Tumgik
#amatör yazarlar
tredsanat · 5 months
Text
SANAT DERNEKLERİ PLATFORMU (SADER) KURULDU
Profesyonel amatör sanat edebiyat insanlarını çatısı altında buluşturan dernek örgütlenmelerini bir araya getirerek güçlü bir sanatçı yapılanmasını amaçlayan SANAT DERNEKLERİ PLATFORMU (SADER) kuruldu. Trakya Ressamlar Derneği(TRED), Uluslararası Ressam Dayanışması Derneği(URD), Marmara Güzel Sanatlar Derneği(MGSD), Trakya Şairler ve Yazarlar Derneği(TRAKYAŞAD)‘ın söz konusu amac doğrultusunda…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
denizveyelken · 9 months
Text
Seyir güvenliğinin sırrı azami dikkat...
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/hakan-atis/seyir-guvenliginin-sirri-azami-dikkat-6999627 Instagram Twitter Pinterest Facebook Spotify (03.09.2023) Hakan Atis Amatör denizcilerin bağlama yerinden marina ücretlerine, barınaklardan çekek alanlarına ve seyir güvenliğine uzanan temel sorunlarına çözüm bulunursa Türkiye’nin maviliklerde atağa kalkması yakındır. Üç tarafı denizlerle…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
swedenstartupjobs · 2 years
Text
amatör ve utanç verici bir melez
amatör ve utanç verici bir melez
Müdür: Puri Jagannadh Oyuncu kadrosu: Vijay Deverakonda, Ananya Panday, Mike Tyson, Ramya Krishnan, Ronit Roy Yazarlar: Puri Jagannadh (Telugu diyalogu), Prashant Pandey (Hintçe diyalog), AR Sreedhar (ortak yazar) Bu incelemeye ne kadar amatörce başlasam mı karar veremiyorum. liger ya da ne kadar utanç verici. Tanya (Ananya Pandey), bir kafede Liger (Vijay Devarakonda) tarafından neredeyse el…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
saireyn · 3 years
Video
Tam kapanma sürecinde yeni bir alışkanlık edinmek ister misin? Yahut zaten yazı yazma alışkanlığın var mı? Dijital medya platformumuz www.labohemedergisi.com’da yayınlanmasını istediğin yazılarını [email protected] adresine gönderebilir, yazılarını daha geniş kitlelerle paylaşabilirsin. Sorularını direkt olarak veya bu gönderi altında sorabilirsin, görüşmek üzere!.. 🙏📝
10 notes · View notes
deathlittlegirl · 5 years
Text
Tumblr media
"Aldıklarına karşılık, bana biraz umut ver..."
SÜREYYA'NIN ÖLÜMÜ
3 notes · View notes
sincabaiyibakilsin · 7 years
Photo
Tumblr media
Günlerdir hep dikkatsiz davranıyordu, sanki hep aklı başka bir yerdeymiş gibi düşünceler içine dalıyordu sık sık. Pencerenin önündeki koltuğa oturmuş dışarıyı izliyordu. Aslında pek de dışarı sayılmazdı. Teraslarının içindeki birkaç çiçeği, biber fidelerini ve güllerini izliyordu. Aslında görmüyor sadece bakıyordu. Muhtemelen hayatının geri kalanında neler yapacağını planlıyordu ya da planlayamıyordu. Ocağın üstüne koyduğu cezvesini çoktan unutmuştu. Cezvedeki su kaynayıp buhar olmuştu bile. İçinde su kalmayan cezvenin kenarları kararmaya başlamıştı. Kadın o an ocağın hırçın sesini duyarak kendine geldi ve oturduğu koltuktan bir hışımla kalkıp mutfağa koştu. Küfür etmek istedi önce. Sonra buna zamanı olmadığını hissederek cezveyi çeşmedeki su ile yıkamaya başladı. Cezveye değen her su damlası daha da çok sinirlenerek, kendilerini dışarı atmak ister gibi sıçrıyorlardı. Kadın cezvenin iyice soğuduğundan emin olduktan sonra tezgâhtaki yerine bıraktı. Annesi görse muhtemelen onu azarlayacaktı. O yüzden sanki mutfağa hiç girmemiş gibi delillerini ortadan kaldırıp odasına gitti. Canı öyle sıkılmıştı ki, cezveyi neden kullanmak istediğini bile unutmuştu.
- A.
5 notes · View notes
uzaydanhaberler · 2 years
Photo
Tumblr media
Yıldızlararası Kuyruklu Yıldız 2I Borisov
Günün Astronomi Görseli 5 Mart 2022
Görsel: NASA, ESA, ve D. Jewitt (UCLA) vd.
Kuyruklu yıldız 2I/Borisov Samanyolu’ndaki başka bir yerden Güneş Sistemi’ni ziyaret etti. 30 Ağuston 2019’da amatör astronom Gennady Borisov tarafından keşfedilen, bilinen ilk yıldızlararası kuyruklu yıldız, bu Kasım ve Aralık 2019 tarihli iki Hubble Uzay Teleskobu görüntüsünde yakalandı. Solda Borisaov’a bakış doğrultumuzun yakınındaki uzak bir arka plan galaksisi, Hubble yaklaşık 327 milyon km mesafedeki kuyruklu yıldızı ve toz kuyruğunu izlerken bulanıklaşmış. Sağda ise 2I/Borisov enberiden yani Güneş’e en yakın geçişinden kısa süre sonra görülüyor. Avrupa Güney Gözlemevi gözlemleri, bu kuyruklu yıldızın 2019 enberi geçişinden önce hiçbir yıldızın yakınından geçmemiş olabileceğini gösteriyor. Borisov’un gezgenimize yaklaşık 290 milyon km’den yaptığı en yakın geçiş 28 Aralık 2019’da gerçekleşti. Hubble’ın keskin görüntüleri kuyruklu yıldızın çekirdeğini belirgin olarak göstermese bile çapının 1 km’den az olduğunun tahmin edilmesini sağlıyor.
