Tumgik
#Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
yurekbali · 3 months
Text
Tumblr media
“Aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu.” - George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (Çeviren: Celâl Üster, Can Yayınları) - Görsel: İbrahim Özdabak
8 notes · View notes
peistudiesturkish · 1 year
Text
Turkish Numbers
Sayı: number
Rakam: numeral
0-10
0 – sıfır
1 – bir
2 – iki
3 – üç
4 – dört
5 – beş
6 – altı
7 – yedi
8 – sekiz
9 – dokuz
10 – on
11 – 100
11 – on bir
12 – on iki
13 – on üç
14 – on dört
15 – on beş
16 – on altı
17 – on yedi
18 – on sekiz
19 – on dokuz
20 – yirmi
21 – yirmi bir
22 – yirmi iki
23 – yirmi üç
24 – yirmi dört
25 – yirmi beş
26 – yirmi altı
27 – yirmi yedi
28 – yirmi sekiz
29 – yirmi dokuz
30 – otuz
31 – otuz bir
32 – otuz iki
33 – otuz üç
34 – otuz dört
35 – otuz beş
36 – otuz altı
37 – otuz yedi
38 -otuz sekiz
39 – otuz dokuz
40 – kırk
41 – kırk bir
42 – kırk iki
43 – kırk üç
50 – elli
60 – altmış
70 – yetmiş
80 – seksen
90 – doksan
100 – yüz
100 – 1.000
100 – yüz
102 – yüz iki
155 – yüz elli beş
200 – iki yüz
202 – iki yüz iki
255 – iki yüz elli beş
300 – üç yüz
400 – dört yüz
500 – beş yüz
600 – altı yüz
700 – yedi yüz
800 – sekiz yüz
900 – dokuz yüz
1000 – bin
1.000 – 1.000.000
1000 – bin
1006 – bin altı
1046 – bin kırk altı
1846 – bin sekiz yüz kırk altı
2000 – iki bin
2846 – iki bin sekiz yüz
3000 – üç bin
4000 – dört bin
5000 – beş bin
6000 – altı bin
7000 – yedi bin
8000 – sekiz bin
9000 – dokuz bin
10.000 – on bin
100.000 – yüz bin
1.000.000 – bir milyon
Billion - milyar
Trillion - trilyon
7 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
‘Hayvan Çiftliği’ Adlı Eseri Bağlamında George Orwell’ın Tarihi ve Sosyolojik Tespitleri:
Kısa bir Özet:
Hayvan çiftliğini okuduysanız, domuzların iktidarındaki zulmü görmüşsünüzdür.. Domuzlar, köpekleri kendi saltanatlarının korumasında kullanırlar, birlikle insan zulmüne direnen ve çiftliği geri alan hayvanların, domuzların darbesiyle bölünüp parçalandığını, BAZI HAYVANLARIN BİR PARÇA YİYECEK KARŞILIĞINDA JURNALCİ OLARAK KULLANILDIĞI, domuzlara karşı gelebilecek çiftliğin güçlü hayvanlarını, entrikalarla yalnızlaştırıldıktan sonra sömürüye geçildiğini, hatta bir zamanlar kovdukları insanlara, domuzların, hayvanların çiftlikte yaptıkları üretimi, hayvanların emeğini, kendi çıkarları için nasıl peşkeş çektiklerini, diğer hayvanların yoğun ve yorucu çalışmasına karşılık domuzların zevk ve sefa içinde kendi karınlarını sürekli yiyerek nasıl şişirdikelerini anlatır, kitapta anlatılan domuzların bu zulüm süreci, insanların zulmünü anlatan bölümlerden daha fazla ele alınmıştır....
Detay: 
George Orwell, 1903-1950 yılları arasında yaşamış ve yazdığı eleştiri yazıları ile tanınmıştır. Roman, öykü, deneme gibi farklı türlerde pek çok eseri bulunmaktadır. Bu eserlerinden biri de 1945 yılında Birleşik Krallık’ta yayınlanan Hayvan Çiftliği adlı romanıdır. Eserde hayvanlar üzerinden kurgulanan daha adaletli daha eşitlikçi bir sistem hayalinin daha sonra nasıl bir diktatörlüğe dönüştüğü anlatılmaktadır. Bu dönüşüm, en başında haklı görünen eşitlik ve adalet istemleri üzerinden mevcut sömürü düzenine başkaldırı olarak doğmuştur. Bu başkaldırı ile daha sonra domuzların önderliğinde insanlardan daha da baskıcı ve daha zalimce bir diktatörlük kurulmuştur. Yaşanan gerçekliklerle beslendiği iddia edilen bu kurgu aynı zamanda Stalinizm eleştirisi olarak karşımıza çıkmaktadır.-SOSYALİZM DEĞİL, STALİN ELEŞTİRİSİ- George Orwell, eserindeki olay kurgularını 1917 yılında yaşanan Rus Devrimi ile ve sonrasında ortaya çıkan yönetim biçimi ve lider olan Stalin ile bağdaştırarak oluşturmuştur. Stalin’in benimsediği ve uyguladığı idare biçimi romanda hayvanlar üzerinden anlatılmıştır. Daha iyi ve eşit bir yaşam isteyen hayvanlar bir lider etrafında toplanarak ideal düşüncelerini sistemleştirmişler ve onun etrafında birlik olmalarını sağlayan çeşitli unsurlar geliştirmişlerdir. İdeal düzen arayışı tıpkı Orwell’ın yaşadığı dönemde olduğu gibi insanları, onlara daha iyi bir hayat vaadi sunarak etrafında toplayan ideal bir ekonomik ve siyasal sistem gibi yayılmış ve nihayetinde inananları sistemin öznesi olmaktan çıkarmış ve sisteme hizmet eden birer araç haline getirmiştir..
Gerçek adı Eric Arthur Blair olan George Orwell, 1903 yılında Hindistan’ın Bengal eyaletinin Montihari kentinde dünyaya gelmiştir. İngiliz bir ailenin çocuğu olan Orwell 1922-1928 yılları arasında Hindistan’da jandarma olarak görev yapmıştır. Daha sonra görevinden istifa ederek İngiltere’ye dönmüş ve yazarlığa başlamıştır. 1933’te yayınlanan Paris ve Londra’da Beş Parasız, 1934’te Burma Günleri ve 1937’de Katalonya’ya Selam adlı eserlerini yazmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Hayvan Çiftliği adlı eserini kaleme almıştır. Gerçek manada tanınır olması ise 1950’li yıllarda gerçekleşmiştir. Türkçeye ilk olarak Halide Edip Adıvar tarafından çevrilen ve Maarif vekâletinin 1954 yılında bastığı eser çeşitli ülkelerde sinemaya ve tiyatroya uyarlanmıştır  Papaz’ın Kızı, Zambaklar Solmasın, Wigan İskelesi Yolu, Daralma, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört yazarın bilinen diğer eserleridir. Günümüzde yazdığı pek çok eseri ile tanınan George Orwell 1950 yılında Londra’da hayatını kaybetmiştir..
Çiftlikte yaşayan her türden hayvan, birlik içinde yönetimi ele geçirdikten sonra  “Beylik Çiftlik” yazısını silip yerine “Hayvan Çiftliği” yazarlar. Animalizm öğretisine uygun olan yedi emir ise büyük harfler ile duvara yazılır. Bu yedi emir şöyledir; 
1. İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin. 
2. Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin. 
3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecek. 
4. Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak. 
5. Hiçbir hayvan içki içmeyecek. 
6. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek. 
