Tumgik
#yahudilik
ilmiyyat1453 · 7 months
Text
Tumblr media
Dünyadaki Filistin gösterilerinden bir kare:
"Bir zamanlar nefret ettiğin şeye dönüşmen ironik"
130 notes · View notes
tarihtenyazilar1 · 4 months
Text
Sabatay Sevi'nin Hayatı ve Mesihlik İddiası
Sabatay Sevi, 1626 yılında İzmir’de doğduğunda bir gün Mesih olmaya karar vereceğini biliyor muydu? Sanırım bilmiyordu ve zaman içinde böyle bir arzusu gelişecekti, ancak ona da pişman olacaktı. Sabatay’ın ailesi II. Bayezit zamanında İspanya’dan göç etmiş olan Sefarad grubundandı. Annesini erken kaybetmişti. Eliyah (İlyas) ve Josef (Yusuf) adında iki kardeşi vardı. Mordehay adlı babası bir…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
aklingolgesi · 4 months
Text
SİYONİZMİN TARİHİ: FİLİSTİN-İSRAİL MESELESİNE SİYASİ, DİNİ VE TARİHİ BİR BAKIŞ | MESELE
Son günlerde sıkça duyduğumuz bir kelime Siyonizm. Kimi yazarlara düşüncelere göre bir kelimeden daha fazlası. Dokunulmaz bir konuyu ele aldığımızı da hatırlatmak istiyoruz. Örneğin Avrupa’nın gelişmiş devletlerinden Fransa’da hiçbir tehlikeyle karşılaşmadan Katolik inancı eleştirilebilir. Marksizm konuşulabilir. Ateizm tartışılabilir. Yahut Amerika ve Sovyet Rusya yerden yere vurulabilir.  Bütün…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
serhatnigiz · 6 months
Text
Filistin-İsrail Anlaşmazlığının Tarihsel Kökleri ve Çözüme Dair Değinmeler
Tumblr media
El-Fetih hareketinin devamı olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1960’lı yıllardan itibaren Arafat öncülüğünde glokal-ulusçu politikalar izlediğinden dolayı Filistin halkı içinde görece daha geniş bir kitle tabanına sahip idi. Bu sayede FKÖ sadece Filistinli Müslüman Araplar arasında değil, Hristiyan Filistinliler ve demokrat Yahudiler arasında da kayda değer bir güce ve desteğe ulaşmıştı. Lakin Arafat ve FKÖ hareketinin Ürdün ve Lübnan’da yaptığı hatalar (FKÖ ile bağlantılı radikal grupların aşırılıkları) ve Filistin mücadelesinin uluslararası arenadaki tecrübesizliğine de bağlı olarak İsrail ile yürütülen “barış görüşmelerinin�� çıkmaza girmesi hem FKÖ hareketinin hem de Arafat’ın gözden düşmesi sonucunu doğurdu. Dolayısıyla, Arafat ve FKÖ’nün zayıflaması Filistin hareketi içindeki sol ve laik unsurların zayıflamasını da beraberinde getirdi. Bu süreçte Radikal sağ unsurların bu geniş birliği ortadan kaldırmaya dönük politikaları da maalesef başarılı oldu. Hal böyle olunca; glokal Filistin siyasetinden minimal bir Filistin siyasetine geri vites değişimi yaşandı. Bu da Filistin halkı üzerindeki İsrail terörünün ve şiddetinin artışına olanak sağladı.
Mısır’da ortaya çıkan Müslüman Kardeşler hareketinin bir devamı olan Hamas (İslami Direniş Hareketi) ise FKÖ’ye kıyasla daha minimal-ulusçu politika izleyerek Filistin siyasetindeki yerini aldı. Lakin minimal-ulusçu çizgi glokal-emperyalizm çağında geçer akçe olmadığından dolayı Hamas’ın stratejisi daha çok din eksenli bir politika olarak kaldı. İsrail’de bu eskimiş ve donuk politikayı bahane ederek her fırsatta Filistinlilere karşı şiddet ve terör politikasını yoğunlaştırdı. Hamas’ın bu tavırları Hamas’ın da öznel iradesinden bağımsız olarak en çokta İsrail devletine yaradı. Her iki tarafta süreci çift yönlü olarak manipüle ederek kendi politik hedeflerine ulaşmaya çalıştı. Bu politika sayesinde Hamas Gazze’de kendi krallığını ilan ederken, bu sayede İsrail’de Filistin hareketini kendi içinde “laikler” ve “İslamcılar” olarak ideolojik temelde bölme fırsatını yakaladı. Bu süreç bugün ki Batı Şeria/FKÖ ve Gazze/Hamas bölünmüşlüğünü de beraberinde getirdi. Kuşkusuz bu bölünmüşlük halinin oluşmasında Filistin davasına yabancılaşan ve zamanla kendi içine çöküp dışa kapalı bir kast örgütüne dönüşen FKÖ’nün yanlış politikalarının da etkisi büyük oldu.
