Tumgik
#Ana Gemi
tecontos · 3 months
Text
O novinho da rua de trás... (foi em Janeiro-2024)
By; Ana Maria
Oi me chamo Ana Maria, eu tenho 32 anos, sou casada faz uns 7 anos, sou morena, tenho peitos grandes mas não são naturais, coloquei silicone neles e tenho também uma bunda grande, essa é natural, sou meio cheinha, mas não sou gorda e tipo vou direto ao assunto sou basicamente uma puta rsrsrs…
Eu moro numa cidade mais ou menos pequena, sou dona de casa e o meu marido tem uma loja no centro da cidade, ele trabalha o dia todo, sai 06:00 horas e so volta as 18:00, então fico sozinha o dia todo de segunda a sábado, sempre gostei de putaria e o meu marido não dá conta de mim, fico basicamente o dia todo assistindo pornô e sou especialista em oral e anal, consigo fazer os caras gozarem só na mamada rsrsr… e também amo usar fantasias tenho um monte delas mais nenhuma foi comprada pro corno do meu marido rsrs…
Bom, vou contar o dia que eu chamei um novinho que passava todo dia na frente da minha casa, ele é um menino branco, cabelo meio grande, alto, forte e com uma rola bem grossa e deliciosa,
Foi numa quarta-feira ele sempre passava na frente de casa e eu mexia com ele, eu fala pra ele:
- oi gatinho
E ele só sorria pra mim e dava um tchau, mas nesse dia acho que ele criou coragem e veio falar comigo, eu cumprimentei ele, me apresentei e ele me falou o nome dele, ele se chamava Adriano, perguntei a onde ele morava, ele falou que era na rua de trás, perguntei se ele tava com pressa, e ele falou que não, nisso já fui convidando ele pra entrar pra tomar uma café, fiz o convite fazendo uma carinha bem safada e mexendo um pouquinho nos meus seios, ele aceitou na hora e já dava pra ver que ele ficou de pau duro, ele entrou e fomos conversa um pouquinho.
Vi que ele tava meio nervoso e pra acalmar ele fui sentar em seu colo, deu pra sentir aquela pica grossa me roçando, eu já fui tirando a camisa dele, ele foi logo apertando a minha bunda e ficou brincando com ela por um tempo, levei ele pra sala e tirei toda a roupa bem rápido e ele logo tirou toda a roupa também, mas que novinho gostoso, cai logo de boca na rola dele, chupei muito aquele pau, enquanto eu tava fazendo o boquete ele tava me contando que ele tinha muita vontade de me conhecer e que sempre quis me comer.
Na hora eu me levantei e fui pro sofá, fiquei de quatro e disse:
- pode meter em qualquer buraco sem pena porque soca fofo já basta o meu marido, gosto de fuder com força pra ficar mais arrombada do que já tô rsrss…
Nisso eu abri a minha bunda com a mão e ele foi logo metendo no meu cu, entrou tudo de uma vez, eu gemi alto e ele começou a socar forte e bem fundo eu falei:
- bate na minha bunda e puxa o meu cabelo seu puto, me xinga seu safado come a sua puta, fode vai.
Nisso o muleque se transformou, começou a me tratar do jeito que eu gosto, ele batia bem forte na minha bunda e me enforcava, eu tava amando aquilo, ele me xingava de tudo acho que puta era o mais leve rsssr… cada socada no meu rabo era um grito de prazer até que eu gozei, nossa gozei tão gostoso que me tremi toda na hora.
Nisso ele me deitou no sofá e meteu na minha buceta, começou devagar e depois meteu sem dó, eu gemia tão alto que dava pra escutar na casa toda e não demorou muito e gozei de novo.
Nisso ele tirou o pau da minha buceta e começou a bater uma na minha cara até que gozou um monte no meu rosto, fiquei com a cara cheia de porra, chupei o pau dele pra ele ficar bem limpinho e depois ele começou a se vestir e disse que precisava ir, ele me deu o número dele e disse que foi a melhor foda que ele já teve, e que eu poderia chamar ele a qualquer hora pra transar.
Ele pegou na minha bunda e deu uns tapas e pediu pra mim acompanhar ele até no portão eu fui pelada e com a cara cheia de porra deixei ele lá e dei tchau.
Eu voltei pra dentro e me larguei no sofá tava exausta, dormi no sofá mesmo, acordei pouco antes do meu marido voltar, tomei um banho, limpei bem o meu rosto pra ele não sentir cheiro de porra e me arrumei, fiquei parecendo uma santa, voltei pra sala e sentei no sofá, o meu cu ainda tava todo aberto ele demora pra fechar rsrsrs…
Não demorou muito e o corno digo o maridão chegou, dei um beijão nele e fui fazer a janta e depois agi como se nada tivesse acontecido rsrsrs.
Bom essa foi uma das minhas maluquices.
Enviado ao Te Contos por Ana Maria
65 notes · View notes
yasamsallik · 11 months
Text
Tumblr media
BİR GEMİ YANAŞTI SAMSUN'A
Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı,
Selam durdu kayığı, çaparası, takası,
Selam durdu tayfası.
Bir duman tüterdi bu geminin
bacasından, bir duman
Bir duman değil bu!
Memleketin uçup giden kaygılarıydı.
Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil
Sarılan ana yurda
Kemal Paşa'nın kollarıydı.
Selam vererek Anadolu çocuklarına,
Çıkarken yüce komutan,
Karadeniz'in halini bir görmeliydi.
Kalkıp ayağa ardı sıra baktı dalgalar,
Kalktı takalar.
İzin verseydi Kemal Paşa,
Ardından gürleyip giderlerdi,
Erzurum'a kadar.
__Cahit Külebi
36 notes · View notes
mocheruser14 · 1 year
Text
Herkese tekrardan selam bilmeyenler veya yeni keşfedenler için ben mocheruser ve bloguma hoşgeldiniz.Bugün sizlere araştırmalarımda denk geldiğim birkaç yazıyı aktaracağım.O zaman çok uzatmadan konuya geçelim :)
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Alıntı yaptığım kitap:Sen değişirsen her şey değişir
Beyin ve Realite
Beynin ön loblarının olduğu neokorteks bizim belleğimizdir.Ön taraftan başın üst kısmına doğru uzanır.Doğduğumuz andan itibaren gördüğümüz her şey burada depolanır.Ve bu görüntülerle onların ne olduğuna dair öğrendiğimiz bilgiler eşleşir.O nedenle bebekler gördükleri şeylerin ne olduğunu bilmezler.Onlar zamanla ne olduğuna dair bilgiyi öğrenir ve o görüntü ile o bilgiyi eşleştirirler.Hayatı boyunca hiç gemi görmemiş yerliler Napolyon'un gemilerini gördüklerinde o nedenle onların gemi olduklarını anlamamış ve hazırlık yapmamışlardı.Onların tek gördükleri suyun üzerinde yürüyen tahtalardı.Bu tahtaların gemi olduğu ve içinde silahlı adamların olabileceği bilgisi onlarda yoktu.Neticede Napolyon o toprakları fethetti.
*(Neokorteks, diğer adlarıyla neopalyum ya da izokorteks, beynin bir parçasıdır.)birazdan bahsedeceğim konuda sıkça yer alacak.