Görsel: NASA, ESA, ve D. Jewitt (UCLA) vd.
Yazarlar & Editörler: Robert Nemiroff (MTU) & Jerry Bonnell (UMCP) NASA yetkilisi: Phillip Newman Özel haklara tabidir. NASA Web Gizlilik Politikası ve Önemli Bildirimler Bir ASD at NASA / GSFC & Michigan Tech. U. hizmetidir.
Yıldızlararası Kuyruklu Yıldız 2I Borisov yazısı ilk olarak Uzaydan Haberler sayfasında göründü.
1 note · View note
antuan · 4 years
Text
Sadece derste öğrendiklerim anlamında da değil daha okulun açıldığı gün 1.5 aylık bir film atölyesine başladım. Baya baya sektörden insanların gelip seninle birebir iletişim kurduğu bir sistemi var aaaaa
Daha şimdiden film izlerken daha başka şeylere de ufak ufak dikkat etmeye başladım gibi. Ayrıca sinema kulübünün amatör yazarlar için bir online dergisi var sanırım bir süre sonra A Ghost Story hakkında yazdığım bir yazı yayınlanacak orada o kadar heyecanlıyım ki. Hayat biraz iyi gidiyor nazar değmesin 🧿🧿
5 notes · View notes
dizimex · 4 years
Text
Noel Telaşi izle 2019
Film :Noel Telaşı (2019) izle / A karácsony igazi öröme tarafından Dağıtılmış : Netflix Direktörü : Leslie Küçük Yazarlar : Sean Dwyer, Greg Beyaz Cope Ana Stars : Tamala Jones, Sonequa Martin-Green, Stormi Maya Türler'in : Komedi , Romantik Ülke : ABD Dil : İngilizce Yayın Tarihi : 28 Kasım 2019 Filme Mekanları : Queens, New York, ABD Diğer Adı : A karácsony igazi öröme, Holiday Rush "Mimar ve Noel amatör Steven ( Jonathan Bennett ), ailesini Noel için evinde bulurken , tatil evine tatil keyfi getirmesi için tatil koordinatörü Gretchen'i ( Alexa PenaVega ) işe aldı. Gretchen'in uzmanı Noel ruhu, Steven'ın ailesini bir araya getirdi, Onları birbirine yaklaştırın. Gretchen'e büyük bir fırsat sunulduktan sonra, o ve Steven, yaşamda gerçekten neyin önemli olduğuna karar vermelidir ”.
https://dizimex.net/noel-telasi-izle-2019/
1 note · View note
stnblmavi · 5 years
Text
“Şair misiniz?” dedi
Şiirlerimi okuyup bir kelimesini bile anlamamış olacak ki
Sordu bu soruyu, 
“Amatör mü yoksa profesyonel misiniz?” diye de ekledi,
Şairler hep amatör ruhla yazarlar şiirlerini,
Onları profesyonel yapan 
Yüreğine dokunduğu insanlardır,
Kalbinin yarasına merhem olmuşsa,
Gözyaşına mendil,
Ellerine el olmuşsa,
Hayatına bir renk getirmişse,
Yada yüreğinin denizinde boğulmak üzereyken nefes,
Bir kelime binlerce anlam içerir,
O anlamlar her yürekte bir boşluğa denktir,
Her parçası bir can verir sevene, sevilene,
Şair sadece yazar, ne yazdığına bakmaz, 
Duygularını kelimelere ekler, 
Sevmenin, vefanın, beklemenin, vuslatın resmini çizer, 
Kağıdın kaleme olan hüznüyle yazar,
Hiç kimse şair değildir,
Şair olan şiirlere aktarılan insanca duygulardır...
//stnblmavi
“Ekrem Yener”
25 notes · View notes
Text
Fake misin?
Merhaba, ben Hayal Candemir. Bu web sitesini devraldığım dan beri vakit buldukça bir şeyler yazıyorum. Belirli bir konu seçmiyorum doğaçlama gelişiyor her şey. Aynı zamanda sosyal medyada da varlık göstermeye çalışıyorum.
Bilinir ki, internet ortamında paylaşılan bir çok bilgi ( özellikle fotoğraflar ) sanki paylaşanın hesaplarında kalıyor muş gibi görünse de arama motorları tarafından…
View On WordPress
0 notes
denizveyelken · 2 years
Text
Eşitlik için yelken rekoru...
Eşitlik için yelken rekoru…
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/hakan-atis/esitlik-icin-yelken-rekoru-6778837 Instagram Twitter Pinterest Facebook Spotify (26.06.2022) Hakan Atis “Bir kadın ve bir erkek” kategorisinde, ilk kez bir Türkiye rekoruna imza atan Tolga Pamir ile ekip arkadaşı Sevda Ersezer, Hopa’dan İskenderun’a 11 gün 20 saat 23 dakikada ulaştı. Son yıllarda amatör denizcilik tarihimizin belki de en…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
obirceo · 5 years
Text
Uykumu bölen yazarlar var hepsi birer amatör belki, benim gibi yazarlar benim gibi ağlarlar belki.
