Tumgik
#ingiliz edebiyatı
yorgunherakles · 5 months
Text
ne diye savaşacakmışım troya surlarının dışında,
kendi içimde böylesine amansız bir savaş varken?
william shakespeare - troilos ve cressida
8 notes · View notes
vocabularyblog1 · 2 years
Text
Did anyone give you roses?
Tumblr media Tumblr media
2 notes · View notes
thebilgest · 2 years
Text
Adın ne önemi var? Gülün adı değişse bile kokmaz mıydı aynı güzellikte?*
*Romeo ve Juliet
5 notes · View notes
alwaysfreelife · 2 years
Text
'Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın.'
William Shakespeare, Bazen
1 note · View note
sinekkapan · 3 months
Text
birden istediğim bölümü sorguladım zaten istemiyorum pek tek seçeneğim o diye onu seçicem
2 notes · View notes
coretvena · 2 years
Text
Like an angel statue, ı have wings but if ı fall they can't rescue me
Tumblr media
1 note · View note
umutsuzkediyim · 8 months
Text
Bulunduğum şehirde İngiliz dili ve edebiyatı bölümünü kazandım ikinci üniversitem olacak hadi bakalım... 🌸
36 notes · View notes
sillage-p · 6 months
Text
"ingiliz edebiyatı diplomanla ne yapacaksın?"
"insanların kafataslarını açıp her beynin içinde rengârenk bir bahçe kurmayı planlıyorum."
"karşılaştığım herkes için kelimelerden bir kolye öreceğim."
"hayatımda bir kerecik de olsa sonunda birinin beni duyduğundan emin olmaya çalışacağım."
"bilmiyorum."
— ve bilmemek hiç sorun değil.
~bu defa prenses kendini kurtarıyor / amanda lovelace
11 notes · View notes
iosonoturco · 2 years
Text
Tumblr media
iki adımlık yerkürenin bütün arka bahçelerini gören kadın. nilgün marmara. 2 kız çocuklu balkan göçmeni ailenin şiir ruhlu ferdiydi. istanbul üniversitesi edebiyat fakültesinde okurken buradaki siyasi olayların yarattığı baskıdan dolayı okulunu bırakıp boğaziçi ingiliz dil edebiyatı bölümünde okudu. yaşamı boyunca sylvia plath'ın hayat öyküsüne çok saygı duydu nitekim bitirme tezini de "sylvia plath'in şairliğinin intiharı bağlamında analizi" konusunda yazdı.
Tumblr media
mezun olduktan sonra arkadaşı kaan önal ile evlendi. kendisini ararken farklı şirketlerde farklı görevler alarak çalıştı ama hepsinden kısa süre sonra istifa etti. sylvia plath kitaplarını türkçeye çevirdi. eşinin işinden dolayı 1.5 yıl libyada yaşadı. bu dönemde çok fazla bunalıma girdiğini söyleyen kaan önal, daha sonra eşi öldüğünde "şiir yazdığını bile bilmiyordum" diyecekti. kendisine ithafen intihar etmeden önce nilgün marmaranın yazdığı şiir ise " yabancıların en yakınıydın sen!" şeklinde başlar.
üniversite yıllarına dair bir anısı ise umutsuzlar merdiveniydi. bu merdiven, boğaziçi üniversitesi’nin orta kantininin üstündeki, derslere girmediklerinde arkadaşlarıyla buluştukları özel bir yerdi. arkadaşları nilgün marmara için, derslere pek girmediğini ve garip bir kuş gibi o basamaklara tünediğini söylerlerdi.
Tumblr media
kendisine ölene kadar varolmamış ölümüyle ünlenmiş imlarında sıkça bulunan kocasından ziyade nilgünün kızıltopraktaki evine gelen arkadaşları cemal süreya, ece ayhan, edip cansever, tomris uyar, ilhan berk, küçük iskender, cezmi ersöz ve orhan alkaya gibi şiir camiasında bilinen büyük sanatçılardı. her pazar günü yaptıkları toplantıların ismi fırınlanmış tavuk butlarından gelir "but partisi" derlerdi. en azından cemal süreyya böyle yazmış anılarına. aynı zamanda usta şair cemal süreya ise nilgün marmara‘yı amerikalı yazar f.scott fitzgerald’ın ele avuca sığmayan karısı zelda’ya benzetir ve ona “çılgın zelda” derdi.