Dahası; Hamas’ın politikasına din ekseninden baksak bile, Hamas’ın politikasının İslamcı olduğunu söyleyebilmekte mümkün değildir. Zira aynı İsrail’in politikası Yahudi politikası olmadığı gibi, Hamas’ın politikası da İslami bir politika değildir. Hamas din ekseninde bir politika yürütüyor gibi gözükse de, Hamas İsrail karşısında uluslararası aktörlere ve dengelere göre bölgesel temelli pragmatist bir politika yürütmektedir. Örneğin, Şii İran ile Sünni Hamas ittifakı İslami bir politika olmadığı gibi, ne Hamas’ın ne de İran’ın (desteğini alan Lübnan Hizbullah’ın da) politikası tutarlı bir anti-emperyalist politika olma özelliğine de sahip değildir. En basitinden İran’ın ABD ve Batı karşısındaki ikiyüzlü tutumu (kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklar gibi), Hamas’ın Arap ülkelerindeki (Suudi Arabistan, Katar gibi) baskıcı rejimler ile kurduğu yararcı-parasal ilişkiler, mevcut politikaların İslami olmadığının en açık kanıtıdır. Bu noktada Hamas'ın değerlendirilmesine ilişkin İslamcı çevreler arasında bile homojen bir fikir birliği bulunmamaktadır. Benzer şekilde, sol ve laik kesimler arasında da Hamas’ın Filistin sorununda işgal ettiği yeri anlamaya çalışmaktan çok; bir tarafın "anti-emperyalizm" adına Hamas’ı sürekli övdüğü bir tarafın ise "şeriatçılığa" karşı çıkmak adına Hamas’a sürekli sövdüğü bir garip tablo da ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Dinler tarihine vakıf olan herkesin bildiği gibi Hz. İbrahim peygamber hem Hristiyanlık tarafından hem de İslamiyet tarafından sevilen bir peygamber olmuştur. Lakin İbrahim peygamberin 330 dönümlük alanı kapsayan ve kutsal kabul edilen mabedi Hristiyanlar tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra Yahudiler bu topraklardan kovulmuştur. Bugün nasıl Filistinliler topraklarını terk etmeye zorlanıyorsa, o günde Yahudiler topraklarını terk etmeye zorlanmıştır. Daha sonrasında bu defa da Hilafet-i İslam (sahte Emevi ve Abbasi islamcılığı) sancağı altında Müslümanlar bu yeri Hristiyanlardan zorla alıp İbrahim’in mabedinin üzerine Mescid-i Aksa’yı inşa etmişlerdir. O günden beri bu topraklar üzerinde din ve etnik köken bahane edilerek yapılan savaşlar hiç bitmemiştir. Sahte Yahudiler ve sahte İslamcılar (sahte Hristiyanlar çaktırmadan bu işin içinden sıyrılmıştır) arasında süre giden savaşlar modern burjuva çağda bile bu tarihsel sorunun biçim değiştirerek devam etmekte olduğunu göstermektedir.
Hz. İbrahim’in 330 dönümlük alanı kapsayan mabedinin olduğu bölge kesinlikle Yahudilerinde hassasiyeti dikkate alınarak “dinsel özerk bölge” olarak ilan edilmelidir. Dahası, bu özerk bölgenin yönetimi ne tek başına Yahudilere ne tek başına Hristiyanlara ne de tek başına İslamcılara bırakılmamalıdır. Bu bölgeye dair özerk bir üst yönetim belirlenmelidir. Bu gerçekleşmediği sürece sahte İslamcılıktan, sahte Hristiyanlıktan, sahte Yahudilikten kaynaklı fanatik yaklaşımlar ve “burası size değil, bize ait!” kavgaları halklar arasına düşmanlık tohumları ekmeye çalışan emperyalist politikalara hizmet etmeye devam edecektir.
Her şeyden önce dinsel özerk bölgeler kültürel varlıklar olarak görülmelidir. Sadece İbrahim mabedinin olduğu bölgede değil, İslamiyet için kutsal kabul edilen Mekke şehri de aynı şekilde özerk bölge olarak ilan edilmelidir. Suudi Arabistan’ı keyfi şekilde yöneten Suud Ailesi’nin Mekke şehrini Müslüman kitleler üzerinde dinsel bir sömürü nesnesi olarak kullanmasına da son verilmelidir. Dinler arasındaki kültürel özerk bölgelerin ayrıca dünya genelinde de bir üst yapısının (konsesyumunun) oluşması ve bu üst yapı içinde de tüm dinlerin eşit oy hakkına sahip temsilcilerinin (tavsiye kurulunun) olması gerekir. O zaman sadece Filistin-İsrail çatışmasının çözümü noktasında değil, örneğin Rus Ortodoks kilisesi ve Ukrayna Ortodoks kilisesi çarpışmasında olduğu gibi, pek çok dinsel-kültürel kaynaklı savaşlar, cinayetler ve şiddet sorunları ortadan kaldırılabilecektir.
