Tumgik
#Yeni yıl dilekleri
ozgur-ce · 4 months
Text
Tebrikler! Mutluluk bankası Eğlence Şubesi'nden 2024 no'lu hesabınıza 365 gün sınırsız eğlence tanımlanmıştır. Mutlu bir şekilde harcamanız dileğiyle… Sms almamak için bu posta "Mutlu Yıllar" yazarak cevap verebilirsiniz 😜🎊🎉🥳🥳🥳
Akşam için tatlı bir başlangıç olsun size çektim detaylıca 😋🤍🎄❄️☃️
150 notes · View notes
oluruvar · 1 year
Text
Tumblr media
6 notes · View notes
kalbimin-incisii · 1 year
Text
Merhabalar tumbir Ailem 💕💕💕
Koca Bir Yıl Geçti İşte ...!
Kimi Zaman Eksildik
Sevdiklerimizin Gidişiyle,
Kimi Zaman Çoğaldık Hayatımıza Birilerinin Girişiyle.
Bazen Ağladık, Bazen de Güldük. İncindik, İstemeden İncittik Bazen de.
Affedemediklerimiz de Oldu, Vazgecemediklerimiz de...
Bak Bitiyor işte Bir Yıl Daha.. Kopacak Ömür Takviminden Bir Yaprak Daha.
Azaldık Çoğalırken Aslında.
Bak Koca Bir Yıl Daha Bitti ! Yetişmek Ne Mümkün Zamanın Hızına, Bir Rüzgar Gibi Esip Geçiyor İşte.
Yeni yıl yeni hafta önce sağlık sonra huzur mutluluk getirsin inşallah mutlu bir hafta dilerim tumbir ailem 💞🌹💞🌹💞🌹💞🌹💞🌹💞🌹
Tumblr media
Çok şükür buda geçti🤲 geçmiş olsun dilekleri yeni yıl dileklerinde bulunan arkadaşlara buradan teşekkür ederim çok sağolun 🤲🤲
162 notes · View notes
booncukhollywood · 4 months
Text
Nil Karaibrahimgil Yılbaşı Şarkısı Yayınladı: Sevimli Yılbaşı Ağacı Kostümü Dikkat Çekti
Nil Karaibrahimgil Yılbaşı Şarkısı Yayınladı: Sevimli Yılbaşı Ağacı Kostümü Dikkat Çekti Ünlü sanatçı Nil Karaibrahimgil, sevimli bir yılbaşı ağacı kostümüyle çekilen klibini sosyal medya hesabında yayınladı. Karaibrahimgil’in sevimli kostümü ve yeni yıl dilekleri takipçilerinin beğenisini topladı. Şarkıcı Nil Karaibrahimgil, “Dilerim yeni yılda herkes küçük mutlulukları büyütmeyi unutmasın.”…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
fashion4carcom · 1 year
Text
KOÇASLANLAR MOTORLU ARAÇLAR, 2022’NİN “EN”LERİNİ ÖDÜLLENDİRDİ
KOÇASLANLAR MOTORLU ARAÇLAR, 2022’NİN “EN”LERİNİ ÖDÜLLENDİRDİ
2006 yılından itibaren 40 yılı aşkın sektörel deneyim ile, Türkiye’nin en çok satan lider markası Renault ve müşteri tercihlerinde önemli yeri olan Dacia markasının bayiliğini yapan Koçaslanlar Motorlu Araçlar, 2023’e tüm çalışanları ile birlikte merhaba dedi. 2022 yılının enlerinin seçildiği etkinlikte, tüm çalışanları ilişkilerini pekiştirdi ve yeni yıl dilekleri iletildi. Yapılan ödül töreni…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
filohaber · 1 year
Text
KOÇASLANLAR MOTORLU ARAÇLAR, 2022’NİN “EN”LERİNİ ÖDÜLLENDİRDİ
KOÇASLANLAR MOTORLU ARAÇLAR, 2022’NİN “EN”LERİNİ ÖDÜLLENDİRDİ
2006 yılından itibaren 40 yılı aşkın sektörel deneyim ile, Türkiye’nin en çok satan lider markası Renault ve müşteri tercihlerinde önemli yeri olan Dacia markasının bayiliğini yapan Koçaslanlar Motorlu Araçlar, 2023’e tüm çalışanları ile birlikte merhaba dedi. 2022 yılının enlerinin seçildiği etkinlikte, tüm çalışanları ilişkilerini pekiştirdi ve yeni yıl dilekleri iletildi. Yapılan ödül töreni…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
theinkandcanvas · 1 year
Text
Yeni yıl
Yeni yıl geldi, tüm dünya sevinçle karşılar 
Gökyüzünde yıldızlar parlar, yeni umutlar doğar 
Her şey yeniden başlar, yeni bir sayfa açılır 
Yeni yıl dilekleri, tüm dünyayı coşturur
Yılbaşı gecesi, yeni yıl kutlamaları 
Müzik eşliğinde dans eder, eğlenir herkes 
Yeni yılın getirdiği, tüm güzel şeyler 
İçimizi ısıtır, yeni umutlar doğurur
"New Year, New Me" diyor herkes 
Yeni yılın getirdiği, yeniliklerle dolu 
Hedeflerine ulaşmak için, çalışır herkes 
Yılbaşı günü, tüm dünya yeniden doğar
Yeni yılın getirdiği, tüm güzel şeyler 
Herkesin yüzü güler, yeni umutlar doğar 
Yılbaşı gecesi, eğlence dolu 
Yeni yılı kutlar, yeniden doğuşu sevinir.
1 note · View note
yildizflowers · 1 year
Text
Tumblr media
Diyarbakır çiçek siparişi söz konusu olduğunda Yıldız Çiçek, doğru adres olmaya devam ediyor.  Doğum günü, yıl dönümü, terfi, yeni iş yeri açımı, vefat, geçmiş olsun dilekleri, nişan, düğün ve benzeri farklı birçok amaç için özel ürünler sunuyor. Özel süsleme ve tasarımlarla çiçeğe bambaşka bir hava katıyor.
