Neden Olmasın?
Sanat bir pratiktir. Bireyseldir ancak sosyal olarak da yapılabilir. Sosyal olarak yapıldığında hem bireysel bir pratik gerçekleştirmiş oluruz, hem de sosyal bir pratik olarak toplumsaldır.
Sanat bir metot olarak kullanılabilir. Sanatın metodu yoktur, çünkü sanat bir metottur. Bir şeyi gerçekleştirmenin ya da bilgiye, o bilgiyi oluşturarak ulaşmanın bir yoludur. O bilgiyi pratik ederek, var ederek ulaşmanın; ulaşılamasa dahi teoride var etmenin; hayal etmenin bir
yoludur. Tam da bu nedenle bir zeka işidir. Zeka ile ilgili bir uğraştır. Zekayı anlamaya ve geliştirmeye yönelik bir pratik olarak sanat, mekanizmasındaki davranışlar gereği bireyi ve toplumu geliştirici bir araç olarak kullanılabilir.
Empati, hoşgörü, katılımcı, özgürlükçü, ‘iyi’leştirici, ifadeden yana, kaynaştırıcı, farkındalık artırıcı, bir yanı keskin olsa bile eşik geçişlerinden sonra sakinleştirici…
Bu terimlerin bütününün aynı anda bir yerde durarak bir çağrışımın parçaları olduğunu kavramakta fayda buluyorum.
Bu kısmı, zihnimizde görselleştirmekten faydalanarak ifade etmek için bir benzetmeden yararlanmak uygun olacaktır; Plastik sanatlar pratiği de tıpkı müzik pratiği gibi bireysel olarak da yapılabilir, sosyal olarak da yapılabilir. En baştan hayal etmeye başlayalım:
Tek başına mırıldanan bir müzisyen düşünelim. Sadece sesini kullanarak müzik yapan bu kişi tek başına hiç ses olmayan bir yerde olsun.
Şimdi bu kişi sesini kullanmanın yanına bedenine vurarak ritim tutmasında eklesin.
Şimdi bu ritme şarkı sözlerini söyleyerek eşlik etsin.
Şimdi bir enstrüman çalsın.
Enstrüman ile birlikte şarkı söylesin.
Bu kez bir bilgisayar kullanarak pek çok enstrümanla müziğini yapsın, sözlerini kaydedip eklesin.
Gelin işi sosyalleştirmeye başlayalım:
Şimdi bu müzisyenin yanına bir müzisyen daha getirelim. İki kişi enstrümanları ve sesleriyle müzik yapsın.
Şimdi yanına bir kişi daha gelsin, hoş bir trio dinleyelim.
Dört olsun, beş olsun, sekiz olsun.
Bir grup müziği dinliyoruz.
İşin boyutunu biraz değiştirelim;
Şimdi müzisyenlerimizin sayısını elliye çıkaralım.
Biraz da orkestra müzik yapsın.
Orkestra.
Biraz hayal gücümüzü devreye sokalım.
Beş yüz kişi olsun.
Az mı?
1500 olsun.
Haydi 5000 olsun.
5000 kişi, 5000 enstrumanlık bir orkestra…
Çok mu abartılı oldu?
Hayal gücümüzü daha devreye sokmadığımızı belirtmek için bir bilgiyi paylaşmam gerekiyor.
2013 yılında bir grup müzisyen bir araya gelerek Guinness rekorlarına dünyanın en büyük orkestrası olarak giriyor. Konuyu uzatmamak adına tüm detayları bir kenara bırakıp bu orkestranın müzisyen sayısına odaklanalım: 7548.
7548 müzisyen, 7548 enstrüman.
Evet, bu hayal değil. Bir gerçek.
Tam bu noktadan hayal kurmaya başlayalım.
500.000 müzisyenin oluşturduğu bir orkestra hayal edelim. Orta halli bir kentteki herkesin aynı anda müzik yaptığını düşünelim. Oldu ki bir takım araçlar üretmiş olalım, bu araçları kullanarak tüm kent tıpkı o rekordaki orkestra gibi bir eseri icra etmiş olsunlar.
Hayalleri büyütelim;
6.000.000 kişilik bir insan topluluğunun aynı anda müzik yaptığını.
Peki 100.000.000 kişi? Koca bir ülke kadar insan. Hayal edebiliyor muyuz?
Hangi iletişim araçları kullanılarak canlı bir performans yapabiliriz ki?
3.000.000.000 insandan oluşturalım bu orkestrayı.
3 milyar.
Tam bu noktada 3 milyar kişinin bir kıtada toplanıp aynı anda gökteki notalara bakarak bir eseri seslendirmesini hayal edersek bu biraz ‘din’ olur. Sanat distopyasından çıkabilmek adına sanatın şu iki değerini devreye sokmamızda fayda var: özgürlük ve özgünlük. Bu kadar büyük bir topluluğun bir ucunda farklı ritimler, diğer ucunda farklı sesler, öte ucunda farklı eserler çalsalar bunun ne zararı olabilir?