Tumblr media Tumblr media
Gün içinde görmesek bile gözümüzün önüne gelen görüntülerden bu bölge sorumludur.Bir şey düşündüğümüzde onun görüntüsü neokorteks sayesinde kafamızın içinde belirir.Gördüğümüzde de aynı şey olur.İmge ekrande belirir belirmez beyin onun ne olduğunu neokortekste bulunan bellekteki bilgilerle eşleştirir.Beynin sağ ve sol yarıküresi retinanın arka tarafında görünen bu imgenin eşini bulmak için bilgi alışverişinde bulunur.Şimdi siz bir şeye odaklansanız ve dikkatinizi verseniz odaklandığınız şeyin imgesi kafanızda yani ön lobda belirir.Beliren imgeyi belli bir süre boyunca,burada tuttuğunuzda,yani odaklı kalmaya,düşünmeye,dikkatinizi ona vermeye devam ettiğinizde,bu şey sizin aklınızdan çıkmadığında ve sizi sürekli meşgul ettiğinde neokorteks bu imge ve bilgiyi orta beyne aktarır.Ve beyin onu kalıplandırmaya başlar.Yani onu gerçekleştirmek için bir model,bir yol oluşturmaya başlar.Bu noktada belli bir süre isteyerek,ister farkında olmadan neokortekste tuttuğunuz imge ve bilgi,ister iyi ister kötü olsun sizin realitenizde belirir.Çünkü bu imgeye uygun kimyasallar yani duygular üretmeye başlar beynimiz.Ve hem onların hem de neokorteksteki imgenin yaydığı titreşim ve frekans buna uygun olayları ve kişileri mıknatıs gibi çekmeye başlar kendisine.Zira beynin görevlerinden biri de budur ve beyin aslında bunu her an her dakika bedeni hayatta tutmak için yapar.Çünkü bedendeki tüm hücrelerin ana hedefi bedeni hayatta tutmaya devam etmektir.Biz bu nedenle acıkır ve yemek yeriz,uykumuz gelir uyuruz,susarız su içeriz.Bunların herhangi birini yapamıyor olmamız bedenin ölmesi denir.Peki bize susadığımızı,acıktığımızı,uykumuzun geldiğini ya da tuvalete gitmemiz gerektiğini kim söyler? Hücrelerden gelen elektrik sinyallerini yorumlayan beyin.Yani beynin ön lobunda aslında her an var olan bilgi,bedenin hayatta kalmasıdır.Ve o bölgede hangi bilgi varsa o bizim gerçekliğimiz olur
Peki ya bilinçaltımızda neler olup bitmektedir?
Bilinçaltı Zihin
Bilinçaltı,beynimizin bizim erişimimizin olmadığı,farkında olmadan bilincimiz dışında çalışan,tüm kaslarımızı uyku halindeyken bile tüm vücut fonksiyonlarımızın devam etmesini sağlayan,beş duyumuzla algıladığımız her şeyi anbean kaydeden ve gerektiği anlarda kullanmak için bilinç üzerine çıkartan parçasıdır.Bilinçaltını tıpkı bir buzdağına benzetebiliriz.Bilinç buzdağının suyun üzerinde kalan küçük bir bölümüdür.Esas bölüm olan bilinçaltı ise suyun altında kalır.
Tumblr media
Beyni bir bilgisayara da benzetebiliriz.Bu durumda bilgisayarın ana donanımı bilinçaltı,bilgisayarın işletim sistemi ise bilinç olur.Ancak işlemci ne kadar büyük ve ileri teknoloji olursa olsun virüsler ve zararlı programlar varsa bilgisayarın sahip olduğu kapasiteden yararlanılamaz.
İnsanın bilinçaltında bulunan korkular,yanlış ve negatif inançlar da tıpkı bir bilgisayarın tam kapasite çalışmasını engelleyen virüs ve zararlı programlar gibidir.Bilinçaltı aslında insanı hayatta tutmak için her anı kaydeder.Çocuğun elini sobaya değdirdiği an yanacağı bilgisini saklayan bilinçaltıdır.Eğer bilinçaltı olmasaydı sobaya elini değdirip yanacak ve bu bilgiyi kayıt edilmediğinden her seferinde elini değdirmeye devam edecekti.İnsan bilinçaltı olmadan yaşamını sürdüremez,evrimleşemezdi.Türümüzün hayatta kalmasının en büyük nedenlerinden biri işte bilinçaltında tutulan bu kayıtlardır.
Ancak bu kayıtlar o sırada algılanan bir durumdur.Gerçek değildir.Siz bir durumu nasıl algılıyorsanız öyle kaydedilir.Örneğin çocukken siz karanlıkta rüzgar nedeniyle önünüze düşen bir dal parçasını köpek zannedip korkabilirsiniz.Sonradan onun bir dal olduğunu size söyleseler bile bilinçaltı bunu kaydeder ve siz nedensiz bir biçimde köpeklerden korkar hale gelebilirsiniz.Eğer bir olay nedeniyle bir şekilde sevilmediğinizi,size değer verilmeyeceğini düşünmeye başlarsanız bu inancınız haline gelir zamanla.Bilinçaltı ne kaydedilirse bu durum sizin bütün hayatınızı etkilemeye başlıyor o kayıt orada durduğu müddetçe.Örneğin küçük bir çocuk annesiyle babasının kavga ettiğine şahit olup ve ardından annesinin kızgın bir şekilde,Asla evlenmeyeceksin veya evlilik insanın hayatını bitirir,cümlesini söylediğini duysa bilinçaltı bunu evlenirsem hayatım biter olarak otomatikman kaydedecektir.Yahut paran varsa derdin var azıcık aşım ağrısız başım sözleriyle büyüyen bir çocuğun bilinçaltına da bu sözleri kaydedecektir.Bunlar bir süre sonra inanç haline gelecektir.Bu çocuklar ileride evlenmekten kaçacak,sağlıklı ilişkiler kuramayacak,hayatlarına bu inançlarına uygun kişileri çekecek ve iyi bir kazanç elde edemeyecektir.Çünkü bilinçaltında sürekli oynayan bir program vardır o esnada.Annesi babasından fiziksel şiddet gördüğü anda annesinin sustuğuna şahit olan bir erkek çocuğunun ileride eşine şiddet uygulaması kaçınılmazdır.Zira bilinçaltında böyle bir inanç oluşmuştur ve bilinç neye inanmışsa bilinçaltı onu kaydeder.
Bilinçaltı aslında muhteşem bir armağandır ama onu doğru kullanmak gerekir.Bilinç neye inanmışsa bilinçaltı ona odaklanır.
Geçmiş Bilinçaltı Kayıtları
Bir şekilde bir konuda yeteneksiz olduğunuza inanmışsanız bilinçaltınız her durumda buna uygun davranır.Değersiz olduğunuza inanmışsanız bilinçaltınız her şartta buna uygun davranacaktır.Çünkü nasıl değersiz ya da yetersiz olunacağının bilgisi onda kayıtlıdır.Siz onu bir zamanlar kodlamış ve bilinçaltınıza göndermiştiniz.Peki bu bilinçaltı kayıtları değişebilir mi? Elbette değişebilir,bunun için üzerine yapacağınız çalışmalar bu durumu düzeltmenize yardımcı olacaktır.
İlk önce hayatınızda sürekli tekrar eden döngüleri fark etmeniz gerekmektedir.Neden aynı şeyleri yaşadığınızı sorun kendinize İnsanoğlu sorun olmadan içine dönmez.Bundan daha detaylı bir şekilde bahsettiğim zamanlar da gelecek.
Tumblr media Tumblr media
Bizi sadece çocukluğumuzda yaşadığımız ve bilinçaltımızda attığımız inançlar,korkular ve travmalar etkilemiyor.Annemizin,babamızın,onların annelerinin ve babalarının bilinçaltına attıkları,orada iyice kökleştikten sonra DNA'ya aktarılan ve bu sayede kuşaklar boyunca yeni nesillere aktarılan negatif inanç kalıpları ve korkular da var.Bunları siz yaşamış ve deneyimlemiş olmasanız dahi negatif bir program olarak sizin bilinçaltınızda çalışmaya ve sizin hayatınızı etkilemeye devam ediyorlar.Örneğin şiddet görmüş bir ailede yetişmiş annenizle,savaş yüzünden oradan oraya sürüklenmiş ve bu nedenle açlık çekmiş bir ailede büyüyen babanızın size DNA yoluyla aktardığı bilgiler farklıdır.Biri kıtlık bilinci verir,hayatın zor olduğunu,herşey az olduğu için azla yetinilmesi gerektiği bilgileri onun bilinçaltında aktiftir çünkü.Dolayısıyla kendi hayatında yaratacağı şey bu olduğu gibi size devrettiği kodlar da bunlardır.Bunların dışında yaşadığımız toplumun inançlarının getirdiği bilinçaltı kodlar olduğu gibi bir de insanoğlunun ortak düşünce havuzu,ortak bilinçaltı olan kolektif bilinçaltı da var.İsviçreli psikiyatr ve analitik psikolojinin kurucusu olan Carl gustav jung tarafından ortaya atılan bu kavram gösteriyor ki ilk insandan bu yana yaşanılan her travma,her korku,her bilgi ortak bilinçaltında kayıt altına alınmış ve gelecek nesillere aktarılmış.Kolektif bilinçaltı olmasaydı insan evrimleşemezdi çünkü hayatta kalmasına yarayacak bilgileri kendisinden sonra gelecek nesillere aktaramazdı.Tüm insanlık tarihi aslında bizim bilinçaltımızda kayıtlı.Ortak havuzdan yani kolektif atalarımızdan gelen bilinçaltı programlar etkili olduğu kadar insanoğlunun kolektif bilinçaltından gelen kayıtlar da etkilidir.Kolektif bilinçaltı sadece bizim türümüz için değil tüm türler için geçerlidir.Evrim bu şekilde işler.