17 notes · View notes
kainatinhakimleri · 6 years
Text
rastlantılar ve işaretler...
Tumblr media
‘Rastlantılarla karşılaştığımda -ister acıklı, ister ibretlik, ister eğlendirici olsun- bir iki şaşkınlık hecesi homurdanırdım eskiden, oysa bugün irkilip sıçrıyorum, huzursuz oluyorum, titriyorum. Yaşamımın sakin akışını yolundan çevirmeye bile hazırım.’’
                                                                                Amin Maalouf – Yüzüncü Ad
Kemal Bozkurt’un mesajıyla günaydın dedim önceki sabaha. Gazetede çalıştığım dönemde yan komşumdu Kemal. Diğer komşum Memetali dünya gündemini takip ettiği için bir hayli yoğun olduğundan, çevirilerim ile ilgili fikirlerini alabildiğim yegâne kişiydi. Hemen hemen her akşamüstü, o günkü yazısını tamamlayıp internette yayınlamak için yakınlardaki bir kafeye giderdi. ‘‘Yazarlar, yazılarını okuyucularının büyük bir heyecanla beklediğini düşünürmüş hep…’’ derdi ve alaycı bir dille eklerdi ‘‘…okurlarımı bekletmeyeyim.’’ Ben de mümkün olduğunca bir bahane bulup peşine takılırdım.
Gazetede çalışmak stresliydi. Daha ilk günümde, genel seçimlerde meclise üçüncü sıradan giren bir muhalefet partisinin eş başkanına suikast girişiminde bulunuldu. Ertesi gün güzide memleketim, başka bir güzide memleketin uçağını düşürdü. İki gün sonra neredeyse asırlık bir gazetenin genel yayın yönetmeni, başkent temsilcisiyle birlikte tutuklandı. Bundan bir sonraki gün Diyarbakır Barosu Başkanı katledildi. Bu arada diğer gazetelerin manşetlerinde ‘Vizesiz Avrupa’ gibi haberler de yer alıyordu. Yaşananlar sonraki günlerin habercisiydi sadece. Neler olmadı ki. Savaştan kaçanlar soğuk sularda boğuldu. Kentler harabeye döndü. Askerlerin vahşice yakıldığı görüntüler servis edildi. Analar öldü. Çocuklar hep öldü. Üçüncü dünya savaşından bahsedilir oldu. Uzun süredir gündemin uzağında durmaya çalışırken birden her şeyin tam ortasına düşmüştüm. Bir çocuk öldüğünde önceleri böyle bir habere üzülür, dünyanın dört bir yanından benzeri haberler geldikçe duruma alışır, gün geçtikçe yeni bir haberin çevirisini yapar, sonrasında çay içer, muhabbet eder hatta şakalaşır olmuştum. Hayatıma devam edebilmem için aklımı yitirmem gerekiyordu. Ben de, fırsat buldukça Kemal ile beraber ‘kaybolur’, kısa bir süreliğine de olsa maruz kaldığım muhabbetinden keyif alır, sıranın yazılarını paylaşmaya geldiği sessizlik anlarında ise çoktan soğumuş kahvemi yudumlardım.
Kemal ile uzun bir süredir görüşmüyorduk. Mesajında yeni kitabının tamamlanmak üzere olduğunu belirtmiş ve ‘Çevirmeyi düşünür müsün?’ diye sormuş. Sevindim. Heyecanlandım. Korktum. Uzun süredir çeviri yapmıyordum. Üstelik iki senedir yurt içinde olduğumdan ve bu süre zarfında doğumumda bana bahşedilen tembellik hakkımı sonuna kadar kullandığımdan, hâkim olduğum tek yabancı dile pek başvurmuyordum. Sevgili Kemal’in bin bir güzellikteki ifadelerinin karşılığını verebilmek, uzak bir ihtimal olarak belirdi gözümde.