diyarbakır çiçekçi
diyarbakır çiçek
diyarbakır çiçek siparişi
1 note · View note
ozgur-ce · 5 months
Text
Arkadaşına sarıl mutlu olsun, kahve iç köpüklü olsun, Tumblr da pilot ol kızlar senin olsun, gece gündüz öğlen ders çalış karnenin hepsi 100 olsun, sevgiline pırlanta al şok olsun, laf olsun torba dolsun, şimdiden 2024 yılın kutlu olsun, buraya yorum yapmayan top olsun 😜🎉🎊🎄❄️☃️🥳🥳🥳
Ot (yerine başka kelimeler de olur 😁) gibi geçen bir yılın daha sonuna geldik. Bu yılın böyle geçmesinde emeği geçen herkesi Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın. Çok amin 😂😂😂
153 notes · View notes
Text
2022
Yeni bir yıla girmemize birkaç saat kalmışken yine bir şeyler belirdi aklımda. Zaten günlerdir, insanların yeni yılla alakalı beklentilerini, hayallerini veya geçmiş senenin dökümünü paylaşmalarını izlerken istemsizce epey düşündüm. Genel olarak “hayat” dediğimiz şey üzerine, insanların “deneyim” dediği şeyler üzerine… Şimdi yazarken doğal olarak içimden sesli okuyorum, ve ne acayip değil mi, Türkçe’de “deneyim” niyeyse sanki olumsuz bir sözcük gibi kullanılıyor sanki. “Bu da sana deneyim oldu.” gibi (ne çok duydum bu cümleyi de) Bahsettiğim şey “experience işte”. Yaşanmışlık.
Hep söylediğim gibi, 2021 sahiden son 10 yılda açık ara en mutlu olduğum sene oldu. Kendi benliğimin, kimliğimin en önemli parçasını (DEHB) keşfettiğim bir yıl oldu, bu anlamda bir sürü hayatta hiç deneyimlemediğim duyguları deneyimledim diyebilirim. Bir yerlere, bir topluluğa ait olma hissi gibi, kendini anlama hissi gibi, ve hatta kabul etme. Bunun yanında, daha önce deneyimlediğim ama çoook uzun süredir deneyimlemediğim bazı hisler, hayal kurmanın verdiği mutluluk, bir şeyleri başarabilme inancı, heyecan… Mesleki anlamda “ya ben bu işte iyiymişim” hissi….
 Önceki yıllarda içten içe aşk da dilerdim yeni bir yıldan. Şimdi kendime bakıyorum ve görüyorum ki bu konuda tükenmişim. Bununla ilgili ne hissediyorum emin değilim, çoğu zaman olduğu gibi tam olarak yaşadığım duyguyu adlandıramıyorum. (yani sadece ne yaşadığımı anlatabiliyorum, tanımlayabiliyorum, ama öfke, kızgınlık, sevinç gibi duygu etiketleri veremiyorum) Olması gereken buydu gibi bir his var içimde. Hadi bakalım, nedir bunun karşılığı? “Mutluluk” değil de bir nevi huzur belki. Biraz buruk. Biraz melankolik. Bir yandan tatmin edici. Rahatlatıcı. Oh, neyse… der gibi. Duygularım bile düzenlenmiş, derlenip toplanmış değiller, içiçe, birbirine bulaşmış, yoğun. Böylesi daha iyi veya daha kötü diyemem çünkü hep böyle olageldim, böyle var oldum. Başka türlüsünü bilmiyorum, kıyaslayamam. “Sadece öfke”, “sadece mutluluk” nasıl hissedilir bilmiyorum.
 30’lu yaşlarımızda hepimiz biraz tükenmişiz zaten ama, benimki çoğunluğun aksine, fazla yaşamak veya “hızlı” yaşamaktan doğan bir tükenmişlik değil. Yaşayamadıklarımdan tükendim galiba. Duygusal anlamda yani. “Neydi yaşayamadıkların?” diye soruyorum kendime birkaç saattir. Bir şeylerle uğraşırken, sporda, eve doğru araba sürerken aklımda hep bu soru vardı sanırım, “Neydi yaşayamadıkların?”
Bu sefer adını koyabildim: yas. Birilerinin benim yasımı tutması. Yokluğumdan duyulan üzüntü yani, elbette ki romantik bağlamda konuşuyorum.
Aşk, duygular, ilişkiler, her ne ise bu konularda sürekli atıp tutmamdan, bu konuda çok renkli bir geçmişim olduğunu varsayar insanlar. İşin aslı, travmatik deneyimler anlamında çok yoğun iki ilişkiden ibaret bu konudaki deneyimim, flört etmeyi bile bilmem. Beceremem yani.
Bunlardan biri çok sevdiğim ve çok sevildim diyemem ama çok sevildiğimi hissettiğim bir ilişkiydi, diğeri seviyorum ve seviliyorum sandığım ama aslında sevmediğim ve sevilmediğim bir ilişki. Belki kendim de sevmediğimi anladığımdan, o ilişkinin bitişinde bana dair yas tutulmaması çok umrumda değil sanırım. Belki de o kişinin kimseyi pek de sevebileceğine inanmadığımdan, bilmiyorum. Çok da sorgulamıyorum bunun sebebini. Zorlandığını biliyorum, ama benim yokluğumdan veya bana yönelik bir özlemden değil, benim ona yansıttığım kendi imajını kaybetmenin zorluğundan. Zamanında çok düşündüm bu konuda, belki de düşündüm düşündüm ve sindirdim, bilemiyorum.
Diğer ilişkimde açık ve net bir şekilde ayrılık sonrası bırak yas tutmayı oldukça mutlu olduğunu bildiğim için karışık duygular içindeyim. Yokluğunun bir insanı mutlu ettiğini bilmek kimse için hoş bir duygu değil tabii ki, ama benim kadar benlik algısı zedelenmiş bir insanda biraz daha ağır oluyor. Bir insan olarak kendini nasıl tanımladığın, nasıl tanımlayacağınla ilgili nahoş fikirler veriyor sana.
Bu konuda tükenmişim dedim, çünkü fark ettim ki aşk dilemiyorum hayattan artık. İçimde öyle bir istek yok. Ne oldu da bitti bu arzu derken fark ettim çok uzun zamandır aşık olmanın bana getireceği “yük” ve “sorumluluk”lara odaklanabiliyorum sadece. Birisini o kadar çok umursamanın, o kadar yoğun duygular hissetmenin bana duygusal maliyetini hesaplayabiliyorum ancak. Üretken geçirdiğim her bir günün sonu, veya aşkla alakalı bir film sahnesinde, hep içimden diyorum ki “Oh, iyi ki aşık değilim de bunları yapabiliyorum.” Çünkü dürüst olmak gerekirse aşık olmak hep çok şey götürdü benden, iki defasında da akademik başarı anlamında faciaydım, dünya yansa umrumda değildi, tam hyperfocus modundaydım. Şu an işimle alakalı öğrenmekten, üretmekten, okumaktan ve beslenmekten o kadar zevk alıyorum ki, istemiyorum başka bir şeye odaklanmak. Dahası o kadar uzun zaman olmuş ki, o aşırı odaklanma halinin getirdiği mutluluğu, öforiyi unutmuşum neredeyse. Ama daha da önemlisi, sevilmiş hissetmeyi, değerli hissetmeyi tamamen unutmuşum.