46 notes · View notes
kafaminicibendolu · 2 months
Text
"Leonardo'nun Yahudası"ndan hemen önce bitirmiş olduğum "Sıradan Bir Gün" kitabından da bahsetmek istiyorum.
Her şeyden önce, Yekta Kopan'ın kalemini hep çok beğenmişimdir. En sevdiğim kitabın da yazarıdır kendisi. Ayrıca şimdi zaten bilinmeyen ancak zamanında da pek ismini duyuramadığını bildiğim "Hayalet Gemi" dergisindeki yazarlardan biridir. Annemin eski yakın arkadaşı - sayılır - Yücel Balku'yu da rahmetle analım hazır adı geçmişken...
Kitap Armağan adlı bir yazarımızı anlatıyor. İlk okurken hikayeyi kafamda pek oturtamamıştım açıkçası. Daha sonra ilerledikçe taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Zaten Yekta Kopan'ın kalemi genelde bu şekilde olur. Bir arkadaş grubu olarak yapay bir kişisel gelişimci yaratıyorlar, konunun ana teması bu sayılır. Daha sonra yazarımızın içsel savaşları, varoluşsal sancıları vesaire giriyor konuya. Asıl mevzu bu "sıradan gün"ünü anlatmaya başlayınca geliyor. Belli bir yerden sonra soluksuz okuma isteği uyandırdı kitap. Duygusal iniş çıkışları, çıktığı yolda verilen dersler vesaire fazlasıyla sürükleyici. Ayrıca bu kişisel gelişim mevzusunun ne kadar yalandan bir hikaye olduğunu da gözler önüne seriyor. "kişisel gelişin!" gibi zırvalıklarla alttan alttan dalga geçiyor Yekta Kopan. Her zamanki gibi, kalemiyle beklentilerimi karşılıyor yani anlayacağınız.
5 notes · View notes
okumaodasi · 5 months
Text
OKYANUSUN ORTASINDA 133 GÜN
Poon Lim adlı bir adam, Atlantik Okyanusu’nun güneyinde, bir salın içinde tam 133 gün oğraşarak hayatta kalmayı başardı. Tam 133 gün boyunca okyanusta yaşam savaşı veren adam Poon Lim’in öyküsü:
Tumblr media
Poon Lim Çin’in güney kıyısı açıklarındaki Hainan Adası’nda doğdu. 25 yaşına geldiğinde İngiliz Ticaret Filosu’nda yardımcı kamarot olarak S. S. Benlomond adlı nakliye gemisinde çalışmaya başladı.
Güney Afrika’daki Cape Town’dan yola çıkıp Güney Amerika’daki Alman Ginesi’ne (Surinam) giden geminin 55 kişilik ekibindeydi.
Şu ana kadar anlatılarında olağandışı bir şey yok, bütün bunların İkinci Dünya Savaşı’nın en sıcak günlerinde geçiyor olmasının dışında.
Atlantik Okyanusu Alman Nazi denizaltıları kaynıyordu. Kaçınılmaz olarak 23 Kasım 1942 tarihinde, bir denizaltı Benlomond’u Brezilya’nın kuzey kıyısı açıklarında tespit etti ve üzerine bir torpido gönderdi. Boom! Tam isabet.
Gemi hızla battığı için, Poon Lim ve diğerleri suya atladılar. Poon Lim’in üzerinde cankurtaran yeleği vardı ve batmakta olan gemiden yüzerek uzaklaştı.
Islanan giysileri onu yavaşlattığı için, üzerindekiler! çıkarması gerekti. Bu akıllıca bir hareketti, çünkü kazanları patlayan gemi suyun dibine gömüldü, bir daha görülmemek üzere.
Şimdi, zavallı Poon’un yerinde olduğunuzu düşünün bir. Atlantik Okyanusu’nun ortasında, cankurtaran salınız da olmadan başınızı suyun üzerinde tutmaya çalışıyorsunuz. Her yer karanlık, siz çırılçıplaksınız ve dört tarafınız uçsuz bucaksız deniz. Ne yapardınız?
Herhalde elinizden sadece bir mucize için dua etmek gelirdi. Poon Lim’in mucizesi gerçek oldu. Yani bir bakıma. Poon, bir şişme sandala raslamak umuduyla suyu tarıyordu. Her dalgayla kendini suyun üzerinde yükselterek ileride bir şey olup olmadığına bakıyordu.
Önce, içinde beş adam olan bir cankurtaran botu gördü. Bir Alman denizaltısı tarafından alındılar ama birkaç dakika sonra yeniden botlarına döndüler. Denizaltı ekibinden biri, suyun içinde mücadele eden Lim’i gördü. Yardım etmek yerine, silahım o yöne çevirip ateş ediyormuş gibi yaptı ve onu kaderine terk etti.
Lim, dalışa geçen denizaltının doğruca cankurtaran botunun üzerine gittiğini anladı. Halk arasındaki deyişle adamları biçip geçtiler.
 Lim’in bu konudaki şüpheleri kurtarıldığında doğrulanmış oldu (ve bu çok ama çok uzun vakit alacaktı) çünkü adamların hiçbiri kurtarılmamıştı. Ama durun!
Poon Lim halâ Atlantik’te çıplak bir şekilde yüzüyordu! İki saat daha sürüklendikten sonra, yüz metre kadar ileride bir cankurtaran sandalına rastladı. Tabii ki ona doğru yüzdü ve içine atladı.
İki metrekare genişliğindeki bu sandalın etrafında kereste bir çerçeve olan altı tane su geçirmez silindirden oluşuyordu. Ortadaki bir boşluğun iki yanında da birer metreden toplam iki metre uzunluğunda tahta çıkıntılar vardı.
Sandalda 45 litrelik bir su deposu, bir miktar işaret fişeği ve bir el feneri vardı. Ayrıca bir kilo çikolata, beş teneke suyu alınmış süt, bir çuval arpa şekeri, bir şişe ıhlamur suyu ve bir kutu çok sert bisküvi buldu.
Kabul edelim ki salın lüks bir gemi olduğunu söylemek mümkün değil ve kurtulmak için bu yiyeceklerin depolanmasının gerekli olduğuna kanaat getirmiş kişi gerçekten aklını kaçırmış olmalı.
Lim, kahvaltı ve akşam yemeğinde birkaç yudum su ve ikişer bisküvi ile kendini sınırladığı takdirde en azından bir ay boyunca hayatta kalabileceğini hesapladı.
Başlangıçta Poon Lim’in umudu vardı. Birkaç kez neredeyse kurtarılıyordu. Çetin sınavın yedinci gününde, geçmekte olan bir geminin dikkatini çekebilmek için çılgınca çabaladı.
Mürettebat kendisini fark etsin diye işaret fişeklerinden birini yaktı. Onu fark ettiler de ama Çinli olduğunu görünce ölüme terk ettiler. Evet, geminin tek yaptığı bu oldu; geçip gitti.
Daha sonra altı veya yedi devriye uçağının üzerinden geçtiğini fark etti. işaret fişeği kalmadığı için, dikkatlerini çekebilmesi zordu. Yine de bir şekilde bunu başardı. Etrafında dönen bir uçak, yeri işaretlemek için bir teneke yağ kutusu bıraktı ve uzaklaştı. O gece şiddetli bir fırtına çıkınca Lim de uzaklara sürüklendi haliyle. Uçaklar onu aramak için geri dönmediler.
Poon Lim, daha uzun süre denizde kalacağını anlamıştı. Pes edip ölmeyi de seçebilirdi ama bunun yerine becerilerini ve sınırlı imkanlarını kullanarak hayatta kalmaya karar verdi.
Bottaki iki geniş çuval bezini kendisini kızgın güneş ışınlarından koruyacak bir çatı olarak kullandı. Çıplak olduğunu unutmayın. Çadır bezini yağmur suyunu toplayacak şekilde biçimlendirdi ve topladığı suyu kırk beş litrelik deponun içinde biriktirdi.
El fenerini parçalayıp, içindeki zembereği bir balık oltası olarak kullandı. Botu bir arada tutan çivilerden bazılarını dişleriyle söküp (Aa!) başka oltalar yapmakta kullandı. Daha sonra, sıkı kenevir ipini kullanarak kaba bir balık ağı hazırladı. Botta oluşan midyeleri de yem olarak kullandı.