7. Bütün hayvanlar eşittir. 
Domuzlar, çiftlikte duvara yazılan bu yedi emir, yoldaş gibi söylemlerin geliştirilmesi ve söyledikleri “İngiltere’nin Hayvanları” marşı ile birlikte Animalizm öğretisi her anlamda güçlendirilmeye başlar. Orwell, eserde eleştiri yaparken aynı zamanda romanın kahramanlarını özellikle birinci ve ikinci dünya savaşı dönemlerinde etkin olan siyasi figürler ile özdeşleştirmiştir.Kendi dönemindeki liderleri ve liderlerin seçimleri dolayısıyla mağdur olan halkın yaşadıklarını, umutlarını ve umutsuzluklarını söz konusu çiftlikte yaşayan hayvanlar üzerinden kurgulamıştır. Eser, insanların dahil olduğu ve çıkar sistemine er geç dayanan bir durumu yaratması sebebi ile siyasal sistem eleştirisidir. 
*Hayvan Çiftliği adlı eser, alegorik tarzda yazılmış, tarihsel bir metin niteliğindedir.
Tumblr media
6 notes · View notes
ugurtasdemir · 6 months
Video
youtube
1984 (Bin Dokuz Yüz Seksen Dört) / Romanın Özeti
0 notes
seslimeram · 9 months
Text
Karanlığın Sahiciliği...
Tumblr media
Kurgu değil sahici ve sahiden bir dönüşüm ile hayatın zifiri karanlık kılınmasına devam olunuyor. Bedene yönelik doğrudan siyasi pratiklerle, yaşama eylemini daraltan, enikonu kuşatan ve sınırlayan bir tahakküm halinin ortasında ülke günden güne zifiri karanlık açık bir yıkıcılığın esiri kılınıyor her an. Yirmi bir yılı aşkın iktidar pratiğinin kazanılmış tüm o kazanıldığı bildirilen seçimlerin sonrasında o zifiri karanlığın biraz daha derinlerine doğru ilerlendiği meydana çıkar. Her eylem, her hamlede bir kere daha belirginleştirilmiş bir katran karanlığının yolunda yürünür. Gelmiş ve geçmiş ile bugünden yarını bütünleme birleştirme iddiasında olunurken tahakkümden medet uman aklın var ettiği her şey bütün o katran karasının sınırlarını da örnekler. Baş efendi ve beraberindeki zümrenin var ettiği, kurumsallaştırdığı cerahat bütünüyle yaşam eyleminin kökünün kazılması bildirilir. Biat, itaat edenlerden menkul salt soluk alıp verirken bir başına özgür olunan, böyle bir hürriyet bahsinin yanında köleliğin zaruri, mecburi bir istikamet kılındığı yerde karanlık zaten her yerdedir.
Tümden, bütünleşik bir yönelim sağlama alınır. Dediğim dedik çaldığım düdük denilip de bir yandan savuşturulan haklar, eşitlik ve adaleti katlederken öte yandan gündelik yaşamı belirgin bir biçimde sınırlandırmak yolunda yürünür. Bin dokuz yüz seksen dört yazınsal metninde ortaya çıkan imgelemler, bütünüyle yeni diye atfedilmiş olan ülkenin şimdisinin ayrışmaz ögesi kılınır. Orwell’in ileri görüşlülüğü değil aynı zamanda daha sonraları hep bir biçimde sökün eden akımların kökünde yer edinen, tehdit, tahakküm ve yalanlardan bir halde medet umarak yönlendirilen geniş kitlelerin tahayyülü bugünün ülkesinde kesin bir hakikat kılınır. Duraksamak nedir bilinmeden imal edilmiş olagelen tehdit döngüsünü tamamlayan, bütünlüklü bir denetim mekanizmasının insafına terk edilmiş olagelen hayat imgesini bildiren bir yerdir artık yeni nam ülke. Kapkaranlık bir döngünün ortasında tüm o yeniden yapılandırılan devletli mekanizmalarıyla birlikte ucube bir sarmalın imalinde en olmadık eşikler güncellenir. Düşünmenin engellendiği, eyleme geçip itiraz etme hakkı ve hududunun çoktan sınırlandırıldığı bir zeminde mutlak biat, tam teşekküllü itaat etme hali dışındaki seçenekler mahvedilir. Yeni yüzyılın bütün ol şahlanış nam tezahüratlarla bodoslamadan sureti hakikat kıldığı şey cerahatli bir istimlak halidir. Kurgu değil de sahi ama sahici bir dönüşümle katran karanlığında ilerleyen ülkenin binası günceldir, kayda geçsin.
Yeni Yaşam Gazetesine bağlanalım: “HDP, Yeşil Sol Parti ve kentteki sivil toplum örgütleri İzmir’de doğa talanına karşı yaptıkları açıklamada, ‘Önce Lîce’de şimdi de Cudî’de hektarlarca alanın yok olmasına neden olan ateşin günlerdir söndürülmemesinin ardında, bölgeyi insansızlaştırma politikalarının yattığını çok iyi biliyoruz’ dedi.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ile Halkların Demokratik Partisi (HDP), Kurdistan ve Türkiye kentlerindeki doğa talanına karşı açıklama yaptı.
İzmir’de Alsancak Gar önünde yapılan açıklamaya Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü İbrahim Akın, Milletvekili Burcugül Çubuk, önceki dönem HDP İstanbul milletvekili Musa Piroğlu’nun yanı sıra çok sayıda sivil toplum örgütü, siyasi parti temsilcisi ve yurttaş katıldı.
Açıklamada konuşan HDP Ekoloji Komisyonu üyesi Mehtap Alişan, 6 gündür Akbelen’de ağaçların kesildiğini ve bu sabaha kolluk ordusunun saldırısının yine başladığını söyledi. Alişan, “Buradan bir kez daha şu anda Akbelen’de direnen ve yalnızca Akbelen için değil, onurlu bir gelecek için mücadele eden kardeşlerimize selamlarımızı gönderiyoruz. Bir selamı da aynı talan zihniyetinin gerçekleştiği Cudî ormanlarında, her türlü yasaklamaya karşı kendi imkânlarıyla ormanlarını koruyan halka gönderiyoruz” dedi.
Önce Lîce şimdi Cudî
Kıyım pratiklerinin bizzat devlet güçlerinin yürütme ve koruması altında gerçekleştiğini vurgulayan Alişan, “Yaz döneminin başlamasıyla birlikte, Kürt coğrafyasında ardı ardına çıkan yangınların son örneği Cudî dağlarında yaşanıyor. Önce Lîce’de ve şimdi de Cudî’de hektarlarca alanın yok olmasına neden olan ateşin günlerdir söndürülmemesinin ardında, bölgeyi insansızlaştırma politikalarının yattığını bizler çok iyi biliyoruz. Keza, yaşam alanlarındaki yangına müdahale etmek için seferber olanların askerler tarafından engellenmesi, bölgenin tıpkı Akbelen’deki gibi yasaklı alan olarak ilan edilmesi, gözümüzün önünde sürmekte olan bu doğa katliamının hangi amaçla gerçekleştiğini açıkça gösterir niteliktedir” diye belirtti.
Cudî’den Akbelen’e kadar canlılığın sigortası olan ormanları korumaktan; rant, talan ve savaş düzenine karşı mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceklerini kaydeden Alişan, “Orman varlığını koruyan Cudî ve Lîcê köylüleri ile İkizköy halkının bu haklı mücadelesini sahipleniyor ve her zaman yanlarında olacağımızı buradan bir kez daha bildiriyoruz. Gelin bu katliama sessiz kalmayalım” ifadelerinde bulundu.