Öyle ki, fark ettim ki yıllardır hep aşık “olmanın” hayalini kurmuşum, bana aşık olunması değil. Düşünmemişim bile, böyle bir ihtimali. Geçen ekşisözlükte okurken fark ettim, herkes sevilmeye ne kadar aç. “Seni seven birinin olması yeter”, “Bir sevgilide tek aradığım bana değer vermesi” gibi şeyler okudum, başka bir evrende mi yaşıyorum acaba dedim. O kadar unutmuşum böyle duygular olduğunu. “Doğru ya, karşıdaki kişi de beni sevecek🤦🏻‍♀️!” diyesim geldi.
 Çünkü çok çirkin ayrılıklar yaşadım ve karşıdaki kişilere veya aramızda yaşanmış hiçbir şeye inancım kalmadı. Bir tanesi için en azından diyebiliyorum ki olsun, yine de ben mutluydum, ben aşıktım ve sevilmemiş olsam bile sevilmiş hissetmiştim. Ama dediğim gibi öyle, çok sevdik, yürütemedik, yine de her şey anlamlıydı gibi bir deneyimim olmadı.
Diyorum ya benim hiç yasım tutulmadı. Öyle ya da böyle 2 yıl paylaştığım 2 kişi. “Ciddi” dediğimiz ilişki tipinden. Hiç mi bir şey katmadım diye düşünüyor insan, hiç mi bir şey eksilmedi ben gittiğimde?
“Hard pills to take” dediğimiz şeylerden işte, çok da bir şey eksilmeyeceğini düşünüyorlardı ki ayrılma kararı aldılar. Bunu çok uzun zaman önce kabullendim sanırım. Belki daha önce de demişimdir ben “Çok sevmeme rağmen ayrılmak zorundayım” muhabbetine pek inanmam. Belki de bir şeylerle ilgili (sadece aşk değil, dünyadaki her şey olabilir) “yapılabilecek şeyler” limitimin diğer insanlara göre çok yüksek olmasından. “Yürütemiyoruz, olmuyor” gibi söylemleri kabullenmem için, yürütmek için mümkün olan HER şeyi denemiş olmam gerekir ki, bu ilişkilerden birinde bunu sahiden dedim. Sahiden yapabileceğim her şeyi yaptım çünkü, yürütmek adına.
Hele hele uzak mesafe, aile vesaire vesaire konularla “severek” ayrılmalara, üzgünüm ama sahiden inanmıyorum. En azından benim hissettiğim kadarıyla “aşk” öyle bir şey değil çünkü. Kangren olmuş bir bacağı kesmek gibi, son çaredir ayrılmak. Herhalde hepimiz hemfikirizdir, ucunda ancak ölüm varsa vazgeçeriz bir uzvumuzdan. Böyle durumlarda ayrılmak bana “ Bacağımda bir yara oldu o yüzden kestim.” demek gibi geliyor. Korkunç. 😬
Ama onlar öyle hissetmiyor işte. Onlar sahiden öyle hissetmiyor, kısa bir süre önce öğrendim bunu. Nörotipikler öyle hissetmiyor. Öyle aşık olmuyor. Daha steril duyguları var. Daha düzenli. Daha kontrollü. Seviyeli. “Odaklanamadığım için bana kızma elimde değil” diyoruz biz, kabullenme bekliyoruz. E onlar da öyle. Manyaklık derecesinde yoğun hissedemiyor diye bir insana kızılabilir mi?
Ayrılıkların ilk zamanları sahiden çok korkunçtu benim için. Madde yoksunluğu gibiydi, ki biliyoruz ki nörotipiklerde bile benzer bir süreç işliyor. Fiziksel olarak canım yanardı, ellerim, parmaklarım ağrır mesela, çok üzgün olduğumda. Sahiden öleceğim ve nefes alamayacağım gibi hissederdim. “O da böyle hissediyorsa nasıl başa çıkıyor” diye merak ederdim hep. Hayır dostum, öyle hissetmiyormuş işte. Yıllarca bu konuda kendimi dövdükten sonra (neden bu kadar zayıfım, neden herkes başa çıkıyor da ben çıkamıyorum) anladım ki benim başa çıkmam gereken şey çok daha büyükmüş.
Onlar can sıkıntısından, daha yoğun hissedebilmek için çeşitli maddeler kullanıyorlar, biz daha az hissetmeyi öğrenmeye çalışıyoruz.
 Daha önce de bahsetmiştim herhalde, ilk erkek arkadaşımın benden sonraki sevgilisinden ayrıldığını, mutsuz olduğunu öğrendiğimde üzüldüğümden. Bu öyle karışık, öyle kendisiyle çelişen bir durum işte, çünkü bana hiç üzülmediği için üzülen de bendim. Ha üzülseydi de bu defa benim yüzümden üzülüyor diye ekstra üzülecektim. Yine de, bana karşı hissedememiş olsa da, başka birini sevebilmesine mutlu oldum, başka birine değer verebilmesine. Çok saçma ama, sanki kimseyi sevemeyecek bir insan olsa, o ilişkiyle alakalı her şey, hayallerim falan iyice anlamsız olacaktı gibi. Yani “Sen zaten hiç kimseyi sevme potansiyeli bile olmayan bir insan seçmişsin” türünde bir hayal kırıklığı değil en azından.
O yüzden kendime diyorum, taşıyamayacağın yükün altına girme Aybike, belki de böylesi daha iyi. Çünkü sahiden terkeden taraf olmaya, birini geride bırakmaya dayanabileceğimi sanmıyorum. Bilmiyorum, belki de artık sevmiyor olsaydım? Belki onlar için de bu kadar kolay olabilmesinin sebebi budur, belki artık sevmediğin birini terk etmek kolaydır. Böylece yine geliyoruz, hiç deneyimlemediğim başka bir şeye, birini “artık” sevmemek.
 Diğer ilişkinin son dönemleri mesela, ki hala bu kişiyi seviyorum diye düşündüğüm ama mutsuzluktan ölmek üzere olduğum bir dönemdi. Ayrılmak zorunda olduğumu anlamıştım ve ayrıldım da. Konuşup bitirmek için buluştuk, biraz ağladı. Ayrılmayalım demedi, ne bileyim “yürütelim” falan demedi. Ayrılığı kabul eden normal insan tepkileri verdi yani. Sonra ben eve gittim, günlerce onun o halini düşündüm manyak gibi. O kadar çok düşündüm ki kendim ne hissettiğime odaklanamadım. Ona beni hatırlatacağını bildiğim bir şarkı çalınca “bunu dinleyince üzülüyordur” diyip ben ağlıyordum mesela, öyle deli bir dönemdi. Hani eski sevgiyi düşünüp ağlamak bilinen bir klişedir de, onun beni düşünüp üzülebileceğine ağlamak apayrı bir çılgınlık. Sonra ben bayağı kendi kendime barıştım. Bayağı kendim ayrılıp kendim döndüm gibi bir durum oldu yani, kimse bana “Tülay geri dön” falan demeden.