Her şey yolunda gittiği takdirde, hayatta kalmak için gerekli teçhizata sahipti. Artık tek yapması gereken bir şeyler yakalamaktı.
Yakaladığı ilk balığı içinde kalan bisküvileri tuttuğu teneke kutuyla ikiye böldü. Balığın yarısını yedi, diğer yansım ise bir sonraki öğününü avlarken yem olarak kullanmak amacıyla ayırdı. Balık tutup bunları kendi kurduğu ipin üzerinde kurutmayı sürdürdü. Kurutulmuş balık hazırlıyordu.
Balık avlama denemelerinin birinde, işler hesapladığı gibi yürümedi. Ağa takılan balık bir köpekbalığıydı. Elbette Jaws gibi bir şey değildi ama bir metre kadardı ve aynı ölçüde korkutucuydu. Köpekbalığını botun içine çekti. Hayvanın saldıracağını düşünerek kollarını çuval beziyle kaplamıştı.
Köpekbalığı bota girdikten sonra gerçekten de saldırdı. Poon Lim, kısmen dolu su bidonuyla kafasını ezerek öldürdüğü köpekbalığının içini açtı ve iç organlarındaki kanı emdi.
Bir süre sonra, gökyüzünde martıların uçtuğunu fark etti. Bu yüzden karaya yaklaştığını düşündü ama daha haftalarca sürüklenmeye devam edecekti. Balık stoku azalmaya başladığında kuşlardan birini yakalamaya karar verdi. Denizden topladığı yosunla bir kuş yuvası yaptı. Ölü balıklardan bazılarını yuvanın yanına koyarak kuşları çekebileceğini düşündü. Şanssız bir kuş, balık yemek için indiğinde, Poon Lim onu yakaladı. Kuş onu biraz tartakladı ama mücadeleyi kazanan Lim oldu.
Sonunda kara göründü. Artık güvende miydi? Elbette hayır. Amazon ormanlarının açığında ilerliyordu. Bu bölge, herhangi bir insanın yürüyerek geçmesi için fazla zorluydu. Ayrıca dev yılanlara ve başka yırtıcı hayvanlara yem olma riski vardı.
Elindeki en iyi silah, teneke kaptan yaptığı kör bıçak olduğundan, Lim botla ilerlemeye devam etmenin en doğrusu olacağına karar verdi. Botuyla yola devam etti.
5 Nisan 1943’te (yalnız geçen 130 günün sonunda) ufukta bir balıkçı teknesi göründü, işaretini fark eden tekne ona doğru geldi. Balıkçı teknesindeki üç Portekizli denizci Lim’i gemilerine aldı. Lim, bir şekilde güçlü Amazon Nehri’nin ağzına kadar gelmişti. Ona ikram edilen su ve fasulyeyi büyük minnettarlıkla kabul ettiğinden şüpheniz olmasın. Ancak Lim’i hemen limana götürmediler. Zavallı Poon Lim, balık avının sona ermesini beklemek zorunda kaldı. Böylece, karaya ulaşması üç gün daha gecikti. Onu Brezilya’daki, Belem adlı bir İngiliz sömürgesine götürdüler.
Yolculuğun izlerini silmek için dört hafta boyunca hastanede tedavi gördü. Aslında vücudu iyi durumdaydı. Sadece on beş kilo kaybetmişti. Pek iştahı yoktu ve uzun süre sadece süt içebildi. Bacakları güçsüzleşmişti ama yardım olmadan yürüyebiliyordu. Tabii, güzelce de bronzlaşmıştı!
İngiliz konsolosu, Miami ve New York üzerinden İngiltere’ye dönmesini ayarladı. Miami’de olduğu sırada, Çince tercüman aracılığıyla kurtuluş hikayesini anlattı. ABD Deniz Kuvvetleri, hayatta kalma başarısından o kadar etkilenmişti ki, yaşadıklarını yeniden canlandıran kısa metrajlı bir belgesel film bile hazırladılar. Bu filmi eğitim amacıyla kullanıyorlardı ama Poon Lim donanmaya katılmak istediğinde düz taban olduğu için geri çevrildi! Herhalde Deniz Kuvvetleri’nin bürokratları, denizde yaşamak için öngördükleri asgari gereklilikleri karşılayamayacağını düşünmüşlerdi.
16 Temmuz 1943 tarihinde, New York’ta olduğu sırada, İngiliz İmparatorluk Madalyası ile ödüllendirildiğini öğrendi. Savaş kahramanları için verilen en önemli sivil nişan olan bu madalyayı bizzat Kral VI. George’dan almak üzere yeniden İngiltere’ye davet ediliyordu.
Çalıştığı şirket, elbette böyle bir reklâm fırsatını kaçıramazdı. Ben Yolcu Gemisi Şirketi, ona ünlü şirket hediyesini takdim etti: Altın bir saat!
Poon Lim, savaş sona erdiğinde Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmeye karar verdi. Ne yazık ki 105 kişilik Çinli göçmen kontenjanı dolmuştu ve vatandaşlık başvurusu kabul edilmedi.
Ama o ünlü bir savaş kahramanıydı, düz taban olsa da. Başkan Harry Truman’ın 27 Temmuz 1949’da imzaladığı özel bir yasa ile Poon Lim’in ABD’ye kabulüne ve kendisine kalıcı oturma hakkı verilmesine olanak sağlandı.
Poon Lim, bir cankurtaran botuyla denizde en uzun süre hayatta kalma rekorunun kendisine ait olduğu söylendiğinde sakince “Umarım kimse bu rekoru yeniden kırmak zorunda kalmaz,” diye yanıtladı.
2 notes · View notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ İlim ile Bilim Arasındaki Fark
Mustafa Kemal Atatürk;
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir diyor.
Aynı zamanda; benim fikirlerim bilim ile ters düşer ise bilimi seçin diyor.
O zaman ilim nedir? Bilim nedir?
Detaylı bir şekilde aydınlatalım konuyu.
İlim dünya dışı bilgi demektir. Her insan bu bilgiye erişemez. İnsanlık tarihi boyunca birçok insan ilim sahibi olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk hem ilim sahibi bir kişilik hem de bilime inanan çok müstesna bir dehadır.
İlim yaratan gücün dünyada yaşayan ve seçtiği insanlara verdiği sırlar ve o sırlar sayesinde yapılanların kendisidir.
Bu insanlar zor zamanlar için seçilirler. Görevleri o zor zamanlar da insanlığın önünü açacak ve şeytani kötülüğün tuzaklarını alt üst edecek güçle yaratan tarafından donatılırlar.
Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı imparatorluğu döneminde ki kötülüğün ortadan kaldırılması ve yaratanın bir parçacığı olan ana dölü ile kayaların oğulları ile evli olan ve ismi Anadolu olarak bilinen topraklar da insanlık devrimi yapma ve sonsuzluğun devletini kurma gücünü yaratan ona verir.
Ata Türk böyle oldu. Kutalmış hakanların ortak ismidir.
Bu devrimleri nasıl yaptığını Nutuk kitabında beşeri tarafını anlatır.
Gençliğe Hitabe ile ve bazı sözleri ile ilim tarafından ilerisi için öngörüde bulunur. Hepsi gerçekleşir.
Dogma ve ayet bırakmıyorum diye özellikle uyarır.
Kendisine yapılmasını değil devrim ve fikirlerine sahip çıkılmasını görev olarak verir. Bunu kendisi için değil bizim için ister.
İnsanlık tarihi boyunca ne zaman bir iyilik yola çıkmışsa aynı paralelde kötülük harekete geçmiştir.
Bunun olacağını Atatürk biliyordu.
Bütün uyarıları bu sebeple yaptı.
O uyarılar bundan sonra işimize yarayacak.
Yüz yıllık uyuşukluk yavaş yavaş geçiyor.
21 Aralık 2015 tarihinde en uzun gecede tüm Türkler ve insanlığını kaybetmemiş olanlar ile dünyanın her yerinde o gün bugündür yürek meydanında gönül kongresi yapıyoruz.
Mobbing Bank kitabım bunun bir şifresidir.
Bir gemi olduğunu, mahşer denizinde yüzdüğünü, susuz bir tufanda Anadolu'yu yıkadığını, zalimleri canlı ölülere çevirdiğini ve bizim üzerimize çöken ve uyuşmamıza sebep olan kötülüğün Anadolu'dan yıkılmaya başlayacağını ilk yazan kitaptır.
