor bir devletli. Devletin yenisi, dününde var edilmiş katran karası hallerin hamisi / yolcusu / takipçisi olarak konu her ne olursa olsun doğrunun değil açıkça tersi / betin / eğrinin düzlemine meyil ediyor. Bütünüyle her anlamda doğru yerine ikame edilmiş yalanlarla kendini güncelliyor. Duraksanmadan icra edilen, sabitlenmeye hala ve hala devam olunan ön almalar, yönlendirmeler ve bitimsiz çürütme istemiyle birlikte bir menzildeki hayat mefhumu alt üst ediliyor. Bir sahnenin yıkımına devam deniliyor hemen her hamleyle birlikte. Bunca afaki olanın karşısında suskunluğa demirlemiş bir ülkenin / bir yurttaş profilinin hakikati iç kıyıcı değil midir?
Görsel: 2010 Sansür’e Sansür Yürüyüşünden... v/Bianet
1 note · View note
mehmetkali · 10 months
Text
Lagos Havalimanı’ndaki pist aydınlatma sistemi çalındı
Lagos Havalimanı’ndaki pist aydınlatma sistemi çalındı
Nijerya’nın en yoğun havalimanı olan Lagos’taki Murtala Muhammed Uluslararası Havalimanı, hırsızların bir pistin aydınlatma sistemini çaldıktan sonra karanlıkta kaldı.
The Guardian Nigeria’nın bildirdiğine göre, yer ışıkları, o kanatta inişe kısıtlamaların yıllar süren ardından Kasım ayında kurulmuştu. Aydınlatma eksikliği, yerel pistten uluslararası pistlere yönlendirmelere ve uçuş aksamalarına neden oldu. Uluslararası Araştırmacı Gazetecilik Merkezi, havalimanının bu pist ışıklarını neredeyse 16 yıldır beklediğini belirtti. MMA’daki ikinci pist, sistem yaklaşık bir yıl önce kurulana kadar ışıksız olarak işletildi.
Federal Havaalanları İdaresi’nin sözcüsü Abdullahi Yakubu Funtua, FAAN’ın bu tür bir durumun gelecekte yaşanmasını engellemek için tüm açıkları kapatacağını söyledi. The PUNCH gazetesine göre, kimliği belirsiz bir kaynak, ışık sistemlerini çalanların üç aylık bir kapanma fırsatından yararlandığını ve bazı FAAN çalışanlarının ekipmanı çalmak için komplo kurduğunu iddia etti.
The PUNCH, isimsiz kaynağına dayanarak, eksik ışıklar nedeniyle bazı FAAN departman başkanlarının görevden alındığını ve bu durumun Havacılık Bakanlığı Daimi Sekreteri Dr. Emmanuel Meribole tarafından yönlendirildiğini belirtti. İsimsiz kaynak, hırsızlığın, kısıtlı bölgelere erişimi olan ajans çalışanlarından ve dış destekçilerden oluşan bir suç örgütü nedeniyle düzenli olarak gerçekleştiğini iddia etti.
FAAN’dan başka bir isimsiz kaynak, görevden alınan personelin önemli havalimanı tesislerini korumaktan sorumlu olduğunu belirtti.
MMA Grup Kaptanı John Ojikutu, The PUNCH gazetesine şunları söyledi: “Bu MMA’da yeni bir şey değil. Umarım FAAN yönetimi 1990’lara geri dönebilir, çünkü benzer şeyler havalimanında meydana geldiğinde oradaydım. Bu bir ‘içeriden gelen tehditler’ olduğuna ikna oldum. Ne yaptım? Askerleri pistlere yerleştirdim ve FAAN bakım personelinin iznim olmadan pistlere yaklaşmasına izin vermedim; aksi takdirde ilk görüşte ateş edilecekti. Bu tamamen durdu.”
Bir buçuk mil uzunluğundaki pist, 13 Mart’tan bu yana bakım nedeniyle kapalıydı. FAAN, ışık sisteminin ne zaman çalındığının net olmadığını ancak kapanmanın hırsızlık için bir zaman penceresi sağladığını belirtti. Hırsızlık, Nijerya genelindeki havalimanı güvenliği konusunda endişelere yol açmıştır. Ulusal Hava Taşımacılığı Çalışanları Sendikası’nın eski mali sekreteri Fatai Afolabi, FAAN’ın çeşitli güvenlik sorunlarını ele almak için içe dönük bir şekilde bakması gerekeceğini söyledi. Afolabi, “Olanlar, havalimanında gerçekleşen faaliyetlerin bir yansımasıdır” dedi. “Havalimanına baktığınızda, birçok güvenlik ajansı göreceksiniz, ancak onların endişesi yolcuların bazı şeylerini elde etmektir. Güvenlik onların endişesi değildir.”
FAAN, suçluları bulmak ve tutuklamak, mümkünse de ışık sistemini geri kazanmak için bir soruşturma başlattı.
A spokesperson of Nigeria's airport authority said thieves have stolen the lighting system for one of the runways at the Murtala Muhammed International Airport, Lagos. The system was installed a few months ago.#AvGeek #avgeeks pic.twitter.com/6AD7i3XslQ
— alsaeed (@alimsaeed604) July 11, 2023
The post Lagos Havalimanı’ndaki pist aydınlatma sistemi çalındı first appeared on 0 554 1730000 I [email protected] / Güncel Havacılık Haberleri.
source https://www.aeroportist.com/lagos-havalimanindaki-pist-aydinlatma-sistemi-calindi/
0 notes
dakikamagazin · 1 year
Link
Şevket Çoruh'tan gözaltına alınan gazeteci Serdar Akinan'a destek: Gazetecilik suç değildir
0 notes
deliklicinar · 1 year
Text
"Gazetecilik suç değildir"
Tumblr media
Osmaniye'de iki gazetecinin, sosyal medyada sordukları soru nedeniyle tutuklanmasına tepki gösteren Osmaniye Cebelibereket Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Ali Cihangir, "Gazetecilik suç değildir. Arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını istiyoruz" dedi. Konuya ilişkin yazılı bir açıklama yapan Cihangir, "Osmaniye Cebelibereket Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyesi İbrahim İmat ile üyemiz Ali İmat, Osmaniye Belediye Başkanı Kadir Kara’ya sosyal medya hesaplarından sordukları sorudan dolayı tutuklanarak cezaevine gönderildi. Meslektaşlarımız yaptıkları meslekleri gereği aldıkları bir ihbar üzerine Belediye Başkanına bir soru sormuştur. Bunun cevabı, Türk Ceza Kanunu’nun 217/A-1 maddesi olamaz.” dedi. Akdeniz Gazeteciler Federasyonu Genel Başkan vekili ve Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Yönetim Kurulu üyesi olan Ali Cihangir açıklamasında şu görüşlere yer verdi: “İbrahim İmat arkadaşımız, ‘Osmaniyeli vatandaşlar çadırcıların önünde parası ile çadır yaptırırken, iddiaya göre Osmaniye'de çadır skandalı var. Duyumlarımıza göre depremin 6. günü Osmaniye Belediyesine 9 TIR dolusu Sahra çadırı ayrıca 100 adet 12 metre kare çadır teslim edildiği ve bu çadırın Araplı yolu üzerinde Osmaniye Belediyesi Asfalt ve Beton Şantiyesinde bulundurulduğu konuşuluyor. Bu çadırlar dağıtılsın diye Osmaniye Belediyesine mi verildi yoksa başka bir kurum orasını depo olarak mı kullanıyor? Bu konu hakkında yetkililerden bir cevap bekliyoruz.’ diyerek yetkililere bir soru sormuştur. Ali İmat ise aynı haberi alarak kendi sosyal medyasında paylaşmıştır. Bunun üzerine iki arkadaşımız evlerinden güvenlik güçlerince alınarak adliyeye götürülmüş, alınan ifadelerinin ardından Türk Ceza Kanunu’nun 217/A-1 maddesi gerekçe gösterilerek tutuklanmış ve cezaevine gönderilmişlerdir. Deprem bölgesinde mesleğini icra etmeye çalışan biz gazeteciler herkes gibi görevini özveri ile yapma gayret ve çabasındayız. Kimi zaman yardım faaliyetinde bulunarak, kimi zaman kurtarma ekiplerini takip ederek, kimi zaman halkın diğer taleplerini haberleştirerek kent yöneticileri ile vatandaşlarımız arasında köprü vazifesini sağlıyoruz. Bu anlayış ile mesleğinizin doğal koşullarından olan; halktan aldığımız, bizlere ulaştırılan bilgiyi haberleştirerek iddia ve sorulara yanıt ararız. İbrahim İmat arkadaşımızda bu şekilde davranmış, vatandaşlarımızın kendisine ulaştırdığı bilgi ve iddiaları gündeme getirerek yanıt aramıştır. Kişileri karalama ve yıpratma kastından ziyade, çadır arayışındaki vatandaşın sesi olmak istemiş, bu konuda ortaya atılan iddiaların aydınlatılması amacı ile de bir yazı kaleme almıştır. İddia edildiği gibi kamu düzenini sarsmaktan daha çok iddiaların cevaplanması amacı taşıyan paylaşım cevap hakkının kullanılması, bir takım iddiaların yanıtlandırılması amacı da taşımaktadır. Metinde Türk Ceza Kanunu’nun 217/A-1 maddesini içeren halkı galeyana getirecek tek kelime, eylem ya da tahrik yoktur.