İnsan diğer kişiyi soyutlayarak düşününce istiyor ki, eski sevgilim de arkamdan iki damla gözyaşı dökmüş olsun, birkaç gün de olsa üzülsün, beni özlesin. “Biri” üzerinden düşünürsen, sadece yüzü olmayan bir insan hayal edersen, öyle istiyorsun. Sonra peki “O” üzülsün ister miydin dediğinde, hayır diyorsun çünkü onun üzülmesi de sana acı verirdi o zaman. İkisi de kötü yani, şey gibi, birisi ölüyor, sonra ailesi falan aynı gün parti veriyor eğleniyor. E o ölen kişiye sorsak, arkandan ailen, ne bileyim anne baban veya eşin çocukların üzüntüden mahvolsun ister misin? Tabii ki hayır mümkünse hiç üzülmesinler der, öyle bir şey. Söz konusu bensem ve bir ayrılıktan bahsediyorsak, ölüm gibi bir şey olup kimse ölmüyor zaten, durum bu. Yine de varlığımın veya yokluğumun bir şeyleri değiştirmiş olmasını isterdim sanırım. Ufak da olsa. Dediğim gibi, hiç deneyimlemediğim bir duygu bu da.
 Ve deneyimlemek de istemiyorum açıkçası, tüm bunları. Yani mesela birini “artık” sevmemeyi deneyimlemek istemiyorum çünkü eh, bu birini artık sevmememi gerektirir. Veya ayrılmamızı ve birinin arkamdan üzülmesini istemiyorum çünkü bu da ayrılmayı gerektirir.
Sadece sevmek ve sevilmiş hissetmek isterdim ama o da artık Noel babanın hediye getireceğine inanmak gibi bir şey oldu benim için, bir konsept. Gerçeğini bilince, hayalini kuramıyorsun bir noktadan sonra. Sevilmiş hissettiğim oldu, çok oldu ama, hiçbir zaman gerçekten sevildiğimi bilmedim. Değiştirilemez bir gerçek gibi emin olamadım hiç. Böyle şeyleri de belli bir yaşa kadar öğrenmezsen, o yanın köreliyor sanırım. Bunu hiç yaşayamayacağına inanmak gibi bir umutsuzluk içinde değilim, sadece içimden bunu yaşamayı istemek veya hayalini kurmak gelmiyor artık. Bilmiyorum belki her zamanki drama queenliğimle olayı abarttım, zira aylardır bunları düşünecek vaktim bile olmuyor yoğunluktan.
Mutlu yıllar! 🎄
4 notes · View notes
yogbecom · 5 years
Photo
Tumblr media
"Yeni yılda hayallere ulaşmanın yolu" , https://yoog.be/zUbroG
0 notes
ozlemayral · 5 years
Text
Tumblr media
YENİ SENEYE "MERHABA"..BENDEN SANA ZARAR GELMEZ "HOŞ GELDİN"
Yeni senenin sabahına demledim çayımı.
Meraktan uyuyamadım, bu senenin sabahında YAŞAM ne söyleyecekti, bekledim.
Nöbet yerini terk etmeyen asker uykusuzluğunda beklerken,
Fısıldadı yüreğime;
“Fazla beklenti içinde olma, hayal kırıklıkların olurum.
Hırs yapma, elindekilere teşekkür et ki daha fazlası seni bulsun.
Kimseye fenalık düşünme, düşündüğün her bir fenalık gelir seni bulur.
Bu sene yalnızlığınla iyi geçin, onunla dost olamazsan sana hata yaptırır.
Az insan seni bilsin ama çok insanın yüreğine ulaş.
Başarılarınla övünme, asıl başarı en yukardayken bile en aşağıda hissedebilmektir kendini.
Zor anlarında senin yanında bitiveren,
En anlaşılmazında seni anlayan,
Hatalarını bile sevgi yumağına çeviren,
Seni değiştirmeye çalışmadan her halinle seven,
Her seferinde kendini anlatmaya, tanıtmaya uğraşmadığın,
Emin olduğun “güvenen” ve “güvenilir”
Yanlışını suratına defalarca sürerek değil, hoşgörüsüyle doğruya çeviren,
Seni arkandan vurmayan,
“ADAM GİBİ ADAM” dediğin “MERT” dostlarını iyi tanı.
Tanı ki onların yeni senede sana armağan olduğunu bilesin.
Aşk denilen masalı eski senede anlatmıştım sana ama beni iyi dinlememişsin.
Aşk ilahi bir yansıyandır.
Kulu kendin için seversen ve kul nefsi adına seni severse, yanılgılar ihanetler, yangınlar, acılar bu aşkın bir yerinde saklıdır ve bir gün sobeler.
Ancak sana Yaradan'ı hatırlatan birini O’nun için seversen ve seni seven de seni Allah’tan yansıyanla görürse, ona O’nu hatırlatırsan; KIRAMAZSIN, İNCİTEMEZSİN, İHANET EDEMEZSİN, YALAN SÖYLEYEMEZSİN, KAÇAMAZSIN
VE SENİ SEVEN DE
KIRAMAZ, İNCİTEMEZ, İHANET EDEMEZ, YALAN SÖYLEYEMEZ, KAÇAMAZ...
Her şekilde yapılan her hatanın, Allah’a yönelik olduğunu bilinir.
İşte bu gerçek aşktır.
Bu sene sözlerime kulak ver, aşkı arıyorsan ölçün bu olsun.
Yeni senede bunlara dikkat et, benimle barışık yaşa bende senden yana olayım.
Aksi takdirde unutma EN AZILI DÜŞMANINDAN ÇOK DAHA ZARARLIYIM.
HAYATINDAN BİR SENE ÇALARIM.
BU KISA YAŞAMDA ÜÇ ALTMIŞ BEŞ GÜNÜ
-HATTA BİR DE ALTI SAATİ- VAR
KAYBETMEYİ GÖZE ALIYORSAN BİL Kİ BU DA SENİN TERCİHİNDİR SAKIN BENİ SUÇLAMA "
Mirage ( Özlem Ayral )
53 notes · View notes
golgendekikadin · 2 years
Text
Yeni yıl dilekleri mi ? Sağol canım ben almıyim çok tokum.