Emek ve Demokrasi Güçleri’nden açıklama
İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri de, Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada konuşan Büro Emekçileri Sendikası (BES) İzmir Şube Başkanı Mustafa Güven, orman katliamlarına karşı direnenlerin engellendiğini ifade ederek, gözaltılara tepki gösterdi. Güven, “Cudî yangınına müdahale edin ve halkın yangına müdahalelerine engel olmayın. Doğa katliamlarına karşı mücadele ederken gözaltına alınanları derhal serbest bırakın. Akbelen’ de asker jop sallıyor, TOMA tazyikli su sıkıyor. Yaşlı köylüler dövülüyor, yerde sürükleniyor. Gözünün içine gaz sıkılıyor, gerçeği görüntüleyen gazeteciler engelleniyor” dedi.
Bir kırılgan iklim döngüsü içinde var edilen fecaatler kesmiyor bir de derin ayrımların var edildiği eşikler, saldırılar ve karşı hamleler çıkageliyor. Kurgu değil sahici ve sahiden bir dönüşüm ile hayatın zifiri karanlık kılınmasına devam olunuyor. Behemehal var edilmiş o Akbelen’in YK Enerji nam sermayenin ta kendisini örnekleyen Limak ve İC holding nam yapılara peşkeş edilmesindeki acelecilik gibi, Cudi ve Lice’de de birbirinden farklıymış gibi görünse de benzeş bir insansızlaştırma gayreti sökün ediyor, ettiriliyor. Birisinde bir hayat membasının kökü makinelerle kurutulup, artık dünyada geçerliliği azaltılmış olan bir fosil yakıt için heder ediliyor. Her şey talana yem kılınıp, sermayenin insafına terk-i diyar ediliyor. Bir diğerinde doğal yaşam alanları, artık T.C. için dert olmaktan çıktığı zikredilen bir örgüt için, türlü bahanelerle yok ediliyor. Yangınlar çıkartılırken, hayatın var olduğu bir sahnenin yıkımı kesintisizleştiriliyor. Dert örgüt mörgüt değil doğrudan bir başka coğrafyada, Kürd halkının var olduğu bir bölgedeki yaşam deneyimini denetim ve gözetim altına almak olarak işlevselleştiriliyor. Her yangın, her kırım, her kesim, talan ve nicesi yüz koca yıldır devam olunan bir kimliksizleştirme deneyiminin de son ekine hali hazırda dönüşüyor.
Bir başka yerde var edilen yıkımı da ilave edeli. Şubat deprem felaketinin ardından bir biçimde istimlak edilmek istenen, Arap Alevilerin yoğunlukta olduğu Antakya’nın Dikmece köyünde geçtiğimiz Haziran ayı içerisinde art arda iki yangın çıkar. Tesadüfi olması bir yana, hesap kitap barındıran bir mutenalaştırma, yerinde dönüşüm adına bu defa zeytin tarlalarına, buğdayın yetiştirildiği bereketli topraklara göz dikilir. O günlerde kısaca haber verilmiş olan yerde geçtiğimiz günlerde topyekun istimlak için köylülere kolluk personeliyle birlikte baskın gerçekleştirilir. Köylülerin direnişi neticesinde yıkım ekiplerinin gerisin geriye yollandığı yerde yaşatılanların devamını T24’ten aktarmaya çalışalım.
Antakya’nın Dikmece köylüleri, TOKİ’nin kalıcı konut yapması için zeytinlik ve tarım arazilerinin kamulaştırılmasına karşı direnişlerine bugün de devam etti. Köylüler, kamulaştırılma kararı verilen tarım arazilerinde toplanarak köy meydanına doğru alkışlarla yürüdü. Çiftçilerden Aysel Sabahat Olgun, “Burada toplanmamızın amacı bütün arazilerimizin alınması. Şu an benim 35 dönümüm gitmiş durumda. Diğer tarım alanlarımız, zeytinliklerimiz ve oturduğumuz yerler hepsi risk altında. Burada toplanmamızın amacı birlik, beraberlik içerisinde bu toprakları vermemek. Bizim gelir kaynaklarımız, tarım alanlarımız" dedi.
Deprem bölgesinde yeni konut yapımı için orman alanları ile zeytinliklerin imara açılmasını öngören düzenlemenin 14 Temmuz’da TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmesinin ardından deprem bölgesi Hatay’da tarım arazilerine konut yapımı için adımlar atılmaya başladı.
TOKİ’nin kalıcı konut yapması için Hatay’ın Antakya ilçesinin Dikmece köyü arazisinin bir bölümü için kamulaştırma kararı alındı. Jandarma eşliğinde iş makinaları ile dün köylülerin tarım arazilerine girildi. Arazilerine iş makinalarını sokmayan köylüler önlerine barikat kuran jandarmayı alkışlarla protesto ederken, köylülerin direnişi üzerine iş makinaları geri çekildi.
Köylüler bugün de aynı iş makinalarının arazilerine girmelerine karşı sabahın erken saatlerinde tarım arazileri ve zeytinliklerinde toplanarak nöbet tutmaya başladı. İmara açılan zeytin bahçelerinde toplanan köylüler, köy meydanına yürüyerek kararı protesto etti. Bazı köylüler de traktörleriyle alana geldi.
Köy meydanına yürüyüş gerçekleştiren vatandaşlar Akbelen’de direnen köylülere de selamlarını yolladı.
Tarım arazisi istimlak edilen köylülerden Aysel Sabahat Olgun ANKA Haber Ajansı’na şunları söyledi: “Burada toplanmamızın amacı bütün arazilerimizin alınması. Şu an benim 35 dönümüm gitmiş durumda. Diğer tarım alanlarımız, zeytinliklerimiz ve oturduğumuz yerler hepsi risk altında. Burada toplanmamızın amacı birlik, beraberlik içerisinde bu toprakları vermemek. Bizim gelir kaynaklarımız, tarım alanlarımız… Atalarımız bu toprakları elbiselerinde 50 yamayla gezerek biriktirip almışlar. Satmaya kıyamamışlar. Çocuklarına miras olsun diye… Sadece tek yaptığımız toprağımızı savunmak ve bunda da kararlıyız. Bizim yetkililerden istediğimiz, bu projelerin tekrar gözden geçirilmesini istiyoruz. Hiçbir zaman devletimizin karşısında olmadık. Askerimizle de devletimizle karşı karşıya gelmek istemiyoruz. Biz sadece huzurlu bir şekilde yaşamak istiyoruz.”
Bir dönüşüm hali ki sürekli etrafını yutmaya ant içiyor. Bir devinim ki öyle böyle değil o doğrudan tahakküm nesnelliğinde yaşam iradının köküne kibrit suyu dökülüyor. Aysel Sabahat Olgun’un bahsettiği gibi atalardan kalanın hiç edilmesinin yolu kamulaştırma, devletin malı kılma, deprem konutu bina etme vesair atfetme halleriyle birlikte bağnazca bir zulmü reva görerek var edilmek isteniyor. Batı Türkiye’deki şirket talanını, Bakur Kürdistan’ında terörü ileri sürüp doğanın bütünlüğüne yangınlarla müdahaleyi, yıkımı bir biçimde depremden kurtulmuş insanları yerlerinden yurtlarından en önemlisi de geçimleri için temel dayanak addettikleri topraktan alıkoyarak onu yok etmeye çabalayarak bir sarmal bina ediliyor. Ülkenin yaşamla olan ilintisinin önüne setler çekilmeye devam ediliyor. Binalar yükseltilecek bahsinin etrafında o bölgenin kimliksizleştirilmesi, denenip de var edilmiş Türkleştirme çabasının bir başka tezahürü, devletin gölgesinin değmesi var edilmek isteniyor. Bütün bu hallerin toplamında o vatan bir ev olma vasfını muhafaza edebilir mi, sahiden var mıdır böyle bir şey, bunca kıyamet koparken.