Tumblr media
"biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim" diye başladığı satırlarını 13 ekim 1987 yılında 5. kattan atlayarak anlamlandırmıştı. türk edebiyatı büyük bir şairini edinebileceği bir çok eserden mahrum kalarak kaybetti. intihar etmeden önce yazılarını eşine verdiği için yazılmış bazılarından mahrum olduğumuz da benim kendi düşüncem. hayatı gibi kısaca ama bende çok derin izler bırakan şair tutunamayanlar kervanına bu şekilde katıldı. okuduğunuz için teşekkür ederim..
64 notes · View notes
opacarophileeee · 11 days
Note
Hayır bende ingiliz dili edebiyatı mezunuyum. Fakat gündelik dili unutmaya başladım iş terimlerine yöneldim
Doğru güncel de tutmak lazım yoksa gidiyor her şey
2 notes · View notes
yorgunherakles · 4 months
Text
neredeyse her açıdan beden hastalıklarını taklit eder aklın hastalıkları.
henry fielding - tom jones
4 notes · View notes
3391kilometre · 2 months
Text
Tumblr media
Gençlik serüveni… ben hepsine bayıldım sadece bugün adımı sen koy’un başları pek sarmıyor. Hepsinin konuları farklı.
Biri sizi düşünüyor konusu;
İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyan Nazlı ve Ezel, Jane Austen üzerine ortak bir ödev hazırlamak zorunda kalırlar. Ancak bu ödev zamanla Nazlı'nın kendi hayatıyla hesaplaşma işine dönüşür. Geçmişini unutarak kendine yeni bir kimlik belirleyen Nazlı, her attığı adımda karanlık düşlerine biraz daha gömülür.
Ayçiçeği karnavalı konusu;
Bir süre, kardeşinin tahmin ettiğinden daha zor olan hayatını yaşamaya karar veren Dolunay, kendini bambaşka bir dünyaya savrulmuş bulur. Burada tanık olduğu fedakârlıklar, dostluklar ve yüreğinde ilk kez beliren aşk kıvılcımı onun için zamanla bir karnavala dönüşür.
Dolunayda açan çiçek konusu;
Kitap, özellikle dolunayın parlaklığında gerçekleşen olayları merkezine alır ve bu olayların perde arkasındaki sırları araştıran bir yolculuğu takip eder. Dolunayın büyülü atmosferi, hikâyeye mistik bir hava katar.
Düşüncem;
Hepsi kendi çapında güzel kitaplar. Ama ben çok daha güzel kitaplar okudum. Yazarın dili anlaşılır fakat fazla akıcı değil ama beni Ayçiçeği Karnvalı cidden sarmıştı. O yüzden okumanızı tavsiye ederim.
4 notes · View notes
Text
Tumblr media
Nilgün Marmara, 13 Şubat 1958 Moda İstanbul doğumlu kadın şair. Balkan göçmeni bir ailenin iki kızından Aylin olmayanı. Babası Fikri Marmara muhasebe müdürüdür.
Kazandığı Avusturya Lisesi’ni maddi imkânsızlıklardan ötürü okuyamayıp ortaokul ve lise tahsilini Kadıköy Maarif Koleji-Lisesi’nde tamamladı. Okul konusundaki sıkıntılar burada da bitmemiş kazandığı İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü siyasi sebeplerden dolayı bırakmak zorunda kalıp sınava tekrar hazırlanmış, bu kez mezun olmak üzere Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne başlamıştır.
1982’de 24 yaşında üniversite eğitimi sırasında arkadaş ortamında tanıştığı Kağan Önal ile hayatını birleştirmiştir.
“Erken vazgeçişlerim vardı benim,
Seninse erken tükenişlerin,
Ve gece uygun değildi beklemeye.
Yine de bekledim.”
1985 yılında Yrd. Doç. Dr. Cem Taylan denetimde belki de hayatına yön verecek olan “Slyvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi” bitirme teziyle üniversiteden mezun olmuştur. Mezuniyet sonrasında çok uzun süreli olmasa da farklı işlerde tecrübe edinmiştir.
Eşinin işi nedeniyle Libya’da taşınmış ancak 16 ay sonra kendini ait hissedemediği bu yerden İstanbul’ a dönmüştür.