3 notes · View notes
inurb · 2 years
Text
Yeni yıl bize bir şey getirmeyecek belki ama biz ona ne götüreceğiz sorunsalı...
Tumblr media Tumblr media
Bugün birinin umut etmek üzerine yazdığı şu cümleyi okudum: "Yeniden başlamak insanın en büyük silahıdır." diyordu. İnsan nasıl da karşı koyamıyor beyaz bir sayfa açacak olma arzusuna... Sabahın ilk ışıklarına, ikinci şanslara, bir yaş daha alacak olmanın dayanılmaz yüküne...
2021'nin ilk gününde, geçirdiğim yıl içinde neler gördüğümü ve neler istediğimi yazmışım günlüğüme. Sayfa sayfa... Şimdiki kendime falan seslenmişim sanki aradan yüzyıllar geçmiş gibi. O kadar çok şey istemişim ki, sihirli lambadan çıkan cine liste verir gibi sıralamışım dilekleri. Kendime hiç sormamışım 'yav arkadaş sen bunu istiyorsun ama buraya gelene kadar ne yaptın?' diye.
Gençliğimin baharının bir biyolojik savaşa denk gelmesine içerlemişim doğal olarak. Öfkelenmişim. Dalgalanıp durulmuşum;
ancak geçtiğim yıldan ne öğrendiğimi yazma zahmetinde bulunmamışım, sanmışım ki ben ne öğreniyorsam herkes aynı şeyi öğreniyor. Öyle olmuyormuş. Herkesin hayattan çıkardığı ana fikir başkaymış.
Bu yıl bir şeyler öğrendim; bazı zamanların sonuna yaklaşırken kendimizden uzaklaştığımızı anladım, özellikle de insanlığımızdan uzaklaştığımızı. Sonra, beyaz bir sayfa dediğimiz o şeyin aslında müsvedde bir kağıt olduğunu keşfettim, bir sonraki sayfada mutlaka yazdığımız/kullandığımız kelimelerin izi kalıyordu.
Hayal kurarken bazı şeyleri ertelemek zorunda kalmanın zorluğuyla tekrar yüzleştim, ertelemek zorunda kalmayacağım günler için kalbimin derinliklerinden dualar ettim. Görmezden geldiğim şeyleri tahammül sınırlarıma doğru itelememeyi, söylenmemiş sözleri bir kez daha yutmayı, değiştiremeyeceğim (bazı) şeyleri kabullenmeyi ve affetmeyi öğrendim. Özür dilemeyi, teşekkür etmeyi, rica etmeyi, yardım etmeyi, yardım istemeyi, bunların iletişimde birer elzem olduğunu kendime hatırlatıp durdum. Çünkü başka türlü yaşanmaz, insan giderken başka ne götürür ki yanında?
Hayatımın bir akşam boş bir odanın ortasında bağdaş kurup otururken çocukluğumla konuştuğum evresini gördüm. İçimden çıkamadığımda balkona çıkmayı, kaçan uykularımı kovalarken şükretmeyi, emin olmadığım ve bana iyi gelmeyen şeylerden hızla uzaklaşmayı, daha net olmayı öğrendim.
Geçtiğim o yılın bana hayallerimi hemen getireceğini sanmıştım, görünmez sırtlarda hedefime taşınmak istemiştim. Hemen öğreneyim de bir sonraki seviyeye geçeyim demiştim, hem de bir senede. Fakat şimdi elim yüreğimde, öğrendiklerimi ve başına yıldız attığım ana fikirlerimi yeni yıla ben götürüyorum.
2 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing - 73. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 73: Seninle Ölümlü Diyarda Karşılaşmak İçin, Yağmurun Altındaki Çiçekleri Bulmak İçin
Xie Lian sanki zihninin gerisindeki bir şeyi aniden hatırlamış gibi küçük bir ses çıkarttı.
Kat kat sargıların altına saklanmış bu yüz ona kaçınılmaz bir şekilde üç sene önce karşılaştığı çocuğu hatırlatmıştı. Ancak tam olarak emin değildi. Karamsar bir şekilde düşününce, o çocuk TaiCang Dağından kaçtıktan sonra tam üç sene boyunca hayatta kalmış olabilir miydi?
Tam bu sırada çocuk öne çıktı. Kendini parmak uçlarında yükseltti ve elinde tuttuğu çiçeği kil heykeldekiyle değiştirdi. Sunağın üzerinden Xie Lian bunları açık ve net bir şekilde görebiliyordu. Bu yeni çiçeğin üzerindeki yapraklar daha bile fazla açmış, daha bile narindi. İki kat daha fazla çiy damlası vardı ve güçlü kokusuna bakılacak olursa daha yeni kopartılmıştı. Yoksa bu çocuğun her gün bu önemsiz tapınağı ziyaret etmesinin nedeni çiçeği tazesiyle yenilemek miydi?
Dahası, çiçeği sunduktan sonra, genç çocuk Prensin kil heykelinin önünde durdu. İnatla diz çökmek isteyen diğerlerinin aksine, o parmaklarını birbirine doladı ve sessizce ayakta durarak dua etti. Xie Lian’ın isteğini yerine getiriyordu.
Üç yıl geçmişti. Xie Lian’ın takipçileri arasında cennet mensupları, soylular, isimlerini diyarda duyurmuş kimseler ve cenneti bile etkileyecek yetenekler vardı. Ancak Xie Lian’ın en samimi olduğunu düşündüğü kişi, bu daha on üç yaşındaki çocuktu. Dahası, bu çocuk muhtemelen kıyafetleri yamalı olduğu için daha süslü altın tapınaklardan atılmıştı ve sadece bu pejmürde, zavallı mabede dua etmek için gelebiliyordu.
Sahiden tarifsiz bir histi.
Bu sırada birkaç ıslak ayak sesi daha mabedin dışından duyuldu. Şemsiyeli bir grup çocuk gürültülü bir şekilde geçiyorlardı. İlk başta Xie Lian sadece geçip gideceklerini düşünmüştü, ama beklenmedik bir şekilde çocuklar geri döndüler. Olağandışı bir şey fark etmiş gibi davranarak, çocuklardan birisi ellerini çırptı. “Vay, vay, vay. Çirkin canavar yine kovulmuş!”