Kitapta bunların şifreleri yani sırları var.
Sonradan ihtiyaç hasıl oldukça açıkladığım bilgiler var.
Zamanı gelince açıklayacağım bilgiler de var.
Bütün bunları yaşamının bir sır üzerine kurulu olduğunu bir bankada bunun için uzun yıllar çalıştığımı sonra nefsinden soyunarak dört büyük kut verilmiş Türk'ün ruhunu elbise olarak giyerek bunları yaptığımı yazdım.
Bunun karşısında zalimler ne yapacaklarını bilemedikleri için sadece maddi güçlerine güvendikleri için ve yaşattıkları zulmü kendileri yaşayana bu kötülüğün süreceği için bu süreç biraz sancılı geçmektedir.
Sonuçta kaybedecekler. Bu kadar bilgi yeter. Nasıl kaybedeceklerini yazsam bile anlayamazlar.
Görevim sadece gönüllü danışmanlık yapmaktır. Dünyada ilk kez böyle bir durum gerçekleşiyor. Kendim adına hiçbir talebim yoktur. Maddiyat zul verir bana.
Birileri çıkacak pişman olacak ve yapılması gerekenleri yapacak.
Hepsini yazdım. Neyi nasıl yapacaklarını biliyorlar.
Ve bunu planlıyorlar.
Gerektiği zaman yeni paylaşımlar ile müdahil olarak düzeltmeler yapacağım.
Hatasız bir devrim gerçekleşecek.
Ve dünyada ki bütün insanlık bu devrimi yapmak için sahiplenecek.
Beklenti içinde olsaydım hiçbirini yapamazdım. Zaten sır ile verilen ilim buna asla izin vermiyor.
Atatürk birinci aşamasıydı yarım kalan devrimleri tamamlamak son aşaması olacak.
Atatürk sırlarını neden açık açık yazmadı ya da açıklamadı?
O günkü toplum yapısı buna uygun değildi.
Cebren ve hile ile bütün tersanelere girilmiş yurdun her tarafı işgal edilmiş olabilir derken bugün olacakları haber veriyordu.
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmiyorsan bu nice okumaktır diyen Yunus Emre de ilim sahibi olmuş biridir.
Atatürk'ün yaptıkları ve kendini bilmeyen bir toplumun başına gelenleri bu dörtlük ile önceden açıklıyor.
İlim sahibi olanlar daha ne yapabilir? Her insanın tek tek yerine geçecek değiller ya!
Us ve duyunç uyuşukluğu geçince düzelecek herşey.
Gelelim bilimin ne olduğuna.
Bilim dünyada ki bilgi demektir.
Beşeri yaşamın huzur içinde yaşanması ve doğaya ve diğer canlılara zarar vermeden yapılması şartıyla bilim vazgeçilmez bir alandır.
İnsanlık ne yazık ki bu konuda bilimi kötülüğün hizmetinde kullanarak kötülüğün kendi sonunu getirecek bir yola girmiştir.
Atatürk dünya bilgisi için söylediği her sözünün ölçüsünü bilim ile ölçerek doğruyu bulun diye özellikle bizleri uyarmıştır.
Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusu kötülüğün sayesinde Köy Enstitüleri kapatılarak bilime ulaşacak şah damarı kesilerek cehaletin ve hurafenin insafına terk edildiği için bugün yeni bir başlangıcın eşiğindeyiz.
Böyle yaşanması gerekiyormuş.
Bu bilgileri yazıyor olmak bile büyük umuttur.
Sarılın o bilgilere.
Yarın sizi o bilgiler kurtaracak. Ne yapacağım kaygısını kimse taşımayacak.
Bizi bitirmeye diş bileyen o canlı ölüler o gün ne halde olduklarının farkına varacak ve çaresizliklerine şaşkınlık içinde bakakalacaklar.
İnsan gibi huzur içinde yaşamak istiyorsanız Atatürk'ün fikirlerine bürünün ve hepiniz bir Atatürk olun.
Ne demişti son kutalmış kurtarıcımız Mustafa Kemal Atatürk;
✓ Eğer bir gün bir kurtarıcıya ihtiyaç duyarsanız o kurtarıcı kendiniz olmalısınız.
İşte Mobbing Bank bunun eseridir.
Atatürk'ü unutturacaksınız diye siyaset yapanlar, iktidar olanlar o ideolojinin peşinde koşanlar eğer sizde kendinizi kurtarmak istiyorsanız sizin için de yol aynı yoldur. Dönün gittiğiniz yanlış yoldan.
İlim seçilmiş kişilere, bilim ise herkese açık bir alandır.
İlimi anlayın, bilimi kavrayın. İlim seçilenin, bilim herkesindir.
] Önder KARAÇAY [
15 notes · View notes
yazmayolculugu · 1 year
Text
Şahit
Limana yaklaştıkça, uzun zaman önce terk edilmiş gemilerin ana hatlarını görebiliyordum, gövdeleri sümüksü deniz yosunu ve paslı demirle kaplıydı. Ekşi salamura kokusu havada esiyor, midemi bulandırıyor ve kötü kokuyla boğulmama neden oluyordu. Kızıl yakalığımı hafifçe kaldırıp burnumu ve ağzımı kapattım. Kokuyu engellemese bile daha iyi hissetmeme sebep oldu.
Limanın kendisi paslı iskelelerden oluşan bir labirent. Tehditkar bir şekilde göğe eren terk edilmiş ambarların, tuzun, çürüme kokusunun ve gıcırdayan ahşap sesinin hakimiyet kurduğu bir yer. Etrafı yılan gibi dolanarak kavramış olan sisin biraz arkasında, Kaptan Ripley’in yuvası olan denizin olduğunu biliyorum, fakat sesini alamıyorum. Göremiyorum. Buranın havası her zaman kasvetli, ama Kaptan Ripley üç gün önce limana demir attığından beri bir farklılık seziyorum.
Çakıl taşlarını ezerek yürürken sonunda onu gördüm. Kaptanın yüzü yıpranmış, acımasız denizde savaşarak geçen bir ömürden dolayı derin çizgiler ve yarıklarla oyulmuş gibiydi. Gözleri ürkütücü bir yoğunlukla parlıyor, sisin ardından bile kendilerini belli ediyorlardı.
Ona yaklaştıkça kalbim daha da hızlı atıyordu.
“Burada olmamalısın.”
“Hoşgeldin,” dedi Kaptan Ripley beni gördüğü zaman. Sağ gözü kapalı bir şekilde sırıtıyordu. Sırtımı sıvazladıktan sonra kara paltosunun cebinden piposunu çıkardı. Birkaç saniye sessizlikle onu izledim. Yaktıktan sonra derin bir nefes aldı ve yalpalayarak rıhtıma doğru yürümeye başladı. “Gel benimle.”
Rıhtıma doğru yavaşça ilerledik. Beni neden çağırdığını bilmiyordum, fakat adı duyulan bir kaptana yapabileceğim herhangi bir yardım, bir gemide iş almamda bana destek olabilirdi. Bugün eğer doğru ilerlersem o zaman Kaptan Ripley ile bile çalışabilirdim. İşte o zaman hayat tamam olurdu. Para, içki ve tabii ki de güzel hatunların hepsi avcumun içinde, tastamam yaşayıp giderdim. Sadece bir başlangıca ihtiyacım vardı.
Yaşlı kaptan gözlerini sadece kendisinin görebildiği uzak bir ufka sabitlemişti. Arkasından suratını göremiyordum. Rıhtımda siyah bir monolit gibi duruyordu. Konuşmaya başladığında sesi alçak ve derindi.
“Hayatın tamam olmazdı,” dedi kaptan. Kulaklarımın dikleştiğini ve sıcak bir dalganın kalbimden başlayıp bütün bedenime yayıldığını hissettim. Ne düşündüğümü anlamış olmalıydı yaşlı denizci. Kaptan tok bir şekilde güldü. “Utanmana gerek yok. Hayatın tamam olmazdı. Hayat asla tamam olmaz.”
Hala arkası dönüktü, ama geçen birkaç saniyelik sessizlikte, vücudunun daha da dikleştiğini, sertleştiğini hissettim. Soğuk, tuzlu bir rüzgar denizden tarafımıza doğru esti.