Kemal’e Kafka’nın dönüşüm kitabıyla yaşadığım iki karşılaşmayı anlattım. Bunlardan ilki, şehirlerarası seyahat ettiğim otobüsün mola verdiği üçüncü sınıf bir dinlenme tesisinde gerçekleşmişti. Kitaptaki tuhaf illüstrasyonlar garibime gitmiş olsa da (bunlardan birinde Gregor Samsa’nın kocaman bir hamamböceği olarak yatağında ters bir şekilde uyanması son derece amatör bir biçimde resmedilmiş, işin doğrusu karikatürize edilmişti; hamamböceği insan başlıydı ve oldukça insani elleri ve ayakları vardı) kitabı aldım ve yol boyunca okudum. İkinci karşılaşmamızda ise, birinci karşılaşmanın hiç yaşanmamış olmasını diledim. Bu sefer elimdeki kitap rahmetli Ahmet Cemal’in çevirisiydi. Yanılmıyorsam, Can Yayınları’ndan çıkan 35. Baskıydı ve Ahmet Cemal, bu baskı için özel olarak kaleme aldığı önsözünde, Tezer Özlü ve Erdal Öz ile ilgili anılarını da paylaşıyordu. Eserin, 2001 yılına, yani Ahmet Cemal’in çevirisine kadar ‘Değişim’ adıyla yayınlandığını da bu önsözden öğrenmiştim. Ahmet Cemal, kitabın önsözünde, adının neden ‘Dönüşüm’ olması gerektiğini şu sözlerle açıklıyordu: “Gregor Samsa’nın bir sabah kendini yatağında bir böcek olarak bulması, salt bir değişim değil fakat başkalaşımdır. O, insanlığını koruyarak bazı değişiklikler geçirmemiştir; artık farklı bir canlı türü olmuştur.” Çok etkilenmiştim. Meğer ben onca zaman değişmiş bir Gregor Samsa’nın hikâyesini okumuştum, dönüşüme uğramış olanınkini değil. Çevirmen önemliydi. Çeviri önemliydi. Rahmetli Can Yücel çevirmekle kalmaz, yeniden yazarmış yazılı metinleri, şiirleri. Ben ise ne Ahmet Cemal’dim ne de Can Yücel. Bir iki dergide yayınlanmış üç beş yazım, varlığından pek kimsenin haberdar olmadığı bir ‘internet günlüğü’m vardı. Günlüğümde paylaşmaya değer bulduğum yazılarım ve kara kalem resimlerim bulunuyordu. Hatta şu hayattaki yegâne şiirimi, kendi yaptığım bir illüstrasyonla beraber paylaşma cesaretini de kendimde bulabilmiştim. Gazetedeki çevirilerim ise pek de edebi metinler sayılmazdı.
Kemal, çeviri yap(a)mayacak olsam bile kitabı bitirdiğinde göndereceğini, fikrimi almaktan memnun olacağını belirtip, iki ölçü sevinmeme sebep oldu. Ben de o gece kalemimin kurşunu tükenip, ahşabı defterin yapraklarını kazımaya başlayıncaya kadar kıçımın üstünde oturdum ve çocuk ruhlu ikinci şiirimi yazdım. Paylaşmadım tabi ki. Kime ne benim boktan şiirimden?
Sabah uyandığımda haftalık pazar alışverişimi yapmak için şehir merkezine indim. Fırsat bu fırsattır deyip, raflarda yerini yeni bulan Ot Dergisi’nin Aralık sayısını aldım. Bizim buralara haftalık dergiler birkaç gün, aylık dergiler en az bir hafta gecikmeyle gelir. Hayıflandığımı sanmayın, bu güzel bir şeydir. Güzellikler bekledikçe daha da güzelleşir ve tam da o sebepten, bazen, biraz daha fazla beklenmelidir. Yoksunluk özlem aşılar, özlemin sonunda ise mutlak bir ‘kavuşma’ vardır. Vedat Özdemiroğlu’nun ‘Gırgır sarısı’ sayfasına kavuştuğumda önceki gün andığım Franz Kafka’yla karşılaşınca pek şaşırdım. Kafka, karşılaşmamızı umursamadığını belirtircesine, bana değil de, sanki tam arkamda, yanı başımda durmakta olan bir başkasına bakıyordu. Haliyle benim de dikkatim, resmin arka fonunda yer alan ‘kazanç defteri’ ayrıntısına gitti. (Sevgili Kübra bir kağıt değeri olan her şeyi ‘değer’lendirir. Gregor Samsa’nın yaratıcısına da en çok kazanç defteri yakışır) Sonra başlığın altında yazanları okudum. Pek yabancı gelmediler. Meğer üm bunlar olup biterken, sevgili Vedat yılın son yazısının girişinde, benim o ana kadarki yegâne şiirimden ‘Son İncir Yaprağı’ndan alıntı yaparak bana selam göndermiş. Meğer ‘sevdim o şiiri, mutlaka alıntı yapacağım’ demesi boşuna değilmiş. Sen çok yaşa Vedat Ağbim. Ağbi dedim diye de kızma bana. Hep büyüklerimden, farkında olmasalar bile elimden tutanlardan, ağbilik edenlerden bahsettim ne de olsa. Bugünlük ağbimsin. Bak yazımın girişinde okumakta olduğum kitaptan alıntı yaptım ben de. Kitabın kahramanı Cenevizli Tüccar Baldassare, ‘‘işaretler görmeye başlıyorum, düne kadar rastlantılar gördüğüm yerde’’ demiş ve ardından girişteki sözleri sarfetmiş. Manası ne diye soran olursa ‘‘ne bileyim ben, ağbimden gördüm’’ derim ve eklerim:
‘‘vardır bi bildiği...’’
1 note · View note
edebiyatsoylesileri · 4 years
Text
Reşat Nuri Güntekin / Gördüğümü yazmadım, münzeviyim; düşündüğümü yazarım
Tumblr media
Yazar Reşat Nuri Güntekin ile Fevzi Lütfi Bey'in gerçekleştirdiği mülâkat, 1922 yılında Dergâh dergisinde yayımlandı. Bu konuşma 34 yıl sonra Güntekin'in ölümünün ardından, 15 Aralık 1956'da Akşam gazetesinde bir kez daha neşredildi. Hüseyin Avni Şanda'nın yazısı ile sunulan söyleşi, Güntekin'in edebiyat ve yazarlar hakkındaki görüşlerini yansıtmaktaydı.
Hüseyin Avni Şanda'nın "Birkaç Söz" başlığını taşıyan sunuş yazısı...
