Tumgik
#düz yazı
farsmeyus · 9 months
Text
Bir anlamı olmalı insanın!..
İhtiyacı vardır yaşamaya, yaşarken aramaya, aradıkça kaybolmaya.
İsteği vardır aramaya, aradıkça yaşamaya, yaşadıkça kaybolmaya.
İstiyacı vardır insanın, anlam aramaya, yaşamaya, kaybolmaya.
İstiyacım var; yalnızlığa, yalnız kalmaya…
-
İSTİYAÇ 26.07.2023 -Yarın- itibariyle ön satışta!
70 notes · View notes
meralmeri · 1 year
Photo
Tumblr media
Hislerin ve düşüncelerin birbirine karışması ve içinde kaybolmamızın sebebi belirsizlik ve nedensizliktir. İnsanlar zaman zaman böyle bir noktaya ulaşırlar. Ne yapmamız gerektiğini ilk defa sormadan, bilmeden, bunu hiç önemsemeden; günlerce, haftalarca, hatta aylarca bu şekilde yaşayabilirler asosyal veya sosyal olarak. Bunu konuşmak her zaman kolay olmaz. İşte ziyan olmakla yüzleşmek böyle bir şeydir. İnsanlar yaşamları boyunca defalarca kez böyle kaybolmuş ve bulunmanın hazzını daha sonra böyle yaşamışlardır. Ya bu kez durum çok daha ciddi ise? Bulunmak için her yolu denemiş biri ne yaparsa yeniden bulunabilir? İşte bizler çoğu zaman böyle bir noktaya gelebiliriz. Pembe dünyalardan daha ciddi bir noktaya. Gelecek hakkında hayal kuramamak kadar korkunç daha ne olabilir, dediğimiz yere gelebiliriz. "Ben güçlüyüm, bunun da üstesinden gelebilirim. Sen güçlüsün zaten, bunu da başarırsın." diyebilirsiniz veya diyebilirler size. Ama biz öyle bir noktadan bahsetmiyoruz. Biz gelecekten bahsetmeyi bırakmaktan ve bugünden nasıl tat alabilirizi konuşmak ve çözüme ulaştırmaktan bahsediyoruz. Panik yapmadan, sıkılmaktan uzak sarılmaya yakın bir yaşamdan reçete nasıl alınırı keşfetmek istiyoruz. Zoru başarmakla ilgili bir şey değildir bu. Bu yaşamla ölüm arasında bocalamaktan kurtulup, mutlu olma hoşgörüsünü kazanmaktır. Yorulmaktır kimi zaman, kimi zaman ayağa kalkıp yürümek istemektir. Bir işe yaramaktır. Sevmek ve sevilmek istemektir. Bazen de doyasıya ağlamak ve ayılmaktır bu yaşam savaşı.
Meral Meri/ Eski Yel Değirmeninden Notlar / Konuşmak
168 notes · View notes
biredebi · 1 year
Text
Ne yapıyorsun?
Yaşamaya çabalıyorum. Sonunda nerede ineceğimi planlamadan trene biniyorum mesela. Bir elimde defterim diğerinde kalem, yazıyorum olanı biteni. Etrafta gördüklerimi, kadınları, çocukları, sevgilileri. Yalnızlığımı yazıyorum. Aşkı yazıyorum. Sahte ve gerçek aşkı. Senden sonra aradığım ama bulamadığım aşkı. Arkadaşlığı, kardeşliği, kalleşliği yazıyorum; sırtımdan bıçaklayanıda, sırtımdan o bıçağı çekip çıkaranıda. Seni ilk gördüğüm yeri, ilk kez elini tuttuğum caddeyi, sana sarıldığım o istasyonu yazıyorum. İlk kez yanağına kondurduğum buseyi, o buseyi kondurduğum tiyatroyu yazıyorum. Gittiğimiz cafeyi, içtiğimiz kahveyi, yediğimiz yemeği yazıyorum. Aslında hep seni yazıyorum ama sen yoksun ya buralarda o işte benim yapamadığım, barışamadığım. Sen başkasında ve ben yalnız başımayım ya işte onu yazıyorum. Yazıyorum ama yaşayamıyorum.