Akbelen’den, Cudi’ye, Lice’den Dikmece’ye, Datça’dan Beykoz’a pek çok yere, pek çok farklı doğal bitki örtüsü, yabanıl hayata bir biçimde kolluk eliyle, sermaye gayretiyle tüm o devlet denilen cumhurun seçtiklerinin inisiyatifinde yıkımlar bina ediliyor. Sahiden aklı yutan, lal kılan bir cerahatli tahakküm hamlesiyle yaşam zehirlenmeye devam olunuyor iş bu coğrafyada. Yüzüncü yılını arşınladığı söylenen cumhuriyet pratiğinin içinin boşaltılıp aralıksız bir biçimde değneğe dönüştürüldüğü yerde mutlak teslimiyet için zaman mekan hiç fark etmeksizin saldırılar olağan kılınıyor. Normalini çoktan zayi etmiş olagelen bir menzilin gerçeklikten kopuşunda bir eşiğin daha aşılması söz konusu edilir. Bütün bütün tastamam kesintisiz bir cerahat sarmalına dönüştürülen yerdeki hayatın ta kendisi un ufak olunur. Yirmi bir yıllık iktidar deneyiminin suna geldiği yegane şey olan karanlığın her ne şekilde var edildiği de, güncellendiği de, yönlendirilip bizlerin demirbaşı kılındığı da artık açıktır, alenidir. Kurgu değil sahiden, sahici bir katran karanlığına meyleden yerde hayat mefhumunun geleceği ne olacaktır, düşünür müydünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Dikmece Köyünden... - İleri Haber
0 notes
nedennedircom · 1 year
Text
Lilika Ne Demek Pregabalin Bağımlılığı Tedavisi
Tumblr media
Lilika Ne Demek Pregabalin Bağımlılığı Tedavisi Hepinize Merhaba bugün günümüzde sıklıkla karşılaştığımız ve giderek de büyüyen bir problem olan Lilika ''Pregabalin''dan bahsedeceğim. Lilika ın etken maddesi pregabalin tedavi etmek amaçlı üretilmiş bir ilaç. Ancak bu ilacın çok ciddi bir Ağrı kesici etkisi olduğu fark ediliyor. Lilika ''Pregabalin'' bundan sonra da Ağrı kesici ilaç olarak kullanımı günümüzde özellikle nöropatik ağrı dediğimiz yani şeker hastalığına diyabete bağlı, hücrelerindeki bozulmaya ve aşırı uyarılmaya bağlı birtakım ağrı sendromlarında fibromiyaljide yada kansere bağlı ağrılarda, yada bazı kemik, lik hastalıklarda ağrı kesici olarak kullanılmakta. Gelin görün ki bu Lilika ''Pregabalin'' ağrı kesici özellikle madde bağımlıları tarafından çok kolay farkediliyor ve bunu özellikle madde bağımlısı olan ye yani eroin ve metamfetamin kullanan ve bunları bulamadıklarında çekilme belirtisi yaşayan kişiler. Yani bu kişiler birtakım rahatlamaya çalışıyorlar ve bunun bağımlılığını geliştiriyorlar. Lilika ''Pregabalin'' kalp yakıcı bir etki dediğimiz bir etki yapıyor kullandıktan sonra iyi hal olma hali başarı ve iyilik hali, kendine güven hissi, bir gevşeme rahatlama, stresin azaldığı hissi bir cesaret gelmesi gibi bir his ve tarif ediyor hastalar. Evet bunun da bu uyuşukluk halinden dolayı da kullanımının artırılması uzatılabiliyor olması sonrası hastalar bağımlı oluyorlar. Tabii Ağrı kesici olarak kullanılan ilaç dozu aslında en yakın ilikte iki yüz'le dört yüz miligram arasında. Lilika ''Pregabalin'' bağımlılık amaçlı kullananlarda bu altı yüz veya altı yüz'ün üzerine kadar çıkabiliyor dahada artıp dokuz yüz veya bin beş yüz gibi dozlarda kullanabiliyorlar. Yani bir kutu ilaçla hastayı bir ayda tedavi edilirken ağrı problemi olan hastayı bağımlılar bu bir kutu ilacı iki günde tükete biliyor. Lilika ''Pregabalin'' ciddi bir uykusuzluk, sinirlilik, agresiflik, aşırı bir huzursuzluk hali olduğu için de bu ilacı almak istiyorlar yani neden sürekli kullanmak istiyorlar ve bu durumda da bağımlılık sendromu gelişmiş oluyor. Tabii günümüzde çok sık dedik çünkü öyle baktığınız zaman ilacın reçete edilme oranlarının yüzde seksen endikasyon dışı reçete ediliyor tüm dünyada böyle kronik ağrı dışında birçok kullanım nedenleri olarak reçete edilebiliyor. Tabii bu durumda ilacın bağımlılık yapıcı etkisiyle sahte hastalıklar üretmeye, doktora reçete ettirmek için farklı bahanelerle başvurma, ağrı gibi tonların uyuşması gibi nedenlere neden olur ve eczacıları taciz edip almak istiyorlar. Lilika ''Pregabalin'' kullanımına hükümet kısıtlama getirdi yani iki bin on dokuz yılından itibaren ilaç özellikle üçüncü basamak hastanelerde rapor çıkarılarak kullanıma sunulmakta ve doz belirtilmekte ve dolayısıyla herkes bu ilacı yazamıyor. Lilika ''Pregabalin'' çok ciddi bağımlılık etkisi var hem kişiler buna dikkat etmesi gerekiyor Lilika ''Pregabalin'' bağımlılığı günümüzde önemli bir problem ve kullanımda çok hızlı bir bağımlılık gelişiyor. Kimler daha çok bağımlı oluyor, öncesinde madde bağımlısı olan kişilerde, alkol bağımlılığı daha fazla yani özellikle eroin ve metamfetamin kullananlarda Lilika ''Pregabalin'' bağımlılığı çok yüksek oranda. Görülüyor ki Lilika ''Pregabalin'' bağımlılığını bırakmak öyle kendi iradenizle falan olacak bir durum değil tıbbi bir tedavi gerekmiyor ama gerekirse klinikler yapıyor. Mutlaka medikasyon yani ilaç tedavisi alarak doktor kontrolünde olmalı. Lilika ''Pregabalin'' bağımlılığı için bir yardım almak gerekiyor ve bağımlılık günümüzün en önemli problemlerinden ve bağımlık giderek artan problemlerinden biridir. kaynak Read the full article
1 note · View note
yagmurtzl · 3 years
Quote
"İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de."
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört     -      George Orwell
15 notes · View notes
ziyataskirmaz · 4 years
Text
1984
Tumblr media
Kitabın yazarı: George Orwell
Kitabın sayfası: 350
Kitabın yayınevi: Can Yayınları
Orwell'ın 1903 gibi sıkıntılı bir yılda doğması, babasının ve kendisinin de polis olması, iki tane savaş görmesi ve polis olduğu yıllarda yönetimin içinde olup bitenleri görmesiyle dayanamayıp Komünizme ve bazı ideolojilere ve yöneticilere karşı yazdığı eserleriyle resmen bir kült haline gelmiştir. Fakat hayatında edindiği deneyimler maalesef bu kadar kısa bir şekilde yazılamaz.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, ütopik bir gelecekte -ya da geleceğin kabusunda- geçen bir romandır. Dünya o kadar kötü bir hale gelmiştir ki resmen herkes birer robottur. Düşünmek yasak, duygu belirtmek yasak, yönetime aykırı fikir yürütmek yasak, sevişmek gibi bilumum zevkler yasak ve farklı olmak yasaktır. Bu saydıklarım yasakların sadece bir kısmı, bence kimse tam olarak bilmiyor nelerin yasak olduğunu. Tele-ekran denilen bir cihaz ile insanlar izleniyor, dinleniyor ve yönetiliyor. Her tarafta olan bu cihazlar sizin düşündüğünüzü ya da duygu belirttiğinizi jest ve mimiklerinizden algılıyor, ayrıca düşünce polisleri de sürekli etraflarda dolaşıyor. Herhangi bir şeyden dolayı yakalananlar ya çalışma kampına götürülüyorlar ya da buharlaştırılıyorlar, tamamen tarihten silinip yok oluyorlar.