"Haksızlık," diye tükürdü, "Hayat böyle bir şey. Zalim ve adaletsiz. Sahip olduğun her şeyi denize veriyorsun ve karşılığında sana ne veriyor? Hiçbir şey. Sadece ölüm ve sefalet. Bütün paranı biriktirerek bir gemi alabilirsin, ama ertesi gün batmayacağı anlamına gelmiyor. Bunun bir güvencesi yok, ne dersin?”
Uzaktan bir gemi kornasının sesi yankılandı. Sessizlikte aniden beliren bu ses irkilmeye sebep oldu.
Kaptan Ripley cebinden parlak bir şey çıkardı. İki eli önde bir şeyler yapıyordu, ama ne yaptığını göremiyordum.
“Ya da hayatının aşkı ile evlendiğini düşün. Düğünden sonra hemen ertesi gün birden ölebilir değil mi? Bir çocuk doğurup ona senelerce bakabilir, sevgi verebilirsin, ama saniyeler içinde bir kazadan dolayı hayatı bitebilir, öyle değil mi?”
Kaptan Ripley sağ elini yanına tuttuğu zaman bir adım geri attım. Kanla kaplı küçük bir çakı tutuyordu. Sol elini göremiyordum, hala önünde tutuyordu.
"Hayat en esasında her zaman acı ve sefalete yatkındır. Bu konuda hiç kuşkunuz olmasın. Temelinde iyi olan bir şey ona bir etki gelmese bile iyi halinde kalır. Peki hayat? Eğer hiçbir şey yapmazsan, çalışmazsan, kendini harcamazsan gitgide para kaybedersin, sağlığın azalır, sevdiklerin onlara önem vermediğin için seni terkeder. Hayat temelinde yorgunluktur. Kendi haline bırakıldığında göğe değil, yere eğilen bir ağaç dalıdır.”
“Kaptan, elin-”
“Hepsini gördüm evlat, biliyor musun? Denizin derinliklerinde pusuda bekleyen dehşeti, insanların aklını çelen çılgınlığı. Değişmeyen acıyı, ıstırabı ve sefaleti… Hiçbiri, yaşamanın verdiği yorgunluğun ve her şeyini kaybetme riskinin dolaştığı bu hayattan daha korkunç değildi.”
Yutkundum. Kaptan hafifçe bana doğru döndüğünde sol avucunda olan kesikten siyah kan damlalarının denize aktığını gördüm. Sırıtıyordu.
“Hepimiz kurbanız, delikanlı. Bir yeniliğe ihtiyacımız var. Bu gezegen hepimizden daha eski, yaşamdan bile daha eski. Kökten değişiklikler yapılması için en başına dönmemiz gerekiyor. Çok üzgünüm, ama benden Başlangıç’a bir şahit getirmemi istedi.”
Sesim titreyerek sordum. “Kim?”
Önceden duyduğumuz o gemi kornası tekrar yankılandı, çok, hem de çok daha yakından. Sis yavaşça ayrılmaya başladı ve suyun yüzeyini gördüm. Duyduğumuz sesin aslında bir gemiden gelmediğini anladığım an diz kapaklarımın üstüne düştüm. Kaptan tekrar arkasını döndü, ve Başlangıç adına denizler dalgalandı.
-Ein Sof, 04/05/2023
Konu: "Ve denizler dalgalandı."
Yolculuğumuzu ve sürecimizi takip etmek için blogumuzu takip etmeyi unutma!
2 notes · View notes
arcenciel1116 · 1 year
Text
Tumblr media
ERKEKLER DİKKAT!!!!
60'li yaşlarındaki evli bir çift evliliklerinin 35. yılını sakin, romantik bir restoranda kutlamaktadırlar.Aniden önlerinde zarif ve güzel bir peri belirir ve şunu söyler:
- Bu kadar uzun bir süre örnek bir çift olmanız ve hep birbirinize sadık kalmanız nedeniyle birer dileğinizi yerine getireceğim.
- Ah, ben sevgili kocamla tüm dünyayı görebileceğimiz uzun bir seyahat yapabilmek istiyorum' demiş, kadın, sevgi dolu gözlerle kocasına bakarak.
Peri sihirli değneğini sallamış ve gerekli tüm uçuş, gemi, otel, yemek ve eğlenceleri içeren voucher'lar kadının eline gelivermiş. Sıra kendisine gelince adam biraz düşünmüş ve:
- Evet, demiş, tüm bunlar harika ve cok romantik. Ama böyle bir fırsat insanın ömrü boyunca sadece bir kez eline gecer ve artık ömrümüzün sonuna yaklaştık. Kusura bakma hayatım, ama benim dilegim benden 30 yaş daha genç bir karım olması. Kadın ve peri oldukça büyük bir hayal kırıklığı içine düşseler de, dileğin yerine getirilmesi gereklidir. Bunun üzerine peri değneğiyle bir daire çizer ve... Adam 92 yaşına gelir !!
Bu hikayenin ana fikri:
Erkekler akıllı olabilirler fakat, unutulmamalıdır ki periler dişidir 😁
1 note · View note
teknolojiadam · 2 years
Text
ÇİN'İN UZAY İSTASYONU KURMA PLANI
Çin, ABD'nin uzay araştırmaları alanında iş birliğini yasaklaması ve Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS) programına katılımını engellemesi nedeniyle kendi uzay istasyonunu kurmak için çalışmalar yürütüyor.
Bir çekirdek modül, iki laboratuvar modülü ve bir uzay teleskobundan oluşması planlanan Tiengong istasyonu, tamamlandığında, Rusya'nın artık faal olmayan Mir Uzay İstasyonu ile yaklaşık aynı boyutlarda olacak.
İstasyonun Tienhı (göksel uyum) adı verilen çekirdek modülü, 29 Nisan 2021'de fırlatılmıştı.
İstasyonun ana iskeletini tamamlayacak iki laboratuvar modülünün 2022'de uzaya yollanması planlanıyor. "Vıntien" (gökleri aramak) modülü temmuzda, "Mıngtien" (gökleri düşlemek) modülü ise ekimde uzaya gönderilecek.
Ana iskelet kurulduktan sonra "Şüntien" (gökleri dolaşmak) adı verilen uzay teleskobu, ayrı bir modül olarak istasyona eklenecek.
İstasyonun 2022'de tamamlanabilmesi için yıl sonunda Şıncou (kutsal gemi) mekiği iki insanlı sefer ve Tiencou (gök gemisi) mekiği ile de iki kargo seferi yapılması planlanıyor.
3 notes · View notes
muhammedtas · 2 years
Text
17.06.22
8 kez düş 9 kez kalk.
Şu ana kadar çok fazla kez düştüm ve çok fazla kez kalktım bilmiyorum yarın önemli bir sınavım var ve ben biraz korkuyorum. Neden diye sorma bir başlarsam susamam.
Benim hayatımda hiç sırtıma yastık konmadı veya hiç bana sen dur ben halledeceğim denmedi ben hep bir şeyleri tırnaklarımla kazıyarak elde etmeye çalıştım şimdiye kadar hep böyle oldu.
Yarın ve ondan sonraki günde tırnaklarımla kanaya kadar çabalayacağım, kazıyacağım. Uzun bir zamanın en güçlü meydan okumalarından olacak.
Ben hep şey istemiştim Allahımdan tek gidişlik bir tren bileti ve bu şehri terk etmek. Bunun gerçekleşmesini istiyorum. Kendime demek istiyorum ki: "Elimde şu an bir bilet var senin için kazandım sırf sen daha fazla üzülme, ağlama diye çünkü biliyorsun bir tek ben senin ağlamana kıyamıyorum ve ağlarken bir tek ben senin gözyaşlarını siliyorum. Şimdi o araca bineceğiz bizi çok güzel anlara götürecek o araç uçak, gemi bir araba veya tren fark etmez bizi alıp götürecek, bu gece bu şehri terk edeceğiz ben zamanın sonuna kadar senin yanında olacağım ve hep ellerinden tutacağım."
Bir çok olmaza rağmen ayaktayız dimdik geç oldu ama kendimi sevmeyi öğrendim kendimi çok seviyorum, ona kıyamıyorum öyle güzel öyle saf öyle masum öyle parlak ki üzülünce bende kahroluyorum.
Delirmedim birine anlatsam deli misin der ama bu delilik değil insanın kendiyle olan muhabbeti. Yarın sınavım var. Poyaz olsa bana derdi ki: "La Mia Luce, hayatının sonu olmayacak bu sınav. Girdiğin bu sınav sana yeni hayatların kapısını açacak bu açılan kapılardan birinde hayatına girmesini istediğin kişi olacak, başaracaksın Luce. Sen hep başardın ve hep başaracaksın. Sen en güzel ışıksın ve hep beraber parlayacağız biz. Umudunu kaybetme. Umut denen şeyin sen olduğunu unutma. Mucize sensin, mucizelere gebe sen. Kim olduğunu hatırla. Hatırla..."