Şiirler dökülüyor parmaklarımdan kağıda. Durduramıyorum ne kalemi ne de kelamı. Akıyor kalbimden kağıda. Resmen içine işliyor defterin; acım, kederim, efkarım ve yalnızlığım. Sonra deftere bile acıyorum. Yazdığım tüm yaprakları koparıp atıyorum. Defteri görsen içi koparılmış sayfaların arkasında bıraktığı izlerle dolu. Defter ferahlıyor aslında ama bıraktığı izler dahi gösteriyor ne denli acı çektiğimi, ne denli acı çektirdiğini.
Sen yokken bir kadınla tanıştım mesela. Konuştuk aynı senle olduğu gibi; 3 hafta. Seni anlattım ona da. Anlatıyorum ya seni herkese; bakkala, manava, balıkçıya, doktora. Seni anlattığımda acıdı bana önce. Sonra da öfkelendi bana. Neden anlatıyorsun dedi. Belli ki unutamamışsın, ne onu, ne yaşadığını ne de yaşayamadığını. Belli ki yara bandı istiyorsun hayatına onu unutmak için ama ben unutturamam dedi onu sana. Ben o değilim dedi bana. Ben benim dedi bana. Sen ise o olmuşsun haberin yok dedi bana. Senin gibi yapmadı ama. Ağzından döküldü sözler, gördüm duygusunu yüzünde, duydum üzüntüsünü sesinde. Konuştu benimle. Susmadı senin gibi. Susarak değil son bir kez sarılarak gitti bu yaralı adamdan. Yaşa dedi bana.
Ne yaptığımı ben bile bilmiyorum aslında. O kadar çok sustun ki zamanında, ben konuştum şimdi sorduğun soruya. Şimdi sen söyle bakalım: Ne Yapıyorsun?
26 notes · View notes
yazarinsesi · 3 months
Text
Kime göre neye göre?
Anlatmak isteyip anlatamamak, içinde kalmasına yol açmak... Sence doğru olan bu mu? Doğru olan ne peki? Kime göre, neye göre? Anlatmak istediğin konuya göre... Ama içinde kalması ileride "KEŞKE" dememenin bir yolu belki de. Hislerini saklamak, varlığından, kokusundan uzak olmak... Neden içinde tutar ki insan? Neyden korkar mesela? Reddedilmek? Ters tepki almak? Kırılmak, üzülmek, acı çekmek?.. Hayatın içinde sadece mutlu olmak mı vardır sence? Hayır tabii ki de. Acı çekmezsen, üzülmezsen, kırılmazsan, düşmezsen sen, sen olamazsın. Bu hayatta ne kadar çok mutluluk duygusu yaşasak da üzülmemiz, düşmemizde gerekiyor. Düşmezsek kalkamayız. Düşünce kalkmayı öğrenmeli insan... Üzülünce, acı çekip bu acıyı da atlatmayı öğrenmeli. Sen düşünce kalkmayı bildiğinde işte tam o zaman gerçek "SEN" olursun.
4 notes · View notes
bendeniz-hic-kimse · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Senin Merhamet Dediğin Aslında İlgidir Zira Merhamet Kişiye Göre Değil Tüm Canlılara Hissettiğin Değerdir ve İnan Birini Sevmek Ona İyilik Yapmak Değildir Aksine Kendine İyilik Etmiş Olursun Çünkü Merhamet sevgin Künyesidir Onunla Olduğunda konuşamayacağın hiç bir dil çözemeyeceğin hiçbir problem yoktur
13 notes · View notes
geri-geldim · 1 year
Text
Bir adam gördüm yolda, Otuz beş, kırk yaşlarında, Elleri solmuş siyah paltosunun cebinde, Sigarası ise dudaklarında. Kim bilir neler vardı kafasında, Belki de yılların verdiği yorgunluğu sürüklüyordu kaldırım taşlarında, Bir ara eli gitti ıslak ve dağınık saçlarına, O zaman anladım kendimi gördüğümü, Bir mağazanın vitrin camında..
hakan
8 notes · View notes
gecedensonra · 9 months
Text
Geç olsa da anladım yürüdüğüm bu yolun artık bedenimi yorduğunu. Yanıbaşında sandığım insanların arkamı döndüğümde orada olmadığını fark ettiğim de anladım en başından beri yalnız olduğumu.
Her koşulda ihtiyacı olana uzattığım o ellerim kan içinde kaldığında dostum sandığım,arkadaşım sandığım insanların yaramı sarmak yerine tuz bastığında anladım çevremdeki insana benzeyen içi boş bedenlerin sadece kıyafetlerden ibaret olduğunu.