“Ey, iki adımlık yer küre
Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!”
doktorlar onun melankolik yazılar yazmaya, okumaya bir süre ara vermesini ve ilaçlarını düzenli kullanmasını önerdi ancak o hiç dinlemedi ve alkolde çare aramaya başladı. Düzensiz ilaçlar, alkolle birlikte alevlenen hastalığı onu çıkmaz bir sokağa götürdü ve 13 Ekim 1987’de 5.kattaki evinin yatak odasının genelde açmadıkları penceresinden atlayarak, tıpkı 31 yaşında gaz fırınına kafasını sokarak kendini öldüren manik depresif şair Slyvia gibi, yaşamına son verdi.
“Biliyorum, bir gün dayanamayacak küçük kalbim. Arkamı dönüp güvendiğim ve inandığım her şeye veda edeceğim.”
22 notes · View notes
doriangray1789 · 8 months
Text
Tumblr media Tumblr media
SELFIE
sanal ortamlara yüklenmek üzere kişinin kendisini çektiği fotoğraflara verilen genel ada selfie denir.Benim türkçenin literatürüne kültürel olarak "kendimcik" kelimesi yada Cem Yılmaz'ın eklemesine göre de "özçekim" de aynı anlama gelir... hemen her yıl geçen yıla göre %17.000 kez daha fazla kullanıldığı oxford university press tarafından tespit edilerek yılın kelimesi seçilmiş olan bu kelimeye kayıtsız kalmamak adina üzerine bir kaç kelime de ben yazmak istedim... telefonlarda ön kameranın keşfiyle hemen hemen eş zamanlı olarak sosyal medya etkisinin artmasından beri, kendi kendinin fotoğrafını çekmek yaygınlaşırken, bir anda neden bu kadar moda olduğu da üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur... aynaya baktığında ya da yakın çevrendeki insanların seni beğenmesi yetmiyor da "bakın benim gibi birisi burada haa" beyanının digital yoludur... sanırım bunların hepsi ünlü pompalaması ve amerika'nın ingiliz dili ve edebiyatı üzerindeki oyunları.... "rica etsem bir fotoğrafımızı çekebilir misiniz ?" gibi sosyal iletişim isteklerini gündemden düşüren, insanlık tarihinde, toplumsal bağların koparılıp , birey olmanın son halkasına gelindiğini ibretlik vesikalarla gösteren, öncülüğünü -y- kuşağının yaptığı, çılgın ve eğlenceli akımın ise -z- kuşağına nasip olduğu bu kelimenin anlamını bende kullanıyorum seneeee geçen yüzyıl senesi aynı gün 15.09,1823 saat 15:18
5 notes · View notes
menemennpastirma · 9 months
Text
Tumblr media
HELAL OLSUN SANA!
Hüseyin Furkan Erdem:
- "Annem İngiliz Dili ve Edebiyatı 4 sınıf öğrencisiyken, 28 Şubat'ta okuldan atılmış. Allah annemin atıldığı fakülteden sınava girip birinci olmayı bana nasip etti."
YKS Yabancı Dil alanında 500 tam puan alarak birinci olan, İmam Hatip öğrencisi hafız Hüseyin Furkan Erdem.
Kaynak: https://twitter.com/GkhnKhrmann/status/1682099543893065728
3 notes · View notes
Text
Can Yücel / Şiir, kelimeleri bu galaksiye iade etmektir
Tumblr media
"Bir kez gözaltındayken 'Hayatını anlat' dediler, bir başladım, nasıl susturacaklarını bilemediler, sonunda ...tir ol git deyip kovdular." Yaşamını 'en güzel şiiri' olarak niteleyen Can Yücel, yaşadıklarını, düşündüklerini yine kendi üslûbuyla anlatıyor.
İlkokul üçteyim. Küçücük çocuk. Boğaziçi okulunda okurdum. Evden yolladılar. Leyli yollandım. Hem aynı şehirde oturacaksın hem de okula leyli yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Evde, ikiz kardeşimle kavga ediyorum diye yollandım. Benimsemedim. Her şeyi benimsemediğim gibi... Futbol vardı, futbol oynuyordum... İyi bir futbolcu olacaktım. Nasıl gol atacağım hâlâ rüyama girer... Zaten şiirde de hep nasıl gol atacağımın peşindeyim ya! Ankara'da Taşmektep. Ahır gibi. Bombok bir yer. Futbol da yok. Üstelik vekil oğlusun. Bombok bir durum. Hiç sevmedim... Ortaokul bitti. Atatürk Lisesi. Aynı numara, orayı da sevmedim. Klasik şube harikaydı. Harika kadro, Nurullah Ataç, Cevdet Kudret ders veriyor. Nâzım okuyoruz. Dünya edebiyatını tanıyoruz. Latince öğreniyoruz. Sekiz öğrenciyiz. Gazi Yaşargil de orada. Gazi çok çalışkan, bize karışmaz. Orada komün kurduk. Harçlıklarımızı komüne verip para biriktiriyoruz. Dışarı gitmek için. Sonra tüm topladığımızı Gaziciğimize verdik, onu dışarı yolladık.