Tumblr media
Konunun bu şekilde değerlendirilmesi beklenirken mesleğini yapan gazetecilerin bir terör suçlusu gibi muamele görmesi, üstelik deprem gibi acı bir felaketi yaşadığımız ortamda tutuklanması bizleri derinden yaralamıştır. Bizler bu koşullar altında halkın sesi olamayacağımız gibi, depremin yarattığı enkazdan daha ağır bir enkaz olarak mesleğimizi yapamaz hale geleceğiz. Yaralarımızın sarılması için herkes elinden gelen çabayı gösterirken biz gazetecilerin de bu çabaya ortak olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda alınan bu yanlış kararın bir an önce düzeltilerek meslektaşlarımızın serbest bırakılmasını bekliyoruz.” Read the full article
0 notes
Photo
Tumblr media Tumblr media
Yandaş olursanız devletin kollarında bulursunuz kendinizi. Ama korkusuz bir Gazeteci olursanız işte o zaman devletin zindanlarında bulursunuz kendinizi. #GazetecilikSuçDeğildir
3 notes · View notes
olumsuzsozler · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Jean-Christophe Grangé Fransız yazar, gazeteci ve senarist. Eserleri 30'dan fazla dile çevrilmiştir.
Sorbonne'da edebiyat yüksek lisansını tamamladıktan sonra bir süre reklam yazarı olarak çalıştı.
28 yaşında fotoğrafçı Pierre Perrin ile tanıştı ve Perrin, Grangé'ı gazetecilik konusunda eğitmeye başladı. Vikipedi
Jean Christophe Grange Sözleri:
Aptallığın sınırı yoktur. Jean C. Grange
Çocuklar asla suçlu değildir! Jean C. Grange
Fanatizm şiddetin en kötüsüdür. Jean C. Grange
Şiddetten başka şey bilmiyorsunuz.Jean C. Grange
Vicdan azabı duymanın yaşı yoktur. Jean C. Grange
Gizlenen bir yara insanı güçsüz kılar. Jean C. Grange
Beni mutIu etmeye çaIışma, Benimle mutIu oI. Jean C. Grange
Ne kadar renkli olursan ol, bir yanın daima siyahtır.Jean C. Grange
Eski hayatımdan uzaklaşmanın keyfini çıkarıyordum. Jean C. Grange
İnsanlardan nefret ettiğinde onları daha iyi tanıyorsun.Jean C. Grange
İnsan sadece tanıdığı kişileri, yaşadıgı şeyleri özleyebilir. Jean C. Grange
Korku yerini öfkeye bıraktı: kuşkusuz o ikisi suç ortağıydı.Jean C. Grange
Gidenin arkasından bakmayın; Yoksa geleni göremezsiniz.Jean C. Grange
Bana herşeyi anlat. Eğer öleceksem, bilerek ölmek istiyorum. Jean C. Grange
Kimsenin umudunu kırma belki de sahip olduğu tek şey odur. Jean C. Grange
Anladım ki; senin sevdiğine değil, seni sevene değer vereceksin.Jean C. Grange
Ve cehennem böyle varlığını sürdürüyor. Küçük küçük yangınlarla.Jean C. Grange
İnsan kendi karanlığında boğulurken başkalarına nasıl ışık dağıtır? Jean C. Grange
Kadın hiç gitmeyecekmiş gibi sever, Ama yeri gelir hiç sevmemiş gibi gider. Jean C. Grange
Gırtlağımıza kadar boka batmış haldeyiz. İlerledikçe daha fazla gömülüyoruz.Jean C. Grange
Gidenin arkasından nokta koyun ki, gelecek olanın ismi büyük harfle başlasın.Jean C. Grange
Dünyanın neresinde olursan ol, bulunduğun yerde değil düşündüğüm yerdesin.Jean C. Grange
Ne kadar değişirsen değiş, İlk nerede mutlu olduysan hep oraya çevirirsin kafanı.Jean C. Grange
Sevdiklerinizi incitmeyin. Çünkü bir gün onları incitmek için bile bulamayabilirsiniz. Jean C. Grange
Yaşamıyorum ama hayattayım ve o kadar güçlü ki isteğim ölmemekten ölüyorum.Jean C. Grange
Zedelenmiş bir beyin güzel cümleleri, mantığa dayalı söz dizimlerini umursamazdı. Jean C. Grange
Tehlike somut olduğunda rahatsızlık fizikseldir, içgüdüsel olduğundaysa psikolojiktir.Jean C. Grange
İnsanlar ne kadar zeki olursa olsun, sevdiği kişinin bir sözüne kanacak kadar aptaldır.Jean C. Grange
Kural basit. Herkesin kendin gibi olmasını beklersen yalnız kalırsın. Herkesi kendin gibi görürsen aldanırsın.Jean C. Grange
Hayatınızda denge sorunu varsa, etrafınıza dikkatlice bakın. Muhtemelen birini, yanlış bir yere koymuşsunuzdur.Jean C. Grange
Kadın cinayetlerini soruşturmada sadece erkekler kullanıldığı sürece, ne olup bittiğinin yarısını bile anlamayacaksınız.Jean C. Grange
Beni anIamak için söyIedikIerimden çok sustukIarımı dinIeyin. Çünkü ben, söyIedikIerimden çok sustukIarımda gizIiyim.Jean C. Grange
Birini kendine çok yakın buluyorsan ona biraz zaman tanı. Aslında sana, Ne kadar uzakta olduğunu mutlaka gösterecektir.Jean C. Grange
Yıkma, öldürme, yok etme hep oralarda bir yerdeydi, insan beyninin derinliklerinde. İnsanın genlerinde, ilkel beynindeydi ve açığa çıkmak için fırsat kolluyordu. Jean C. Grange
https://i.resmim.net/zZUDQ.gif
youtube
2 notes · View notes
nesrin-c · 4 years
Text
Orhan UĞUROĞLU: Sen kimsin ki Süleyman Soylu?
Saygı Öztürk saygıyı hak eden basın emekçisi, fikir işçisi, gazeteci, adam gibi adam ve gazetecilik mesleğinin namus abidesidir. Saygı Öztürk'ü "namussuzluk" ile suçlamak ne Süleyman Soylu'nun ne de bir siyasetçinin ne de bir bürokratın haddi değildir.
İçişleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en önemli kurumlarının başında gelir.
Meslek hayatım boyunca bu makama gelen çok sayıda siyasetçi tanıdım.
Ve diyebilirim ki sarayın ataması Süleyman Soylu denen bu kişi o bakanların hiç birinin yerini asla dolduramaz.
40 yılı aşkın meslek hayatı olan Türkiye'nin gözbebeği gazeteci yazar Saygı Öztürk'e, Soylu'nun söylediği "Namussuz" sözcüğü Türk siyasi hayatında "kara leke" olarak anılacaktır.
Ne demek namussuz?
Ey Soylu; Bir bakan olarak böyle bir hakareti bırakın bir gazeteciyi bir insana nasıl yaparsın?
Partini terk edip AKP'ye geçen sen değil misin?
İstifa etmeyi bile beceremeyen sen değil misin?
Sen namus timsali bir gazeteciye, "namussuz" diyerek sadece kendini küçük düşürmekle kalmadın, Türk polisine, Türk jandarmasına layık bir bakan olmadığını da gösterdin.
Cumhurbaşkanlığı kabinesine layık bir bakan olmadığını da ispatladın.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en önemli makamlarından birini hak etmediğini de ispatladın…
Bakan oldun diye vatandaşlara hakaret etme hakkı mı kazandın?
Sen mahallede misket oynarken, Saygı kardeşim bakanları, başbakanları, cumhurbaşkanlarını bugün olduğu gibi onuru ile izliyordu.
Karınca dahi incitmeyen ve mesleğini şerefiyle yaparak ödüller kazanan, onlarca kitap yazan ve tüm siyasetçilerin değer verdiği Saygı Öztürk bil ki senin bu hakaret sözünle asla değer kaybetmez.
Saygı Öztürk'ün yazısında adı geçen kişiler haklarında bir haksızlık bir yanlışlık yaptılarsa basın kanununa göre, "tekzip" hakları ile maddi ve manevi tazminat haklarını kullanırlar.
Eğer yanlış bir haber ise yargı kararı ile aynı sayfa aynı sütunda tekzip yayınlanır.
İstifa ile AKP'liler arasında kaybettiğin prestijini namus abidesi gazeteciye saldırarak kazanmaya mı çalışıyorsun?
Erdoğan'ın nezdinde kaybettiğin itibarını bu hakaretinle yeniden kazanmaya ve tekrar gözüne girmeye mi çalışıyorsun?
Değerli okurlarım,
Soylu mesajında AKP'lilere şöyle sesleniyor;
"Bugünden sonra bu namus düşmanını kim muhatap alırsa, gözümde aynı namussuzluğun ortağıdır, haysiyet celladıdır"
Görülüyor ki; Soylu kendini de makamını da, konumunu da aştı…
Kendini Erdoğan'ın yerine koymuş hatta Erdoğan'ın dahi bugüne kadar yapmadığı şekilde; AKP camiasına bu kadar sert ve hakaret dolu talimat verebiliyor…
Değerli okurlarım,
Halkın haber alma hakkı çerçevesinde etik mesleki kurallar ve yasalar çerçevesinde haber yapan, köşe yazısı yazan kişilerdir gazeteciler.
Anayasa ve yasalarla tanımlanan sınırlar içerisinde mesleklerini icra ederler.
Yanlış bir bilgiyi yazabilir, kimi haber kaynakları tarafından da yanıltılabilir.
Ancak bunları düzeltmenin yolu yasalarda çok açık ve net belirlenmiştir.
Saygı Öztürk'ün Trabzon'daki yaşananlara yer verdiği yazısında hata, eksik ya da fazla varsa yüzde yüz eminim ki ilk yazısında düzeltir, hatta özür diler.
Ancak yazdıkları doğru ise bu saldırı neden?
AKP'li siyasetçilerin dokunulmazlıkları mı var?
Değerli okurlarım, "Haksızlıklara karşı susan dilsiz şeytandır" sözünü benimseyen bir gazeteciyim.
Meslektaşlarıma yapılan saldırıları, yargısız infazları, siyasi yargı kararlarını hazmedemiyorum.