Dinler açısından kutsal kabul edilen yerlerin inanç ve ibadet özgürlüğü bakımında özerk bölgeler şeklinde yönetilmesi dinsel özgürlüklerin güvence altına alınabilmesinin de yegane çözümüdür. Kaldı ki, pek çok itilafın ve anlaşmazlığın olduğu bu tip bölgelerde dinsel denetimin sağlanabilmesinin yolu ancak özerk denetimist politikaların güdülmesiyle mümkündür.
Aynı şekilde Yahudiliği istismar eden İsrail devleti ve yerleşimciler işgal ettikleri Filistin topraklarından derhal çıkmalıdır. Filistinliler de Yahudilerin kutsal kabul ettiği 330 dönümlük İbrahim mabedinin özerk bölge statüsünü tanımalıdır. Bu da ancak işgal edilen toprakların Filistinlilere geri iadesi ile mümkün olabilir. Bütün dinler birbirine saygı duymadığı sürece hiçbir din kendi özerkliğini ve özgün haklarını savunamaz. Bu her zaman geçerli olan bir ilkedir.
Din istismarına dayalı sahte yahudilik politikaları da sahte islamiyetçilik politikaları da derhal terk edilmelidir. Zira dini kullanan temsiliyetist barbarlık ve şiddet politikalarının ancak bu şekilde önüne geçilebilir. Bu din bezirganlığı politikalarına karşı halkların birleşik denetimist mücadelesi verilmelidir. İnanç özgürlüğü olmadan düşünce özgürlüğü, düşünce özgürlüğü olmadan da temsiliyetist barbarlığa ve şiddete karşı denetimist özgürlükte savunulamaz. En önemlisi de dinde temsiliyetizm ortadan kaldırılmalıdır. Din insanın kendi inancı ile inandığı şey arasındaki doğrudan bağdır ve bu bağın oluşumunda aracıya da gerek yoktur.
Filistin sorununun çözümü ne sahte islamcılık ile ne de sahte yahudilik ile mümkün değildir. Filistin sorununun çözümü denetimist kültürel özerk bölge politikaları ile mümkündür. Dinsel inanç sorunları ancak kültürel özerk bölge politikaları temelinde çözüme kavuşabilir. Yoksa dinden iktisadi, sosyal ve siyasi nüfus sağlama ve güç devşirme politikalarından çözüm üretilemez. Bu yüzden bugün Hamas örgütünün yaptıkları da İsrail devletinin yaptıkları da bir çözüm üretmediği gibi, şiddetin ve ölümlerin dozajı her defasında daha artarak katlanmaktadır. Zira bu şiddet dönem dönem alevlenir, dönem dönem sönümlenir, mesele kronik kanayan bir yara olarak kalır. Filistin sorunu da gerçekte böyle bir sorundur.
Ne minimal-ulusçuluk bir çözümdür ne de glokal-ulusçuluk bir çözümdür. Filistin sorununun çözümü denetimist politikalar ile mümkündür. Denetimist politikalar gereğince özerk kültürel bölge talebi hem İsrail devletinin Filistin halkı üzerinde uyguladığı kitlesel soykırım politikalarına son verilebilmesi hem de Yahudiliği her fırsatta istismar eden İsrail devletine dur denilebilmesi içinde gereklidir. Aksi takdirde, çözümsüzlüğü bir çözümmüş gibi dayatan İsrail devletinin Yahudi dinini (“Vadedilmiş Topraklar” söylemi üzerinden) istismar ederek Filistinlilere yaptığı zulüm ve işkencenin önüne geçilebilmesi, en önemlisi de hem İsrail’de hem de diğer ülkelerde yaşayan Yahudilerin Filistin halkına yapılan haksızlıklara vicdani ve ahlaki nedenlerden dolayı ses çıkarabilmesi, ancak iki halkın özerk kültürel bölge politikalarını esas alan birliğinin yaratılması ile gerçekleştirilebilir.
Kaldı ki, İsrail güçlü Filistin zayıf ise, iki tarafında güç dengesi eşit olmadığına göre, Filistin’in tek yumruğu karşısında İsrail 100 tane yumruk atıyorsa, bu eşitsizlik karşısında güçsüz olandan yana tavır almak hem ahlaki hem de insani bir görevdir.
Temsiliyetist bezirganlık, emperyalist işgal ve ilhak politikaları hedef alınmadığı sürece, “medeniyet çatışması” adı altında pazarlanan “din savaşları” söylemi, kim tarafından yapılırsa yapılsın halkların bilincini bulandırmaya dönük bir aldatmacadan başka da bir şey değildir. Bu ırkçı ve kutuplaştırıcı politikaya cepheden karşı çıkmak gerekir.