Dünya, üç büyük devlet tarafından yönetiliyor: Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya. Roman Okyanusya'da geçiyor ancak diğer devletlerle arasında bir fark yok, hepsi tamamen aynı. Okyanusya, Doğu Asya ile hep savaşta. Yönetimde tek bir parti ve onun da başında Büyük Birader var, ayrıca kendisinin her yerde gözü vardır. 
İşte, günlük rutininize uymayan bir hareket yaptığınızda başınızın derde girdiği, evlenmek ve çocuk yapmanın tek amacının devlete hizmet etmek olduğu, anneniz veya çocuğunuz -kendiniz de- dahil hiç kimseye güvenemeyeceğiniz ve etrafınızdaki her şeyin yalan olduğu bir yerde yaşayan son insanın yani Winston Smith'in etrafında yaşananları anlamlandırma çabası anlatılıyor romanda. "NASIL'ını anlıyorum: NEDEN'ini anlamıyorum." diye yazmıştı güncesine Winston, günce tutmanın yasak olduğunu bildiği halde. Kendisi kurallara uyuyordu: tele-ekrandan gelen emirleri yerine getiriyor, günlük işine gidip başını hiç kaldırmıyor, rutinini hiç bozmadan devam ettiriyordu; nasıl olsa "küçük kurallara uyarsan, büyük kuralları çiğneyebilirdin" bunu biliyordu Winston. Aslında çok da uzatmanın bir mantığı yok, sizler 1984'ü okumakta benim kadar geç kalmayın, etrafınızdakilere okutturun eğer daha önce okuduysanız yine okuyun. İkiz kulelerden sonra ABD sıkı yönetime geçtiğinde bu roman peynir ekmek gibi vatandaşlara satıldı, 1949'da ilk yayımlandığında Orwell'a "nedamet getiren komünist", "dönek" ve "komünizmi yıkmaya çalışan ajan" gibi lakaplar takıldı. Okumadan önce bunları bilmeniz gerekli.
Alıntılar
"'Seviştiğin zaman içindeki enerjiyi boşaltırsın; sonra da kendini mutlu hisseder ve hiçbir şeyi iplemezsin. Ama senin bu halin onların hiç hoşuna gitmez. Her zaman enerji yüklü olmanı isterler. Bütün o yürüyüşler, bağrını yırtarcasına bağırış çağırışlar, bayrak sallamalar, ekşiyip bozulmuş cinsellikten başka bir şey değildir…'"
"Winston hüngür hüngür ağlayarak, 'Elimde değil,' dedi. 'Gözümle gördüğümü nasıl yadsırım? İki kere iki dört eder.'
'Bak Winston. Bazen iki kere iki beş eder. Hatta bazen üç eder. Bazen aynı anda hem beş hem de üç ettiği de olur. Daha fazla çaba göstermelisin. Aklı başında olmak kolay değildir.'"
7 notes · View notes
ivoryandstardust · 7 years
Quote
“İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.”
George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
10 notes · View notes
paranoyakpollyanna · 7 years
Photo
Tumblr media
1 note · View note
susturunbeynimi · 2 years
Text
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört:
Bir İnsanlık Karabasanı.
3 notes · View notes
korayaker · 3 years
Photo
Tumblr media
Her şeye korku ve nefret karıştığı için, artık hiçbir duygu katıksız değildi.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, George Orwell
18 notes · View notes
1kitap-kokusu · 3 years
Text
Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.
Tumblr media
George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.
Ayrıca 1984 politik romandır. Hikâyesi distopik bir dünyada geçer. Distopya romanlarının ünlülerindendir. Özellikle kitapta tanımlanan Big Brother (Büyük Birader) kavramı günümüzde de sıklıkla kullanılmaktadır. Aynı zamanda kitapta geçen "düşünce polisi" gibi kavramları da George Orwell günümüze kazandırmıştır.20. yüzyılın en etkili romanlarından biri olmasının yanı sıra satış anlamında da çok başarılı olmuştur.Bin Dokuz Yüz Seksen Dört İngilizce edebiyatın ilk ve en ünlü anti-ütopik edebi eserlerindendir
• George Orwell kitabın geçtiği yıl olarak aslında 1980 yılını seçmiştir. Fakat kitabın tamamlanması, Orwell’ın hastalığının da etkisiyle uzadıkça yılı, 1982 olarak değiştirmiş, sonrasında ise 1984 yılında karar kılmıştır. Bunun nedeni ise Orwell’ın kitabın yazımını 1948 yılında tamamlamasıdır. Orwell, 1948’in son 2 rakamının yerlerini değiştirmeye karar verir. Böylece kitap, 1984 adı ile basılır.
2 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Orwell, özgürlüğü Bin Dokuz Yüz Seksen Dört‘te ”İki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmek” olarak tanımlar. Bu tanım özgürlük için genel bir çerçeve çizse de detaylı bir tanımlanmaya girişildiğinde yetersiz görünüyor. “Özgürlük nedir? Özgürlükten mahrum bırakılan birey nasıl özgürlüğünü elde eder?” tarzı sorular cevapsız kalmakta. İşte bu sorulara cevap verme noktasında Yunan Edebiyatının en önemli yazarlarından (belki de en verimlisi) Kazancakis imdadımıza yetişmekte. Kazancakis, Aleksi Zorba karakteri ile özgür insan tanımını formüle eder. Zorba, Kazancakis’in özgür insan tiplemesinin vücut bulmuş halidir. Zorba kendisi dışında hiçbir şeye inanmaz: ”Hayır, hiçbir şeye inanmam! Sana kaç kez söyleyeceğim? Zorba’dan başka hiçbir şey ve hiç kimseye inanmam. Zorba, ötekilerinden iyi olduğu için değil; asla! O da canavardır. Zorba’ya inanırım ama. Çünkü yalnız ona sözüm geçer. Yalnız onu bilirim. Bütün ötekiler hayaldir. Ben, onun gözleriyle görüyor, kulaklarıyla işitiyor, bağırsaklarıyla sindirim yapıyorum. Bütün ötekiler hayaldir diyorum sana! Ben ölünce hepsi ölür. Bütün Zorba dünyası güme gider…Kafka, huzuru tanımlarken “Huzur mu istiyorsun? Az eşya, az insan!” der. Kazancakis özgürlük noktasında Zorba vasıtasıyla benzer bir tanım sunar okuyuculara. Zorba özgürdür çünkü kendisi dışında inandığı kimse yoktur, boyunduruk altında değildir. Dünya Zorba’nın var olması ile anlam ifade etmeye başlamış, yok olması ile anlamını yitirecektir. Öncesi, sonrası veya kendisi dışında cereyan eden olaylar Zorba’nın ilgi alanına girmez. Zorba geçmiş veya gelecekle ilgilenmez, sadece şu anda ne oluyor o umurundadır. Anın önemini idrak ettikten sonra bu farkındalığı yaşama gayesi haline getiren Zorba, özgürdür. Ne geçmişle ne de gelecekle bir bağlantısı vardır, her türlü fuzuli durumdan arınmıştır; dünden, yarından onun için var olan sadece yaşadığı an yani bugündür. O anın değerinin bilincinde yaşar ne çok fazla ne çok az, sadece gerektiği kadar.  “Artık dünküleri hatırlamaktan, yarınkileri istemekten vazgeçtim; şimdi şu anda ne oluyor, o ilgilendiriyor beni. Şimdi ne yapıyorsun Zorba? diyorum, uyuyorum, diyor. İyi uyu öyleyse. Şimdi ne yapıyorsun Zorba diyorum? Bir kadına sarılıyorum, diyor. İyi sarıl öyleyse Zorba, hepsini unut, dünyada başka bir şey yok, yalnız o ve sen. Vira! Zorba karakteri incelendiğinde ütopik unsurlar göze çarpabilir ancak Kazancakis’in bize ideal bir tip sunduğunu unutmamalıyız. Bu karakterin ütopik olup olmaması Kazancakis’in ilgi alanına girmez. Kazancakis kendi özgürlük tanımını şu şekilde yapar: ”Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.” Bu bağlamda Zorba ile Kazancakis son derece tutarlı olarak gözümüze çarpmakta. Kazancakis’e göre özgürlüğün temeli korkudan ve inançtan arınmış bir bünyedir, eğer bu sağlanırsa birey özgürleşecektir. Sağlanamaması durumunda bireyin özgürlüğünden söz edemeyiz sadece tutsaklığın boyutu konusunda farklılık olacaktır.