Gazetecilik suç değildir…
Değerli okurlarım,
Rüyamda görsem inanmazdım.
Devlet Bahçeli ile Doğu Perinçek'in siyasi işbirliği herhalde Türk siyasi hayatının en çarpıcı işbirliğidir.
Her ikisi de AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın destekçisi olarak Cumhur İttifakı'ndalar.
Geçenlerde, Perinçek bir televizyonda konuşurken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli için "Uyarıyorum" diyerek görüşlerini açıkladı…
Vay, sen misin uyaran?
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Doğu Perinçek'e ve CNN Türk'e şöyle tepki gösterdi.
"D. Perinçek denen müptezel CNN TÜRK'de Devlet Bahçeli'yi uyarıyorum diyor.
Siyasi ederi 0,25' olan bu şahsın Semiha Şahin denen moderatör tarafından ala ile vala ağırlanması manidardır."
Müptezel, "saygınlığını yitirmiş, bayağılaşmış, değerini yitiren, değersiz" demektir bilirsiniz…
Perinçek siyasi hayatında bu tür saldırılara çok sert karşılık veren bir siyasetçiydi.
Ama bu kez "süt dökmüş kedi" gibi oldu…
Ve Vatan Partisi'nin gönderdiği bir basın açıklamasında söze şöyle başladı:
Doğu Perinçek'ten Cumhurbaşkanı'na arz:
"Ayasofya'nın statüsü değişirse, Türkiye ekonomi ve güvenlikte sorunlarla karşılaşır"
74 notes · View notes
aynurant · 4 years
Text
MİDAS ' IN KULAKLARI EŞEK KULAKLARI
Mitolojideki fısıltı gazetesi , anlatmak istediğime taban tabana zıt belki ama bu denememde sosyal medya bataklığını irdeleyeceğim inşallah...
Kör bir kuyuya ismini cismini gizleyip hiç durmadan küfretmek en galizinden içini dökmek özgürlük ' müş...
İçini dökmek: Ne güzel söz!
İçinde ne varsa o dökülür gibi bir özeleştiri...
Küpten içinde zaten var olan sızar , başka bir şey değil...
Bu kadar hastalıklı ur gibi milletin çoluk çocuğuna kin biriktirmek hangi hastalığın habercisi ise onu tedavi etmek bu bataklığı kurutmak için bir başlangıç olabilir bence...
Sevgi ,hürmet ,empati , vicdan...
Birkaç sömestrlik seçmeli ders mi olsa acaba ?
Ders notları Yunus Emre , Mevlânâ , Mabel Matiz :)))))) gibi hümanistlerden..
Mitolojiye göre kral Midas ' ın kulaklarının eşek kulakları olduğunu yanında başlığını çıkardığı yegâne insan olan berberinden başkası bilmez...Kimseye söylememesi sıkıca tembih edilince kendine , ucunda ölüm korkusu olsa bile tutamaz içinde , hani bizim Şahmeran hikayesi gibi iki kişinin bildiği sır değildir hesabı, gider kör bir kuyuya :
Midas ' ın kulakları eşek kulakları!
Midas ' ın kulakları eşek kulakları!
Diye bağırır...
Gel zaman git zaman su sızar kör kuyuya , sazlıklar büyür çok geçmeden orada ve sazlıklar rüzgarla birlikte minik minik fısıldarlar :
Midas ' ın kulakları eşek kulakları!
Midas ' ın kulakları eşek kulakları!
Günümüzde ateş olmayan yerden çıkan dumanlar , pc başı asparagasları...
Günümüzdeki bu fısıltı gazeteleri yüzde yüz yalan haberlerle fitnelerle fiter kitleleri bazen , 5N1K ' sı olmaksızın :
"Olur mu böyle olur mu ?
Kardeş kardeşi vurur mu ? "
Diyip diyip kıyma makinesi & asfalta gömülen muhalif çocuklar gibi iğrenç yalanlarla dolu kulaktan kulağa... Canını yer milletin evlatlarının da doymaz yine de canhıraş devam eder...Figüranlar değişse de argümanlar aşağı yukarı aynı... Tayyip ' in torununa küfreden 16 yaşındaki tüm çocuklar hapse atılmış(!)... 15 Temmuz danışıklı dövüş paylaşımını beğenen 15 yaşındaki çocuğun teyzesinin dayısı hapislerde çürüyormuş(!) ... Tek özgür mecramız sosyal medya kapatılıyormuş , her muhalif gazeteci hapislerde sürgünlerde imiş(!) ... Gazetecilik suç değilmiş... (!)
Sosyal medyada hiçbir kutsal tanımadan kendini gizleyip sayıp sövmek en tabiî hakmış... (!)...
Evet gazetecilik suç değil lâkin halkı kin ve nefrete sürüklemek, çeşitli dış güvenlik tehditlerinin ,darbenin yardakçısı olmak suç...
Hem de tüm ülkelerde böyle...Kaçılıp sığınılan topraklarda örneğin devlet sırrı yok mu acaba Can ' dan soruyorum bunu sırf meraktan...
Kaldı ki dünyada sosyal medya kuruluşları Peygamber ' imize ( SAV ) küfreden , İslâm ' a söven sayfaları fikir özgürlüğü ve kuruluş ilkelerine ters görmezken, homofobik ya da antisemitist birkaç lafza dahi tahammül edememekte ; devletimizin milletimizin manevi şahsına küfretmek kin ve nefret yaymak dışında misyonu olmayan moral avcılarının kimlik ve ıp noları sosyal medya devleri tarafından bilinmekte ve özellikle gizlenmektedir ya...
İşte bu yüzden...
Sırf bu yüzden işte!
Hâle yola konmalı sosyal medya...
Yolda masada yüz yüze nasıl edep & terbiye sınırları bağlıyorsa bizi , sanal âlemde yazarken de öyle olmalı...
Kürsü dokunulmazlığı gibi milletvekillerinin evet fikir özgürlüğü de olmalı yalnız evrensel etik diye bir üst perdeden müdahale de nefret suçlarına insana hayvana sadizme vs. çocukları gençleri özendirmemeli vs.
Gerisi ?
Gerisi can sağlığı valla !
Her fısıltıya inanmamak koşuluyla!
Nüket Belsan Taşören
7 notes · View notes
devrimcikadinlar · 4 years
Photo
Tumblr media
Barış Terkoğlu 'dan sonra haberi yapan gazeteci Hülya Kılınç da gözaltına alındı. Manisa'dan İstanbul'a götürülüyor. Gazetecilik Suç Değildir
3 notes · View notes
seslimeram · 13 hours
Text
Ömür Törpüsü
Tumblr media
Baskın, ezberci, kendini tekrarlaya tekrarlaya çürüten / ömür törpüsü bir ülke gerçekliğini yaşıyoruz. Biteviye dile pelesenk edilmiş olanların yamacında yeniden filizlendirilmiş ola gelen tüm ötekileştirme hali bir kısır döngüyü var ediyor artık. Kesintisiz bir cerahat hali, bunları topaçlayan bir nefret söylem / eylem toplamında hayatın mahvına çabalar aleni bir biçimde kesintisiz var ediliyor. Ne hazindir ki koca bir devlet olunduğundan bahis açmayı sürdürürken kimleri, yönetim katı, üstü kalabalık, sırtı sıvazlananlar derin bir açmaz, belli başlı bir kör karanlığın ortasına demirleyen / bunlardan uzaklaşmaya çaba sarf etmeyen bir ülke gerçekliği söz konusu ediliyor. Ezber edilmiş şeylerin kıyısında hedef kılınanların canlarının yakıla geldiği bir tekrar şablonu devreye konuluyor. Ne eksik, ne mübalağa.
Doğrudan yüz dokuz yıl önce bu topraklarda insan eliyle var edilebilecek ender / sınırları belirsiz bir karanlığın / adıyla sanıyla bir kıyametin varlığının nasıl da “güncel” bir mesel olduğundan bahis açılabilir pekala. Yılın üç yüz altmış beş gün altı saati, ömrü hayatın bir biçimde tamamını Ermeni kimliği ile yaşamaya mecbur olanların o yaralarına edilmedik, söylenmedik hakaret konulmaz. Bu satırların yazarı olagelen benim kan bağım olan on bir kardeşten, bilinen yedisinin katledildiği bir Sebastia gerçekliğini sormak, el aman değil bir tek anlığına dahi olsa o karanlığı düşünmeleri için komşularımızı davet etmek hala ve hala nedensiz değil afaki bir Anadolu İrfanı ile linç edilir. Düpedüz baskın / basmakalıp, kendini ezberlerinde var eden ve “tehcir bayramınız kutlu olsun” gibisinden, yetimliğimiz için en ağza alınmayacak tehditleri var edenlerin, küfre tutunanların daha önceki yıllardan tecrübe ettiğimiz gibi on sekiz yaş altı çoğunlukla çürümüş bir ideolojinin / atsız, turancı, bozkurt falan diye katara dizilen bir istikametten çıkış yapan hevesliler olduğu meydana çıkar. Bunca rezil kepazeliğin içerisinde yaşam her gün derdest edilirken, o küfürleri ede durana da, hakaretleri saydıran tiplemeleri de bulurken bu cerahat haline arka çıkmaların bir sonu gelecek midir? Üstelik zaman ve dahi yıkım onları da ayrıştırmadan var edilirken sahiden bir son gelecek midir?
Mezopotamya Ajansından aktaralım: İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, 1997 yılından beri üniformalıların karıştığı binden fazla davayı takip ettiklerini ve söz konusu davalardan sadece bir tanesinden ceza çıktığını söyledi.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Mêrdîn Kadın Meclisi, 1 Mayıs İşçi Bayramı etkinlikleri kapsamında “İnsan Hakları Mücadelesi ve Kadın" konulu söyleşi gerçekleştirdi. İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin’in konuşmacı olarak yer aldığı söyleşiye çok sayıda kişi izleyici olarak katıldı.