Hayatta kuş gibiliğe razı değilimdir
Ben babama hep posta koyuyorum. Tek parti numarası vardı ya. Utanıyorum senden derdim. O da niye utanıyorsun diye çıldırıyordu. Arabasına binmezdim. Öyle bir gerginlik işte. Sonunda beni Cambridge'e postaladılar. Bu da çılgınlık. Ben Dil Tarih Fakültesi'nde Almanca öğrenmiştim, Alman edebiyatını biliyorum. İngilizce bilmiyorum. Niye yolluyorsunuz beni Cambridge'e! Çılgınlık işte! Züppelik işte! Cambridge'de Allah muhafaza kuş gibiyim. Ben de hayatta kuş gibiliğe razı değilimdir. Bütün Katolik papaz çocukları benim Latincenin on mislini biliyor. Ben de kafayı modern tarihe taktım. Bertrand Russel derse gelir... Ama hem kuş gibiliğe hem ukala İngiliz numaralarına yokum... Ayrıldım Linkfield'e gittim. Bülent, Rahşan orada. Ali Neyzi, Yavuz Bayraktar orada. Havuzlu, tenis kortlu, lüks evlerde oturuyorlar, ama yemek yiyecek paramız yok. Babam geldi ziyarete. Mezarlıktan ebegümeci toplayıp ikram ediyoruz.. Londra'da resim tarihi öğrenmek için 'Court of Institute of Art'a gidiyorum. Orada bizim ressamları buldum. Avni, Bedri Rahmi'ler, Selim, Şadi Çalık, İlhan Koman. Orada hem eğlendik hem öğrendik... Arada şişeye giriyoruz...
Şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın
İlk şiirimi on yaşında yazdım. Babamın metresi olan hanımın yuvasındaydım. Yuvada bir çocuk öldü. Çok üzüldüm. Arkasından şiir yazdım. Ben mümkün olduğu kadar aile içinde yaşadım. Bütün serseriliğime rağmen aile köklerimi kaybetmedim. Aile değil sade, arkadaşlarım için de böyledir. Öldükleri zaman şiir yazarım. Şiire, babamın yardımı çok oldu. Hep şiir çevresindeydim. Babam okur, babaannem okur... Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana... İngiltere dönüşümde çevreme çok dikkatli baktım. Herkesle beraber olmayı ve dinlemeyi seçtim. Cahit'le, Orhan'la... Bu arada insan şiiri kaybedebilir de. Ama temelde şiir güdüsü yatıyordu. Dili iyi biliyorsan, şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın. Elbette hümanizma beni etkilemiştir. Böyle yetiştim ben. Baba Mevlevihane'de doğmuş, yetişmişti. Babam her ne kadar Batıcı, Atatürkçü, Batılılaşma hareketinin bir yiğini olarak yaşamışsa da Şark edebiyatı, mistisizm, Divan edebiyatı ve bizim temel gökkubbemiz musikisini de birleştirmişti. Ama ben o kadar şanslı değilim.
Aşk, kendine mahsus bir boğa güreşidir
Hayatımda, karım hariç, iki şey sevdim: Şiir ve politika. Şiir nedir, diye sorarlar. "Şiir göklerde uçan nazenin bir balon' değil; o balon çoktan patladı. Benim için şiir akıl ve heyecan meselesidir. İnsan beyninin yalnız yüzde onu bilinir, gerisi meçhul kıta. Şiir, beynin işlemeyen yüzde doksanını harekete geçirmektir. Şiir bir terlemedir. Güneş güneş sözlerle... ve böyle böyle eriyip gider. Dünya gibi tıpkı; döndükçe terleye terleye... Benim gördüğüm, aşk, sevmekten başlayan azgınlıktır. O kadar çok sevmek ve azmak lâzımdır ki aşk için, hiçbir boğa seni tutamasın, hiçbir toreador sana kırmızı şal göstermesin... Evet, aşk kendine mahsus bir boğa güreşidir. Picasso dahi bunu çok iyi bilir.