Filistin halkı ve İsrail halkı arasında aşılması imkansız gibi gözüken “düşmanlık duvarları” asla aşılmaz değildir. İki halkta birbirine karşı kendi kültürel ve dini özerkliklerini koruyarak isterlerse tek devlet isterlerse de iki devlet şeklinde yaşamanın yolunu tüm emperyalist ve faşist müdahalelere rağmen er ya da geç bulacaktır. Bu sürece ne sahte Yahudiliği dayatan İsrail devleti, ne sahte İslamiyet’i dayatan Hamas gibi örgütler, ne de ABD ve Batılı müttefikleri engel olabilir. Emperyalist politikalar bu bölgede mutlaka yenilecektir!
Bugün olmasa bile gelecekte İsrail ve Filistin halkı bir arada barış içinde yaşamanın denetimist yolunu mutlaka bulacaktır, bulmak zorundadır. Tüm özgürlükler gibi Filistin ve İsrail halkının özgürlüğü de, birilerinin halklara biçmek istediği kanlı rollerden değil, tarihsel zorunluluklardan doğacaktır. Orta Doğu’da ve dünyada emperyalizmin yenilmesi ve halklar arası barışın sağlanması bu denetimist yolun inşa edilebilmesine bağlıdır. Zira temsiliyetizmin yolu emperyalist bezirganlığın ve dinsel-etnik savaşların kapitalist yoludur. Ve bu kirli yoldan bugüne kadar insanlığın ve emekçilerin lehine hiçbir kazanım elde edilemediği de acı tecrübeler ile kanıtlanmış bir gerçektir.
11.11.2023
Serhat Nigiz       
0 notes
inancdunyasi · 6 months
Link
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, dün askerlerine "Amalek" üzerinden bir anlamda katliam ve soykırım çağrısı yaptı,Tevrat'a göre amalek olayı nedir?
Tumblr media
1 note · View note
gurbets-world · 6 months
Text
Tumblr media
Bazı yarım akıllılar israili savunuyor! Yarım akıllılar! Çocuklara acımayan size acır mı? Hiç düşündünüz mü, bunlar filistini aldıktan sonra, sıra hangi ülkeye geleceğini? Adamlar yahudilik dışında hiç kimseyi istemiyor. Ha korkudan yahudi olmak isterseniz orasını bilemem!
37 notes · View notes
yantekerlek · 6 months
Text
tam şunun zahide tuba kor'lu iki buçuk saatini bitirip azıcık twitterda ne dönüyor diye bakmaya girdiğimde gördüm aşağıda postladığım zinciri. Allah razı olsun hakikaten. bazı imtihanlar bazen çok değişik sonlarla devam ediyor.
yahudilik maddesinin giriş kısmını şuradan tane tane sabırla okumaya, not almaya ve anlamaya gayret edip yine not ala ala yukarıdaki yayının sadece zahide hanımlı kısımlarını dinlemeniz çok şey kazandıracak sizlere.
sadece bu iki şeyi tavsiye ediyorum şu an. liste liste kitaplar okumayı, makaleler incelemeyi erteliyoruz hep. müsait bir zaman olsun başlayacağım diyoruz. başlamıyoruz hiç. bu iki şey çok şeyi anlamayı sağlıyor.
14 notes · View notes
doriangray1789 · 2 months
Text
İSLAM VE YAHUDİLİK
Tarih, Araplar ve Türklerin birbirlerini o kadar da sevmediğini söyler (kaynak - Zekeriya Kitapçı, Türkistan'ın Müslüman Araplar Tarafından Fethi, - Ebu Müslim Horasani 2. Cilt, "Emeviler devrinde Alevilerin Maveraünnehir ve Horasan'a sürgün edilmesi) Peygamberden sonra meydana gelen Siffin savaşının ardından başlayan Emeviler döneminde İslam daha çok Arap milliyetçiliği ekseninde gelişmekte olan bir din olmuştur. İslam Devleti yeni fetihlerle oldukça genişlemiş, Alevi ve Şiilerin Türk desteğiyle yerleştikleri Maveraünnehir'e kadar ulaşmıştır. Bu ve benzeri nedenlerle Türkler İslam’ı araplardan ziyade Farslardan ve Yahudilerden öğrenmiştir.
(bir kaç örnek -Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı Kuran’da yazmaz, Havva adı bile geçmez, Tevrat’ta yazar bunlar. -Miraç kandili, yani önemli kişinin bir hayvanın sırtında göğe yükselme günü kutlaması Zerdüştlük’te Ahura Mazda’dan gelir. -Erkek çocuklarının pipisini kesenler Yahudilerdir. Kuran’da yazmaz, Tevrat’ta yazar.
