Bir Yolüstü Hikayesi
Oturdum sandalyeme, karşımdaki yeşil panoya ve panonun üzerine önceden iliştirdiğim dekorlara boş boş baktım. Aslında, akademisyenlik hayatım boyunca yapmaya alışkın olduğum rutinim ise gelir gelmez sekreterliğin karşısındaki minik mutfağımsıdan kendime kahve yapıp kendimi derse hazırlamak. Bense o an yerimden kıpırdamak istemiyorum. Gelmiyor içimden. Bir süre daha panoya mel mel baktıktan ve de kafamdan geçen zibilyon fikri kovamayacağımı anladıktan sonra ofis arkadaşım Onur’a dönüp "Ben gidiyorum" dedim ve bölüm başkanının odasının yolunu tuttum.
Bölüm başkanımız ofisindeydi, izin alarak içeriye girdim. 7 yıldır bölümde part-time hoca olarak çalışıyordum ve ilk kez böyle bir durum içindeydim bu yüzden de ne diyeceğimi bilemez bir şekilde konuşmaya başladım. “Hocam” dedim, “Biraz garip duyulabilir ama, sizden izin istiyorum. Fiziksel olarak sağlığım yerinde ama kafam o kadar dolu ki ders anlatamayacam sanırım”. Bu esnada biraz gözlerim dolmuş olabilir. Canım hocam, önce yerinden kalkıp bana bir sarıldı. Sonra oturup, “Tabii ki Zibam” dedi. “Gidebilirsin, çık bir dolaş nefes al ve ne zaman anlatmak istersen de buradayım, unutma”. Ona biraz durumu özet geçtikten sonra çıktım.
E bu kadın nerelere gitsinmişti? Eve gitsem, annem evde ve onu endişelendirmek istemiyorum. Gereksiz drama. Ayrıca biliyorum ki evin duvarları üstüme üstüme gelecek. E ne yapmalı? Bindim arabaya Karpaz’a doğru sürmeye başladım. Yolculuk iyidir.
40-45 dakikalık bir yolculuktan sonra sağda, yol üstünde bir karavan dikkatimi çekti. “Aa ne tatlı yermiş, oturup kitap okurum bir iki de çay içerim” diye düşünerek park ettim. Çayımı söyledim kitabımı okumaya başladım ki, karavanın arkasından iki kişi çıktı ve ak sakallı ve saçlı olan güleryüzlü bir adam bana seslenerek “Gıız” dedi “Ben gaçıyom, buralar sana emanet”. Ben de şaşırdım ama dalga geçiyordur diye düşünerek bozmadan “Tamam abi, bakarım ben” dedim. Bir baktım gerçekten arabaya bindiler ve gittiler. Bana çay veren teyze de yok ortalıkta. Bayaa bayaa yalnız kaldım oturduğum yerde. Bir kaç dakikalık şaşkınlıktan sonra kitabımı okumaya geri döndüm.
Bir süre geçtikten sonra, bana seslenen adam geri döndü ve gülerek yanıma geldi. “Oturabilir miyim?” diye sordu. “Tabii buyurun” dedim ve başladık sohbbet etmeye. Hüseyin Abi, meğerse hayatı boyunca dünyanın bir çok ülkesine gitmiş oralarda çalışmış, yaşamış anlayacağınız kendisi hiç bir yere sığamamış bir gezgin. Tam da kendine yakışır bir şekilde yol üstüne de bir yer açmış hani olur da sıkılırsa arabaya atlayıp gidecek gibi. Velhasıl sohbet muhabbet derken ahbap olduk Hüseyin Abi’yle.
Üzerinden bir kaç yıl geçtikten sonra, sevdiceğimle evimizdeyiz, doğayla içiçe olabileceğimiz yeni bir yaşam tarzı ve bu yaşam tarzına eşlik edebilecek bir iş kurma peşindeyiz. “Party Pooper” olarak da bilinen Kaan karmeşimiz bize hayalimizle ilgili horror storyler kurgularken biz de çözüm ne olabilir diye fikir üretmeye çalışıyoruz. Kaan haklı, bir yer satın alıp oraya bir yer inşaa etmek bize 1-2-3-4-5 numara büyük. E napacayık?