Tumblr media
Bu noktada Nietzsche‘nin sözünü hatırlamamızda fayda var: ”Özgür mü diyorsun kendine? Sana hükmeden düşünceni duymak isterim…” Nietzsche, özgürlük kavramını Kazancakis’ten farklı olarak kişilerden ve eşyalardan ziyade bireye hâkim olan düşünceler çerçevesinde ele alır. Nietzsche’ye göre herhangi bir düşüncenin boyunduruğunda olan insanın özgürlüğünden söz edemeyiz. Kazancakis, özgür insan tipini Zorba vasıtasıyla inşa ederken, Zorba’nın inanç ve inancın beraberinde gelen sorumluluklardan ne kadar uzak olduğunu birçok kez vurgular. Anı yaşayan Zorba, yeri gelir matem tutması gerekirken toplumsal normları görmezden gelerek içinde geldiği şekilde hareket eder ve dans etmeye başlar. Çevresi tarafından ayıplanması umurunda değildir, çünkü dünya Zorba etrafından dönmektedir; insanların düşüncelerine takılmaz. Eğer insanların düşüncelerine takılırsa onların boyunduruğu altına gireceğinin bilincindedir. Böylelikle özgürlüğün tanımı noktasında Nietzsche ile Kazancakis’in ortak bir paydada buluştuklarını ifade edebiliriz. Kazancakis aynı zamanda iki zıt karakter üzerinden birçok soruya cevap arayışına girer; bir tarafta hayata dair hiçbir tecrübesi olmayan, hayata dair tüm bilgisi okuduğu kitaplarla sınırlı olan ”Patron”, diğer tarafta her türlü hayat tecrübesi tadan ve en önemlisi bu tecrübeler ile yoğrulmuş bir hayat felsefesine sahip Zorba. ''”Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türk’tür, bu Bulgar’dır, bu Yunanlıdır. Ben vatan için öyle şeyler yaptım ki patron tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim… Neden? Çünkü bunlar Bulgar’mış, ya da bilmem neymiş… Şimdi kendi kendime sık sık şöyle diyorum, hay kahrolasıca herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır bu kötü adamdır. İster Bulgar olsun ister Rum, isterse Türk. Hepsi bir benim için. Şimdi iyi mi kötü mü yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça buna da bakmamaya başladım. Ulan ister iyi ister kötü olsun be. Hepsine acıyorum işte… Boş versem bile bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum bu fakir de yiyiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, (…) o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek… Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be… Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.''(Nikos Kazancakis)   
Tumblr media
Geçmiş ve gelecekten son derece uzak olan Zorba, bu yaşam felsefesine elbette ki tecrübeleri ile ulaştı. Bu durumda ilginç bir ironi karşımıza çıkmakta: Özgürlükten dem vuran Zorba, bu düşünceye nasıl ulaştı nasıl bir süreçten geçti? Kitapta yer yer geçmişinden bahseden Zorba bize çok güzel ipuçları vermekte; bu hayat felsefesini benimserken kullandığını argümanlardan sıyrılmış bir Zorba var karşımızda. Geçmişini reddetmiyor, sadece önemsemiyor üzerine düşünmeye değer görmüyor ama bu noktaya nasıl geldiğini de inkâr etmiyor.
İşte bu noktada Zorba’nın tavrı ve geçmişe bakışı arasında ilginç bir bağ kurmuş oluyoruz. Belirttiği üzere “İnsan, uçurumun kenarına varmadan kanatlanamaz.” Zorba bir anda bu düşüncelere erişmedi; aynı matem tutması gereken durumda dans etmesi gibi, eğer dans etmeye başlamasa delirmesi muhtemel olan bir Zorba var karşımızda. Spontane bir tavırla bu durumdan sıyrılıp sonrasında yaşadığı olumsuzluklarda aynı çözüm yöntemine başvuran bir Zorba. Geçmiş ve gelecekten uzak olduğu kadar bir o kadarda yakın bir karakterden bahsediyoruz kısaca. Zorba’nın anı yaşamaktan bahsederken geçmişi ve geleceğini tam anlamıyla unutmamız gerektiği sonucuna varmamızı istediğini sanmıyorum. Zorba geçmiş ve gelecek gibi müdahale şansımızın olmadığı kavramların insanı boyunduruk altına aldığını ve bu tutsaklıktan ancak yaşanan anı ön plana koyarsak kurtulabileceğimize dair verdiği mesaj son derece değerli. Zaten Zorba’nın, geçmişten ve gelecekten sıyrılamamış olan Patrona söylediği şu söz bu felsefeyi özetler nitelikte: ”Hayır özgür değilsin. Senin bağlı olduğun ip, öbür insanlarınkinden biraz daha uzun, hepsi bu kadar…
6 notes · View notes
ugurtasdemir · 11 months
Video
youtube
1984 (Bin Dokuz Yüz Seksen Dört) / Romanın Özeti
0 notes
seslimeram · 11 months
Text
Cümleler Tükenirken...
Tumblr media
Basit cümleler kurulamıyor artık. Mütemadiyen denetlenen, gözetlenen, kuşatılan, daimi bir hal / istenç ile yolundan alıkonulan, yönlendirilen insanın, sıradan olanın meramı tüm bu şimdi döngüsünde rezil rüsva ediliyor. Ne yaradan bahis açan var, ne seçim gürültüsü, gümbürtüsü geçtikten sonra ortaya çıkan karaşın hali ‘sahi’ mevzu eden. Yolun, yordamın ve tüm halleriyle / ihtimalleriyle anlamın paramparça olunduğu, seçim bahsi yinelenirken demokrasinin tam anlamıyla bin dokuz yüz seksen dörtteki gibi yıkımlara denk getirildiği, yolunun kesildiği bir menzilde hakikati anlatabilecek cümleler kurulamıyor artık. Aşağı yukarı kırkı aşkın o yaygın medya, binlere yakalaşmış olagelen niteliği “iktidar propagandası” olagelen yerel televizyon ve radyoların, artık sadece paçavra olarak bildiğimiz gazetemsi temsillerin orta yerinde yara bunca açıktayken mesel konuşturulmaz. Basit cümlelere geçit bırakılmazken birer ikişer direktifler halinde sunulan / paylaştırılan / hizada tutma güdüsüyle yinelenmiş olan her atak ünleme, söz, nutuk; sürmanşet, manşet, bindirme haberler aracılığıyla bildirilip meramın önü alınır. Koca ülke bir kere daha enkaz yığınına dönüştürülen demokrasiye baka baka esir edilir. Böyle bir halle hangi gelecek tahayyülü var edilebilir ki!