Bu noktada ‘eser’ önemini yitiriyor, ‘sanat pratiği’nin kendisi bir süreç olarak değerin merkezine doğru yerleşiyor. Burada önemli olan sanat yapmak. Süreç içinde gerçekleşen, zamanın bir bölümünü deneyimlenebilecek bir biçimi olarak ‘sanat’.
Tüm insanlık.
Yeryüzünde yaşayan ve yapmak isteyen tüm insanlarla birlikte,
hep birlikte sanat yapmak.
Yazmak ruhumdan bir şeyleri alıp götürürken aynı zamanda ruhumu besliyor. Hayat kaygılarımı, endişelerimi alıp götürüyor ve bu sayede hayal dünyamla baş başa kalıyorum. Orası güvenli, oraya kaygılarım el uzatamaz...
TaleStories.com: Çocukların Hayal Dünyasına Yolculuk
TaleStories.com, çocukların hayal dünyasını zenginleştiren, eğlenceli ve öğretici içerikleriyle dolu bir masal ve hikaye platformudur. Sizleri, kısa hikayelerden büyülü masallara kadar uzanan bir dünyada çocuklarınızla birlikte unutulmaz bir maceraya davet ediyor.
Çocuk Masalları: Masalın Büyülü Dünyası
TaleStories.com, çocuk masallarıyla dolu bir masal kütüphanesine ev sahipliği yapıyor. Renkli karakterler, sürükleyici hikayeler ve öğretici mesajlarla bezeli masallar, çocuklarınızın hayal dünyasını geliştirmek için ideal bir kaynaktır. Her masal, çocuklarınıza değerli yaşam dersleri sunarken eğlenceli bir okuma deneyimi yaşatır.
Masal Oku: Eğlence ve Öğrenme Bir Arada
TaleStories.com'un Masal oku bölümü, çocuklarınızın hayal gücünü canlandırmak ve onlara eğlenceli bir öğrenme deneyimi sunmak için tasarlanmıştır. Kolay erişim ve interaktif bir platform üzerinden çocuklarınız, istedikleri masalı seçebilir ve eşsiz dünyalara adım atabilirler.
Hikaye Oku: Kısa Hikayelerle Büyülü Anlar
Kısa hikayeler oku seçeneği, çocukların kısa ve öz hikayelerle keyifli zaman geçirmelerine olanak tanır. Her hikaye, çocukların dikkatini çekerken aynı zamanda hayal güçlerini geliştirmelerine katkı sağlar.
Neden TaleStories.com?
Eğitici İçerik: TaleStories.com, eğlenceli ve öğretici içerikleriyle çocukların dil becerilerini geliştirmelerine katkı sağlar.
Güvenli ve Renkli Platform: Çocuklarınızın güvenliği ön planda tutularak tasarlanmış renkli ve etkileşimli bir platform.
Ebeveyn Kontrolü: TaleStories.com, ebeveynlere çocukların erişimini kontrol etme imkanı sunarak güvenli bir çevre sağlar.
TaleStories.com, çocuklarınıza hem eğlence hem de öğrenme sunan bir dünya inşa ediyor. Çocuk masalları, Kısa hikayeler oku, Masal okuma, hikaye okuma ve daha fazlası için hemen TaleStories.com'u keşfedin. Çocuklarınız, hayal dünyalarına bir adım daha yaklaşsın!
Emreeee bi kitap hediye ettiler sofie nin dünyası nasıl bi kitap biliyomusun
Bu kitap benim okuma listemdeydi bu arada kitap mi hediye ettiler şanslıymissin ebsnsbddb Felsefik bir kitap yani okumadim ama kitapta felsefe tarihi boyunca sorulan butun sorular bi hikaye uzerinden anlatiliyordu diye hatirliyorum genel olarak çok ovulen bir kitapti 500 kusur sayfa bildiklerim bunlar daha once 1k üzerinden inceleme okumustum felsefeyi en basindan bilmene gerek yok ana karakter 14 yasinda biri oldugu icin ona felsefeyi ogretiyordu hikaye ustunden anlatiliyor okumani tavsiye ederim baya yuksek puanli ve begenilen bir kitap
Teen Wolf, 2011 ile 2017 yılları arasında yayınlanan bir Amerikan televizyon dizisidir. Jeff Davis tarafından yaratılan dizi, adını taşıyan 1985 yapımı filme dayanmaktadır.
Hikaye, Tyler Posey'in canlandırdığı Scott McCall etrafında şekillenir. Scott, bir kurt adam tarafından ısırılan ve doğaüstü yeteneklere sahip olan bir lise öğrencisidir. Scott, yeni kimliğiyle başa çıkarken bir yandan tipik ergen sorunlarıyla uğraşırken, diğer yandan da diğer kurt adamlar, avcılar ve efsanevi yaratıklar gibi çeşitli doğaüstü tehditlerle mücadele eder.
Dizi boyunca, Scott'a en yakın arkadaşı Stiles Stilinski (Dylan O'Brien), Allison Argent (Crystal Reed), ve gizemli Derek Hale (Tyler Hoechlin) gibi diğer doğaüstü varlıklar eşlik eder. Karakterler, karmaşık ilişkiler, kişisel gelişim ve doğaüstü ile insan dünyası arasındaki sürekli mücadele ile karşı karşıya kalır.
