“gördüğüm her çeşmenin başında ne yapacağını bilen insanlar oturuyordu. gördüğüm her çeşmeden sular içtim. her damla büyütsün beni Allah’ım dedim. sevmeyi öğretsin. dayanmayı. bu insanlar gibi olmayı. ne yapacağını bilmeyi.”
gökyüzü görseydi kahvelerini ,sevincinden ağlardı yağmurlar yağardı kirk gün kirk gece. şimşekler, bulvarlar da konvoy olurdu. ayak bileklerinden sırtına kadar ağrı kalmazdı yeryüzünde. belki bu şehir, bu denli yorgun bakmazdi yüzüme. çocuklar ölmezdi derdi bir şair belki, fakat ben o kadar değilim. çocuklar yine olurdu, evsizler yine kimsesizler mezarlığına gömülürdü sahildeki şarapçı amca yalnızlığını ellerindeki şişelerin arasında sıkıştırdı. birbirine çarptıkca şişeler, dünyanın çarkı bir kez daha donmuş olurdu. bilirim içimden sızan onca acının bir geçit, bir tünelle sana bağlandığını. bilirim, yaşamın onlarca çelişkili hayali anlamsız kılmaya çabaladığını,fakat ben o kadar değilim. ne bir tüfeğe ne de o kadar hızlı koşacak güce sahibim. dağları arşınar, denizleri kulaçlar bu şehir. bu şehir, bedenimi parçalar bir karakolun önüne atar ama bu geçit beni bir hayale bağlar. gökyüzü diyorum, görseydi yeşilini gözlerinin ağaçlar gökte acar, bulutlar yeryüzüne tapardı. bir düş ülkesi olurdu şehrimiz, yürürdük seninle. hayaller gerçeklere nasıl evrilirse, öyle.(Kinyas 'a)/ Kin ve yastan ibaret değilsin...
Ben sıla Erdoğan, adım gibi hep evimden uzak oldum, hep bir eksiklik, özlem oldu içimde, hiç bilemedim nedenin. Zamanla anladım, yanlız kaldıkça anladım ki, ben evime gitmek istiyorum, evsizler gibi, onlar da bir ev istemez mi? Kediler gibi, yağmurda ıslanan her insanın yaptığı gibi bende evime gitmek istedim ama bir sorun var, benim evimin bir adresi yok, ya da bir yerde mi, bilmiyorum. Çünkü benim evim dediğim, bir insanın kalbi... Aslına bakarsanız evim kim, hâlâ bulabilmiş değilim.
Merhaba, ben sıla, bugüne kadar olmayan evini aramış, şimdiyse yorulmuş ve kendini buraya atmış, birgün sesini tüm dünyaya ulaştırırsa, belki evini bulabilir umuduyla size bu satırları yazan kız, benim.
bazen çöküp ağlamak istiyorum. bazı zamanlar bunu istiyorum. feryat figan, ciğer dolusu ağlamak istiyorum. bir yerde olmak istiyorum. bir yer ama o yer değil bu yer. burdan başka bir yer. gitmek istiyorum işte. bir yere gitmek istiyorum yıllardır, yıllardır gidemiyorum ben o yere. yıllardır gidemiyorum ben hiçbir yere. çantamı toplayacak vaktim olmasın istiyorum. çantam dahi yük olmasın. kimse fark etmesin, kimseler beni aramasın. gittiğim yerde de beni tanıyan eden bir insanoğlu olmasın istiyorum. istiyorum ki, ben yalnız kalayım. ben istiyorum ki yalnızlıkla kafayı sıyırayım. günün bütün saatleri balkonda öylece oturayım. ben istiyorum ki varlığımdan haberi olmasın kimsenin. ben istiyorum ki balkonumda begonviller olsun. istiyorum ki yaseminler olsun. ben istiyorum ki pazen geceliklerim olsun. istiyorum ki kedilerim, istiyorum ki kuşlarım olsun. kitaplarım olsun tanrım yalvarırım. yalvarırım yeryüzündeki bütün kitaplar benim olsun. ve bütün kediler. ve bütün kuşlar. ve bütün çiçekler. ve bütün yalnızlıklar. bütün karanlıklar. ben istiyorum ki tanrım, bütün sevdiklerim benim olsun. o kirli sakallı şarkıcıyı da bul getir tanrım. onu da istiyorum. balkonumda dursun. onu bal mumundan bir yunan heykeli olarak kapıma bırak tanrım. yanına kara gül koy. yanına gül suyu bırak. yanına, ne bırakırsan bırak. saçlarım ve yüzüm güzelleşsin o gittiğim yerde, oldu mu tanrım. sokağımdan memurlar ve emekliler harici kimse geçmesin. müzisyenler ve şairler ve ressamlar ve kalanlar arka sokakta yaşasın. olanlar olsun, ben artık gideyim ne olur. çok istersen sen biraz daha zaman geçsin, biraz daha bekleyeyim. ama gideyim bir zaman. ben gidebileyim evsizler yurduna. ben beni bağrıma basacak o memlekete bir vakit gelsin de göçeyim. anlaştık mı. anlaşalım. başka şansın yok tanrım. sen sana emanetsin. kendine ve kuluna iyi bak. ben yolumu zamanlar önce kaybettim.