Demokrasinin laf ola beri gele haline dair hangi cümle tamamlayıcı olabilir ki, sahiden ama sahiden! Vurgusu dört ya da beş yıllık dönemeçlerde seçim sathı mahalline girildi, giriliyor denildiği andan çıkışına sonuçların belirgin olduğu arafa kadar dillendirilip de sonrasında hemen unutturulan şeyin karşısında hayatın hali nice olacaktır ki sahiden de! Biteviye bir zulmü bina eden, yirmi bir küsur yılı mahvetme retorikleri, denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsünü aralıksız bina etmek üstünden kurumsallaştıran bir ülkede hayatın o ederi ne olacaktır ki sahi ama sahiden de! Bir ümük sıkma cumhuriyet, efendime söz ta meclisten içeri bir çılgın ataklar memleketi, ye, iç, söğüşle, çal, çırp, yüksel daha fazla hep daha fazla semir ile çıkagelen bir hanedanlık düzleminden ülke neresidir, sahiden de her neyin nesidir allasen? Basit cümleleri bıraktırmayan, memleketin dört bir yanını açık bir biçimde çarçur, peşkeş, hicap duymadan yok etmenin eşiğine taşıyan bir yönetim varken hangi sözler lanetlenmiş diye bildirilen sıradanların hakikatini bildirecektir, sahici bir biçimde. Sorgular mıydınız.
Mahir Fırat Fidan’ın, Yeni Özgür Politika’daki haberidir: “Gever'de seçim hemen ertesinde yapılan ev baskınları, gözaltı ve işkenceye dikkat çeken HDP Hakkari İl Eşbaşkanı Şoreş Diri Özel, "Bu baskı ve sindirme siyasetini gayet iyi tanıyoruz. Geri atacak tek bir adımımız yok. İşkencecileri de her yerde teşhir edeceğiz” dedi.
Gever’de yapılan ev baskınlarında işkence edilerek gözaltına alınan ikisi çocuk 7 kişi serbest bırakıldı. Hakkari ÖHD Eşbaşkanı Cevahir Ağrali, gençlerin “Seçimi de kaybettiniz, bundan sonra her geceniz böyle olacak” denilerek tehdit edildiğini belirtirken, Yeşil Sol Milletvekili Onur Düşünmez ise Esedullah Timi’nin iş başında olduğuna dikkat çekti.
Colemêrg’in (Hakkari) Gever (Yüksekova) ilçesinde önceki gün polisler tarafından yapılan ev baskınlarında D.K. (15) ve A.Y. (16) ile Rahmi Terzioğlu, İsa Terzioğlu, Diyar Şedal, Uğur Şedal ve Mustafa Bor adlı gençler işkenceyle gözaltına alındı. Gözaltına alınan 7 kişiye "Örgüt üyesi olmak" suçlaması yöneltildi. Polis Özel Harekat (PÖH) elemanı polislerin işkencesine maruz kalan gençler, aynı gün akşam saatlerinde polis ve savcılık ifadesi ardından serbest bırakıldı.
İşkence ‘baş ağrısı’ oldu!
Hem evinde hem de Emniyet'te işkenceye maruz kalan, feci şekilde darp edildiği kamuoyuna yansıyan fotoğraflarla da belgelenen Mustafa Bor’a sağlık kontrolü için götürüldüğü hastanede ilk olarak “baş ağrısı” yönünde rapor verildi. Avukatların girişimi sonucu darp raporu alındı.
ÖHD Hakkari Eşbaşkanı Cevahir Ağrali, Emniyet'e gittiklerinde Mustafa Bor’a darp raporu verilmediğini öğrendiklerini belirterek, ”Doktor raporu için tekrardan hastaneye gittik ve darp raporu bu defa bizim gözetimimizde alındı” dedi.
Hakkari Barosu da yaşanan polis şiddetine dair etkin bir soruşturma başlatılmasını talep etti.
Her geceniz böyle olacak!
Gever’de seçim öncesi yoğun bir baskı ve yıldırma politikası izleyen iktidarın, seçimin hemen ertesi günü baskılarını büyüterek sürdürdüğünü söyleyen Ağrali, “Bundan önce de birçok kez yaşadık ve gözlemledik. Siyasal iktidar genel olarak yürüttüğü politikalarına yargıyı da dahil ederek, Kürt halkına karşı kullanıyor. Bunun birçok örneğini kolluğun vatandaşa uyguladığı baskı ve işkencelerden, sürekli tekrarlanan toplu gözaltılardan, sürüncemede bırakılan soruşturmalardan, verilen ağır cezalardan anlıyoruz” diye konuştu. “Mustafa Bor’un evine ev aramasına giden kolluğun söylemleri bile birçok şeyi açıklıyor aslında” diyen Ağrali, şunları ekledi: “Kolluk ‘zaten seçimi de kaybettiniz, bundan sonra her geceniz böyle geçecek’ diye tehditlerde bulunmuş. Bu söylem bundan sonra Gever halkına yoğun bir baskının olacağını işaret ediyor.”
Hakkari sonuçlarının hazımsızlığı
Yeşil Sol Hakkari Milletvekili Onur Düşünmez, seçimin hemen ardından yapılan bu gözaltıların Türkiye’nin 5 yıl daha işkencecilere bırakıldığının ispatı olduğunu söyledi. Aynı zamanda avukat ve insan hakları savunucusu olan Onur Düşünmez, “Yıllardır devam eden işkencelere Gever'de bir yenisi eklendi. Hakkari seçim sonuçlarını hazmedemeyenler gençlerimize yöneldi. Maalesef işkenceyi hak gören ve mevzu bahis Kürt olduğunda düşman hukuku uygulayan; yetkisini kanun dışı odaklardan alan kolluklarla karşı karşıyayız” dedi.
Emniyet'in tarikat timleri
Evleri basan PÖH elemanlarının Arapça konuştuğuna dikkat çeken Düşünmez, “Bu hükümetin DAİŞ artıklarıyla yol yürüdüğü hepimizce bilinen bir gerçek. Bu örgütlenmenin tarikatlarca Esedullah Timleri şeklinde olduğu ve bu yapının Emniyet'te görev aldığı ortada. Arapça konuşan, uzun sakallı kişilerin operasyonlara katılması artık yadırganacak bir durum değil, nitekim bu ilk örnek de değil” diye konuştu.
“Esedullah Timi”, “Kanımız aksa da zafer İslam’ındır” şeklindeki duvar yazılarına öz yönetim sürecinde Bismil, Silvan, Sur gibi birçok ilçede rastlanmış ve ilçe şakinleri özel kıyafetli ekibin sakallı olduğunu, Arapça, Azerice konuştuğunu aktarmıştı.
İşkence bir suçtur
Polisin işkencelere kılıf bulmak için ‘şahıslar polise karşı direndi’ bahanesine sarıldığını belirten Düşünmez, “Bu bahaneler sonuç vermeyecek. Her ne kadar hukuka uygun hareket etmeyen güçlerle karşı karşıya olsak da hem ulusal hem uluslararası hukukta işkencenin zaman aşımına uğramadığı hüküm altına alınmıştır” hatırlatmasında bulundu.
AKP’ye ‘hayır’ın sonucu
HDP Hakkari İl Eşbaşkanı Şoreş Diri Özel de AKP-MHP ittifakına karşı çok güçlü itirazın ortaya çıktığını belirterek, seçim sonrasında Kürt kentlerine yönelik bir şiddet ve baskı sistemi beklediklerini söyledi. Diri, şunları dile getirdi: “Bugün seçim sonuçlarına baktığımızda, Kürtlerin yaşadığı alanlarda değişimden ve demokrasiden yana net bir sonucun çıktığını göreceksiniz. Bu baskı rejimi en fazla Kürtleri hedef aldı. Ortaya çıkan şiddet dalgası özellikle Gever'de yüksek bir oranla Erdoğan’a ‘hayır’ denilmiş olmasının bir sonucudur. Arapça konuşan PÖH elemanları, Türkiye’deki paramiliter güç gerçeğinin ürünüdür. IŞİD, EL-Kaide, ÖSO ve son olarak SADAT örgütlenmeleri yakın zaman içindeki örneklerdir.”
