Ben hiç düzenli şekilde bir gün anlatımı yapmıyorum. Aklıma ne eserse yazıyorum. 10 yıl önceki öğrendiğim bir şeyden tutun sabah yediğim böreğe kadar. Hayat garip, kuşlar uçuyor, sillagen blogu çiftliği gibi kullanır
Sevgili 35.yaşım ne diyeceğimi bilemiyorum ama en çok da bu şiir ile ifade edebilirim kendimi. İçimde bir çocuk kaldı mı bilmiyorum. Büyüdüm mü emin değilim. Tek hissettiğim çoğunlukla yorgunluk. Bu süreçte istediklerimse pek olmuyor. Zaman diyorum. Geçecek. Garip bir dinginlik de hissetmiyorum desem yalan olur. Hala arıyorum. İçimdeki kendimi. Tamamlanmamış hissediyorum bazı şeyleri... iyi ki doğdum sanırım...
“Aşk güzel şey” der; sevdanın biri. İlhamın vuslat seferinden susuşlara gark ettiğim bekleyiş sayısınca çoğaltırım onu kalbimde. “Biri yok mu, aşk yok mu?” der; gönül saadetimden uçan martılar onun şehrinde yaşamak heyecanına sarılır birden; ben onunla her gün içimden konuştum yokluğunda. Derinden söyledim ona, onu sevmeyi sevdiğimi. Bir başkasıyla olunmayacağını bilmiyor muydu? Onun varlığında aşk her gün temize çekilirken hiç konuşmazken bile bende var olduğunu bilmiyor muydu?
Çelişki veryansınlarında volta atıyorum. Sesi, cennetin öz evladı; gülüşü, kaldırımlara döşenen sevda umudunun bitmez samimiyeti... Özlediğim sesinde temize çektim bugün kendimi, o konuştu; ben dinledim. Konuşamadım...
İnsan, neden sevmeyi garip bir yoklukta tüketir? Tek bir kişinin mutluluğunda demlenmez mi sabahların geceye eren kalpte kalışı?
Kalbimdeki kelebeklerin bugün uyanış vaktiydi; sadece sesini duymakla böyle olduysa bu kalp, bu aşk kaç ömürde kaç mutluluk yaşar?
Aklımın köyünün muhtarı olmuş, artık nasıl vazgeçilir ki? Kaç seneyi devirsem aklımda, kaç seneyi çıkarsam susuşumdan gönül bir tek ona paramparça. Başkasıyla olunur mu ki?
Başkası sevilir mi ki? O varken bir başkası mümkün mü ki? Çiçekten böcekten doğadan pay alır da aşk; onun kalbi harflere değdikçe mutluluk kalbimde yuva kurmaz mı ki?
Sadece kalbinin rüzgarında salınmak isterim. Sadece kalbinin rüzgarında yaprak olmak isterim. Bir belalı başa aşk, bir varlığa ömür olmak isterim. Bilse bir...
Onun kalbinde demlenip varışa ulaşan sevda naçarlığı olup dizilirim belki akşama. Gecenin güftesi onu çalıyorken bana.
Sen şimdi, merhabanın hoşluklarla salınıp kalpte can bulduğu sevgili, geniş bir varlığın yıllara meydan okuyan kalp müptelası; hatırının hep kalışında sakla beni.
Müebbet kalbimin ceza yediği suallere bir selam ver. Hep kalıp çok kal, hiç gitmeyip hep kal bende.
Seviyor şarkılarında salınıp güneşle merhaba diyen kuşlar uçuyor aşka, sevdanın dinlencesinde leylekler de söz ediyor kalbimden. Buradasın sevdiğim; kalbimin yamacındaki en taze gökyüzünde. Sana doğmak nasipse bana senden yana sevda rütbesi yükseliyor sevdiğim.
Bir günde on gün sever gibi, bir ömürde yirmi yıllık bekler gibi. Asrı saadetin kirpiklerinde canlandı gözlerimin yeşili; keşke sende de yalnızca ‘ben’ olabilseydi...
Amed, bir başka şehir, içinde küncülü çörek gibi aşk kokar.
Yılmaz Odabaşı’nın “Ey şehir/Yaralı yatağım benim/Birazdan aksam olacak/Karacadağ’dan kalkan kuşlar saçlarına konacak” ile anlattığı kadim kent Diyarbakır…
Diyarbakır Nakif’in şehridir. Nakif’in sevdası, ilanı aşkı anlatılır. Kırklar dağının kızı, Adilin aşkı Suzan’ı Dicle alınca ağıtlar yakılıyor.