Kaan gittikten sonra biz bir çöktük ve düşüncelere daldık. Sonra sevgilim “Canım, istersen ilahi bir güç de, istersen enerji de adına ne dersen de, ben tesadüflerin bir anlamı olduğuna inanırım, e Kaan da haklı bir yer inşaa etmektense olanı işletmeyi deneyebiliriz. Acaba bir Hüseyin Abi’yi mi arasan?” Aradım. Naptıydın ne ettiydin muhabbetleri sonrası direkt konuya girdim acemice. “Bizim böyle böyle bir fikrimiz var sen Çamaltı’nı ne yapmayı düşünüyorsun?” temalı. Hüseyin Abi’den gelen cevap, “Sen istiyorsan burası senindir Ziba.”
Ne de güzel başlamıştı Yolüstü hikayemiz :) gerisini getirmeyecem, böyle kalsın aklımda :)
0 notes
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK!ÜN NUTUK'TA
EN ÇOK ZORLANDIĞI BÖLÜM !
Nutuk'u yazarken de, okurken de en çok zorlandığı bölüm, en yakın silah arkadaşlarıyla yollarının ayrıldığını hissettiği bölümdü.
Lozan günleriydi.
İsmet Paşa ve Türk Heyeti
17 Kasım 1922 günü Lozan'a hareket etmişti.
Aynı gün Sultan Vahdettin İngilizler'e sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta'ya doğru yola çıkmıştı. Sultan kaçıyordu.
Lozan'da müzakereler sürüyor, kıyamet kopuyordu.
Bir gün, Vekiller Heyeti Reisi (Başbakan) Rauf Bey, Gazi'nin TBMM'deki başkanlık odasına gelerek O'nu, Refet (Bele) Paşa'nın Etlik'teki bağ evine akşam yemeğine davet etti.
Rauf Bey, o günlerde Moskova Büyükelçimiz olan ve şimdi Ankara'da bulunan müşterek arkadaşları
Ali Fuat Cebesoy Paşa'nın da (Salacaklı Fuat) bu yemekte bulunması için Gazi'nin onayını aldı.
Gazi, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa, akşam sofrada bir araya geldiler.
Hatır sormalar henüz bitmiş, yemek bile daha başlamamıştı ki, Rauf Bey Gazi'ye döndü; "Kemal dedi," "davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz. Yemeğin yanı sıra seninle başbaşa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün seninle o konuyu da konuşmak istiyoruz."
Hisleri O'nu yanıltmazdı. Bozuntuya vermedi. "Buyurun, konuşalım !" dedi.
Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı:
"Kemal! Bu Meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor, tüm şikâyetler başbakan olarak bana geliyor"
Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı, "Neyimden korkuyorlarmış?" deyiverdi.
Rauf Bey konuya doğrudan girdi:
"Senin cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor. Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse, senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!"
Gazi donup kalmıştı.
Soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Rauf Bey ise içini dökmeye başladı:
"Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik.
Şimdi vatan kurtuldu. Bize göre "emaneti sahibine" iade etmenin zamanı geldi.
Gazi yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı.
"Peki Rauf, Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?" diye sordu. Rauf Bey"i dinleyelim:
"Kemal, benim babam padişahın baş mabeyinliğini yaptı. Boğazında padişahın ekmeği var.
Şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok.
Üstelik madem sordun, söyleyeyim. Padişah bir İslam halifesi, ben de Müslüman"ım. Dini terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi makamlar. Senin, benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil.
Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetim de mutlakıyet yönetimidir, cumhuriyet değil".
Gazi'nin yüz hatları gerilmişti.
Ev sahibi Refet Paşa'ya döndü; "Sen ne düşünüyorsun Refet?" diye sordu. "Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum, Paşam!..." deyip kestirip attı Refet Paşa. Gazi, masadaki Fuat Paşa'ya, "Senin görüşün Fuat?" diye sordu.
Fuat Paşa Gazi'nin Harbiye'den sınıf, hatta sıra arkadaşıydı. Hukukları daha derindi.
St. Joseph mezunuydu, yani askeri okuldan değil sivil liseden Harbiye'ye biraz da geç katılmıştı. Okul Komutanı Mustafa Kemal'i odasına çağırtmış ve iki genci birbirine tanıştırmıştı:
Selanik'li Mustafa Kemal, Salacaklı Fuat ve Fuat'ı sınıfının çavuşu Mustafa Kemal'e emanet etmişti.
Fuat'ın Fransızca'sı çok iyiydi, Mustafa Kemal'e bu derste çok yardımı oldu. Giderek aralarında uzun yıllar sürecek bir dostluğun köprüleri atıldı ve Mustafa Kemal Harbiye yılları boyunca her hafta sonu Fuat'ın Salacak'taki köşküne "evci" çıktı. O nedenle aralarındaki hukuk daha derindi.