Geri atacak adımımız yok
Söz konusu Kürtler olunca Suriye’de de cihatçıların nasıl kullanıldığına ve desteklendiğine herkesin şahit olduğunu kaydeden Diri, şunları ekledi: “Bugün Gever'de ve diğer Kürt kentlerinde kolluk güçleri görünümünde olup ama esasen nereye bağlı oldukları meçhul olan kişilerin ev baskınları ile insanlarımıza işkence yapılması benzer politikaların ürünüdür. Bu baskı ve sindirme siyasetini gayet iyi tanıyoruz. Geri atacak tek adımımız yok. İşkencecileri de her yerde teşhir edeceğiz.”
Mustafa Bor'un annesi Cevahir Bor'un Mezopotamya Ajansından Mazlum Engindeniz'e aktardığı tanıklıktır: “Polisler beni savurarak duvara vurdu” diyen anne Bor, yaşanan o anları şöyle aktardı: “Odaya kilitlenen oğluma yapılan işkencenin sesleri geliyordu. O duvardan o duvara vuruyorlardı. Silahların dipçikleriyle kafasını kırmışlardı ve yüzüne bir cisimle defalarca vurdular. Beni salonda tutuyorlardı odaya girmeme izin vermiyorlardı. Saatlerce hepimize işkence ettiler, hakaretler yapıldı. Sabah 05.00’ten 07.00’ye kadar odaya kapatarak işkence yaptılar.” Oğluna işkence yapılan odanın duvarları, yastık, perde ve parkelerin kan içinde kaldığını söyleyen anne Bor, “Oğlumun ve benim çığlıklarımı duyan mahalleliler yardıma koştu ama kimsenin eve girmesine izin vermediler” diye konuştu.
Daha sonra oğlunun zırhlı araca konulduğunu ve polis şiddetinin burada da devam ettiğinin altını çizen anne Cevahir Bor, şunları söyledi: “Hiçbir gerekçe göstermediler. Sadece bize, 'Mustafa’yı almaya geldik. Onu öldürmeye geldik, yok edeceğiz. Onu sağ bırakamayacağız' dediler. Oğlumun yüzü tanınmayacak hale gelmişti. Bir bardak su bile vermeme izin vermediler. İki tane maskeli polis odada oğluma işkence ederken, bir tane kadın polis de salonda bana hakaretler ve tehditler yağdırarak, ‘Senin ellerini kelepçeler, ağzını yırtarım’ dedi.”
Basit cümleler kurulamıyor artık. Yukarıda Colemerg’te var edilmiş olagelen cerahatli hal ve bitimsiz kötülüğün neticesiz bir yıkıma dönüşümün de basamaklarından birisi olduğu her an capcanlı bir biçimde işleniyor. Bir asır ve onca zaman sonrasında soykırım apaçık, etkin bir faaliyet olarak tezgahta düzenlenirken, yolun / yordamın, hakkın ve hukukun da topyekun çöpe basılması gerçekliğe kavuşturuluyor. İnsanların iradelerine sahip çıkarak bir tahayyül olarak kullana geldikleri oy verme isteminin neticesinde yeniden işkencenin ta kendisi var edilir. İkisi reşit olmayan, insanların başına getirilenler Türkiye’nin de tüm o makus kaderi diye bildirilenin her nasıl vahim bir halde kötülükle hemhal güncellenen bir mesele olduğunu örneklemeye kafi gelir. İşkenceyi savunabilecek kadar gözlerini kin bürümüş temsillerin ortasında bir irade beyanı sonrası çıkagelen her şey ile zaten yerinde yeller esen adalet kavramının da eşitlik ilkesinin de ülkedeki özgür yurttaşlığın da alenen hiç edilmesi kanıtlanır. Daha bundan beteri var mıdır, kalmış mıdır ki sahiden?
Büyük, derinlikli cümleler kurmaya hacet kalmıyor artık. Hakikat bir yerlerde biçimini kazanmaya devam ederken, üstünkörü bir yalanlar silsilesi gerçekmiş gibi duyurulmaya devam olunuyor. Colemerg örneğindeki gibi her şey uzak ötede oluyormuş gibi yanılgı, yanılsama satılıyor. Her geçen gün şiddetini yükselten bir devletin, seçimde karşı tarafın destekçisi olduğu için zulmü bir ülkede reva görebilmesine itiraz dahi var edilemiyor. Olan biten Kürd halkının, bölgede beraberce yaşama mücadelesi veren halkların haklılığına kara çalmak, can yakmak ile biçimlendiriliyor. Demokrasimiz vardır da artık ona ihtiyacımız kalmamıştır kısmına geçişi bir kere daha ivedilikle var eder bir ülke, kaldı işte şayet bir ülke. Tıpkıbasım, replikler, birbirini takip eden taarruzlar ve hamlelerle tüm o Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde var edilenler gelecek dönemin de her nasıl bir halde cendereye doğru koşar adım gidildiğini de anlatmaya kafi gelir. Neyini nasıl izaha girişip bir kere daha yazasınız sahiden!
Bütünüyle bir yıkıcılık üstünden ülke bina ediliyor. Yenilendiği, yeni yüzyılının şatafatlı o neye yarayacaksa belirsiz kılınan sunumlarının arasında, bölge illerinden hak gasplarına dair aralıksız yayınlar çıka geliyor. Şirnex’ten, Colemerg’e, Amed’ten Hezex’ten sınırları aşıp, işgal edilmiş olagelen Efrin, Cinderes, Bab’a kadar bir devlet yenilik mefhumundan bahisler açıp, seksen beş milyonu kucaklamaktan dem vururken yıkıcılığına yepyeni ekler var ediyor. İstanbul’un ortasında Cumartesi Anneleri / İnsanları her hafta öncesini aşmış bir linç ile şiddetle gözaltına alınıyor. Aralıksız yaşadıkları acının akıbetine dair sual eden insanlara zulüm reva görülüyor, budur adalet mücadelenizin karşılığı denilerek istikametin kör karanlık olduğu anlatılıyor. Hak aramak, kaybedilene dair sual edebilmek neden hala “terör” faaliyeti kimse bunu sorgulamıyor. Sormaya gerek duymuyor.
Depremin vurduğu illerdeki yıkıcılık bir yandan, oralarda da seçim ertesi Türk’ün gücünü göstere gelen tahkimat, yerle bir etme, dönüşüm için aralıksız gasplar şekillendirilmeye devam olunuyor. Kentler ayaktaymış gibi bildirilirken, Antakya gibi başlı başına kaderine terk olunmuş yerlerde hayat hakkının un ufak edilmesine devam olunuyor. Hangi cümleler, hangi betimlemeler, ünlemeler bu halleri doğrudan nakledebilir ki? Sahiden her ne yazılsa bütünüyle sınamalara tabi kılınmış bir yerin, yurt olmaktan her anlamda artık kaçırıldığı anlaşılabilecektir ki? Bir girdap kılınmış, gayya kuyusuna benzetilmiş, her günü acılara, çokça vahamete yollanmış / buluşturulmuş bir zeminde hangi cümle bir kalk borusu vazifesini gösterecektir? Bütünüyle ülkedeki her şey sıradan insanlar için tam da o cehennemi hali bildirirken, hangi cümle anlamlıdır... soruyor musunuz... kayda geçsin.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Dilara ŞENKAYA – Reuters via Al Jazeera
1 note · View note