Gazi köşkü serindir/Dicle suyu derindir/Ağlama sen garip anam/Kadir mevlam kerimdir…
Eylül bir başkadır, hele Amed’de bir başkadır. Diyarbakır’da Eylülde hava serinler, bizde yürekler ısınır. Bir aşk doğar, batan günün aksine gizemli kenttin sokaklarında.
Anlatılmaz bir kadın, yürek yakan, bakışları can yakan bir özel kadın. İklimi, mevsimi uymayan topraklardan gelip Amed’de ben aşık ederim diyen bir kadın…
Benden Aşk dile diyen, aşkımla yan diyen bir kadın.
Dicle kadar asi, Kırklardağı kadar gizemli..
Amedin kızı değil ama Diyarbakır’ın aşkı olan bir kadın…
Şu ayna yine susmuyor:
Bu küsmüşlüğün niçin.?
Seni sen üzmüşsün yine belli ki...
Oysa en güzel sen severdin,
Gökyüzüne gönüllü esir sendin...
Kuşlar gibi kelimelerin çevresinde kanat çırparsın.
Sanki mânâ iklimine yol ararsın...
Kahve senin avuçlarında esrarlı kokar.
Sabahlar uyanmanı sabırsızlıkla bekler...
Baharlar gözlerinin kıyısında açar...
Güneş pencerende perdeleri açmanı bekler,
Geceye saçtığın şiirlerin izini sürer...
Sen, bir ben olursun, bir sen, bir biz...
Sen mısra olur, dizelerde diz çöker, erirsin.
En güzel sen sevdin,
En güzel mahrumluğu da sen giydin...
O ayna hiç susmayacak, bilirsin.
O ayna ruhunda, istemesen de işitirsin...
Bir garip geldin, bir tuhaf gidersin...
O kadar güçsüzüm ki sesim bile çıkmıyor. Saat üçtür belki dört uyusaydım ya keşke. Uyanmaktan korkmasam yüz yıl uyurum sanki. Ağaçlar, evler, kuşlar bile uykuda. Bir garip, bir tuhaf, bir huysuzum ki sorma. Sana söyleyemediklerimi bak gaybına söylüyorum. İçinden konuşma! Bu yeryüzü bu gökyüzü iyi güzel amenna. Her işte bir hayır var doğru bunları geçmeyelim. Ama bıktım artık şerden hayır damıtmaktan. Misal şimdi yan yana uyumak var. Uyumamakta hayır var da uyumakta ne mahsur var? Bir güzel olsak ya senle bu anlaşmamazlıklar niye? Secdelere küs alnımda bir kara bir kara. Kalksak gitsek ya şimdi belki Abant olur belki porsuğun kenarı.
2002 yılından beri hem teknik hem de keyfe keder kamp yapıyorum ve 20 yıldır kampçılık konusunda edindiğim en büyük aydınlanma şu oldu: her türlü kamp ekipmanı, sizin hayatta kalmanız için değil, konforunuzu artırmak içindir. aklınıza gelebilecek tüm kamp ekipmanlarının daha hiçbiri icat bile edilmemişken on binlerce yıl boyunca kamp yaparak yaşadık. bu yüzden kamp alışverişi yaparken, ne kadar konforlu olmak istediğinizi düşünerek alışveriş yapın. çok konforlu olmak istemek ayıp değil. ancak kampta çok konfor, yolculukta ve kurulumda düşük konfor anlamına gelir çünkü dünya kadar eşya taşımak zorunda kalırsınız. iyi düşünün.
sırt çantası alacaksanız, kişi başı 50 litreyi geçmemeye çalışın. mümkün olduğunca küçük sırt çantası alın. çünkü insanın garip bir psikolojisi var: çanta büyüdükçe o çantayı doldurma ihtiyacı hissediyor. “nasılsa yer var, belki lazım olur diye şunu da alayım” diyerek çantaya attığınız her şey size ekstra ağırlık, meşakkat, kamp alanında fazladan dağınıklık ve gerçekten lazım olan şeyleri çanta içinde bulma konusunda zorluk olarak geri dönecek. o yüzden 100 litrelik çanta alacağınıza 50 litrelik çantaya sığmaya çalışın. aslında ne kadar az ekipmana ihtiyacınız olduğunu gördüğünüzde şaşıracaksınız.