Teen Wolf, ilgi çekici hikayesi, karakter gelişimi ve aksiyon ile dramın uyumlu bir karışımı nedeniyle geniş bir hayran kitlesi kazanmıştır. Dizi, doğaüstü öğeler içermesine rağmen tipik ergen sorunlarına da değinerek izleyiciler arasında geniş bir kitleye hitap eder.
Dizi ilerledikçe çeşitli mitolojilere ve yeni doğaüstü varlıklara yer verir, bu da karmaşık ve gelişen bir anlatı oluşturmuştur. "Teen Wolf," doğaüstü genç drama türü hayranları üzerinde kalıcı bir etki bırakarak altıncı sezonu ile sona ermiştir.
"Bir zamanlar, derin bir uykunun ardında gizemli bir rüya dünyası bulunuyordu. Bu rüya dünyası, insanların gerçeklikten kaçarak farklı deneyimler yaşadığı bir sığınaktı. Yöneticisi ise gizemli varlık Hoba idi, insanların mutluluğa ulaşmalarına yardımcı olan bir kılavuz.
Hoba, uzun yıllardır rüya dünyasının dengesini sağlamak için çaba sarf etmekteydi. Ancak bir gün, içinde bir boşluk hissetmeye başladı. Sadece insanlara yönelik mutluluğun var olduğuna inanıyor ve kendisi için gerçek bir mutluluk kaynağı bulamıyordu. Hoba, insanların uykuya dalıp bu rüya dünyasında yeni deneyimler yaşamasını izlemekle sınırlıydı.
Ancak bir gün, Hoba, sıradan bir insanın rüya dünyasında farklı bir deneyim yaşadığını fark etti. Bu insan, her gece uykuya dalmadan önce kendini sonsuz bir huzurun içinde hissediyordu. Hoba, bu insana Anka adını verdi ve onunla bağlantı kurmaya karar verdi.
Anka, rüyalarında Hoba ile karşılaştığında, içinde bulunduğu huzurun ne anlama geldiğini sordu. Hoba, ona rüya dünyasının bir yansıması olduğunu ve aslında kendisinin bu dünyanın bir parçası olduğunu açıkladı. Anka, gerçek hayatta mutluluğu yakalayamadığı için her gece rüyalarına sığınıyor ve bu huzuru buluyordu.
Anka'nın sözleri Hoba'yı derinden etkiledi. Kendisinin de gerçek bir mutluluk kaynağı olabileceğini fark etti. Ancak bu mutluluğa ulaşmak için rüya dünyasının ötesine geçmek gerekiyordu. Hoba, kendi varlığını feda etmeyi düşündü ve bu dünyadan ayrılarak insanlara sonsuz huzuru sunmak istedi.
Bir gece, Hoba rüya dünyasına girdi ve tüm enerjisini toplayarak uykuyla birleşti. Bu birliktelikle birlikte, Hoba'nın varlığı ortadan kalktı ve rüya dünyası tüm insanların gücü haline geldi. Artık herkes, Anka gibi mutluluğa uykuda değil, gerçek hayatta da ulaşmanın mümkün olduğunu keşfetti.
Hoba'nın fedakarlığı, insanları gerçek mutluluğa taşıdı. İnsanlar, rüyalarında huzuru bulmak için daha fazla çaba göstermeye başladılar. Uyku, sadece bir dinlenme aracı olmaktan çıkarak bir huzur kaynağı haline geldi.
Anka, Hoba'nın fedakarlığını anlatan bir hikaye yaymaya karar verdi. İnsanlar bu hikayeyi duyduklarında, intihar yerine uyumak ve rüya dünyasında huzur bulmanın bir yolunu keşfettiler. Bu farkındalık, intihar düşüncelerini değiştirdi ve umut verdi.
Yavaş yavaş, insanların yaşamlarında bir dönüşüm gerçekleşti. İntihar düşüncelerini uykuyla değiştirerek huzurun ve mutluluğun kapılarını açabileceklerini fark ettiler. İnsanlar, rüya dünyasına daha fazla özen göstermeye başladılar ve orada gerçek bir bağlantı kurmaya başladılar.
Hoba'nın varlığını kaybetmesiyle birlikte, rüya dünyası daha da güçlendi. İnsanlar, rüyalarında birbirlerine yardım etmeye, sevgi ve anlayışı yaymaya başladılar. Bu dönüşüm gerçek hayata da yansıdı. İnsanlar, birbirlerine daha çok destek oldular, ruh sağlığına daha çok önem verdiler ve yaşamın değerini keşfettiler.
Böylece, Hoba'nın fedakarlığı insanların yaşamlarında gerçek bir dönüşüm yarattı. İntihar düşüncesi, uyuyarak ve rüya dünyasında huzur bulma fikrine dönüştü. İnsanlar, gerçek mutluluğa ulaşmanın yolunun içlerinde olduğunu fark ettiler ve hayatlarına anlam katmaya başladılar.
Hoba, sonsuz huzurun peşinden gitmek için kendi varlığını feda etti ve rüya dünyasında yeni bir umut ışığı yarattı."