Her ne kadar tapınağın içindeki tüm çocuklar ve oğlan aşağı yukarı aynı yaşta olsalardı, her biri oğlandan daha uzundu ve aileleri onları iyi besliyormuş gibi görünüyorlardı. Muhtemelen yaklaşan bayram nedeniyle hepsi yeni giysiler ve ayakkabılar giymişlerdi. Mabedin girişindeki su birikintilerini şakacı bir şekilde sıçratıyorlardı, masum gülümsemeleri hayat doluydu ve hiçbir kötü niyet yoktu. Sanki ‘çirkin canavar’ sözünün kötü bir şey olduğunu bilmiyormuş ve kendi sözlerinin insanı üzeceğini düşünmüyorlarmış gibiydiler. Muhtemelen komik olduğunu düşünüyorlardı. Kapıdaki çocuklar dalga geçtiler. “Hey, çirkin canavar, bu gece yine mabette mi uyuyacaksın? Dikkat et, şu ‘annen’ eve gittiğinde canını okuyacak!”
Xie Lian alnını çattı. Sarılmış bandajların altında çocuğun gözleri öfkeyle parladı, yumruklarını kaldırdı ve bağırdı. “Benim evim yok!! Benim annem yok! O benim annem değil! Dışarı! Çıkın! Eğer konuşmaya devam ederseniz ağzınızı burnunuzu kırarım!”
Ancak çocuklar daha az umursayamazlardı. Dillerini çıkardılar ve meydan okudular. “Cesaretin var mı? Dikkat etmezsen yine babana söyleriz ve o sana dersini verir.”
Bazıları kaşlarını kaldırdı ve alayla güldü. “Ah sahi, senin annen yok, çünkü annen seni istemiyor. Evin yok, çünkü ailen seninle hiçbir bağları olmasını istemiyor. Bu yüzden sadece bu zavallı mabette uyuyorsun…”
Genç çocuk daha fazla dayanamadı. Yüksek bir haykırışlar üzerlerine atladı.
O kadar cılız bir çocuğa göre iyi yumruk atıyordu. Haykırışı neredeyse birkaç çocuğun korkuyla kaçmasına neden olmuştu, ama kavgayı ilk başlatan çocuk yerini korudu. “Korkacak ne var?! Biz daha kalabalığız!” Bunu duyunca kaçmak isteyenler de döndüler ve kavgaya katıldılar, çocuğu kollarından ve bacaklarından çekiyorlardı. Xie Lian en sonunda daha fazla dayanamadı. Elini sallamasıyla, görünmez bir güç, hiç yoktan var oldu ve çocukları ayırdı. Hemen ardından birikintideki sulardan güçlü bir dalga yerden süzüldü ve çocukları yere devirdi.
Sonuçta sadece çocuklardı. Nedenini bile bilmeden yere düştükten ve bir ağız dolusu çamurlu su yuttuktan sonra, yeni kıyafetleri tamamen sırılsıklam olmuştu. Şimdi dalga geçtikleri çocuktan daha pis ve daha çirkin olunca, bir önceki mutlu kahkahalarının yerini gürültülü ağlamalar almıştı. Yerden sürünüp kalktılar ve ellerinde şemsiyeleriyle burunlarını çekerek kaçtılar.
Xie Lian hayal kırıklığıyla başını iki yana salladı. Görevi kötü iblisleri uzaklaştırmak ve korumayla barış getirmek olan düzgün bir savaş tanrısı olarak, ilk defa bu tür bir çocuk kavgasına karışmıştı. Her ne kadar yanlış yapanları uzaklaştırmış olsa da hiçte bir şey başarmış gibi hissetmiyordu. Bakışları genç çocuğa döndü.
Karmaşa esnasında çocuğun başındaki sargılar yarısına kadar düşmüştü. Yarısı ortaya çıkmış yüzü mavi ve mor izlerle şişmişti. Biraz önceki arbededen kaynaklanmadıkları çok açıktı. Xie Lian dikkatli bir şekilde inceleyemeden, çocuk çoktan tek kelime etmeden sargılarını tekrar sarmıştı. Kil heykelin ayağının dibine oturdu ve dizlerini kendisine çekti.
Xie Lian aslında bu Veliaht Prens mabedine düşünmek için gelmişti. Önemli meseleleri tartışmak için Feng Xin ve Mu Qing’i çağırmayı planlamıştı, ama karşılaşmayı hiç beklemediği bu çocuk ilgisini üzerine çekmişti. Bir çağrı yolladı, ardından çocuğun yanına oturdu ve izledi. Kısa bir süre sonra çocuğun karnı guruldadı. Adak tabağında hala birkaç meyve ve tatlı vardı. Her ne kadar kurumuş gibi görünseler ve muhtemelen tatları da çok güzel olmasa da hiç yoktan iyiydiler. Xie Lian birisini aldı ve hafifçe çocuğa doğru attı.
Meyve çarpınca, sanki kendisine bir taş atılmış ve arkasından dahası da gelebilirmiş gibi küçük çocuk anında kollarını başına sardı ve savunmak istercesine top haline geldi. Bir süre geçince, en sonunda etrafına baktı ve sadece bir meyve olduğu, etrafında hiç kimse olmadığını fark etti. Tereddütle meyveyi altı, iki kez üzerine tozunu sildi ve bağış tabağına döndü. Görünüşe göre tabaktaki adakları yemektense açlığa katlanmayı tercih ediyordu.
Sonrasında kapıya doğru gitti, mabedin önünde bardaktan boşalırcasına yağan yağmura bakarken sanki yemek bulmak için dışarı çıkıp çıkmaması gerektiğine karar vermeye çalışır gibiydi. Ancak yağmur çok şiddetliydi. Yine ıslanmak istemediği için geri döndü ve kil heykelin ayaklarının yanında yere kıvrıldı.
Bu sırada Feng Xin ve Mu Qing çağrıyı alarak gelmişlerdi. İkisi mabedin arkasından içeri girdiler. Feng Xin kasvetli bir şekilde. “Ekselansları, böyle küçük bir Veliaht Prens mabedini nereden buldunuz? Neden bizi buraya çağırdınız?” Yere baktığında, aniden neredeyse fark etmeden üzerine basmak üzere olduğu yerdeki kıvrılmış figürü gördü ve haykırdı. “Bu çocuğun burada ne işi var?!”
Mu Qing de baktı, iyice baktı ve hemen sordu. “Ekselansları bu üç sene önce TaiCang Dağından kaçan çocuk mu?”
Xie Lian başını iki yana salladı. “Emin değilim. Ne adını biliyordum ne nasıl göründüğünü.”
Üçü hiçbir şeyin farkında olmayan çocuğu sarıp sohbet ederlerken, yerdeki çocuk kımıldandı. Yüzünü silerken burnundan ve ağzının kenarından kan akmakta olduğunu fark etti. Bunu görünce Xie Lian hiçbir şey yapmadan duramayacağını fark etti. “Önce çocuğu götürelim. Hava kararıyor. Bu mabet geceyi geçirmek için iyi bir yer değil.”