GAZETE ÜSTÜNDE YAŞAYANLAR, PİŞKİNCE KAPİTALİZM AKLAYANLAR
AKP MKYK Üyesi ve İstanbul Milletvekili Hasan Sert, CHP'ye bayram ziyaretinde vahşi kapitalizmin en yüz kızartıcı savunularından birini yapmış.
Dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 16.793 TL, yoksulluk sınırının 54.700 TL olduğu Türkiye’de bunun hesabını vermek yerine, Amerika ve İngiltere gibi kapitalizmin anavatanlarından örneklerle kendini aklamaya çalışmak pişkinliktir.
Nüfusun yaklaşık yüzde 60’ının açlık sınırının altında yaşadığı bir toplumda, “Başka ülkelerde de gazete üzerinde yaşayan evsizler var”diyerek savunmaya geçmek utanmazlıktır.
Gölgesini satamadığı ağacı bile kesen kapitalizm, hiç kuşkusuz gazete üstünde yaşayan evsizi de normalleştirip ölüme mahkûm eder! Kapitalizmin sözcüsü olmak böyledir işte; ne mantık bırakır insanda ne de utanma!
Resûlullah bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Şehîdin, kul hakkı dışındaki bütün günahlarını Allah Teâlâ mağfiret eder.” (Müslim, İmâre, 119)
Bir zamanlar kendimi vazgeçilmez zannederdim. İnsanların bana ne kadar gebe olduğu hakkında övünürdüm. Herkes gibi benimde sadece bir tercihten ibaret olduğumu öğrenmem acılı yollarımın yeşil ışığıydı sanırım.
Tercih edilmek.. Bir insan nasıl tercih edilir sahi ? Çok çalışkansan birileri senin çalışma arzunu tercih eder veya yetenekliysen birileri yeteneklerini tercih eder, sevinir övünürsün gariban misali. Sömürülmeyi bu kadar istememizin nedeniyse toplum tarafından kabul görmek diye düşünüyorum yada ezilme korkusu.
Bu sömürgeci omurgasız toplumdaki düzende birini sevmeyi tercih etmek.. işte cesaret diye buna derim. Bir kadın vardı hayatımda, anlatmak isterim tekrar tekrar. Dünya güzeli, anlayışlı, saygılı, cesur, kırılgan veya sizin tabirinizle gel desen gelir git desen gider. Bütün kanını içerken kadının, zevk aldığımı hatırlıyorum. Benim için ağlaması, yakışıklı egomu okşardı bense gözlerini yaşa boğmakta taviz vermezdim. Ne aptal narsistmişim kendime hayret ediyorum.
Uzun yıllar dişlerimi çıkarmadım boynundan kadının, izin vermedim benden kaçmasına. Gebe bıraktım kendime, zalimce sömürdükçe sömürdüm leziz kanını. Hayatın benden emdiği kanı ondan geri alıyordum. Ben gücümü toplarken, onu güçsüz bırakıyordum. Aslında farkında olmadan yaptığımı kendime söylüyorum ama hayır ben iğrenç adamım ve farkındaydım. Olayın akışında umurumda mı olmadı yoksa gerçekten mi umurumda değildi meçhul. Ne ara bu kadar kötü biri olabilmişim tuhaf şimdileri düşününce. Küçükken arılara, sineklere dostum diyen, sokaktaki evsizle arkadaşlık yapan evden ekmek arası kaçırıp götüren ben, kan emici bir canavara dönüşmüştüm. Canavarı tercih edecek kadar cesur ve inançlı birini bile alt edecek bir canavar.