mutlaka kişi başı 1 tane kafa feneriniz olsun
fenerlerinizin mümkünse hepsinde kırmızı ışık modu bulunsun. kuşlar hariç doğadaki canlıların neredeyse hiçbiri kırmızı rengi göremez. bu yüzden gece karanlığında fener yaktığınızda “noluyo orada!?” diye yanınıza gelmezler. böcekler de kırmızı rengi göremedikleri için başınıza üşüşmezler. kırmızı ışık, doğal hayatın %90’ı için aslında zifiri karanlıktır. insan olmanızın avantajını kırmızı ışık kullanarak yaşayın.
kışın veya çok yüksek rakımda soğuk bir yaylada kamp yapmayacaksınız bulabildiğiniz en makul fiyatlı uyku tulumu işinizi görür (en ucuzunu almayın). 2 kişiyseniz, birbiriyle birleşip 2 kişilik olan uyku tulumları var, çok tavsiye ederim. romantikliğinden değil, 2 kişi aynı tulumun içindeyken çok daha iyi ısınır.
şişme yatak yerine, bulabildiğiniz en kalın matı almanızı tavsiye derim. eğer uzun süreli kamp yapacaksanız ve büyük şehirlerden uzaktaysanız şişme olan hiçbir şeye güvenmeyin. o yatak patlarsa, delinirse, hava kaçırırsa kampınız o anda biter ve kös kös geri dönmek zorunda kalırsınız.
iyi bir bıçak ve bir balta mutlaka alın
baltanın kampçılık sitelerinde satılan alengirli şeylerden olmasına hiç gerek yok, bunların %99’u palavradır. herhangi bir nalburdan alın (balta değil, nacakistiyorum diyeceksiniz), zaten çok daha ucuz olacak. sırt çantanıza asabileceğiniz büyüklükte olsun, çok büyük veya çok küçük olmasın. odun veya dal kesmeseniz bile çekiç gibi kullanırsınız, çadırın kazıklarını daha kolay çakarsınız.
eğer bir camping’de değil de yaban doğada kamp yapıyorsanız hayatta kalmanızı garanti edecek şey üstün yön bulma kabiliyetleriniz veya bushcraftbecerileriniz değil, cep telefonunuzdur. mutlaka yanınızda yedek, ikinci bir powerbank bulunduracaksınız ve acil durumlar haricinde asla kullanmayacaksınız. telefonunuz her zaman şarjı dolu, darbelere ve suya karşı koruma sağlayan kılıfında olacak. kamp yerine gittiğinizde şebeke çekiyor mu, gps’te sorun var mı diye daha çadırı kurmadan kontrol edeceksiniz. tanıdıklarınıza nereye kamp yapmaya gittiğinizi, ne zaman gittiğinizi ve ne zaman dönmeyi planladığınızı haber vereceksiniz. kampı kurduğunuzda tanıdıklarınıza lokasyonunuzu mesaj atacaksınız. sms ile gps koordinatlarını da atabilirsiniz, whatsapp’tan konum da paylaşabilirsiniz. telefonunuzu gereksiz yere kullanmayın
gerçekten hiçbir yerleşimin olmadığı dağ başında kamp yapıyorsanız, başka önlemler de almanız lazım
o bölgenin hangi köye veya mahalleye bağlı olduğunu bulun (google maps gösterir). o köyün muhtarına telefon edin (bir google araması ile 15 saniyede falan öğrenirsiniz numarayı) ve kamp niyetinizi belirtip bölge hakkında bilgilenin. temiz su kaynakları var mı, varsa neredeler? yaban hayat nasıl, yırtıcı hayvan (ayı, domuz, kurt) var mı? zehirli hayvan (mesela yılan) var mı? muhtar ve köylüler bunların hepsini bilir. ne zaman geleceğinizi ve ne zaman döneceğinizi belirtin.
o bölgeye bakan jandarma komutanlığını da öğrenin (muhtarlar bilir) ve onlara da niyetinizi haber verin. merak etmeyin rezil olmazsınız, %99 olasılıkla hem muhtar hem de jandarma sizinle ilgilenecek. bölgeye giderken muhtarını aradığınız köye uğrayın, kahvede oturup 1-2 çay için, taze ekmek alın ve muhtara uğrayıp bir selam verin. yanınızda küçük de bir hediye götürün. minik bir kutu çikolata olabilir. o muhtar sizi asla unutmayacak
çadırınızın bütün kazıklarını mutlaka çakın. düz değil açılı çakacaksınız çadıra göre yaklaşık 120 derece dışa doğru açılı olmalı. şiddetli ve sürekli yön değiştiren rüzgarlar çadırınızı alıp götürmesin.