Diyalektik, şiirde öfke ve sevgi olarak tecelli ediyor
Oktay Rifat'ın söylediği gibi: Kelimeler, günlük konuşma ve iletişimde yıpranırlar. Oysa kelimeler bütünselliğin parçalarıdır. Şiir, kelimeleri bu galaksiye iade etmektir. Bu arada kurulan güzellikler, bütünlükler büyük bir 'happening' olur. Şiir, yaşamı çekip çeviren bir ilke. Diyalektik, şiirde öfke ve sevgi olarak tecelli ediyor. Bu sevgi ve öfkenin diyalektiği eytişimdir. Bu nedenle sevgi ve öfkenin bir bileşimi olarak ortaya çıkar sanat. Olanı kabul yerine olanı değiştirme yolunda bir çabadır, bundan dolayı verimlidir ve önemlidir. Bundan dolayı insan beyninin ince noktalarına kadar giren, süreklilik kazanan bir eylemdir. Şiir, gürültüden müziğe geçmektir. Şiir, evrenin içinde büyük seslerin molekül ve atomlardan başlayan bütünlüğü, bu bütünlüğün müziğidir. Şairin görevi bu musikiyi kurmaktır. Kozmosdan aşağı şiir yazılmaz. Üst tarafı minördür... Harika o ki, insanlar kendi adlarına değil, kâinat adına yazarlar. Bütünselliğin dışında şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bütündür. Şiir bu bütünden çıkan büyük çılgınlıktır. Çok ağır geçen hayatımızın içinde ironi, bütünselliği bozmayacak ana çaredir. Bir direnç kahkahasıdır. Bence kahkaha çiçekleri yaratmak Baudelaire'in 'Şer Çiçekleri'nden daha iyidir. Hiç olmazsa, kahkaha çiçeklerinden LSD yapılır.
Ben ihtiyarım, ilhamım genç
Hayatımda şiirden başka, çeviriyle uğraştım, onun dışında bir iki kısa memuriyetin dışında hiçbir iş tutmadım. Eskiden babaanneme anlatırdım: Bak şimdi, şu yazıdan elli lira kazanacağım, ötekinden şu kadar... diye. Kadıncağız kahkahalarla gülerdi. Hiçbiri doğru çıkmazdı. Para kazanmak için birtakım işler yaptım, tercümeler, fıkra yazarlığı. Ama aldığın para para değil, ekmek parası bile değil. Peki nasıl geçiniyorum? Ankara ve Dragos'daki baba evlerini sattık, Kuzguncuk'ta ev aldım. Artık babam sayesinde parasızlıktan şikâyetim yok. Şiir benim için meslektir. Düne ve geleceğe bakışımla birlikte yürüyen özgür bir meslektir. Son zamanlarda kitaplarımdan gelen parayla yaşamımı sürdürüyorum. Bu benim için çok önemli bir şey. Şiir yazmada intizamım var. Hep şiir düşünüyorum... Ben ki, büyük planlarda, İşçi Partisi döneminde on yıl şiir yazmadım... Şimdi ciddi olarak çalışma olanağım var. Rahatım yerinde. W. B. Yeats'in dediği gibi: Ben gençken ilhamım ihtiyardı. Şimdi ben ihtiyarım, ilhamım genç...
Bazı şeyler ancak çocukça anlatılabilir
Ben hep iki tür düş görüyorum. Ya futbol düşleri ya da erotik düşler. Erotik düşler, eski hikâyelerle. Kadınları çok seviyorum. Kadın erkek çelişkisi çok önemli. Çok yakın bu iki cinsin, bu çelişkiyi, gerilim içinde yaşaması bir mucize. Erotizm, bu gerginliği yaşama. Hayatın temelindeki erotizm bu. En güzel yanı insanları ayakta tutması. Yabancı bir televizyon görüncesinde bitkilerin nasıl çiftleştiğini seyrederken ağlıyorum... Derken, aklıma geliyor Güler'le ilk seviştiğimiz. Orada da ağladığını gülerek hatırlıyorum. Ben yedi yaşında, yetmiş yaşında gibi hissettim kendimi. Yetmiş yaşında da kendimi yedi yaşında gibi hissediyorum. Bundan dolayı iş karışık... Belli bir yaştan sonra insanda çocuklaşma demeyeyim de, dünyaya çocuk açısından, çocuk gibi bakma ihtiyacı doğuyor. Zaten bazı şeyler de ancak çocukça anlatılabilir geliyor bana.