Kendime haklı olarak sızlanmakta hiç gocunmam. Hayatım o kadar canavarla savaşmakla geçti ki iyiliği gördüğümde kabullenmemiştim. Hermes kuşu gibi bütün ölülerimle, her canlıya saldırıyordum. Dolandır, çal, döv, ez, biç, sik güç elde et ki, canavarlar seni yemesin. Kazan da kazan, kazan da kazan. En canavar benim. Daha dişlisi olamazdı sefil hayatımda.
Dişlerimi çıkarıp ona tercih hakkı verdiğim an hayatımın dönüm noktası diyebilirim. Sonucunu tahmin edersiniz ki arkasına bile bakmadan kaçtı ve boynunu başka dişlere açtı. Tek umudum başka bir canavarın dişlerine yakalanmaması. Çünkü ne kadar kendini sevip güvense de biliyorum ki bir enkaz bıraktım arkamda. Yıkık, dökük, saçmalık dolu, kırılgan bir enkaz.
Çok değiştiğimi fark ediyorum. Savaşmıyorum mesela artık. Hayatı harp alanı gibi görmektense sevmeye çalışıyorum. Hissedemediğim duyguları canlandırmaya çalışıyorum. Şefkat göstermeye çalışıyorum. Evet cebimde muştayla dolaşıyorum ama kimse dürtmedikçe hayalet gibi izliyorum etrafı. Pek konuşmuyorum artık mesela dinliyorum. Kızmıyorum, uzaklaşıyorum. Zehirli gördüğüm herkesi aforoz ediyorum hayatımdan. Can dostum misal. Kendini tekrar şaşırdığı zaman savaşmadım onun adına, kaçtım 14 yıl sonra. Yalnızlık cidden çok yoğun şu sıralar. Geziyorum etrafta avare gibi bir başıma. Arkadaşlık yapmak isteyenlerden kaçıyorum belki ısırırım diye. Dişlerim bileylendimi bilemiyorum. Korkuyorum değişememekten. Canavar kalmaktan. Bu yüzden son kozumu oynamayı düşünüyorum artık. Sanırım paralı askerliğe gideceğim belki savaşta ölümle yüzleşme umuduyla. Belki dilediğim gibi ölümle yüzleşirsem içimdeki bir kıvılcım yeniden ateşlenir. O kıvılcımdır belki canavarımı öldürüp beni yeniden canlandıracak olan. Oda değilse şayet içi boş bir kabuk zaten çoktan ölmüştür.
"Hazret-i Ömer radıyallahu anh olsa ağzımı yüzümü dağıtırdı iftar sonrası çay ve sigaralardan, Hazret-i Ali radıyallahu anh kâle bile almazdı şu bitirme tezini, bir evsizle çorba içecek kadar cesur olmadığım duyulsa Ensar kız vermezdi, Medineli çocuklar tebessümler fırlatırdı nefsim kanayana dek, tenimi ilk gazvede bırakıp kurtulmak belki, bakışlarıma mescidin kumları bile fazla..."
“ne zamandır bir toz bulutunun arkasından görünüyor dünya. şöyle su gibi kadınlar da ayna gibi erkekler de kalmadı. kime baksam lime lime bir hayat dökülüyor üstlerinden. çöpçü hala görüş mesafemdeyken bile temiz değil sokak, sanki ne yaparsa yapsın kiri arınmıyor şehrin. evler uykulu yaslanmış birbirine. yollar alıngan, duvarlar üstüne çöküyor dibine oturanın. yıllar var bir tek mutlu insan görmedim. sandalyeme hep yılgın, umutsuz, yorgun adamlar çöker; sandalyemi dükkanın önüne atarım, kapıdan hep suskun, korkak, kederli kadınlar geçer.”