-kazıkları çaktınız, sıkıca gerdirerek bağladınız. şimdi çadırın etrafını yaklaşık 10 cm derinlikte hendek gibi çevreleyen bir kanal açın. bu hendek yağmur yağması durumunda çadırınızın altına su girmesini engelleyecek. çadırınızın altı kapalı bile olsa bu gerekli.
çadırınızı kurduktan sonra çadırın önündeki alanın çadırınızla aynı büyüklükteki kısmını suyla hafifçe ıslatıp süpürgeyle süpürün. hatta bunu her sabah yapın. zemin sertleşir ve temizlenir. çadırınızın önünde nispeten güvenli bir tampon alan oluşur.
- çantanızda arı örümcek akrep vs sokmalarına karşı amonyak bulundurun. alerjik bünyelerde antidot bulundurmak şart.
- mutlaka ilkyardım çantanız olmalı.
olabildiğince ateş yakmaktan kaçının. illa ateş yakacaksanız sığ bir çukur kazıp etrafındaki tüm yanıcı maddeleri uzaklaştırın. çukurun etrafına taş dizin. dere yataklarından toplanmış taşlardan kaçının ama. içinde hapsolmuş su damlaları taşın patlamasına sebep olur. işiniz bitince mutlaka ateşi söndürün. kendiliğinden sönmüş görünebilir ancak külün altında görünmeyen korlar rüzgarla açığa çıkar ve tehlike yaratır.
- kap kacak bardak vs eşyalarınız esnek plastik veya metal olmalı. cam ürünler kullanmayın
O kadar güçsüzüm ki sesim bile çıkmıyor. Saat üçtür belki dört uyusaydım ya keşke Uyanmaktan korkmasam yüz yıl uyurum sanki. Ağaçlar, evler, kuşlar bile uykuda Bir garip, bir tuhaf, bir huysuzum ki sorma. Sana söyleyemediklerimi bak gaybına söylüyorum. İçinden konuşma! Bu yeryüzü bu gökyüzü iyi güzel amenna. Her işte bir hayır var doğru bunları geçmeyelim Ama bıktım artık şerden hayır damıtmaktan. Misal şimdi yan yana uyumak var Uyumamakta hayır var da. Uyumakta ne mahsur var. Bir güzel olsak ya senle bu. anlaşmamazlıklar niye. Secdelere küs alnımda bir kara bir kara Kalksak gitsek ya şimdi Belki Abant olur belki Porsuğun kenarı. Bayram namazından sonra. Ben anlatsam sen anlasan beraberce ağlasak. Ağlamak anlamaktır benimle ağlasana..
Yıllar yılı içimde biriktirdiğim tüm kelimeleri dökmüştüm işte.
En sessiz ses tonumla, yüzümde onyedi yaş utangaçlığı, elimde yılların sıcaklığını taşıyan birkaç çakıltaşı..
dökülüvermişti işte…
Garip bir hafifleme, garip bir özgürlüktü içimdeki. Suskunluğum da bu yüzdendi belki. Sessizce uzaklaşmış gibi hissediyordum herşeyden. Zamandan, dünyadan, düşüncelerden.
Ya…. diye başlayan hiçbir cümle duymak istemiyor, karşılığı var yada yok umursamıyordum.
Dedim ya dökülmüştü herşey ellerimden. Dedikleri gibi bir alışveriş değildi bu. Bir mahkumiyet, bir gardiyan ilişkisi hiç değil. Anahtarı olmayan bir aleme açılan kapı aralanmıştı.
Sonrası. Sonrası yoktu aslında. Hisler ve düşünceler insanın kendisiyle olan bir alışverişti. Ne verirsen onu alıyordun. Ne hissedersen onu düşünüyordun.
Yaralar, anılar, yalnızlığım. Benim olan şeylerden hiç vazgeçmedim. Geçemem de.
Severim, acı çekerim, yalnızlığımla konuşur, sessizce yürürüm.
Öyle işte.
Şimdi yürüme zamanı yavaş yavaş, aheste aheste.
Etrafta cıvıldayan kuşlar, gökyüzünde bulutlar, yerde çakıltaşları.