Amerikalı general yüzünden mahkûm olduk
Şiirden değil, çeviriden yattım. Che Guevara'nın 'İnsan ve Sosyalizm'i ile Che, Mao ve bir Amerikalı generalin yazdığı 'Gerilla Harbi' kitaplarını çevirmiştim. Amerikalı general kontrgerillayı anlatıyor. Dava dört yıl sürdü. Amerikalı general yüzünden mahkûm olduk. Şairlerin hepsi hapisane kuşudur. Kendi kendilerine acımaktadırlar ki, insanın en büyük kabahati kendine acımasıdır. Ondan dolayı çok güç çıkıyor şiir, daha doğrusu şair çıkmıyor da şiir çıkıyor ara sıra. Cumhuriyet şiiri, bütün tek parti devrindeki gayretlere rağmen -Hececiler, şunlar bunlar- resmi şiir tutmadı. Şiir resmi kanalın dışında, siyasi olarak da onun dışında duranların inhisarında gelişti. Bu nedenle de menfi bir şey olarak bakılmıştır şiire Türkiye'de. Şimdi otel yaptılar ya, Sultanahmet Cezaevi'nden geçmemiş şair yoktur o devirde.
1980'den sonra şiir ve şair kendine acır hale geldi
Menfiden kasıt öfkeyse sevgiyle beraber olmalı bu. Nâzım'da da böyledir. Ama baskıdan ciddi zarar görmüştür şiir. Gençlere seslenme bakımından ayağı bağlanmıştır, kösteklenmiştir. Kitleye intikali güçleşmiştir. Ondan dolayı da kendi içine kapanmıştır. Hele 1980'den sonra şiir ve şair kendine acır hale geldi. Bir insan için kendine acımaktan daha kötü bir şey yoktur. Benim şiirimde de, siyasetimde de hâkim iki unsur var. Bu iki unsurun çelişkisi ve sentezi, bana yaşama gücü veriyor. Olupbitene ve olupbitenin sorumlularına karşı öfke; olması gerekene, olabileceğe ve onu getirecek olan büyük emekçi ve aydın kitlelerine sevgi... Öfke ile sevgi arasında çırpınan bir çelişkinin içinde yaşıyorum ben. Şiirlerimle de, siyasamla da, bana enerji, akıl ve yaşama sevinci veren şey, öfkeyle sevincin çelişkisi.
Kala kala küfretme özgürlüğü kalacak
Küfrü ve argoyu halk kullanıyor. Yazdığımız şey de halkın nabzı ve ağzı olduğuna göre, elbette bu küfür işi de kendiliğinden katılıyor işin içine. Aslında küfür bir özgürlük davasıdır. Türkiye'de de kala kala küfretme özgürlüğü kalacak. O özgürlüğü de elden bırakmak istemiyorum. Hırgür sevmeyen bir insanımdır. Ama hırgürsüz yaşanmıyor bu ülkede. İkincisi mahcubumdur, fakat artık yırtık olmadan yaşanmıyor. Mümkün olduğu kadar asude, kendini dinleyeek yaşamayı seviyorum, fakat çok patırtılı bir ülke. Bundan dolayı insanın mizaç doğrultuları, bu yaşam içinde kendi sonuçlarına varamıyor.
Aslında bir kül tabağıdır dünya
Hiçbir zaman umudumu kaybetmedim. İnsanlıktan umut kesmem. İnsan, zaman zaman iyimserlik ya da karamsarlık duyabilir. Fakat, insanla ilgili aşağı yukarı bütün gerçekler içinde bir tansık, bir mucize vardır. Bu mucize, umudu getiriyor. Ama umut durduğu yerde olmaz. Kazanarak, çalışarak, savaşarak edinilir. Umudun olmadığı yerde insan 'Herkes koyun gibi kendi bacağından asılır' diyerek, enayi gibi kendini, yaşamayı askıya alır, geberip gider. Aslında bir kül tabağıdır dünya. İçine bir güneş bastırılmış. Amma da izmarit ha!.. Ölmekten değil, ölümün acısı olmasından, işkenceden korkuyorum. Ölüm içimizdedir hep, her doğan çocuğun içinde. Ölüm bütünselliktir. Bu bütünselliği bozacak, beni parçalayacak acıdan korkuyorum. İnsanı ezici, bütünselliği bozucu her şeyden nefret ediyorum. (Cumhuriyet gazetesi / 15 Ağustos 1999)
4 notes · View notes