‘Yaşadığımız Coğrafya Bir Soykırım Coğrafyası’
Sözlerine “Yaşadığımız coğrafya bir soykırım coğrafyası” diyerek başlayan Keskin, 1915 Ermeni ve Hristiyan halklarına dönük gerçekleştirilen soykırımı yapan İttihatçı zihniyetin Cumhuriyeti kurduğunu belirtti. “Cumhuriyet bir kopuş ya da devrim değil. Cumhuriyet soykırımcı zihniyetin devamı olarak kurulmuş” diye devam eden Keskin, yine cumhuriyetin tek kimliği temel aldığını aktardı. Keskin, “Aslında bugün de yaşadığımız sorunların temeli bu. Sadece Türk ve Sünni kimliğini temel alan bir militer cumhuriyetten söz ediyoruz. O nedenledir ki, bu kadar büyük hak ihlalleri yaşıyoruz. Bu cumhuriyet maalesef ki konuşmaya da izin vermiyor. Hepimiz ya adli kontrollüyüz ya da cezaevinde. O nedenle 1915 soykırımı tartışılmadan Kürdistan sorunu, Kıbrıs'taki askeri varlık gerçek anlamda tartışılmadan bu coğrafyada gerçek bir demokratikleşme söz konusu olmaz” dedi.
‘Cumhuriyetin Görünmeyen Yöneticileri…’
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir görünürdeki yöneticileri, bir de görünmeyen yöneticilerinin olduğunu kaydeden Keskin, tartışmaların bugün sadece Tayip Erdoğan üzerinden yapılmasının da yanlış olduğunu aktardı. Keskin, “2002 yılında AKP iktidara geldiğinde devlet olabilmek için çok mücadele yürüttü. Avrupa Birliği yolunda bir hükumet görünümü veriyordu. Ardından AKP devlet ile anlaştı ve bugüne geldik” ifadelerini kullandı.
‘90’lı Yıllarda Fiziksel İşkence Yoğundu’
Keskin, 90'lı yıllarda İHD ile verdikleri mücadeleyi anlatarak, söz konusu dönemde gözaltına alınanlara dönük fiziksel işkencenin yoğun olduğunu belirtti. Keskin, “İnsanlar sorduğunda kaba dayak anlatılırdı. Cinsel işkence olduğunu bilirdik ama kimse bahsetmezdi" dedi. Bir müvekkilinin cezaevinde iken yanına geldiğini ve tecavüze uğradığını aktarmasının bir dönüm noktası olduğunu kaydeden Keskin, "Sonrasında birçok kadın kendisine gözaltında işkence ve tecavüz edildiğini anlatmaya başladı" dedi.
‘İşkence Devlet Politikasıdır’
“Türkiye'de işkence bir devlet politikasıdır" diye devam eden Keskin; cinsel işkencenin ise bir savaş politikası olduğunu ve bu politikanın sürdürüldüğünün altını çizerek şunları söyledi: “İşkencenin belgelenmesinde mahkemeler sadece adli tıp raporlarını delil olarak kabul ediyorlar. Oysa Adli Tıp Kurumu da bir devlet kuruluşudur. Siyasi iradeye bağlı olduğu için işkence raporlarını tam olarak vermiyor ya da hiç vermiyor. Zaman içinde hem AKP’nin AB siyaseti izlemesi, hem kadın hareketinin gücü, hem de Kürt kadın hareketinin taleplerinin yükselmesi nedeniyle değişiklikler oldu. Ve daha sonra hepimiz için çok önemli olan İstanbul Sözleşmesi geldi. Aslında İstanbul Sözleşmesi Kürdistan'dan çıkan mücadelenin ürünüdür.”
'Bin Dosyadan Birine Ceza Verildi'
İHD olarak 1997 yılından beri üniformalıların karıştığı binden fazla kadın davasını takip ettiklerini ve söz konusu davalardan sadece bir tanesinden korucu olan bir şahsın ceza aldığını söyleyen Keskin, “Sadece bir korucuya ceza verildi. O da kadın doğum yaptığı ve çocuğun korucuya ait olduğu tespit edildiği için ceza aldı” dedi.
Baskın, ezberci, kendini tekrarlayarak bir kırılmayı hemen her güne içkin kılan bir cerahat haliyle memleket kuşatılır. Baskıcı, ezen, despotizm ile nefes alan gel gelelim nefretten ol ötekisine ayrımcılıktan bir adım ötesini düşünmeyen bir yıldırı cumhuriyetinin adım adım her nasıl bina olunduğu İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Avukat, Eren Keskin’in beyanlarında görünür kılınır. Yıkıcı bir iktidar pratiğinin devletin kurucu köklerinden tam da bugünlere kadar sürekli olarak yeniden var edildiği bir zeminde, hem açmazları hem de salt Ermeni, Süryani, Rum / Pontos, Nasturi, Keldanilere yönelik değil aynı zamanda da Kürd / Alevi halklarına yönelik ortaya çıkan şiddet pratiklerinin nasıl var edildiğine de dikkat çeker. Her şey aralıksız bir biçimde salt sırf, “insanı” teslim alabilmek içindir, ne eksik ne fazla. Askeri bir tahakküm şeceresinin üstüne boca edilmiş demokrasi lafzının hiç de iyiyi değil tam aksine bir şeylerin tersine gittiği bir ülkeyi güncellemek adına olduğu her adımda bir kere daha belirginleştirilir. Soykırım pratiğinin ardından çıkagelen her hamlede, ol tahakküm ekseninde imkanlarla var edilmiş yok etme saiki başkalarının da Türk / Sünni kimliğinden olmayan / görülmeyenler için de birer sınamayı var edeceği kesintisiz kanıtlanır. Doksanlı yıllara dair örneklerin, işkencenin bir devlet politikası haline dönüşümünün yanı sıra, Emval-ı Metruke kanunundan, Varlık Vergisine, 20 Dolar 20 Kilo uygulamasından, soy kodu fişlemelerine, kentlerin / köylerin demografik yapıları üstüne hak iddia etmelerden, o yaşam sahalarını tarumar etmeye, dönüştürmeye, asırlık bir denklem, asırdan da uzunca bir zamandır sürdürülen bir hınçla hizada tutma söz konusu edilir. Bunca kötülükle tek bir iyi gün söz konusu edilebilir mi? Kör karanlıkların hamisi olagelen bir devletin Türk’e vereceği herhangi bir olumlama söz konusu olabilir mi? Geriye kalan her şey zaten yukarıdaki toplantıda var edilmiş cümleler ile aktarılırken o inkarcılığın, cezasızlığın, siyaset sahnesine lekesiz temsillerin(!) eylediklerinin hesabını kim nasıl verecektir?
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “DFG yaptığı yazılı açıklama ile , 3 gazetecinin tutuklanmasına tepki göstererek, ‘Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sorunların çözümü için basın ve ifade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırın, gazeteciliği yargılamaktan vazgeçin’ dedi
Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG), 23 Nisan’da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında İstanbul, Ankara ve Riha’da yapılan ev baskınlarında gözaltına alınan 9 gazeteciden 3’ünün tutuklanmasına dair yazılı açıklama yaptı.
Tutuklamalara dikkat çekildi
Açıklamada, Mezopotamya Ajansı (MA) muhabirleri Esra Solin Dal ve Mehmet Aslan ile gazeteci Erdoğan Alayumat’ın dün gece geç saatlerde tutuklandığına dikkat çekildi.
Tecridi işlemek suç değil
Gazetecilere savcılık ve hakimlik ifadelerinde haberlerinin sorulduğu hatırlatılan açıklamada, “Gazetecilerin özellikle bu ülkenin ana gündemleri olan Kürt sorunu, savaş, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi işlediği tüm haberleri cımbızlanarak suç gibi gösterilmeye çalışıldı. Kürt sorunu ve tecridin bu ülkenin temel gündemlerinden olduğunu, gazetecilerin bu konuları işlemesinin suç olmadığını hatırlatıyoruz” denildi.
Gazeteciliği yargılamaktan vazgeçin
Gazetecilerin görevinin haber yapmak, haberleriyle toplumu bilgilendirmek olduğunun altının çizildiği açıklamada, şu ifadeler yer aldı: “Sansür, soruşturma, engelleme, dava ve tutuklamalarla gazetecileri susturmaya çalışan iktidara çözümün gazetecileri hapsetmekte olmadığını bir kez daha hatırlatıyoruz. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sorunların çözümü için basın ve ifade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırın, gazeteciliği yargılamaktan vazgeçin.”
Özgür Basın geleneğinin tüm saldırılara rağmen sürdüğü belirtilen açıklamada, “2022 yılından bu yana hız kazanan baskılarda yaklaşık 40 gazeteci tutuklandı, yargılandı ancak çalışmaktan vazgeçmedi. Son operasyonda da değişen bir durum olmayacaktır. Tüm meslek örgütlerine ve halklara da haber alma hakkını ve gazeteciliği savunmak için ortak mücadele etme çağrısında bulunuyoruz. Gazetecilik Suç Değildir/ Yargılanamaz!” denildi.”