 Reşad Nuri Güntekin, mütareke senelerinde, bundan tam 34 sene önce, edebi görüşlerini Dergâh ismindeki bir dergiye anlatmıştı. O zaman Çalıkuşu romanı ile şöhret alan genç romancı, Vefa Lisesi'nde edebiyat öğretmeniydi. Mülâkat ise, derginin muharrirlerinden olan şimdiki Hürriyet Partisi'nin kurucularından Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu tarafından yapılmıştı.
Dergâh dergisinin mahiyetini bilmeyenler, belki de bu dergiyi, muayyen bir tarikatın mevzularından bahseden mistik bir dergi zannederler. Halbuki muhtevası hiç de böyle değildi. Dergi, 1921 ve 1922 senelerinde Edebiyat Fakültesi gençleri tarafından yayınlanıyordu. Derginin, sanat ve fikir tarafını, o zaman fakültenin Batı Edebiyatı Tarihi Profesörü Yahya Kemal idare ediyordu. Büyük şairin dershanesi, Batı Edebiyatı Tarihi'nden başka, Türk Tarihi ve Sanatı, hatta, Anadolu'da başlayan Millî Mücadele mevzularını dinlemek için dolan dinleyici talebe ile doluydu. Dergâh dergisi, bu heyecanlı bahisler arasında doğmuştur.
Fevzi Lütfi mülâkatına, "İstanbul'un kalabalık bir caddesindeyiz. Bir gazino köşesinde bir arkadaş grubu toplandık" diye başlar. Arkadaş grubu dediği üç kişiden ibaretti. Pek iyi hatırladığıma göre, Fevzi Lütfi ile beraber, Reşad Nuri'ye Beyazıt'ta bir tenha gazino köşesinde söz vermiştik. (Bu gazino, şimdi bir banka şubesidir.) Yolda giderken, o zaman Fakültenin felsefe şubesinde talebe olan Hasan Âli Yücel bizi görmüş, nereye gittiğimizi öğrendiği zaman, Çalıkuşu muharriri ile tanışmak arzusunda olduğunu söylemiş ve bize katılmıştı. Bu ilk tanışmadan sonra, her ikisi, uzun müddet maarif müfettişliği yapmak suretiyle daha yakın arkadaş olmuşlardır.
İşte bir arkadaş grubu tarafından Reşad Nuri ile yapılan, Fevzi Lütfi tarafından kaleme alınan bu mülâkatı, Dergâh dergisinin 20 Ekim 1922 tarih ve üçüncü sayısından iktibas ederek aşağıya yazıyoruz.  
Fevzi Lütfi Bey sordu, Reşad Nuri Bey yanıtladı
"Büyük romancının ölümü münasebetiyle" üst başlığı, "Dergâh'ın 1922 yılındaki nüshasından iktibas ettiğimiz aşağıdaki yazı Reşad Nuri Güntekin'in o zamanki edebi hüviyetini belirtmek bakımından şayanı dikkat görülmelidir" spotuyla ikinci kez yayımlanan söyleşi...
Reşad Nuri Bey'e dedim ki:
"Artık suallerimize, cevaplarımıza başlayalım", güldü. "Fakat işte şimdi susarım" dedi. Küçükken yaramazlık yaptığı zaman hocası sual sorarmış. Gülüştük. Ağzından hiç çekmediği sigarasının dumanlarından gözlerini kırpa kırpa güldü ve başladı.
"Eski edebiyatımızı seviyorum. Fakat itiraf etmeliyim ki, o kadar anlamıyorum. Nef'i, Nedim, Fuzuli, Galip Dede çok büyüktürler. Fakat mütemadiyen bunları oku, derseniz tahammül edemem. Bunları seviyorum. Bir amatör, bir mozayiki nasıl severse, öyle... Hatta zannederim herkes seviyor diye ben de seviyorum. Bildiğimden değil..."
Dedim ki: "Asıl sevgi, bilmeden sevmek değil midir?" "Tabii, tabii... O halde" dedi ve güldü. Eğer bu eskileri biraz anlamağa çalışırsa, ukalâlığa başlarmış.
Hatta bir zamanlar, Fuzuli'nin Divanı kaç maddeye ve fikre irca edilebilir diye bir meraka da düşmüş...
Diyor ki: "Lâkin talebeye ders verirken, ciddiyetimi takınarak anlarmış gibi, çok severmiş gibi bahsederim..."
Lâkin, irfan ve hars için eskiden bilmenin lazım olduğuna kani...
Benim için eski ve yeni vardır, mutavassıt yoktur
Reşad Nuri Bey, Tanzimat devrine ait edebiyattan da eskiler gibi bahsediyor. Onları da öyle anlarmış. "Zaten benim için yalnız eski ve yeni vardır, mutavassıt yoktur" diyor. Mesela, Hamid şeklen bir dereceye kadar onlara benzer, ruhen yenidir" diyor.