Bedenimin dışına sardığım bu merhamet kalkanı darbe aldı, üzerinden aşan nefret bıçağı kalbime saplandı.
Kin ve haset oklarıyla zayıflattığınız gardım tamamen düştü.
Attığınız bıçak tüm iyi niyetimi kesti,hislerim kollarımdan yere süzülürken kalbimi bütünüyle kaplayan soğuk bedenimde geriye kalan güzel düşünceleri yaktı.
Umursamaz,acımasız,soğuk,ukala gibi görünen bu benliğimin altında yaşanılan herşeyi size borçluyum.
Elinize kıymık batsa yardımınıza koşan ben,tüm fedakarlığımı size sunmuşken arkamı döndüğümde sakladığınız o bıçakları sırtıma vurmakta bir an bile tereddüt etmediniz.
O yüzden bambaşka bir ruha bürünen bu benliğim için hepinize teşekkür ederim.
Eserinize her baktığınızda yaptığınızı hatırlamanız dileğiyle.
Merhametsiz,duygusuz,soğuk bu adamın varolmasında emeği geçen herkese teşekkürler.
İstanbul-2023
#HayatımınÖzeti
4 notes · View notes
aieniki · 11 months
Text
Tumblr media
Nereden bilebilirdim bir karanlıkla mücadele ederken, zifiri karanlığın ta kendisi olacağımı. O karanlığa teslim olacağım kimin aklına gerlirdi ki?
Üstelik kendimi, sanki en baştan beri karanlık olanın kendim olduğuna ve aydınlığı haketmediğime dair yalanlarla kandırdığımı farkettim zamanla. O kadar zifiri olmuşum ki , neredeyse içimdeki aydınlığın çığırışlarını bile duyamaz olmuştum.
En karanlık anlarımda bile, içimdeki aydınlığı, başkalarına ışık olsun diye harcadığım zamanları hatırlıyorum. Başkalarına ışık olabilmek adına, kendimi ışık almayan ücra bir hücreye hapsetmişim meğerse. Başkaları aydınlığa çıkacak ise problem değil di benim müebbetim lakin ne başkasına bir fener olabildim ne de içimdeki parıltıyı koruyabildim. Başkalarını aydınlatacaksam, problem değil yanıp kül olmaya razıydım yeter ki ateşimden aydınlansınlar.
Ancak bu yüzyılın siyahlığına ne bir fener olabildim ne de ateşim yetti onları aydınlatmaya. Başkalarını aydınlatmaya olan inancım da yitip gitti zamanla. Bu zamanlardan birinde, içimde unutmuş olduğum bir ışık hüzmesi adeta deldi geçti içimdeki o zifiri karanlığı. Hatırlattı bana, ışığımın içimde olduğunu.
O ışık hüzmesi zamanla yerini doğudan değil de içimden doğan bir güneşe bıraktı. Ve o güneş fısıldadı ruhuma "Sen karanlıkları değil, karanlıklar seni hak etmiyor" Evet, işte böyle doğdu benim güneşim.
3 notes · View notes
pi-no · 2 years
Photo
Tumblr media
Sıradan dolunaylı bir geceydi bu gece. Sıradan bir gün daha sona ermişti. Neler oldu bitti, bu unutulacak anlardan biriydi yine. Her şeye rağmen güzel bir sessizlik bizi kucaklıyordu. Belki yoldaydık, belki ağlıyorduk bir pencere kenarında, belki sahip olduklarımıza şükrediyorduk, belki isyan edecek bir kederimiz vardı yanı başımızda duran, belki ayrılık anındaydık, belki kavuşmanın tadına varmıştık. Her şeye rağmen, her birimiz bir şeylerin devam etmesini umacak kadar cesurduk.
Ya da şimdi olmalıydı bu.
Meral Meri/ Eski Yel Değirmeninden Notlar / Umut
22 notes · View notes
yazdimdaneoldu · 1 year
Text
karanfil ve sen
Karanfilin değerinin yeteri kadar anlaşıldığını düşünmüyorum. Karanfilin hangi kategoriye girdiğini bile bilmiyorum; baharat mı acaba? İşte tam olarak bu kadar değeri bilinmeyen bir şey karanfil. Çayına katarsın, tat verir; ağzına atarsın, tat verir; babaannen kurabiyesine katar; tat verir. Hoş, ben babaannemi hiç tanımadım. Karanfilli kurabiyenin ne yüce bir nimet olduğunu da ev arkadaşımın annesi yollayınca anladım. Arkadaşıma kurabiyeye bayıldığımı söyledim bir kere ve her fırsatta annesi karanfilli kurabiye yolladı benim için. O arkadaşımla konuşmuyoruz artık ama annesini özledim, annesinin tatlılığını ve annesinin tatlılarını; karanfilli kurabiyesini özledim. Bu özlemimin bir kısmını kendi emeğimle gidermeye çalışırım belki bir öğlen vakti.