2 notes · View notes
gundemarsivi · 7 days
Text
Tumblr media
Bir İkarus Hikayesi
✍🏻 Sinan Kemal
https://www.gundemarsivi.com/bir-ikarus-hikayesi/
Kuzey Rönesans’ının ünlü ressamı Pieter Brueghel‘in 1558 yılında yaptığı meşhur bir resmin adı İkarus’un Düşüşü (yada İkarus’un düşüşü sırasında bir manzara) resmi, Kuzey Rönesans’ının simgesi olmuştur. Resim, tipik bir Rönesans resmi gibi pek çok imge, simge ve izleyenin her baktığında ayrı anlam verebileceği simgelerle doludur. Kabaca resimde üç ana görüntü vardır. Atıyla tarlasını süren bir çiftçi, koyunlarını otlatan bir çoban ve yüküyle, silüeti görünen bir şehre giden bir gemi. Geminin dibinde suda bacakları görünen kişi de resme adını veren İkarus‘tur. Kendisi balmumu kanatlarıyla uçarken, güneşe yaklaşmış, kanatları eriyince Ege denizine düşmüştür. Sisam civarındaki İkarya adası onun adını taşır. (Destanın ayrıntısını başka kaynaktan öğrenebilirsiniz) Polonyalı yazar Jaroslaw Iwabskiewicz‘in, bu resimden ilhamla yazdığı İkarus Hikayesi vardır. Polonya, Alman işgalindeyken bir gencin, tramvayda, yanında oturanların bile farkında olmadan tutuklanmasını anlatır.
Hayatımızda görmediğimiz pek çok İkarus ve hikayesi var. Züğürt Ağa filminde Şener Şen, kahyasına veda eder, tazminat olarak elindeki son değerli şeylerini (sigara tabakası, saat, tesbih vesaire) verir. Sonra her ikisi, birbirlerine zıt yönde ve yokuş yukarı yürürler. Etrafta mahşeri bir kalabalıktır ve hiç biri de bu olayın farkına varmaz. Benzer bir ayrıntıysa, prodüksiyon ekibinin dikkatsizliği yüzünden Ezel dizisinde olur. Ramiz dayı karakterinin öldüğü sahnenin gerisinde yaşlı birisi, bir ağacın dibine, gündüz gözüyle ayakta işer. Böyle önemli bir dizinin, böyle önemli bir sahnesinin çekilmesi yada böyle önemli bir karakterin ölümü, birilerinin çişini tutmasına sebep değildir.
Benzer bir olaya da geçen günlerde şahit oldum. Ankara’da yaşayan ve Kızılay meydanına uğrayanlar, keman çalan sokak sanatçısı genç adamı biliyordur muhtemelen. Genelde Kızılay metro istasyonunun, Soysal çarşısı çıkışında, Yapı Kredi Bankası tabelası önünde (bankanın girişi bulvara bakıyor) keman çalarak sokak sanatçılığı yapan genç bir adam vardır. Çok da iyi keman çalar. Gördükçe önüne birkaç kuruş atarım. Acıdığımdan değil, yoksa dilencilere ve kendini acındırarak bir şeyler satanlara hiçbir şey vermem. Sokak müzisyenlerini beğenmezsem de bir şey vermem. Verdiğim ciddi bir para da değildir ama kıymetlidir.
Bu anlatacağım olay iki yada üç hafta önce oldu. Okuldan çıkmıştım ve yanılmıyorsam sınav yada seçim ücreti yatmış, bankada uygulama ile bana haber vermişti. Ben de Kızılay’da otobüsten inince bankamatiklere doğru yöneldim. Kemancı da oradaydı. Cebimdeki yedi tane birliği önüne atıp, bankamatiğe yöneldim. O sırada polis olduğunu tahmin ettiğim birisi, bizim kemancıya yöneldi. Kemancının yüzü bir anda kireç gibi bembeyaz oldu. Polis, size zabıta müdahale etmiyor mu diye azarladı. Ben o sırada para çekiyordum. Aralarında garip bir muhabbet geçiyordu. Sakarya caddesindeki bir eylemden bahsediyordu polis. Kemancı da abi abi deyip duruyordu. Polis, Sakarya caddesindeki bir eylemden bahsediyordu. Zaten Ankara’da basın açıklamaları ve gösteriler genelse ya Sakarya caddesinde yada Yüksel’de olur genelde. Sonra zabıtalar sana neden ceza yazmıyorlar, o paraları da topla dedi. Kemancı abi diye diye kemanı çantasına kapatıp, polisin ardına düştü.
Olay etraftaki hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Ben de bir şey diyemedim zira önümüzdeki binanın hemen arkasında bulunan Sakarya caddesinde ne olduğunu da bilmiyorum. Belli ki polis de kendince haklı. Üstelik müdahale etmeye kalkarsam işler, bizim kemancı lehine ters tepecek. Beni de o göstericilerle irtibatlı falan sanacak.
Diğer yandan polise abi deyip durmasından kemancının gariban, muhtemelen ailece gariban biri olduğunu ve yine uzun süredir sokak müzisyenliği yaptığı sonucunu çıkardım. Güvenlik görevlisine hitap şekliniz sınıfsaldır. Memur bey, komserim, amirim falan, normal hitabettir. Abi demekse tamamen garibanlıktır. Hayatta kimseyi bilmeden kıskanmayacaksın. Keman çalışındaki ustalığa, yakışıklılığına bakıp, kıskanıyorsun, oysa geride ne büyük bir garibanlık var.
Güzel haber, iki gün sonra onu aynı yerde gene keman çalarken gördüm, epeydir de görmüyorum. En azından balmumu kanadı olan kemanını kurtarmış.
Görürseniz, okuduğunuz hikayenin hatırına da birkaç kuruş atın.
Sinan Kemal
#BirİkarusHikayesi #Ezel #Garibanlık #İkarusunDüşüşü #JaroslawIwabskiewicz #AnkaraKızılaydakiKemancı #PieterBrueghel #SınıfsalSöylemler #yokluk #ZüğürtAğa
0 notes
esmhaber · 11 days
Text
🔴Kısıtlama kapsamında bulunan çimento ürünü, İsrail’e ihracat edilmeye devam ediyor..
Beylikdüzü’nde Sabancı’ya ait çimento firması AKÇANSA’nın limanından kalkan ‘KAZIME ANA’ isimli ticari gemi dün İsrail’e doğru yola çıktı.
Tumblr media Tumblr media
0 notes
ramazanserdar · 12 days
Text
KEPEKLER’DEKİ DEĞİŞİMİN MİMARLARI…
Kepekler köyüne bu aralar gittiniz mi bilmiyorum.
Gitmediyseniz yolunuzu bir düşürün derim.
Bodrum’un mavi sularından Kepekler’in yeşil çimenlerine,
Diğer bir deyişle ata topraklarına dönüş yapan okul arkadaşım Solmaz ve eşi Erden Furat’ın köylerini güzelleştirmeye yönelik çabalarını görünce en az benim kadar mutlu olacaksınız.
Yaşadığı köye katkıda bulunmanın,
Bir işe yaramanın,
Hep birlikte bir iş yapmanın,
İmece usulünün güzelliklerinin ve…
Yerel kalkınmanın nasıl bir avuç gönüllüyle gerçekleştirildiğine şahit olacaksınız.
Solmaz Furat, 1935 ile 1939 genel seçimlerinde 5. ve 6. dönem Balıkesir Milletvekili olan, Kepekler Köyü'nün kurucu ailesinden Rahmi Selçuk’un kızı.
Solmaz ve Erden çiftinin öncelikli hedefi köylerini geliştirmeyi hedefleyen bir dernek kurmaktı.
Ben ilk köye gittiğimde her ikisini de âtıl durumda olan bir binayı dernek binası olarak kullanılmak üzere, ellerinde boya fırçalarıyla boyasını badanası yaparken bulmuştum.
Geçtiğimiz günlerde dernek binasının açılışını yaptılar.
Derneğin bir odasını müze haline getirmişler.
Kepekler köyünün tarihi geçmişi düşünüldüğünde, müzede sergilenen tarihi eşyaların, fotoğrafların ülke genelinde bile çok ilgi çekeceğine eminim.