yom kippur > berat kandili çarşaf giymek bir tesettür alternatifi olarak peruk takmak. adetli, regl dönemindeki kadının ibadet edememesi, pis addedilmesi. turşu kursa bile tutmayacağı inancı. bkz: yahudilerde hayız halindeki kadın murdar sayılmaktaydı. bu sebeple hayızlı kadının dokunduğu her şey murdar sayılmaktaydı. kur'an'da, tevrat ve incil'in değiştirildiğine dair bir söz bulunmaz. koskoca şekilde "allah kitabını korur" diye bir ayet vardır. kur'an; eski ve yeni ahitin arap kültürüyle yorumlanışıdır. kurban etmek yahudiliğinin şanındayken hıristiyanlık'ta kurban yoktur çünkü yesu mesih bütün insanlık için kurban olmuştur. islâmda ise kurban ibadeti farzdır. sünnet antik mısır kökenlidir. yahudilikte adem-havva'dan gelen insanlık günahını temizlemek için erkeklere farzdır. hıristiyanlık'ta bu olay hem dişi, hem de erkeğin günahtan kurtulması için onun yerine vaftiz gelmiştir. islâm dininde sünnet farz değildir, o coğrafyanın kültürlerinde gelenektir. mısır'da bulunan koptik hıristiyanlar sünnet olur. oruç ibadeti yahudilik, hıristiyanlık ve islâm'da vardır. farkları gıda kısıtlamaları ve gün sayısıdır. fakat amaç aşağı yukarı aynıdır.
namaz, gözlemlediğim kadarıyla ortodoks hıristiyan inançta vardır. yahudilerde de varmış. islâmda daha da önemli hale gelmiştir. o üç semavi din tek tanrılı, monoteist olarak da adlandırabileceğimiz dinlerdir. hıristiyanlık'ta bulunan üçleme "üç tanrı" değildir, o üçlülük durumu tanrı'nın tezahürleridir; yaratan ve kadim olan tanrı, tanrı'dan gelen ruhun ete kemiğe bürünmüş, günahsız tek peygamber olan yesu mesih, tanrı'nın evreni ve evrenin içinde bulunan dünya'nın işleyişini etkileyen ruhül-kudüs. ruhül-kudüs'ü kabaca tasvir etmek gerekirse islâm'da bulunan cebrail meleğinin komplike halidir. istavroz çıkarılırken türkçe'ye şu şekilde çevrilebilecek söz söylenir; "baba, oğul, ruhül-kudüs, bir allah'ın adıyla amin" şimdi semavi dinlerler, başta sümer dinleri olmak üzere destan ve efsanelerden de etkilendiğini de sen araştır...bu örnekleri çoğaltmak mümkündür)
752 Talas savaşıyla islamla tanışan Türklerin islama geçiş süreci de uzun olmuştur.... Türklerin İslam'a geçişi, Türklerin İslam dininden önce mensup oldukları Tengricilik inancından vazgeçip dinlerini değiştirmeleridir. Yaklaşık 10. yüzyıla kadar Tengricilik dini Türkler arasında en yaygın din olmuştur. Türklerin İslam diniyle ilk teması Şii ve Alevilerin dördüncü İmam olarak kabul ettikleri İmam Zeynel Abidin'in Türkler tarafından Kerbela'da koruma amaçlı Horasan'a götürmeleriydi. İslamiyet öncesi Türkler ile Müslüman Arapların ilk karşılaşması 7. yüzyıl döneminde Hilafet-İmamet çekişmeleriyle gerçekleşmiştir (Kaynak-Alevi Devletleri - Muharrem Uçan, Horasan'dan Anadolu'ya Horasanlı 90.000 Alevi Türkmen Erenleri ve Tarihi, Can Yayınları, 2. Baskı --Türkler, Cilt I, Editörler: Hasan Celal Güzel, Prof. Dr. Kemal Çiçek, Prof. Dr. Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları)
Tarihte Yahudilik ile İslam arasındaki etkileşimin tarihi, İslamın Arap Yarımadası'nda doğup buradan yayılmaya başladığı 7. yüzyıla kadar uzanır. Gerek Yahudiliğin gerekse İslamın kökenleri Ortadoğu'da, İbrahim'e dayandığından, her ikisi de İbrahimi (Semavi dinler) olarak kabul edilir. Yahudilik ile İslam'ın paylaştığı birçok ortak yön bulunmaktadır: temel dini görünümü, yapısı, hukuk felsefesi ve uygulaması ile İslam ile Yahudilik birbirine benzer.
Hz.Muhammed Mekke'de dini yayarken, "ehl-i kitap" olarak adlandırdığı Hristiyanlar ile Yahudileri, öğretilerinin temel ilkelerini paylaştığı doğal müttefikleri olarak görmüş, onay ve desteklerini vermelerini beklemiştir. O dönemde, Müslümanlar da tıpkı Yahudiler gibi ibadetlerinde Kudüs'ü kıble alıyordu.