Bu sırada bahsimiz, Milli edebiyat bahsine geçti. Belli ki, Hançer müellifinin buna dair hazırlanmış bir fikri yoktur. "Vallahi" dedi, "Milli edebiyattan maksat, çok insana hitap eden bir edebiyat mıdır? Eğer öyle ise bu hayatta da bir istihale var. Dün Halit Ziya daha az insana hitap ediyordu. Bugün bir ekseriyete... Artık hepimiz Ahmet Cemil ve Nihal gibi oluyoruz- o halde dün o derece milli olmayan Halit Ziya, bir Ahmet Cemil oldukça millileşiyor... Milli Edebiyat'a biz de mümkün olduğu kadar kafalarımızdan, Türk çocuklarının kalplerinden çıkan eserler mi diyeceğiz? Eğer böyle ise, yine bir milli edebiyatımız vardır ve oluyor. Bir de var ki mahalli renklerden, kendi mevzularımızdan, kendi hayatımızdan bahsederiz."
Sordum. "O halde Baykuş milli de Eşber değil mi?" dedim.
Bilmem bu cevap sualime cevap mıdır? Fakat şöyle söyledi:
Halid Fahri'nin hatası, eserlerine mahalli renk vermek sevdasıdır
"Halid Fahri'nin hatası, eserlerine mahalli renk vermek sevdasıdır. Eğer Baykuş'taki adam, meçhul bir adam olsaydı bizi daha fazla meşgul ederdi."
Bu sırada yeni çıkan Tanin bozuntusu "Renin" geldi. Reşad Nuri Bey hahişle atıldı: "Asıl iş şimdi buna bir istikbal keşfetmektir" dedi. "Acaba eski mevkiini tutabilir mi?" Ve sonra onu var zannetmediğini ilave etti. Dedi ki: "Bilhassa Akşam gazetesi oldukça nafiledir. Efendim... Efendim, Akşam gazetesi çok hassas bir gazetedir. Ben birçok meseleler hakkındaki merakımı, endişemi bu gazete ile hallettim" diyor.
Hissetmek, bilmek ve tahayyül etmek meziyettir 
Tekrar bahsimize geçtik. "Unutmayalım ki, bir de lisan meselesi vardır" diyor. Muhatabım, lisan meselesinin halledildiğine, artık herkesin düzgün yazdığına kanidir. Diyor ki: "Bugün iyi yazmak bir meziyet bile değildir. İş, hissetmek, bilmek, tahayyül edebilmektir." Buraya kadar söylediği sözler nesre ve romana aitti. Bir de şiirdeki millilik telakkisini sordum. "Hiç düşünmediğim bir şeydi; fakat 'milli' meselesi, milli zihniyet terakki ve tahavvül halindedir. O halde şiir de terakki edecek ve Avrupalılaşacaktır" dedi.
Cenap Şahabettin zeki ama talebem onun gibi yazsa numara vermem
Servet-i Fünun'un Tanzimat edebiyatından o kadar farklı olmadığına kail. Diyor ki: "Kemal Bey romantikti. Hugo'nun arkasından yürüdü. Halid Ziya Bey de realisttir. Mesela, Kongorların peşinde gitti." Ve ilave etti: "Servet-i Fünun Garplidir. Onlar, nüve nüvesine yeni bir aleme girdiklerini bildiler ve öyle çalıştılar. Efendim, onlar çok okur, çok yazarlardı." Sizin tercih ettikleriniz kimlerdir, dedim. "Herkes gibi ben de Halid Ziya ve Tevfik Fikret'i tercih ederim" dedi. Bununla beraber Cenap Bey de çok zekidir. Oynaktır" diyor ve devam etti:
"Onun bir şiir kitabı, bir romanı, bir şeyi yoksa da, bilmem ki, işte o bir zeki ediptir..." ve ilave etti. "Fakat, mesela talebem onun gibi yazsa, numara vermem." Sonra uzun uzun Halid Ziya Bey'den bahsetti. "Küçükken en çok sevdiğim muharrirdir" diyor. Ve onu yazı yazmağa, bu muharririn kitapları sevketmiş. Rauf Bey'den bahsederken hazin bir çehre takındı. Hemen hemen Cenab-ı Hak hiçbir muharrire böyle akıbet vermesin, diyen bir tavrı vardı.
Nesre hâkim olanlar Yakup, Refik, Falih ve Halide Hanım  
Şimdi Reşad Nuri Bey'in muasırlarından ve o yaşta olanlardan bahsediyoruz. Söze şöyle başladı: "Efendim, bir ucumuz romantizmde, bir ucumuz en yeni şeylerde. Bir baştan hâlâ Hugo ile meşgul, bir yandan da 1913'teki piyesleri adapte ediyoruz..."
Bugünkü nesil içinde nesre hâkim olanlar kimlerdir, dedim. "Yakup, Refik, Falih, Halide Hanım değil mi?" dedi. "Evvelâ bunların lisanları çok yeni ve çok defa da çok güzeldir" diyor ve ilave etti:
"Hepsi de yazdıklarını biliyorlar. Bir Avrupalı gibi idarelidirler. İyi düşünüyorlar. İyi biliyorlar."
Falih Rıfkı belki hikâyeci, belki büyük gazeteci olacak
Falih Rıfkı Bey'den şöyle bahsetti:
"Ben, o çocuğun çok şeylerine hayranım. Ben onu Medine Mektupları'ndan tanıdım. Fakat muayyen bir tarzı henüz yok. Bilmem ki ne olacak, belki hikâyeci, belki bir büyük gazeteci... Fakat çok genç, çok kuvvetli, şiirli ve ratıp bir muharrir."
Gazetecilik Yakup Kadri'yi kuru bir hale sokuyor
Memleket hikâyelerini çok seviyor. "Onda insan her şeye alâkadar oluyor. Yaşıyor, duyuyor efendim" diyor.