Yönelimini bariz bir biçimde ezberleriyle var eden bir devlet anlayışının suna geldiği tek, belki de yegane şey daha kalıcı kırılmalardır. Gazetecilerin haber verme işlevini, sarayın ol tek adam rejiminin sunduğu her şey güllük gülistanlık, propaganda bakanlığının emri, direktifi doğrultusunda var etmeyen herkesi bekleyen makus talihin gözaltı ve mahpusluk olduğu bir kere daha var edilir. Sorgulamak bir yana, gazetecilerin o aksettirilmeyen her şeyi başta yaşamsal müdahaleler, zorbalıklar, işkenceler sonrasında da Kürd sorununun tam da göbeğinde yer alan mesel / tecrit / ayrımcılık ve inkara karşı var ettikleri hemen her mücadele hedef kılınmaları için kafi görülür. Biteviye demokrasiden, adaletten, hak ve hukuktan dem vurulurken mesleğini var ettikleri için üç insan tutsak edilir. Sonrasında Esra Solin Dal’ın çıplak aramaya maruz bırakıldığının notu avukatları aracılığıyla bildirilir. Hakikati bildirenleri hedef kılarak, doğrunun tek olduğu bir gerçekken, onları da halen dönüştürüp, yok sayıp, inkar ederek mutlak ve kati baskıcı bir şablonu sürekli var ederek hangi demokrasiden bahis açılabilir! Gazetecilik ne ara terör faaliyeti / dolaylı bir eylemsellik / yancılık olarak görülür oldu, meçhuldür!
Hukukun, adalet pratiğinin rafa kaldırıldığı bir zeminde kötücü ezberlerle, kör kör parmağım gözüne hamlelerle birlikte bir cerahat menzili güncellenmeye devam ediliyor. Kötülüğü içselleştirip, mutlak / tek iktidarın var edilebildiği sanrısına tutuna tutuna heder edilmiş bir asırlık mücadelenin güncesinde milenyumun yirmi beşinci yılında ortalıkta tam da kesif bir koku yayılmaya devam ediliyor. Kati, mutlak ve her dem sabık bir aklın tezahürü olarak çıkagelen korkuları ileriye sürerek, daha baskıcı, daha korkunç, daha da insani olanı heder eden bir pratiğin izleri üstünde yürünüyor. Seçim sathı mahallinde ki o yerel seçimlerin sunduğu perspektifi dahi hezimet olmasına rağmen görmeyen, düşünmek bir yana sual etmeyen bir iktidar aklı yeniden muhaliflere, muhalefete, kendisinin sınırları / kriterleri dışında kalakalan herkeslere daimi bir saldırganlığı güncellemeye devam ediyor. Bütünüyle bir memleketin çürütülmesi, esir kılınması, haklarından feragat etmesi, müştereklerinin talanının icraat gibi duyurulduğu bir zemin güncellenmeye devam ediliyor. Ezber edilmiş şeylerin yıkıcı / tarumar edici hallerinde bir kere daha bir memleket ev olmaktan çıkartılıyor. Gümbürtüde var edilmiş tahakküm veçhesinin kıyısında, madun siyasetin yara bere içinde kalakalmış olan halka dair doğrudan tek bir çözüm hamlesi çıka gelmiyor. Böyle bir girdapta yarına dair umudun mahvı için eldeki imkanlar seferber olunuyor. Asırlık ülke, demokrasi, hürriyet ve adalet konusunda inkarı bir kenara terk edip, sorunlarına dair ortak akıllı bir müzakere, çözümleme bahsine geçmiyor. İş işten geçerken... Yıkım, eksiltme, sonsuz bir sınama her yeri kapkaranlık kılmaya devam ederken... Sahiden, öyle...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Van. 328 [1912] – Köylü Ermeni Kadınlar Milli Elbiseleriyle – Nar Niyetiyle Sergisinden Bir Kesit – Art Column
1 note · View note
devletbayhan · 4 years
Photo
Tumblr media
10 OCAK ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ KUTLU OLSUN MESLEKTAŞLAR! İnsanlığı ve doğayı yok etmeye odaklı sömürgeci zihniyetin ve diktatörlerin zulmünden hepimizi Gök Tanrı korusun! Başarılarınız ve Varlığınız Daim Olsun! GAZETECİLİK SUÇ DEĞİLDİR! 🇹🇲🇹🇷🇸🇪🇩🇪 #devletbayhan #dowletbayhan #девлетбайхан #довлетбайханов #девлетбайхан #журналист #журналистика #корреспондент #репертер #gazetecilik #gazeteciler #gazetecilereozgurluk #gazeteciliksucdegildir https://www.instagram.com/p/B7IrGkdozO-/?igshid=nj8b7aqeggbw
1 note · View note
gazetelinkmedya · 5 years
Text
Özgür Basın Emekçileri: Suçlu olan Derya Okatan değil, iktidarın arkasında durduğu polistir
Özgür Basın Emekçileri: Suçlu olan Derya Okatan değil, iktidarın arkasında durduğu polistir
Özgür Basın Emekçileri: Suçlu olan Derya Okatan değil, iktidarın arkasında durduğu polistir ve cezalandırılmalıdır
Özgür Basın Emekçileri, gözaltına alınan Gazeteci Derya Okatan’ın serbest bırakılması için bu akşam Twittter’da hashtag çalışması yapacak.
Özgür Basın Emekçileri, gözaltına alınan gazeteci Derya Okatan için bir açıklama yaptı. Basın-yayın kuruluşlarına ve çalışanlarına karşı tutumun,…
View On WordPress
0 notes
Photo
Tumblr media
Ahmet Şık'ın mahkemede engelenen beyanının son bölümü:
“…ne yaparsanız yapın ne hakikati aramaya devam etmekte, ne de hakikati bulduğumuzda sahibi olan halka teslim etmekte bir an bile tereddüt etmeyeceğiz. 
Çünkü biz gazeteciyiz. 
Devletin, güç odaklarının karanlık yüzünü ortaya koymaktan hiçbir zaman korkmayan Uğur Mumcu’nun yolumuzu aydınlattığı gazetecileriz. 
Savaşın değil, barışın dilini bu ülkede hâkim kılmaya çalışan Musa Anter’in takipçileriyiz. 
Güvercin tedirginliğinde yaşarken bile halklar arasında kardeşlik köprüsü kurmaya çalışan Hrant Dink’in kardeşleriyiz. 
Adalet, eşitlik ve özgürlük için atılan tohumların bu topraklarda boy verip filizlenmesi için mücadele eden Metin Göktepe’nin yoldaşlarıyız. 
Çünkü hem tavrıyla, hem karakteriyle eğilip bükülmeden, dimdik, doğrunun ve hakikatin çizgisinden vazgeçmeden mesleğimizin hakkının verilerek yapılması gerektiğine inanan gazetecileriz. 
Bu yüzden geçmişte olduğu gibi katletseniz de, şimdi olduğu gibi hapsetseniz de hakikati söylemeye devam edeceğiz. 
Çünkü totaliter rejimlerin sahiplerinin, yargısının ve işbirlikçilerinin söylediğinin aksine gazetecilik suç değildir.”
50 notes · View notes
Text
ARKADAŞIMIZ SEDAT ALTAN'DAN DEĞERLİ GAZETECİMİZ SAYIN AHMET HAKAN'A AÇIK MEKTUP
Tumblr media
Değerli Üstadımız Sayın Ahmet Hakan;
Ben, Cem Sedat Altan. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında açılan dava kapsamında 2 yıldan bu yana tutuklu bulunuyorum. Adnan Bey ve diğer arkadaşlarım gibi ben de hayatımda hiçbir suça karışmadm. Bu dava dosyasında da hiçbir suçum olmadığı ve aleyhimde öne sürülen ithamlarla ilgili tek bir suç delili bile ortaya konmadığı halde camiamıza yönelik çok kapsamlı bir kumpasın parçası olan yalan beyan ve iftiralar nedeniyle halen Silivri 9 No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda tutukluluğum devam ediyor.
9 Haziran 2010 tarihinde yayınlanan “Askeri casusluk ve gazetecilik” başlıklı makalenizde aydın, dürüst, tecrübeli, açık sözlü ve haksızlıklara karşı kararlı duruşuyla tanınmış bir gazetecimiz olarak, basın mensupları Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel’in siyasal ve askeri casusluk suçlamasıyla gözaltına alınmalarını gündeme getirdiniz.
Yazınızda, aynı zamanda bizim camiamızı da yakından ilgilendiren ve tümüyle katıldığımız çok önemli bir tespitinizi dile getirdiniz:
"Askeri casusluk” iddiası, çok ama çok ciddi bir iddia...
Vatana ihanetin en üst noktası...
Daha ötesi yok!
İşte tam da bu nedenle böyle bir iddianın altının çok sağlam kanıtlarla doldurulması şart...
Hangi askeri belge, nereden temin edilmiş?
Belgeler hangi düşman kuvvetlere verilmiş?
Hepsinin tek tek ortaya konması ve bütün kuşkuların ortadan kaldırılması gerekir."
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar ve aynı dava kapsamında yargılanan tüm arkadaşlarımız adına benzer mağduriyetleri misliyle yaşayan bir camianın mensupları olarak bu konuya gösterdiğiniz hassasiyeti son derece vicdani, tespitinizi de çok doğru, isabetli ve haklı bulduğumuzu belirtmek istedik.
11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonunda Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın gözaltına alınmalarıyla birlikte kendimizi bir anda TCK'daki neredeyse tüm suç maddeleriyle suçlanıyor vaziyette bulduk. Ne var ki ortada, bu uydurma suçlara dayanak olacak hiçbir suç unsuru, somut, inandırıcı ve gerçek bir suç delili ya da bir suçüstü durumu yoktu.
Sadece, geçmişten camiamıza husumetli olan bazı müştekilerin ve onların baskı ve tehditleriyle korkutularak sözde itirafçı ya da etkin pişman yapılarak aleyhimizde asılsız ve uydurma itham ve iftiraları sarf etmeye mecbur bırakılan bazı çaresiz arkadaşlarımızın gerçek dışı beyanları dışında dava dosyası bomboştur. Türkiye'nin önde gelen hukukçularının da ortak kanaati budur.