10 notes · View notes
anonimbeyy · 11 months
Text
Asrın fitneleri- (LGBTQ)
Bir ahlak temellendirmesi olmadan iyi ve kötü kavramlarından bahsedemeyiz , ahlakın kaynağı kimilerine göre akıl , toplum ve vahiydir (dinler). Şimdi objektif bir şekilde bu üç maddeye göre lgbtq davranışları değerlendirelim:
-insanı sadece biyolojik bir canlı olarak değerlendiren pragmatist materyalizme göre üreme canlının neslinin devamı için zorunludur. Eşcinsel yönelimlerde neslin devamının aksine nüfusun azalmasına yönelik desteklendiğini görüyoruz o zaman sadece akıl süzgecinden baktığımızda bile bu yönelim canlılık için fayda değil zarardır. Pragmatist düşünce de zarar kötü olarak adlandırılır. dolayısıyla bu fiil kötüdür.
-toplumsal olarak baktığımızda her ne kadar küresel hegomanya lgbtQ propagandası için bütçeler ayırsa da , dizi film oyun kitaplar ve fenomenler aracılığıyla normalleştirilsede yinede toplumun genel kanaati bu fiilin sosyal ahlak kurallarına aykırı olduğudur. Eğer ahlakı bu sefer toplumsal normlarla temellendirirsek bu fiil yine kötüdür.
-ahlakın teolojik temellendirmesi gayet açıktır : bu tarz bir cinsel yönelime hristiyanlık,yahudilik ve islamın temel kaynaklarında haram kabul edilmiş ve iğrenç bir fiil olarak adlandırılmıştır.
Bu yazıda post çok uzun olmasın diye sadece ahlak temelinde bir yaklaşımda bulunduk. Unutmayın bir konu hakkında tartışırken durduğumuz nokta çok önemlidir. Eğer bir temellendirme yapamıyorsak aynı kavramlarla konuşamayız, konuşamadığımız bir olayı tartışmanın anlamı yoktur.
33 notes · View notes
mormezarlik · 2 months
Text
LÜTFEN LİKE FALAN İSTEMİYORUM BANA KİMİN HAKLI OLDUĞUNU SÖYLEYİN YETER!
Allah'ım bir gurup velet tiktokta üstüme geliyor.Kız gelmiş İsa çarmıha gerildi vs. bende dedim bizim dinimizde böyle bir şey yok dedim.Herkes üstüme geliyor."SENİN DİNİNİ SORMADI AMK","DİĞER DİNLERİ BİLMEDEN NASIL MÜSLÜMANLIKTAN EMİN OLUYORSUN".Aq beni hristiyanlık,yada Yahudilik ilgilendirmiyor.Bilmek zorundamıyım diğer dinleri?Allah aşkına kim haklı söyleyin.Yorumlarda bu sefer like falan istemiyorum.Aydınlatılmak istiyorum!
5 notes · View notes
bendenblogolmaz · 1 year
Text
Din
Yeni bir ayakkabı aldınız. Aylardır, hatta senelerdir giydiğinizden her ne kadar daha rahat ya da kaliteli olursa olsun, ayağınıza alışana kadar illa bir süre çile çekersiniz. Yeni bir pantolon, yeni bir bilgisayar, gözlük, araba, vs. vs. hayatımıza yeni giren her şey, eski alışkanlıklar yenisine evrilene kadar eğreti gelir ve tam kapasitesi ile hizmet vermesi belli bir süre ister.
2023 yılında (ve devamında) dinler de bu seviyede kalmaya, yeni dünyaya geçiş süresi boyunca modernliğin, özgürlüklerin, sekülerliğin, bilimin tam kapasite ile yaşanmasına engel olmaya devam edecektir. Bugün hayat 100 yıl önce değiştiğinden 100 kat daha hızlı değişiyor, ancak hayatımıza yeni giren hemen hiçbir şey, insanları daha dindar olmaya yönlendirecek şeyler değillerdir. Dinler, kendisine yıllar geçtikçe daha az ihtiyaç duyulan bir his, öğrenilmiş bir refleks, toplumsal bir gelenek olmaktan öteye gidecek yenilikler sunamadığı gibi, tam tersi yolda inatçı bir doktrin olmaya devam ederler. Dolayısıyla kendini yenilemeyen her şey gibi, nesiller ilerledikçe etkisi daha da azalır. Ayrıca dinin konsepti gereği, kendini sürekli yenilemesi de zaten beklenmez. Hepsi binlerce yıl önce yaşanmış ve artık tekrarları görülmeyen olaylardan, hikayelerden günümüze gelen anlatılar bütünüdür.
İşte bu yukarıdaki sebeplerden dolayı dindarlık konsepti bende çok hassas bir yer teşkil eder. Bahsedilen dinin hangisi olduğu (islamiyet, hristiyanlık, yahudilik vs.) konunun en alakasız ve önemsiz kısmıdır. Asıl mücadele edilmesi gereken durum, bu yüzyıllık geleneğin dışında bir hayat yaşamak isteyen birinin, dünyanın ilerlemesine ters yönde bir zorbalığa, şiddete, ayrıma maruz kalmasıdır. Halbuki sınava girmeyi reddeden bir öğrencinin cezasını öğretmen zaten verecekse, diğer öğrencilerin sadece kendi kağıtlarıyla ilgilenmeleri akla en yatkın gelen çözüm olurdu. Hatta dinler şu anda olduğu gibi kendilerine mensup olmayanlarla bu kadar ilgilenmeselerdi, ters psikoloji sonucu hayatta daha çok yer bile bulabilirlerdi. Girmenin çok zor olduğu kulüplerin diğerlerine göre daha çekici gelmesi gibi. Ya da özel üyelik şartları isteyen herhangi bir kurumun.