Kendi halinde mütevazı bir hayat süren, tüm gayesi sadece işini düzgün yapmak olan, sahnelere/yayınlara/röportajlara çıkıp her konuda demeç vererek şöhret budalası olmamış insanların hastasıyım. Bu kişiler en çetrefilli ve zor konularda akıl yürütme becerileri, sade duyuları ve işlerine olan sarsılmaz inançları ile hayranlık uyandırıcı insanlar. Ama ne yazık ki kıymetlerini yeterince bilmiyoruz. Bir keresinde Sedat Anar demişti; “egonuz yoksa kimse sizi ciddiye almıyor” diye. Benzer bir şeyi de bir röportajında Nuri Bilge Ceylan da vurgulamıştı: “Mütevazılık hiçbir zaman gerçek bir üst değer olamamıştır bizde. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz…” Bu insanlar sessizce işlerini yapadururken bazı insanlar da tüm hayatlarını bas bas bağırarak ve kendilerini anlatarak geçiriyorlar. Sosyal medya kullanımının artması ile tam anlamıyla “konuşan” Türkiye olduk. Konuşmanın ön koşulu düşünmekti lakin biz bu seviyeyi atlayıp doğrudan konuşan daha doğrusu laf yetiştiren bir topluma evrildik. Herkes her konuda konuşuyor ama dinleyen çok az; o yüzden de kelimeler sihrini yitirdi. Sadelik; hayatımızdaki ince bir nakıştı o nakış altın varaklı kitsch bir aynaya döndü. Dostoyevski mi demişti “Şu dünyada doğruyu söylemek kadar zor;boş konuşmak kadar kolay şey yoktur”. Oysa kelimeler sakin göllerin kıyısında bizi bekleyen kayıklardı ve orada olmalarının tek nedeni bizi karşı kıyılara götürmekti. Önemli olan öte yakaydı yani varacağımız sahil. Biz o sahile havuzlu site yaptık. Durup dururken yazı yazamıyor insan. Yazmak için bir derdinin olması lazım. Yazmamızın, konuşmamızın, va’z ettiklerimizin esas menzili bu :Anlam bulmak. İnsan konuşarak anlam bulmuyor; hem kendi iç sesini hem de beşeri sesi dinleyerek manâ buluyor. Hitap kürsüsüne çıkan, bir başka kişiyi yaşama karşı teşvik etmedikçe kendi egosunu tatmin ediyor. Biraz kenara çekilip bu insanlara baktığımda bir şeyi fark ettim: Bu insanlar arsız değiller yalnızlar! Aslında bu kadar çok konuşmalarının, önde olma gayretlerinin, her konuda görüş beyan etmelerinin bence tek sebebi bu. Çoğunun sanal dünyanın ötesinde başka bir dünyası yok, varoluşu burada bulmuşlar. Bu varoluşu sürdürebilmek için her gün konuşmak, her gün her saniye yazmak ve hep bir hikaye uydurmak zorundalar. Yazmazlarsa unutulacaklar. Uyurlarsa ölecekler ! O yüzden “50K takipçim oldu teşekkürler Türkiye” naraları. Bakıyorsunuz bir gün, zeka küpü çocuklarının oldukça bilgece konuşmalarını aktarıyorlar, bir gün bir iki yıl önce Linkedinde çıkmış bir yazıyı bir danışanlarına söyletiyorlar, ertesi gün eve gelen tamirciden liderlik ve cesaret ilhamı alıyorlar. Eskilerin bir sözü vardı “iyi insanlara denk gelesiniz” diye. Bu arkadaşlar da sanırım bilge insanlara denk gelesiniz diye dua almış. Hülasa; hepsi tek bir şeyi bekliyorlar: Kendilerine bir şey olmasını. Blaise Pascal demiş ki “İnsanların bütün mutsuzluğu bir tek şeyden kaynaklanır: bir odada oturup sessiz sakin durmayı becerememelerinden.”
Abdal anlamaya, aptal anlaşılmaya çalışır. Halbuki hakikatte ilkinin anlaşılmaya ikincisinin anlamaya ihtiyacı var.” D. Cündioğlu’ nun böyle bir sözü vardı Suat Soylu . Tevazu göstermek bilmek ile alakalı. Bilmediğini bilmek de tevazu göstermenin koşulu. Çünkü bilmediğini bilmez isen, bilenler önce bilmediğini gösterip, sonra neyi doğru bileceğini anlatmak zorunda kalırlar. İş kademeli olarak zorlaşır. Sosyal medya bilen ile bilmişin ve Bilge ile bilgiçi ayırt ettirmediğinden bazıları için güzel bir sığınak.
Bir zamanlar güneşe en yakın evde küçük bi' kız yaşarmış. Küçük kızın kimsesi yokmuş. Güneş dışında... Güneş ona kol kanat gerermiş. Onu ısıtır,ışığını esirgemezmiş. Kızın karanlıkta kalmasına,üşümesine izin vermezmiş. Yıllar böyle geçip gitmiş. Küçük kız büyümüş,genç güzel bir kız olmuş. O zamana kadar güneş ona çok güzel bakmış. Isıtmış,aydınlıkta bırakmış,üzülmesine izin vermemiş.