İtham edildiğimiz söz konusu suç maddeleri arasında aynı Sayın Müyesser Yıldız'a da yöneltildiği gibi "siyasi ve askeri casusluk" isnadı da var. Ancak, bu iddiaya dayanak olarak gösterilen, birkaç müşteki ya da sözde itirafçıya kurgulanıp dikte ettirilmiş beyanlar dışında öne sürülen tek bir somut delil yok.
Sizin de yazınızda dikkat çektiğiniz mantıklar doğrultusunda söz konusu iddiayı değerlendirmek gerekirse;
Bu iddianın altını dolduracak tek bir sağlam kanıt var mı? Sağlam değil, zayıf kanıt bile yok!
Hangi resmi, siyasi ya da askeri kurumdan bir gizli bilgi, belge ya da devlet sırrı kaçırılmış? Hiçbir kurumdan!
Hangi siyasi veya askeri gizli bilgi, belge, devlet sırrı kaçırılmış? Ortada öyle bir belge ya da sır yok!
Sözde gizli bilgi, belge, devlet sırları kim tarafından kaçırılmış? Hiç kimse!
Bu sözde casusluk faaliyeti hangi yabancı ülke adına yapılıyor? Hiçbir ülke!
Sözde siyasi ve askeri casuslarımız CIA mi, FSB mi, MI6 mi, Mossad mı... hangi istihbarat örgütüne çalışıyor? Hiçbiriyle uzaktan yakından ilgileri yok!
Arkadaşlarımız arasında herhangi bir devlet memuru, askeri ya da siyasi kurumlarda görevli kimse var mı? Tek bir tane bile yok!
İşte, her ne kadar garip görünse de bu akla ziyan iddianın saçmalığını ve mesnetsizliğini tam olarak ifade edebilmek için bu soruları sorup cevaplarını da ortaya koymak gerekiyor.
Sizin deyiminizle "çok ama çok ciddi" olan bu iddianın sözde dayanağı yalnızca, Türkiye ile yabancı bir ülkenin resmi görüşmelerinde zaman zaman ücretli simültane tercümanlık yapan yabancı uyruklu bir kişinin bazı arkadaşlarımızla olan tanışıklığından ibaret. Kaldı ki bu yabancı tercümanın görüşmelerden kaçırabileceği gizli bir bilgi, bir devlet sırrı da yok. Çünkü katıldığı bütün görüşmeler iki ülkeden çeşitli yöneticilerin ya da temsilcilerin katıldığı halka ve basına açık bilgilendirme toplantıları ve görüşmeleri... Konuyla ilgili olan herkes bilir ki ülkelerin aralarında düzenledikleri gizlilik gerektiren ikili kapalı görüşmelere ancak o ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları'nın kayıtlı personeli olan belirli yeminli tercümanlar katılabilir. İddiaya dayanak gösterilen kişi ise ne herhangi bir ülkenin Dışişleri'ne ne de başka resmi kurumuna kayıtlı olmayan, yalnızca gizlilik gerektirmeyen halka açık basın ve bilgilendirme toplantılarına zaman zaman çağrılan freelance bir tercüman.
Diğer yandan, hakkımızda öne sürülen askeri casusluk iddiası başından beri hep âtıl kaldı. İddianame hiçbir somut delile dayandırılamadığı gibi, mahkeme sürecinde de hiçbir casusluk belgesi ortaya konamadı. Hangi askeri bilginin veya belgenin, kime, ne karşılığında iletildiği hususları hep delilsiz ve dayanaksız kaldı.
Konuyla ilgili gönderdikleri yazılarda, Dışişleri Bakanlığımız ve MIT teşkilatımız da, iddiaya sözde dayanakmış gibi gösterilen kişi ve olaylardan yola çıkarak bir casusluk ithamı yapılmasının mümkün olamayacağını belirtmişlerdir.
Belgelerdeki ilgili bölümleri bir kopyasını aşağıda bilgilerinize takdim ediyorum :
Tumblr media Tumblr media
Takdir edersiniz ki, gerçekten bir askeri casusluk durumu olsaydı, daha ilk günden bunun detayları konuşulur, konu günlerce, haftalarca gündemde kalır, halk ayağa kalkardı. Ama böyle bir şey 2 yıldır yaşanmadı, casusluk suçlaması da "önce ortaya atalım sonra altını doldururuz" türünden tüm diğer hayali suçlamalar gibi altı boş bir iddia olarak yalnızca lafta kaldı.
Ancak, ne acıdır ki bu tür sinekten yağ çıkarma metodlarıyla devlet, millet, vatan aşığı insanların hiçbir kanun ve hukuk gözetilmeden, tekrar sizin deyiminizle "vatana ihanetin en üst noktası" anlamına gelen, akla hayale sığmayacak en uç ithamlarla suçlanmaya ve karalanmaya çalışıldığı vahim ve ürkütücü hadiselere giderek daha sık şahit olmaktayız. Daha da acı olan bu haksızlık ve hukuksuzlukların yine kanun-hukuk mekanizmaları kullanılarak yapılmaya çalışılması.
Sayın Hakan, basından da takip etmiş olacağınız üzere, bize yöneltilen ithamlar aynı bu sözde askeri ve siyasi casusluk, vatan hainliği iftiraları gibi, hep kamuoyunda infial oluşturmayı hedefleyen özel seçilmiş ve kurgulanmış ithamlar. Kadınlara şiddet, işkence, alıkoyma, cinsel saldırı, çocukların istismarı... gibi.
Hepsi de akla gelebilecek en uç, en abartılı, insanları galeyana getirmeye, ortadaki asıl zulmü perdelemeye ve işlenen haksızlık ve hukuksuzlukları meşru göstermeye yönelik delilsiz, mesnetsiz, abartıda ve alçaklıkta sınır tanımayan iftiralardan ibaret. Hiçbirinin tek bir sağlam, somut, geçerli ve hukuki kanıtı yok. Bu suçlamalara tek dayanak gibi gösterilen ise yalan beyan ve iftiralar.
Bu yalan beyan ve iftiraların çok büyük bölümü ise, sonradan, baskı ve tehditle korkutularak sözde itirafçı ya da etkin pişman olmaya mecbur edilen arkadaşlarımıza aittir. Sırf dava dosyasına Sayın Adnan Oktar ve camiamız aleyhinde malzeme doldurmak adına, kumpasçılar tarafından arkadaşlarımıza, normalde hiçbir kadının kendi aleyhinde asla sarf etmeyeceği aşağılatıcı ve küçük düşürücü sözler söyletilmiştir. Olmadık iğrenç ve dehşet verici senaryoları hem ifadelerinde hem de medyada tekrar tekrar anlatmaya mecbur bırakılmışlardır.
Gerçekteyse, cinsel taciz, saldırı, tecavüz gibi suçlamaları somut olarak ispatlamak son derece kolaydır. Binlerce sayfa dolusu itham, iftira, hikaye veya senaryo uydurulana kadar tek bir iç çamaşırı, doku veya DNA örneği, tıbbi rapor, sözde tecavüzler sonrası hemen polise, savcılığa yapılmış başvurular, doktorlara, kliniklere, hastanelere gitme, tedavi görme, vb. olaylar ve bunların belgeleri, kayıtları sunulsa bu sözde iddialar desteklenmiş olurdu. Ancak, dosyada böyle tek bir somut belge, kayıt, delil, vb. yoktur. Çünkü asıl amaç hukuki bir dosya sunmak değil amansız bir karalama kampanyası yapmak olduğu için binlerce sayfalık hiç yaşanmamış kurgu hikayeler, akıl almaz çirkin ve ahlak dışı anlatımlar üretilmiştir.
Dahası, tecavüze uğradıklarını iddia edenlerin bu iddialarının asılsız olduğu, Adli Tıp kurumunda yapılan detaylı tetkik ve muayeneleri sonucunda hazırlanan ruhsal ve fiziksel heyet raporları ile tek tek çürütülmüştür. Sözde çocuk istismarına dayanak gibi gösterilen ve A9 stüdyosunun bahçesinde toplu çekilmiş bir hatıra fotoğrafının ise annenin refakatinin olduğu bir ortamda çekildiği ancak bu fotoğrafın, annenin görüntüsü özellikle kesilip çıkarıldıktan sonra savcılığa verildiği ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan, operasyonun hemen öncesinde emniyet ve yargı birimleri camiamızı 2 yıl boyunca gizli teknik takip altına alarak tüm hareketlerimizi, konuşmalarımızı, mesajlaşmalarımızı izlemiş, ortam dinlemeleri yapmış, kamera kayıtları almıştır.
Bu nedenle, eğer iddia edildiği gibi ortada köle haline getirilmiş, esir tutulan, her gün cinsel şiddete, sömürüye, saldırıya maruz kalan kadınlar varsa, küçük çocuklara korkunç cinsel istismarlar yapılıyorsa, askeri ve siyasi casusluk faaliyetleri tüm hızıyla sürüyorsa, her türlü suç işleniyorsa, 2 yıl boyunca bizi an an, adım adım takip eden emniyet birimlerimizin bu dehşetli suçların işlenmesine göz yumması, hiçbir suç üstü yapmaması, müdahale etmemesi, o sözde zavallı kadınları, küçük çocukları kurtarmaması, devlet sırlarının yabancı ülkelere sızdırılmasına izin vermesi elbette ki olacak şey değildir.
Demek ki iddia edilen bu uydurma suçların, bu hayali olayların hiçbiri gerçekte yaşanmamıştır. Zira, teknik takibin başlamasından operasyon anına kadar geçen 2 sene boyunca emniyet güçlerimiz tarafından hiçbir suçüstü ya da müdahale yapılmamış, bunu gerektirecek hiçbir durum vaki olmamıştır. Operasyon esnasında da aynı şekilde, eş zamanlı olarak kapıları koç başlarıyla kırılarak ani baskınla girilen 120 ayrı evin hiçbirinde herhangi bir suç unsuru ya da suç üstü olayla karşılaşılmadığı gibi, tek bir uygunsuz duruma dahi rastlanmamıştır.