Fuat; "Paşam", dedi, "biliyorsunuz uzun süredir Moskova'dayım, duruma muttali değilim, izin verin birkaç gün düşüneyim, yanıtımı sonra veririm!.. Yani o bile, "Kemal, ben senin arkandayım!..." diyemedi.
Masada olmayan dördüncü kişi, Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum'daydı ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak kararı bekliyordu.
Beşinci kişiyse, kendisiydi.
Anadolu'ya çıkan ilk 5 komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu.
"Benden ne yapmamı istiyorsunuz?" diye sordu Gazi. "Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver!" diye yanıtladı Rauf Bey. "Bana bir kâğıt verin"…
Bağ evinde gece yarısı kâğıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hırsla yazdı: "Günü geldiğinde Padişahla ilgili kararı en yüce icrai organ olan TBMM verecektir." Yüksek sesle okudu ve sordu:
"Bu sizi ve Meclisi tatmin eder mi?
Bunu yarın çıkıp okursam, sizce Meclis tatmin olur mu?"
"Hah, işte bu olur. Bunu çık yarın kürsüden oku!...", dedi Rauf Bey.
O Meclisten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı. Bunu biliyorlardı. Masadaki komutanlar rahatladılar.
Sofra, buz gibi olmuştu. Ayrılırlarken, Etlik sırtlarından yeni bir gün ışıyordu. O günden itibaren Gazi yollarını da bu arkadaşlarından ayırmak zorunda olduğunu görmüştü. Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını aynen okudu.
Meclisle ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı. Öyle de yaptı.
1921 Anayasasına göre Meclis her iki yılda bir seçim yapmak zorundaydı. Meclis 23 Nisan 1920'de açıldığına göre, seçimleri yenilemenin zamanı gelmişti. Doğal olarak da seçimlere gidildi. Gazi, bu Meclis'ten kurtuluyor gibiydi. Komutanlar yeniden endişeye düştüler: "Ya, Kemalist bir Meclis gelirse!" Bunun üzerine yeni bir plan kurdular. Mustafa Kemal'i Meclis'e sokmamanın yolunu arayacaklardı. Seçim Yasası'nı değiştirmeye karar verdiler.
Erzurum Milletvekili Necati Bey, Samsun Milletvekili Emin Bey, Mersin Milletvekili Albay emeklisi Çolak Selahattin Bey, bir önerge hazırladılar:
Buna göre:
1. "Bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri, Misak-ı Milli sınırları içinde olsun!..
"Selanik dışında kalmıştı.
2. "Milletvekili adayı adaylığını koyduğu yerde en az beş senedir oturuyor olsun!"
Mustafa Kemal o cephe, bu cephe hayatı boyu koşturmaktan ötürü değil beş yıl, hiçbir yerde sürekli beş ay oturamamıştı ki.
Hedef belliydi. Bu yasa özel olarak kendisi için hazırlanmaktaydı. Hem de en yakın silah arkadaşları tarafından.
Bu önerge verilince, kürsüye zorla çıktı ve avaz avaz: "Doğum yerim Selanik Misak-ı Milli sınırları dışında kalırken, devlet Selanik'i tek kurşun atmadan Yunan'a verirken, bu millet bilsin ki ben diğer bir yurt köşesi Derne'de savaşıyordum"
Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru. Otursaydım, o zaman Bingazi'de, Derne'de, Sina'da, Filistin'de olamazdım. Çanakkale"de, Kafkaslar'da, Sakarya'da olamazdım. Ama ben oralarda olamasaydım, bu efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misak-ı Milli sınırları dışında kalırdı...
Şimdi millete soruyor ve yanıtını milletten bekliyorum. Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor?..."
Hayır, millet onlar gibi düşünmüyordu. Çuvallar dolusu telgraflarla olayı protesto ettiler, önerge geri çekildi ve Mustafa Kemal Ankara'nın Bâlâ ilçesinden milletvekili seçilerek Meclis'e girdi.
Cumhuriyeti de kurdu.
Gazi bu olayı hiç unutmadı.
Nutuk'ta da tüm ayrıntısıyla yazdı. Falih Rıfkı Atay, Çankaya–Atatürk Devri Hatıraları, Dünya Yayınları 5
Cilt II, s.460).
Alıntı Doç. Dr. Orhan Çekiç
2 notes
·
View notes