Yakup Kadri Bey'in Nur Baba'sına hayran. "Lâkin gazetecilik onu yabis (kuru) bir hale sokuyor" diyor.
Ruşen Eşref'i çok zeki buluyor. "Çok da mütevazidir ve o bir ressamdır. Lâkin, gözü hemen her şeyi bir görmese... Biraz görse de daha mübalâğalı, daha kuvvetli görse..." diyor.
Haşim'in manzumelerinde ruhumdan bir resim gördüm
Şiirdeki fikrini sordum. "Bu fikrim daha makbul olur" diyor. Zira bu işte zevkiyle yürüdüğüne kanidir. "Mesela Ahmet Haşim... Ne şairdir. Kemal, ne şair... Ne büyük histir" diyor. Ahmet Haşim'in resmine hayran. Diyor ki: "Ben, o manzumelerde ruhumdan bir resim gördüm. Bu resimler gözle görünen şeyler değildir" diyor.
Reşad Nuri Bey, bütün bu büyük, korkuyum ve ateşli isimlerin yanında, Seyfi, Yusuf Ziya, Halid Fahri gibi silik ve sudan şeyleri de saymak sihirbazlığını gösterdi. Diyor ki: "Bunlar da iyi kalem oynatır." Bununla beraber, Celal Sahir Beyden bahsetmemek cesaretini de gösterdi. 
Romanı, tiyatroda daha kuvvetli olsun diye yazıyormuş
Başkalarına ait, arkadaşlarına ait fikirlerini söyledikten sonra, Reşat Nuri Bey'den kendisini sordum. O, her şeyden evvel tiyatroya hazırlanmış. Evvela, yalnız roman yazmak istermiş. Lakin sonra tiyatroya dönmüş. Ve bugün romanı, tiyatroda daha kuvvetli olsun diye yazıyormuş. 
Düşündüm, demek ki, İstanbul'da bir vak'a, bir tarih olan Çalıkuşu günleri, Hançer'in, Eski Rüya'nın birer desteğinden başka bir şey değilmiş. Kendisi de öyle söylüyor, diyor ki: "Roman yazmam, tiyatroya destek olsun diyedir." Zira, romandan tiyatroya dönmenin daha iyi olduğuna kanidir: "Ben kendi zevkim için yazdım ve öyle yazacağım" diyor.
Ben gördüğümü yazmadım, münzeviyim; düşündüğümü yazarım 
Hakikatten ziyade hayali severmiş. Diyor ki: "Ben, gördüğümü yazmadım, münzeviyim. Düşündüğümü yazarım."
Bu sırada romanlarını bitirip de mi gazeteye verdin, dedik. "Aradım, sordum, hiç böyle yapan yokmuş" dedi. Sonra da tiyatronun zorluğundan, temaşagerlerin adem-i tecanüsünden, bir eserin ilk oynandığı zaman seyircilerdeki çehrenin derin mânasından, işmizazların acılığından bahsetti. "Efendim, hem çok acı... Hem de çok tatlıdır..." diyor.
Artık akşam olmuştu. Olduğumuz yer, onun ve bizim evlerimize çok uzaktı. Kalktık ve beraberce çıktık. Öteden beriden biraz daha konuştuk. Çok eski dostlarm��şız gibi ayrıldık, fakat bugün sorarsanız, hakikaten çok eski dostlarız ve bugün Reşad Nuri Bey'i ruhumda tesir bırakan bir muharrirden, bir romancıdan ziyade sevdiğim bir dost gibi hatırlıyorum.
(Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu / İlk yayın: Dergâh dergisi 1922 / İkinci yayın: Akşam gazetesi 15 Aralık 1956 / Arşiv: Taha Toros / Kaynak: earsiv.sehir.edu.tr)
0 notes
tuuguide · 4 years
Text
rutintik vol2
Uzun bir süredir parçası olmaktan mutluluk duyduğum bir cemiyet Spoken Word İstanbul. Birçok ülkede yer alan bir adet sahne ve mikrofondan oluşan spoken word, her konuşmacıya 6-7 dakika verildiği bir performans etkinliği. Konuşmacı, şiir okumaktan, monolog konuşmaya, hatıra anlatmaktan, stand-up yapmaya, şarkı söylemekten, doğaçlama tiyatroya istediği ifade formatını seçebiliyor. Etkinlik her salı akşamı Beyoğlu’nda Arsen Lupen’de gerçekleşiyor. Etkinlik dili genel anlamda ingilizce olmakla beraber, sahne bütün dillere açık. Süreye uymak ve en önemlisi üç adet kırmızı kuşak giymek şartıyla: Cinsiyetçi, ırkçı ve homofobik söylemler yok. Zaman içinde aslında bu yaklaşımın kendimi bulduğum ve gerçeklediğim bir ortam bulmamı sağladını farkettim. Herkesin bilmek veya hatırlamak zorunda kaldığı ve bunu her performans için hatırlamak durumunda kaldığı Spoken Word akşamları diğer günlerden çok farklı geçiyor. Bütün dipdiriliğinle olduğun gibisin. Ortam ayrıca amatör ruha çok değer veren bir yer, bu yüzden inanılmaz bir özgür düşünce bahçesi gibi düşünülebilir. Bir keresinde çok sevdiğim bir İtalyanca aryayı söylemiştim. Yine bir keresinde çok sevdiğim bir türk sanat eserini seslendirmiştim ve en son online stilde sazımı tıngırdattım. Online dedim. Çünkü eve çekilme sürecinde Spoken Word’de mekanlar ve zamanlar ötesi bir konuma taşındı. Buradaki çılgınlık ise insanlar nerede nefes alıyorsa oranın bir agoraya dönüşmesi. İstanbul’da bir park, Amerika’da bir orman veya Almanya’da bir oda? Spoken Word herkesi kucaklıyor, kuşaklarınızı takmayı unutmamak şartıyla!