Bir gün bi' oğlan gelmiş. Kıza iyi davranmış,aşık olmuş. Kızın kalbi deli gibi çarpıyormuş oğlanı görünce. Çok seviyormuş.
Bir gün oğlan; "Bırak güneşi gel beraber bir hayat sürelim,ben seni karanlıkta bırakmam demiş." Kız hiç düşünmeden onaylamış oğlanı. Geçmiş güneşin karşısına anlatmış da anlatmış. Onu bıraktığını,artık ona ihtiyacı olmadığını,bir yalancı olduğunu,onu başkalarının da aydınlıkta bırakabileceğini söylemiş. Güneş sessiz kalmış. Kız terk etmiş güneşi.
Aylar ayları,yıllar yılları kovalamış. O gün gelmiş çatmış. Oğlan kolunda başka bir kızla gelmiş. Kız şoke olmuş. Kızın konuşmasına izin vermeden lafa girmiş oğlan; "Artık seni değil,başkasını aydınlatacağım. " Kızın dünyası başına yıkılmış. Algılayamaz olmuş. İnanamamış. Bedeni soğumaya,kız karanlıkta kalmaya başlamış. Fakat neden olduğu bilinmez,hiçbir şeyin değiştiğini hissetmemiş. Hâlâ aynıymış.
Kızın o gün kafasına dank etmiş. Kız zaten güneşten ayrıldığından beri karanlıkta ve üşüyormuş. Kız bin pişman eski evine gitmiş. Heryer karanlık,heryer soğukmuş. Kız seslenmiş güneşe. Cevap gelmemiş. Biraz yürümüş. Bir de ne görsün; güneş başkasını ısıtıyor,başkasını aydınlatıyormuş. Kimsesi kalmamış kızın,hiçkimsesi. Güneş artık ne yapsa geri dönmezmiş. Değerini bilememiş.
Kız günlerce o soğuk ve karanlık odada yapayalnız oturmuş. Kafayı yiyecek gibi olmuş. Dayanamayacağını biliyormuş. İlk önce aldatıldığını öğrenmiş daha sonra güneşin geri dönmeyeceğini öğrenmiş. Kızın gözünü nefret bürümüş. Fakat bu nefret ne oğlana ne de güneşe imiş. Kız kendisinden nefret ediyormuş.
Kendisine karşı öyle nefret dolmuş ki bir hışımla kalkmış oturduğu yerden. Mutfağına girmiş. Hızlıca soğuktan titreyen elleri ile bir bıçak almış. Bir süre bıçağı incelemiş. Yeterince keskin olup olmadığını kontrol etmiş. Yeterince keskinmiş. Kız geceyi beklemiş. Hoş; artık ne gündüz varmış ne de gece.
Bir kaç saat geçmiş. Kızın içini yiyip bitiren tüm düşüncelerden kurtulmak adına harekete geçmiş. Bıçağı almış ve aynanın karşısına geçmiş. Bir süre kendi yansıması ile bakışmış daha sonra sıkıca gözlerini yummuş ve kendine olan nefretini göstermiş.
Kız bileklerini kesmiş. Eskiden olan mutlu küçük kızdan eser kalmamış. Soğuk bedeni ile yere yığılmış kız. Artık düşünmüyormuş. Kurtulmuş.
Bu hikayede burada bitmiş. Kız kendi kendini kurban etmiş. Bedeninin soğukluğu ile bitirmiş hikayesini.
Her hikaye mutlu sonla bitmezmiş ve kız bunu kendi hikayesi ile öğrenmiş.
Karakterleri ve bu karakterlerin arasındaki ilişkileri ele alışı sayesinde izleyiciyi sürekli tebessüm ettiren, 90′lar arcade ruhunu enfes bir şekilde resmeden melankoli kaynağı bir anime hi(gh) score girl. Son yirmi yılda oldukça değişmiş ve teknolojik olarak daha hızlı gelişmiş bir dünyada, görece olarak imkanların daha sınırlı olduğu bir döneme yolculuğu, ilk evre ergenlik ve lise dönemi romantizmiyle harmanlamış bir yapım ayrıca.
Dünyaya dair her keşfin ayrı bir heyecan kaynağına dönüştüğü o tatlı gençlik döneminin merkezinde, oyunlardan başka bir dünyası olmayan bir orta okul öğrencisi ve onun arcade oyunlardaki rakibi Akira Ono (high score girl) ile 91 yılında başlıyor hikaye. İlk bölümde verdiği keyif sebebiyle de 15 bölümlük ilk sezon 3-4 yıllık bir zaman diliminde hiç sıkmadan akıp gidiyor. İkinci sezonda ise değişen bölüm öncesi ve sonrası jeneriklerle beraber karakterlerin daha olgun lise dönemine şahit oluyoruz. Ve nihayetinde 90′lar bitmeden önce de bu tatlı hikaye sona eriyor.