Eğer bu dosyada öne sürülen iddialardan tek bir tanesi bile doğru olsaydı, gerçekten de ortada iddia edildiği gibi çok çok ciddi, vahim, akıl almaz suçlar olsaydı Türkiye'de yer yerinden oynar, insanlar galeyana gelirdi. Ancak, bir kısım medyanın aleyhimizde 2 yıldır her çeşit iftira, karalama ve provokasyon yöntemini denemesine rağmen manipüle edilmeye açık, sürü psikolojisiyle güdülen cahil ve bilinçsiz küçük bir güruh dışında aklı başında, şuurlu, uyanık hiç kimse bu saçma ve uydurma iddialara zerre kadar itibar etmemekte, kale bile almamaktadır. En üst düzeydeki insandan sokaktaki vatandaşımıza kadar herkes bu iddiaların gerçek olmadığının farkındadır ve tüm bu dehşet verici hayal mahsulü hikayelere karşı en ufak bir reaksiyon gösterme ihtiyacı dahi hissetmemektedir.
Sizin de belirttiğiniz gibi, vatana ve millete karşı işlendiği öne sürülen her suçlama çok ağır ve ciddi ithamlardır ve ancak kesin ve somut delillere dayanıyorsa ciddiye alınıp değerlendirilmelidir. Bu şartı yerine getirmeyen ve delili olmayan her iddia ise açık birer iftiradır.
Geriye sadece dekolte giyindiği, dans ettiği ve bu medeni davranışları takdir ve tasvip ettiği için akla ziyan bir biçimde haklarında yüzlerce yıl istenen insanlar kalmıştır.
Her şeyin alabildiğince bu derece özgür bir şekilde yaşandığı ülkemizde bazı arkadaşlarımızın dekoltesinin ve eğlencesinin neden bu kadar büyük bir öfke ve nefrete sebep olduğu üzerinde durulması gereken ciddi bir sorundur. Öyle ki bu nefret, sırf dekolte giydiler ya da dekolte giyilmesine karışmadılar diye arkadaşlarımızın yüzlerce yılla yargılanmalarına sebep olmaktadır.
Eğer bu insanlar bizim camiamız içinde yer almasalar, Sayın Adnan Oktar'ın arkadaşları olmasalar ama yine o dekolte kıyafetleri giyseler, yine o dansları yapsalar, yine o bikinilerle poz verseler hatta tüm bunların onlarca kat fazlasını misliyle yapsalar kimse onlara karışmayacak, bu durumdan rahatsız olmayacaktı.
Bugün dekolte kaynaklı rahatsızlık sebebiyle yüzlerce yılla yargılanan arkadaşlarımız bizim camiamızdan ayrıldıklarını söyleseler ve aynı dekolte yaşamlarına devam etseler hiç kimse giyimine kuşamına, yaşam biçimine karışmayacaktı.
Bugün A9 TV yayınlarındaki dansı, eğlenceyi gece gündüz eleştirenler yarın aynı arkadaşlarımız aynı dansı ve daha fazlasını bizim camiamız dışındaki bir ortamda mesela bir tatil beldesinde, bir diskoda, gece klübünde yapsa alkışlarla izleyeceklerdir. Açıktır ki burada asıl rahatsızlık konusu olan dekolte değildir.
Bizden asıl istenen de kimin ne giydiği, nasıl yaşadığı değil, 30 yıllık, 40 yıllık arkadaşlarımızla, dostlarımızla, ahiret kardeşlerimizle, Adnan abimizle bundan böyle asla görüşmememiz, kısaca dağılıp gitmemizdir.
Bizim de asla böyle bir düşünce ve niyetimiz olmadığını ve olamayacağını da burada yeri gelmişken belirtmek istiyoruz. Değerli gazetecilerimizin istenmedik gözaltı ve tutukluluk olaylarına gösterdiğiniz hassasiyet vesilesiyle bizim de 2 yıldır yaşadığımız mağduriyetleri güvendiğimiz değerli bir kardeşimiz olarak sizinle de paylaşmak istedik.
En içten saygılarımla ve başarı dileklerimle.
Cem Sedat Altan
0 notes
ivmehareketi · 4 years
Text
İVME Meydan - Muratcan Işıldak: Basın Özgürlüğü
İVME Meydan: İvme Hareketi blog sayfasında yazmak isteyen ve İVME’nin ilkeleri ile kesişen herkesin davetli olduğu mecra. 
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında basın hürdür ve sansür edilemez ifadesi 28. maddede yer almıştır. Anayasal ve uluslararası sözleşmelerle de Türkiye Cumhuriyeti'ne basın hürriyetinin tesis edilmesi ve korunması için görev ve yetki tanınmıştır. Basın özgürlüğünün sağlanması için her türlü önlem alma görevi devlete verilmiş olduğundan gazetecilerin haber yapma özgürlükleri ve vatandaşların bilgiye erişim haklarının tesisi için basın-yayın hakkı özel korumaya alınmalıdır.
Bunun için kullanılacak en temel yöntem ise, gazetecilerin haber yapabilmesi için uygun koşulların sağlanmasıdır.
Basın özgürlüğü konusunda araştırmalar yapan ABD merkezli düşünce kuruluşu Freedom House verilerine göre basın özgürlüğünde en hızlı düşüş yaşayan üçüncü ülke olan ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) verilerine göre 2019 yılı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde 180 ülke içinde 157. sırada bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesi için devletin girişimlerde bulunması ve koruyucu tedbirler alması gerekmektedir.
Ülkemizin içinde bulunduğu bu kötü durumdan kurtarmak ve Anayasal ilkelerle koruma altına alınan “Basın hürdür sansür edilemez” temel ilkesinin gerçekleştirilmesi için öncelikle gazetecilerin üzerindeki sosyal ve siyasal baskıların kaldırılması gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Avrupa Sosyal Şartı’nda yer alan hükümlerle koruma altına alınan ve temel insan hakkı olarak kabul edilen basın ve yayın hakkının korunması için ülkemize yükümlülükler verilmiştir.
Bu sebeple basın mensuplarının meslekleri ile ilgili yapılan yargılamalarda tutuksuz yargılanması ve basın mensuplarının her türlü dış tehditten korunması gerektiği açıktır.
Ancak mevzuat sistemi söz konusu tedbirleri almaktan uzak ve hatta bu tedbirlerin alınmasını engelleyici niteliktedir. Bu tedbirlerin alınması için devletin basın özgürlüğü ve bireylerin haber alma özgürlüğü ile devletin tüzel kişilik hakları karşılaştırıldığında devletin bireysel özgürlüklerden yana tavır alması haliyle devletin demokratik devlet yapısına sahip olduğu kabul edilebilir.
Anayasa’nın Cumhuriyetin temel nitelikleri kenar başlıklı m.2’de devletin demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir.
Anayasa’nın düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kenar başlıklı 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir” ifadesi ise salt habere ilişkin bir önlem olup haberciye ilişkin bir sınırlama değildir.
Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.10’da anılan “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatma özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir” hükmü ile de açıklığa kavuşturulmuştur.
Anayasanın milletlerarası anlaşmaları uygun bulma kenar başlıklı m. 90’da yer alan “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” hükmü bir arada değerlendirildiğinde Anayasa m.26’da yer alan söze konu sınırlamanın metinden çıkartılması gerekmektedir.
Devlet mekanizmasının elindeki karar alma, uygulama ve yargılama yetkileri devlet mekanizmasındaki bazı kişilerce kasıtlı olarak ya da siyasal baskılarla kötüye kullanılması sonucu basın sansür edilemez ilkesi defalarca çiğnenmiş ve haber alma hürriyeti hakkının özüne dokunulmuştur.
Basın özgürlüğü denilince gerek elektronik ortam kullanılarak gerek basılı medya veya görsel basın vasıtasıyla (gazete, dergi, radyo, televizyon, internet vb.) görüş ve düşüncelerini açıklayabilme ve yayma hakkı olduğunu belirtmek gerekir. Bu kapsamda devlet mekanizmasının elindeki karar alma, uygulama ve yargılama yetkileri; devlet mekanizmasındaki bazı kişilerce kasıtlı olarak ya da siyasal baskılarla kötüye kullanılması sonucu defalarca çiğnenmiş ve bireylerin de haber alma özgürlüğü hakkının özüne dokunulmuştur.
Gazeteciler yaptığı haberler dolayısıyla def'aten tutuklanmış ve kimi zaman hüküm giymiştir. Tutuklu yargılanmaları ise gazetecilerin mesleklerini yapabilmelerini engellemiştir. Bu, devletlerin demokratik olma ya da demokratik olmama noktasında en önemli kriterdir ve devlet gücünün, devlet otoritesince hovarda kullanımından başka bir tutum değildir.
George Orwel'in de dediği gibi gazetecilik, "birilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri yazmaktır, gerisi halkla ilişkilerdir." Bu sebeple basın hür kalmalı ve sansür edilmemelidir.
Gazetecilere mesleki faaliyetleri dolayısıyla yapılan yargılamada yargılama süresince getirilecek olan tutuksuz yargılanma, hukuki dokunulmazlık olarak algılanmamalıdır. Bu yargılama herhangi bir prosedüre bağlanmamıştır. Gazetecilerin mesleki faaliyetleri sırasında nefret söylemi, hakaret, yalan haber, devlet sırlarını ifşa, casusluk gibi eylemler haber içeriğinde olan olaylar ise; yargılama sonucunda kişiler hüküm alabilmektedir. İfade özgürlüğü kavramı, masumiyet karinesinin en hassas uygulanması gereken olgu olmalıdır. Öyle ki; Voltaire "Senin düşüncelerine katılmıyorum ama düşünceni özgürce ifade edebilmen için canımı bile verebilirim" ifade özgürlüğünün dokunulmaz olduğunu ifade etmiştir.
Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde basın özgürlüğü başı çekmeli ve düşüncenin serbestçe ifade edilebilmesi sağlanmalıdır. 
Gazetecilik, görülmeyeni göstermektir. Öyle ki; uluslararası basına kapalı bölgeler olan Kuzey Kore, Tibet, Çeçenistan, Papua, Birmanya gibi bölgelerde nelerin yaşandığı bilinmemektedir. İnsanlık ortak mirası ve insanlık ortak onuru bakımından basın bizlere gerçeği aktaran aracıdır. Kaldı ki uluslararası basına açık olan savaş alanlarında dahi bunu bizlere anlatan gene gazetecilerin yapmış olduğu haberlerdir. Bu bölgelerde basın yayın hakkının kullanılmış olması insan haklarının korunması için teminattır. Basın yayın hakkının kullanılması, temel insan haklarının uluslararası güvencesidir.
Demokratikleşme ideasında olan devletlerde demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışan gruplar hiç bir zaman basın mensupları olmamıştır. Basın mensuplarının; milletvekili kavramını oluşturan yasama dokunulmazlığı ve yasama sorumsuzluğu, bir diğer anlatımla kürsü dokunulmazlığına sahip olması ile ancak özgür basın olgusunu oluşturabilecektir. Bireylerin kafasındaki şablon ve algılara göre davranış modeli geliştirilmektense genel ilkeler etrafında toplanmak daha meşru ve demokratik olacaktır. Algı yönetimi ve taraf algısı yaratmak basın mensuplarının etrafında toplandığı özgürlük ve bağımsızlığa, tarafsız haber anlayışına, ifade hürriyetine uygun düşmeyecektir. Ancak gazetecilerin siyasal aktörlerce sansürlenmesi ya da siyasal faktörlerce sansürleneceği fikri içine işleyen gazetecilerin oto-sansüre sebep olması ise; temel hak olan düşünceyi yayma hürriyeti ve habere ulaşma özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Öyle ki basın yayın hakkı temel hak olarak koruma altına alınmışken ve bu hakkı koruma görevi devlete verilmişken ülkemizdeki uygulama ne yazık ki tam tersine bir hal almıştır. Koruma görevinden çok öte, basın yayın hakkına en çok zarar veren “devlet otoritesi “olmuştur.
Basın mensuplarının tutuklu yargılanması kavramı sansür ile eşdeğerdedir. Sansür ya da tutuklu yargılama; ifade özgürlüğüne tahammülün olmamasının tezahür etmesi durumudur. Suç olgusunun karşısında cezai müeyyide var iken, haber yapma iddiasıyla mukim olan kişileri tutuklamak düşünceyi yayma hürriyeti ile bağdaşmamaktadır. Basın mensubu kişilerin tutuklu yargılanması olgusu masumiyet karinesine verilen büyük zarar, ifade özgürlüğü ile haber alma hürriyetinin önünde büyük engeldir. Muratcan Işıldak
0 notes
nesrin-c · 4 years
Text
YILMAZ ÖZDİL: Monaco sarayı virüs kaptı, bizim saray hâlâ kolonya serpiyor
Kanada başbakanı Justin Trudeau'nun eşi Sophie'ye coronavirüs bulaştığı açıklandı, bu bilgiyi bizzat Kanada hükümeti duyurdu.
Peki, Kanada başbakanının eşinin hasta mahremiyeti yok mu?
Niye açıkladılar sizce?
İspanya başbakanı Pedro Sanchez'in eşi Begona'ya coronavirüs bulaştığı açıklandı, bu bilgiyi bizzat başbakanlık ofisi duyurdu.
Peki, İspanya'da hasta mahremiyeti kavramı yok mu?
Niye illa duyurdular?
Monaco prensi Albert…
Monaco sarayı açıkladı.
Niye saklamadılar dersiniz?
Çünkü…
İletişim endüstrisinin profesyonelleri gayet iyi bilir ki, sıradan insanlar, sıradan insanların akıbetleriyle ilgilenmezler.
Sıradışı insanlara odaklanırlar.
Reklam gibi düşünün…
Ürünü tanıtan ne kadar ünlüyse, ürün o kadar tanınır.
Ve, dijital iletişim çağının bombardımanına maruz kalan sıradan insanlar, zannedildiği gibi beyniyle değil, gözüyle düşünür.
Öngörmez.
İlla görmesi gerekir.
Topluma bir mesaj vermek istiyorsanız, toplumun o mesaja mutlaka kulak kabartmasını istiyorsanız, rakamlar, oranlar, istatistikler filan hikayedir, toplumun tanıdığı birini örnek vermeniz gerekir.
Toplumu alarm seviyesine çıkarmak istiyorsanız, toplumda alarm zillerini çaldıracak birini örnek vermeniz gerekir.
İşte bu yüzden, bizzat Kanada hükümeti, Kanada başbakanının eşini, bizzat İspanya hükümeti, İspanya başbakanın eşini, bizzat Monaco sarayı, Monaco prensini açıkladı.
Çünkü bu ülkeler, tehlikenin boyutunu farketmeleri için, vatandaşlarında alarm zilleri çaldırmak istiyor.
Normalde her türlü bilgiyi sansürleyen İran'ın bile en üst seviyede siyasilere virüs bulaştığını açıklaması ondan.
Bu yüzden Hollywood yıldızı Tom Hanks'ten haberiniz var.
Bu yüzden NBA yıldızı Kevin Durant'a bulaştığını biliyorsunuz.
Bu yüzden Cristiano Ronaldo'nun İtalya'ya dönmediğini duydunuz.
Sıradan insanların bu virüsü ciddiye almasının tek yolu, ulaşılmaz zannedilen insanlara bile ulaşabildiğini görmeleridir.
Bu virüsü kapmak ayıp değildir.
Günah değildir.
Yüz kızartıcı suç değildir..
Bu yüzden hasta mahremiyetiyle alakası yoktur.
Meselenin toplum sağlığıyla alakası vardır.
Sağlık bakanımızın “hasta mahremiyeti”nden bahsederek, virüsten hayatını kaybeden insanlarımızı saklaması, virüsün yaygın hale geldiği şehirleri gizlemesi, işte bu yüzden dört dörtlük yanlıştır.
İngiltere'de ölen Türk vatandaşının kim olduğunu biliyoruz.
Avusturya'da ölen Türk vatandaşının kim olduğunu biliyoruz.
İngiltere'de Avusturya'da hasta mahremiyeti yok mu?
Bizimkiler “hamdolsun” derken… Almanya başbakanı Angela Merkel niye ekrana çıkıp “Almanya ikinci dünya savaşından bu yana ilk kez bu kadar ciddi bir sorunla karşı karşıya” diyor?
Halkı korkutmak için mi?
Yoksa, halkın ne kadar ciddiye alması gerektiğini anlatmak için mi?
Bizimkiler “kolonya dağıtacağız” derken… Fransa cumhurbaşkanı Macron niye ekrana çıkıp “savaştayız, bir orduyla veya bir ulusla savaşmıyoruz, düşman hemen burada” diyor?
Panik yaratmak için mi?
Yoksa, tehdidin ne kadar önemsenmesi gerektiğini anlatmak için mi?
Bizimkiler hâlâ “hiçbir virüs bizim tedbirlerimizden daha güçlü değildir” derken… İngiltere başbakanı Boris Johnson niye ekrana çıkıp “bir yıldan fazla sürebilir, çok fazla sayıda aile, sevdiklerini zamansız kaybedecek” diyor?
Bizimkiler hâlâ “bu süreçten güçlenerek çıkacağız” derken… Şu anda dört bine yakın vatandaşını kaybeden İtalya başbakanı Conte, niye hâlâ ekrana çıkıp yalan söylemiyor? Niye muhalefeti suçlamıyor? Niye hâlâ ısrarla gerçekleri anlatıyor? Niye hâlâ “virüs henüz zirve noktasına ulaşmadı, bu mücadeleyi kazanmak için 60 milyon İtalyan'ın desteğini ihtiyacımız var” diyor?
Özetle…
36 yıldır bu ülkede gazetecilik yapan, Türkiye'nin en yüksek tirajlarına ve en yüksek izlenme oranlarına ulaşmış profesyonel iletişimci olarak, devleti yönetenlere yalvarıyorum…
İsimleri, şehirleri, gerçekleri gizleyerek hayati hata yapıyorsunuz.
Gayet net biliyoruz ki… Hastanelere yığılmayı önleyebilmek için, sağlık sisteminin çökmesini engelleyebilmek için, zaman kazanmak zorundayız, toplumun virüse yakalanma sürecini zamana yaymak zorundayız, bunu yapabilmek için, herkesin evde kalması gerekiyor.
Ama gayet net görüyoruz ki…
Bu mecburiyeti kavrayamayan, ciddiye almayan milyonlar var.
İsimleri, şehirleri, gerçekleri gizleyerek, buna sebep oluyorsunuz.
Habire yurtdışından gelenlere dikkat çektiğiniz için, toplumun çok çok önemli kesimi, bu sorunu sadece “yurtdışı sorunu” zannediyor.
Yandaş medyanız hâlâ “grip kadar” olduğunu anlatıyor.
Evde kalın diyerek, insanları evde tutamazsınız.
İnsanların, başkalarıyla temas etmemeyi idrak etmesi gerekiyor.
Tehlikeyi hissetmesi gerekiyor.
(Kaldı ki, evinde kalmak istediği halde, işi gereği bu lükse sahip olamayanlar, mecburen sorumsuz kalabalıkla iç içe olanlar var.)
Böyle devam ederseniz…
“Bize bi şey olmaz” mantıksızlığı hakim olacak, iş işten geçecek.
İsim isim, şehir şehir, hatta semt semt acilen açıklayın.
Acilen.
64 notes · View notes