Siz hiç lokantada hesabınızı ödedikten sonra kasada sunulan karanfili attınız mı ağzınıza? Ben hatırlıyorum, epey küçüktüm; çok da küçük değildim sanırım. Babamla üniversite için kalacak yurt ayarlama amacıyla İzmir’e gelirken Çanakkale üzerinde bir esnaf lokantasında attım. O şeyin karanfil olduğunu biliyordum, yemekten sonra ağıza konulduğunu da biliyordum fakat amacını o zamanlar pek çözememiştim. Ağız kokusunu temizlemek içinse; bunun için naneli şeker sunulamaz mıydı? Karanfil sunuluyordu. Ağzıma attım. Biraz acı gibi ama bir o kadar da tatlı bir tat yayıldı içime.
Ben karanfili bir insana benzetiyorum. Uzaktan pek bir işlevsiz görünen ancak girdiği yerleri tatlandıran; eğlendiren bir insana benzetiyorum. Bu insana ihtiyaç duymazsın, ta ki onu tanıyana dek. İhtiyacın yoktu ama artık onsuz olmak da istemiyorsun. Yok, böyle olmadı. Aslında hiç ihtiyacın yok ama seçenek sunulsa onu seçersin. Onu istersin. Benim için de bu sendin sanırım. Sana ihtiyacım yoktu, hala yok ama seni istemeden de duramıyorum. Seninle girdiğim her yer, her oda, içtiğim her su, içime çektiğim her sigara dumanı daha bir tatlı oluyordu. İnsanın buna pek ihtiyacı olmaz ama istememesi için bir neden de sunulmaz.
Karanfille benzer yanlarınız olduğu kadar benzemeyen yanlarınız da vardı tabii. Ağzıma attığım karanfili çıkarmanın zamanı geldiğinde bunu bilirdim, çıkarırdım. Ancak seninle böyle bir şey pek olmuyordu. Seninle hayatın doyum noktasına ulaşsam da bunun devamının geleceğini hissediyordum. Seninle hayat, sonsuz bir yolculuktu. Her saniyesi farklı ve çok da tatlı bir yolculuktu. Sona ermemeliydi. Sonu gelmemeliydi. Sonu geldi.
Belki de karanfilin ağızdan çıkması gereken vakti ben değil, sen fark ettin. Belki de senin karanfilin bendim. Belki de ben senin karanfilin hiç olmadım. Olsam, sonum gelir miydi?
Son demişken bahsetmek istediğim bir şey var ki; bazı öpüşlerin son tüketim tarihi varmış. Tükeniyormuş öpüşler, öpüşlerin öncesinde gidişler… Daha yeni fark ettim bu tüketim tarihinden sonra öpüşleri unutuyormuşsun. O sırada midende hissettiğin kelebekler, çarpar gibi atan kalbin, karıncalanan dudakların; bunları unutuyormuşsun. Ben unuttum seninle öpüşmelerimizi. Bana nasıl hissettirdiğini, beni nereden vurduğunu, nereden iyileştirdiğini, nasıl iyileştirdiğini, iyileştirdikten sonraki bakışlarını, bakışlarındaki duyguları… unuttum. Bunları hala hatırlıyormuşum sıraladığıma bakma, bunlar hep oradan buradan duyduklarım, ben seninle öpüşlerimi unuttum. Unutmak ister miydin diye bana bir sorsan; istemezdim derim. Ben hala seni unutmamak için çabalıyorum. Belki bir gün gelir de çözersin diye gazete alıp bulmaca sayfalarını saklıyorum. Siparişlerimle birlikte gelen balonlu poşetleri saklıyorum. Sen gelirsin de benden yapmamı rica edersin diye türk kahvesi alıyorum, ben pek içmem. Sadece seni beklerken arada bir içesim geliyor, sonra bitiyor. Ben pek sevmem ama yine de sen gelirsin diye bitince almaya devam ediyorum. Sen gelir de oturur ayaklarını uzatırsın diye tekli koltuklarımı camın önüne karşı karşıya koyuyorum. Çünkü hatırlıyorum; bulmaca sayfalarını eline alıp koltuğa oturduğunu, kaşlarını çatıp kalemin arkasını dişlerinin arasında kemirdiğini, bir sütunu doldurduğunda yanağında gururla beliren minicik bir gamzenin 2 odalı güneş almayan evimde çiçek gibi açmasını hatırlıyorum. Çocuk hevesiyle halıya oturup balonlu poşeti patlatırken dudaklarının neşeyle kıvrılmasını ve gökyüzünü görmeyen evimde sen farkında olmadan sadece neşenle beni bulutların üstündeymişim gibi hissettirmeni hatırlıyorum. Hatırlıyorum, unutmamak için savaşıyorum.