Dünyada 80′lerle başlayan popüler kültür patlaması çoğu otorite tarafından da kabul edildiği üzere 90′larda en olgun meyvelerini vermiştir şüphesiz. İşte tam da bu yüzden, o olgun dönemin ruhunu oldukça başarılı bir şekilde ekrana taşıyor bu anime. Üstelik bunu sadece arcade oyunları ve o döneme damga vurmuş arcade salonları vesilesiyle yapıyor. Hatta ilk dönem ev oyun konsollarıyla da bunu destekliyor. Dizide görünen en tanıdık oyunlardan ikisi street fighter ve final fight. Bu iki baba oyunun karakterlerini oyun sahnelerinde ve sürpriz enstanteler içinde görmek müthiş eğlenceli bir deneyime dönüşüyor. (Özellikle Yaguchi Haruo’nun bir nevi iç sesi olarak görünen Guile, oyundaki rolunü aşıp muazzam bir karaktere bürünüyor :)
Son olarak, ilk sezon boyunca her bölüm sonunda çalan o efsane jenerik parçasına bir parantez açmak istiyorum. Zira bu enfes japonca parça her dinlendiğinde animenin verdiği o coşkuyu sürekli taze tutuyor.
Geveze Sohbet… Bazen sessizlik, düşüncelerin müziğidir. Ancak bazen de sözcüklerin dansıyla süslenmiş bir sohbet, ruhu besleyen bir çeşme gibi coşar insanın içinde. İşte o anlar, geveze sohbetin büyülü dünyasının kapılarını aralar.
Geveze Sohbet sözcüklerin kıvrak dansıyla dolu, renkli bir çay partisi gibidir. Sözcükler, duyguların en ince nüanslarına kadar oynaşırken, insanın iç dünyasını bir masal diyarına çeker. Bir bakarsınız, gündelik dertler ve sıkıntılar, sözcüklerin sihirli dokunuşuyla toz pembe bulutlara dönüşür.
Sohbetin güzelliği, sadece konuşulanların değil, dinlenenlerin de ruhunu beslemesindedir. Birbirini tamamlayan sözcükler, bir araya gelerek bir hikaye örer. Bu hikaye, her bir katılımcının yaşamından izler taşırken, aynı zamanda yeni hayallerin filizlenmesine de zemin hazırlar.
Geveze sohbetin sırrı, her bir katılımcının sözcüklerin dansına kendi renklerini katmasıdır. Kimi zaman esprili bir tebessüm, kimi zaman derin bir iç çekiş, her bir sözcüğün altında gizli olan duyguların ifadesidir. İnsanın içinden fışkıran bu duygular, sözcüklerin ritmiyle uyum içinde dans ederken, ruhu besler, yüreği sarar.
Geveze Sohbetin cazibesi, sadece sözcüklerin dansında değil, sessizliklerin müziğinde de gizlidir. Aralarda bırakılan nefesler, bir sonraki sözcüğün doğuşunu müjdeleyen notalardır. Sessizlik, sohbetin ritmine vurgu yaparken, sözcüklerin dansına derinlik katar.
Geveze Sohbet büyülü dünyası, sözcüklerin dansıyla süslü, renkli bir masaldır. Her bir katılımcı, kendi hikayesini anlatırken, birbirine dokunan sözcüklerin çarpıcı melodisinde buluşur. Bu buluşma, sadece sözcüklerin dansıyla değil, aynı zamanda sessizliklerin müziğiyle de doludur. Ve işte bu, geveze sohbetin çekiciliğinin sırrıdır.
Çocuklar, hayal güçlerinin ve keşfetme isteklerinin zirvesinde oldukları yaşlarda, giyim ve oyuncak dünyası onların en yakın dostlarıdır. Erkek çocuk giyiminden kız çocuk giyimine, oyuncaklardan oyun temalı kıyafetlere kadar, bu alanlar çocukların dünyasını şekillendirir ve onların hayal güçlerini besler.
Erkek çocuk giyiminde, rahatlık ve stil ön plandadır. Canlı renkler ve eğlenceli desenler, çocukların enerjisiyle uyumlu olmalıdır. Pamuklu tişörtler, rahat şortlar ve havalı sneaker'lar, erkek çocukların günlük maceralarında rahatça hareket etmelerini sağlar. Ayrıca, erkek çocuklar için oyuncaklar da önemlidir. Arabalar, kamyonlar, ve yapım setleri, onların hayal dünyalarını zenginleştirir ve motor becerilerini geliştirir.
Kız çocuk giyiminde ise, renklerin ve desenlerin büyülü dünyası hakimdir. Pırıltılı elbiseler, canlı renkli tulumlar ve sevimli etekler, kız çocukların dünyasına ışık saçar. Moda ve eğlenceyi bir araya getiren tasarımlar, küçük prenseslerin tarzlarını yansıtır. Aksesuarlar da kız çocuk giyiminde önemli bir yer tutar. Taçlar, mücevherler ve çantalar, onların hayal dünyasını tamamlar. Ayrıca, bebeklerden bebek evlerine, kız çocukların oynamaktan keyif aldığı birçok oyuncak bulunur.