Bu da konuyu direkt olarak doğal seçilime getiriyor. Fiziksel ve dijital dünya ve beraberinde getirdikleri tüm o yaşam biçimi, önünde durmanın çok ama çok anlamsız olduğu bir güce sahip. Her gün daha da büyüyor ve hızlanıyor. Trenler artık daha hızlı, telefonlar daha akıllı, tüneller daha derin, şehirler daha yakın ve dünya daha küçük. Hayatta kalmak isteyen şey her neyse, ya buna zaten uyuyor olmak ya da ters düşen sözlerinden dönmek zorunda. Dolayısıyla kişilerdeki inanç her ne kadar iyi niyetli, naif ve yürekten de olsa, bendeki karşılığı o kişiye olan saygımın azalması yönünde oluyor. Çünkü yürekten inandığı o öğretmen, bomboş sınav kağıdım önümde, dışarıdaki güneşi izleyerek zilin çalmasını beklemekten başka bir seçenek bırakmıyor bana.
7 notes · View notes
maksurat · 8 months
Text
"Hocam Kuranda Yahudilik çalışmak istiyorum"
5 notes · View notes
tarihtenyazilar1 · 5 months
Text
Yahudiliğin Tanımı ve Tarihsel Kökeni
Toplumlar, tarih boyunca insanlığın hikayesini kendileriyle başlatmak için farklı mitler oluşturmuşlardır. Bu mitler, milletler için bir yol gösterici ve manevi bir güç olmuştur. Mitler, milletlerin dini ve milli kimliğinin oluşmasında önemli rol oynarlar. Mitiyle tarihini ve kimliğini özdeşleştiren milletlerden biri de Yahudilerdir. Yahudiler, insanlık tarihinin en eski uygarlıklarından…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
thoughttraill · 1 year
Text
Evrenin var oluşu
Bilim ve Felsefenin Karşılaşması
İnsanlık tarihinde belki de en büyük sorulardan biri, evrenin var oluşudur. Bu soru, binlerce yıldır bilim insanları, filozoflar ve din adamları tarafından incelenmiştir. Ancak, tam olarak ne olduğu ve nasıl var olduğu hala bir sır olarak kalmaktadır. Bu makalede, evrenin varoluşuna bilim ve felsefe açısından bakış açılarını inceleyeceğiz.
Big Bang Teorisi
Bilim insanları, evrenin kökenini açıklamak için birkaç teori öne sürmüşlerdir. Ancak, en kabul gören teori, Big Bang teorisidir. Big Bang teorisine göre, evren, yaklaşık 13,8 milyar yıl önce tek bir noktadan patlamıştır. Bu patlama, evrenin genişlemesi ve gelişmesi ile sonuçlanmıştır.
Big Bang teorisinin destekleyen kanıtları arasında, evrenin genişlemesi, kozmik mikrodalga arka plan ışıması ve kozmik ışınlar gibi gözlemler yer almaktadır. Bu gözlemler, evrenin tek bir noktadan patladığına ve genişlediğine işaret etmektedir.
Felsefi Yaklaşım
Felsefe açısından, evrenin varoluşu konusu, ontoloji olarak adlandırılan bir alt dalda incelenir. Ontoloji, varlığın doğasını, var oluşun kaynağını ve var olan şeylerin özelliklerini araştıran bir disiplindir.
Ontolojiye göre, evrenin varoluşu konusu, var olan şeylerin kaynağı ile ilgilidir. Var olan şeylerin kaynağı nedir ve nasıl ortaya çıktılar? Bu sorular, ontolojinin odak noktasıdır.
Evrenin varoluşu konusunda felsefi bir teori, Varlık Nedeni Teorisi’dir. Bu teori, evrenin neden var olduğunu açıklamaya çalışır. Varlık Nedeni Teorisi’ne göre, evrenin nedeni, bir varlık nedenidir. Bu varlık nedeni, evrenin özünde bulunur ve onun var olmasını sağlar.
Din Açısından
Dinler, evrenin varoluşu konusunda kendi açıklamalarını sunmuşlardır. Örneğin, Hristiyanlık, İslam ve Yahudilik, evrenin Tanrı tarafından yaratıldığına inanırlar. Bu dinlerde, Tanrı, evreni yarattıktan sonra onu yönetir ve korur.
Bununla birlikte, diğer dinler
ise, evrenin yaratılış hikayeleri farklıdır. Hinduizm, Budizm ve Şintoizm gibi doğu dinleri, evrenin sonsuz döngüsüne inanırlar. Bu dinlerde, evren doğar, büyür, bozulur ve ölür; ardından yeniden doğar. Bu döngü, kozmik döngü olarak adlandırılır.