Dernek bünyesinde dikişi nakış kursları, temel elektronik, grafik tasarımı, üç boyutlu yazıcı, el işleri, ahşap boyama, öğrencilere Türkçe dersleri gibi çok değişik branşlarda kurslar düzenleyecekler.
Özellikle üç boyutlu yazıcı ve grafik tasarımı eğitimini Erden Furat verecek.
Ve bir de yelken kursu var...
Yelken kursu ne alaka diyorsanız Erden Furat’ın Bodrum’da gemi kaptanı olduğunu belirteyim.
Bodrum’dan köye getirdiği yelkenlisiyle, Bodrum havasını Kepekler’e taşımış bile…
Dernek binasının bir odası da “Kepekler Yelken Kulübü” olarak düzenlenmiş.
Yani Susurluk'un yelkencilik serüveni Kepekler'den başlıyor.
Ben ilk kursiyer olarak yelken kursuna ve kulübe şimdiden kaydımı yaptırdım…
Dernek başkanlığını üstlenen Solmaz (Selçuk) Furat’a köyüyle ilgili hayallerini sorduğumda şöyle cevap verdi;
“İlk aşamada köyün ana caddesinde bulunan evleri boyayacağız.
Belirlediğimiz bir sokağı ışıklandırıp, ‘Sevgi Yolu’ olarak düzenleyeceğiz.
Sonbahar ve ilkbahar olmak üzere yılda iki kez festival organizasyonu yapacağız. Çamlık bölgesini karavan turizmine açmak istiyoruz.
Yapacağımız etkinliklerde elde edeceğimiz geliri köyümüz hanelerine eşit olarak dağıtmayı planlıyoruz.
Yapacağımız tüm faaliyetlerde köyün sakinleri ile ortaklaşa karar vereceğiz. Köyümüzün eski muhtarı Aydın Şeren ile yeni muhtarı Taner Akabey’e de bizlere verdiği ve verecekleri destek için şimdiden çok teşekkür ediyorum…”
Kepekler köyü, Solmaz ve Erden Furat'ın vizyoner bakış açısıyla, özverili çalışmalarıyla hayallerin gerçeğe dönüştüğü örnek bir köy oluyor…
Ramazan S.TOPRAKTEPE
1 note · View note
bahadrbebek · 1 month
Text
MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK UYGULAMA VE ARAŞTIRMA HASTANESİ YÖNETMELİĞİ Hastane Başmüdürü Madde 9 — Hastane Başmüdürü lisans mezunu olmalıdır. Yönetim ve İşletmecilik dallarından birinde yüksek lisans veya doktora derecesi bulunması tercih sebebidir. Hastane Başmüdürünün Görevleri a) Başhekimliğe bağlı olarak kurumun idari, mali, teknik hizmetlerini Kanun, Tüzük ve Yönetmelikler uyarınca yürütür. c) Hastane Başmüdürü, hastanede görevli 657 sayılı Kanuna tabi personelin görev, yetki ve sorumluluklarını belirlemekle yükümlü ve doğrudan Başhekime karşı sorumludur. Hastane Başhekimi Madde 7 – (Değişik:RG-28/02/2007-26448) Tıp Fakültesinin devamlı statüde çalışan bir öğretim üyesi, Rektör tarafından iki yıl için Başhekim olarak atanır. Süresi biten Başhekim yeniden atanabilir veya süresinden önce görevine son verilebilir. Başhekimin devamlı statüdeki öğretim üyeleri arasından önereceği kişiler, Rektör tarafından Başhekim yardımcıları olarak atanabilir. Hastanede bulunan birimlerin özelliğine göre, başhekim yardımcılarının sayısı en fazla sekiz olarak belirlenir. Başhekimin herhangi bir nedenle görevinden ayrılması halinde, Başhekim yardımcılarının da görev süresi sona erer. KAMU KONUTLARI YÖNETMELİĞİ GÖREV TAHSİSLİ KONUTLAR 6 – Bakanlıklar: B- Taşra Teşkilatı: Adli ve İdari yargıda hakim, Cumhuriyet Savcısı- Yardımcısı, Yargıtay Tetkik hakimi ve Cumhuriyet Başsavcı Yardımcısı, Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanı-Üyesi, Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı-Yardımcısı, Vali Yardımcısı, Bölge Müdürü, Başmüdür, Bölge Müdür Yardımcısı, Baş Müdür Yardımcısı, Defterdar, Defterdar Yardımcısı, Liman Başkanı, Gemi Sörvey Kurulu Başkanı, İl Müdürü, Müdür, Defterdarlık Muhakemat Müdürü, Okul Müdürü, Baştabip, İl Şube Müdürü, İlçe Müdürü, Mal Müdürü, Vergi Dairesi Müdürü, İlçe Şube Müdürü, Hastane Müdürü, Müdür Yardımcısı, MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK UYGULAMA VE ARAŞTIRMA HASTANESİ YÖNETMELİĞİ Hastane Başmüdürü , Hastane Müdürü ve Görevleri | Rektör,Personel Daire Başkanı KAMU KONUTLARI YÖNETMELİĞİ GÖREV TAHSİSLİ KONUTLAR 12 – Yüksek Ögretim Kurumları: A – Genel: Rektör, Rektör Yardımcısı, Dekan, Dekan Yardımcısı, Bölüm Başkanı, Ana Bilim Dalı Başkanı, Yüksek Okul Müdürü, Enstitü Müdürü, Yüksek Okul Müdür Yardımcısı, Enstitü Müdür Yardımcısı, Profesör, Doçent, Yardımcı Doçent, Öğretim Görevlisi, Genel Sekreter, Genel Sekreter Yardımcısı, Fakülte Sekreteri, Daire Başkanı, Hukuk Müşaviri, Hastane Baştabibi, Hastane Müdürü, Şube Müdürü, Hastane Müdür Yardımcısı, YATAKLI TEDAVİ KURUMLARI İŞLETME YÖNETMELİĞİ t) Baştabib varsa yardımcılarından birini, gerekirse bir kaçını yoksa uzmanlardan bir veya birkaçını personel için daire tabibliği yapmak üzere görevlendirir. Madde 24 – Aynı uzmanlık şubesinde birden fazla uzman bulunan yataklı tedavi kurumlarında mevcut uzmanlar birer ay nöbetleşe kurula katılırlar.
0 notes
elazigsurmanset · 2 months
Text
İmamoğlu, Çubuklu Siloları ve Beykoz On Çeşmeler Meydanı’nın açılış töreninde ana noktalara değindi..
Tumblr media
Yoğun çalışma temposu: İmamoğlu, her gün bir açılış veya temel atma töreni gerçekleştirdiklerini ve bu yoğun çalışma temposunun rakiplerini yorduğunu söyledi. "Bizi izlemekten bile yorulurlar, bitap düşerler" dedi. Hizmetlerin değeri: İmamoğlu, her bir hizmetin farklı bir ihtiyacı karşıladığını ve vatandaşlara saygı gösterilmesi gerektiğini vurguladı. "Vatandaşlarımızın yararlandığı bu hizmetlerin bir tekini bile küçümsemek, hiç kimseye yakışmaz. Hepsi değerli. Hepsi farklı bir ihtiyaç çözüyor." Ekonomi eleştirisi: İmamoğlu, "Bu ekonomiyi, bu ülkeyi nasıl bu hale getirdik diye utanmak size düşer, milletimize Kent Lokantası açmak da bize düşer" diyerek hükümete eleştirilerde bulundu. Ukrayna'ya yardım: İmamoğlu, Ukrayna'nın Odessa Belediye Başkanı Gennadiy Trukhanov tarafından gönderilen kalp şeklindeki gemi çapasını teslim aldı. İstanbul'a sahip çıkmak: İmamoğlu, "İstanbul, hepimizin göz bebeği. Bu eşsiz şehrin tarihi ve kültürel mirasına sahip çıkmak, İstanbul'un muhafızı olmak, muhtemelen hepinizi öyle hissediyorsunuz, bizim için çok değerli bir görev" dedi. Konuşma miting havasında geçti ve İmamoğlu'ndan büyük alkış aldı. İmamoğlu, konuşmasında Kent Lokantaları projesini de savundu. Ukrayna'ya insani yardım göndermeye devam edeceklerini söyledi. İstanbul'un her köşesine hizmet götürmeye kararlı olduklarını vurguladı. Read the full article
0 notes