Tumblr media
Yemek yaparken her şeyi karıştırma dürtüm beni gerçekten çılgın eğlendiriyor. Ama bazen güzel bir şeyi ‘deneysel olur benim olur’ derken daha da beter ve yenilmez hale de getirdiğim oluyor. Ama diğer yanda da bu içe doğan uyum hissiyatıyla bazen muhteşem karışımlar ve onlarda muhteşem huzurlar sunabiliyor. Kendimi şanslı hissederek muhtelif fotoğraf paylaşım hesaplarından edindiğim tarifler ne kadar iyi sonuç veriyorsa o derece yeni yemekler yapmaya devam ediyor ve kötü sonuçlar aldıkça da ‘bi dakika lan, bu zamanda şu an yaptığım düpedüz israftır’ diyerek iman içinde yeni tarifler yapmayı bırakıyorumdur. En son yaptığım zerdeçallı çubuk krakerimsi şeyin tadı o kadar iyi değildi. Fotoğrafta da yer alan yatay kraker ise çok daha iyiydi. Humusla birlikte yemekte ayrıca keyifliydi. Tadı hiç fena değildi ama kıtır da değildi, ya da ben beceremedim kıtır yapmayı. Mercimek ve hurmadan muhallebi yapmakta önce mercimeğe nasıl davranmasını gerektiğini bilmeyen bir acemi için gerçekten gereksiz bi davranış. Artık o yemek yapma hesabını takip etmiyorum. Güvenebileceğim güzel mecralar aramaya devam edeceğim. Bana daha fazla yemek yapmak içinde umut vaadediyor. Misal en son yaptığım humus (öncesinden 3-4 kere yapmışımdır, hiçbiri tam da istediğim gibi değildi) sıradışı güzel oldu, çünkü başka bir siteden başka bir tarif denedim bu sefer. Humus yapmak için ‘konserve nohut’ kullanan youtuberlar neyin kafasındasınız? Kutupta mı yaşıyorsunuz? Evde bi dolu nohut baklası var. Biri de derki bunların kabuklarını çıkarttıktan sonra.. Evet çok şey öğreniyorum gitgide. Mutfak adeta bir laboratuvar. Tarif öneren?
Eve çekilirken raflara da çekilmemek olmuyor. Benim çok ‘gundi’ bi felsefem vardır. Öyledir ki ‘ölmeden önce şu şu şu kitapları okuyayım lan’ değilde, ‘du bakalım hele bu eski tozlu raflarda neler saklanıyormuş’ kafasındayım. Bu yüzden geçmişimin bir şekilde şekillendirdiği ve o raflarda yerini bulmuş ve hala kalkmamış unutulan kitapları deşmek bana daha çok huzur veriyor. Sevmediklerimi de raftan çıkarıyorumdur, başkasına vermek üzere veya geri dönüşüm için. Evet belki harikulade bir eser okumuyorumdur ama o eserde ‘kağıt toplayan adam’ gibi çalışmaya tav oluyorumdur. Nasıl mutluyumdur bir parça mukavva bulmuşumdur! İlk olarak Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları eserini gözüme kestirdim. Kitap bazen okunaklı ve hızlı giderken fren yapıp tekrar yavaş ve anlaşılmaz hale geliyor. Bu tamamen Rasim’in işlediği mevzulara yabancı hissetmemle ilgili. 19. yüzyılın son demlerinin İstanbul manzarasını sunar size. Beyoğlu’ndaki Bonmarşe mağazası, Şehzadebaşı’nda devrin edebiyatçılarının biraraya geldiği çayhane ve ünlü çalgılı kahvelerine, Çemberlitaş dolaylarındaki semai kahveleri, Rumların apukarya eğlenceleri, Bir Büyükdere mösyösü, Tokatlıyan otelinin üst katındaki lokanta, içinde zeytinyağı yanan kandiller, Köroğlu’nun kaçırıp yanına aldığı ermeni gemici İvaz, Mahyalar ve o aranan, özlenen İstanbul’da halkların ortak yaşamının fışkıran argo terminolojisiyle gezdiriyor bu kitap sizi ama yarısı maalesef Serveti Fünuncularla eğlenmekle geçiyor. Her neyse efendim, ben şahsi kültürel analiz ve araştırmamı yaptığım için kitapla işim bitti sayılır. Yakın bir vakitte istikrarla listesini yapacağım en sevdiğim yerli yazarlar sınıfına Barış Bıçakçı’yı da ekleyeceğim mutlaka. ‘Aramızdaki En Kısa Mesafe’ çok naif ve insanın gönlünü cıbıl çıplayan, çocuk çıplaklığı getiren bir kitap: 
Sonra öyle güzel utandı ki, her şeyi unuttum. 
0 notes