Evrenin varoluşu konusu, bilim, felsefe ve dinler arasında farklı bakış açılarına sahiptir. Bilim, gözlemlere ve kanıtlara dayalıdır. Felsefe, mantık ve argümanlarla çalışır. Dinler ise, inanca dayalıdır. Ancak, her biri evrenin varoluşu konusunda bir şeyler söyleyebilir.
Sonuç olarak, evrenin varoluşu konusu, insanlık tarihinin en büyük sorulardan biridir ve hala tam olarak cevaplanamamıştır. Bilim, felsefe ve dinler, her biri kendi açıklamasını sunsa da, tam bir cevap yoktur. Evrenin varoluşu, insan zihninin sınırlarını zorlayan bir konudur ve belki de tam olarak anlaşılamayacaktır. Ancak, bu konu hakkında sürekli düşünmek, insanların kendilerini ve dünyayı daha iyi anlamalarına yardımcı olabilir.
3 notes · View notes
iibrvkenlxng · 20 days
Text
İslam Dışında Cinler #1
Cin kavramı İslam'ın baskın olduğu ülkelerde, yalnızca Müslümanlara özgü bir inanış olarak bilinir. Genel kanının aksine; cinlerin Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam‘dan önce, çok eski mitolojik kaynaklarda bile yeri vardır.
Yunan Mitolojisi:
Eski Yunan mitolojisinde “Daimon” sözcüğü cin kavramı yerine kullanılmıştır. Beş insan soyu yaratılmıştır. Titanların en büyüğü Kronos, ilk insan soyunu altın madeninden yaratmıştır. İkinci soy ise gümüş madeninden yaratılmış. Bu gümüş soylu insanlar taşkınlıklarıyla bilinirler. Ve babası Kronos'u devirip yerine geçen Zeus, bu ikinci soyun kendisine yaptığı saygısızlıkları görmezden gelemeyip hepsini yeraltına kapatır. Zeus ise üçüncü soyu tunçtan yaratır. Ve baş tanrı olmadan önceki soyların da iyi birer cin olmalarını istemiş. Fakat yeraltına hapsettiği cinleri de, yeraltı cinlerine dönüştürmüş. Yarattığı bu üçüncü soy kendi aralarında savaşarak birbirlerini yok etmiş ve Zeus dördüncü soyu yaratmış. Yarı tanrılar soyu. Ve son olarak beşinci soyu yaratmış, demir soyu.
Eski Yunan'da(M.Ö. 5. yy) cinler cüce ve kanatlı çirkin yaratıklar olarak resmedilmiştir. Kötülüğü simgelerler. Temiz olmayan gıdalarda yaşayanları, kabuslarda yaşayanları, kanda yaşayanları, karanlıkta yaşayanları gibi farklı türleri vardır. Ve o dönemde hastalığa sebep olan mikroplar açıklanamadığı için, cinler insanlara mantıklı gelmiştir.
Bu kanatlı cinlerin dişi olanları ise “Harpia” ismiyle anılırdı. Bunlar fırtınayla beraber gelirler ve her şeyi yıkıp giderlerdi. Ya da yeni doğmuş bebeğin ruhunu alırlardı ve bebek ölürdü. Suratlarıytla tanınan dişi cinlere ise “Gorgon” adı verilmiştir, Gorgonların en ünlüsü ise herkesin adını bildiğini Medusa'dır. Bakışlarıyla insanı taşa çeviren, dışarı sarkan dilleri ve iğrenç yüz ifadeleriyle yer edinmiş mitolojik karakterler. Ve bir de “Siren” vardır tabi, “Naga” olarak da geçer. Deniz kızı diyebiliriz bunlara genel olarak. Bellerine kadar insandan farkları olmayan, bellerinin altı balık olan, denizcilere musallat olan, seslerini kullanarak insanları etkileyen varlıklar.
Ayrıca Yunan Mitolojisi'nde sanılanın aksine tek tanrı inancı da zaman zaman yer edinmiştir. Mesela Orpheus kültüründe, doğrudan ilişki kurulması mümkün olmayan bir tek tanrı vardı ve Daimon olarak bilinirdi. Olympos Tanrıları ise yalnızca ismen, temsilen vardı fakat tanınırdı. Fakat bir cin vardı ki, bu Tanrılardan daha üstündü ve iletişime geçmek mümkün değildi.
Tütsüler, dualar, ayinler ve kurbanlar ise genellikle cinlerin şerrinden korunmak için varlardı.
0 notes
theheartofmuses · 2 months
Text
bir de yahudilik o kadar iğrenç boyutlara uğramışki
Boşnak müslümanlar kendini yahudi olarak görüyormuş
Bunların hepsi sahte dayatmalar
Yalan dolan başka şey değil
0 notes