Feng Xin. “Belki de gidecek bir yeri yoktur? Eğer öyleyse, korkarım geceyi geçirebileceği tek yer burası.”
“Bir evi var, hoş evindeki durum pek hoş olmayabilir.” Xie Lian. “Yine de bu mabette daha iyi değil. Eğer giderse o zaman ona yiyecek bir şeyler bulabiliriz. Çocuk yaralı da.”
Mu Qing konuştu. “Ekselansları, açık sözlülüğümü mazur görün, ama böyle küçük meselelerle ilgilenecek vaktimiz yok. Bizi buraya bir karar vardığınız için mi çağırdınız?”
Yüksek Cennette ikamet eden cennet mensupları arasından bir tanesi bile tapınanlarından gelen her bir duayı kabul etmezdi. Sayısız tapınan arasında, eğer her biriyle ilgilenmek isterlerse tükenirlerdi. Bu yüzden bazen küçük ve daha önemsiz dilekleri duymazsan gelir ve iş yüklerini azaltmaya çalışırlardı. Belki Xie Lian’ın genç yaşından, enerji ve tutkuyla taşan bedeni nedeniyle kendisi henüz önceliklerini nasıl belirleyeceğini ve bu işleri nasıl çözeceğini öğrenememişti. Bir süre düşündükten sonra biraz önce ona sokaktan geçenler tarafından hediye edilen şemsiyeyle birlikte küçük mabedin girişine doğru yürüdü.
Xie Lian yavaşça şemsiyeyi açtı. Düşen yağmur damlaları üzerine çarparak patırtı sesleri çıkarttı. Yerdeki küçük çocuk sesi duydu ve birisinin içeri girdiğini düşünerek hafifçe hareket etti. Ama kimsenin onunla ilgilenmeyeceğini düşündükten sonra tekrar uzandı. Xie Lian açık şemsiyeyi girişe bıraktı. Küçük çocuk ise sesin geçip gitmesini bekliyordu, ama gitmeyince meraklanarak doğruldu ve baktı. Yağmurun altında kendi kendine açmış yalnız kızıl bir çiçek gibi yerde durmakta olan kırmızı şemsiyeyi görünce, şaşırarak dondu.
Çocuğun şemsiyeyi almak için koşturmasını izlerken Mu Qing öğüt verdi. “Ekselanslar, gereğinden fazlasını bile yaptınız. Eğer çok belli ederseniz ve çocuk fark ederse, problem çıkacaktır.”
Xie Lian cevaplayamadan, küçük çocuk tekrar koştu ve arkalarından bağırdı. “Ekselansları!”
Üç tanrı neredeyse şaşkınlıktan sıçrayarak geriye döndüler. O çocuk, şemsiyeyi elinde tutmuş, gözleri duygularıyla kızarmıştı. Başını kaldırdı ve kil heykele bağırdı. “Ekselansları! Siz misiniz?!”
Feng Xin, bundan önce Xie Lian’ın çocuğa yardım etmek için diğer çocukları kovaladığını ve hatta başına bir meyve attığını bilmiyordu. Düşüncelere daldı. “Bu çocuk epeyi zeki, sahiden anladı.” Mu Qing ise öncesinde bir şeyler yaşandığından şüphelenmişti ve Xie Lian’a baktı.
Çocuk yalvardı. “Eğer buradaysanız, lütfen, tek sorumu cevaplayın!”
Sunağın üzerindeki yüksek yerinden, Xie Lian ‘lütfen benim önümde belir’ yalvarmalarını her gün defalarca duyuyordu. Bir ses sürekli tekrar edildiğinde, bir süre sonra duyulmaz hale gelir ve eninde sonunda geri planda solup giderdi. Yine de, ne zaman böyle bir ses duysa, elindeki meseleleri bir kenara bırakıp kulak kabartmaktan kendini alamıyordu. Kenardan Mu Qing uyardı. “Ekselansları, boş verin.”
Xie Lian konuşmadı. Küçük çocuk şemsiyeye iki eliyle birden sıkıca yapmıştı, dişlerini sıktı. “Acı çekiyorum! Her gün ölmeyi diliyorum. Her gün, bu dünyadaki herkesi öldürmek ve sonra kendimi öldürmek istiyorum! Istırapla yaşıyorum!”
Daha on üç yaşındaki bir çocuktan ‘acı çekmek’ ve ‘herkesi öldürmek’ sözlerini duymak neredeyse komik ve gülünecek bir şeydi. Ancak bu minik bedeninin içinde patlamaya hazır bir şeyler gizliydi; öfkesini ve haykırışlarını besleyen bir şey vardı.
Feng Xin dalga geçti. “Bunun nesi var? ‘Dünyadaki herkesi öldürmek’ bir çocuğun söyleyeceği şey mi?”
Mu Qing düz bir şekilde. “Daha çok genç. Büyüdükçe şu anda yaşadıklarının hiçbir şey olduğunu anlayacak.” Duraksadıktan sonra Xie Lian’a baktı. “Bu dünyada pek çokları acı çekiyor. Yong An’daki kuraklığı ele alalım örneğin, ondan daha iyi durumda olan tek bir Yong An vatandaşı söyleyin. Bu meseleye can sıkmaya gerek yok Ekselansları. Önceliklerimize odaklanalım.”
Xie Lian hafifçe. “Belki de.”
Başkalarına göre, tek bir kişinin acı çekmesi muhtemelen önemsiz bir problem olarak görünürdü.
Çocuk hala heykele bakıyordu. Gözleri daha da kızarmıştı, ama hiç gözyaşı dökmüyordu. Bir elinde şemsiye, diğer eliyle uzandı ve kil heykelin cübbesine tutundu, üsteledi. “Bu dünyada ne için yaşamalıyım? Yaşamak ne anlama geliyor?”
Ancak soruları sessizlikle karşılaşmıştı, ona tek bir ruh bile cevap vermiyordu. Görünüşe göre küçük çocuk da bunu tahmin etmişti ve yavaşça, elini indirdi.
Ancak bir ses aniden ölüm sessizliğini deldi. “Artık nasıl yaşayacağını bilmiyorsan, o zaman benim için yaşa.”
Xie Lian’ın yanındaki, ne Feng Xin ne Mu Qing onun sahiden cevap vermesini beklememişlerdi, hem de böyle bir cevabı hiç! Gözleri ardına dek açıldı. “…Ekselansları?!”
Çocuğun başı anında kalktı ama orada kimse yoktu. Sadece yumuşak ve nazik bir ses kil heykelden yükseldi: “Sorduğun soruya bir cevabım yok. Ancak, eğer yaşamın anlamını bilmiyorsan, o zaman anlamı ben olayım ve beni yaşama nedenin olarak kullan.”