Hala pilav yaparken bir şeyleri eksik yaptığımı düşünüyorum, sana sormak istiyorum çünkü pilav yapmayı bana sen öğrettin. Asla senin gibi yapamıyorum. Senin yaptığın pilavın bir başka tadı vardı. İçine sevgini katarken bir tutam da şefkat ekliyordun sanırım, bu benim pek alışık olduğum bir tat değildi. Domates sevmediğini biliyorum ve hala domates gördüğümde içim bir garip oluyor. Karınca lafı seni kaşındırıyor, hatırlıyorum; çünkü hala sen duyarsın diye söylemeye çekiniyorum, oysa artık duymayacağının da farkındayım. Annenin verdiği çaydanlıkta çay yapıyorum, içine bir tane karanfil atıyorum, seni unutmamak için sana ve hayata karşı savaşıyorum.
Biliyorum, gelmeyeceksin. Biliyorum, içimdeki bu umut ve unutmaya karşı açtığım savaş boşuna. Gelmeyeceksin, çok acı bir şekilde farkındayım; ama seni beklemekten ve kalan gücümle seni ve senden kalan hatıraları sevmekten başka bildiğim bir şey yok ki benim…
Buraya yeni bir tekel açıldı, sen bilmezsin, senden yıllar geçti çünkü. Ayfer Abla ve kocası Şükrü Abi var, arada büyük çocukları Murat Abi geliyor. Aslında tekel onun sanırım ama o gündüzleri başka bir yerde çalıştığı için haftanın 6 günü Ayfer Abla ile Şükrü Abi var; hafta sonu bir gün onlar tatil yaparken Murat Abi bakıyor tekele. Murat Abiyi de pek severim. Benim bir abim var, olmasaydı Murat Abinin kardeşi olmak isterdim. Pek tanımadığım insanları mümkün olmayacak bir şekilde seviyorum. Sana bu aileden neden bahsediyorum biliyor musun? Onları tanıdığım ilk zamanlar bana bir tabure çektiler, “Otur Meleğim” dediler. Onların Meleği olacak kadar beni tanıdıklarını düşünmüyordum. Oturdum ve bana bir fincan çay ikram ettiler. Çayda pek tanıdık ama bir yerden çıkartamadığım bir tat vardı. Muhabbet sırasında fırsat bulduğum bir arada, ki bu zor çünkü Ayfer Abla bir kere konuşmaya başladığında konu konuyu açar ve susmazdı, çayda karanfil olup olmadığını sordum. O an; anladım değil, fark ettim ya da hatırladım da değil ama pek oturtamadığım bir kelimede karanfilin çaylarda da kullanıldığını gördüm. O gün onların yanından ayrıldıktan sonra bir aktara gidip birazcık karanfil aldım. O gün bu gündür o çaydanlıkta yaptığım her çaya bir adet karanfil atıyorum. Karanfil bana seni hatırlatıyor; sen beni unutmuşken, ben seni unutmamak için sana ve hayata karşı savaşırken. Olur da bu savaşı kaybeder ve seni unutursam diye; seni hatırlamak için hala ve sadece sana dair yazıyorum.