Oyuncaklar, çocukların hayal güçlerini ve yaratıcılıklarını geliştirmelerine yardımcı olan önemli araçlardır. Kuklalar, masal kitapları ve yapım setleri, çocukların hikaye anlatma becerilerini ve problem çözme yeteneklerini geliştirir. Oyuncak bebekler ve evcil hayvanlar, empati kurma ve sosyal becerilerin gelişmesine katkı sağlar. Ayrıca, bilim setleri ve bulmacalar, çocukların merakını ve keşfetme isteğini destekler.
Çocuk giyim ve oyuncak dünyası, çocukların büyüme ve gelişim süreçlerinde önemli bir rol oynar. Renkli ve eğlenceli tasarımlar, onların hayal güçlerini besler ve dünyayı keşfetmelerine olanak tanır. Bu alanda yapılan doğru seçimler, çocukların mutluluğunu ve sağlıklı gelişimini destekler.
Biraz tavşan görevlendirdim 2 Game Türkçe Yama
Biraz tavşan görevlendirdim 2 Game, dünya genelinde büyük bir ilgi gören bir aksiyon oyunudur. Oyun, oyunculara taktiksel bir deneyim sunarken, aynı zamanda zorlu görevler ve heyecan dolu bir hikaye sunar. Ancak, oyunun orijinal sürümü yalnızca İngilizce dil seçeneği ile gelir. Türkçe konuşan oyuncular için bu bir dezavantaj olabilir. Neyse ki, oyun topluluğunun geliştirdiği bir Türkçe yama ile bu sorun çözülebilir.
Türkçe yama, Biraz tavşan görevlendirdim 2 Game'in İngilizce metinlerini Türkçe'ye çeviren bir dosyadır. Bu yama sayesinde oyunun tüm metinleri Türkçe olarak görüntülenebilir. Türkçe yama kullanmak, oyuncuların oyunun hikayesini daha iyi anlamasına ve oyun içinde daha rahat etmesine yardımcı olur. Ayrıca, Türkçe yama ile oyun deneyimini Türkçe olarak paylaşmak isteyen oyuncular, başkaları ile daha kolay etkileşim kurabilir.
Türkçe yama sayesinde:
Oyunda kullanılan diyalogları daha rahat anlayabilirsiniz.
Oyun içindeki görevler ve talimatlar Türkçe olarak görüntülenebilir.
Oyunun hikayesini tam anlamıyla kavrayabilir ve daha derinlemesine bir deneyim yaşayabilirsiniz.
Minimum Sistem Gereksinimleri
Önerilen Sistem Gereksinimleri
İşletim Sistemi: Windows 7/8/10
İşletim Sistemi: Windows 10
İşlemci: Intel Core i5-2500K / AMD FX-6300
İşlemci: Intel Core i7-4770K / AMD Ryzen 5 1600
Bellek: 8 GB RAM
Bellek: 16 GB RAM
Ekran Kartı: NVIDIA GeForce GTX 760 / AMD Radeon HD 7950
Ekran Kartı: NVIDIA GeForce GTX 1070 / AMD Radeon RX 580
Depolama: 50 GB boş alan
Depolama: 50 GB boş alan
Biraz tavşan görevlendirdim 2 Game Kullanıcı Deneyimleri
Biraz Tavşan Görevlendirdim 2 Game Kullanıcı Deneyimleri
Merhaba değerli oyunseverler! Bugün sizlere "Biraz Tavşan Görevlendirdim 2" oyununun kullanıcı deneyimlerini aktaracağım. Bu heyecan dolu aksiyon macerasıyla tanışırken, oyunun etkileyici özelliklerini ve kullanıcıların yaşadığı deneyimleri keşfedeceğiz.
İlk olarak, "Biraz Tavşan Görevlendirdim 2" oyununun grafikleri ve görsel efektleri gerçekten etkileyici. Oyunun detaylı ve renkli dünyası, oyunseverleri kendine hayran bırakıyor. Karakterlerin animasyonları ve arka plan tasarımları da oldukça başarılı. Oyuncular, bu görsel şölenin keyfini çıkarırken kendilerini başka bir dünyanın içinde hissediyor.
Ayrıca, oyunun oynanışı da oldukça akıcı ve eğlenceli. Kontroller kolaylıkla öğrenilebiliyor ve karakteri yönlendirmek oldukça basit. Oyunun farklı bölümleri ve görevleri, oyuncuların strateji yapmasını ve yeteneklerini geliştirmesini gerektiriyor. Bu da oyunun tekrar oynanabilirlik değerini arttırıyor.
Dikkatli olun! Oyunda karşınıza çıkabilecek düşmanlar oldukça zorlu olabilir. Farklı taktikler deneyerek düşmanları yenmek ve ilerlemek için doğru stratejiyi belirlemek önemlidir.
Oyunda bulunan gizli objeler ve güçlendirmeler, oyunculara ek avantajlar sağlayabilir. Bu nedenle, dikkatli bir şekilde oyun dünyasını keşfetmek önemlidir.