Feng Xin ve Mu Qing’in yüzleri sanki patlamak üzereymiş gibi görünüyordu ve her ikisi de Xie Lian’ın ağzını kapatmak için ellerini uzattılar, aceleyle. “Bu kadarı yeter Ekselansları! Kuralları ihlal ediyorsunuz! Kurallar!!”
Ama onlar ağzını kapatmayı başaramadan Xie Lian bağırabildi. “Çiçeğin için teşekkür ederim! Çok güzel, çok hoşuma gitti!”
 Çevirmen: Nynaeve
115 notes · View notes
yazarkisisi · 4 years
Photo
Tumblr media
sessiz dilek
...
365 gün içerisinde sadece bir geceyle sesinin meleklere ve tanrıya ulaştığını hissetti...
Her sene olduğu gibi bu senede o geceyi sabırsızlıkla bekledi. Odasına gitti. Yatağının ayak ucuna oturdu ve her şeyi eksiz şekilde yapması gerekenleri yapmaya başladı. Tüm dualarını, dileklerini ve günahlarını önüne koydu. Onlar gelmeden önce kendi kendine bunların sorgulamasını yaptı. Dilekde bulunması için ilk günahlarından arınmalıydı. Ruhu yeni doğmuş bir bebek gibi olmalıydı. Bu sene günahlarını sorgularken yaptıklarından utandı ve belki çıkarmak bile istemedi. Ama yapmak zorundaydı. Bir bir tüm günahlarıyla yüz yüzeyken aklında tek bir soru vardı. Yine olsa şuan aynı günahları işler miydi? Buna objektif bir cevap vermek zorundaydı. Uzun bir müddet düşündü. Zamanı çok yoktu. Kalbinden geçecek her kelimeye çok dikkat etmesi gerekiyordu ki ona bu hak sadece 1 gece veriliyordu. İyi değerlendirmeliydi. Yapmak istemediğini söyledi. Kötü bir insan olmadığını, kötülüğün onu değiştirmesini istemediğini söyledi. Yaptıkları ve yapacakları dünyanın ona sunduğu seçenekler arasında olduğunu düşündü. Suçlu olamazdı. Kötüde olamazdı. Kalbinden geçen cümleler artmaya başladı. Gözlerini kapadı. Bir karanlığın içinde sessizlikte sadece kendi sesini duyuyordu. Kendiyle hiç bu kadar baş başa olmamıştı. Günahlarını tüm açıklığıyla sorguluyor, olması istediği dileklerle hayal dünyasına yol alıyordu. Elini kalbine götürdü. Uzun zaman sonra ilk kez kendisini tanrıya ve meleklere yakın hissediyordu. Güneş doğmadan bu arınmasını tamamlamalıydı. Af dilemekten daha çok kötü bir ruha sahip olmak istemediğini, hayatın onu değiştirmemesini diledi. Aslında bu söylediği kelimeler hem ruhunu arındırıyordu hem de hayatının geri kalanı için iyi bir dilek diliyordu. Olması gerekende buydu. Onlar gelene kadar günahlarından arındığını düşündü. Kalbinin temizliğiyle dualarını ve dileklerini söylemeye başladı. Yeniden söylediği kelimeleri eksiksiz ve doğru seçmeye çalıştı. İlk kalbinden geçirdiği dilek başkasının gönlüydü. Zor değildi kocaman evreni yaratan tanrı için bu...
Tanrım onun gönlüne benim sevgimi düşür. O beni sevse tüm yıldızlar birlik olur geceleri onun için parlar. Gökyüzüne yıldızlar onun resmini yapar. Her kayan yıldız onun hakkı olur. Topraktan çıkan her çiçek onun için bu evrene daha önce hiç alınmamış kokular yayar. Doğa onun için yeşerir ve onun için solar. Dünyaya gelen tüm bebeklerin masumluğu onda bulur. Kirpiğinden düşen bir parça binlerce dilek hakkına sebep olur. İlk kez atlı karıncaya binmiş bir çocuğun mutluluğu içinde kaybolur. Bulutlar kadar yüce ve el dokunulmamış mucizeler canlanır, sarar dünyayı. El elle tutuşan birbirini seven yaşlı çiftlerin sevgi dolu bakışları gibi insanlar yeniden sevmeyi öğrenir. Sahneler sadece onun için ışıklanır ve tek başrol o olur. Ağaç dallarının rüzgarda hafif esintiyle sallanması gibi gülüşleri yankı bulur. O beni sevse dünya yeniden var olur. Sevgi yeniden kalplerimizde yer alır. O beni sevse ben bu koca evrende en mutlu varlık olurum. Günahlarımı affet tanrım...
En büyük dileği, duası buydu. Sevgi onu yeniden dünyaya doğuracaktı. Cümleler teker teker dudaklarından içine dökülürken, meleklerin varlığını artık hissetmek istiyordu. Tanrıdan belki zor, imkansız ama olursa da mucizevi bir ışık istedi. Koca yıl içerisinde inancının ve hislerinin en fazla olduğu akşamda bilmek istiyordu. O karanlığın içinde yalnız olmadığını. Gözleri sıkıca kapalıydı ve bunu istedikten hemen sonra bir ses duydu. Küçük bir sesti. Yatağının hemen karşısındaki sandalyeden birinin kalkış sesi gibiydi. Tüyleri diken diken oldu ve irkildi. Gözlerini hemen açtı ve o sandalyede birini görecek gibi oraya odaklandı. Bir deli gibi boşluğa baktı. Kimse yoktu ama yalnız değildi. Bunu ilk kez sonuna kadar hissetti. Tanrının onu duyduğunu ve meleklerden belki birinin onu dinlemek için orada olduğunu hissetti. Gözleri doldu ve ağlamaya başladı. Ağladıkça inancı çoğaldı. Güneş doğmaya başladı ve o mucizevi gece son buluyordu. Yatağından kalkıp, cama koştu ve gökyüzüne kafasını kaldırdı. Tüm melekler dua eden insanların ruhunu arındırıp, dilekleri toplayıp çekiliyordu. Tanrının, eşsiz güzelliği olan gökyüzü bir kez daha yanıltmamıştı. Tüm meleklere ev sahipliği yapıp bulutların içine alıyordu. Bu mucizevi histen sonra yatağına döndü. İçi çok huzurluydu. Ruhu iyilikle buluşmuştu ve artık uyuyabilirdi...
Arınmış ruhlarımızın iyiliğini koruyabilmemiz dileğiyle...
İlayda DEMİRKAN
1 note · View note