3 notes · View notes
dominoharveyys · 1 year
Text
Bulunduğum ortamda aslında yokum gibi. Kozmosta her şey yerli yerinde mükemmel bir düzende ve tam ortasında öylece dikilen ben şahsi kaosumla yanımdan geçen hiçbir şeye dokunmadan kendimi yakıp yıkıyorum. Bu başıma gelen yıkım benim kendi kendime yarattığımsa dünyanın kıyametini seve seve yazarım. Mahvetmek ve yok etmek hatasız olduğum tek konu. Hata tanımı kişiden kişiye değişir tabii. Şahsen ben ve kafamın içinde çığlık çığlığa koşturan şeytanlar için taş taş üstünde kalmaması, hata yok denektir. Aynı gece başımı yastığa koyduğumda aklımda taş taş üstünde kalmaması gibi. Ya da mutfakta tek başıma sigara içerken göğsümde taş taş üstünde kalmaması gibi. En basit tabiriyle ayakta dikilirken ölüyorum. Tıpkı mevcut yüzyılda yaşayan diğer insanlar gibi kırık kalbimle sanki hiç kırık değilmiş gibi yaşayıp gidebiliyorum. Yazık bize, acısını saklayabilmek için deli taklidi yapan bir dünya insan. Saklamak da acıtıyormuş tahmin etmez, bilmezdim. Ağlamak acıtır sanırdım ağlamamak daha çok acıtırmış.
4 notes · View notes
farsmeyus · 11 months
Text
Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım.
86 notes · View notes
yurekbali · 2 years
Text
Tumblr media
Şairler Annesi Gülten Akın’a 1. Çocuklar düzyazı olmasın diye anneler var Anneler nar çocuklar dağılmasın diye Anneler büyümez ki çocuklar kadar anneler şiir 2. Nasıl yenildik ama yıl bindokuzyüzeylül dak’ka bir gol bir O golden beri Ankaragücü düzyazıdır Eskişehirspor şiir 3. Elma, armut, kavun, karpuz, incir, limon, üzüm, zeytin, vişne, kiraz, erik, canım, nar... Bahçede düzyazı yok ne güzel şiir (çal onları ince çocuk, taze hırsız, turfanda şair) 4. Karatren şiirdir hele Toros Ekspresiyle kafiye tutturursa Cemal Süreya ne demişti ne demişti Cemal Süreya: “-Ağır ol Bay Düzyazı Sen ancak uçağa binebilirsin!” Su içinde mavi şiir okyanus -ötesi aşırı düzyazı deniz New York’a gittiğim gün elbette şiiri bırakacağım 5. Saray, bedesten ve çarşı yaptırdı sarayı som sessizlik kapladı ıssız diyedir Bedestende ipek gibi çarşıda sicim gibi gözyaşı yağdı halktan ağladı kuzu diyedir Otuz altı yıldı ömrü on sekiz gün saltanat sürdü iki yıl da zindan gördü sürmesin bu cem diyedir Şehzade Cem masaldı Cem Sultan şiir yazdığı Türkçe Divan’ı sakladı gazel diyedir Düzyazıdır Avcı Mehmet okladı ceylan diyedir 6. Oturmak düzyazıdır, yürümek şiir 68’de Prag’da ilk bahar bizzat genç şiirdir güz güzel ��arkı nefes marş gazel son çocuklar mevsimidir 2000’de Prag’da son bahar toplu şiirler birincisidir Düzyazıdır karanlık, siyah şiirdir! 7. Muzaffer ol düzyazı, yenilenler şiirdir! - Haydar Ergülen, Düzşiir (Keder Gibi Ödünç) - Görsel: Shinji Nakabori (中堀慎治)
18 notes · View notes
bilgiiik · 2 years
Text
Tumblr media
2 notes · View notes
bendeniz-hic-kimse · 1 year
Text
Tumblr media
Duygusal İnsanlar İçin Acizane Tavsiyem Şudur
İster Eşiniz olsun ister Dostunuz
Senin iyiliğini düşünüyorum diyenlerin
Daha şimdi Aklımdan Geçtin Diyenlerin
Büyülü sözlerini sakın bi hevesle içinizde biriktirmeğin bu tütsülü kelimler size sadece gönül serhoşluğu vermekten
vede olduğunuz yere sızmanızdan başka bir işe yaramaz
O' yüzdendir Bu Dünya Sadece Beklediğimiz Ara İstasyondur, Yuvasına Varmak İstiyen ALLAH’a Sığınsın.
Düz Yazılar
11 notes · View notes
gecedenmisralar · 2 years
Text
Sen aşkı bilmeyen küçük çocuk...
Aşk sürekli birilerini sevmek değildir.
Aşk aldatmak değildir.
Aşk terk etmek değildir.
Sahip çıkmaktır, sadık olmaktır.
Bir gün gitse bile sadık kalmaktır.
Sen çok yanlış anlamışsın bu işleri.
Dolunay
3 notes · View notes