Oyunun Artıları
Oyunun Eksileri
+ Etkileyici grafikler ve görsel efektler
- Bazı kullanıcılar arasında performans sorunları
+ Akıcı ve eğlenceli oynanış
- Oyunun süresi biraz kısa olabilir
+ Yüksek tekrar oynanabilirlik değeri
- Hikaye anlatımı biraz yetersiz
Genel olarak, "Biraz Tavşan Görevlendirdim 2" oyunu kullanıcılar arasında olumlu bir izlenim bırakıyor. Oyunun grafikleri, oynanışı ve tekrar oynanabilirlik değeri, kullanıcıların keyifli bir deneyim yaşamasını sağlıyor. Ancak bazı performans sorunları ve hikaye anlatımının eksikliği, oyunun tam anlamıyla mükemmele ulaşmasını engelleyebilir. Yine de, oyunseverlerin bu heyecan dolu maceraya bir şans vermesini öneririm!Biraz tavşan görevlendirdim 2 Game Sistem Gereksinimleri
Biraz tavşan görevlendirdim 2 Game, son zamanların popüler oyunlarından biri haline geldi. Bu oyunu oynamak için ise bazı sistem gereksinimlerine ihtiyacınız olduğunu bilmelisiniz. İşte oyunun minimum sistem gereksinimleri:
İşletim Sistemi: Windows 10
İşlemci: Intel Core i5-2500K veya AMD FX-6300
Bellek: 8 GB RAM
Ekran Kartı: NVIDIA GeForce GTX 770 veya AMD Radeon R9 280
Depolama: 50 GB boş alan
Bunlar, oyunu minimum ayarlarda sorunsuz bir şekilde oynayabilmeniz için gereken donanım bileşenleridir. Ancak, daha iyi bir oyun deneyimi için önerilen sistem gereksinimlerine de dikkat etmenizde fayda var:
Minimum
Önerilen
İşletim Sistemi
Windows 10
Windows 10
İşlemci
Intel Core i5-2500K veya AMD FX-6300
Intel Core i7-4770K veya AMD Ryzen 5 1500X
Bellek
8 GB RAM
16 GB RAM
Ekran Kartı
NVIDIA GeForce GTX 770 veya AMD Radeon R9 280
NVIDIA GeForce GTX 1070 veya AMD Radeon RX Vega 56
Depolama
50 GB boş alan
50 GB boş alan
Unutmayın, daha yüksek sistem gereksinimleri oyunun daha iyi grafikler ve daha akıcı bir oynanış sunmasını sağlar. Bu nedenle, sistem önerilerine uygun bir bilgisayara sahipseniz, Biraz tavşan görevlendirdim 2 oyununu tam anlamıyla deneyimleyebilirsiniz.
Aynı dünya, aynı yüzler, aynı ortam aynı hikayenin içinde siyah beyaz bir film gibi dönüp duruyorsun nedensiz ve amaçsız bir şekilde…
Varoluş amacını, hatta ismini bile unutmuş, yalınayak, beş parasız ve kimsesiz, bilinmedik bir ülkede kaybolmuş gibisin.
Olmak istediğini olduğunda eline geçecek şeyin para mı mutluluk mu güven mi cesaret mi tamamlanmak mı olduğunun bile bilinmezliği sardı.
Hepsi birden olsa bile bir endişe bir boşluk ve bir kanayış var içinde çok derinlerde…
Olsa ne olacak ki? diyorsun artık.
Çünkü orada mutsuz, hayal dünyası alt üst olmuş bir çocuk var…
Üstüne üstlük yeni bir korku başladı…
Eskiden kimlik, güç, otorite ve etiket kaygısı vardı… Şimdi varoluşsal sancıların başladı…
Ne olacak bana? diyorsun.
İçine sinmiyor bakışlar
İçin almıyor bazen bir “merhaba nasılsın?” cümlesini bile…
Yok saymak görmezden gelmek istiyorsun…
Bazen yeni bir umut heyecan ile “hadi ben de bir merhaba diyeyim” desen de
üçüncü cümlesinde bitiyor hikaye…
Çünkü biliyorsun bu sen değilsin…
Layık olduğun hayat da bu değil. Ama seçtin. Şimdi içindesin…
Bir beden değil Özden ibarettin ama şimdi özün değilsin.
Var edenin huzurunda verdiğin sözün hiç değilsin.
İçinde bir yerde “özüne dön” diye bağıran o sesi duyuyor ve kısıyorsun…
Kulaklarını kapasan gözüne sokuyorlar.
Gözlerini kapasan rüyana…
Hepsini kapatsan kalbin sızlıyor ve biliyorsun elest bezminden beri ince ince ipekten nakış gibi örülmüş bir hikayenin içinden geçtiğini…
Gülmek istiyorsun eski heyecanın yok. Ağlamak istiyorsun neye ağlayacağın bile belirsiz. Kuyruğu dik tutayım derken taş kesiliyor bedenin ve yorgun düşüyorsun…
Her şeyi anlayıp, her şeyi fark edip de ruhundan kaçmaya devam etmenin,
İçini yavaş yavaş zehirleyip günden güne bedenini boş bir cesede çeviren o boşvermişliğe teslim olmanın,
Kendini uyuşturmak için dinlediğin şarkıların, boş heveslerin ve kuru avuntuların,
Ve tüm korkularını sana miras bırakan o düşmanı kendi merkezine koymanın